30 Aralık 2021 Perşembe

Yılbaşı Sepeti

 


 

“Aşk ilişkilerinin ne kadar saçma şekillere büründüğünü göremiyor musunuz?” Her zamanki aşka inanmaz tavrı ile konuşmaya ortadan dalmıştı Yonca. İlkbaharın henüz serin günlerinde arkadaşları ile sıcak ve samimi buldukları ve sık gittikleri kafede buluşmuşlardı. Melike’nin anlattığı olay üzerine söylediği cümle iki arkadaşının da oflamasına neden olmuştu. Onların tepkisinin farkında bile değildi. “Aşk da aşka inanmak da saçmalık!”  

Kafenin yuvarlak masasının etrafında oturan arkadaşlarına bakıp kendisine katılmalarını bekliyordu. Beklentisinin boşa olduğunu bildiği halde üstelik. İlk tepki Melike’den geldi. Konuşmaya başlamadan önce hırkasını çekiştirip kendini geriye yaslaması sonra da sorusu diğer iki kızı şaşırtmamıştı. Bir şeye sinirlendiğinde genelde böyle yapardı.   

“Saçma derken neyi kastediyorsun?”  

“Mesela sen! Kocan için ölüp bitiyordun. İki sene önce tek celsede boşadın. Demek ki neymiş, kimse için ölünmüyormuş!” Yonca bu saptamasına ne diyeceğini bekliyordu. Aşkın çok sağlam savunucularından olan Melike yanıtladığında alacağı cevabı da az çok tahmin ediyordu.  

“Orası öyle ama bu aşka inanmama engel değil.” 

“Aşk ne sence?” 

“Aşk işte. O ilk görüşte çarpılma, görünce heyecanlanma, adını duyunca bile aklının uçması...daha ne olsun?” 

“Biz onlara hormonların devreye girmesi ve kişiyi çekici bulmak desek! Daha mantıklı değil mi? Sevgiye inanıyorum ama aşk denilen şeyin aslında karşındakini çekici bulmak, üremek için seçmek olduğuna daha çok inanıyorum.” İşte konuyu istediği yere getirmişti. Sözlerini bitirince kahvesinden bir yudum aldı. Soğuduğunu fark edince yüzünü buruşturup garsonu aradı gözleri. Masalarına her zaman özen gösteren garson hızlıca yanlarına gelip yeni siparişlerini aldı. Melike de kaldıkları yerden devam etti.  

“İyi de bazı kadınlar çok çirkin ya da aşırı kilolu erkeklere âşık olabiliyor. Bazen de yakışıklı bir erkek çirkin bir kadına âşık olabiliyor. Bu da mı üreme için seçim?” Tezinin sağlamlığından emin arkasına yaslanırken, Yonca önce ona, sonra da tüm konuşmayı sessizce dinleyen Gizem’e bakıp karşı tezini ortaya koydu.  

“Bak bakalım o kadınların seçtikleri erkeklerin cüzdanları ne kadar kabarık? Onların aşkı paranın miktarı ile ilgili.”  

Bunu söylerken iki masa ötelerindeki kadınla erkeğin tavırlarını da baş hareketi ile göstermişti. O masada oturan adamın giyimi, tavırları ve hatta masaya sanki öylesine konmuş gibi duran araba anahtarı ile telefonu sonradan görmeliğini göze sokar gibiydi. Karşısındaki genç kızın özenmeye çalıştığı kıyafeti ise o gelir düzeyine sahip olmayı isteyen ama başarmak için zengin koca peşine düşmüş kadınların vizyonsuzluğunu göz önüne seriyordu. Abartılı ve yakışmamıştı. Tüm parası ile alabildiği en iyiyi almaya çalıştığı belli oluyordu. Elbette bu tezini tamamlayan imitasyon takıları, bunları gerçekmiş gibi sunma çabası da vardı. Bunu düşünürken kendi imitasyon takısına baktı. Kalite sahte ürünlerde bile fark ediliyordu. Tekrar diğer masaya bakıp kızın saçlarında neyin olmadığını aradı. Güzel saçlarını en az üç dört yıl öncenin modelinde taramış bir kuaföre gittiğine göre büyük ihtimalle mahallesindeki gelişmeye kapalı biriydi kuaförü!  

Melike de büyük ihtimalle aynı şeyleri fark etmişti. Bir yandan o masaya bakarken bir yandan da yanıtını verdi. “Fakirler âşık olmuyor mu?” 

“Bence, kadınların aşk anlayışında sorun var. Mesela, senin de söylediğin gibi fakirler âşık oluyor. Ama sor bakalım o aşkın altında neler yatıyor? Evdeki baskı, tabular, parasızlık, eğitimsizlik, kültürel noksanlık... ve tüm bunları bilen ama aynı şartlarda yaşayacağı kişiye kapılan bir kadın. Sonra ya baba evi ile benzer bir hayat ya da bir nebze daha iyisi ile geçen ömür. Tabii iyi birine denk gelmiş ise. Çoğu daha kötü evliliklerin içinde sürünüp gidiyor.”  

Konu istemedikleri kadar derinleşmişti. Oysa Melike arkadaşının bir ay önce âşık olduğunu ve bir ay sonra da evlenmeye karar verdiklerini anlatmıştı. Bir ay içinde evlenmeye karar vermek... İşte bu Yonca’nın asla anlamayacağı bir şeydi. O yüzden de içindeki şeytan ortaya çıkmış konuşup duruyordu.  

“Elbette bunlar da var ama ben senin kadar karamsar değilim. Aşk var. Üstelik zengin için de fakir için de aşk var.” Kendisini düşündü Melike. Âşık olmuştu. Denk biriydi eski kocası. İkisinin de geliri yüksekti. Aileleri varlıklı sayılırdı. Kısa süre içinde evlenmeye karar vermişler ve bir yıl sonra da ayrılmışlardı. Melike bunu genç olmalarına bağlıyordu. Yonca ise hormonlara. Arkadaşının da haklı olduğu noktalar vardı ama o yine de aşka inanıyordu. İçinden Yonca’nın da deli gibi âşık olmasını, karşısına aklını başından alacak birinin çıkmasını diledi.  

“İnanmaya devam et. Ben fakirlerinkine kurtuluş adımı, zenginlerinkine daha da zengin olma çabası diyorum. Bak işte arada bir grup daha var, onlar en zoru başarıyor. Fakir kız, zengin erkek aşkını yaratıyor.” “Aşkını” kelimesini söylerken iki elinin işaret ve orta parmakları ile tırnak işareti yapmıştı. “Çok güzel kadınların çok kötü erkeklerle birlikteliklerinin çoğunda fakir kız hikayesini görebiliriz.” 

“Çok keskin köşelere sahipsin.” Melike de son söylediklerinin gerçek olduğunun farkındaydı. Çevrelerinde de benzer yalan aşklara şahit olmuştu. Yine de bu aşkın gerçekliğini ispatlamasına engel değildi.  

“Köşe dediğin keskindir zaten. Ben bu yaşıma kadar gördüklerimle bu sonuçlara vardım. Para aşkın hammaddesi olabiliyor. Üstelik bunu yaşayanlar mutlaka bir kılıf da buluyor.” 

“Yani sana göre aşk öncelikle paraya sonra da yeni bir hayat ihtimaline endeksli, öyle mi?” 

“Aşk diye adı konulan şey için söylüyorum bunu. Semeyi kenara ayır. Sevmek hem yüce hem çok güzel hem de hepimizin başına mutlaka gelmeli...” 

  

***** 

 

“Yine kiralamamışsın.” 

“Çünkü kiracıları beğenmedim.” 

“Gördün mü?” 

“Hayır.” 

“O zaman nasıl karar verdin de beğenmedin?” 

Tarot açtım.” Bunu söylerken oğlu için açtığı tarotun kartlarını diziyordu. Kırık ayağındaki aşil yürüme botu ile yarı robocop haline gelmiş bacağına bakıp söylendi. Elli sekiz yaşında ilk kez bir yerini kırmıştı. Eve bağlanmıştı. Dışarıdan halledilmesi gereken her işini en üst katta oturan oğlu yapıyordu. Üç hafta daha takılacaktı bu devasa alet. Ne kadar az evden çıkarsa o kadar az düşme tehlikesi atlatacağını düşünüyordu.  

“Anne, yine mi tarot? Böyle şeylere inanma diye kaç defa söyleyeceğim.” Özgür, bir yandan da masanın üstüne açtığı kağıtlara bakıyordu. Hiç anlamıyordu kartlardan. Annesinin görebildiklerini daha doğrusu gördüğünü sandığı şeyleri sadece dinliyor, çok da takıntılı hale gelmemesi için dua ediyordu. Eskiden beri bir şey hakkında karar vermek istediğinde mutlaka kartlara bakardı ama evde kaldığı günlerde iyice sarmıştı bu işe.  

“İnanmıyorum, yol göstermelerini istiyorum. Hiç de yanıltmadı kartlarım beni.” Bu da hep kullandığı mazeretiydi.  

“Yanıltsa da kabul etmiyorsun. Yanlış yorumlamışım diyorsun.” 

“O kadar kusur kadı kızında da olur. Baban da her işe atılmadan önce illa bak derdi bana.” 

“Sonra kafasına göre hareket ederdi.” 

“O öyle dese de etkisinde kalırdı.” 

“Bak kendin söylüyorsun, etkisinde kalmak. Sen de bakıyor ve etkisinde kalıyorsun. Eminim çok iyi birilerini kaçırdın.” 

“Bu hafta sonu daha iyisi gelecektir, eminim.” 

“Kartlar mı söyledi?” 

E... hayır, içime doğdu.” Annesinin yalanını yüzlemek yerine elindeki paketleri yerleştirmek için mutfağa yöneldi.  

Oğlu gülerek mutfağa doğru giderken yaşlı kadın son kartı masanın üstüne koydu. Yüzükler ve bilezikler ile dolu elinin altındaki kart aşk kartıydı. Yüzündeki gülümseme genişledi. Güzel şeyler beklenmedik anlarda olurdu. Bu da galiba o anlardan biriydi.  

 

***** 

 

“Bana göre aşk hormonlara endeksli. Oksitosin yüzünden geliyor başımıza ne geliyorsa. Gerisi ise aşkı kendi kötü niyetleri için dillerine dolayanların abartması. Ama bak, sevgi öyle değil. Sevgi şu filmin klişesi gibi, neydi adı? Eşarplı bir şey.” 

“Eşarp değil yazma. Selvi Boylum, Al Yazmalım.” 

“Tamam, o. Ama işte o filmin mesajı doğru, sevgi emek istiyor. Doydum hadi bitirelim denecek bir şey değil. Sevdikçe daha çok sevmek istiyorsun. İyiliklerle dolu bir hayatın içinde olmak için çabalıyorsun. Ailemizde gördüğümüz türde bir sevgiden bahsediyorum. Üçümüz de sevginin olduğu ailelerde büyüdük. Ben de beni sevecek birini istiyorum. Sanırım ikimizin olayın kimyasına bakışımız farklı.” 

Gizem de sonunda dayanamamış söze girmişti. “Bu noktada sanırım Yonca’ya katılacağım. Çünkü günümüzde sadece erkekler değil kadınlar da daha özgür bir hayat yaşıyor ve ilişkilerinde doğru kişiyi bulana kadar birkaç tane yanlış öküzü öpebiliyor.” 

“Öküz mü?” 

“Öküz mü?” 

İkisi de aynı anda tepki verince Gizem gülmeye başladı. “Evet, ayrıldık. O artık benim eski öküzüm.” 

“Niye daha önce söylemedin. Biz de burada boş boş laflıyoruz. İyi misin?” 

“İyiyim ve hiç de boşa laflama değildi. Çok doğru noktaları tartıştınız. Aşk ve sevgi arasındaki fark mı deriz, hormonlar tavan olunca hayatımızda öpecek, sarılacak bir ayı mı arıyoruz deriz bilmem ama benimki yanlış kişiydi. Bittiği için üzgün değilim. Hem sizlere de daha fazla vakit ayıracağım. Mesela Melike’ciğim, abinin düğünü için istediğin o elbiseyi almaya gidebiliriz cumartesi günü. Uygun mu sana da?” 

“Oh uymaz mı? Tamam, kahvaltı benden. Sen de gelsene Yonca.” 

“Gelemem, ev bakmam lazım. Emlakçılarla randevularım var.” 

“Eşyalarını topladın mı? Yardım lazım mı? Cumartesi işimiz bitince sana gelelim. Pizza da alırız, birlikte toplarız.” 

“Çok iyi olur. Biraz daha kutu alıp öyle gideceğim eve.” 

“Bolca çöp poşeti al. Yumuşak her şeyi poşetleriz. Kutudan ucuza gelir. Kitapları falan hallettim diyordun.” 

“Evet, onlar tamam. Mutfaktan da biraz bir şeyleri toparladım. On beş gün için yetecek kadar şeyi açıkta bırakıp hepsini kaldıracağım. Bu hafta sonu yer bulmam lazım. Daha oyalanamayacağım.” 

“Bekara ev vermeyenlerle boğuşmaların nasıl gidiyor?” Gizem, arkadaşının en büyük yarasına parmak basmıştı. Şimdi oturduğu evi de zor bulmuştu ama iki aydır yeni ev bulmak için çabalaması hepsinin derdi haline gelmişti.  

“Kirası maaşımdan fazla olan yerlerde sorun yok. Maaşıma uygun yerler ise bekara ev vermiyor.” 

Maaştan bahsedince iki arkadaşı da gülerek baktı Yonca’ya. Melike, az önceki konuya da dokundurmak için, “Baban maaşına zam yapmıyor mu? Aaa buldum, sana zengin koca bulalım.” dediğinde Yonca da gülmeye başladı.  

“Olur canım. Büyük aşk diye de kendimi paralarım.” 

“Sen demiyor muydun aşk denilen şey mazeretle sıvalı diye. Bak sana da bir mazeret bulduk. Ev bulmalısın!” 

“Ben mazeretimi kendim hallettim. Nişanlımla gidiyorum.” 

“Nişanlın mı?” 

“Ne nişanlısı?” 

Off bağırmayın, herkes bize baktı.” 

“Baksınlar. Ne nişanlısı, nereden çıktı bu?” 

“Elbette gerçek nişanlı değil. Sahtesi.” 

Oooo romantik komedi filmi çekiyoruz desene. E ya âşık olursan? Yok sen anca hormonlarınla hareket edersin. Tamam, ya adamı çok çekici bulursan?” Melike fırsatı kaçırmamış lafını dokundurmuştu.  

“Kim bu adam?” Gizem, doğal bir merak içindeydi.  

“Sıra ile kızlar. Birincisi çekici değil. Yani benim için değil. İkincisi de Oytun o.” 

Gizem şaşkınlıkla sordu. “Oytun mu? Oytun kim? Şirketten mi?”  

“Oytun adında iki kişi tanıyor olma ihtimali nedir Gizem? Kardeşini takacak koluna, nişanlım diyecek. Yattı bizim senaryo.” Melike, Gizem’in saflığına gülerken bir yandan da tabağındaki son lokma pastayı yiyordu.  

“Evet, bu hafta sonunu bana ayıracak ve nişanlımmış gibi yanımda olacak.” 

“Şanslısın benzemiyorsunuz. Abimle beni gören kardeş olduğumuzu anında anlıyor.” 

“İkiz gibisiniz siz. Aynı gözler, aynı burun. Neyse ki abinin dudakları daha erkeksi. Tabii bir de sakalı var.”  

Melike, özellikle dolgun alt dudağını hafifçe yana kıvırıp biraz da dişleyince iki genç kadının da gözleri büyüdü. “Hoppp herifleri toplama masaya. Düzgün dur.” 

“Abimin dudakları seksi benimkiler değil öyle mi? Böyle bozarım sizi.” 

“Delisin. Onunki erkeksi, seninkiler harika.” 

Hee şöyleee, yola gelin.” Dördüncü arkadaşları Aylin yurt dışına gidene kadar dört yapraklı yonca denilen kızların hepsi birbirinden güzeldi. Bunu bildikleri için de küçük kusurlarını konuşmak, hatta o kusurları yok etmek için çareler üretmek hiçbirini rahatsız etmezdi.  

Gizem saatine bakıp çantasına uzandı. “Kızlar, size doyum olmaz ama benim gitmem lazım. Cumartesi görüşüyoruz o zaman. Haberleşiriz.” İkisini de öptükten sonra yanlarından ayrılmıştı.  

“Kahveleri biz öderiz...” diye mırıldandı Melike. Gizem’in hesabı onlara bırakması ikisinin de duraksamasına neden oldu. Aralarında parayı dert etmezlerdi. Yanlışlık olmasın diye de hemen her zaman herkes kendi hesabını öderdi. Eli sıkışmış olan rahatça söyler, eli bollaşınca karşılığını verirdi. Böylece iyi bir şeyler olduğunda, bunu yaşayanın hepsine yiyecek ya da içecek ısmarlamasının bir anlamı olurdu. Gizem’in bir şey söylemeden gitmesi ikisinin de üzülmesine neden olmuştu.  

Yonca, “İyiyim dedi ama çok da iyi gözükmüyor. Kafası dağınık, belli.” dediğinde Melike, “Arkasından konuşmak gibi olacak ama bu son çocuğu gözümüzün tutmadığını söylediğimizde bizi dinlemedi.” diyerek ayrılık hakkında üzgün olmadığını belli etti.  

Oksitosin mi dersin, çekiciliğini düşününce libido mu dersin bilmem ama zaten biteceği belliydi. Çok farklı yapılarda insanların mutlu olmaları uzun vadede zor.” 

“Bak işte bunda sana yüzde yüz katılıyorum. Boşanma sebebim buydu. Bir zaman sonra konuşacak bir şeyimizin kalmadığını, ortak hedeflerimizin olmadığını, aynı müzikten, kitaptan, filmden hoşlanmadığımızı anladık. O yüzden bitti desem, çok mu sığ bir ayrılık nedeni olur?” Melike halen yürütemediği evliliğinde suçu kendinde arıyordu.  

Yonca arkadaşının üzülmesini istemediği için her seferinde destek verirdi. “Çok yerinde bir karar. İkiniz de eğitimli insanlarsınız. Erken evlendiğinizi kabul de ediyorsunuz. Okul devam ederken evlenmek fazla hızlı bir karardı ama işte libidolar yine devredeydi. Zaman içinde ikinizde büyüdünüz, zevkleriniz daha belirgin hale geldi. Evlilik zaten büyük bir olay. Farklı iki insanın aynı yerde yaşamaya başlaması bile aylarca süren dengesizlikler doğuruyor. Dengeleyecek bir yol da bulamayınca ayrılık kaçınılmazdı. Artık yeni ilişkilere yelken açmalısın.” 

“Bana diyene bak. Bir yıldır kimseyle çıktın mı?” 

“Hayır, son yılım çok yoğundu, kimseye vakit ayıramazdım.” 

“Sen hep yoğunsun. Reklam şirketi yönetmek zamanla yarışmak gibi. Sizin ofise gelince insan aklını kaybetmediğine şükrediyor. Bir yanda ses geçirmeyen odada mim sanatçıları gibi el kolla bir şeyler anlatanlar, bir yanda sürekli çalan telefonlar ve hiç bitmeyen klavye sesi. İyi aklını kaçırmıyorsun.” 

“Baba şirketi olunca tüm hayatın orada geçiyor ve senin o duyup gördüklerini ben hiç fark etmiyorum. Tabii eve gidip de o sessizliği tadana kadar. Yorgunluk evde çıkıyor.” 

“Viski ve çikolata ile” 

“Vişneli ama.” 

Melike, arkadaşının değişik çikolata sevgisine gülerken birden konuyu değiştirdi. “Sana bir haberim var.” Onun düşüncelerini merak ediyordu.  

“Söyle.” 

“Henüz netleşmedi ama sanırım biz de kendi hukuk büromuzu kuracağız.” 

“Biz derken?” 

“Aslı, Yeşim ve ben. Tabii Yeşim’in kardeşi de katılabilir.” 

“Yeşim’in kardeşi şu senin okul zamanı bir iki kez çıktığın Tolga mı?” Bu isimlerin hepsini şahsen tanıyordu Yonca. Arkadaşının okul arkadaşları ile de sık bir araya gelir, yemeklere eğlencelere katılırlardı. Listede sadece Tolga ismi ilginç olacaktı. Yıllar önce yaşanmış bitmiş bir ilişkinin iki tarafı olarak bir araya gelmelerinin sonuçlarını merak ediyordu.  

“Evet. O da ortak olmak istiyormuş. Şimdiki ortaklığından sıkılmış. Ya da Yeşim’e öyle dese de başka bir nedenle ayrılıyor olabilir.” 

“Kendi büronuzu açmanıza sevindim ama iki kardeş ortak olacaksa hisse dağılımı adaletsiz olmuyor mu? Ortak kararlarda otomatikman mağlupsunuz.” 

“Evet ama biz hisseye göre karar verilecek şekilde bir ortaklık planlamıyoruz. Herkes kendi işini yapacak. Sadece büroyu ortak kullanacak, masrafların çoğunu bölüşeceğiz. Böylece kimse kimsenin hakkını yemeyecek.” 

“Müşteri için birbirini yiyecek.” 

“Onu da düşündük. İki kardeş boşanma avukatı, ben ağır ceza davalarına bakıyorum, Aslı bir özel bankaya bağlı. Herkesin müşteri portföyü farklı. Hepimize bir sekreter yerine büroya tek sekreter alacağız. Çoğu gerekli büro malzemesini ortak kullanacağız. Sorun olmayacağını düşünüyoruz. Olursa da oturur yine konuşuruz.” Kağıt üstünde planlarını sevmişti.  

“Şimdilik iyi bir plan gibi duruyor. Ne zaman açacaksınız?” 

“Bir aya kadar. Yer bakıyoruz.” 

“O zaman ben bu hafta sonu gezerken emlakçılara uygun yer sorarım. Bana da belki indirim falan yaparlar. Nasıl bir yer istiyorsunuz?” 

 

*****  

 

“Yüzük taktın mı?” Oytun sorarken Yonca elini kaldırıp yüzüğünü gösterdi. “Evet, tek taş hem de.” 

“Sen ve tek taş öyle mi?” Ablasının değerli taşlara olan tutumunu bildiği için şaşırmıştı. Hele de tek taş gibi artık klişeleşmiş şeylere tepkisi uzaya kadar uzanabilirdi.  

“Sus, sus. Valla kendimi çok kötü hissediyorum.” 

“Gerçek mi?” 

“Saçmalama, Oytun. Gerçek takacak kadar delirmedim. İmitasyon tabii ki. Tam tur alyans bile aldım.” 

“O niye?” 

“Beğendiğim tek yüzük ikili satılıyordu da ondan.” 

“İmitasyon olunca beğeniyorsun yani.” 

“Elbette beğenirim. Ben öyle insanların hayatı pahasına elde edilen bir şeyin zevk vermesini anlayamam. Plastik bile benim için ölümcül, mecbur olmasam hayatımda tutmam.” 

“Aman tamam, kamu spotu gibi oldun yine.” 

“Sustum. Geldik zaten. Bu binada olmalı. B blok değil mi?” 

“Evet. Kapıdaki de emlakçı sanırım.” 

 

 

“Beğendiniz mi?” Kiloları yüzünden ağır hareket eden, terlemesini bir türlü denetleyemeyen adam nefes nefese sormuştu. Asansörü olmayan binanın beşinci katına çıkmak aslında hepsini biraz terletmişti. İki kardeş düzenli spor yaptıkları için nefeslerinde sorun olmasa da basık binanın merdivenlerinden hoşlanmamışlardı.  

“Biraz işi var. Bunları ev sahibi yapacak mı?” Gösterdiği yerlerdeki kabarmış boya ve parkeler rutubeti gösteriyordu. Banyoya yakın odaların tavanlarında da kabarmalar vardı.  

“Taşınmadan kiracının yapmasını, piyasadan alınmış fiyat tekliflerini önceden kendisine ulaştırmasını, kendi seçeceği firma ile çalışılmasını istiyor.” 

“Az yesin de...” 

“Efendim?” 

“Yok bir şey. Tamam, biz biraz düşünelim. Hayatım, çıkalım mı?” 

“Çıkalım. Ben sevmedim zaten bu binayı. Çok kokuyor merdiven boşluğu. Hangi ev ne pişiriyor bilerek eve gelmek istemem.” 

“Haklısın. Kirası uygun dedik ama bu da biraz fazla kalitesiz oldu.” Oytun rolüne kaptırmıştı kendini. Yonca kardeşinin haline gülerken biryandan da koluna giriyordu. Aynı kokuları soluyarak çıktılar binadan.  

 

İkinci evin sahibi emlakçıya güvenmemiş olmalı ki anahtarı kendi getirmişti. Nişanlı çifte bile ev veremeyeceğini söyleyince daireyi gezmeden hemen oradan ayrılmışlardı. Üçüncü ev başka bir emlakçının portföyündeydi. Şişman emlakçı ile vedalaşıp diğer adrese gittiler.  

“Ev bulmak uğruna evleneceğim sonunda.” Yonca, bir yandan adresi arıyor bir yandan arabayı kullanıyordu. Sinirleri gerilmişti. Oytun, ablasının ruh halini anladığı için arabayı kullanmak istemiş ama ikna edememişti.  

“Annem çok sevinir.” 

“Evet, zaten hep ev bulayım diye evlenmemi istiyordu.” 

“Öyle değil tabii ama sen ablamsın ve yaşın geçiyor. Biraz etrafına bakmalısın artık.” 

“Sen bana az önce yaşın mı geçiyor dedin?” 

“Dedim tabii. Bak yirmi yediye ne kaldı şurada?” 

“Dokuz ay var. Saçma sapan konuşma da sinirlendirme beni. Zaten heyheylerimle kavga halindeyim, hırsımı senden çıkartırım.” 

“Takılıyorum sana. Biliyorsun.” 

“Bugün takılma. Ev bulalım, sonra takılırsın. İkinci evin huysuz sahibinin önünde neredeyse abla diyordun, dikkat et.” 

“Ya ben sana niye Yonca demiyorum ki? İki yaş bile yok aramızda.” 

“Doğru söylüyorsun. Annemlerin alışkanlıkları bize de geçti. Bundan sonra abla demesen de olur.” 

“Anlaştık.” 

“Geldik, bak ofisi burada.” 

Emlakçı önlerine iki ayrı daire koydu. Özelliklerine göre kiraları da iyiydi. İşine zamanında gitmek için belki bir on beş dakika erken uyanması gerekecekti. Geç kalsa da atılmayacağı bir yerde çalışmanın rahatlığı ile en uygun olana bakmaya karar verdi.  

Evlerin ya girişleri ya odaları, illaki bir şeyleri içine sinmiyordu. İki evi de beğenmemişti. Oysa bütçesinin üst sınırlarındaydı. Tam, başka yer var mı diye soracakken emlakçı onlara bir ev daha göstereceğini söyledi. Sesinde bir gizem vardı. Sorularını yanıtsız bırakması tuhaftı. Hiçbir özelliğinden bahsetmeden ikisini beş dakikalık mesafedeki eve götürdü.  

Beş dakikalık yol bile semtin kalitesini artırmıştı. Geldikleri sitede üç bina vardı. Bahçe düzenlemesi henüz bitmemişti. Birilerinin bahçede çalışıyor olması yeni bina olduğunu anlatıyordu. Başlarını kaldırıp baktıklarında boş daireler göze çarpıyordu.   

Binanın daha bahçesinde başlamıştı içindeki kıpırtı. Çok güzel bir bahçe yapılıyordu. Bitmemiş hali bile insanı çekiyordu. Fazla keskin olmayan alanlarla doğala yakın bir peyzaj ile düzenlenmiş bahçeden geçip çift asansörlü binaya girdiler. Giriş katında yemek kokusu duymadıkları gibi sabun kokulu bir temizleyici ile yerlerin silindiği anlaşılıyordu.  

Sekiz katlı binanın dördüncü katındaydı daire. Katlarda üçer daire vardı. Böylece arka cepheye düşen dairenin az da olsa denizi görmesi sağlanmıştı. Her odası ferahtı. Çift banyo, geniş bir mutfak vardı. Dolaplarının kalitesi şaşırtmıştı. O kadar beğenmişlerdi ki, söylenecek kiraya hazırlanıyorlardı.  

“Kirasından bahsetmediniz. Ne kadar istiyorlar?” 

Emlakçının söylediği rakamı duyunca ikisi de ne kadar diye tekrar sordu. Duydukları rakam karşısında gülümsemeye başladılar. Evin kirasına göre her şeyi üst düzeydi.  

“Bu evin kusuru ne acaba?” diye fısıldadı kardeşinin kulağına. 

“Niye öyle dedin?” 

“Ev sıfır. 3+1 ve çift banyolu. Çift asansörlü. Garajı ve güvenliği var ve kirası çok uygun. Bir şeyler ters gelmiyor mu sana da?” 

“O küçük balkonun gördüğü küçücük deniz manzarası haricinde manzaran yok. Baksana tüm camlar yandaki binalara bakıyor. Belki o yüzdendir.” 

“Kimse manzarasız diye böyle bir ucuzluk sunmaz. Ayrıca binaların arası oldukça açık. Bu da sıkışıklık hissini yok etmiş. Ayrıca o balkonda oturunca güzel bir deniz manzarası var. Hakkını yemeyelim lütfen!” 

“Sorun mu var?” Emlakçı ne konuştuklarını merak etmişti. Oytun o sırada duvarlara eli ile vuruyor, kolon-kiriş kontrolü yapıyordu. 

“En altta dükkân falan yok değil mi? Görmediğimiz taraflarda kolon kesen olmamıştır umarım.” 

“Hayır, bu binada tüm kolonlar sağlam ve dükkân yok. Deprem riski taşımıyor.” 

“Bilmemiz gereken bir şey var mı?” 

“Ne gibi?” Emlakçının bir an şaşırması, paniklemiş ifade ile bakışlarını kaçırması ikisini de tedirgin etti.  

“Uyulması gereken kurallar gibi!”  

“Burada kimse kimseye karışmaz. Kurallar ise standart apartman hayatı kuralları. Kimseyi rahatsız etmeyecek, çöpünüzü zamansız kapı önüne koymayacak, balkon ya da camdan bir şeyleri silkelemeyeceksiniz.” 

“Anladım.” Sonra kardeşine dönüp, “Ne diyorsun?” dedi ve beklediği cevabı aldı. Oytun da bu binanın ablasına uygun olduğunu düşünüyordu.  

“Tutuyoruz.”  

Kira sözleşmesini vekaleten emlakçı ile imzalamışlardı. Ev sahibinin bir kadın olduğunu öğrenmek Yonca’nın içini rahatlatmıştı. Sözleşme maddelerine özel bir şey eklenmemişti. Bu da az önceki şüphelerinin yersiz olduğunu gösteriyordu. Peşinat, emlakçı payı gibi ödemeleri tamamladıktan sonra bir nüshasını aldıkları kira kontratı ile evin anahtarlarını alıp çıktılar.  

“Boyalarda değişiklik düşünüyor musun?” 

“Hayır, evin renklerine bayıldım. Klasik şampanya rengi değil. Koltuklarımla halıma uyacak. Eve gidip biraz ölçüm yapmam lazım. Vaktin var mı?” 

“Tüm günüm senin sevgili ablacığım. Önce biraz ölçü yapalım, sonra çevreyi dolaşalım. Bir de çilingir bulup kilidi değiştirelim. Ne olur ne olmaz!” 

“Haklısın. Hadi o zaman, biraz çizik atalım sayfalara.” 

 

***** 

 

“Ev kiraya verilmiş.” 

“Tahmin etmiştim. Sabah arayıp bugün gelene göstermesini istemiştim.” 

“Anne, o kadar düşük kira istersen tabii ki kiralanır.” 

“Az değil o kira. İnsanların düğün öncesi çok masrafı oluyor. Fazla kira ödemesinler işte. Hayırlı olsun hepimize.”   

“Öyle olsun bakalım.” 

 

***** 

 

Yeni evinin ilk misafirleri Melike ile Gizem hediyeleri ile çalmıştı kapısını. Ev hediyelerini açarken çok mutlu olmuştu. Biri harika bir lamba, diğeri nefis bir deri yer minderi getirmişti.  

“İkisine de bayıldım. Şöminem olsaydı tam karşısına koyar şarabımı yudumlar, lambamın loş ışığında hayaller kurardım.” 

“Sahte şömine sobalardan alıyorsun, tüm bunları yapıyorsun.” 

“Mantıklı. Niye düşünmedim ki?” 

“Ev gerçekten çok güzel. Bu rakama nasıl kiraladın, hayret ettim.” 

“Ben de öyle. Komşularım da iyi. Orta yaşın üstünde genel olarak oturanlar.” 

“Sıkılmayacak mısın?” 

“Eski evimde gençler vardı da ne oluyordu? Sabaha kadar dans dans dans mı? Orada da eve zor atıyordum kendimi, burada da. Tabii sizin geldiğiniz akşamların yeri ayrı. Alt kattaki komşumla tanıştım. Bir tabak dolusu börek ile çaldı kapımı. Çok da güzeldi börekleri bu arada. Kulağı biraz ağır işitiyor. Ah tabii olay benim nişanlı olmamda bittiğini hatırlatmalıyım. Oytun sık sık uğruyor. Her yeni tanıştığımız komşumuz da ne zaman evleneceğimizi soruyor. Oyalıyoruz şimdilik.” 

“Komik bir durum ama idare edeceksin artık.” 

“Yalan söylediğim için utanıyorum ama beni buna mecbur ettiler.” 

“Bir+ bir daireleri bekarlar için yapıyorlar. Onların kirası da neredeyse satış fiyatı gibi oluyor. Sen de haklısın yani.” 

“Öyleyim değil mi? Kendimi kötü hissetmeyeyim. Hem zaten ben bu daireyi kötü emellerime alet etmeyeceğim ki. Erkek falan atmayacağım eve!” 

“Erkek var da sen mi atmıyorsun?” 

“Bu arada yeni bir müşteri geldi. Bilin bakalım kim?” 

Kızların merakla sorularına gülümseyerek baktıktan sonra müşterinin adını verdi.  

“Şu gözde bekar ha? Şanslısın.” 

“Size bir şey daha söyleyeyim o zaman. Adam gerçekten itici. Tahmin edemeyeceğiniz kadar ukala ve sevimsiz. Acaba para bol olunca mı böyle oluyorlar? Her şeyin sahibi gibi tavırlar falan. Ben dahil gözünün gördüğü dört personelime satın alacakmış gibi baktı.” 

“Ne çirkin bir tavır.” 

“Korkunç. Sonra Yonca niye kimse ile çıkmıyor? Nasıl çıkayım?” 

“Doğru biri illaki çıkar karşına.” 

“Umarım çıkar.” Sonra aklına geleni Melike ile paylaştı. “Sana emlakçının kartını vereceğim. Elinde çok güzel dört + bir daire varmış. Salonu hem sekreter hem bekleme odası gibi kullanabileceğiniz bir yermiş. Beğenmezlerse başka yerlere de bakarız, dedi. Bir ara bence.” 

“Süper haber. Ararım. Bakalım onun kirası da böyle güzel mi olacak?” 

Kızlarla geç saatlere kadar oturup konuştular. Misafir yatak odasında biraz daha konuşup sonunda uykuya yenik düştüler.  

 

Sabah kapısında görevlilerden biri vardı. “Beni yönetici yolladı. Bugün lokalde saat dörtte site toplantımız var.” 

“Bugün mü?” 

“Evet, toplantı geçen hafta duyuruldu ama siz yeni taşındığınız için haberiniz olmaması normal. Katılım zorunlu olmamakla birlikte tanışma için iyi bir fırsattır. Ah söylemeyi unuttum, genelde herkes bir şeyler yapar getirir. Yaşlı malik çok olunca beş çayı gibi geçiyor toplantılar.” 

“Ya da kadınlar günü gibi!” 

“Evet, kadın ağırlıklı bir bina. Nişanlınıza da haber verebilirsiniz.” 

“Söylerim, teşekkürler.” Site yönetiminden bile birilerine yalan söylemek zorunda kalmak iyice rahatsız edici olmuştu. Ya bir gün gerçekten nişanlanırsa? Eskisini attım da diyemezdi, Oytun sonuçta kardeşiydi ve sık sık görüşüyorlardı. İşte böyle bir şey olduğu zaman yapılacak tek şey evi boşaltmaktı.  

“Kimdi o gelen?” 

“Uyandırdı mı kapı sesi? Site yönetiminden biri. Bugün lokalde toplanıyormuş site sakinleri. Bakalım neye benziyormuş.” 

“Uyanmıştık. İlginç. Samimi bir site ortamı. Her şeyi değişik buranın.” 

“Evet, alışacağım.” 

Kızlar kahvaltıdan sonra gitmiş, Yonca, Oytun’u aramış, onu da çağırmıştı. Sonra da mutfağa girip toplantı için neler yapabileceğine baktı. Henüz mutfağında tüm malzemeleri yoktu.  

Markete gidip biraz alışveriş yapmalıydı.  

Nerede okumuştu, marketler bekar insanların tanışma yeridir diye? Hatırlayamadı. Bir süre sonra kendine gülmeye başladı. Önünde iki genç erkek vardı. İkisi de aynı reyonlarda geziyor, biri elindeki listeye göre alışveriş yaparken diğeri etiketleri okuyordu.  Liste ile gezen ya çok düzenliydi ya da evli. Evet, en azından evli olduğu kısmını doğru tahmin etmişti. Arabasına bakınca düzenli olduğuna da karar verdi.  

İkinci adam, kendisinden en az on santim uzundu. Kotu ve önü açık oduncu gömleği ile serin havaya tedbirini almıştı. Daha ilkbaharın sıcak günlerine ulaşamamışlardı. Kendisi de kotunun üstüne ince bir mont giymişti. İlk erkeği takibi bırakmış, ikincinin neleri aldığına bakıyordu. Neredeyse kendi alacaklarına odaklanamayacak kadar dikkat kesilmişti.  

Sonunda atıştırmalıkların olduğu reyona girdiler sıra ile. Erkeğin her hareketi düzgündü. Üst raftan bir şeyi isteyen kısa boylu birine hemen yardımcı olmuş, arkadaki ürünü öne alarak sonrakiler için kolaylık bile sağlamıştı. Bu kadar ince düşüncenin kendisinde olmadığını biliyordu. Sağlıklı denebilecek atıştırmalıklardan koymuştu arabaya. Tam cipse elini uzatmıştı ki vazgeçti. Yonca iki üç adım arkasındaydı. Genç adamın yeniden rafa uzanıp cips paketini arabaya koymasına gülmeye başladı. Onun gülmesi erkeğin dikkatini çekmiş olmalı ki arkasına dönüp baktı.  

Yonca hızlıca başını çevirmiş, başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yaptı. Bir süre oyalanıp genç adamın o reyondan çıkmasını bekledi. Gülerken yakalandığı için utanmıştı. ‘Ben kim, markette birisi ile tanışmak kim?’ diye düşünerek çıktı reyondan.  

Galiba birilerinin ikisinin rastlaşması için özel çabası vardı. Bir sonraki reyonda yine karşılaştılar. Bu kez fazla oyalanmamak için hızlı hareket ediyordu. Yine de her fırsatta adamı incelemekten kendini alamıyordu. Profilini sevmişti. Burnu düz ve küçüktü. Çenesi hafif bir sivrilik taşıyordu. Hafta sonu olduğu için olmalı sakallarının gölgesi vardı yüzünde. Kadınların makyajı gibi erkeklerin de tıraşı başlarının belasıydı. Sonra ellerine dikkat ettiğini fark etti. Yüzük olmadığını önceden de fark etmişti ama bu bekar olduğu anlamına gelmiyordu. Kendisinde de nişan yüzüğü niyetine kocaman taşı olan bir yüzük vardı. Sahte nişanın sahte yüzüğü... Tekrar dikkatini adama verdi. Oduncu gömleğinden pek anlaşılmasa da yapılı omuzları, ince bir beli olduğunu düşünüyordu. Kendisine dönerken gördüğü kadarıyla kalça yapısı dardı. Çekici biri olduğuna herkesin kanaat getireceği biriydi. Çekici?  

Arkadaşlarına hak verdi. Uzun zamandır hayatında biri yoktu ve o heyecanı özlemişti. Markette birisi ile tanışmanın saçmalığına karar verip dolaşmaya devam etti.  

Vişneli çikolatasını bulduğuna sevindi. Vişneyi sevdiği tek yerin bu çikolata olması ilginçti. Her gün kahvesi ile bir iki parçasını yediği için fazla vicdanı sızlamadan iki paket attı arabaya. Sonra bulamazsam diye düşünüp iki paket daha aldı raftan. Bu kez birileri onu izliyordu ama hiç fark etmemişti.  

Sıralar arasında gezerken aynı erkeğe bir daha rastlamayınca hayal kırıklığına uğradı. Biraz düşününce adamın aldığı şeylerin hazır yemek olmadığını, evde bunları pişirecek birisi olduğunu anlayıp canı sıkıldı. Kendisinin yemek yapmayı biliyor olma ihtimali bir karısı olma ihtimalinden düşüktü. Böylece, markette aşk, hikayesinin sonuna gelmişti.  

Nihayet listesindekileri tamamlayıp kasaya gittiğinde bir önceki alışverişinde gördüğü kasiyerin sırasının uygun olduğunu fark edip oraya girdi.  

Kasiyer kızın da onu tanıması ile minik bir sohbet geçti aralarında. Böylece sıradaki kişiler ve hatta yan sırada bekleyenlerin bile bir kısmı oraya yeni taşındığını öğrenmiş oldu. Sıra vişneli çikolatalara gelince kasiyer gülümsedi. “Sanırım sağlıklı atıştırmalıkların arasına karışmışlar.” 

“Ah evet, onları kim atmış acaba arabaya? Neyse alınmış mal yerine konmaz. Geçin siz onları da.” 

Ödemeyi yaparken ikisi de hâlâ gülüyordu. 

 

Üçüncü sırada bekleyen Özgür konuşmalara kulak misafiri olanlardandı. İkilinin rahat tavırlarına o da gülümsedi. Hangi çikolata olduğunu görmek için biraz da eğilmişti. İlginç dedi, vişnelisi de mi varmış? Sıra kendisine geldiğinde market arabasını iterek kapıdan çıkan genç kadını bir daha görüp göremeyeceğini düşünüyordu. Bir iki kez kendisine baktığını fark etmişti. Hatta güldüğünden bile emindi. Daha sonra da o genç kadını izlemişti.  Uzun zamandır birisine bu kadar ilgi duymamıştı. Boyu uzun, saçları uzun, ayakkabısının topukları uzundu. Bu üçlüye bir de güzel yüz ve biçimli bacaklar eklenmişti. Oraya yeni taşındığına göre yakında yine denk gelebilirlerdi. Bugün ne günlerden, diye düşündü. Elbette pazardı. İşten mi çıkıp gelmişti acaba? Pazar günü mesaisi olan bir işte çalışıyor olabilirdi. Belki de sadece spor şık giyinmeyi seviyordu. Spor şık... evet bunu duymuştu daha önce. Dar kesim kot pantolon, beyaz penye tişört, beline oturan kot mont ve stiletto ayakkabıları ile şıktı. Saatine baktı. Haftaya pazar aynı saatte gelmeye dikkat etmek için aklına not etti.   

 

***** 

 

Aynı gün aynı saatlerde üç hafta üst üste markete gittiği halde denk gelemediği için kendine bir daha aynı şeyi yapmayacağını söyledi. Dördüncü hafta cumartesi erken bir saatte hem kendisine hem annesine alışveriş yapmak için markete yürürken market camındaki yansımada iki adım arkasında onu gördü. Şans yüzüne gülmüştü. Nihayet onu yeniden görmüştü. Bu kez onunla aynı reyonları dolaşıp bir iki fikir almanın iyi olacağına karar verdi. Evet, markette biri ile tanışacaktı, ne vardı bunda?  

Hava o kadar güzeldi ki ikisi de neredeyse aynı giyinmişti. Kot pantolon ve beyaz gömlek. Tek farkları erkek gömleğinin eteklerini dışarıda bırakmışken kadın pantolonunun içine sokmuş, büyük tokalı bir kemer takmıştı. İstemsizce ayağında kovboy çizmesi mi var diye baktı. Hayır o güzel stilettolardan giymişti ama bu kez kırmızıydı. Ayakkabı sevmeyen kadın yok, diye düşünürken otomatik kapının önüne gelmişti. Kapı açılınca arkasından yansıyan genç kadın da yok oldu. İçeride kapıya yakın stantlarda bekleyip onun önüne geçmesini sağlayacaktı. Yooo daha iyisini yapacak, onu gördüğünü belli edecekti.  

Yonca, market arabasını alıp içeriye girecekken önündeki erkeğin daha önce rastladığı erkek olduğunu fark etti. Heyecanlanmasına şaşırdı. O da araba almıştı. Geçmesi için kenara çekilince kendisini gördüğünden emin oldu. Kibarca teşekkür edip önden girdi.  

Özgür, arabayı tutan sağ elindeki yüzüğü fark etti. Fark edilmeyecek gibi değildi. Nişanlı birisinin peşinde haftalardır dolaştığını anlayıp kendine kızdı. Bunu hiç düşünmemişti. İlk gördüğünde yüzüğü fark etmemişti. Şimdi ise içindeki hayal kırıklığını atması için alkol reyonuna yürümek istiyordu. En son oraya gitmeye karar verdi. Bir iki şişe alkol ile eve gidecek ve son zamanlarda yaptığı saçmalıklara içecekti.  

Marketin ilk girişi sağda soğuk zincir kahvaltılıkların olduğu alandı. O reyondan alacaklarını seçti ikisi de. Sonra bal ve reçellerin olduğu yere doğru devam ettiler. Benzer ürünleri hatta bazen aynı markaları alıp koyuyorlardı arabalarına. Markalar ve fiyatlar arasında bakışlarının dolaşması bile benziyordu. İkisi de küçük boylar yerine daha ekonomik olan büyük boyları seçiyorlardı. Sonraki reyona ilerlerken Yonca’nın telefonu çaldı. Oytun arıyordu.  

“Alo.” 

“Abla, akşam işin var mı?” 

“Hayır, akşam müsaidim.” 

“Tamam, sende kalabilir miyim?” 

“Elbette kalabilirsin. Ne oldu?” 

“Arkadaşlarla yemeğe gideceğiz ama alkollü eve dönmek istemiyorum. Sana yakın bir yerde olacağız. O yüzden sende kalmak mantıklı geldi.” 

“Çok akıllıca. Sabah sana güzel bir kahvaltı da hazırlarım.” Bunu söylerken tek elle en üst raftan almaya çalıştığı paket, yanındakilere takıldığı için hepsini birden üstüne doğru hareketlendirmişti ki bir el yardımına uzandı ve dökülmelerini engelledi. Bakmadan da kurtarıcısının kim olduğunu biliyordu. İçine dolan sıcaklığı bir yana bırakıp “Çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardınız.” dedi.  

Oytun, telefonun öbür ucunda şaşkınlıkla, “Ne oldu, kaza mı yaptın? İyi misin?” diye bağırıyordu. Yonca, önce ona “Hayır.” dedi. Sonra da “Sizin değil unların hayatını kurtardım.” diyen adama gülümsedi.  

“Tamam, Oytun, akşam bana gel. Marketteyim, seninle konuşurken unları tepeme düşürüyordum. Sonra konuşuruz. Bak yarın çok kalamazsın, kızlar gelecek, dedikodu yapacağız.” 

“Tamam, kahvaltıdan sonra kaçarım.” 

“Anlaştık, bayyy.” dedi ve hızlıca telefonu kapatıp kotun arka cebine koydu. Özgür’ün bakışları doğal olarak telefonun konduğu yere yönelmişti. Sonra kendini toparlayıp bakışlarını kaçırdı. Market sapığı değildi sonuçta.  

“Tekrar teşekkür ederim.” 

“Nişanlınız arayınca hep böyle heyecanlanır mısınız?” 

“Nişanlım mı? Nişanlı... Ah tamam yüzük.” 

“Evet, yüzük.” 

“Şaka o yüzük.” Şaka değildi. Büyük bir yalanın kostümüydü. Onu taktığı zaman baştan aşağı başka biri haline bürünüyordu. Bir iki kez unutmuştu takmayı ve her seferinde meraklı komşularından birilerine denk gelmişti. Markette çok fazla komşuya rastladığı için takmak zorunda kalıyordu. Komşuları Oytun’u ara sıra gördüklerinden düğünün ne zaman olacağını sormaya başlamışlardı. Evini çok sevmese bu rezil yalanı itiraf eder, evden atılmadan da kendine yeni bir yer arardı ama hem evini hem komşularını çok seviyordu. Yaşlı insanlarla bu kadar iyi geçineceğini hiç düşünmemişti. Lokal olarak kullandıkları yerde hemen her hafta sonu bir mazeretle toplanıyorlardı. Ev sahibinin de bu hafta geleceğini öğrenmişti.  

“Şaka mı? İnsan şaka olarak nişanlanır mı?” 

“Ben yaptım oldu.” Gülümseyerek olayı geçiştirmeyi denedi. Erkek de gülümseyince başardığını anladı.  

“İlginçmiş.” Bir an durdu. Şaka olarak nişanlı bu kadınla tanışmak istediğinden emindi. “Ben Özgür. Özgür Durmaz.” Elini uzatmıştı. “Yonca Yıldırım.” O da elini uzatınca tokalaştılar.  

“Memnun oldum Yonca.” 

“Ben de.” 

“Daha çok mu alacaklarınız?” 

“Biraz daha bir şeyler var. Neden sordunuz?” 

“İşimiz bitince yandaki kafede bir şeyler içelim mi diye sormak için.” Gerçekten tanışır tanışmaz davet mi etmişti onu? 

“İsterdim ama bugün işim çok. Hem apartman toplantım var hem de yarın misafirlerim var. Bir şeyler hazırlamam lazım.” Niye bu kadar uzun açıklama yapmıştı? Niyesi var mı, onunla kahve içmek istiyordu. Neden içemeyeceğini anlaması için uzun uzun açıklamıştı.  

“O zaman başka bir gün diyelim. Ama bu kez markette rastlaşma ihtimali üstüne plan yapmayalım. Telefon numaranı alabilir miyim?” Markette rastlaşma ihtimali... Bugün tam formundaydı Özgür. Bir de itiraf etseydi üç hafta onu aramak için markete geldiğini...  

Yonca kısa bir an düşündü. Onu tanımıyordu. Tek bildiği aynı marketten benzer ürünler aldıkları idi. Telefonunu vermek, onunla buluşmak doğru muydu? Evet, sonuna kadar doğruydu. Arka cebinden telefonunu çıkarttı. Özgür’ün yüzüne baktı. Onun söylediği numarayı yazdı ve ara tuşuna bastı. Böylece kendi numarasını da vermiş oldu. Cebinde çalan telefona bakma gereği duymadı, Özgür.  

“Hafta içi uygun mu senin için?” 

“İşimde saat mefhumu yok. O yüzden net bir şey söyleyemem. Konuşuruz.” Bunu söylerken bir yandan da alışverişine devam ediyordu.  

“Ne iş yapıyorsun?” 

Tam o anda katı sabunların olduğu reyona girmişlerdi. Bir iki sabunu paketinin üstünden koklamıştı. Hepsinin lavantalı olduğunu fark edince başka bir lavanta kokulu sabunu raftan alıp uzattı, Özgür. 

“Reklam şirketimiz var. Aslında babamın. Ben onun yanında çalışıyorum.” 

“Ortak mısın, maaşlı mı?” 

“İkisi de ama biraz karışık. Hissemin karşılığı olan kâr payımı almıyorum. Alamıyorum. Maaşımla geçinmeliyim.” 

“Baban çok sıkı biri sanırım.” 

“Evet, öyle. O sabunu artık kullanmıyorum.” Uzatılan sabunu koklamamıştı bile. Özgür bozulduğunu belli etmedi.  

“Niye? İyi köpürmüyor mu?” 

“Kokusu azaldı. Önceden hep onu alırdım.” 

“Emin misin? Bana hep aynı geliyor kokusu.” 

“Sen de mi Maksi sabunlarını kullanıyorsun?” 

“Evet. Her türlü temizlik malzemesini kullanıyorum. Üreticisiyim.” 

Aaaa, çok iyiymiş. Söyle o kimyagerlerine eksilttikleri kokuyu geri koysunlar. Yoksa kullanmam.” 

“Emin ol söyleyeceğim.” Tekrar burnuna götürdü. Paketin üstünden kokusu hafifçe ulaştı burnuna.  

“Onu almayacağım biliyorsun değil mi?” 

“Farkındayım.”  

Vayyy, son iki paketi kalmış.” Rafın arkasına uzanıp kullandığı markanın paketini aldı. Dörtlü paket olduğu için birini atmıştı arabaya.  

 Özgür de diğer paketi alıp önce kokladı, sonra arabasına koydu.  

“Rakiplerini mi araştırıyorsun?” 

“Hayır, senin zevkinin ne olduğunu anlamaya çabalıyorum.” 

“Ben alt notada lavanta kokusunu gün boyu almalıyım. Elim de tenimde aynı kokmalı.” 

“Anlaşıldı.” 

“Güzel. Biz üretiyoruz dedin. Orada mı çalışıyorsun, benim gibi babanın elemanı mısın?” 

“Elemanıydım. Artık yöneticisiyim. Üç yıl önce vefat etti.” 

“Başınız sağ olsun.” 

“Teşekkür ederim.” 

Bir an ikisi de konuşacak yeni bir konu bulamadı. O sırada aklına çikolatasını almadığı gelince hızlıca ilerlemeye başladı. Bir yandan da “Görüşürüz...” diyordu. İki reyon sonra çikolatalarının başında kaç paket alacağına karar vermeye çalışıyordu.  

“Yine karşılaştık.” 

“Market küçük.” 

“Bu kez ne alıyorsun?” 

“Üretimde olduğu sürece sadece bunu...” diyerek elindeki vişneli çikolatayı gösterdi.  

“Alışkanlıkların var.” 

“Kimin yok ki? Kahvemin ve arada içtiğim viskimin sadık dostudur kendisi.” 

“Viski? Kadınlar pek sevmez diye bilirdim.” 

“Ben de önceden sevmezdim. Şimdi çok yoğun akşamlarımda bir parmak kadar içmek yetiyor. Tabii o zaman çikolatadan üç tane yemem gerekiyor.” 

“Sen acaba viskiyi çikolatayı abartmak için içiyor olmayasın?” 

“Bir gün bu gerçeğin ortaya çıkacağından emindim. Yakaladın beni!” 

“Şimdilik sorun gözükmüyor.” Tepeden tırnağa süzmüştü vücudunu.  

“Her sabah altıda kalkıp bir saat koşarsan çikolata yemeye hak kazanıyorsun.” 

“Çok iyi yapıyorsun. Ben de evde koşuyorum.” 

“Önceden ben de evde koşmayı tercih ediyordum. Ama yeni evimin bahçesi çok müsait. Site içinde korkusuzca koşmak hoşuma gidiyor.” 

“Korkmadan koşmak için siteye güvenmeniz ne acı. Ama kadınların son zamanlarda başlarına gelenlerdeki artışı düşününce hak vermemek mümkün değil.” Bir an durup devam etti. “Beş paket mi aldın çikolatayı?” 

“Ah ya, yine elimin ayarı kaçmış. Geri de konmaz, ayıp.” 

“Çok ayıp.” 

Nihayet alışverişi bitirdiğinde Özgür ile peş peşe girdiler kasa kuyruğuna. Tüm kasalar kalabalıktı.  

“Hafta içi de yoğun mu böyle?” 

“Bilmiyorum. Hep hafta sonu geliyorum.” 

“Akşamları denemek lazım. Fazla vakit kaybı benim için.” 

“Bir akşam yine birlikte gelip deneyelim.” 

“Sen hep sever miydin market gezmeyi?” 

“Hayır, artık seviyorum.” İkisi de gülümserken nihayet sıra gelmişti. 

 

***** 

 

“Asiye Hanım, sizi kiracınızla tanıştırayım. Yonca Yıldırım. Yonca Hanım, ev sahibiniz Asiye Altay.” 

“Çok memnun oldum Asiye Hanım. Geçmiş olsun. Ayağınız iyidir umarım.” 

“Ben de memnun oldum. Teşekkür ederim, iyiyim. Bir süre sıkıntı verdi ama artık normale dönecek hayatım.” 

“Küçükken ben de kolumu kırmıştım. Kaşıntısını halen hatırlıyorum.” 

“Sorma güzel kızım, çok kötü.” Ortak bir olayın yakınlaştırdığı iki kişi hafifçe gülümsedi. Asiye Hanım, kiracısı olan genç kadını sevmişti. Lokaldeki birçok site sakini ile tek tek ilgilenen Yonca’nın hazırladığı yiyeceklerden de tatmıştı. İnsanın gelinim olsun diyeceği biriydi. Nişan yüzüğüne bakıp bir süre düşündü. Evi kiralarken nişanlı olduklarını emlakçıya söylemişlerdi. Nişanlısının da ara sıra eve geldiğini, uzun süre kalmadığını öğrenmişti. Komşuların kendisine bilgi aktarmalarına alışkındı. Hatta onların gözlemlerinin doğruluğuna da inanırdı. Özellikle iki komşunun, bu nişanlıdan hayır yok, kızla vakit geçireceğine her geldiğinde kısa süre kalıp koşar adım evden çıkıyor, hep telefonda birileri ile konuşuyor, konuştuklarının genç kızlar olması mümkün, erkek erkeğe konuşmaya benzemiyor, demeleri iyice aklına takılmıştı. Gençlerin işine karışılmaz, diye düşündü. Eğer yürümezse daha ilgili bir erkek bulacağından emindi. Kızı çok sevmişti.  

Yonca, ev sahibine, emlakçı aracılığı ile söylediği yalan yüzünden kendini kötü hissediyordu. Orta yaşlı birisinin, genç insanlar tarafından kandırılması, üstelik bunu kendisinin yapması vicdanını çok rahatsız etmişti. Yanında kaldığı süre boyunca kadının içten tavırlarını da çok sevmiş, daha çok utanmıştı. Bir süre daldan dala atlaya atlaya konuştular. “Annemin kafadansınız. Eminim çok iyi anlaşırsınız.” dediği an kendisine çok kızdı. Annesi ile tanışmak isterse, iki kadın bir araya gelirse yalanı ortaya çıkmayacak mıydı?  

“Bir gün tanışırız belki. Yakın mısınız annenle?” 

“Evet, iyi anlaşırız. Şimdi arkadaşları ile yurt dışında. Babamın sözü vardı, onları uzun bir tatile yolladı.” Çok uzun değildi tatil ama az önce kırdığı potu düzeltmek için yeni bir yalan söylemişti. Daha fazla batmadan müsaade isteyip yanından ayrıldı. Komşuları ile ayak üstü bir iki cümlelik konuşmalar ile vakit geçirdikten sonra misafirleri için hazırlanması gerektiğini söyleyip vedalaştı. En son lokalin kapısına yakın masada oturan Asiye Hanımın yanına uğradı.  

“Bir akşam mutlaka bana yemeğe gelin nişanlınla. Yakın oturuyoruz. Yemek yapma derdinden kurtulursun.” 

“Çok teşekkür ederim ama zahmet vermeyelim.” 

“Hiç zahmet olmaz. Biraz daha rahat bir ortamda konuşmak çok hoşuma gider. Hem zaten tek başıma olmaya alışamadım, hep çok yemek yapıyorum.” 

“O zaman yemekler ziyan olmasın diye geliriz.” 

“Hangi akşam sizin için uygun?” 

“Salı ya da perşembe olur. Oytun’la da konuşurum.” 

“O zaman salı diyelim.” 

“Tamam. Adresinizi yazayım.” Başını büyük derde soktuğunu hissediyordu. Yalanını saklayabilecek miydi? Yoksa açıkça söyleyecek ve af dileyip evi boşaltacak mıydı? Hiçbir fikri yoktu. Her şeyi oluruna bırakmaya karar verdi.  

 

Salı günü daha sabahtan çıkan sorunlar yüzünden akşamki planların iptal olacağı belli olmuştu. Erken bir saatte Asiye Hanımı arayıp gelemeyeceğini bildirmişti. Bir yandan da seviniyordu bu duruma. Böylece yeni yalanlar söylemekten kurtulmuştu. Tabii şimdilik! 

 

Çarşamba akşamı market kapanmadan nihayet yetişmişti. Özgür onu beklediğini söylemiş, saat geçtikçe onun da beklemeye tahammülü kalmamış olmalı ki eve geçtiğini haber vermişti. Sözleştikleri saatten bir buçuk saat geç gelmişti. O kadar oyalanmasını beklemek haksızlıktı. Hem dondurmalar erirdi. Özgür, “Ya sen ya dondurmalar... tabii ki bu sıcakta dondurmalar” Diye yazmıştı. Adama kızamazdı.  

İki gün süren sorunlar nihayet perşembe günü yoluna girmiş, sorunsuz sayılacak bir gün geçirmişti. Eve girdiğinde son iki günde yaşadıklarının tanıştığı iki kişi ile yaptığı planları bozduğunu düşünüyordu. Aslında böyle inançları yoktu. Sadece yalanı yüzünden kendini kötü hissettiği için düşünceleri değişmiş olmalıydı.  

Birileri ile çıkmak hayatında değişiklik yapmak istiyordu. Özgür ile başlama ihtimali olan ilişki ilk planlı görüşmede batmıştı. Görüşememek ikisinin de fikrini değiştirmiş olmalıydı. Özgür bir daha aramamıştı. Cumartesi günü telefonunda Özgür’ün adını okuyunca heyecanlandı. Neşesini biraz törpüleyip açtı telefonu. “Küstün sanmıştım.” 

“Niye? Ah tamam, yok küsmedim. Uzak bir akrabamız vefat etti. Ailesi perişan olunca cenaze işlerine koşturmak bana kaldı. Arayamadım. Sen de aramayınca haberleşemedik.” 

“Ben de sen aramadın diye baskı yapmamak için aramadım.” O dürüstse ben de dürüst olacağım, diye düşündü Yonca.  

“Konuşmayınca yaşanan doğal ‘acaba’ bahaneleri işte. Bugün ben çalışıyorum. Beş gibi çıkarım. Senin bugün planın var mı?” 

Keşke daha önce konuşsalardı. “Bu akşam kızlar bana geliyor. Ama yarın öğlenden itibaren hiç işim yok. Senin?” 

“Benim de yok. O zaman yarın için plan yapalım. Açık hava mı kapalı alan mı?” 

“İlkbaharın tadını çıkartalım, açık alan olsun.” 

“Anlaştık. Önce güzel bir geç kahvaltı ile güne başlayalım, sonrasını birlikte karar veririz.” 

“Kızlarla kahvaltı yapacağım. Az yiyeceğime söz veriyorum.” 

“Bu seferlik öyle olsun. Daha sonra onlarla da tanışırım.” Ooooo Özgür ne dediğini fark ettiğinde şaşmıştı kendisine.  

“Tamam.” Yonca söylenen cümleyi son derece olağan karşılamıştı. Ne konuştuklarına sonra şaşıracağından emindi Özgür. Evinden almak istemiş, Yonca nişanlı yalanını hatırlayıp daha merkezi bir yerde buluşmayı önermişti. Buluşmada belki yalanını da anlatırdı.  

Yeri ve saati konuştuktan sonra vedalaşıp kapattılar telefonu. Arkadaşları için hazırladığı kanepeleri servis tabağına dizerken Özgür’ün ne dediğini fark etti. Elleri titremeye başlamıştı. Daha ilk buluşma bile gerçekleşmeden uzun vadeli bir cümle kullanmış olması heyecanlandırmıştı.  

Özgür, pazar sabahını beklerken içi içine sığmamıştı. Yonca ile vakit geçirmeyi seveceğini tahmin ediyordu. Market alışverişi de olsa ortak bir şeyler yapmak çok eğlenceliydi. Randevuların devamının gelmesini istiyordu.  

Gerçekten de öyle oldu. Hafta içi mutlaka bir iki kez görüşüyorlardı. Bazen önce markete uğruyor, sonra bir yerlerde yemek yiyorlar, bazen sadece bir kahve içecek kadar zaman bulabiliyorlardı. Her ne olursa olsun görüşmek için fırsatları kaçırmıyorlardı. Hafta sonu programlarına göre hareket ediyor, bazen görüşemeseler de telefonla iletişim halinde oluyorlardı.  

Özgür sormamış, Yonca anlatmamıştı. Ara ara parmağındaki yüzüğe takılsa da her istediğinde görüştüğü için o yüzüğün nişan yüzüğü olmadığından emindi Özgür. Aralarında gelişen duyguları açığa vuran da ilk kendisi olmuş, dördüncü buluşmanın veda anında öpmüş, ayrılıp arabaya bindikten sonra başını içeri uzatıp bir daha öpmüştü.  

“Böylesi zor olmadı mı?” diye takılan Yonca’ya, “Tadına bayıldım.” demiş, gülerek kapısını kapatmıştı. Hafta sonları hariç hep ayrı arabalarda oluyorlardı. Hafta sonu gelince genelde bir yerde buluşuyor, tek araba ile yola devam ediyorlardı.  

 

İlk kez evine davet ettiğinde mutlu olmuştu Yonca.  

“Sevdiğin şarap, yemek ve çikolata... Senin için yeterli mi?” 

“Bir de sen varsın. Daha ne olsun?” 

“İşte bununla beni kalbimden vurdun.” 

“Ölmezsin değil mi?” 

“Öpersen geçer.” 

O gece uzun uzun öpüşerek geçen saatler yetmemiş, daha sık görüşmeye başlamışlardı. Neredeyse her akşam bir aradaydılar. İkisi de halinden memnundu. Artık arkadaşlarının da olduğu ortamlara giriyor, birbirlerinin çevresinde olmaktan mutluluk duyuyorlardı.  

 

İlk kim söyleyecek diye kimse kimseyi zorlamıyor, tartıp ölçmüyordu. Her şey olağan seyrinde ilerliyordu. Bir gün, bir anda Özgür’ün dudaklarından dökülmüştü “Seni seviyorum.” kelimeleri. Aynı şekilde karşılık vermişti Yonca. Artık Özgür ile buluştuğu zamanlarda nişan yüzüğünü takmıyordu. Şaka dediği için bir daha sormamıştı Özgür ama taktığı zamanlar bakışlarının yüzüğe takıldığını fark ediyordu. Nihayet yüzüksüz gördüğünde elini tutmuş ve boş parmağını öpmüştü. Yonca anlamıştı o yüzüğün ne kadar rahatsız ettiğini. Anlatmak için en uygun ortam olduğuna karar vermişti. O sırada Özgür’ü bir arkadaşı aramış, konuşma uzamış, atmosfer dağılmıştı. Yine anlatamamıştı! 

 

 

Asiye hanımın yeni daveti bu kez nişanlısı ile birlikte gelmesi içindi. İlk davetten aylar sonra arayıp çağırınca şaşırmıştı. Bir akrabasının kocasının öldüğünü ve üç aydır onun yanında kaldığını, evine yeni döndüğünü öğrenince baş sağlığı dilemiş ve daveti kabul etmişti.  Yonca, Oytun’a haber verdiğinde onun da canı sıkıldı. “Konuşacak mıyız? Aynen devam mı?” 

“Bilmiyorum. Evimi sevdim, semti çok sevdim...” 

“Özgür’ü sevdin.” 

“Evet. O yüzden buradan taşınsam bile yakınlarda bir yer bakmalıyım.” 

“Hallederiz. Babam da artık paramızı kullanmaya izin versin. Ne bu ya, maaşa bağlı kaldık, sıkıntılarını çekip duruyoruz.” 

“Onun kendince doğruları var biliyorsun. Ben de memnun değilim ama hisselerimiz artıyor böyle böyle.” 

“Bu sene az artsın hissemiz. Kâr payımızı alalım. Ya da yarısını alalım. Ben de sana destek çıkarım, böyle sıkıntılı ortamlarda kalmazsın.” 

“Sen harika bir kardeşsin biliyorsun değil mi?” 

“Bu sözünü sana her fırsatta hatırlatacağımı biliyorum.” 

“Pişman oldum bile.” 

 

*****  

 

Sıkıntı ile beklenen gece geldiğinde Yonca şaşkındı. Özgür’ün yaşadığı binanın ikinci katında oturuyordu Asiye Hanım. Elbette Özgür’den bahsetmedi. Oytun ile yan yana otursalar da doğal olarak nişanlıların duygusal yoğunluğu, bakışma, gülüşme gibi doğal tepkileri yoktu. Asiye ikisini izlerken bu işte bir iş var dedi durdu. Genel konularla ve düğün tarihi ile ilgili konuşmaları kolaylıkla atlattılar. İkisi de bu sorulara hazırlıklıydı.  

Saat ona gelirken müsaade isteyip kalktılar. Kapıya doğru bir iki adım atmışlardı ki sokak kapısı açıldı ve içeriye Özgür girdi. Herkes donup kalmıştı. Özellikle Yonca. Özgür, Yonca’nın belindeki Oytun’un koluna baka kalmıştı. Asiye Hanım, “Oğlum, geleceğini bilmiyordum. Yemek var, ısıtırım şimdi. Bak bunlar kiracılarımız. Yonca ve nişanlısı Oytun.” demiş, hem durumu açıklamış hem de Yonca’nın yalanını ortaya çıkartmıştı. Özgür’ün kaşları havaya kalkmış, bakışları Oytun ile Yonca arasında gidip gelmişti. Nihayet kendini toparladığında aradan olağandan uzun süre geçmişti.  

“Misafirin olduğunu bilmiyordum.” Sesi çok soğuktu. Ona gerçekleri anlatmadığı için Yonca ne yapacağını şaşırmıştı. Açıklayabileceği ortamda olmadığı için sustu. Bu anın pişmanlığını hep taşıyacaktı. Ne kadar çok fırsat çıkmış, hepsini korkaklığı yüzünden harcamıştı. Şimdi hem ev sahibine yalan söylediği hem de Özgür’e açıklama yapmadığı ortaya çıkmıştı.  

Oytun, henüz şahsen Özgür ile tanışmadığı için olanların farkında değildi. Özgür’ün kendisine ters ters bakışına anlam veremese de elini uzatıp tokalaşmıştı. Yonca da elini uzatmış tokalaşmanın üstüne hafifçe sıkmıştı elini. Bir şeyler söylemek istediğini anlamasını istiyordu. Elini geri çekerken de duralamış, parmaklarını sıkmaya devam etmişti. Asiye Hanım görmemiş, Oytun dikkat etmemişti. Özgür ise halen soğuktu.  

Özgür, annesine dönüp “Hiç kalmayacağım, sadece sana bakmak için uğramıştım. İyi olduğunu gördüm, artık evime gideyim. İyi geceler.” dedikten sonra hızla kapıdan çıkıp asansöre ilerlemişti.  

Yonca arkasından bakarken içinden basit bir yalanın ne hale geldiğine küfrediyordu. Ne vardı bekarlara ev kiralasalar... Nasıl vedalaştığını bilmeden kendilerini otoparkta buldular.  

“Neyin var?”  

“O Özgür, o Özgür’dü.” 

“Şu çıktığın adam mı? Yuh, rastlantının iğne deliği.” 

“Rastlantı mı, karma mı, kötü talih mi bilmiyorum ama ona niye nişanlı yalanı ile ev tuttuğumu anlatmadım ve bu akşam en kötü şekilde öğrendi. Daha doğrusu ona yalan söylediğimi sanıyor.” 

“Kolayı var abla. Ara ve gerçekleri anlatmak için buluş.” Oytun olaya dümdüz bakıyordu. Haklıydı aslında. En basiti buydu. Daha kötü ne olabilirdi? Belki de affederdi... 

Kısa bir an düşündü. Evet bu akşam halletmeliydi bunu. “Aslında en üst katta oturuyor. Aramaya gerek yok. Kapısına dayanmak daha doğru olur.” 

“Hadi, dayanalım kapısına.” 

“Birlikte mi?” 

“Evet, sana niye o kadar kötü baktığını anlamamıştım. Yanlış bir şey yaparsa engel olurum. Elini kopartır kucağına koyarım.” 

“Kaba kuvvete başvuracak biri gibi mi geldi sana?” 

“Gelmedi ama ben yine de ne yapabileceğimi söyleyeyim de sen hazırlıklı ol.” 

Offf hiç büyümüyorsun. Hadi gel. En azından ona söyleyelim ve sonra yine ev aramaya başlayalım.” 

“Niye ev arayacakmışsın? Kontratın dolana kadar oturacaksın. Sonrasına bakarız.” Yasal hakkıydı elbette ama komşuları gerçekleri öğrenecekti. Yüzlerine nasıl bakacaktı? 

Tekrar apartmana girip asansöre bindiler. En üst kata çıktıklarında Özgür’ün dairesinden hiç ses gelmiyordu. Kapıyı iki kez çalmalarına rağmen kimse açmadı. Yonca telefonunu çaldırdı. İçeriden ses gelince yeniden kapıya vurdu. Bu kez kapı açıldı. Karşılarında eşofmanlarını giymiş Özgür duruyordu. İkisine baktıktan sonra kapıyı geçmeleri için iyice açtı.  

“Seninle konuşmamız lazım.” 

“Bir şey içmek için gelmediğinizi tahmin ediyorum. Yine de bir şey ister misiniz?” 

“Neyin var?” Özgür, Oytun’un rahat tavrına kaşlarını çatarak baktı. “Ne istersen var.” 

“Güzel, o zaman bize soğuk bira versen olur.” 

“Bira mı? Yonca viski istemediğinden emin misin?” Nişanlısının yanında viski içtiğini bildiğini söylemek nasıl bir öküzlüktü? Kıskanmış erkek öküzlüğü diye kendini yanıtladı Özgür.  

“Hayır, bira iyidir.” 

“Bu arada biz tanışmadık.” dedi Oytun. 

“Tanıştık aşağıda.” 

“Orada Yonca’nın nişanlısı Oytun’dum. Burada ise ablamın kardeşi Oytun’um.” Oytun, Özgür’ün halinden çok memnun gülümsüyordu.  

Ab..ablan mı?” 

“Evet, ben Yonca’nın kardeşiyim.” 

“Annem niye farklı tanıyor sizleri?” Belki farkında değildi ama sesinin tonu bile değişmişti.  

“Hem uzun hikâye hem de kısaca anlatılabilir.” Yonca araya girmişti. Hızlıca anlattı neyi neden yaptıklarını.  

Özgür kızsa mı gülse mi bilemiyordu. Annesinin nişanlılara ev verme geleneğinin ardında yatanı bildiği için kızgındı, zorda kalan birinin minik oyunu güldürmüştü.  

“Sanırım anneni kızdıracağım. Ev aramaya başlayacağım. Gerçekten böyle saçma bir şey yapmak istemezdim. Ama acil ev bulmam gerekiyordu ve aklıma kardeşimle böyle bir oyun oynamak gelmişti.” Rahatlamıştı. En azından Özgür’ün karşısında rahatlamıştı. Az önceki gibi sert bakmıyordu.  

“Şaka demiştin yüzük için. O zaman böyle bir şey düşünmemiştim. Eski bir sevgiliden kurtulmak için taktığını düşünmüştüm. Neyse ki bu daha masum bir olaymış.” 

“Az önce öyle düşünmüyordun.” 

“Sen olsan normal karşılar mıydın? Nişanlı olmadığını sandığın kız arkadaşın bir anda annenin evinde nişanlısı ile karşına çıkıyor.” 

“Şoke olduğuna eminim. Çünkü seni karşımda görünce bir an hayal görüyorum sandım. Sonra bir anda küçük bilgiler birbirini tamamladı ve gerçek bomba gibi patladı.” Asiye ile Özgür’ün anne oğul olmasına halen şaşırıyordu.  

Özgür, koltukta iyice yayıldı. Yonca’yı da yanına çekti. “Hepimiz şaşırdık. Şimdi... annem evi hemen boşaltmanı istemez. O yüzden acele etmen gerekmez. Ama ona doğruları anlatmalısın.” 

“Çok utanç verici. Yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyorum.” 

“Tüm doğruları anlat. Benim kız arkadaşım olduğunu da söyle. Dur yahu, birlikte anlatırız. Biraz da o şaşırsın.” 

“Onun karşısına senin kız arkadaşın olarak çıkarsam daha çok kızmaz mı?” 

Özgür, annesinin kendisine ilk tanıdığında Yonca hakkında söylediklerini hatırladı. Kiracımı çok sevdim demişti. “Ona kartlarda nasıl görmemiş olduğunu sor, seninle uğraşmaktan vazgeçer.” 

“Fal mı bakıyor.” 

“Fal değil tarot.” 

“Fal işte.” 

“Böyle söylersen yarın seni kapının önüne koyar.” Üçü de kahkahalarla gülerken, Oytun ikisinin rahat konuşmaya başladığını görünce birasını alıp balkona çıktı. İkisinin bakışları da normale dönmüştü. Ablasının önem verdiği birinin, ablasına en az onun kadar önem verdiğini görünce keyfi yerine gelmişti.  

Özgür, baş başa kaldıklarını gördüğü için Yonca’yı biraz daha kendine çekti. Sımsıkı sarıldı. Kulağına, “Oytun’u çok kıskandım.” dedi.  

“Gerçekten mi?” 

“Evet, o kadar kızdım ve kıskandım ki orada kalsam kavga çıkartabilirdim.” 

“Kapıyı açmayınca çok üzüldüm.” 

“Elimi yüzümü yıkıyordum. Sinirlerimi yatıştırmak için biraz uzun sürmüş olmalı.” 

“Su iyi gelir derler. Doğruymuş demek ki!” 

“Çok da faydası yoktu, gerçekleri duyana kadar. Kapıda sizi görünce yüzsüzlük bu diye düşündüğümü de belirteyim.” 

“Demek öyle ha! Yüssüzzz.” 

“Kendini benim yerime koy ve öyle kız.” Şimdi rahatça gülüyor, konuşuyorlardı ama daha on beş dakika önce ikisini de kapısından kovabilirdi.  

“Tamam, tamam. Sorun yok. Şimdi asıl konuya dönelim. Annene anlatmam lazım. Çok utanç verici ama ilk günden beri yalanın altında eziliyordum. Bu da bana ders oldu. Bir daha böyle saçma işlere kalkışmam.” 

“Bence de kalkışma. Şimdi, sana niye illa nişanlıya ev verdiklerini anlatayım.” 

“İlla nişanlıya mı?” 

“Evet, evli olsan o daireyi tutamazdın. Bekar ya da öğrenci olduğunu söylesen de bir ihtimal tutabilirdin. Tarotun o gün anneme ne dediğine bağlı.” 

“Sen ciddisin!” 

“Elbette ciddiyim. Annemle babam nişanlanmışlar. İkisi de iş için İstanbul’a gelmiş iki genç bekarmış. Aynı şirkette çalışırken tanışıyorlar, âşık oluyorlar ve nişanlanıyorlar.” 

Tam araya girip aşk var mı ki, diyecekken susmuştu Yonca. Eğer aşk gerçekten varsa o da şu an kendi hissettikleri olabilirdi. Buna hâlâ isim koyamamıştı. Sevgisinden emindi, kendi hissettiklerinin adını koyduktan sonra belki açardı bu konuyu da. Özgür devam etti konuşmasına. “O zamanlar sabun işinin başında dedem var ve babamla kavgalı. Şirkette çalışmak yerine başka işlerde çalışıyor diye kızgın. Hiç yardım etmiyor. Babaannem arada kendi harçlığından para yolluyor ama o da evlenmek üzere olan çifte yetmiyor. İstanbul hep pahalı bir şehir oldu.” 

“Bilmez miyim?” 

“Bu iki âşık genç, nikahtan önce aynı eve çıkmaya, masrafları azaltmaya karar veriyor. Tabii o zamanlar bugünlerden de beter ortam. Haftalarca ev arıyorlar. Her kapı yüzlerine kapanıyor. Hep aynı mazeret. Nişanlıya ev veremeyiz...Sonunda erken nikah ile ellerine evlilik cüzdanını alıyorlar ve ilk gün istedikleri gibi bir ev buluyorlar. Babam o zaman bir söz vermiş. Kiraya vereceğim bir evim olursa mutlaka nişanlı birilerine vereceğim, demiş. Annem de aynı sözü devam ettiriyor. Ama dönem biraz daha rahat olduğu için bekar ya da öğrenci de gelse veriyor evlerini.” 

“Kiralayanlar evlenmeden boşaltıyor mu hiç evi? Ben ilk mi olacağım?” 

“Nişan atan oldu galiba. Genelde evlendiler, hatta bir iki tanesinin ev alıp başka yere taşındığını ve “Evi yeni nişanlılar için temizledik.” dediklerini hatırlıyorum.” 

“Annenin kirada kaç evi var?” 

“Bu sitenin haricinde mi?” 

“Bu site annenin mi?” Şaşkınlıkla bakıyordu Özgür’e. 

“Abartma. Hepsi değil. Arazi bizimdi. Müteahhitle daire karşılığı anlaştı. Dört blokta üçer dairesi var. Senin oturduğun sitenin arazisi de onundu. Orada da üç blokta üçer dairesi var. Anlayacağın kendisi oldukça varlıklı. Arada bana da harçlık veriyor. Market parasının üstü senin olsun diyor.” 

“Gayrimenkul zengini ilk tanıdığım kişi olarak onu hiç unutmayacağım. Dur bir dakika... kartla ödüyorsun marketi, hepsi senden gidiyor.” 

“A doğru söylüyorsun, demek ki annem beni kandırıyor. Off Yonca, bizim aramızda paranın lafı olmaz. İhtiyacım yok ama olsa emin ol her şeyini verir. O öyle bankaya para yatırmaya falan inanmaz. Sadece yeni bir yer alana kadar biriktirir parasını. Gerçi artık uğraşmıyor böyle şeylerle. Gezmeye harcıyor daha çok. Ayağını kırmadan önce bol bol geziyordu.” 

“En güzelini yapıyor. Annem de sever gezmeyi.” Annesinin Asiye Hanım ile iyi anlaşacağını söylediği zamanı hatırladı. On iki dairenin kirasını ben alıyor olsam, bir gün bile oturmam evde, diye düşünüyordu. Sonra yine kendi durumu geldi aklına. Tamam, konuşmalıydı ama ne zaman? Kontratı olduğu için daha önünde altı ayı vardı. O zamana kadar ev bulursa boşaltırdı. Bulamazsa da süreyi bitirince itiraf eder ve kaçardı. Tabii o bunları düşünürken Özgür ile ilişkisinin ne yöne gideceği konusunda hiç fikrinin olmadığı da bir gerçekti. Ya devam etmek istemezse? Ama öyle bir isteği olsa sarılır, arada saçını koklar, elini okşar mıydı?  

Özgür, “Annemi düşünüyorsun yine, düşünme.” dedi. Yonca gülümseyince de yanağını önce okşadı, sonra öptü ve “İnan bana senin takıldığının yarısı kadar takılmayacak bu duruma.” diyerek rahatlatmaya çalıştı. Oğlunun âşık olduğu kadına ne kadar kızabilirdi ki? 

“Umarım öyle olur.” 

“Yarın ona kahvaltıya gidelim. Böylece kendi gözünle gör.” 

“Olmaz.” 

“Neden? Başka işin mi var? Yarın için bana söz vermiştin.” 

“Hayır, başka işim yok. Seninle buluşacaktım zaten. Ama yarın çok erken değil mi?” 

“Yara bandını sökmek gibi düşün. Aniden ve hızlıca...” 

“Tamam. Ama yanımda olacaksın. Tuvalete bile gitmek yok.” 

“Anlaştık.” 

Balkonda hâlâ telefonla konuşan Oytun’a içeri gelmesini işaret ettikten sonra vedalaşıp evden ayrıldılar.  

 

***** 

 

Ertesi sabah binanın önüne geldiğinde ilk işi Özgür’ün telefonunu çaldırmak oldu.  

“Günaydın tatlım. Hemen iniyorum.” 

“Kapıda bekle beni.” 

“Tamam, hadi gel, asansör geldi bile.” 

“Unutma, hiç yanımdan ayrılmayacaksın.” 

“Merak etme.” 

Annesinin kapısını çalarken Yonca’nın avcundaki elinin titrediğini fark edip hafifçe sıktı. Sonra elini çekmek istediğinde izin vermedi. Zili çalmadan önce kısacık öpmüştü. Böylece rahatlayacağını sanmış ama daha çok heyecanlanmasına neden olmuştu. Kapı açıldığında annesi ikisini görüp gülümsedi. Şaşırmamış mıydı? Evet, şaşırmamıştı! 

“Hoş geldiniz. Geçin hadi.” Kapının yanına çekilip ikisinin girişini izledi. Oğlunun elinden elini kurtarmaya çabalayan Yonca’nın yanaklarının kızarmış hali çok hoşuna gitti.  

“Kusura bakmayın, böyle emrivaki yapmış gibi olduk.” Yonca ne diyeceğini şaşırmıştı.  

“Sorun değil. Biliyordum geleceğinizi. Hadi geçin, kahvaltı hazır. Hem yer hem konuşuruz.” 

Bir şey yiyebileceğini sanmıyordu. Yine de gösterilen yere oturdu. Özgür karşısına, annesi de masanın başına oturmuştu. Bir şeyler tabağına konuyor o hiçbir şeye itiraz etmiyordu. Sonunda konuşmadan yiyemeyeceğine karar verdi.  

“Size büyük bir özür borçluyum.” 

“Neden? Şu sahte nişan yüzünden mi?” 

Yonca şaşkın ve kızgın bakışlarla Özgür’e döndü.  

Özgür, iki elini havaya kaldırmış “Ben bir şey demedim.” diyordu.  

“O demedi, ben anladım. Biraz da tarotun yardımı oldu.” 

“Siz mi anladınız? Nasıl?” 

“Öncelikle nişanlı birine hiç benzemiyordun. Ne o heyecan ne de âşık bir kadının ruh hali sende yoktu. Sonra, dün akşam... kardeşin mi kuzenin mi... Oytun ile geldin ve ben ikinize bakar bakmaz anladım. Özgür’ün gelişi şaşırttı hepimizi. İkinizin tanışıyor olmanız da çok ilginç bir durum. Özgür’ün hayatında biri olduğunu bile bilmiyordum. Ben yokken çok şey olmuş buralarda.” Oğluna bakıp gülümsedi. Sonra Yonca’ya bakıp bir yandan da genç kadının elini tuttu. “Arkanızdan tarot açtım. Biliyorum, böyle şeylerle karar verilmez ama benim için yol gösterici olabiliyor. Kartlar yeni bir aşk var dedi oğlum için. Şimdi de ikiniz karşımdasınız ve sen o sahte yüzüğü takmamışsın.” 

“Anne, pes diyorum. Gerçekten pes diyorum. Senin bu kadar iyi gözlemci olduğunu düşünemezdim. Tarot kısmına tek sözüm yok.” 

“Ben... çok özür dilerim. Oytun kardeşim. Ev bulamayınca böyle bir oyun aklıma gelmişti. Sizin neden nişanlılara ev verdiğinizi dün akşam öğrendim. Gerçekten çok özür dilerim. Dilediğiniz an evi boşaltabilirim.” 

Amannn, takılma o kadar. Affettim bile. Hem zaten ben o gün, yani sizin evi tuttuğunuz gün baktığım tarot yüzünden emlakçının evi kiralamasına izin vermiştim. Hiç de yanılmamışım.” Sonra, dönüp önce oğluna ardından da Yonca’ya baktı. Kartlar doğru söylemişti. İkisinin de gözlerinden sevgileri okunuyordu.  

“Evi boşaltmamı isterseniz...” 

“Hayır, hayır şu an ihtiyaç yok. Zaten yakında işler değişir. Neyse hadi tabağındakileri didikleme de ye. Özgür, çaylarımızı doldur oğlum.” 

 

“Annenin bu kadar anlayışlı olacağını düşünmemiştim.” 

“Cin gibi kadın değil mi? Her şeyi bizden önce anlamış bile.” 

“Yine de ben onun gözünde yalan söyleyen biri olarak kalacağım.” 

“Hiç sanmam. Ne kadar utandığını gözüyle gördü. Ne yapalım bugün? Hava çok güzel. Dışarıda mı dolaşalım, kapalı bir yerlere mi gidelim?” 

“Sen benim evime hiç gelmedin. Bugün de benim evde oturalım, olur mu?” 

“Olur tabii. Böylece komşuların da nişanı attığını düşünür. Yeni bir erkek var hayatında artık.” 

“Ah bir de onlar var. Hepsi çok tatlı tipler ama kızacaklar bana eminim.” 

“Annem halleder onları, takılma sen. Yiyecek bir şeyler alalım mı?” 

“Gerek yok. Ben hallederim.” 

 

İlk kez geldiği evin her şeyini beğenmişti. Sıcak bir yuva olmuştu. Kız arkadaşlarının sık geldiğini, onda kaldıklarını biliyordu. O odaya bakmadan diğer yerleri dolaştı, yatak odasında biraz oyalandı. “Çok güzelmiş bu oda.” dediğinde Yonca gülüyordu. “Aklından bile geçirme.” 

“Artık rahat rahat aklımdan geçiririm. Hem şu saçma yüzükten de kurtuldun. Şaka maka sinirimi bozuyormuş.” 

“Bir de ben hiç sevmem öyle tek taş falan. Nişan uydurunca yüzüğü de uydurdum. Kolay ikna etmek için.” 

“Hadi çıkalım buradan. Kahve ikram et bana.” 

“Tamam, gel.” 

 

***** 

 

“Annem seninle tanışmak istiyor.” 

“Ne zaman?” 

Tepkisinin kıvırmak olacağını sanırken zamanı sorması ile Yonca gülmeye başladı. “İstemezsin sanmıştım.” 

“Sen benimkini tanıdın. Sıra bende.” 

İlişkileri neredeyse sekiz aydır devam ediyordu. Geleceğe dönük cümleler rahatlıkla dökülüyordu dudaklarından. Arkadaşlarının davetlerine birlikte katılıyor, birbirlerinin evinde kalıyor, arkadaşlarını evlerine davet edip birlikte ağırlıyorlardı. Bazen zaman yavaş bazen de çok hızlı akıyordu. Yeni yıla yaklaşırken ikisinin de işleri yoğundu.  

“Hafta sonu bana geliyor. Akşam yemeğine gelirsen tanışırsın.” 

“Tamam. Umarım sever beni.” 

“Sevmezse kaç yazar? Ben seviyorum ya yeter.” 

“Ne kadar seviyorsun?” 

“Ne kadar seviyorsun sorusunu soran bir çocuk olmana bakarsak ben de uygun yanıt vereyim buuuu kadarrrrrrrr.” Kollarını iki yana açmıştı.  

“Yetmez.” 

“Dünyalar kadar.” 

“O da yetmez.” 

“Kainat kadar.” 

“Eh, idare eder.” 

“Sen ne kadar?” 

“Henüz ölçüsü bulunamadı.” 

Vayyyyyyyyyy işte şimdi beni fena ezdin.” 

“Ezmek için söylemedim. Gerçekten nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum.” 

“Ya senin paranın peşindeysem?” Aylar önce arkadaşları ile yaptığı konuşmayı hatırlamıştı. Özgür milyoner olmasa da geliri yüksek sınıftandı. Kendisi ise babasının şirketinin çalışanı idi. Ortaklık hissesinin karşılığını eline almadığı sürece bordrolu olarak kalacaktı.  

“Sanırım paramın peşindesin. Şimdiye kadar sana ev, araba, yat ve at aldım. Mücevherleri saymadım bile. Kesinlikle paramın peşindesin.” 

“Niyetimi gizliyorum senden. En olmadık zamanda paraya ihtiyaç duyacağım, her şeyine göz dikeceğim.” 

“İhtiyaç duyduğun an ilk bana geleceksin. Elimden ne geliyorsa yapacağım.” 

“Sen beni dinlemiyorsun.” 

“Çünkü saçma şeylere takılmışsın yine. Hayır, paramın peşinde değilsin. Evet, ihtiyaç duyarsan seve seve seninle paylaşırım.” 

“Şimdi seni daha çok seviyorum.” 

“Demek ki az önce yeterince sevmiyormuşsun.” 

“Birisini her gün, bir öncekinden daha çok sevmek mümkünmüş. Ben buna hiç inanmadım biliyor musun? Daha doğrusu aşka inanmadım. Sevgi vardı ama bu kadar derin, anlamlı ve vazgeçilmez olacağına inandığım bir sevgi değildi o. Aşk ise hiç aklıma yatmıyordu. Hormonlar diyordum. Galiba sana o markette ilk gördüğüm an tutuldum.” 

“Ben de öyle. Seni görmek için o ilk haftadan sonra kaç kez markete gittim, kapıyı göreceğim rafların arasında dolaştım durdum. Saçma sapan şeyler aldığımı eve gelince fark ettiğim en az üç alışveriş var. Çarpmıştın beni.” 

“Her şeyin karşılıklı olması çok güzel.” 

 

 

Annesinin gelişi ile ilişkilerinin bir adım daha ileriye taşındığını kabul etmişti. Çünkü Özgür annesine direkt, “Nazan Anne” diye hitap etmişti. Annesi mi Yonca mı daha çok şaşırmıştı bilemiyorlardı.  

“Evlenmeye mi karar verdiniz?” diye sormuştu Özgür gittikten sonra. 

“Konusu bile geçmedi. Yani, evet iş ciddiye gidiyor. Gelecekten, ortak kararlardan, birlikte yapmak istediklerimizden bahsediyoruz ama evlilik lafı geçmedi.” 

“İlginç bir çocuk. Belki de oldu bittiye getirip nikahı yapacak.” 

“Şaşırmam. Annesi de ilginç bir kadın. Tarot kartlarında her şeyi gördüğünü iddia ediyor. Beni ve Özgür’ü de görmüş. Hem de...” 

“Yalandan Oytun’la nişanlandığın zaman mı?” 

“Hatırlatma. Çok kötüydü. Asiye Hanım olgun davrandı da sorun olmadı.” Annesine her şeyi anlattığında kadının tansiyonu fırlamış, “Benim kızım nasıl böyle yalanlar oyunlar oynar?” diye söylene söylene akşamı etmişti.  

“Kulaklarıma inanamadım. Umarım son olmuştur.” 

“Merak etme, bir daha öyle bir rezillik yapmayacağım.” 

“İyi edersin. Özgür’ü sevdim. Sana bakışını da sevdim.” 

 

“Marketteyim.” 

“Ben de park ediyorum arabayı. Hangi reyon?” 

“Bakliyattayım henüz. Hadi gel.” 

“Geldim bile.” 

İki araba ile rafların arasında dolaşıp bir yandan günü konuşup bir yandan da ihtiyaçlarını alıyorlardı.  

“Yılbaşı programında değişiklik yok değil mi?” 

“Yok. Benim evde toplanıyoruz. Sen öğlen geliyorsun. Son hazırlıkları birlikte tamamlıyoruz. Akşam da hep beraber yeni yıla giriyoruz.” 

“Tombala oynayacak mıyız?” 

“Sizin rutininizmiş ya, elbette oynanacak.” Melike ve Gizem ile her yılbaşı tombala oynar kazanan kaybedenlere yemek ısmarlardı. Her seferinde kazanan, “Yahu kaybeden değil miydi yemek ısmarlayan, bizde niye ters işliyor bu kural?” der ama yemeği de ısmarlardı.  

“Bazı yıllar dışarıda kutluyorduk. Sonra yine eve gelip tombala ile geceyi bitiriyorduk. Geçen sene ben kazandım. Kızları boğazda rakı balık yemeğe götürdüm.” 

“Kazandın ve yemek ısmarladın. Siz ne tuhafsınız be.” 

“Aman o kısmı hiç karıştırma. Niye böyle bir şey yaptığımızı biz bile bilmiyoruz.” 

“İnsanın aynı şeyleri yapmaktan zevk aldığı arkadaşlarının olması çok güzel. Bu arada nefis bir tombala seti aldım. Verdiğim parayı duysan ağzın açık kalır.” 

“Ahşap olanlardan mı aldın?” 

“Evet, hemen eskimesin, uzun yıllar kullanırız.” Yine geleceğe dönük bir cümleydi. Hem çok hoşuna gidiyor hem de fazla klasik bir insan olduğunu anlıyordu. Evlenmeyi neden bu kadar istediğini düşündü. Sonra fark etti ki istediği evlenmek değil, Özgür ile evlenmekti. Aslında çok rahatlıkla birlikte yaşayabilirdi. Ailesinin bu yaştan sonra karışmayacağını biliyordu. Zaten haftanın yarısı birinin diğer yarısı diğerinin evinde geçiyordu. Fakat onun kendisine ait olduğunu herkesin bilmesini istediğini fark ediyordu.  

Sahiplenme duygusunun bu kadar geliştiğini, bencillik boyutuna ulaştığını anladığında neden milyarlarca insanın evliliğe inandığını da anlamıştı.  

Düşüncelerinden sıyrıldığında çikolata reyonundaydılar. Vişneli çikolatasının yerinde koca bir boşluk vardı. Bir tane bile yoktu rafta. Evdekileri düşündü. Bu haftayı idare edecek kadar evde olmalıydı. 

“Hiç kalmamış!” 

“Ne hiç kalmamış?” 

“Çikolatalarımdan.” 

“Benim evde sanırım iki paketin var. Yenisi gelene kadar idare eder seni.” 

“Yılbaşı üstü bu kadar rağbet görmesi normal tabii. Benim evde de en az üç paket var. Niyeyse panik oldum bir an.” 

“Olmasaydı başka marketleri dolaşırdık. Sonraki gelişimize kadar yeter de artar evdekiler.” 

“Haklısın.” 

Sonraki durak sabunların reyonuydu. Özgür elinden tutup, “Boş ver, bu hafta almasan da olur.” dedi.  

“Haklısın daha idare eder. Niye acaba yıl sonunda her şeyi yedekleme ihtiyacı duyuyorum. Sanki yeni yılda bunlar satılmayacakmış gibi.” 

“Tuhaf düşüncelerin var. Satılacaklar merak etme. Hem de bir sürü yeni ürün raflara çıkacak.” 

“Eminim öyle. Benim liste tamam. Senin var mı daha alacağın?” 

“Bakayım kalmış mı bir şeyler?” Telefonundaki alışveriş listesini kontrol etti. Market listesini tamamlamıştı.  

“Hadi kasaya...” 

 

Yılın son günü gelmişti. Şirketi bir gün önceden tatile soktukları için Yonca evde hazırlanmış, akşam için yapılacakların malzemelerini önceden Özgür’ün evine taşımıştı. Asiye Hanım da yardıma gelecekti. Akşam sekiz gibi de arkadaşları gelmiş olurdu. Tahminen yirmi kişi olacaklardı. Vücudunu sıkı sıkı saran pantolonunun üstüne manşetlerinde ve yakasında minicik kırmızı boncukları olan transparan gömleğini içine de büstiyerini hazırlamıştı. Makyaj malzemelerini ve parfümünü de çantasına koyduktan sonra poşetleriyle birlikte Özgür’ün evinin yolunu tuttu.  

Kısa bir sarılmanın ardından hemen mutfağa girdi. Asiye hanımla birlikte akşam için bir sürü yiyecek hazırladılar. Özgür de onlara yardım ediyor, bazen bir şeyler doğruyor, bazen yıkıyordu. Gelenlerin de getirecekleri ile herkese yetecek kadar yiyecek olacağından emindiler. Nihayet öğleden sonra dört olduğunda fırındakilerden başka yapılacak iş kalmamıştı.  

“Ben eve iniyorum. Biraz dinlenmem lazım.” 

“Sekizden önce gelmeyi unutma. Ev sahibi sayılırsın.” 

“Gelmesem. Siz gençler eğlenin işte.” 

“Hayır, sensiz olmaz.” İkisi de itiraz etmişti. Asiye Hanım, içinden, yer kaçarım diye düşünüp başıyla onayladı. “Gelirim. Yarım saat sonra fırını kontrol etmeyi unutmayın. Salatayı sakın erken hazırlamayın.” 

“Tamam anne, merak etme. Her şey yolunda.” 

“Tamam, ben biraz uyurum. Akşama görüşürüz.” 

Annesinin ardından kapıyı kapatır kapatmaz Yonca’yı kolundan tutup kendisine çekmiş, uzun uzun öpmüştü.  

“Bir ara dayanamayıp mutfakta öpecektim seni.” 

“Dayanamasaydın annen kafana tavayla vurabilirdi.” 

“Korkum oydu. Yoruldun. Hadi sen de uzan istersen.” 

“Birlikte uzanalım. Hem ne demişler? Son gün neler yaparsan tüm yıl onları yaparmışsın!” 

“O saat on ikide değil miydi?” 

“Benim söylediğimin doğru olmadığını ispatlayacak bir belge var mı?” 

“Aramam bile öyle bir belgeyi. Hadi uzanalım da yeni yılımız çok güzel geçsin.” 

Telefonun saatini yarım saat sonraya kurup yatak odasına geçtiler.  

 

Saat yedi olduğunda hazırdı Yonca. Aynada yüzünü son kez kontrol etti. Her şey tamamdı. Salona gittiğinde kendisini çok şık bir yılbaşı sepeti bekliyordu. Yanında da Özgür duruyordu.  

“Benim mi?” 

“Evet. Hem de her biri senin için özel yapıldı.” 

“Özel mi? Merak ettim. Açabilir miyim şimdi?” 

“Evet.” 

Sepetin içinde bir sürü yeşil kağıt ve kırmızı kurdele ile paketlenmiş hediye vardı. İlkini eline aldı. İçinde likit bir şey olduğunu anlayınca yavaşça açtı kurdeleyi. Sonra kağıdı parçalamadan açtı. Özgür o yavaş hareket ettikçe heyecandan yerinde duramıyordu.  

Nihayet ilk paketi açtığında elinde Özgür’ün firmasının lavanta kokulu şampuanı vardı. Kapağını açtı ve kokuyu içine çekti. İşte eski koku geri gelmişti. Yüzünde büyük bir memnuniyet ile sevdiği erkeğe baktı. “Çok güzel kokuyor.” 

“Senin teninde daha da güzel kokacak.” 

İkinci paketten duş jeli çıktı. Üçüncüden sıvı, dördüncüden katı sabun çıkınca gülmeye başladı.  

“Çok ucuza gelmemiş mi bu hediyeler. Bir an benim hediyemin basit kaldığını düşünmüştüm.” 

“Sen tüm formülün yeniden hazırlanmasına ucuz mu diyorsun. Sırf sen farklı marka kullanma diye yaptığım masrafı duysan aklın şaşar.” 

“Vayyy, böyle söyleyince de benim hediyem basit kaldı.” Özgür çok iyi bir satranç oyuncusuydu. Yonca’ya da öğretiyordu. Ona sedef kakmalı gümüş taşlı bir takım almıştı.  

“Kalmaz kalmaz. Beğendin mi?” 

“Bayıldım. Gerçekten çok güzel kokuyor. Çok beğenileceğinden eminim.” 

“Son paketi açmayacak mısın?” 

“Onu anladım. Benim çikolatadan koymuşsun.” 

Özgür ne diyeceğini bilemedi. Zorla paketi açtırmak için bir şeyler düşünürken aklına viski geldi.  

“Birer kadeh viski ile çikolatanı benimle paylaşır mısın?” 

“Seve seve.” 

Kadehlerle yanına geldiğinde hâlâ şampuanı kokladığını görüp mutlu oldu. Kadehleri önlerindeki sehpaya koydu. Yonca’nın hediye paketini yine yavaşça açışını izledi. Paketten çıkan çikolataya aynı sabrı göstermemiş arkasını çevirip yapışkanından hızlıca açmıştı. İçindeki folyo ile dış ambalaj arasındaki kâğıdı son anda fark etmişti. Kucağına düşen kâğıdı önce ürüne ait bir açıklama sanmıştı. Sonra adının yazılı olduğunu fark etmişti.  

“Yoncam,  

Senin için bir ömür çikolata raflarını boşaltmak istiyorum. Çikolatalarını benimle ve çocuklarımızla paylaşır mısın? 

Yonca, yazılanları tekrar okurken yazıların birbirine girdiğini fark edip başını kaldırdı. Yazılarda sorun yoktu, onun gözleri dolmuştu. Özgür’ü de bulanık görüyordu. Yüzündeki beklenti dolu ifadeyi çözdüğünde yanıt vermediğini fark etti.  

“Paylaşırım. Elbette paylaşırım. Bir ömür seninle her şeyimi paylaşırım.” 

 

Önce Asiye hanıma söylediler evlenme kararlarını. Onun sevinçle dans edişini izlerken çalan kapı ile arkadaşları da kutlamalara katıldı. Gece geç saatlere kadar süren eğlence unutulmazdı. Unutulan bir şey vardı... O gece kimse tombala oynanmadığını fark etmemişti.  

 

 

SON 

 

2022 yılbaşı hikayesinde tombala oynayalım mı? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder