13 Şubat 2024 Salı

Adı Konmamış Aşk

                                              




                                                                                                                                                                                                                                    Adı Konmamış Aşk



“Senin bu takıntılı halini ne yapacağız? Kızım bak evde kalacaksın. Bu kafa ile bir yere varamazsın. Ne olacak bu işin sonu?” 

İkisi de ince yapılı, otururken bile boylarının uzun olduğu belli olan genç kadınların hararetli konuşmaları dikkatini çekmişti. Tam arkalarında oturuyordu. İstemeden kulak misafiri olacak kadar yakındı. İkisinin de profilini hafif yana döndüklerinde görebiliyordu. Profile aldanmamak gerektiğini yıllar önce öğrenmişti. Çok aptal ifadeli bir yüzü profilden bir şey sandığı o yılları anımsamak bile istemiyordu. İlk konuşan bıkkın ifade ile sustuğunda daha sakin gözüken genç kadın yanıt verdi.  

“Bak işte bu hayatta en nefret ettiğim şeye balıklama daldın.” 

“Neymiş o?” 

“Bu ilişki nereye gidiyor?”  

Bu cümleyi duyar duymaz kulaklarını daha da dikti. Ne konuştukları çok önemli olmuştu. Kimsenin onların konuşmasını bu kadar merakla dinlediğini anlamaması için telefonuna bakıyormuş gibi yapmaya başladı.  

“Ne var bunda, biz kadınlar, ilişkinin bir yere gitmesini istiyorsak bunu sorarız. Yanıtına göre de hareket ederiz. Ne yani, gereksizlere vakit harcamaya devam mı edelim?” 

‘İlla bir yere mi gitmeli ilişki? Bu kadınlar neden anın tadını çıkartmayı bilmiyor ki!’ 

“Neden anın tadını çıkartmıyoruz? Neden her ilişki bir yere gitmeli?” 

Aman tanrım, bu kadın onun iç sesi miydi? Aynı şeyleri düşünmek... Onunla tanışmalıyım, diye düşünmeye başladı. Tamam, tahmini boyu, fiziki yapısı, yarısının bile bir kısmını gördüğü yüzü de bu kararında etkiliydi ama konuşmanın tamamını düşününce karakterinde olan o vurdumduymazlık, belli konulara aynı pencereden bakıyor olmaları daha çok etkiliydi. Bir de yüzünün tamamını görebilseydi. Sonra bu çiğ düşüncesine bozuldu. Ne zamandan beri bu kadar estetik düşkünü olmuştu? Bir insan sadece yüzü güzel olduğunda mı değerliydi? Düşüncelerini yine ilk konuşan kız böldü.  

“Ne demek istiyorsun? Yani sen öylesine mi çıkıyorsun? İlişkilerinde bir gelecek beklemiyor musun?” 

“Bir gelecek beklemek! Mesela nasıl bir gelecek? Zenginlik, güzel bir ev, hatta villa ya da yalı, çok başarılı bir eş, mesela büyük bir şirketin genel müdürü, sonra... çok şımarık ama annesinin-babasının bir tanesi sevimsiz bücürler? Nedir gelecek?” 

“Gerçekten sinir bozucusun. Neden olaya bu kadar sert köşelerden bakıyorsun? Niye birisi ile çıktığında onun ileride kocan olmasını, çocuklarının babası olmasını istemiyorsun?” 

“Çünkü daha ilişkinin en başında onun “kocam ve çocuklarımın babası olmayacağını biliyorum”, işte o yüzden kimse ile ciddi bir ilişkinin içinde olmuyorum. Niye diye sormadan açıklayayım, ben hiç aşık olmadım. O yüzden de herkesin aşk dediği şeyin ne olduğunu bilmiyorum.”  

“Hiç aşık olmadın mı? Kaç kişi ile çıktın, hatta bir yılı aşkın süre birlikte olduğun biri vardı. Herkes evleneceğinizi düşünüyordu. Sen ona da aşık değil miydin?” 

“Hayır değildim. Bir yılı aşkın süre dediğin onun uzun süreli turneleri olmasından kaynaklanan bir süreçti. Tiyatrosu ile yaptığı geziler yüzünden uzadı. Ne zaman İstanbul’a gelse ayrılalım demeye çabaladım ama bir türlü ortamı bulamadım, çünkü bana sürpriz hazırlamakla meşguldü. Sen de iyi bilirsin ki şu hayatta en sevmediğim şey sürpriz adı altında yapılan dayatmalardır.” 

Evet, işte bir kadının ilişkiye bakışı böyle olmalı. Yaşanmalı ve bitmeli. Aşk denilen şeyin var olduğu söylense de o da henüz tanışmamıştı. Çok hoşlanmak, hatta bir dereceye kadar sevgi duymak başka bir şey olmalıydı. Çıktığı kadınların üstüne titrer, başlarına kötü bir şey gelmemesini sağlamaya çalışır, ihtiyaçları olan durumlarda yardımlarına koşardı. Sadece seks için ilişki yaşamazdı. Fakat yine de hiçbiri vazgeçilmez olmamıştı. Demek ki aşk ya abartılıyordu ya da kendisi de hiç aşık olmamıştı.  

“Hiç romantik değilsin.” 

“Ben oğlak burcuyum. Bende en son olacak şey romantizm.” 

İşte bu. Aynı burçtan olmaları fazla mantıklı olmalarını sağlamış olmalıydı. Çok anlamazdı ama tanıştığı kadınların yarısı ona oğlak burçlarının romantik olmadığını söylemişti. Demek ki kadınları da romantik değildi. Yine düşünceleri duyduğu soru ile bölündü.  

“Aşka inanmıyor musun?” 

“Herkes olduğunu söylediği için ben de olduğunu kabul ediyorum ama neye benzediğini bilmiyorum.” 

“Saçmalıyorsun. Bu yaşına kadar ayaklarını yerden kesen, her an düşündüğün, görmeyince özlediğin, yanındayken çok mutlu olduğun, uyumadan önce aklına gelen, uyandığında ilk önce hatırladığın kimse olmadı mı?” 

“Olmadı. Tabii ailemi, köpeğimi ve kedimi saymazsan.” 

İşte bu duyduğu en güzel cümleydi. Kendi kedilerini ve köpeklerini düşündü. Alerjisi olan, korkan sevgilileri yüzünden arada odaya ya da kulübelerine kapattığı can dostlarını onun kadar değerli bulan biri. Fazla mı uyumlu gidiyordu ikisinin özellikleri? Hoşuna gitmişti bu. Ne yapıp edip tanışılması gereken biriydi.  

“Sen gerçek bir odunsun.” 

“Bunu bana biri hissettirmediyse bu benim suçum mu oluyor? Ben insanları ne kaşına gözüne ne de mevkisine göre değerlendirmiyorum. Beni gerçekten mutlu etmeli. Mesela ihtiyacım bir kalem mi, o bunu fark etmeli ve bana o kalemi almalı. Pırlanta, elmas falan gibi gereksiz şeyler sevginin ölçüsü olamaz, olmamalı. Sevginin, varsa aşkın, tek ölçüsü o kişiyi gerçekten düşünmektir. Beni düşünüp bir şeyler yapmalı. Yaptığı bir başkasını imrendirmek, nispet yapmak için olmamalı.” 

“Ne yani, sana şimdi biri pırlanta bir yüzük alsa sen bunu istemeyecek misin?” 

“Biri bana neden -birilerinin hayatı pahasına- çıkartılan bir taşı hediye etsin?” 

“Hayatı pahasına derken ne demek istiyorsun?” 

“Bu tarz değerli taşların çıkartılmasında çalışanlara yapılan eziyetleri öğrenince ne demek istediğimi anlarsın. Zirkon taşlı bir şeyler takmak insan hayatına önem vermektir. Başka da bir şey demeyeceğim.” 

Genç kadın sağ elinin işaret parmağında olan ametist taşlı yüzüğünü sevgi ile okşadı. Gümüş bir kaidesi olan yüzük oldukça iri bir taşa sahipti. Arkadaşı da onun yüzüğüne bakıp okşadığını görünce, “Bu özel bir hediye mi?” diye sordu.  

“Öyle sayılır. İlk işimden kovulduğum günün akşamı babam alıp gelmiş, hiç moralini bozma, başka iş mi yok, hem ben sana bakamayacak mıyım? demişti.” 

Sesinin duygusallaştığını fark eden arkadaşı hemen söze karıştı.  

“Nereden nereye geldi konu? Tamam, senin zaten gümüş ve imitasyon taktığını bilmeyen yok. Değerli taşlara karşı olduğunu da hepimiz biliyoruz ama olaya bu kadar kafanı yorduğunu gerçekten bilmiyordum. Tüm dünya tek taşla evlenme teklifine evet derken sen çıkıntılık ediyorsun.” 

“Ben Türklerin adeti olmayan bir şeye bu kadar anlam yüklenmesine ve servet değerinde taşlara gereksiz masraf yapılmasına karşıyım. Deli mi bu kadınlar anlamıyorum.” 

“Bu tartışmanın sonunu bulamayız. Boş ver sen şimdi tekli çiftli taşları, zaten evlenme teklifi eden yok sana. Nedir asıl derdin, onu söyle? Niye yine ayrıldın şu... neydi adı? İsmet mi?” 

“Birlikte miydim? Adam kendi kendine gelin-güvey oldu resmen. Ve bana en nefret ettiğim cümleyi kurdu. -Bu ilişkinin adını koyalım.-” 

“E adam ciddi işte! Sen ne dedin o böyle deyince?” 

“Emine Su olsun dedim.” 

Genç adam dayanamamış küçük bir kahkaha atmıştı. Neyse ki kendi konuşmalarına dalmış olan ikili onun kendilerine güldüğünü anlamamıştı.  

“Emine Su mu? O kim?” 

“İlişkinin adı işte. İsim lazımmış ya!” 

İki genç kadın da gülerek konuşmaya devam etti.  

“Kızım sen gerçekten rahatsızsın. Emine Su kadar absürt bir isim duymadım.” 

“Bir kadının, ki kimse kurmamalı böyle bir cümle, kurabileceği bir cümleyi erkekten duyunca bende otomatik olarak alaycılık tuşu devreye giriyor. Böyle bir şey söylenir mi? Daha iki hafta olmuş tanışalı. Bu süre içinde toplasan dört kere görüşülmüş ve isim koyacakmışız ilişkimize. Yarın bu embesil beni birisi ile gördüğünde tekme tokat dalar, sonra bir de beni döver, yetmez öldürür bile. Tipik ruh hastasının ilk cümleleri gibi...” 

Siniri bozulmuş, midesi bulanmış gibi bir hareket yapmıştı.  

“Niye öyle diyorsun? Adam ilişkiye ciddiyet katmak istemiş.” 

“Ben istemiş miyim? Hiç öyle bir havaya girmiş miyim? Adamı öpmedim bile. Neyin adını koyuyoruz?” 

“Niye öpmedin?” 

“Leş gibi sigara kokuyor. Kül tablasını yalamak gibi. Öğğğğğ.” Az önce yaptığı bulantı hareketinin çok daha büyüğünü yaptı bu kez.  

Genç adam artık telefona bakıyormuş gibi bile yapmıyor, ikisinin konuşmasını can kulağı ile dinliyor, tepkilerine gülüyordu.  

“Ay içimi kaldırdın. Hakikaten iğrenç bir şey. Bütün umudum sigara denen şeyin bir gün herkes tarafından bırakılması.” 

“Zoru başarırız, imkansız zaman alır... Belki bir gün dünya sigarayı bırakır.” 

“Bu imkansızın bile ötesinde. Durağımıza geldik. Metroyu seviyorum.” 

“Ben de.” 

 

Genç kadınlar metrodan indiklerinde, hayatında ilk kez metroya binmiş olan genç erkek arkalarından kadınlar gözden kaybolana kadar baktı. İnmek, yanlarına gidip merhaba demek istedi. Kendini zor tuttu. Otuz yaşında birine yakışmayacak hareketler yapmayacaktı. İnerken yüzünü görebilmişti. Ayağa kalkmış, sonra da oturduğu yerde bir şey unutup unutmadığını anlamak için arkasını dönmüştü. Harika bir yüzü vardı. En önemlisi de doğal, saçma şekil verilmemiş ve boyanmamış kaşları vardı. Son zamanlarda çıktığı tüm kadınların kaşı aynıydı. O kalın ve şekilsiz şeyleri kendilerine nasıl yakıştırdıklarını hiç anlamayacaktı. 

Tekrar hareket edene ve kızlar gözden kaybolana kadar izlemeye devam etti. İki genç kadının da üstünde kot pantolon ve deri montlar vardı. Ayaklarında da doğal olarak beyaz spor ayakkabıları. Omuzlarındaki spor çantalarında bir salonun amblemi basılıydı. İşte şu an tüm sinirini bozan o amblemdi. Yine de kızları hangi metroda, hangi gün ve saat kaçta gördüğünü telefonuna not etti. İndikleri durağı da yazıp telefonunu kaldırdı. İkisinin de birbirine isimle hitap etmemesi çok kötüydü. Salonu arayıp adıyla isteyebilirdi ama bu imkânı olmayacaktı.  

 Arabasını tamire bırakmıştı. Bazen kötü bir olayın güzel bir şeyler için zemin hazırladığına inanırdı. O genç kadını yeniden görebileceğini düşünmek, hatta tanışmanın bir yolunu bulmak istiyordu. Bunu gerçekten çok istiyordu. 

 

*****  

 

“Sen delirdin mi? Kaç haftadır aynı metroya binip duruyorsun. Belki o da senin gibi bir kerelik binmişti. Bir daha denk gelmemen son derece normal bu durumda.” 

“Elbette delirmedim. Kaç hafta dediğin bu ikinci hafta. Geçen hafta olmamasının bir nedeni olabilir. Ama haklısın delirmiş olmalıyım, sana anlattığıma göre, kesin delirmiş olmalıyım.” 

“Bana anlatmayacaksın da kime anlatacaksın? Ayrıca beni sürüklüyorsun metroya. Tabii ki bileceğim olayın aslını. Bak, bu hafta da göremezsen salonla ilgili bir şeyler yap. Sırf mantıklı konuştu diye birinin peşinden böyle koşulmaz.” 

“Kapa çeneni.” 

“Ne?” 

“Kapa çeneni dedim. Biniyorlar. Arkadaşı da yanında.” 

“Hani nerede? Hangisi?” 

“Kırmızı montlu olan. Arkadaşı da beyaz giymiş. Bayrak gibi diyeceğim ama komik kaçacak.” 

“Gördüm ve sustum. Haklısın arkadaşım, böyle birisini yeniden görmek için yıllarca metroya binebilirim.” 

“Ağır ol.” 

“Ben beyazlı için dedim, hiç hırlama.” 

“Onu beğeneceğini tahmin etmiştim. İlişkisi var mı anlamamıştım ama yakınlarında olursak belki anlarız.” 

“Yakınlarında olursak mı, diplerinde biteceğiz. Fırsat bulursak da konuşacağız.” 

“Biz ergen miyiz? Kızlara laf mı atacağız?” 

“Ergen gibi haftalardır kızı arıyorsun, şimdi mi büyüdün?” 

“Sen de haklısın. Hayatımda ilk kez yaptığım bir şey bu. Bir yandan utanıyorum bir yandan da böyle davranmamı engelleyemiyorum.” 

“Utanılacak bir şey yok. İnsan kısmetin nereden çıkacağını bilemez. Ayrıca o da güzel. Ama arkadaşı daha güzel.” 

Hiç öyle düşünmüyordu, arkadaşının yanında güzellik kraliçesi gibi kalıyordu. Belki de o öyle görüyordu. Ne diyordu eskiler? Gönül kimi severse güzel oydu...Sevmek elbette çok abartılı bir tanımdı şu an ama gerçekten arkadaşından çok daha güzel geliyordu gözüne. Genelde açık ten ve açık saç rengi olan kadınları tercih ederdi. Fakat bu buğday tenli, kızıl kumral saçlı kız aklını fena kurcalıyordu. Hayata bakışı, ailesi ve hayvanlarına düşkünlüğü şimdiden gönlünü kazanmıştı. Eh kendisi de fena değildi ama kızlar o gün bunu görememişti. Bugün gözükmeyi umuyordu.  

En yakın arkadaşı ve yeni açacağı yerde dörtte bir hisse sahibi olan ortağı ile kızların peşine düşmesinin sebebi de buydu. Gerçekten tanışmak, tanımak istiyordu. Hemen kızların peşinden aynı vagona bindiler. Hiç konuşmaya gerek duymadan aynı yöne ilerlediler ve kızların karşısına oturdular. Spor yaptıklarını belli eden vücutlarını diğer insanları rahatsız etmeyecek şekilde ufaltmaya çalışarak oturmaya alışmışlardı. Şişkin kaslı gösteriş meraklısı vücut çalışan sporculardan farklı olarak göstermeye uğraşmadıkları kasları vardı.  

Kızlar önce o güne dair bir şeyler konuştukları için kafa kafaya vermiş etraflarının farkına varmamıştı. Neden sonra başlarını kaldırmış ve karşılarında oturanları fark etmişlerdi. Yine kızlarda kot pantolon ve penye tişört vardı. Kalın montları o gün birden serinleyen havaya uygundu ama metroda ellerine almayı tercih etmişti ikisi de.  

Erkeklerin kendilerini izlediğini fark edince beyaz montlu bıyık altından gülerken kırmızı montlu kaşlarını çatmıştı. Hiç şaşırmamıştı bu hareketine. Ondan beklenecek hareket de buydu zaten. Daha uzun bakmadan arkadaşına döndü. “Rahatsızlık verme.” diye fısıldadı. Arkadaşı da buna uydu ve ikisi birbiri ile konuşmaya başlayınca kızlar da kendi aralarında o günden bahsetmeye devam ettiler.  

Arkadaşı, “Kızların indiği yerde inelim. Eğer kabul ederlerse kahve içer, tanışırız, etmezlerse de iyi günler der ayrılırız.” dediğinde aklına yatmıştı. Israrcı olmamak, rahatsız etmeden tanışma ortamı sağlamak önemliydi. Onlar da bunu iyi bilirdi.  

Bir durak daha geçmişlerdi ki telefonu çaldı. Diğer dörtte bir hisseli ortak arıyordu. Kulaklığı takıp görüntülü konuşmaya başladı.  

Kızlar kendi aralarında konuşurken bile bunu fark etmişlerdi. Bangır bangır konuşan kaba insanlardan sonra bu ikisinin de hoşuna gitmiş olmalıydı.  

“Tamam, hemen geliyoruz. Sen bir şey yapma. Ben uğraşırım onlarla. Ne demek elde bu vardı, bunu getirdik? Biz ne sipariş verdiysek o gelmeli. Merak etme, sorun olmaz, geliyoruz.” 

Arkadaşına bir şey açıklamadan sadece “Hadi geri dönüyoruz.” demişti. İkisinin de canı sıkkındı. Bu yüzlerinden anlaşılıyordu ve kızlar da bunu görüyordu.  

Erkekler ilk durakta indiğinde kızlar bu kez arkalarından bakıyordu.  

“İkisi de yakışıklıydı ama tam karşımda oturan başka bir şeydi... Keşke inmeselerdi. Belki tanışırdık!” 

Duyduklarına şaşırmıştı. Oysa o da tam karşısında oturanın diğer erkekten çok daha yakışıklı olduğuna bahse girebilirdi. Demek ki insanların bakışları bu kadar farklı olabiliyordu. Tecrübeli gözleri ikisinin de spor yaptığını daha oturmadan anlamıştı. Kotlarından bile belli olan kaslı bacakları, dar kalçaları vardı. Aşırı büyütülmemiş kasları ise oturduklarında belli olmuştu. Çoğu erkeğin farkına bile varmadan yaptığı o bacakları en sonuna kadar açarak oturmayı bu iki genç adam yapmamış, aksine alanı küçültmek için bacak bacak üstüne atıp, ayaklarını da toplamaya çalışmışlardı. 

Ya iyi birer kız arkadaşları ya da eşleri vardı ya da anne-babaları iyi yetiştirmişti. Kendisine saygısı olan insanlar başkalarına da saygı gösteriyordu. Erken inmelerine neden olan konuşma bile aynı çerçeveye girerdi. Sesini hiç yükseltmemiş, kulaklıkla konuşmuştu. Arkadaşına da hak veriyordu. Tanışmaya değerdi! 

***** 

Tam bir hafta sonra aynı yerde aynı dörtlü bir araya gelmişti. Kızlara yol vermişler, arkalarından binip yine karşılarına oturmuşlardı.  

“Bu tesadüf olamaz. Haftanın diğer günleri yoklardı. Aynı gün aynı saat... Biz sadece bugün bu saate kalmıyoruz. Üç gün bu saatte bu hatta biniyoruz. Bunlar bizi görmek için mi gelmiş dersin?”  

“Olası tabii. Ama onların da bugün bu saatte burada olmaları için geçerli sebepleri olabilir. Öyle her rastlantıya anlam yüklememek lazım.” 

“Tuttu yine odunluğun. Kızım neden bu kadar gerçekçi olmak zorundasın. Bak bunlar bizi izliyor yine.”  

“Çünkü sen de onu izliyorsun. Yoksa baktığını nasıl görecektin?” O kadar kısık sesle konuşuyorlardı ki kendileri bile zor duyuyordu. Erkekler onların ilk kez bu kadar kısık konuştuğunu görünce kendileri hakkında konuştuklarını düşündü.  

İki durak sonra kalabalık bir grup bindi ve ikililerin arasındaki boşluğu kapattı. Artık kimse kimseyi göremiyordu. Fakat bir süre sonra o kalabalığın içinden üç delikanlının kızlara laf attığını fark ettiler. Kızlar yanıt vermiyor, kendi aralarında konuşmaya devam ediyordu. Delikanlılar hareketlerini abartmaya, kızlara eğilerek konuşmaya başladıklarında iki iri erkek de yerlerinden kalkmış, delikanlıların olduğu tarafa bir adım atmıştı. Gençler önce onlara da dayılanmak istemişti ama otururken küçülmek için uğraşan iki adam da onların karşısında büyümek için kollarını iki yana hafifçe açmıştı. Yüzlerindeki ifadeleri gören delikanlılar kalabalık ortama aldırmadan ilerlemeye başlamıştı.  

Erkekler yerlerine oturmak için döndüklerinde koltuklarının çoktan dolduğunu görüp şaşırdılar. Sonra da oldukları yerde ayakta durmaya başladılar. Kızların ikisine de teşekkür etmesi için iyi bir fırsattı ama duydukları tek cümle, “Bunu planlamış olamazlar değil mi? Çok film işi bir sahneydi!” olmuştu. İki erkek de şaşkınlıkla bakıp, “Yok artık!” demişti.  

Genç kadınların ikisi de onları bu tepkisine gülmekten başka bir şey yapamamıştı. Daha sonra ise genç kadın erkeğin yüzüne bakmış ve kısık bir sesle teşekkür etmişti. İşte bu gerçekten ilk adımdı. Devam edip rahatsızlık vermek istemediği için sadece “Önemli değil” demişti. Ama arkadaşı onun gibi düşünmediğinden diğer kızın teşekkürüne yanıt vermekle kalmamış, “Bize borçlusunuz, birer kahvenizi içeriz.” demişti.  

İki kızın birbirine bakmasından sonra bu teklif kabul görmüştü. 

Kızların ineceği durağa gelene kadar pek konuşmadılar. Durakta indiklerinde ise kahve içilecek yerleri onlara sordular. Tarif edilen yere yürümeden önce akıllarına tanışmak geldi.  

“Ben Noyan, bu da arkadaşım Erdem.”  

“Ben de Müjde. Bu sessiz arkadaşım da Janset.”  

Memnun olduk cümlelerini tokalaşmalar takip etti. Erdem, Janset adını ikinci kez duyduğu için meraklanmıştı. Yabancı mıydı aslında? 

“Merakımı hoş görün, adınız yabancı mı? Sanki daha önce bir oyuncuda duymuştum bu adı.” 

“Evet, Janset bir ara dizilerde oynuyordu. Halen denk gelirsem izlerim. Yabancı sayılır. Çerkes kökenli bir isim. Babam Çerkez’dir.” 

“Öyle mi? Çerkeslerin disiplinli, sert yapıları olduğunu duymuştum. Doğruluk payı var mı?” 

“Evet, babam ve üç abim de sert mizaçlıdır.” 

“Üç abi, diyerek bir göz dağı vermiş mi oldunuz? Ya bende dört abi var desem?” 

“Var mı?” 

“Hayır. Sadece iki kız kardeşim var.” 

“Yani bir abisiniz.” 

“Evet, arada abilik yapıyorum.” 

“Az önceki olay için düzgün bir teşekkür etmeliyim. Aslında umursamamak, görmezden gelmek de bir çözüm ama daha ileri gitmeyi düşünenler için bir iki güzel taktiğimiz var. Yani aslında çok da korunmaya ihtiyacımız yoktu.” 

“İnanırım. Ama bizimki de içgüdüseldi. Aynı durumda kendi kardeşlerimiz olsa onları da bu şekilde korumaya çalışırdık.” 

“Noyan’ın da mı kız kardeşi var?” 

“Bir küçük, iki büyük kardeşi var. Ablaları fenadır.” 

“Yakın arkadaş mısınız?” 

“Orta okuldan beri birlikte sayılırız. Lisede grup olduk, halen devam ediyoruz.” 

“Ben lise arkadaşlarımla koptum. Babam subay emeklisi. O yıllarda şehir şehir gezdiğimiz için hiçbiri ile bağım kalmadı. İstanbul’a yerleştikten sonra yeni arkadaşlar edindim.” 

“Ülkeyi gezmek de keyifli olmalı. Bir şehri tatilde ya da kısa gezilerde tanımak mümkün değil. Sadece görüyorsun. Ama yaşamak başka bir şey. Halkı ile iç içe olmak güzel olmalı.” 

“Sık sık taşınmak sıkıntı vericiydi ama evet, her gittiğimiz şehri çok sevdim. Arkadaşlardan ayrılmak başlarda zor geliyordu. Sonra buna da alıştım. Hiçbir şeyin kalıcı olmayacağını anlayacak kadar hayatın içinde oldum. O yüzden de ne bir eşyaya ne bir insana bağlanmanın gerekliliğine inanmam.” 

“Biliyorum.” 

“Biliyor musun? Nereden biliyorsun?” 

“Seni metroda ilk gördüğümde arka koltuğunuzda oturuyordum. Müjde ile konuşmalarınıza kulak misafiri olmuştum. Anı yaşa! En sevdiğim...” 

"Anladım. Peki, geçen hafta ve bu hafta aynı metroda olmamızın özel bir nedeni var mı?” 

“Sen varsın. Daha özel bir nedeni yok.” 

“Yani gerçekten beni görmek için mi metroya bindin? Başka işin yok muydu?" 

"Hayır, yoktu. Gerçekten seni görürüm diye üç hafta önce de geldim. O hafta gelmediniz. Sonra tek başıma beklemek saçma oluyor diye Noyan’ı da çağırdım. Geçen hafta iş yerinde ufak pürüz çıkınca dönmek zorunda kaldık. Bugün de tanıştık işte.” 

“O zaman o delikanlılar da gerçekten planın içindeydi.” 

“Ah yapma. İnan hiç ilgimiz yok. Fakat çocuklara da kızamıyorum. Güzel bir kız görünce biraz dengeleri bozulmuş olmalı.” 

“Adın sana çok yakışmış. Hakikaten erdemli birisi gibi duruyorsun. Abilerim o veletleri bir güzel benzetirdi.” 

“Yine abi kozunu kullanıyorsun. Benim abilerine pabuç bırakacağımı sanmıyorsun ya?” 

“Bilemem. Üçü bir araya geldiğinde geçilmez dağ gibiler.” 

“Senin de uzun boylu olduğunu düşününce onları hayal etmek güç değil. Sanırım kahve içeceğimiz yere geldik. Konuşmaya daldım, etrafa hiç bakmadım. Bir daha gelecek olsam, yolumu bulamayacağım.” 

“Metrodan sonra karşıya geçtik, ilk sağ sokağa girdik ve iki yüz metre kadar yürüdük. İşte buradayız. Biz genelde burada çay, kahve içer, muhabbet ederiz. İsterseniz taze sıkılmış meyve suyu da var. Kahveye ağzımız alışmış. Asıl onu tercih ederiz.” 

“Sporcusunuz değil mi? Salon çantanızdan anlaşılıyor.” 

Fitness ve Spinning eğitmeniyim.” 

Spinning mi?” Bol pantolondan belli olmuyordu ama sağlam bacak kaslarının olması gerekiyordu.  

Janset, ne olduğunu bilmediğini sanıp açıklamaya başlamıştı. “Genelde hareketli müzik ile yapılan kondisyon bisikleti üstündeki yoğun tempolu bir spor türü.” 

Hiç bozuntuya vermeden yanıtladı. “Anladım. Peki bu zor sporun alıcısı çok mu? Bisiklet gerçekten yorucudur. Bir de tempolu diyorsun!” 

“Bir gün gelip izlemelisin. 26 + 1 bisiklet ile özel bir odada ders yapıyoruz. Her ders tüm bisikletler dolu oluyor. Hem kalp ritmini yükseltiyor hem de alt bedeni çok iyi çalıştırıyor. Sadece bisiklet çevirmekten sıkılanlar için iyi bir alternatif. Fakat gerçekten çok yorucu. O dersi verdiğim günler erkenden uyuyorum.” 

Onlar konudan konuya geçerken Noyan ile Müjde de aynı şekilde derin bir konuşmaya dalmıştı. Janset masaya gelen garsona sipariş vermek üzereyken Erdem atıldı. Kendisi ve arkadaşı için hafif sert, sade kahve söylerken kızlara dönüp ne içeceklerini sordu. Yanıtı alan garson kızlarla kısaca merhabalaştıktan sonra siparişleri getirmeye gitti.  

“Sen ne iş yapıyorsun?” 

“Şu ara yeni bir iş planlıyorum. Bittiğinde görmeni isterim ama şimdilik pek anlatacak bir şey yok.” Konuşurken Noyan’a bir bakış atmıştı. Kendisini bozmasını ve Müjdeye bilgi vermesini istemediğini anlayacağını umuyordu.  

“Gizemli erkek. Öyle olsun.” 

“Merakını uyandırdım mı?” 

“Evet, merak ettim ama zorlamayacağım. Ben yanıt vermek istemezsem kimsenin yanıt alamayacağını bildiğim için kimseyi de zorlamam. Prensip sahibi olmak erdemdir.” 

“Erdem. Adımı seviyorum. Annem adıma uygun yetişmem için az uğraşmadı. Sanırım askerlik sonrası ancak onun istediği gibi biri oldum. O zamana kadar pek ele avuca sığmazdım.” 

“Tipik erkek çocuk. Askerliğin yaramış olması iyi. Bir abimin hep asker olması gerekti. Yoksa babam ‘katil olacağım’ diye diye gezinmeye devam edecekti. Diğerleri ise daha sakin oldular.” 

“Ailene çok mu düşkünsün?” 

“Her hafta sonu görecek, hafta içi uzak duracak kadar.” 

“Ayrı evde mi yaşıyorsun? Bak bunu beklemiyordum.” 

“Üç kız bir ev tuttuk. Müjde ve ben zaten aynı yerde çalışıyoruz. Diğer arkadaşımız da hemşire. O nöbeti falan olduğu için pek gözükmez. Arada bir şey gerektiğinde notlarla idare ediyoruz.” 

“Eğlenceli olmalı.” 

“Çoğu zaman eğlenceli. Arada kaprislerimiz, tersliklerimiz, hatta atışmalarımız da oluyor ama bunları takmayacak kadar eskidi arkadaşlığımız. En önemli kuralımız daima dürüst olmamız. O zaman çözüm bulmak kolay. Yalan, yalanı doğuruyor.” 

“O zaman bana da dürüstçe yanıt ver. Emine Su ne oldu?” 

“Aman yarabbim, sen onu da duydun mu? Ah ya biri kahkaha atmıştı. O sendin!” 

“Evet, çok komik gelmişti.” 

“O gün bitti gitti. Gereksiz bir yapışkanlık vardı o adamda. Kafasında bir şeyleri kuruyor ve sonra bunları hemen olmalı gibi anlatmaya başlıyordu. Tanıştıktan iki hafta sonra hepi topu üç dört kez görüştüğü insanla ciddi olacağını sanmak nasıl bir düşünce? Birbirini tanımayan insanların bu kadar hızlı sahiplenmesi mi, yoksa kendini vazgeçilmez sanması mı daha iğrenç bilemiyorum.” 

“Her cümlenle bana yerimi belirtmek zorunda mısın?” 

“Öyle mi yapıyorum? Yoo inan kasıtlı değil. Ben neysem oyum ve kararlarımda değişkenlik çok nadir olur. Bir şeyi ilk görüşte beğenmek sonra da beğeneceğin anlamına gelmediği gibi, birisi ile tanışmak onu tanımak anlamına gelmez. Ne yer ne içerim, nereye gider, neyi severim, nelerden nefret ederim? Bunlar gerçekten zamanla anlaşılacak şeyler. Etkilenmek iyidir ama bunu abartmak bana göre değil.” 

“Mesaj alındı. İki hafta sonra, bu ilişkinin adı ne, demeyeceğim. Bir Ayşe Su vakası yaşamak istemem. Sonra, seni sık boğaz etmeyeceğim. Zevklerini, nefret ettiklerini ve pek hoşlanmadıklarını zaman içinde öğreneceğim. Başka... ah tamam, sana gereksiz hediyeler almayacağım.” 

“Bunu nereden... ah tamam, yine bizim konuşmalardan. Ay biz ne çok konuşmuşuz. Bundan sonra metroda kitap okuyacağım. Müjde de okumak ya da susmak zorunda kalır.” 

“Eviniz yakın mı buraya?” 

“Yakın. O yüzden metroyu kullanmayı tercih ediyoruz. Yoksa hemşirenin daha çok kullandığı ortak bir arabamız da var. Sadece izin günümüzde bırakmak zorunda.” 

“İzin günlerinizde ne yapıyorsunuz? Daha önemlisi izin gününüz hangi gün?” 

“Her perşembe izin günü. Yani yarın izinliyiz. Genelde temizlik, hafta içi için bir iki çeşit yemek yapıyor, sonra da ya alışverişe ya sinemaya ya da bir yerlerde eğlenmeye gidiyoruz. Yani normal insanların hafta sonu yaptıklarını hafta içi yapıyoruz.” 

“Kaç yıldır eğitmenlik yapıyorsun?” 

“Yedi yıl bitti.” 

“Çok mu küçük yaşta başladın?” 

“Yaşımı göstermediğimi söyleme çaban için teşekkürler. Yirmi yedi yaşındayım.” 

“Daha yirmi yedi olmadın. Bir buçuk ay var doğum gününe.” Müjde atlamıştı hemen lafa. Yaş onun en hassas noktasıydı.  

“Müjdeciğim, önceki yaşın altı ayı geçtiğinde bir üst yaşa tamamlanmasında bir sakınca yok. Ben yirmi altı olunca sen de yirmi altı mı olacaksın? Senin doğum günün geçti. Üzgünüm, sen benden tammmmmm dört buçuk ay yaşlısın.” 

“Çok yaşayın siz. Doğum günü için böyle atışan kimseyi görmemiştim.” 

“Bizim en büyük zevkimiz. Müjde yaşa takıntılı. O kırktan sonra otuz dokuz, otuz sekiz, diye sayacak, eminim.” 

“Kırk mı, otuzu geçmeyeceğim. Her yıl otuz olacağım. Estetikti, botokstu, artık Allah ne verdiyse yaptırıp genç kalacağım.” 

“İhtiyaç duyacağını sanmam.” demişti Noyan. Böylece Müjde yine yanında oturan erkeğe dönmüştü. O arada servis yapılmış, içecekler çoktan bitmişti. Garson boşları alırken yenilerini isteyip istemediklerini sormuş, hepsi birer tane daha istemişti. Kimsenin gitmeye niyeti yoktu. 

***** 

Tanışma belki bir rastlantı ile olmuştu ama sonrası yoğun bir şekilde gelişmişti. Haftanın en az üç günü buluşuyorlar, bazen sadece yemek yiyor, bazen sinemaya gidiyor, bazen de saatlerce yürüyorlardı. Sanki gün boyu spor salonunda hareket eden Janset değilmiş gibi, bu yürüyüşler çok hoşuna gidiyordu. Havanın soğuk olması, arada esen sert rüzgâr birbirlerine daha sıkı sarılarak yürümelerini sağlıyordu. Kimsenin şikayeti yoktu.  

Bir akşam lokantada kahvelerini içerken Janset tuvalete gideceğini söyleyip yerinden kalkmıştı. Kalabalık tuvalet kuyruğu yüzünden on dakika kadar sonra anca dönebilmişti. Masaya yaklaşırken kendi sandalyesinde başka bir kadının oturduğunu görüp şaşırdı.  

Yaklaştığında kadının o soğuk havaya rağmen oldukça açık bir bluz giydiğini, öne eğilip göğüslerinin çatalını göstermek için de özel çaba harcadığını fark etmişti. Ensesinden tepesine doğru bir alevin yükseldiğini hissettiğinde kendisine şaşırdı. Kıskanmıştı. Evet, o kadını memelerinden tutup savurmak istiyordu. Bir daha kimsenin gözüne sokamayacağı şekilde paralamalıydı memelerini. Sonra sakinleşmeye çalışıp Erdem’e baktı. Adam gözlerini kızın yüzünden ayırmadan konuşuyordu. Tuzağa düşmemiş miydi? Yoksa onun geldiğini görünce tedbir mi almıştı? 

Janset masaya ulaştığında kadın halen hararetle konuşuyordu. “... görmeliydin. O kadar bozuldu ki, ne yapacağını şaşırdı. Ah hayatım, şu kıskanç kadınlar yüzünden iki çift laf edilmiyor kimseyle.” 

“Benim öyle huylarım yoktur, bir sandalye çekeyim üçümüz konuşalım ama bana kim kimdir anlatmalısın. Ben öyle bilmediğim kişileri çekiştiremem. Ön tanıtım alırım.” Bu sırada yan masada boş olan sandalye için izin almış, kendi masasına getirmişti. Herkesin onları izlediğini düşünerek rahatça oturdu.  

Erdem, ikisine bakıp gülmemek için kendini zorlayarak tanıştırdı. “Belgin benim eski bir arkadaşım. Lise yıllarından. Ara sıra görüşürüz. Janset, kız arkadaşım.” 

“Ay şekerim, çok memnun oldum. Bizim bu yakışıklıyı birinin kapacağını biliyordum da ne ara olacağını kestiremiyordum. Kızlar çok üzülecek. Aman sıkı tut, rakip çok.” 

“Rekabet benim damarlarımda akıyor. Sorun yok.” 

“Erdem, bu nasıl bir özgüven. Bu kızın senin çapkınlıklarından haberi yok sanırım?” 

“Janset, çapkınlıkta da rakip tanımaz. Beni az koşturmadı peşinde.” derken gülerek bakıyordu Janset’e. 

Belgin çirkin cümlelerinin işlemediğini anlayınca “Hadi ben sizi fazla rahatsız etmeyeyim, görüşürüz nasılsa yakında.” diyerek kalkıp gitmişti. Janset kendi sandalyesine geçerken, “Kim bu ağzı mayasıl olmuş çatlak?” 

“Bugüne kadar duyduğum en net tarif olmalı. Lisenin delisiydi. Herkesi her an birbirine düşürmek için elinden geleni ardına koymayan tiplerden. Kimsenin inanmadığı bir sürü hikayesi vardır. Yıllarca hem okulda hem mahallede ona katlandım. Uzun zamandır görmüyordum ama şansa burada çıktı karşıma.” 

“Dedikoducu demek yetmez buna. Çirkin ruhlu... Aman neyse, gitti işte. Kalkalım mı?” Bir an önce temiz hava almak istiyordu. Lokantanın tüm güzelliği uçup gitmiş, pis bir hal almış gibiydi.  

Arabaya doğru yürürken Erdem sordu. “Kıskanç değil misin gerçekten? Ben tüm kadınların genetik kodu olduğunu düşünürüm kıskançlığın.” 

“Bugüne kadar bir kadını erkek arkadaşımla konuştu ya da baktı diye kıskanmadım.” 

“Bugüne kadar derken? Bugün kıskandın mı?” 

“Onu mu? Asla!” 

“Onu niye kıskanasın? Beni kıskanman lazım.” 

Janset, gülerek, “Kıskanmama değecek biri olunca kıskanırım. Kim olduğunu ve oraya oturma cesaretini nereden bulduğunu soracaktım ama sonra konuşma tarzına bakınca eski bir tanıdık olduğunu anladım. Bana özel laf çarpınca da kayda değer biri olmadığını görüp sakinledim.” 

“Sakinledin. İyiymiş, gelişme var sende.” Sinirlenmiş olmasına sevinmek... Erdem kendine gülüyordu.  

“Aynı anda iki üç kızı idare edenlerden olduğunu düşünmüyorum. Benimleysen benimlesindir. Bittiğinde söyleyecek biri olduğundan eminim. Bittikten sonra da kimse kimseye karışamayacağına göre, hiç sorun yok. Şimdilik böyle iyiyiz.” İyi miydi? Pek değildi. Aslında ilk gördüğünde kıskandığını kabul ediyordu ama gittiği yere kadar sürecek bir ilişkide kıskanan ve bunu ortaya seren taraf olmayacaktı.   

***** 

Aralık ayının son günlerinin olması ikisini de yılbaşı gecesi için plan yapmaya zorluyordu.  

“Ailenle olmak zorunda mısın?” Erdem, birlikte olmak istediğini ilk günlerden beri dile getiriyordu.  

“Evet, biz hiç dışarıda kutlamayız. Ya ailemin evinde ya amcamlarda ya da halamlarda... Artık kimin sırasıysa, kimin o dönem işi gücü o kalabalığı ağırlamaya uygunsa. Babam en büyük olduğu için çoğunlukla bizde toplaşırız. O eğlenceyi sana tercih ediyorum anlayacağın.” 

“Kırıcı oluyorsun.” 

Yooo dürüst oluyorum. Seninle bir yere gitsek, nasıl yapıldığı belirsiz yemeklerle, kim olduğu belirsiz şarkıcılar falan olacak. Oysa bizim evimizde her şey net, her şey güzel.” 

“O gece dansöz falan olur gazinolarda. Gerçi çoğu zaman olur ama o gecenin tadı da dansözle çıkar.” 

“Demek dansöz izlemeyi seviyorsun. Bunu öğrendiğim iyi oldu.” 

“Kinaye mi seziyorum cümlende?” 

“Ne kinayesi? Seni harika bir dansözün sahne aldığı bir yere götüreceğim. Daha önce ben ne izlemişim diyeceksin. Müzik ile uyum bundan güzel olamaz.” 

“Demek ki sen de seviyorsun. Tamam, seninle dansöz izlemek ilginç olacak. Yine de bu benimle yeni yıla girmeyeceğin gerçeğini değiştirmez.” 

“Seni eve davet etmemi beklemiyorsun değil mi?” 

“Hayır. Hayır, tabii ki beklemiyorum.” O kadar hızlı yanıt vermişti ki Janset bozulduğunu hissetti. Erdem, “Sonraki yılbaşı belki birlikte gideriz ama şimdi olmaz. Senin canına okurlar.” diye tamamladı cümlesini. Haklıydı. Ve Janset ilk kez ‘adı konmamış bir ilişkinin’ nasıl engeller oluşturduğunu görüyordu. Yine de adı konmamış olarak devam etmek, bir cendere içine girmekten iyiydi. Hem ne demişti? Sonraki yılbaşı belki birlikte gideriz. Uzun süreli bir ilişki mi istemeye başlamıştı? Üstünde durmamaya çalıştı.  

“Haklısın. Hem zaten ailemle böyle konularda yüz-göz olmak istemem. Kimi ne zaman tanıştıracağımı bilirim ben.” 

“Beni tanıştırmayı düşünmüyor musun yani? Doğru mu anladım?” 

“Bilmiyorum. Tanıştırmam gerekir mi onu zaman göstermeyecek mi? Acele karar alacak biri değilim. Unutma ben oğlak burcuyum.” 

“Biliyorum.” Sonra konuyu değiştirdi. Acıktım. Saat daha geç olmadan bir şeyler yiyelim. Ama bugün canım sağlıklı bir şeyler yemek istemiyor.” 

“Pizza?” 

“Asla hayır demem. Karidesli pizza sever misin?” 

“Bayılırım. Yapan yeri biliyor musun, benim bildiğime mi gidelim?” 

“Benim bildiğim Moda’da. Seninki bu yakadaysa ona gidelim.” 

“Bir taksi çevirelim. Daha da yürüyemeyeceğim.” 

 

Pizzacıdan içire el ele girdiler, boş masa için etraflarına bakarken üç iri yarı erkeğin de onlara baktıklarını gördüler.  

“Abimler!” 

Üçü de mi?” 

 Janset onun sorusuna gülmemek için zor tutuyordu kendini. “Evet, kaçalım mı?” 

“Saçmalama, niye kaçıyoruz? Reşitsin değil mi?” 

“Elbette, yakında yirmi yedi oluyorum dedim ya.” 

“Tamam, o halde o üç iri kıyım adamın yanına gidiyoruz ve beni tanıştırıyorsun. Ben, korkup kaçtı dedirtmem.” 

Janset, içten içe gülerek masalarına yaklaştı. Abilerinin yüzlerinden düşen bin parçaydı, Erdem’e öyle kötü bakıyorlardı ki, başka bir erkek büyük ihtimalle şu an soluğu sokakta almıştı.  

“Beyler, sizi burada bulacağımı hiç düşünmemiştim. Ne işiniz var? Karılarınız evden mi attı?” 

“Canımız karidesli pizza istedi. Buluştuk, geldik. Ya senin ne işin var...bu yanındakiyle?” 

Erdem, ‘bu yanındaki’ kelimelerindeki şiddeti iliklerinde hissediyordu ama ne elini Janset’in elinden çekiyor ne de bu üç abiye hafiften tırstığını belli ediyordu. Teke tek de yediği kadar yumruk atabileceğini biliyordu. Ama üçe karşı bir olunca iş biraz adaletsiz olmuştu. Soruyu sorana elini uzattı ve kendini tanıttı.  

“Merhaba, ben Erdem Orakçı. Janset’in arkadaşıyım.” 

Eli, mengene gibi bir elin içindeydi. Nasıl bir tokalaşma olacağını umduğunu bilmiyordu ama son derece normal el sıkışınca rahatladığını biliyordu. Diğerlerine de elini uzattı. Hepsi sıra ile adlarını söyledi. Janberk, Berkan, Yenal.  

“Memnun oldum. Rahatsız etmezsek biz de sizinle oturalım.” dediğinde kim daha şaşkındı bilemiyordu. Kendisi mi, diğer dört kardeş mi? Küçük bir masa diğerine birleştirilip iki de sandalye gelince yerlerine yerleştiler. Janset ilgi ile izliyordu dört erkeği. İlk konuşan büyük abisi Janberk oldu.  

“Nerede nasıl tanıştınız, anlat bakalım?” derken yine sert abi pozlarındaydı. Janset abilerinin haline gülmemek için kendini zor tutuyordu.  

“Metroda gördüm. Sonra bir iki defa görmek için yine metroya bindim. Sonunda denk geldim. Öyle tanıştık.” 

“Sapık gibi kardeşimizi takip mi ettin? Janset, ne işin var böyle biriyle?” Berkan, kızmış gibiydi. Erdem, dürüstlüğün cezasını çekmeyeceğine göre, sadece kendini savunacaktı. 

“Sapık olmadığım konusunda içiniz rahat olsun. Ama ilk görüşte çarpılmış olabilirim. Ergenlikten sonra ilk kez birinin peşinde bu kadar koşturdum.” 

Yenal, daha fazla dayanamadı. “Ne yani, bizim kardeşimizden daha güzelini, daha iyisini mi bulacaksın da başkasının peşinden koşacaksın? Janset bir tanedir.” 

Erdem, cümlenin anlamını kavradığında şaşkın suratını aynada görebilmeliydi. “Ne demek? Yani niye öyle.. Anlamadım. Şimdi...” 

“Kafan karışmasın Erdem. Biz Çerkez bir aile olabiliriz ama biraz da Trakyalı annemizin yapısını aldık. Doğu-Batı sentezi diyelim. Janset bize, biz ona her tanıştığımız kızı-erkeği anlatırdık. Bu hiç değişmedi. Seni biliyorduk yani. Ayrıca, kızlara sataşan çocukları nasıl kaba kuvvet kullanmadan uzaklaştırdığınızı da biliyoruz. İyi ki bize denk gelmediler. Kötü tarafımız o. Önce vuruyor, sonra düşünüyoruz. Neyse ne, boş ver. Bu akşam karşılaşmamız güzel bir sürpriz oldu. Ayrıca iriliğimizden korkmadığını görmek hoşumuza gitti. Genelde kaçma eğilimi gösterir insanlar bizden.” 

“Vücut Geliştirme sporu ile ilgilendiğiniz belli. Janset de sporcu. Aile geleneği olmuş galiba.” 

“Söylemedin mi?” Yenal sormuştu bu soruyu kız kardeşine. 

“Söylemedim. O da bana ne iş yaptığını söylemiyor. Sırmış.” 

“Neyi söylemedi bana?” 

“Spor salonumuz var.” 

“Sizin de mi?” 

Dördü birden dönüp, “Senin de mi?” demişti.  

Erdem, “Janset’e söylemememin sebebi, yeni bir şube açıyor olmamdı. Aslında çok büyük bir kompleks. Orada iki de ortağım var. Noyan, ben ve Turan. Yarısı benim, kalan yarısını iki eski arkadaşım bölüştü. Sermaye gerekti. Aklınıza gelecek her kapalı salon sporu var. Gerçi spinning aklıma gelmemişti. Şimdi bir de bisikletler için bir alan yaratıyoruz. Mimar biraz kızgın ama o da olacak.” 

Erkekler keyifle dinlerken Janset hem bunların saklanmış olmasına hem de spinning alanının yaratılacak olmasına bozulmuştu. Kendisi ile hiç konuşmadan niye böyle bir şey yapıyordu? Sonra kendisine niye danışması gerektiğini sorguladı? Onların bu kadar yakın bir ilişkisi var mıydı? Belki o sporu yaptığı için sorması gerektiğini düşünmüş olmalıydı. Gerçi boş bir alan, ayna kaplı bir ya da iki duvar ve onlarca kondisyon bisikleti gerekiyordu. Salon sahibi birinin bunları bilmemesi düşünülemezdi. Yine de bozulmuştu. Yüzünden anlaşılıyordu.  

“Salonunu biliyor muyuz peki?” 

“Yeniyi bilmezsiniz. NET Spor. Üçümüzün ilk harfleri.” 

“Anlamlı da olmuş. Spor eninde sonunda net sonuçlar verir. Ya başarırsın ya başaramazsın.” 

“Önceki salon duruyor mu?” 

“Evet, Ivori Spor Salonu. Aldığımda adı buydu. Neden fildişi demeyin.” 

Dört erkek, rahat rahat konuşurken, Janset halen somurtuyordu. Pizzalar gelmiş, abilerinin birer büyük yediği masada Janset de orta boy yemişti. O kadar sinirliydi ki ne ara tüm pizzayı bitirdiğini fark etmemişti. Acaba yine abileri onun dilimlerini mi çalmıştı? Yüzlerindeki ifadeye bakınca haklı olduğunu anladı. “Bir an o kadar pizzayı nasıl yediğimi düşündüm. Hiç büyümüyorsunuz?” Abilerinin gülmesi ile o da gülmeye başladı. Kimsenin tadını kaçırmayacaktı.  

“İşte böyle, gül benim güzel kardeşim. Hep gül. Sana surat asmak yakışmıyor.” 

Eee ne yapıyorsunuz şimdi, herkes evine mi?” 

“Evet, artık eşlerimizin yanına ama benim evime. Kızlar bizde oturuyordu. Gelin isterseniz. Onlar da tanışsın Erdem ile. Tabii başka planınız yoksa?” 

Janset hiç sesini çıkartmamış, yanıtı Erdem’e bırakmıştı. Erdem, o akşam için yeterince yeni kişi ile tanıştığını düşünmüş, aralarındaki soğukluğu gidermek için konuşmaları gerektiğine karar vermişti. “Bu akşam kimseyi rahatsız etmeyelim. İki kız kardeşim var. Dedikodularını bozmamdan hiç hoşlanmıyorlar. O yüzden onların da haberinin olduğu bir zaman tanışmayı tercih ederim.” demişti.  

Vedalaşıp taksi bulmak için ana caddeye yürürken ikisi de sessizdi. 

“Abilerine benden bahsettiğini neden söylemedin?” 

“Spor salonu açacağını neden söylemedin?” 

“Önce ben sordum. Sen yanıtını ver, ben de vereceğim.” 

“Abim de dedi ya, biz yeni tanıştığımız herkesi anlatırız.” 

“Yani şu ‘Emine Su’yu da biliyorlar öyle mi?” 

“Hayır, aman nereden aklına geldi o. Yok ya o bahsedilecek biri değildi.” 

“Kaç kişiyi anlattın? Tüm erkek arkadaşlarını biliyorlar mı?” 

“Kaç soru oldu bu? Benim sorumu yanıtlamamak için çabalıyorsan boşa uğraşma. Neden bana spor salonu açtığını söylemedin? İş isterim falan diye mi korktun?” 

“Ben sana iş teklif etmeyi düşünürken bu çok ağır itham oldu. Senin çalışabileceğin bir ortam yaratıyorum salonda.” 

“Niye böyle bir şey yapasın ki? Yarın ne olacağımız belirsiz. Beni belki ayak altında görmek istemeyeceksin.” 

“Onu o zaman düşünürüz. Ama senin çok iyi bir eğitmen olduğunu öğrendiğimden beri benimle çalışmanı istiyorum.” 

“O halde neden anlatmadın?” 

“Çünkü... senin şu an çalıştığın salonun sahibinin bir şekilde bizim yeni salonumuzdan haberinin olmasını istemiyorum.” 

“1. Sorum, neden? 2. sorum, söyleme desen de söyleyeceğimi düşünmene ne neden oldu?” 

“Bunları yanıtladığımda yeni soru hakkım doğuyor ve neyi soracağımı çok iyi biliyorsun. Hazır mısın?” 

“Tamam, gönder gelsin.” 

“1. Sorunun yanıtı. Senin patronun adi hırsızın teki. İlk salonu alırken ortak olacaktık. Bana bankadan büyük bir kredi çektirdi. Sonra ödemelerden kaçındı. Tüm borcu ben ödedim ama adımız ortak olarak geçti. Bir sürü yere senet falan imzalamış. Hepsi şirket kaşesi ile. Aileme borçlandım. Onlar hacizden kurtardı salonumu ve toparlanmam üç yılımı aldı. O yüzden o şerefsizin yanında daha fazla kalmanı istemiyorum ama salonumun bitmesine daha var. Bu süre zarfında dikkatli olmanı istiyorum. Çalışanları ile işi olmaz, sarkıntılık yapmak dışında elbette. Öyle bir şey yapmıyor değil mi?” 

“Abilerimle gitmiştim. Yapabileceğini düşünebiliyor musun?” 

“Sahi neden kendi salonunuzda çalışmıyorsun?” 

“2. Yanıtı ver, bunu yanıtlarım.” 

“2. Yanıt yok ki. Elbette bunları anlattıktan sonra söyleme desem söylemezdin ama tedirgin olacak, iyice düşman kesilecektin. Ki bence yarından itibaren o şerefsize eskisi gibi bakmayacaksın. Salon bitene kadar rahat olman, bunları düşünmemen için anlatmamıştım.” 

“Anladım. Haklısın. Bilmelisin ki iyi bir ekiple çalışıyorum. Öğrencilerim de çok keyifli çalışıyor. O yüzden patrona kafamı takmıyor, işimi yapıyor, maaşımı alıyorum. Ama bilmeni isterim ki arada salonu pek gözümün tutmadığı siyah takım elbiseli birileri geliyor. Onlar ortalıkta çok gezinmeseler de biz onları gördüğümüz an görüş alanlarından çıkıyoruz. Başımıza bela olmasınlar diye tedbir diyelim. Müjde de ben de bu konularda başarılıyız.” 

“Desene salon biter bitmez iki yeni eğitmenim olacak. Müjde’nin de orada çalışmasını istemem. İkiniz de bizimle çalışacaksınız. Hadi sıra sende, ver yanıtını.” 

“Öncelikle bizim salonumuzda vücut geliştirme ağırlıklı spor yapılıyor. Babama şube açalım dedim ama istemedi. O zaman benim için düzenleme yapalım, yapmazsan başka salonlarda iş ararım dedim. Ara, tutan mı var dedi.” 

“O niye?” 

“İş bulamayacağımı, bulsam da iyi para kazanamayacağımı düşündü. Burnum sürtülecekti. Eh evdeki hesap çarşıya uymadı. Aranan bir eğitmen oldum. Maaşım iyi, salondaki öğrenci kapasitem süper. Daha ne olsun. Ama babama kızmıyorum. Hep böyle yapar. Bir şeyi yapmak istiyorsak aksini söylemez. Yap der. Sonuçlarına katlanmayı öğrendiğimiz iyi kötü bir sürü kararımız oldu. Kötülerde destek verdi, iyilerde sırtımızı sıvazladı. Biz göçünce ayaklarınızın üstünde durmalısınız dedi.” 

“Babanın tarzını sevdim.” 

“Sen asıl annemi tanımalısın. Babamı bu şekle kim soktu sanıyorsun? Çerkeslerin katı kurallarını yumuşatan, ayrıcı subay emeklisi bir askeri normal aile babası yapan hep annem oldu. Tabii babam da yumuşamaya meyilliymiş kabul etmeliyim.” 

“Güzel bir ailen var. Amcanlar, halanlar da böyle mi?” 

“Hayır, onların kuralları katı. Babama kızıyorlar ama aynı katı kurallar yüzünden abilerine ses edemiyorlar.” 

“İyiymiş. Pekala gelelim şu yanıtlamadığın ama benim de unutmadığım soruya.” 

“Hangi soru kaldı ki?” 

“Hiç kıvırma. Kaç kişiyi abilerine anlattın? Net yanıt istiyorum.” 

“Üç beş kişidir. Tabii ergenlik dönemi hariç, hatta yirmi yaşımdan sonraki kısım için bu rakam.” 

“Üç mü, beş mi?” 

“İşin açıkçası sayı falan bilmiyorum. Saymayı da düşünmüyorum. Çıkmak isteyen ya da çıktığım kişileri anlatırım. Sonra da bir daha görüşmeyeceğimi söylerim. O defter kapanır. Yeni bir defter açılana kadar da kimse niye çıktım, niye ayrıldım diye sormaz. Biz böyleyiz.” 

“Sen de abilerinin kız arkadaşlarını biliyor muydun?” 

“Evet, hepsini biliyordum. Karıştırmayayım diye not bile tutuyordum. Altışar ay ara ile evlendiler biliyor musun? Annem ile babam çıldırıyordu. Birinin düğün telaşı bitmeden diğerininki başlıyordu. En sonunda en küçük de evlendi ve biraz rahat ettiler. Şimdi hepsi beni...” Bir anda ne söylemek üzere olduğunu fark edip sustu. 

“Seni bekliyorlar ama senin evlilikle ilgin yok. Gittiği yere kadar gider, diyenlerdensin. Biliyorum.” 

“En küçük abimle altı yaş aram. Doğal olarak benim de evlenmemi istiyorlar. Fakat asla baskı kurmuyorlar. Bir kez konuştuk. Onlara onlar kadar mutlu olacağım bir evlilik yapmak istediğimi söyledim. Abilerim de annemle babam da aşk evliliği yaptı. Ben de öyle olmasını istiyorum. Birileri beni uygun bulduğu için değil, vazgeçilmez bulduğu için evlenmeliyim. Çünkü ben de o kişiden vazgeçemeyeceğimi hissetmeliyim. Ölüm bizi ayırana kadar aynı hedefe, aynı mutluluğa, aynı hüzne, aynı sıkıntılara yelken açmalıyım. O yüzden de birileri ile çıkmak sadece vakit geçirmek benim için. Ah ay affedersin, bu seni kötü bir yere koyuyor ve ben ağzıma geleni konuşuyorum. Özür dilerim.” 

“Hayır, özür dilenecek bir şey yok. Bunu seni ilk gördüğüm gün biliyordum. Hatta en çok da bu tarafını beğenmiştim. İlişkilere bakış açımız aynı.” 

İlişkilere bakış açımız aynı. 

Gerçekten aynı mıydı? Bu akşama kadar çok üstünde durmadığı bir konuydu ama Erdem artık onun sadece vakit geçirmek istediği kişi değildi. Tanıdıkça her şeyini beğenmeye başlamıştı. Onu görmek için planlar yapmaya, zaman ayırmaya çabalıyordu. Aramadığında merak ediyor, telefon üç beş çalışta açılmazsa korkuyordu. Bir arada olmak, ortak zevklerinden, ortak olmayan zevklerinden konuşmak, okudukları kitapları tartışmak, çay-kahve kavgası yapmak bile hoşuna gidiyordu. İş yüzünden üç gün görüşemezlerse çok özlediğini biliyordu. Bu vakit geçirmek için olan bir ilişkiye hiç benzemiyordu. Daha önce yaşadığı hiçbir ilişkiye benzemiyordu. Kendisi için bir şeyler değişse de duyduğu cümleye göre Erdem halen aynı yerdeydi. 

Durgunluğunu fark eden Erdem yüzüne bakmaya başlamıştı. Fark etmeden tüm yolu tüketmişler, taksi verdikleri adreste durmuştu. Janset arabadan inmek için kapı kolunu tuttu.  

“Yarın ararım.” 

“Tamam, yarın görüşürüz. İyi akşamlar.” derken halen az önce fark ettiği gerçeklerin etkisindeydi.  

Merdivenleri çıkarken adımları yavaşladı. Erdem ile vakit geçirmek, öylesine bir ilişki yaşamak, sıkılınca da bırakmak hiç hoş düşünceler değildi. Sıkılmıyordu. Her yaptığına önem veriyor, konuşmalarını dikkatle dinliyordu. Bugün abilerinin yanındaki hareketlerini incelemişti. İyi bir ailede yetiştiğini anlamak kolaydı. Zaten en başından biliyordu bunu. Her hareketini kontrollü yapıyordu. Başkalarını rahatsız etmeyecek şekilde yaşamak onun için doğaldı.  

Sipariş verirken kibar, hesap öderken kibar, kapı açarken kibar, toplum içinde hep dikkatli ve kibar... Ama yeri geldiğinde korumacı tavrını da gösteriyordu. Metrodaki gençlere yaptığı gibi mesela. Sonra taksiye hep önce o biniyordu. Babası da öyle yapardı. Çocukken önemsemediği bu hareketi büyüdüğünde sormuştu babasına. ‘Annen önce biner de olur ya, kötü niyetli bir şoföre denk gelir, basar gaza giderse ben annensiz ne yaparım?’ Babasından ve abilerinden sonra böyle davranan bir de Erdem’i tanımıştı. Küçük gibi görünen bu hareketlerin toplamında iyi bir karakter ortaya çıkıyordu. İyi olmak da yeterli değildi. Erdem aynı zamanda kendi ölçüsüne göre oldukça yakışıklı, çekici hatta seksiydi. Elini tuttuğunda bile heyecanlanıyordu. Hele öptüğünde, gerçekten ayaklarının yerden kesildiğini hissediyordu. Daha önce böyle duygulara kapıldığını hiç hatırlamıyordu.  

Ağır adımlarla daire kapısına geldiğinde bir süre de orada kaldı. Duygularını toparlayamıyordu. Adını koyamıyordu. Tek bildiğinin ayrılır ayrılmaz Erdem’i özlemesi olması da tuhaftı. Evet, şimdiden özlemişti. Yarına kadar sesini duymadan, yüzünü görmeden bekleyecekti.  

Eve girdi, arkadaşlarına yorgun olduğunu söyledi ve odasına çekildi. Kendisi ile baş başa kalmalıydı.  

*****  

Erdem arabasını bıraktığı yere gidene kadar takside oflayıp durdu. Sonunda dayanamayan taksi şoförü, “Dert büyük galiba?” diye takıldı.  

“Dert mi, deva mı bilemiyorum. Çok karışık.” 

“Yaran yarin yani?” 

“Doğru dedin. Hem yaram hem yarim olacak gibi. Yanlış bir başlangıç var. Doğruyu bulmam lazım.” 

“Çözümü olmayan dert olmasın, gerisi düzelir.” 

“Haklısınız. Şu ileride gri arabanın olduğu yerde ineyim. Teşekkürler.” 

Eve gidene kadar şoförün söylediği cümleyi düşündü.  

‘Yaran yarin’  

Yari olmuş muydu? Bir aya yakın zamandır görüşüyorlardı. Fakat ikisi de sonu olmayan ilişkiler istediklerini söylemişlerdi. Şimdi daha ciddi bir ilişkiye Erdem hazır mıydı? O kadar kısa zamanda bu duygu nereden doğmuştu? Eski kız arkadaşlarından biri ona olan aşkını anlatmak için, uyurken en son seni düşünüyorum, uyandığımda ilk aklıma sen geliyorsun, demişti. Aşk bu kadar basit bir tarife sığıyor muydu? Gerçi bunu Müjde de söylemişti. Demek ki ortalıkta dolaşan bir klişe idi. Ama ölçüt bu muydu? İyi şekilde düşünmek demek değildi ki bu? İnsanlar sinirlendikleri kişiyi düşünüp uyuyabilir, uyanınca da kaldığı yerden devam edebilirdi. Saçma, diyerek arabasını park etti. Eve girdiğinde canı bir şey izlemek istemeyince erkenden yattı.  

Sağa sola döne döne saati bir yaptığında halen aklında aynı şeyler dolaşıyordu.  

En başta hata yapmıştı. Janset’in duygulardan uzak ilişki tarifini kendi tarifi ile örtüştürmüştü. Oysa şimdi her anında onunla olmak istediğini kabul etmeliydi. Sonu başından belli bir ilişki değildi bu. Bunu kabul ettiği an rahatlamıştı. Şimdi sırada aynı şeyi Janset’e kabul ettirmek vardı. Onun duygularının hangi yönde ilerlediğini anlamalıydı.  

 

*****  

Yılbaşı günü bir araya geldiklerinde birbirlerine hediyelerini verdiler. Janset neredeyse tüm spor branşlarının en güzel görüntülerinden oluşmuş bir kolaj tablo yaptırmıştı. Tahmininden başarılı bir iş çıkartan sanatçıya yüklü bir ödeme yaparken tekrar tekrar teşekkür etmişti.  

Erdem ise ona çok şık bir spor çantası almıştı. Çantanın bir gözünde onlarca kalem vardı. Kurşun, tükenmez, kuru boya, hatta dolma kalem bile vardı. Janset kalemlere bakıp gülerken genç adam açıkladı. “Hangi kalemlerin bitmek üzere bilemediğim için hepsinden aldım. Sonra sadece biteni bilmem yeterli.”  

Sonrası için ara sıra söyledikleri böyle cümleler ikisinin de beyninde dönüyordu. İleri vadeli konuşmalar doğallaşmaya başlamıştı.  

“Akşam ararım seni. Sorun olur mu?” 

“Hayır, neden olsun? Sen ne yapacaksın bu akşam? Netleşti mi program.” 

“Dansöz izlemeye gideceğim.” 

“Ne?” 

“Ne o hani sen de seviyordun dansöz izlemeyi? Ne oldu şimdi?” 

“Ama ben seni götürürüm demiştim. Şimdi bu akşam gidiyor olunca işler değişti.” 

“Seninle uğraşmak çok hoşuma gidiyor ama hayır bu akşam ben de ailemle olacağım. Canım bir yere gitmek istemedi.” 

“Sevindim. Ailen seninle olmaktan keyif alacaktır.” 

“Çoğu zaman bir arada kutlarız ya da herkes kendi evinde olur. Gerçi küçük kardeşim bekar. O hep ailemle birlikte. Bu yıl bir araya geliyoruz. Seneye bakarız.” 

“Annene elin boş gitme. İyi bir yerden meze, tatlı falan al.” 

“Alırım. Senin söylediğini de söylerim.” 

“Beni anlattığını bilmiyordum.” 

“Anlatmadım. Yani anneme falan anlatmadım ama bizim tekne kazıntısı biliyor. Bu akşam hepsi öğrenir birisi ile çıktığımı.” 

Janset sanki daha önemli bir bilgilendirme gibi düşünüp heyecanlanmıştı. Kim bilir şimdiye kadar kaç kızın adı geçmişti. Hem şu geçen gün gördüğü kadın ne demişti? Çapkın Erdem! Demek ki çok kız arkadaşı olmuştu ve mutlaka birileri aile ile tanışmış olmalıydı. Bunu kıskanacak değildi ya? Hem kendisi de ailesine özellikle abilerine erkek arkadaşlarını tanıştırmamış mıydı? Çok doğaldı. Bu yaşa gelen insanların hayatlarına birileri girer ve çıkardı. Daha doğalı yoktu.  

 

*****  

Yeni yılın ilk görüşmesi üç ocak günü olabilmişti. Üç gündür görüşmedikleri için ikisi de büyük özlem duyuyor, yine de bunu söylemek yerine kendilerine saklıyorlardı.  

Spor salonunun önüne geldiğinde Janset’i patronu ile konuşurken buldu. İkisinin de omzunda spor çantaları vardı. Janset’in konuşmayı kesmeye çalıştığı, hatta hafifçe arkasını dönüp kendisinin park ettiği tarafa doğru baktığını görmek hoşuna gitmişti. Tam vedalaşacağı an o şerefsiz elini uzatıp kızın kolunu tutmuş, bir şeyler anlatmaya başlamıştı. Kolunu çekmeye çalışmamasına sinir olmuştu. Janset onun kendisine böyle dokunmasına nasıl izin veriyordu? Tam arabadan inmek üzereyken genç kadının hızlı hızlı kendisinden tarafa yürümeye başladığını görüp yerinde kaldı. O kadar sinirliydi ki aralarındaki yirmi otuz metre mesafeyi yürüyene kadar sakinleşmezse kıza patlayacaktı. Derin nefes aldı. İkinci kez derin nefes aldı... Üçüncü kez alırken biraz sakinleştiğini fark edip sevindi. O sırada Janset arabaya ulaşmış, kapıyı açıyordu.  

“Merhaba, çok beklettim mi?” 

“Ne istiyor o lavuk?” 

“Lavuk mu? Ay sen argo konuşur muydun? Ben de küfür bilmeyen bir sevgilim var sanıyordum.” 

“Kullanmıyor olmam bilmediğim...Sevgilim... vayyy, erkek arkadaştan sevgiliye geçtiysem o lavuğu bile affederim. Ama bir daha senin öyle kolunu falan tutarsa yapıştır tokadı suratına.” 

“Merak etme tutamaz. Ben sizi abilerimle tanıştırmış mıydım? diye anımsattım. Elini neresine sokacağını şaşırdı.” 

“Ne anlatıyor?” 

“Aman, laf olsun diye konuşuyordu. Memnun müşterilerimizi sayıyordu. Ben sanki bilmiyorum. Neyse ya, hakikaten şu lavuktan bahsetmeyelim. Onun hakkında konuşmak bize yakışmaz.” 

“Benim salona gidiyoruz, değil mi?” 

“Sen öyle dedin. Ve işin açıkçası, çok merak ediyorum.” Bir yandan da ellerini ovuşturuyordu.  

“Eldivenin nerede? Hava çok soğuk. Kalorifere tut biraz.” 

“Eldivenlerimi kaybettim. Nereye koydum bulamıyorum. Düşürdüm sanırım.” 

Arabayı çalıştırmadan önce ellerini iki elinin arasına alıp ısıtmaya başladı. Kısa süre sonra ellerinin gerçekten ısındığını fark eden Janset eğilip yanağından öptü. “Teşekkür ederim. İçim ısındı.” 

“Aç mısın? Önce bir şeyler mi yiyelim, çıkışta mı gidelim?” 

“Aç değilim. Sen de değilsen çıkışta yeriz.” 

“Tamam, hadi sen dinlen, yirmi dakika kadar yolumuz var.” 

“İyi olur. Bugün iki ders üst üsteydi, bacaklarım titriyor.” 

“Dinlen canım. Hatta koltuğunu iyice geriye al, biraz da yatır, bacaklarını uzatmak iyi gelecek.” 

Bir yandan dediğini yapıp dinlenirken bir yandan da onun araba kullanmasını izliyordu. Bu adamın her hareketi çok hoşuna gidiyordu. Fark etmeden gözleri kapanmıştı. Durduklarını fark etmemişti. Dudaklarında yabancı dudaklar hissedince gözlerini açtı.  

“Uyuyan güzeli öperek uyandıran prensim ben.” 

“Bana uzan derken böyle kötü niyetlerin olduğunu hiç fark etmemiştim.” 

“Seninle ilgili hiçbir kötü niyetim yok. Aksine hep iyi şeyler düşünüyorum.” 

“Sevindim.” Kafasını çevirip de spor kompleksini görünce gözleri kocaman oldu. “Erdem, burası harika bir yer. Sen gerçekten buranın sahibi misin?” 

“Yarısının. Dedim ya iki ortağım var diye.” 

“Olsun. Çok büyük yatırım bu. Açık yüzme havuzu olan bir yeri hiç beklemiyordum. Şurası golf alanı mı? Tanrım, burası harika bir yer. O uzaktaki alan ne işe yarıyor? Aaaaa köpekler için değil mi o alan. Hemen açın, ben burada çalışmak istiyorum. Köpeğimi de getirebilirim değil mi?” 

“Az kaldı. Yakında açılacak. İnce işleri bitirmek için uğraşıyorlar. Ve evet köpeğini getirebilirsin. Benimkilerden çok uzak kalmamak için böyle bir alan yaptırdım. Hem üyeler de getirir, arada onlarla oynayabilirler. Bugün dışarısı serin, iyice kapat önünü. Binaların bazı yerlerinde camlar takılmadı daha. Bir anda buz gibi bir alanda bulabilirsin kendini.” Sonra da küçük bir poşet uzattı. Basit triko bir çift eldiven ve takımı olan atkı çıkınca poşetten Janset çok mutlu oldu. 

“Ne zaman aldın bunları?” 

“O kadar derin uyuyordun ki, seni arabada bırakıp sıvışsam ruhun duymayacaktı. Neyse ki kıyamadım sana.” 

“Çok naziksin.” Eldivenlerini taktı, atkıyı dolamaya çalışırken Erdem eğilip yardım ediyor bahanesi ile yeniden öptü. Janset, Erdem’in tam aradığı kişi olduğunu biliyordu artık. Ama en başından beri söyledikleri cümleler ayaklarına dolanıyordu. Ne yapıp edecek, kendini daha doğrusu yeni Janset’i ona anlatacaktı.  

“Hadi gezelim. Nereden başlayalım?” 

“Giriş kısmı en son yapılacak. Şu an gerçi kapının takılacağı yer bitti ama kapısı yok daha. O kadar çok malzeme giriyor, çıkıyor ki, çizilmesin diye taktırmadık. Gel, dikkat et, sağda solda çivi, kırık parça falan olabilir. Bastığın yerlere dikkatli bak.” 

Girişten sağa dönüldüğünde masaj odaları, güzellik merkezi olarak ayrılmış bir alan, solaryum odalarının olduğu kısma gidiliyordu. Kadın, erkek karışık olan alanlar ile ayrılmış bölümler birbirini takip ediyordu. Açık ve kapalı yüzme havuzları çok hoşuna gitmişti. 

“Personel tüm imkanlardan yararlanabiliyor mu? Yoksa biz uzaktan bakıp yutkunacak mıyız?” 

“Tüm personel boş saatlerinde istediği gibi kullanabilecek her şeyi.” 

“Tamam, yarın istifamı veriyorum. Ne zaman açılacak?” 

“18 Ocakta 

“18 Ocak mı? Ciddi misin?” 

“Evet, nesi var o tarihin?” 

“Doğum günüm.” 

“Ciddi olamazsın. Benim de!” 

“Hadi oradan.” 

“Gerçekten öyle. Sen oğlak olduğunu söylediğinde neden benimle bu kadar uyumlu şimdi anlaşıldı demiştim ama aynı gün doğmuş olacağımızı hiç düşünmemiştim. O gün buradayız ve birlikte hem açılışı hem de doğum günümüzü kutluyoruz. Anlaştık mı? Yıl başında benden uzakta oldun ama yeni yaşında asla başka yerde olmana izin vermem.” 

“İtiraz etmedim ki. Abimlerle eşlerini de çağırırım.” 

“Annenle babanı da çağırabilirsin. Gerçi onlarla böyle tanışmam çok doğru olmayabilir.” 

“Neden doğru olmasın?” 

İşte kaçırılmayacak fırsat buydu. “İleride, bizim damat da ilk tanışmada bizi ayağına çağırdı, falan derler. Ben baştan tedbirimi alayım da!” 

Janset olduğu yerde kaldı. “Ne dedin?” 

“Bir şey demedim. Hadi gel.” 

“Dedin. Damat dedin. O nereden çıktı?” O kadar heyecanlanmıştı ki duymamış gibi yapmak aklına gelmemişti.  

“Bir yerden çıkmadı. Lafın gelişiydi. Yani ilerisi için bir şeyler değişirse diye söyledim.” Erdem artık zorlamayacaktı. Genç kadının bilmesini istiyordu. “Tamam, ikimiz de ilişkilere kalıcı olsun gözüyle bakmıyoruz. Daha doğrusu ben bakmıyordum ama artık öyle düşünmüyorum. Yani senin yüzünden öyle düşünemiyorum. Belki sen beni aynı gözle görmüyor olabilirsin ama bil, benim seninle öyle laf olsun diye çıkmaya hiç niyetim yok. O nedenle yol yakınken karar ver.” 

“Neyin kararını vereyim?” Şaşkınlıkla bakıyordu. Neye karar vereceğini anlayamayacak kadar aklı karışmıştı. 

“Ya benimle şu sinir olduğun olaya kafa göz dalarsın ya da bitirirsin.” 

“Şimdi sana kafa göz dalacağım. Ne demek istiyorsun. Ya da şöyle sorayım, sen bu ilişki ciddi bir yere gidebilir demeye mi çalışıyorsun?” 

“Evet.” 

“Ve bana, ister benimle kal, istersen git mi diyorsun?” 

“Gitmek isteme. Gitme. Yani gitmeni istemiyorum ama illa gitmek istersen seni de zorla tutamam.” 

“Yani biz şimdi, ileride ne olacağını bilmediğimiz bir ilişki içinde miyiz?” 

“Evet, aynen öyleyiz. Yine yürümeyebilir, ayrılabiliriz ama hiç duygusuz bir ilişki istemiyorum. Çünkü ben seni seviyorum.” 

“Seviyorsun. Emin misin? Mesela ne kadar seviyorsun? Dünya kadar mı, Buradan aya kadar mı? Kainat kadar mı? Ne kadar seviyorsun?” 

“Sen benimle dalga mı geçiyorsun?” Sesi çok bozuktu. Janset kahkaha atarak sarıldı. “Eğer az önce nasıl korktuğumu anlasaydın hiç böyle demezdin. Git diyorsun sandım. Kafamı öyle karıştırdın ki çözemedim. Sonra da seviyorum dedin. Ben de seviyorum. Ama ne kadar diye sorma. Ölçülebilir olduğunu sanmıyorum. Sanırım ilk gördüğüm, yani senin beni ikinci gördüğün günden beri artan bir sevgi bu.” 

Erdem sarılıp uzun uzun öptüğünde ikisi de mutlulukla gülümsedi.  

İtiraflarından sonraki ilk öpüşmeydi ve ikisinin de unutmayacakları bir andı.  

          “Bu ilişki bir yerlere gitmeli. Adı konmamış bir aşk olmalı. Yine de asla Emine Su olmamalı. Biz bir yere gideceksek ikimiz de o noktayı istemeliyiz. Biz sadece mutluluğa yelken açmalıyız. Benimle mutlu olmanı, yanımda güven duymanı, seni hep sevdiğimi ve düşündüğümü bilmeni istiyorum. Kalemin bittiğinde yenisini benim alacağımdan emin olmalısın. Tek taş yüzük almayacağımı bilmelisin. Gümüş bir halka yüzük ile mutlu olacağını bildiğim gibi...Aşk buysa, ben sana aşığım. Senin de bana aşık olmanı, sadece beni düşünüp, benim mutluluğum için çabalamanı istiyorum.” 

“Galiba aşk bu. Çünkü neredeyse aynı kelimelerle anlatacağım şekilde seviyorum seni. Bir şeylere ihtiyacın olur mu diye düşünmekten, özlemekten, merak etmekten alamıyorum kendimi. O duyduğun konuşmaya kadar ben hiç kimseyi sevmedim. O yüzden de gayet rahat, gittiği yere kadar, dedim durdum. Ama seni tanıdıkça bir yere gitmesin dedim. Benimle kalsın, beni önemsesin. Tek sorunum vardı, bunu sana söylemeyi başaramıyordum. Yine başaramadım ama sen aştın o engeli. İyi ki söyledin.” 

“Yani bu adı konmamış aşk mı?” 

“Bu sadece aşk.” 

“Bu ilişki galiba evliliğe gidiyor.” 

“Bu bir teklifse asla hayır demem.” 

“Deme...” 

 

*****  

 

20 Ay Sonra 

 

“Aşkımızın adı belli oldu.” 

Abrek Akman Orakçı” Janset oğlunu koklayıp öperken, Erdem de kızını kokluyordu. “Gupse Ayda Orakçı. Bu adlar aşka çok yakıştı, bir tanem.” 

Kayınpederi isimlerinde Çerkes adı olmasından çok mutlu olmuştu. Damadı ile arasından su sızmıyordu. Kayınvalidesi ile de ilk günden beri iyi anlaşıyorlardı. Karısının güzelliğini kimden aldığı belliydi.  

“Torunlarımı tam bir Çerkes olarak yetiştireceğim.” 

“Sen Çerkesliği unutalı çok oldu. Bırak da çocuklar istedikleri gibi yetiştirsinler.” 

“Onlara kalsa şimdiden ikisi de duvarı tırmanmaya başlamalı.” 

“Duvarımıza laf ettirmem. Halen her tutamakta yazan evlilik teklifini anımsıyor ve keyifleniyorum. Çocuklarımız da aşkla tırmanacak o duvara.” 

 

Erdem, bir yandan karısı ile anne-babasının tatlı atışmasını izlerken bir yandan da bebeklerine sevgi ile bakıyordu. Birazdan tüm ailenin, ki oldukça kalabalıklaşmışlardı, odaya dolacağını biliyordu.  

Mutluydu. Karısı ve bebekleri ile mutluydu. Gürültüsü bitmeyen aileleri ile mutluydu. Gözlerinin dolduğunu hissettiği an oda kapısı açılmış ellerinde çiçekler ve balonlarla ailenin geri kalanı içeri doluşmuştu...  

 

SON 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder