24 Şubat 2024 Cumartesi

Azra 4. Bölüm


 

"Diyorum sana, bu kadın temizlik şirketinde harcanmayacak kadar iş bilen biri. Müvekkilimin dosyasını gösterdim. Hemen neler yaptığını anladı. Bana Orhan Abinin söylediği her şeyi atlamadan söyledi. Muhasebecinin attığı kazığın büyüklüğünü şöyle bir bakmakla görecek göz gerçekten usta olmalıymış. Orhan abi bile inanamadı anlattığımda. Çok tecrübeli olmalı dedi. Bugün gelen raporla müvekkilimin başının gerçekten ne kadar büyük derde gireceğini de anlattı. Bu adamı kaçmadan tutuklatmam lazım." 

Kız kardeşine bakan Çınar onun heyecanlı haline gülümsedi. Geldiğinden beri temizlikçi kadını ve bir bakışta hatayı buluşunu dinliyordu. Avukat olan kız kardeşinin açacağı davaya hazırlanması bunun için de kendisinden yardım istemesi pek alışılagelmiş değildi.  

"Niye temizlik yapıyor o halde?" 

"Hapis yatmış. Parayı beğenmeyip temizlik yapmayacağına göre, iş bulamamış olmalı. Orhan Abi görüşmeyi kabul etti. Yetki vermez belki ama en azından iyi bir işi olur.  Müvekkilimin hesaplarını da Orhan abiye verdim. " 

"Akıllı firma, böyle birini kaçırmak istemiyor demek ki. Ne yemek yaptın bize? Saatlerdir aç bilaç konuşturuyorsun beni." 

"Elbette konuştururum. Senin işin bu değil mi? Bak bu adam dolandırıcı. Tek başına yapıyor olabilir ama görmezden gelen maliye ayağı olamaz mı? Gün gelir ekip değişir ve tüm bu işler ortaya çıkar ama o zamana kadar bir sürü insanı dolandırıp paralarını çalan çete kaçar. Sen de zamanında sözümü dinlemediğin için üzülürsün." 

"Sen davayı açar açmaz ilgili bölümler detaylı araştıracak ama organize olduğu anlaşılmazsa benim yapacağım bir şey yok. Genelde bu tarz eylemler en fazla iki kişi arasında gerçekleşir." 

"Bak işte iki kişi diyorsun." 

"Diyorum da bu organize demek değil. Sen aç davayı, gerisini hallederiz." Kardeşini başından atmaya çabaladığını belli ediyordu. Lale, anlamazlıktan gelip devam etti. "Tamam, senin işler nasıl? O bitmeyen dosyan kapanmadı mı hala?" Son yıllarda abisinin elindeki özel dosyayı biliyor, çözemediği için sinirlendiğini tahmin ediyordu.  

"Tanıklar, deliller yok olduğu sürece kapanmaz. Tüm dünya suçlu olduğunu biliyor ama bir türlü ispatlanamıyor. Al Capone gibi onu da vergi kaçakçılığından enseleyeceğiz bu gidişle." 

"Acaba benim muhasebeci de onun adamı mı? Bak sana bir soru daha, araştır bence." 

"Sen avukatlığı bırak senaryo yaz. Süper bağlantılar ayarlıyorsun." 

"Zaten işi yaparken olayın kurgusunu senaryolaştırıyoruz, yoksa nasıl çözeceğiz, aralardaki kaçakları yakalayacağız? Düşüneyim ben bu işi. Belki ek kazanç sağlarım." 

"Yemeğini ye de sonra kocan başıma ekşimesin, aç kalmış karım, tansiyonu düşmüş demesin." 

"Artık daha iyiyim. Baş dönmelerim bitti. Yoğunlukla ilgiliydi belli ki." 

"Doktora gitmedin mi?" 

"Gittim, bir şeyin yok dedi." 

"Yalancının?" 

"Vallahi gittim. Yemek yememi düzene sokmalı ve su içmeliymişim. Yoksa önemli bir şeyim yokmuş." 

"Dikkat et." 

Masayı hazırlayınca oğluna seslendi. Dersinin başından kalkıp gelen yeğeni, dayısının yanına oturup yemeğini yemeye başlamıştı. Kısa süre dayısı ile okul hakkında konuştuktan sonra yemeğini hızlıca bitirip yeniden odasına gitmişti. Dersleri olduğu zaman dünyayı umursamayan bir çocuktu. Kendi okul yıllarındaki haline çok benziyordu.  

Kapı çalınca Lale, hızlıca kapıya gitti. Can gelmişti. "Erkencisin. Daha geç geleceğini söylemiştin." 

"Gideyim mi?" Yakışıklı kocası gülüyordu. Siyah saçlarında yağmur damlaları vardı.  

"Hayırrr. Hadi gel biz de daha masadayız. Saçlarını kurula hemen gel." 

Çınar ile Can kucaklaşıp selamlaştıktan sonra üstünü değişmeye gitti. Kısa sürede saçlarını da kurulayıp oğluna da bakıp yanlarına geldi. Çınar’ın karşısındaki sandalyeye oturdu.  

"Duydun değil mi? Niye erken gelmişim. Kayınbiraderimle iki tavla atarız diye düşünmüştüm. Yemek sürpriz oldu."  

“Laflarken geç oturduk masaya.” 

“Sana da muhasebeciyi anlattı değil mi? Bir de şu kızı!” 

“Evet, hem de aralıksız. Muhasebeciyi kimlerle bağlantılı hale getirdi, duyunca aklın şaşacak.” 

“Sen de kendi işinle ilgili kısmındasın. Derine in, kesin büyük örgüt çıkacak.” 

"Geç dalganı sen. Lale, senin geç geleceğini söyleyince üzülmüştüm. Gümrükte sorun varmış, halloldu mu?" 

"Evrak noksan diye ortalığı birbirine kattılar. Ellerindeki evrakları göremeyen birileri yüzünden iki gündür malı çekemiyoruz. Nihayet çözüldü. Tırlar yola çıkınca ben de hemen eve koştum." 

Lale, Can’ın tabağına yiyeceğini koyarken karı kocanın birbirine sevgi ile bakması gözünden kaçmamıştı. Çınar, bir süre imrenerek izledi ikisini. İlk yıllar ara sıra kavgaları olsa da artık daha sağlam temeli olan bir evlilikti. Evdeki huzuru hissetmemek mümkün değildi. Başlarda kardeşini aldattığını bile düşünmüştü. Sık sık gece geç saatlere kadar çalışıyor, şehir dışı, yurt dışı gezileri oluyordu. İmkanları ile yaptığı takiplerden her seferinde temiz çıkmıştı Can. Gerçekten yoğun çalışan, işinin peşinde koşturan bir adamdı. O da artık daha rahat karşılıyordu bu çalışma temposunu.  

Yemek sonrası bahsettikleri tavlanın başına oturdular. Yeğeni bir süre sonra gelip dayısını yanağından öpüp anne babasına da sarıldıktan sonra uyumaya gitti.  Ertesi gün herkesin erkenden işe gidecek olması yüzünden Çınar’da artık gitmesi gerektiğini söyleyip vedalaştı. 

*****  

Ertesi sabah kahvaltı yaptıktan sonra Selma ile akşam bahsettikleri mahalleye gitmek için minibüs durağına gittiler. İlk kez ikisi bu kadar uzun süre baş başa kalmıştı. Selma çekine çekine sormuştu geçmişini. Azra ilk kez çekinmeden detayları ile anlattı yaşadıklarını. Eğitimini, mesleğini, nasıl oyuna geldiğini, nasıl terk edildiğini... hepsini...  

"Babanı aramamanı anlarım da arkadaşlarını niye aramıyorsun?" 

"Üç yıl boyunca bir kez bile beni aramamış olanları mı? Sağ ol kalsın hepsi yerinde." 

"Hiç mi tanımamışlar seni?" 

"Bilmiyorum. Belki de korktular. Belki hala korkuyorlar. Adını vermedim ama şunu bil, benim başımı belaya sokan adam istese bugün bile aynı şeyi yapar. O yüzden ondan ne kadar uzak kalırsam ben ve çevremdekiler o kadar rahat eder."  

Elbette şimdilik uzaktı. Gün gelecek belki de en yakınındaki olacaktı. Hâlâ korkuyor olması o adamdan intikam almak istemesine mâni değildi. Fakat bunu kimseye söylemeyecek ve asla acele etmeyecekti. Bir şey yapmayacağını düşündüğü an harekete geçecekti. Şimdi ilk adımı onun atmasını bekliyordu. Arkadaşlarını düşününce Selma’nın tanıma ile ilgili sözlerini hatırladı. Hepsi kendisini tanıyordu. O da onları tanımıştı. Fakat aklını da korkutulmuş olmaları kurcalıyordu. Şu an aynı ortamlarda olmasalar da belki bir gün yüz yüze gelecek ve geçmişle ilgili gerçekleri o zaman öğrenecekti.  

"Anladım. Sen de haklısın. Belalılarla uğraşmak bela getirmekten başka işe yaramıyor." 

"Eski koca... Semahat abla artık rahat bırakıyor dedi ama sen pek rahat değil gibisin." 

"Yıllarca yolumu kesip itip kaktığı için o. Yoksa ikinciye evlendiğinden beri rahatım. Tek korkum ben evlenmeye kalkışırsam yine karşıma dikilir mi? İş yerindeki erkekleri kaç kez tehdit etti sayamadım. Fikret abi sağ olsun en sonunda bir tepeledi bunu. Ben varım kimse yan gözle bakamaz falan dedi. Sonra da evlendi işte. Artık çıkmıyor karşıma." 

"Dava açsaydın keşke. Uzaklaştırma ya da polis koruması alırdın." 

"Denedim ama en çok üç ay aldırtabildim uzaklaştırmayı. Dördüncü ay yine dikildi karşıma. Bu kez çok masumdu. Süt dökmüş kedi gibi yanaştı. Sonra da yılan gibi zehrini akıttı. Bir daha şikâyet edersem öldüreceğini söyledi. Ben de sustum." 

"Korktun yani" 

"Evet." 

"Ben de olsam korkardım. Bir iki kadın vardı kocasını yaralayan, öldüren. Yıllarca yedikleri dayaklara dayanamayıp karşılık verince olan yine kendilerine olmuştu. O yüzden uzak durmak iyi elbette. Yasalar çok korumuyor kadınları."  

“Bilmem mi?.. Şoför bey müsait bir yerde inecek var.” 

Nihayet mahalleye gelmişlerdi. Çalıştığı yerlere biraz uzak olsa da tek araç ile ulaşabileceği mesafeydi. Orada bir ev bulmak yol parasını arttırmayacağı için çok kötü değildi. Sadece daha erken kalkacak, daha geç evde olacaktı. Mahalleye girdiklerinde çevreyi kısa süre izledi. İki, üç katlı evlerin olduğu sokaklar sakin gözüküyordu. Yapraklarının çoğunu dökmüş ağaçlar, evlerin önünde oynayan çocuklar gözüne çok şirin gözükmüştü. Mahalleye ısınmıştı bile.  

Önce yolun başındaki küçük bakkala girdiler. Selma, tezgâhın arkasındaki yaşlı adama sarılıp bir süre sohbet etti. Derdini anlatıp Azra'yı tanıştırdı. Yaşlı adam iki sokakta üç evin boş olduğunu söyledi. En iyisinden en kötüsüne sıralamıştı. En kötü olan en yakındaydı. Gerçekten kötüydü. Rutubetten duvarların rengi değişmişti. Yerler de ahşap kaplamaydı ve onlar da rutubetten üstlerine düşeni bolca almıştı.  

"Burada romatizma olmamak için mucizeye ihtiyaç var." 

"Hadi diğerlerine bakalım." 

İkinci ev en iyisiydi. Gerçekten iyiydi evin durumu. Yeni boyanmış duvarlar, temiz yer döşemesi ve hiç ummadığı çift cam ile konforlu bile sayılırdı. Tek sorunu biraz kirası yüksekti. Ödeyebilirdi ama bu yine de doğru gelmiyordu.  

Fahriye ablanın evi hala boştu. En son ona baktılar. İki odası, salonu olan evin durumu ne çok iyi ne çok kötüydü. İyi bir temizlik ve güzel bir badana ile çözülmeyecek sorunlar değildi bunlar. Mutfakta bir iki kapağı oturmayan dolap görüntüyü bozsa da kullanışlıydı.  

"Boya işinden anlar mısın?" 

"Hayır, ya sen?" 

"Anlarım kızım. Sana da öğretirim. Fahriye abla, tornavidan var mı?" Yaşlı kadın onlara evi gösterirken bir yandan da söylenip duruyordu. Her yeri ağrıyordu. Romatizması ve şekeri uyutmuyordu...Soruyu duyunca homurtusunu kesip yanıtladı. "Vardır hayırsızdan kalma." 

"Hayırsız dediği rahmetli kocası." 

"Anladım." İkisi de gülünce kadın da güldü. "Rahmet okuma hayırsıza. Öldü de kurtuldum." Ters konuşuyor gibi olsa da sesinde özlem vardı.  

"Deme öyle. Hüseyin amca iyiydi de az huysuzdu." 

"Az mı? Ne çektirdi bana. Yemeğin tuzundan, çayın suyuna kadar her şeye kızardı. Sen dur, ben tornavida getireyim." 

Yaşlı kadın kendi evine geçtiğinde Selma, Azra'ya döndü. "Bence burası gerçekten uygun sana. Fahriye abla çok konuşur, çok söylenir rahmetli kocasına ama bakma o da hala arar Hüseyin amcayı. Onlarınki didişe didişe geçen ömürlerden." 

"Belli. Bence de bu ev daha uygun. Kirası da iyi. Sen de biliyorsun evi. Anneni de alır gelirsiniz bana. Bak fazladan odam da var." 

"Geliriz. Önce sen bir yerleş. Bak duvarlar kuru. Bu evde rutubet yok. Musluklardan tuhaf sesler gelmiyor. Tesisatı yeniletmişti beş sene önce Hüseyin amca. Daha ne kadar dayanır bilmem ama şimdilik iyi. İstersen bugün bile boyarız evi." 

"Bugün olmaz. Senin izin günün. Dinlenmen lazım. Hem biz yapmayalım. Usta tutalım o yapsın." 

"Çok para ister. Tamam bugün yapmayalım ama yarın akşam işten sonra gelip boyamaya başlayalım." 

"İki oda, salon, mutfak tuvalet. Dört akşam etmez mi en iyi ihtimal? Benim dört günlük otel paramla usta bulamaz mıyız? Hem biz yorulmayız hem de aynı paraya gelmez mi?" 

"Vay be, ben hiç böyle düşünmemiştim. Haklısın valla. Minibüsten indiğimiz yerde nalbur vardı. Oradan boya alalım, usta bulmasını isteyelim. Tavanların da boyanması lazım. Biraz pazarlık yaparsak aynı paraya gelir belki." 

Fahriye abla elinde farklı boyda tornavidalarla geldiğinde planlar yapılmıştı bile. Selma, dolap kapaklarının vidalarını bir iki deneme sonra ayarlamış, düzgün kapanır hale getirmişti.  

Azra, böyle el becerilerinin gelişmesi gerektiğini kabul etmeliydi. Şimdilik yeni evi burasıydı.  

 

*****  

Nihayet Azra, avukat kadının bürosunu temizleyecek ekipteydi. Hanın bekçisi yine etraflarındaydı. Büroya girdiklerinde avukatın içeride olduğunu görüp duraksadılar. Genç kadın masasının arkasında hızlı hızlı bir şeyler yazıyordu. Sesleri duyunca kafasını kaldırıp bakmış, Azra'yı görünce yüzünde gülümseme oluşmuştu.  

"Hey, sen, hemen buraya gel." derken sesi çok neşeliydi. Aksi halde bu cümle ile herkesin donakalması gerekirdi. Azra, sesinden iyi bir şeyler olduğunu anlamıştı. Hafif bir gülümseme ile, "Sorunu çözdünüz mü?" diye sordu. 

"Çözüyorum. Yapanı da dava edeceğim. İncelemede eminim başka müşterilerin de hesaplarında oynama göreceğiz. Neyse onlar önemli değil. Asıl önemli olan başka. Sana bir kartvizit vereceğim. Benim muhasebecim, seni iş görüşmesi için bekliyor." 

"Teşekkür ederim." Olmaz o iş diyecekti ama diğerlerinin duyacağı yerde konuşmanın uzamasını istemediği için kartı cebine koydu. Nasılsa sabıkasını öğrenince yine olmayacaktı. 

"Müsait olduğunda görüş, büyük bir şirket. Bir sürü genç kadın ve erkek çalışıyor. Eminim daha iyi bir ortamda olmak senin için de iyi olacak. Sakın yanlış anlama yaptığın işi küçümsemiyorum ama anladığım kadarıyla senin bir bakışta hata bulman önemliymiş. Ziyan olmasın bu bilgin." 

"Anlıyorum, ilginize teşekkür ederim. Arayacağım." 

"Ben de tekrar teşekkür ederim. Bu arada senin adını bilmediğimi fark ettim.” 

“Azra Atalay.” 

“Azra... Çok güzelmiş ismin. Tamam, Azra, bir şey gerekirse beni ara lütfen." 

Azra, başını sallayıp onayladıktan sonra büroyu temizlemeye başladı. Diğer kadınlar çoktan işlerini yarılamıştı. Bir yandan çalışıyor, bir yandan Azra’nın avukat kadınla ne konuştuğunu anlamaya çalışıyorlardı. Azra, meraklarını gidermeyi düşünmüyordu. Neyi neden anladığını anlatacak kadar samimi de değildi. Hızlı hareketlerle onlara yetişti.  

Konuşmak için temizliğin bitmesini bekleyecekti. Kadınlar odadan çıktıktan sonra beş dakika vakit bulurdu nasılsa. Fakat öyle olmadı. Bir telefon geldi ve Lale vedalaşıp hemen çıktı.  

***** 

"Aramadı mı? Bana arayacağını söylemişti. Belki fırsatı olmamıştır. Ben görünce sorarım." Şaşkınlıkla kapattı telefonu. O genç kadın niye iş imkânını görmezden geliyordu? Temizlik yapmaktan hoşlanıyor değildi herhalde?  

Bir iki saat sonra kendisine sorma imkânı buldu.  

“Azra, niye aramadın iş için? Seni bekliyorlar." 

Azra, etrafa bakındı, kadınlar duyacak kadar yakındı. Biraz bekledi, uzaklaştıkları an yanıtladı. "Sabıkalıyım. İşe almıyorlar beni. Siz ilgilendiniz ama oraya gitsem de yanıt değişmeyecek. Bu işi bulana kadar kaç yere müracaat ettiysem aynı nedenle reddettiler. Artık hayal kırıklığı istemiyorum." 

Lale, "İşin kaçta bitecek burada?" 

"Sekizde handan çıkıyoruz. Son iş bu han." 

"Tamam, sekizde geliyorsun konuşuyoruz. Bekliyorum." 

"Hiç zahmet etmeyin. Çabanızı anlıyorum ama inanın gerek yok. Kazancım kötü değil. İdare ediyorum. Fakat benim sizinle konuşmam gereken başka bir şey var." 

"Ben avukatım Azra. O yüzden sabıka kelimesinin anlamını da karşılaşacağın sorunları da çok iyi bilirim. Şimdi, dediğimi yap, işin bitince gel. Diğer konuyu da anlatırsın." Biraz emir verir gibi konuşmuştu ama bu genç kadının cezasını çekmiş olmasının ardından ömür boyu sürecek yeni bir cezaya tâbî olmasını istemiyordu.  

Sekizi beş geçe kapıyı tıklatıp girdi. Genç kadın telefonla konuşuyordu. Eli ile koltuğu işaret ettikten sonra konuşmasına döndü. Dava ile ilgili bir konuşma olduğu için Azra dinlemek yerine sehpada duran bir dergiye uzandı. Eski bir moda dergisiydi. Sayfaları karıştırıp hapiste yatarken değişen modayı biraz inceledi. Bazı renkler ya da desenler ona hiç uymasa da özellikle pantolon takımların bir kısmını çok beğenmişti. Fiyatların yazılı olduğu küçük yazıları okurken artık onlara verecek kadar çok para kazanamadığını bir kez daha kabullendi. Alacak parası vardı. Ama harcamaya niyeti yoktu. Daha kötü günler için mutlaka parasını dikkatli harcayacaktı. Hapisten çıktığı ilk günlerde yaşadıklarını hiç unutmayacaktı.  

Lale telefon konuşmasını bitirmiş, dikkatle genç kadını inceliyordu. Yüz hatları çok güzel, küçük bir kemik bulunan burnu estetiksizdi. Alt dudağını ısırıyor oluşu pek de mutlu bir şeyler düşünmediğini gösteriyordu. O kadar dalmıştı ki sonunda masadan eğilip baktığı dergide ne gördüğünü anlamaya çalıştı. İki sayfada da çok şık takımlar ve mantolar giymiş mankenleri görünce gülümsedi.  

"Anlatacak mısın, yoksa o takımlarda takılı kalacak mısın?" 

"Ah pardon, hiç fark etmedim konuşmanızın bittiğini." 

"Önemli değil. Güzel takımlar. Senin kadar uzun olsam o uzun mantolardan kesin alırdım. Tabii bir de o kadar paraya kıyacak kadar bonkör olsam. Kocam kızıyor, çok cimriymişim." 

"Çok şıksınız. Sanmam cimri olduğunuzu. Eşler birbirine takılmayı sever." 

"Öyle, hadi anlat. Neden sabıkan var?" 

Azra, bu kadar net soru ile kısa bir an duraladı.  

"Uyuşturucu kaçakçılığından." Bir çırpıda söylemişti.  

"Ne? Uyuşturucu mu? Kaçakçılık hem de!" 

"Çok klişe olacak ama inanın ben masumum. Ne kullandım ne sattım ne taşıdım. Çantama nasıl girdiğini hiç anlamadım. Omuz çantamdan çıksa biri içine attı kaçtı diyeceğim ama valizimden çıktı. İki şarap şişesi içinde sıvı kokain taşımışım. Şarap almıştım ama gerçek şaraptı. Üç yıl yattım, afla çıktım. İlk günlerde mesleğimle ilgili ne kadar yere baş vurduğumu anımsamıyorum bile. Hepsi ya üç yılı soruyor ya da sabıka kaydı istiyor. Sonuç ortada." 

"Evde oturuyordum falan deseydin. Nereden bilecekler? Sabıka kaydımı alacağım derdin, o arada nasıl bir eleman olduğunu anlarlardı." 

"Yalan mı söyleseydim? Hayır. Ben suçsuz yere hapis yattım. Masumiyetime en masum halimde bile inandıramadım insanları. Yalan söyleyip bozamam masumiyetimi. Doğruyu söyledim." Bu konuda asla taviz vermeyecekti. Hayatında yalana ve hukuksuz işe yer yoktu. Buna inanmayanlarla işi de yoktu.  

Lale, şaşkınlıkla dinliyordu. Ne demek istediğini çok iyi anlamıştı. Eğer biri böyle bir konuda bile yalan söylemiyorsa nasıl suç işlemişti? 

"Peki, o uyuşturucuyu kimin senin valizine koyduğunu biliyor musun?" 

"Elbette." 

"Onu suçlayacak delil mi yoktu?" 

"Hiç delil yoktu. Hatta beni tanıdığını bile inkâr edecek noktaya geldi." 

"Edemedi sanırım." 

"İki sebepten edemedi. Birincisi babam yüzünden edemedi. 'Çalışanımın kızı. Babasını işten attım diye bana iftira atıyor,' dedi. Oysa babamı benim başıma bu olaylar geldiğinin ertesinde uzaklaştırdı. Ama sadece göstermelik. Çünkü işleri birlikte yapıyorlardı." 

“İkincisi?” 

“O dönem her yerde birlikte görülüyorduk.” 

“Sevgilin miydi?” Bu tarz olayları çok duymuş görmüştü. Genç kızları sevgi sözleri ile kandırıp kullanan çok fazla soysuz vardı.  

“Hayır. Babam yaşında bir adam olması bir yana, asla sevgilim olacak karakterde biri değildi.” 

"Belli. Baban ile bu adam senin hapse girmene göz mü yumdular?" 

"Hayır, babam ile bu adam beni hapse özellikle gönderdiler." 

“Ne diyorsun? Baban niye böyle bir şey yaptı?” 

“İlk başlarda anlamadım ama sonra tüm kızgınlığıma rağmen yine de onun benim canımı kurtarmak için hepse girmeme göz yumduğunu düşündüm. Büyük ihtimalle de böyle bir gerçek çıkacak ama babamla görüşemiyorum. Nerede olduğunu bilmiyorum.” 

“Kim bu adam, Azra?” 

Azra bu soru ile kendi anlatacaklarını anımsadı. Önce o bir soru sordu.  

“Çınar Gürkan ile görüşebilir miyim?” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder