14 Şubat 2021 Pazar

 




   Satır Arası Aşk 

 

 

"Kapıdan şöyle genç, yakışıklı, zengin, havalı biri girse, beni görüp çarpılsa, sonra aramızda büyük bir aşk doğsa... fena mı?" 

“Seni mi görecek? Belki beni görür.” İki güzel tezgahtarın ayak üstü yaptığı ve sonra da güldüğü sohbet, yabancı kulaklara ulaşmıştı.  

Kapıdan giren genç adam, duydukları ile şoke olmuştu. Zengindi, gençti ve çevresinin söylediğine göre de yakışıklıydı. Ama tüm bunlara sahip diye genç kadınların ağına düşecek değildi. Üstelik iki kadının da uzun boylu, ince vücutlu, olması gereken yerlerde yuvarlak hatlara sahip olmaları da fikrini değiştiremezdi. Benzer hatalardan ders çıkartmıştı. Böyle kadınların amaçları belliydi. Artık mümkün olduğunca bu tip insanlardan uzak durmaya çalışıyordu.  

Daha yakın olmalarına rağmen kadınlardan kaçarcasına uzaklaştı. Mağazanın diğer ucundaki başka bir tezgahtara yöneldi. Tek katlı ama büyük bir mağazaydı. Öğrendiğine göre de son yılların ses getiren markalarından biriydi. Üniformalı tezgahtar –ki bu son yıllarda görmediği bir uygulamaydı- yüzünde geniş bir gülümseme ile yanına yaklaştı. “Size nasıl yardımcı olabilirim?” 

“Sizden alınmış bir gömleği değiştirmek istiyorum.” 

“Değişim kartı var mı?” 

“Evet, içinde.” 

“Tamam, ben ilgileneceğim. Sizi bu arada kısa süre bekleteceğim.” Poşetin içinden kutuyu, kutudan da lila rengi gömleğin üstündeki değişim kartını çıkarttı.  

“Bedeni mi uymadı?” Genç adamı alıcı gözlerle inceledi. Uyması gerektiğini düşünürken adamın şaşkın bakışları ile karşılaştı.  

“Rengi...” O rengi giyebileceğini nasıl düşünmüştü? Mor giyecek bir erkek miydi? Tamam, arada o da yazlık bir iki renkli tişört giyerdi ama onun renkleri siyah-beyaz ve lacivertti.  

“Ama bu renk gözlerinize çok yakışacaktır. Lila rengi mavi gözlülerin vazgeçilmezi olmalı.” Genç kadın bunları söylerken adamı alıcı gözüyle inceliyordu. Çok güzel mavi gözleri vardı. Siyah saçları, esmer teni ile bir araya geldiğinde çarpıcı bir güzellikti.  

Genç adam kadınların tepkilerine alışkındı ama burada biraz fazla mı rahattı personel? Mağaza müdürüne şikayet mi etseydi? Abarttığına karar verip kendi sorununa yoğunlaştı. “Mavi gözlü kadınların giymesinde hiçbir sakınca yok. Ama ben beyaz ile değiştirmek istiyorum.” Sesi otoriter çıkınca tezgahtar kızın da yanıtı gecikmedi. “Elbette. Hemen hallediyorum.” 

Genç kadın yüzündeki gülümsemeyi değiştirmeden gömleklerin olduğu yere yöneldi. Bu yakışıklıyı arkadaşlarının nasıl olup da görmediğini düşünüyordu. Meslek icabı alışkınlardı güzel erkek yüzlerine ve vücutlarına. Yine de fazlasına bakmaktan zarar gelmez, diyerek gömleklerin olduğu tarafa yöneldi.  

Kapıya yakın olan ikili konuşarak yaklaşıyordu. Kartal, görebildiği üç kadın tezgahtarın da benzer fiziklere sahip olduğunu ve aynı üniformaları giydiğini gördü. Kesinlikle özel seçilmişlerdi. Manken olarak podyuma çıksalar asla sırıtmayacaklardı. Genç kadınlar konuşarak kendisine doğru geliyordu. Konu değişmemişti. 

“Nasıl fikir, hamilelik?” Bir iki santim daha uzun, ipek gibi saçları basit bir şekilde sırtına doğru yönlendirilmiş siyah kalem eteğin üstüne somon rengi gömlek giymiş olan hararetle konuşmaya devam ediyordu. Fikrini savunduğu belliydi. 

Aynı eteğin üstüne gümüş rengi aynı model gömlek giymiş, koyu göz makyajı ile gözlerinin güzelliğini ortaya çıkartmış olan diğer kadın arkadaşına fikrin olumsuz yanlarını anlatmaya çalışıyordu. “Ama hamilelik hem kolay değil hem de adam o kadar varlıklı ki, hamileliği sırf parası için gerçekleşmiş bir tuzak olarak görecek.” 

Yeşil gözlü cadı ise haklılığını ispatlama derdine düşmüştü. “Önemli olan erkeği bunun aksine inandıracak sahneleri yaratmak. Aşka inanmasını sağlamak. Böylece eninde sonunda o ‘istenmeyen’ hamilelik evlenme teklifinin yolunu açacak. Mutlu sonnnnnn.” 

 

Duydukları ile neredeyse midesi bulanacaktı. Bu kadar basit düşünen birisini yakından ilk kez görüyordu. Benzer bir ilişkiyi yaşamıştı. Hamile kaldığını söyleyen ama bir hafta sonra regl olunca foyası ortaya çıkan, doktor kontrolünden kaçan eski sevgilisini unutmuyordu. Başkalarından da benzer tuzakların kurulduğunu çok duymuş, hatta bazı arkadaşlarının başına benzer olaylar gelmişti ama bu kadar çirkin planlarını bu kadar rahatlıkla anlatan birine rastlamamıştı.  

Genç kadının bu büyük özgüveni güzelliğinden geliyor olmalıydı. Gerçekten manken gibiydi. İnce uzun bir vücut, buna uyan güzel bir yüz, koyu yeşil gözler, hafif belirgin elmacık kemikler ve rujla daha da dolgun gözüken dudakları ile çok güzel bir kadındı. İstemsizce ellerine ve bacaklarına da baktı. İnce uzun ve bakımlı eller, beş santim kadar topuklu ayakkabılar içinde ince uzun ayaklar ve muntazam baldırlar ile her erkeğin aklını başından alacak bir kadındı.   

Tezgahtarların üstündeki kalem etekler ve aynı model, farklı renk gömlekler çok şık duruyordu ama bu kadında başka bir hava yaratıyordu. Taşımak buydu galiba. Yüzünde de tanıdık bir ifade yakalamıştı. Birine benzetiyor olmalıydı.  

O sinirle beklerken iki kadın konuşarak arka tarafa doğru uzaklaştı. Kendisi ile ilgilenen tezgahtar elinde gömlekler ile yanına yaklaşırken yüzündeki sinirli ifadeyi görüp durakladı. Sonra hafif bir omuz silkmesi ile yanına geldi. Fazla bekletmemişti ama adamın asabi bir tarafı olduğunu anlayacak kadar hareketlerinin farkındaydı.   

“Beyaz konusunda farklı fikirlerimiz var. O nedenle üç ton arasında karar verebilirsiniz.” 

Kadının yüzüne bile bakmadan ortadakini işaret ederek yanıtladı. “Düz, bilindik beyazı istiyorum.” Bir an önce çıkmalıydı buradan. Böyle insanların olduğu yerden uzaklaşmalıydı. Sanki tüm tuzak onun için kurulmuş gibi hissediyordu. Tezgahtarın sesi sinirini yatıştırmak için ayarlanmıştı. “Tabii, hemen hazırlıyorum.”  

 

*****  

 

Yeliz, genç adam çıktıktan sonra başka müşteri olmadığını görüp hemen arka odaya gitti. “Az önceki adamı gördünüz mü?” 

Gökçe, “Biri vardı ama bakmadık yüzüne. Kimdi o? Tanıdık biri mi?” diye sordu. O sırada aklı o kadar başka yerlerdeydi ki, müşteriye ayıp ettiğini kabul etti.  

“Hayır, tanımıyorum ama çok yakışıklıydı. Simsiyah saçlı, masmavi gözlüydü. Hafif esmerliği ile çarpıcı biriydi.” 

Zuhal gülerek Gökçe’nin omuzuna kalçası ile vurdu. Ekranı göstererek, “Bak, sana yazılacak bir tip de çıktı. Bizimki beğendiğine göre, herkes beğenir.” dedi. 

“Tüh, keşke ben de görseydim. Fakat bu hikâyenin tipi belli, Zuhal. Onları kullanacağım. Yakışıklıyı sonra değerlendiririm. Kafamda canlandırırım artık, esmer mavişi.” 

Yeliz, “Kameralardan bakarsın. Göz rengini katalogdan gösteririm ama tipini görmen lazım. Çok yakışıklıydı.” 

“Ah boş ver, nasılsa bir daha görmeyeceğim, kendim yazarım tipini. Bu arada ne aldı? İyi bir satış yaptın mı?” 

“Değişime gelmiş. Lila gömleği beyazı ile değiştirdi. Klasik biri yani.” 

“Mavi gözlüyse lila ona çok yakışırdı.” 

“Aynı şeyi söyledim ama dinlemedi. Dedim ya, klasik biri. Sevgilisi bozulacaktır.” 

“Ne biliyorsun sevgilisinin aldığını? Karısıdır belki.” 

“Yüzük yoktu. Oradan çıkarttım. Hem karısı olsa adamın lila giymediğini, tiksinerek paketi uzatacağını bilirdi.”  

Gökçe gülerken bir yandan da gözü kapıyı gösteren ekrana takıldı. Müşteri girmişti içeriye. Ekranı gösterdi. “Hadi siz çalışın kızlar, benim biraz işim var.” Kızlar onun bu durumuna alışkındı. Yaratıcı olan oydu. Sattıklarını çizen, hikâyeler yazan biri olduğu için arka oda onun ek iş alanıydı.  

Hikâye mi çizim mi?”  

Hikâye diye gelmiştim ama Yeliz’in anlattıkları beynimde bir şeyler uçuşturdu. Önce çizeceğim.” 

“Hadi çekilelim huzurundan da döktürsün yine. Bu kadın bu fikirleri nasıl buluyor hiç anlamıyorum. Ben de dinledim seni Yeliz. Aklıma asla bir şeyler çizmek gelmiyor.” 

“Ben adamı canlı kanlı gördüm, çizecek olsam sadece onun yüzünü çizerdim. Bu kız deli.” 

Onlar kendi arasında konuşurken Gökçe çoktan çizim masasının başına geçmiş bir yandan gülüyor bir yandan da kalemlerini seçiyordu. Hem iş arkadaşları hem de ortağı olan kızlarla iş her zaman eğlenceli oluyordu.  

 

*****  

 

İki saat sonra Zuhal ile ekranın önünde oturuyordu. Arkadaşı yazacağı konunun notlarına bakıp burun kıvırdı. "Ne yani, sen şimdi bu klişe konuyu mu yazacaksın?"  

Gökçe, bıkkın bir şekilde arkasına yaslandı. "Konu bulamıyorum. Biliyorsun yazmayı seviyorum ama her şey yazılmış gibi geliyor. İnsan ne yazacağını şaşırıyor. Onlarca hikâye yazdım. Kendimi tekrarlamaktan korkuyorum." 

"En iyi konu bildiğin konu, derler. Ya dediğin gibi bir şey yaz ya da otur araştır başka bir konuyu al kaleme. Ya da ..." 

"Deme, onu deme. İşimi yazmak istemiyorum. Çünkü anmak istemiyorum. Araştırmaya da vaktim yok. Hafta sonu hikâyeyi yollamam lazım, okuyucuya söz verdim." 

"Yollamazsan ne olur? Ceza mı kesilir?" 

"İlgisi yok. Sadece okuyucuma söz verdiğim için acele ediyorum." 

"Anladım. Tamam, o zaman bunu yaz. Bu da mesleğin, bildiğin konu. Sonunu düşündün mü?" 

"Mutlu son elbette." 

"O da klişe. Aman, tamam, bakma öyle. Aslında mutlu son iyidir. Şu ara her filmde olduğu gibi karakterlerden birini öldürme de, ne yazarsan yaz." 

"Ben ilk iki filmden sonra sonunu öğrenmeden sinemaya gidemez oldum. Hüngür hüngür ağlıyorum filmden sonra. Niye bize eziyet ediyorlar, anlamıyorum." 

"Sonunu bilerek sinemaya mı gidiyorsun?" 

"Sen Titanic'i izlemeye gittiğinde sonunun değiştiğini mi sanmıştın?" 

"Vayyyy, sert oldu." Kahkahalarla gülerken tekerlekli sandalyeyi geri itip masadan uzaklaştı.  

Genç kadın ekrana bakarken bir yandan da arkadaşını üzdüğünü düşünüp gönlünü almaya çalıştı. "Canım, sert olsun diye demedim. Sonuçta ben romantik komedi yazan filmden, ayaklarım yerden kesilmiş şekilde ayrılmak isterim. Aşkı yazıp yazıp sonra birini öldürüyorlar. O zaman da benim içimde bir şeyler ölüyor. Mutlu sonları seviyorum." 

"Ama hayat da böyle. Erkenden ölenler, hastalıkla boğuşanlar, bir araya gelemeyenler...Hepsi hayatın gerçeği." 

"Hayattan kopmuyorum. Sadece mutlu olmak için gittiğim bir aktivitede mutsuz olmak istemiyorum. Dram desinler, dram izlemeye gideyim. Beni kızdıran tarafı bu. Komedi denilip insan ağlatılır mı?" 

"Peki, anladım. Eee şimdi sen bu konuyu yazacaksın. Hatta kurgulamışsın çoğunu. Sonra ne olacak?" 

"Düşünsene, adam çok zengin, kız tezgahtar. Bu aşkın oluru ilk bakışta yok. Ama ben öyle bir karakter sahneleyeceğim ki adamın aşık olmaktan başka şansı kalmayacak." 

“Tamam, o kısmı anladım. Kız hamile kalacak, adam bunu tuzak sanacak. Onu da anladım. Kız, adamı sevdiğine onu nasıl ikna edecek?” 

“O da finale kalsın.” 

“Daha düşünmedin değil mi?” 

“Hayır. Şu ara tıkanıklık yaşıyorum. Konu bulmak da final bulmak da zorluyor artık beni.” 

“Ne demişler, her yiğidin yoğurt yiyişi ayrıdır. Sen de hikâyelerini kendine göre yazıyorsun. Aynı konuyu evirip çeviriyor, biraz daha tat katıyorsun. Bu durumda, daha önce yazdıklarından bile yeni konular yazabilirsin. Sana güveniyorum.” 

“Demesi kolay. Ben de bana güvenmeliyim. Neyse, Yeliz’i yalnız bıraktık. Sen yardım et. Ben de bir iki sayfa yazıp geliyorum.” Ekrandaki notlarına baktı ve boş bir sayfa açıp yazmaya başladı. Gözlerinin yorulduğunu fark ettiğinde on sayfa kadar yazmıştı.  

 

*****  

 

Kartal, değiştirdiği gömleğini askıya asarken duyduğu konuşmalar aklına takıldı yine. “Ne tuhaf insanlar var. Resmen zengin koca peşindeler. Hiç mi aileleri bunları terbiye etmiyor?” Kendi kendine gülmeye başladı. Babasından çok annesi gibi konuşmaya başlamıştı. İkisini de çok özlediğini fark etti. Telefonu eline alıp annesinin numarasını tuşladı.  

“Ne haber, hayırsız?” 

“Arasam kabahat, aramasam kabahat. Nasılsın annem?” 

“İyiyim oğlum, babanla uğraşıyorum işte.” 

“Ne yapıyor yine?” 

“Ne yapacak, beni delirtiyor. Arıcılığa merak sardı.” 

“Arıcılık mı? O da nereden çıktı?” 

“Sıkılıyormuş. Kursa başladı, arıcı olacakmış.” 

Oooo kurs falan. İyi bakalım, biraz başından çekilsin sen de dinlen.” 

“Maymun iştahlı oğlum. Bak şimdi, kursa başladı, kovanları, arıları, kraliçesi, malzemesi derken dünya masraf da yapacak. Sonra sıkılıp bırakacak.” Babası bir şeyi öğrenene kadar tüm ilgisini o konuya yöneltir, öğrendikten sonra başka bir şeye merak sarar ve eski hobisini unuturdu. Annesi kırk yıllık kocasını çok iyi tanıyordu.  

“Kim sıkılacakmış. Bal alacağım onlardan balll. Sana da vermeyeceğim.”   

Arkadan gelen sesle gülmeye başladı Kartal. “Sesi iyi geliyor.” 

“İyi iyi, gün geçtikçe toparlıyor. Abin de aradı az evvel. Yengenin hamileliği sorunlu gidiyor. Düşük olacak diye çok korkuyorlar. İnşallah bu kez tutunacak ve hepimiz rahat nefes alacağız.” İlk bebeklerini henüz hamile olduğunu bile öğrenmeden kaybetmişlerdi. İkinci bebek henüz üç aylıktı ve tehlike geçmemişti.  

“Umarım, rahatça doğar.” 

“Prensimin pabucunu dama atmak yok.” En büyük oğlunun oğlu olmuştu. Annesi torununu sık görebilmek için onlara yakın bir yere taşınmıştı. Şimdi ikinci torun yoldaydı. Ortanca oğlunun bebeğini de büyük heyecanla bekliyordu.  

“Sen atma da biz zaten atmayız. Yeğen sevmek güzel oluyor.” Kartal, cümlesi biter bitmez dilini ısırdı. Neyin geleceğini biliyordu.  

“Yeğen seveceğine kendi çocuklarını sev artık.” Açık davetiyeyi verdiği an annesi fırsatı kaçırmamıştı.  

Kartal, bir yandan ne diyeceğini düşünürken bir yandan da kafasına vurup duruyordu.  

“Bu devirde düzgün kız bulmak zor anne. Herkes para avcısı.” 

“Ay ukala. Herkes değil işte. Yengelerine bak. Onlar gibi birini bul. Dur ben onlarla bir konuşayım, şöyle eli yüzü düzgün bekar arkadaşları var mı...” 

Anneeee, hayır. Ben öyle bir şey istemiyorum. Tamam, bak etrafıma alıcı gözle bakacağım.” Aklına tezgahtar kadının gelmesi normal miydi? Etrafına alıcı gözle bakacak ve onun gibi olmayan birini bulacaktı.  

“Söz mü?” 

“Söz. Ama sen de o zamana kadar kapatıyorsun bu konuyu.” 

“O zaman ne zaman?” 

Hâlâ öğrenememişti bu kadına kelime oyunu sökmüyordu. Anında açığını yakalıyordu. “Bulduğum zaman anne, inan bulduğum zaman...” 

Arkadan babasının, “Rahat bırak çocuğu, o bari yakmasın başını.” demesi ile annesinin yeni hedefi babası olmuştu. Çaktırmadan vedalaşıp kapattı telefonu.  

Haklıydı. Kızların artık aşkla sevgiyle işleri yoktu. Zengin koca peşinde koşuyorlar, yaşına, tipine de bakmıyorlardı. Sonra da o kocaları başkaları ile aldatıyorlardı. En yakın arkadaşının babası, kırk yaş küçük biri ile yaptığı evlilikten büyük bir servet kaybı ile kurtulmuştu. Tabii buna kurtulmak denirse. Sonra omuz silkerek mutfağa yürüdü. Ne de olsa kendi düşen ağlamaz demişler. Uyanık olacaklar, servet avcılarından uzak duracaklardı... 

 

*****  

 

Moda Haftası’nın tüm davetiyeleri bir müşterisi tarafından kendisine hediye edilmişti. Geçen yıl da aynı hediyeyi almış ama erkek başıma ne işim olur diyerek gitmemişti. Bu sene de aynı kabalığı yapamayacağını düşündüğü için en azından açılış defilesine katılmaya karar verdi.  

Kartal, yanında güzel bir kadın götürmesi gerektiğini düşündüğü için iki hafta önce tanıştığı, iki üç kez yemeğe çıktığı Pınar'ı davet etti. Aslında tek gitmeyi tercih ederdi fakat söz ağızdan çıkmıştı bir kez. Sonra nasıl kurtulacağını düşündüğü biri ile fazla görüşmenin ne anlamı vardı? Kızı çekici bile bulmuyordu. Zaten son zamanlarda kimseyi çekici bulmuyordu.  

Evinden almak işine gelmediği için taksi parasını ödeyeceğini söyleyip İstanbul Kongre Merkezine gelmesini istemişti. Şimdi de kapının önünde sap gibi dikilmiş, yarım saat geç kalmış genç kadını bekliyordu. Defile başlamak üzereydi.  

Önünde duran taksiden inenlere bakarken güzel bir genç kadının oldukça cüretkâr bir yırtmaçla kaldırıma adım attığını fark etti. Hemen herkesin dönüp baktığı genç kadının ardından kısa boylu, kilolu, babacan gülüşlü bir erkek indi. Uzun boylu kadını bir yerlerden gözü ısırıyordu. Yanındaki adamın koluna girip gülerek binaya giren kadının bir iki ay önce gömleğini değiştirdiği yerdeki kadın olduğundan emindi. Elbette gözü oradan ısırıyordu. Yanındaki adam zengin miydi acaba? Üstündekilerin kaliteli olduğu uzaktan bile anlaşılıyordu. Niye taksi ile geldiğini düşünürken, dönüş trafiğini hesap ettiğinde karar kıldı.  

Kadın dediğini yapmıştı. Tek farkla. Yakışıklı biri yerine babası yaşında birini bulmuştu. Her ikisinin de üstündeki kıyafetin on binlerle ifade edilecek etiketleri olduğunu biliyordu. Uzun tuvaletin altında çok şık uzun topuklu ayakkabıları ile soğuğa meydan okuyordu. Yukarı doğru tekrar süzmeye başladığında genç kadının da ona baktığın fark etti. İzlendiğini anlamış olmalıydı. Sonra umursamaz bir hareketle başını çevirip yanındaki yaşlı adama eğilerek bir şeyler söyledi ve kırmızı halının üstünde poz vererek yürümeye devam etti.  

Taksiden inen Pınar’ı gördüğünde rahat bir nefes alıp sinirlendiğini belli etmeden önce şoföre parayı sonra da genç kadına kolunu uzattı. Dilini de tutabilse, “Neredeyse sensiz giriyordum.” demese iyi olacaktı.  

Pınar, defile boyunca suratını asmış, yanında sevimsiz bir şekilde oturmuştu. Bu tavrın sonra özür hediyesi olarak geri döneceğini sanan basit bir düşünce yapısı vardı Pınar’ın. Daha önce de basit bir yanlış anlamayı uzatmış, güzel bir yerde yemek ile biraz gülümsemişti. Bu kez avucunu yalayacaktı. Olay çıkartmayacağını bilse yanından kovacaktı. Tahmin edemeyeceği kadar zor katlanıyordu kadına.  

Pınar surat astıkça Kartal, onun bu tavrını fırsat bilip gözleri ile etrafı taramış, aradığını da bulmuştu. İkili ya mankenlere ilgi ile bakıyor ya gülümsüyor ya da kendi aralarında hararetli bir konuşma gerçekleştiriyordu. Çok eğlendikleri belliydi. Genç kadının arada yaşlı adamın kolunu tutması sinirine dokunmaya başlamıştı. Böyle bir şeyi sırf para için yapmak... Babası yaşında biri ile birlikte olmak. Bir de başını omzuna mı yaslamıştı? Gerçekten seviyor olabilir miydi? Sonra kadının konuştuklarını hatırladı. Bir an sonra ise kendinden şüpheye düştü. İki kadın vardı. Yeşil gözlü olanın konuştuğundan emindi. Emin miydi? Sesini duymuştu ama hangisinin konuştuğundan emin olmalıydı. Hem zaten neredeyse iki ay geçmişti. Zihni ona oyun oynuyor olabilirdi. Ya diğeri ise konuşan? Mutlaka sesini duymalıydı. Tanıyacağından emindi.  

Podyumdaki mankenlere kısa sürelerle bakıp ikiliyi izlemeye devam etti. Defile bittiğinde herkes mini partiye davetliydi. Açılış defilesinin özelliği olarak davetiyelerde belirtilmişti. Pınar’a katlanması gereken bir on dakika daha olarak düşündü. O süre içinde genç kadına yakın bir yerlerde olmaya çalışacaktı. Beyni sürekli çalışıyordu. Madem para için kendini satacak biriydi o zaman onunla oynamak keyifli olacaktı.  

Pınar da öyle değil miydi? Bu kadınların neyi var, diye düşündü. Neden gerçek duygular yerine böyle sahtelerinin peşine takılıyorlardı? Acaba bunu yapmalarına neden olan geçmişleri miydi? Hemhal olmak şu an yapacağı bir şey değildi. Biri kolunda, biri karşısında iki örnek varken onların çocukluklarına inmeyecekti.  

 

Gökçe, defilenin başından...hayır, taksiden indiğinden beri üzerinde olan gözleri yine yakalamıştı. Genç, yakışıklı, esmer, mavi gözlü, beyaz gömlekli... Tanımıştı elbette. Çünkü Yeliz’in o gün ısrarla gösterdiği lila gömleği değiştiren adam buydu. Aslında emin olmak için yarın yine bakmaya karar vermişti. İyi de niye kendisine dik dik bakıyordu? Beğeni dolu bakışlara alışkındı. Böylesi tuhaftı. O adama ne yapmış olabilirdi ki? Üstelik yanındaki kadının da yüzü asıktı. Herhalde atışmışlardı. Belki de kendisini başkasına benzetiyordu. Son ihtimal görmeyen gözlerle bakıyor olabilirdi. Önemsemeden yanındaki arkadaşlarına döndü. Uzun zamandır görüşmediği kişilerle karşılaşacağını defileye gelmeye karar verdiğinde biliyordu. Bir hafta boyunca hepsi ile illa ki görüşecekti. Artık uzak durmanın gereksiz olduğuna karar vermişti. Sonuçta herkes yeni hayatlarına uyum sağlamış, büyümüştü. Onlar da geçmişi deşmediği için bir iki güzel cümle ile muhabbet etmek iyi gelmişti.  

 

Kartal, bulundukları yerin kalabalık olduğunu daha sakin bir köşeye geçmelerini söyledi. Pınar’ı sürükleyerek götürdüğü yer elbette genç kadına yakın bir yerdi. Sesini duymak zorundaydı. Niye bu kadar kafasına taktığını sonra düşünecekti. Şu an bildiği tek şey bu kadının o kadın olduğundan emin olmak istediğiydi.  

 

“...çok zengin olmuş. Tahminimden bile zengin...”  

Yanılmamıştı. Zengin kelimesi ile teyit etmişti. Bu kadının her cümlesinde neredeyse geçiyordu bu kelime. Elbette insanların zengin olmak ya da zengin birileri ile birlikte olmak istemesi suç değildi. Sadece ahlaki yönünü düşünüyordu. Bunun için ne kadar ileri gidilebilirdi? İşte öğreneceği de buydu. Son duydukları ile planı da şekillenmeye başlamıştı. Basit bir plandan daha doğru bir şey yoktu.  

Daha fazla orada kalması gerekmiyordu. Pınar’a da bunu söyleyip manasız itirazlarını duymazdan gelip kapıya yöneldi. Tanıdığı kişilerle konuşmamak için başını eğip, elindeki telefona bakmaya başladı. Nihayet serin geceye çıktıklarında bir taksi durdurup Pınar’ı bindirdi. Genç kadının sarılıp öpme girişimini görmezden geldi. Ara beni, demesini de duymazdan geldi ve taksinin kapısını hızlıca kapattı. Geç kalırken ve surat asarken sonunu düşünecekti. Surat asmasa tavrı değişir miydi? Hayır, zaten kafasında çoktan bitmişti. Yanlış adım atılmış bir ilişki daha sonuna geldiği için üstünden yük kalkmıştı. 

Arabasına doğru yürürken serin gecenin etkisi ile ürperdi. Bir yandan da bir sonraki tesadüfü(!) ayarlamanın hesaplarını yapıyordu. Elindeki davetiyeler tüm hafta içindi. O halde her defileye gelecekti. Orada denk gelmezse bir beyaz gömlek almak için mağazaya uğramasında hiç sakınca yoktu. Yine de amacına uyan yer defilelerdi.  

 

*****  

 

Gökçe, ekrandaki adama bakıp kaldı. Gerçekten akşam gördüğü adam buydu.  Yüz hafızasına çok güvenemezdi. Herkesi birbiri ile karıştırdığı zamanlar oluyordu. O yüzden uzun süre gözünün bozuk olduğunu bile düşünmüştü. Sonra sadece yüzleri anımsamakta zorlandığını anlamıştı. Belki de o insanlara yeterince değer vermediği için hafızasında yer işgal etmelerine izin vermiyordu. En azından gittiği psikolog öyle demişti. Haklı olduğu bir yan vardı. Sevdiklerini yüzlerce kişinin içinde anında görürdü.  

Bu adamı da benzetmemişti. Gerçekten oydu. Belki o kendisini birine benzettiği için o kadar ısrarla bakmıştı. Bir daha görmeyeceği biri için çok vakit harcamıştı. Masadan kalkıp bu kez de çizim masasının başına geçti. Akşam izlediği defile yeni fikirler vermişti. Kalemi eline aldı ve aklında uçuşanları kağıtlara aktarmaya başladı. Erkek kreasyonuna da bir iki model ekleyecekti. Genelde yüzleri olmayan mankenler çizerdi. Şimdi ise kağıtta siyah saçlı, esmer ve mavi gözlü erkekler vardı.  

 

*****  

 

Siyah deri tayt, üstünde bol transparan gümüş parıltılı bir gömlek, içinde düz bistüer ve ayaklarında bu kez burnu açık yüksek topuklu ayakkabılar ile son derece seksi bir şekilde girdi salona. Bakışların kendisine yönelmesine alışkın birinin rahatlığı ile sahneyi en iyi göreceğini düşündüğü yerlerden birine oturdu. Küçük deri çantasını kucağına koyup etrafa bakmaya başladı. Tanıdığı bir iki kişi el sallayınca o da yanıt verdi. Yine çok emin olamadığı bir iki kişi de vardı el sallayanlar arasında. Onlara da yanıt verdikten sonra herkesin yaptığı gibi telefonunu eline aldı. Böylece gereksiz muhabbetlere, manasız selamlaşmalara kendini kapatmıştı. Telefon ekranına kalemi ile bir iki şey çizdi. Basit çizimler bir nevi nottu. Görenlerin neyi planlamadığı kaba çizimler onun için çok anlam taşıyordu.  

Kalemi yerine taktıktan sonra bu kez de not sayfasını açıp hikayeler için aklına gelen fikirleri not etmeye başladı. Satırlar doldukça yeni bir aşk hikayesi filizleniyordu. Biraz da macera katmak için erkeği polis olarak yazmaya karar vermişti. Hikayenin ana hatlarını not aldıkça yeni fikirler geliyordu aklına. Uzun zamandır kendisini terk eden ilham geri gelmişti. Yüzünde gülümseme ile not almaya devam etti.  

Yanındaki boş koltuğa biri oturunca istemsizce o yöne baktı. Yüzündeki gülümseme aynen duruyordu. Yanına oturan kişiyi görünce şaşkınlıkla açıldı gözleri. Genç adam da gülümseyerek selam verdi.  

“Sizi burada görmek güzel bir tesadüf.” Tüm planları gereksiz bir hal almıştı. İkinci gün genç kadınla aynı defiledeydi ve şansına yanı boştu.  

Evet, o kameradaki ve akşam gördüğü adamdı ama onu tanıdığını hiç sanmıyordu. “Affedersiniz, tanışıyor muyuz?” 

“Hayır, ben Kartal Tunç. Siz?” 

“Gökçe Kaytancı.” 

Kartal, elini sıkmak için uzatmıştı. Gökçe de refleks olarak elini uzattı. Etkileyici bir el sıkması vardı, Kartal’ın. Sert, abartısız, özgüvenli... Gökçe, eli boşta kalınca etkilendiğini kabul etti. Çok az insanın kısa ten teması etkileyici olurdu. Bunu hissetmek tuhaf gelmişti. Genç adamın ilgi ile bakışları rahatsız etmiyor, hoşuna gidiyordu.  

“Sizi dünkü defilede de görmüştüm. Daha önce de bir mağazada gördüm sanırım. Moda işinde misiniz?” Tezgahtar olduğunu söyleyecek mi, diye merak ediyordu Kartal. 

“Sayılır. Kendi markamı yaratmaya çabalıyorum.” 

‘Kesin öyledir.’ Kartal, yalanını yüzlemek istemedi. “Çok güzel. Yani yakında sizin defilenizi de görebiliriz.” 

Gökçe, cümledeki alayı hissetmişti. Sanki yalan söylemiş gibi bir tavır takınması tuhafına gitmişti. Anlamazlıktan gelip devam etti, “Belki. Ya siz? Moda işinde misiniz?” 

“Hayır, benimki göz zevki ve …" cümlesini kasıtlı olarak yarım bıraktı. Hiç uzatmayacaktı. Dolaylı yollara gerek yoktu. Gökçe, zaten böyle şeyler için kendini hazırlamış biri olduğuna göre teklifini kabul edecekti.  

“Ve?” 

“Bunu size söylemem hiç hoş olmaz.” 

“Neden?” 

“Beni fırsatçı olarak görebilirsiniz. Bunu hiç istemem.” 

“Böyle bir yerde ne... ah anladım, siz güzel biri ile tanışmak için geldiniz. Haksız da sayılmazsınız. Çok fazla bekar genç kız var.” Demek ki dünkü kızla işi bitmişti. O kadar asık suratlı birine daha fazla katlanamamasını anlıyordu.  

Kartal, sesini biraz düşürerek ve sadece o duysun diye kulağına eğilerek yanıtladı. “Ben...nasıl desem... daha olgun kadınlardan hoşlanıyorum. Hatta oldukça olgun olabilir. Tabii biraz da zengin olmalarında hiç sakınca yok.” 

“O zaman yanlış yerde oturuyorsunuz. Henüz yaşlanmadım ve zengin değilim.” Sesinde biraz sinirli bir ton vardı. Kartal, amacına ulaşmak için onu biraz daha kızdırmayı göze aldı. “Asla öyle düşünmedim. Sadece sizden yardım almak istiyorum. Dün...özür dilerim. Kabalaşıyorum.”  

“Yarım kalan cümlelerden nefret ederim.” 

“O zaman sizi kızdırmayı göze alarak tamamlayayım. Dün akşam yanınızdaki beyefendi epey olgundu. Zengin olduğuna eminim. Tabii bu akşam yanınızda olmamasını henüz anlamadım ama bence sakıncası yok. Bu sayede sizden bir iki tüyo alabilirim, diye düşündüm.” 

Gökçe, dinledikçe şaşırmış, şaşırdıkça aklı izlediği kamera görüntüsüne kaymıştı. Zeki biri olduğunu biliyordu ama yine de doğru anladığından emin olamadı. Bu adam ondan zengin birini ayarlamanın tüyosunu mu istiyordu? Sabah izlediği videoda kendi dudak hareketlerini, genç adamın bir an duraklamasını, sonraki sahnelerde yine onların konuşmalarını dinlediğini görmüştü. Zuhal ile Gökçe’nin konuşmalarından onun erkek avcısı olduğunu mu çıkartmıştı? Dün gördüğü yaşlı ve zengin adam da düşündüklerini doğrulamıştı öyle mi? O kadar sinirliydi ki bir an telefonu yüzüne vurmak istedi. Sonra o yakışıklı yüze kıyamayacağına karar verdi. Başka türlü davranmak, cezayı kesmek gerekiyordu. E o zaman bildiklerimi paylaşmaktan zarar gelmez, diye düşündü.  

“Tamam, ama bu akşam olmaz. Bu akşam, tüyolardan önce sizi tanımalıyım. Böylece nasıl bir yol izlemeniz lazım, nerelere gitmeli, nasıl giyinmeli gibi bir sürü noktayı belirleyeceğiz.” 

“Anlaştık. Önce şu siz bizi de kaldıralım.” 

“Bana uyar. Defile sonrası bana bir yemek ısmarlarsın, o arada da rahatça konuşuruz.” Madem zengin adam avcısıydı o zaman erkek parası yemeye onunla başlamakta bir sakınca yoktu.  

Kartal, yemek teklifinin ilk adım olduğunu fark edip gülümsedi. Kadın hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Bakalım bu oyun ona ne kadar paraya patlayacaktı. Aslında kadın bu kadar açgözlü olmasa kendisi zaten davet edecekti. Demek ki bu kadar rahat taleplerde bulunuyordu. Tüyolarının bedelini neyle ödetecekti? Pahalı şeylere gücünün yetmeyeceğini bilmesini sağlayacaktı. “İyi bir yerde mi yersin, rahatça muhabbet edeceğimiz bir yerde mi?” 

“Konuşacağız, rahat ama sakin bir yer olsun. Ama öyle romantik komedi sahnesi gibi deniz kenarı balıkçısı, köftecisi olmaz. Hava buz gibi. Orta karar bir lokantada uzun uzun otururuz.” 

“Sevmez misin balık ekmeği?” 

“Severim. Çok da yerim ama konuşmak için uygun değil. Her an yanından birileri yürüyerek geçiyor falan. Ayrıca ayakkabılarım sokakta oturmaya uygun değil.” 

“Anladım.” Parmakları ve ojeli tırnakları yine gözüne takılmıştı. Ayak fetişisti olduğunu sanmazdı ama onları görmek hoşuna gitmişti.  

Bir süre sessiz kalıp başlayan defileyi izlediler. Dördüncü mankenin sahneye çıkışını gören Gökçe, “Takılacak eteğine.” dedi. Cümlesi biter bitmez takılan manken düşmekten son anda kurtuldu. 

“Nazarın mı değdi?” 

“Hayır, yürümesini görünce anladım. Eteğine adım atışı anında vurmalı ki etek uzaklaşsın. Onu yapamadı.” 

“Çok defile izliyorsun sanırım.” 

“Moda haftalarını kaçırmam. Zengin erkekler boy göstermeyi seviyor. Gerçi çoğu kolunda genç bir kadın ya da karısı ile geliyor ama yine de sonraki hedef olacakları tespit edebilirsin.” Ah işte böyle saçma oyunların saçma sonuçları oluyordu. Yalan söyleniyordu. Bol bol yalan söyleniyordu.  

“Aynısı kadınlar için de geçerli. Bak karşıda ikinci sırada üç kadın.” Kendi av sahası gibi görmesini istemişti. Kadınlar yaşlarını göstermeyecek tüm müdahaleleri yaptırmıştı. Yalnız oluşlarının nedeni ya gerçekten bekar olmaları ya da birilerini aramaları olabilirdi. Defileden çok etrafı izledikleri için böyle düşünmesi normaldi.  

“Onların ünü dünyaya yayıldı. O kadar yüksekten başlama.” Kartal’ın gösterdiği kadınları uzun yıllardır takip ediyordu. Üçü de büyük şirketlerin sahiplerinin eşleri olarak tanınıyordu. Cümlesindeki yanlış yönlendirmeyi bilerek kullandığı için kendine kızmalıydı. Ne de olsa yakından tanıdığı birileri de vardı o üçlünün içinde. İkisi asla öyle taraklarda bezi olmayan yuvalarına bağlı kadınlardı. Fakat biri değme genç kızları sulu götürür susuz getirirdi. Çok fazla sevgili eskitmişti. Bekar olduğu için kimse de karışamıyordu. Arada dedikodu sütunlarında yer alsa da hayatı umarsızca yaşıyordu.  

Kartal’ın ilgisinin onlardan uzaklaşmasını sağlamak için bakışlarını salonda gezdirdi. Sonra gerçekten bu konuda ünü olan birini gösterdi. “Bak, hedef kitlen böyle olmalı. Yaşlı, zengin ve tüm müdahalelerin yetersiz kaldığı biri. Yani bir iki seviye aşağısı. Hem bunlar hızlı reklam demektir. Şimdi bu konuyu kapatıyoruz ve defileyi izlemeye devam ediyoruz.”  

Defile bittiğinde ikisi de saçma sapan kılıklar hakkında konuşamadıkları için şişmişti. Taksiye biner binmez önce Gökçe başladı konuşmaya. “Bu kadar kötü modelleri kimin giyeceğini düşünmüşler acaba? Çılgın bir iki model, modacının yeteneğini göstermek için yaptığı iştir. Ama bunlar çılgın falan değil, bildiğin çöptü.” 

“Dikkatli izleyince beğendin sanmıştım. Hakikaten bir kadının onları giyip sokağa çıkmasını, bir erkeğin yanında öyle giyinmiş bir kadınla dolaşmasını düşünemiyorum.” 

“Yarın gelecek misin? Bak işte usta işi defile yarın ve kapanışta olacak. İkisinin de tasarımcısı bir harika.” 

“Geleceğim sanırım. Emin değilim.” 

“Tamam, aklında olsun.” 

Güzel bir restorana gittiklerinde yol boyu konuştuklarını, taksiden indikten sonra arada vitrinlere bakıp moda hakkında yorumda bulunduklarını ve yürüdükleri yolu anlamadan aştıklarını fark ettiler. Birlikte olmaktan keyif almaları ikisini de şaşırtıyordu.  

“Sevgilin seni benimle görse kızmaz mı?” 

“Sevgi... ah tamam dünkünü diyorsun.” 

 Kartal hiç hoşlanmamıştı bu yanıttan. Ne demek dünkü? “Kaç tane var? Aynı anda kaç kişiyi idare edebiliyorsun?” Ona neydi? Sonuçta amacı zaten bu kadını kandırmaktı. 

“Çok yok. Sadece dünkünü unuttum bir an. Onunla olmaz.” 

“Pinti mi çıktı? Taksi ile geldiğinizi görmüştüm. Zenginim diyen yalancılardan mı?” 

“Hayır, gerçekten zengin. Ünlü bir sanayicidir kendisi. Fakat karısına çok aşık. O yüzden ondan olmaz. Akşam çok eğlendik. Sonra onu karısının yanına yolladım. Ben de evime tek başıma döndüm.” 

Sevinmişti bu yanıta. O adamla ikisini yatakta düşünmek midesine ağrılar girmesine neden olmuştu. Niye onu yatakta düşündüğünü ise asla yorumlamayacaktı. Öylesine takılmış olmalıydı aklına. “Eşlerini sevdiklerini nasıl anlıyorsun? Seviyorsa niye senin yanındaydı?” 

“Her fırsatta eşinden bahsediyordu. Arada adını anıyor, hangi elbisenin ona yakışacağını falan soruyordu. Böyle adamlar kısa süre dışarıya bakıp sonra evinin yolunu tutar.” Bir an, senin yanındaki sevgilin değil miydi diye soracak oldu. Sonra kendini tuttu. Demek ki yanındaki kadın yeterince zengin değildi. Belki de birlikte arayışa geçmişlerdi. Böylece varlıklı birini söğüşleyecekler sonra da birlikte mutlu olacaklardı. Kadının tüm gece asık suratla oturmasının nedeni bu olabilirdi. Sevgilisini paylaşmak istemiyordu belki. 

“Dilime dikkat edeceğim yani. Eski sevgililerden falan bahsetmeyeceğim.” Kartal, önemli bir bilgi yakalamış gibiydi.  

“Zengin bir kadını tavlamak için arada bahsetmen gerekir. Özellikle genç ve güzel olanları anlat ki, şimdi ona verdiğin ilginin değeri artsın. Beni tercih etti, dedirt.” 

“Ama onu değil parasını tercih ettiğimi anlamayacak mı?” 

“Bunu başarmak senin oyunculuk yeteneğine bağlı.” 

“Yani ona baygın baygın bakmak, kıskançlık krizlerine girmek falan gibi mi?” 

“Evet ama asla abartma. Kendilerini bilir öylesi tipler. Çok güzel değiller, genç değiller, ideal kilo değiller.” Zavallı kadınların böyle tiplerin eline düşmesi kabul edeceği şey değildi ama kadınlar da bazen gerçekten aptalca davranıyordu. İnsan kimin niye kendisine yaklaştığını nasıl anlamazdı? 

“İdeal kilo mu? Senin kilon gibi mi?” Kadının üstündeki kıyafet yine hatlarını ortaya koymuştu. Dar deri pantolon hayallerini süsleyecekti.  

“Ben de ideal kiloda değilim. Daha doğrusu ideal kilo biraz bu sektörden para kazananların uydurması.” 

“Zayıflatma hapları, ameliyatları gibi mi?” 

“Sadece onlar olsa iyi. Zayıf gösteren korseden, elbise modeline, yiyecekten, diyet programlarına kadar geniş bir yelpazesi var bu sektörün.” 

“Dilin yanmış gibi konuşuyorsun.” 

“Evet, bir dönem ciddi sorundu kilo benim için.” 

Kartal, onun şişman olabileceğini düşünemiyordu. Demek ki zamanında iyi bir diyet ve spor ile yok etmişti kiloları. Şu an mankenlere taş çıkartırdı. Üstelik tam da beğendiği gibi kıvrımları vardı. Kalçaları ve dolgun göğüsleri ile aklını başından almaya başlamıştı. Bu seksin bir süredir hayatında olmamasından kaynaklanıyordu. Gökçe herkesin isteyeceği güzellikteydi. Yani özel bir durum değildi. İzlemekten zevk alıyordu. Sonra kendini toparladı. Böyle paragöz bir kadınla işi olmazdı. Bir süre arkadaşlık edecek, o süre içinde kendine kapılmasını sağlayacak, belki de kendisine aşık edecek, onun hamile kalma planlarını başına çalacak, sonra da yoluna gidecekti. Neden uğraşma gereği duyduğunu düşünmekten kaçınıyordu. Böyle bir şey yapmasını gerektiren ne yapmıştı Gökçe ona? Hiç... koca bir hiç. Geçmişte yaşadığı olayı, aslında tanımadığı biri ile ödetme çabası yakışıksızdı. O zaman kandırmanın manası neydi? Oyun oynamak, kendisine aşık olmasını sağlamak eğlenceli olacaktı. Tek amacı buydu.  

 

Gökçe, onun aklından geçenleri az çok tahmin etmişti. Kilolu olduğunu sandığı yüzünden okunuyordu. Oysa tam tersi anoreksiya sınırından döndüğü zamanlar vardı. Zaten mesleği bırakma nedenlerinin başında o geliyordu. Kilo almak, psikolojisini düzeltmek için tedavi görmüştü. Bunları şimdi yabancı birine anlatmanın zamanı değildi. O zaman adı dikkatini çekecek, kim olduğunu, ailesinin durumunu anlayacaktı. En iyisi yanılgısını düzeltmeden yola devam etmekti. Gerçek amacını anlayana kadar dikkatli olacaktı. Eğer haklı ise Kartal onunla oynuyordu.  

Kartal, yeni bir konu açmakta zorlanmadı. Biraz siyaset, biraz spor, bolca moda konuştular. Fark etmeden geçen zaman ikisine de keyif vermişti. Kapıya taksi çağırmak yerine serin havada yürümeyi tercih ettiler. Yürürken de konu konuyu açıyordu. Tek konuşmadıkları konu bir arada olma sebepleri olan zengin eş bulma konusuydu. Oysa akşam yemeğini birlikte yemenin amacı bu değil miydi? İkisi de unutmuş gibiydi.  

Evleri birbirinden çok uzak değildi. Aynı taksiye bindiler. Kartal’ın evi daha yakın olduğu halde önce Gökçe’yi bıraktılar. O arada telefon numaraları da alınmış, ertesi gün defilede buluşma sözü verilmişti. Gökçe’yi yanağından öpen Kartal, farkında olmadan dudaklarını biraz fazla tutmuştu yanağında. Biraz yana dönse dudaklarını da öpeceğinden emindi. Zorla engel oldu kendine. Tekrar vedalaşıp ayrıldılar.  

Kartal’ın işsiz olduğuna inanan Gökçe, onun her gün defile izlemeye gelmesini doğal karşılamıştı. Bir yıl sonra moda haftasında o da yer alacaktı. Bunu anlatmaktan kaçınmıştı. Markasını yarattığına inanmamıştı. Her tür bilgi geçmişinin ortaya çıkması demekti. Henüz hazır değildi.  

 

*****  

 

“Alo?” 

“Günaydın, Gökçe. Sabah sabah rahatsız ediyorum. Defileye giderken seni de alayım mı, diye soracaktım.” Saat on birdi. Sabah dediğine göre gerçekten işsiz güçsüz biriydi. Belki bir miktar birikimi ile hayatını geçiriyordu.  

“Zahmet olmasın.” 

“Olacak olsa sormazdım. Kaçta geleyim?” 

“İlk defileye katılacak mısın?” 

“Evet, tüm haftanın davetiyesi var.” İşte bu bilgi şaşırtmıştı Gökçe’yi. Davetiyelerin fiyatlarını biliyordu.  

“O zaman üç gibi alabilirsin.” 

“Yemek için erken çıkabilir misin?” 

“Ben ısmarlarsam olur.” 

“Hayır, ben ısmarlayacağım. Henüz sıra sana gelmedi.” 

“Ortalama kaç yemekten sonra sıra bana gelecek?” 

“Ona ben karar veririm.” 

“Kaçta yiyorsun öğle yemeğini?” 

“Bir iki gibi yiyorum.” 

“Tamam, iki  yok yok bir gibi mağazadayım.” 

“Görüşürüz.” 

“Görüşürüz.” 

Telefonu kapattığında yüzünde bir gülümseme vardı. Yeliz, onun yüzündeki ifadeye bakıp yanına geldi.  

“Kartal mı?” 

“Evet, bir gibi burada olacak. Defileye birlikte gideceğiz.” 

“Senin kim olduğunu bilmediğinden emin misin?” 

“Evet, benim mankenlik yaptığım dönemde o yurt dışında okuyormuş. O dönemde olan olayları sadece yüzeysel biliyor. Magazin kısmı hiç yok. Tabii podyum adımı bilse araştırır ve bulur her şeyi.” Buna ailesinin bilgileri de dahildi. O dönem anne ve babasının nasıl uğraştığını yazmayan gazete, site kalmamıştı.  

“Defilede kimse tanımıyor mu seni? O kadar da değişmedin.” 

“Biliyorsun ilk başlarda insanlar konuşmaktan çekiniyordu. Ben de hiç o fırsatı vermediğim için herkes ayak üstü kısa selamlaşmalarla geçip gidiyor yanımdan.” 

“Şanslısın. Bir iki kişi sorsa her şeyi anlar.” 

“Aslında anlatmamda sakınca yok ama niyetini tam anlamadım. Hem zengin bir kadını ağına düşürmek istediğinden bahsediyor hem de ne yapacağına dair hiç soru sormuyor. En azından dün öyleydi. Belki bugün sorularına başlar.” 

“Neden sana sorma ihtiyacı hissediyor?” 

“Gel bak.” Bilgisayarı açtı ve Kartal’ın ilk geldiği günkü kaydı buldu. Ses olmasa da o an ne konuştuğunu anımsıyordu Gökçe.  

“Ne var bunda? Gömleği değiştirmeye geldiği gün.” 

“Bak, ben ve Zuhal kapıya yakınız, konuşuyoruz. Kartal içeri giriyor, bizi duyuyor, kaşlarını çatıyor ve sana doğru yürüyor.” 

“Evet, ne duyduysa kızmış gibi.” 

“Duyduğu şu, hikâye konusu bulmaya uğraşıyordum. Zuhal’e zengin koca peşinde koşan bir genç kızın hikâyesini yazayım dedim. Tam o anda girmiş içeri.” 

“Emin misin?” 

“Evet, kendi dudaklarımı okudum. Tabii konuyu bilince kolay oldu anlamam. Kartal da beni zengin erkek peşinde koşan biri sandı. Ah tabii, geçen gün babamla görmesi de üstüne eklendi. Zengin, yaşlı bir adamı ayartmış kötü kadınım ben.” Kahkaha ile gülüyordu duruma.  

“İyi ama bu senden böyle bir şey istemesini açıklamıyor. Zengin kadın tavlamak için bir iki kadının yanına gitsin yeter.” 

“Galiba parayı nasıl söğüşleyeceğini anlamak istiyor.” 

“Nasıl söğüşleyecek?” Yeliz şaşkınlıkla baktı arkadaşına. Böyle şeylere uzaklardı. Kendi hayatlarını yaşayan insanlardı onlar.  

“Ne bileyim ben.”  

Eeee bilmiyorsan ne öğreteceksin?” 

“Bir iki şey söylerim. Sonuçta etrafımızda böyle bir sürü insan vardı. Onların yaptıklarını hatırlamam yeterli. Biri vardı, şu sarışın, tüm yüzü estetikli manken. Her sevgilisine büyük hediyeler aldırırdı. Ya beğendiği bir şeyi gösterir, harika bayıldım amaaaa çok pahalıııı, derdi. Ya da dergide falan bir takı görse adamın göreceği şekilde sayfayı açık bırakırdı. Bir iki gün sonra boynunda bileğinde görürdük takıyı. Bu yöntemler erkekler tarafından nasıl yapılır bilmem ama işe yaraması onun becerisine bağlı. Ben örnekleri veririm gerisine karışmam.” 

“Sen beceremesin istiyorsun sanki.” 

“Niyetini başta ortaya koyan birine ne diyebilirim? Uğraşsın. Böyle kişilerle işim olmaz.” 

“Sesin hiç de inandırıcı çıkmıyor tatlım. Vallahi adam o kadar yakışıklı ki hak vermemek mümkün değil. İnsanın kanı bir kaynıyor görünce.” 

Gökçe, bilgisayar ekranındaki Kartal’ın görüntüsünü kapattı. Yeliz kahkaha atınca kendine kızdı.  

 

Saat iki olmadan kapıya gelmişti Kartal. Mağazadan içeri girdiğinde ilk geldiğinde gördüğü genç kadınları fark etti. Üniformaları içinde ikisi de çok güzeldi. Gökçe’nin ortalarda gözükmemesi canını sıktı. Gömlek değiştirirken yardımcı olan genç kadına yaklaştı. Yakasında isimlik olduğunu yeni fark ediyordu.  

“Merhaba Yeliz Hanım. Gökçe Hanım burada mı?” 

“Birazdan gelir. Şöyle buyurun, burada bekleyebilirsiniz.” Gösterdiği köşeye yürürken bir yandan da askılarda ve raflarda olan giysilere bakıyordu. Modelleri defilelerde görmemişti. Demek ki ya eski modaya uygundu ya da daha izlemediği bir defilenin modasıydı. Sanki çok biliyormuş gibi kendince yorum yaptığını fark edip gülümsedi. Çok fazla dalmıştı bu moda işine. Oysa kendisine bir şeyler alırken sadece ihtiyacına ve bedenine olup olmadığına bakardı. Tabii bir de rengine. Annesinin lila renk gömlek almasına hâlâ inanamıyordu.  

İyi ki de almış, ben de değiştirmeye gelmişim, yoksa nasıl tanıyacaktım, Gökçe’yi, diye düşünürken buldu kendini. Oyun oynuyordu, niye kendini kaptırmak üzere gibi hissediyordu? Çünkü Gökçe hem güzeldi hem de eğlenceli. Onun yanında zaman güzel geçiyordu. Aklında zengin erkek tavlamak olmasa birlikte olmakta hiç sakınca görmezdi. Şimdi ise onunla geçen zamanı, etkilemek ve kendine aşık etmek için kullanacak, sonra da aklını başına getirecekti. Böylece belki de Gökçe’nin yıkacağı yuvaları kurtaracaktı.  

Kartal, kendi düşüncelerine şaşıyordu. Ona neydi birilerinin yuvasının ne olacağından? Herkes kendi hatasından sorumluydu ne de olsa. Tüm bunları biliyor, yine de Gökçe ile zaman geçirmek, eğlenmek, sonra da arkasını dönüp gitmek istiyordu. Aşık olacak kadar aptal değildi. Sonra o yaşlı adam ya da bir başkası ile birlikte olmak Gökçe’nin kararıydı. Tabii yaptıklarından pişman olma ihtimali de vardı. Hayalperest biri değildi Kartal, o yüzden saçmalamayı kesmeyi önerdi kendisine.  

 

Gökçe, üstünü değiştirdikten sonra ön tarafa geçti. Kartal’ı gördüğünde istemsizce gülümsedi. Erken gelmişti. Onu gördüğüne sevindiğini kabul etti. Sevincin yanında bir de heyecan vardı. O daha ilginçti Gökçe için. Birisi için heyecanlanmayalı çok uzun zaman olmuştu. Hatta bu kadar heyecanlandığı kimse olmamıştı. O erkek arkadaşı değildi. Sadece bir şeyler için minik ortaklık kurduğu bir yabancıydı.  

“Hoş geldin.” dedikten sonra saatine baktı, “Bekletmedim, erkencisin.” 

“Evet, erken geldim. İşim yoktu, burada bekleyebileceğimi düşündüm.” 

“İyi yaptın. Ben de hazırım. İstersen çıkalım.” 

“Yakında bir yer var mı yemek yiyeceğimiz?” 

“İki sokak ötede güzel yemekler yapan bir yer var. Genelde orada yiyoruz.” 

“Tamam, oraya gidelim. Çok açım. Kahvaltı etmedim.” Neden o kadar geç kalkmıştı? Kendisini bıraktıktan sonra şu ayrıldığını söylediği kadınla mı buluşmuştu? Belki de evde bekliyordu onu. Dayanamadı. “Geç mi yattın? Aradığında sesin uykulu geliyordu.” 

“Uyuyamadım. Sabaha karşı dalmışım.” Doğru söylüyordu. Uyku tutmamış, düşünceler birbirini kovalamış, sonra da Gökçe ile seviştiğini gördüğü rüyalarla uykusu bölünmüştü. Hiçbirini söylemeden garsona el etti.  

Yemeklerini söyledikten sonra ikisi de arkasına yaslandı. İlk söze Gökçe girdi. “Evet, şimdi işi koyulalım. Aklında belli biri var mı? Yoksa herhangi biri olabilir mi?” 

“Kimse yok aklımda. Sen tanıyor musun böyle birilerini? Mesela dün gösterdiğin kadın çok yaşlıydı. O kadar da olmasın.” 

“Bugün iki defile izleyeceğiz, ikisinde de mutlaka birileri olacaktır. Sana gösteririm. Beğendiğin kişinin özelliklerine göre de yol belirleriz.” 

“Bana uyar. Genel olarak sen ne yapıyorsun yakınlaşmak için? Gerçi kadınlar şanslı, iki saniye baksanız biz zaten yörüngenize giriyoruz.” Tam da öyle hissediyordu kendisini. Onun konuşurken dudaklarının şekli, ciddileştiğinde gözlerinin daha koyu yeşil olması, sevdiği bir şeyden bahsederken tüm yüzünün gülümsemesine çekilip duruyordu.  

“Zenginler öyle olmaz ama. Onlar çakaldır. Bilir parasının peşinde olanları.” 

“Sen nasıl aşıyorsun o durumu.” 

“İşte böyle. Bak bu lokanta pahalı bir yer değil. Hiç kuyumcu önünde oyalanmam, dükkanlardaki en pahalı elbiseleri görmem. Kart borcumdan, kira gecikmemden bahsetmem. Parasının peşinde olduğumu anlamaz.” Çünkü hiç böyle davranması gerekmemişti. Kartal’ın sinirli şekilde dinlemesi, kaşlarını çatması Gökçe’yi mutlu etti.  

“Bunları yapmıyorsan ne elde ediyorsun?” 

“Bir şey istemeyene karşındaki doğal olarak bir şeyler almak istiyor. Etki, tepki yani. İyi bir lokantaya gitmekle başlıyor olay. Sonra hediyeler geliyor. Pahalı hediyeler kabul edilmiyor. Mutlaka iade ediyorum. Küçük bir şeyi çok büyük sevinçle karşılıyorum. Sonra illa ki büyük hediyeler gelmeye devam ediyor ve ben bir anda zengin bir adamın sevgilisi oluyorum.” 

“Genç ve yakışıklı olması gerekmiyor mu?” 

“Şart mı? Olursa iyi olur ama yaşlı ve çirkinlerle mutlu olan kadın çok.” 

“Tamamen paraya bakıyor bu iş yani.” 

“Erkeklerin, karanlıkta hepsi güzel, demesi gibi, kadınlar da gözlerini kapatınca hepsi yakışıklı oluyor.” 

Kartal, neredeyse masadan kalkıp gidecekti. Bu kadar midesinin bulandığı bir konuşma hatırlamıyordu. Gökçe, adamın yüzündeki değişimi an be an izliyordu. Neredeyse kalkacağını bile anlamıştı. Biraz daha abartmanın zararı yoktu.  

“Henüz başaramadım ama gerçekten iyi bir aday bulduğumda bir de çocuk doğurmayı düşünüyorum. Miras hakkı için en kestirme yol.” 

“Bu kad... bu çok ileri gitmek değil mi?” İki gündür beğendiği, eğlendiği kadın yok olmuştu. Onun yerinde cadının biri oturuyordu. Bir an her şeyden vazgeçmeyi düşündü. Zaten neyin derdine düşmüştü ki? Saçma bir oyun oynamaya karar vermişti. Karşısındakinin kendisinden etkileneceğini, hatta aklındaki zengin erkek bulma hevesinden vazgeçeceğini düşünmüştü. Bu kadının hedefi çok yukarıdaydı. Öyle bir erkekten hoşlandı diye vazgeçecek biri değildi. Çocuk doğurmaya kadar işi abartmayı kafaya koymuş biri ile uğraşmanın sonuçlarına katlanması gerekiyordu. Bunu istemediğini çok iyi bildiği için kendine bir söz verdi. Bu akşam son kez görüşecek, bir daha aramayacaktı. Defile için söz vermemiş olsa hesabı ödeyecek ve basıp gidecekti. Birkaç saat daha katlanacaktı.  

Gökçe, onu kitap gibi okuyordu. Kendisinden nefret ettiğini anlamıştı. “Sen nereye kadar gideceksin pekiyi? Evlilik var mı aklında? Sadece bir iki ay vakit geçirip ayrılacak mısın?” 

“Evlilik yok planımda. Hiç düşünmüyorum hatta. Aynı kadından kısa sürede sıkılırım. Fakat o piyasada kalmam için iyi bitirmem lazım, değil mi?” 

“İşe yarar mutlaka. Kendi aralarında değişime açık çoğu.” Kendisi bile söylerken iğrenmişti cümleden. Fakat ne yazık ki doğru söylüyordu. Bu tarz yaşayan insanlar vardı.  

“Öyle mi? Farklı insanlar bunlar.” 

“Öyledirler. Harcayamayacakları kadar çok paraları, dolduramadıkları vakitleri var. Yatakta iyi birini buldular mı üç gün içinde namı hemen yayılır. Böylece başkaları da sıraya girer.” Geçmiş zamanda duyduğu gördüğü olayları toparlayıp anlattıkça Kartal’ın rengi atıyordu. Böyle işlerin adamı değildi ve çoktan vazgeçmişti oyundan.  

Gökçe onun iğrenmiş ifadesini yakalamıştı. Poker oynamaması gerekiyordu Kartal’ın. Hemen elini belli ederdi. Nihayet aklına ilk akşam gördüğü kızı sormak geldi.  

“Sevgilin bu işe kalkışmanı nasıl karşılıyor?” 

“Sevgilim mi? Yok ki.” 

“Defilede yanında olan kadını sevgilin sanmıştım.” 

“Yeni tanışmıştık. Bekletmeyi normal karşılayan, bunu söyleyince de çocuk gibi surat asan biriydi. O akşam bitti.” 

Ooo yok öyle, bekletti kaprisi. Bekleyeceksin. Hatta bazen saatlerce kuaförün önünde, mağazanın kapısında bekleyeceksin. Seviyorlar böyle davranmayı.” 

“Erkekler ne yapıyor? Onlar bekliyor mu seni?” 

“Benim iyi kız tarafıma denk geliyorlar. Bekletmem. Erkenciyimdir. Küçük hediyeler alırım. Onu düşündüğümü belli ederim. Mesela sevdiği bir meyve varsa, iki tane atarım çantama. Seni düşündüm, yemedim, sana getirdim, derim. Mest olurlar.” Bunu gerçekten yapardı. Sevdiği insanları düşünür, onları mutlu eden şeyleri görünce alır, ilk gördüğünde de verirdi. Tüm arkadaşları huyunu bilirdi. Erkeklere özel bir tavır olmadığını Kartal’ın bilmesi gerekmiyordu.  

“Düşünülmek güzeldir. Demek ki basit şeylerle elde ediyorsun.” 

“Evet, basit her zaman iyidir.” 

Lokantadan çıkıp bir taksi çevirdiklerinde konu kendiliğinden kapanmıştı. Kartal o günü bitirdiğinde yoluna gidecek ve Gökçe ile geçen iki günü aklından çıkartacaktı. Gereksiz bir saplantı ile saçma bir oyuna girişmişti. Böyle bir kadından hoşlandığını bile düşünmüştü. Kendisine kızıyordu. Sadece yüz ya da vücut güzel diye bir kadına kapılmak onun yaşında biri için son derece çirkindi. İki üç konuşma ile karakteri ortaya çıkmıştı. Daha fazla zamanını harcamayacaktı.  

Defilenin başlamasına az bir süre kalmıştı. Gökçe, yanında sessizce oturan adama baktı. Koluna dokundu. İlgisini çektikten sonra da kısık sesle, “Karşı sıra, sarı ceketli kadının sağındaki. Yeni ayrıldı sevgilisinden. Tanışmak ister misin?” 

“Hayır, tipim değil.” Doğru düzgün bakmamıştı bile.  

“Tipin mi değil?” 

“Evet, tipim değil. Boş ver.” 

“Bak, böyle işler tipe göre olmaz. Niyetin zengin birini bulmak değil mi? O da uygun.” 

“Tamam, kapatalım konuyu. O tipim değil.” 

“Anladım. İtici geldi. O zaman başkasına bakalım. Bizim sıradakileri göremiyorum. Arada bakarız. Kimler varsa onlara göre seçim yaparız. Tipin nasıl senin? ” 

“Ben bulurum. Acelem yok. Hem sen yanımdayken tanışmam doğru olmaz. Senin adın karışmasın.” Konuyu kapatması için iyi bir mazeretti.  

“Ah evet ben hiç böyle düşünmedim. O zaman beğendiğin biri olursa söyle, ben başka yere otururum. Ayrı ayrı olunca sorun olmaz.” 

“Bakarız.” 

Gökçe, Kartal’ın bir şeylere bozuk olduğunu anladı. Üstüne gitmek, sıkıştırmak istiyordu. Oyun oynadığını, vazgeçtiğini söylemesini istiyordu. Onunla vakit geçirmek istediğini anlamak istiyordu. Fakat anlattıkları ve onun kendisi hakkında düşündükleri aklına gelince ikisi arasında bir şeylerin olması mümkün değildi. Küçüklü büyüklü bir sürü yalan vardı ortada. Ona daha fazla kapılmadan bu işi bitirmeliydi.  

İlk defile bitince yerlerinden kalktılar. Biraz hava almak için dışarı çıktılar. İçecek bir şey ister misin diye sorduğunda hayır yanıtını verdi. Telefonu titreşince eline aldı. O an karar verdi. Mesaj gelmişti ama o telefon çalmış gibi yapıp ekranı açtı. Sonra da karşı tarafa hemen geleceğini söyleyip telefonu kapattı.  

“Gitmem lazım. Kusura bakma. Sonra görüşürüz.” 

“Önemli bir şey mi oldu?” 

“Evet bir arkadaşımın bana ihtiyacı var. Gitmeliyim. Hoşça kal.” Yanağını öpmek için parmak uçlarında kalktı. Genç adam da ona eğilmişti. Yine aynı heyecanla öptüler birbirlerini.  

Gökçe, aslında tanıştıklarından beri ilk kez isteyerek yalan söylemişti. Daha önce doğruları biraz çarpıtmıştı ama bu kez bile isteye yalan söylemişti. Saçma bir tanışıklığın, daha saçma ilerleyen arkadaşlığına noktayı koymalıydı. Böyle bir arkadaşlık normal değildi. Hem hoşlanacak hem onu başkaları için yönlendirecek hem de bunları yaparken kendisini de yanlış biri olarak tanıtacaktı. Yorucu ve saçma bir şey yapıyordu. Sonradan üzülmektense başta üzülmeyi tercih etti ve koşar adımlarla taksiye bindi.  

 

Haftanın diğer günlerindeki defilelere gitmedi. Böylece rastlantı sonucu bile karşılaşmalarının önüne geçti. Kartal da aramamıştı. Galiba ikisi de birbirlerinden habersiz aynı kararı vermişti. Bir arada olmalarının anlamı yoktu. Gökçe, çizimlerine ağırlık vermeye çalışıyordu. Kafasını boşaltamadığı için çizdiklerinin başarısız olduğunu fark edip bir kenara bıraktı. En iyisi yazmaktı. Ekranın başına geçti. Boş bir sayfa açtıktan sonra isimleri değiştirerek Kartal ile olan tanışıklığı kullandığı bir hikâyeye başladı. Oyun İçinde Oyun diye başlığı yazdı. Sonra ilk karşılaştıkları andan itibaren tüm yaşananları, duygularını da katarak yazmaya başladı. Satırlar ilerledikçe kısa süreli ilişkinin üstündeki etkisini daha iyi anlıyordu.  

Hikâyeyi ana hatları yazdıktan sonra arkasına yaslanıp sonunu nasıl bağlayacağını düşünmeye başladı. Mutlu son yazmayı severdi ama bu kez olay mutsuz sonuçlanmıştı. Bir son bulması gerekiyordu. Olayları düşünürken yeniden karşılaşma yazmaya ve oradan da tüm yanlış anlamaları düzeltmeye karar verdi.  

Bunun notunu da aldıktan sonra odasından çıktı. Zuhal ve Yeliz müşterilerle ilgileniyordu. Zuhal satışı bitirip müşterisini uğurlayınca yanına geldi.  

“Nasılsın?” 

“İyiyim. Biraz çizdim, biraz yazdım. Siz neler yaptınız?” 

“Güzel satışlar yaptık. Kapanışa gitmiyor musun?” 

“İstemiyorum.” 

“Kartal orada olacak diye niye son defileyi kaçırıyorsun? Sevdiğin modacıların kaç defilesini kaçırdın, bunu kaçırma.” 

“Ya oradaysa?” 

“O seni görmezden gelirse sen de onu görmezsin.” 

“Ya yanında biri varsa?” 

“Zaten bunun için yardım etmedin mi?” 

“Ben de öyle sanıyordum ama fark ettim ki hep aşağılamış, kötü kişileri önermişim. Yapmak istediğinin en iğrenç taraflarını görmesini sağlamışım. Size de dedim, o öyle biri değil. Başka amacı olduğundan eminim. Zengin kadın arayan tiplerden değil. Midesinin bulandığına yemin edebilirim.”  

“Sana katılıyorum. Anlattıklarına göre en uygun önerini önemsememiş gibiydi. Neden öyle davrandı çözebildin mi?” 

“Hayır. Ya benim dalga geçtiğimi anladı ya da gerçekten beğendi önerdiğimi ve beni yanında istemedi.” Bunu düşünmek bile istemiyordu. Tamam bir daha görüşmeyecekti ama onu kötü anımsamak da istemiyordu. Güzel anılar kalmalıydı aklında.  

“Olabilir. O zaman hiç sorun etme ve git. Yanına Yeliz’i de al. Ben kapatırım bu akşam.” 

O sırada işini bitiren Yeliz de yanlarına gelmişti. “Ben kapatırım, sen git.” 

“Dün gittim ben. Kapanışa da sen git. Hem ben kocamla buluşup yemeğe gideceğim. Ekemeyeceğim kadar yakışıklı, biliyorsunuz.” 

“Biz o adamı sana nasıl kaptırdık? Hâlâ kızıyorum kendime.” Yeliz’in en büyük zevklerinden biriydi Zuhal’e takılmak.  

“Oyarım gözlerini, biliyorsun değil mi?” 

“Bilmez miyim? Tamam, sen kocanla ilgilen, biz de gezelim iki kız. Gidiyoruz değil mi?” 

“Gidiyoruz. Ama sadece kapanışa.” 

“Tamam. Kıyafet seçelim.” 

Zuhal, Yeliz’i yalnız yakaladığı an kulağına, gözünü dört açmasını ve partiye katılmalarını söyledi.  

“Merak etme. Kartal oradaysa kesinlikle karşılaşmalarını sağlayacağım. Ben o adamın gerçek Gökçe’yi kaçırmayacak kadar akıllı olduğuna inanıyorum.” 

Gökçe, kendi yaptığı elbiselerden birini seçtiğinde havası değişmişti. Kartal’ın oyununu ya da niyetini bile bile kafaya takıp üzülmesi çok saçmaydı. Gerçekte üzüldüğü tek şey aralarındaki yanlış anlamaların hatta yalanların olmasıydı. Bunları düzeltmenin imkanını bulamamak canını sıkıyordu. Belki bir gün bir yerde karşılaşır ve konuşurlardı. Onun öyle biri olmadığına inanmasının elle tutulur bir delili de yoktu. Sadece öyle olduğunu hissediyordu. Hislerine güvenmeliydi.  

 

*****  

 

“Merhaba, sizi geçen gün Gökçe Bahar’ın yanında gördüm değil mi?” Kartal, sesin geldiği tarafa döndüğünde otuzlu yaşların sonunda, çok güzel bir kadınla karşılaştı.  

“Merhaba, evet, adı Gökçe ama soyadı Kaytancı.” 

“Ah tabii, sahne soyadı Bahar idi.” 

“Sahne mi? Oyuncu muydu? Hiç bahsetmedi.” 

“Sahne ya da podyum. Mankendi. Uzun zaman oldu bırakalı. O gün yanınıza gelemedim, konuklarımın acelesi vardı, hemen çıktık. Çok özledim, bir gün mağazasına uğrayacağım.” 

Kartal, aynı Gökçe’den bahsettiklerinden emin olmuştu. Manken olduğunu hiç söylememişti. Daha başka neleri söylememişti acaba?  

“Siz de mankensiniz değil mi? Yüzünüz yabancı değil.” 

“Evet, ben onlardan önceki kuşaktanım. Gökçe devam etse bugün hâlâ podyumda olurdu.” 

“Haklısınız. Fiziği çoğu mankenden iyi.” 

“Ağır bedeller ödeniyor o fizikler için.” 

“Siz de koruyorsunuz fiziğinizi. Bugün podyumda olmalıydınız.” 

“Çok teşekkür ederim...” 

“Kartal Tunç.” 

“Memnun oldum Kartal Bey. Merih Aydın.” 

“Venüs olmalıymış adınız.”  

“Siz var ya... çok sevdim bunu.” 

“Sevindim. Şimdi ne yapıyorsunuz? Mesleğinizle ilgili bir şey mi?” 

“Sayılır. Mankenlik ve oyunculuk ajansım var. Eğitim veriyoruz.” 

“Hiç kopmamışsınız mesleğinizden.” 

“Öyle. Seviyordum işimi. Yaş ilerleyince uzaklaştık hepimiz. Ya siz ne iş yapıyorsunuz?” 

“Otomobil distribitörüyüm.” Söylediği markanın fiyatlarını bilen Merih’in gözleri açılmıştı.  

“Satışların arttığını duymuştum. O kadar parayı verebilen zenginin çok olması ne şans.” 

“Ürün güzel olmasa o parayı veren çıkmaz.” 

“Haklısınız. İkinci elini bulursam ben de bir tane alayım. Sıfırına param yetmez.” Şen bir kahkaha atmıştı hemen sonrasında. Kartal da gülerek bakıyordu güzel kadına. “Kartımı alın. Elimde bir iki tane var. Beğenirseniz biri sizin olabilir.” 

“Mutlaka bakacağım.” Konuşurken salona girmişler, yan yana oturup konuşmaya devam etmişlerdi. Merih, çok hoş sohbet, sevimli biriydi. Daldan dala atlıyor, tanıdıkları hakkında dedikodular anlatıyordu. İsimler Kartal’ın beyninde uçuşsa da günlerdir ilk kez eğlendiğini hissediyordu.  

 

Gökçe, Merih’i görmeden kahkahasını duymuştu. Kafasını çevirdiğinde Kartal ile konuştuğunu gördü. İçinde bir yerler acıdı. Tahmin etmeliydi. Kartal’ın oyun oynadığını sanmıştı. Oysa o ciddiydi, vazgeçmemiş, sadece daha genç, daha güzel bir kadın bulmuştu. Merih’in henüz böyle birini bulması için yaşı gençti. Mutlu bir evliliği olduğunu sanıyordu. Her şey dışarıdan gözüktüğü gibi değildi demek ki! Fakat Kartal da her kadının yanında isteyeceği erkeklerdendi. Onları bakışları ile takip etti. Yeliz de görmüştü.  

“Merih’in yanındaki Kartal değil mi?” 

“Evet, o. Bulmuş işte birini.” 

“Tamam işte, adamın karakteri bu. Merih de parasını kaptırırsa kendi hatası olur. Gerçi o uyanıktır, kaptırmaz kolay kolay. Hem kocası Kartal’ı paralar.” 

“Bilemem o kısmını. Kim kimi yerse yesin. Biz de bir yer bulup oturalım.” 

Yeliz, çok ortada olmak istemeyeceğini düşünüp Kartal ile Merih’in oturduğu sıranın arka tarafına geçti. Böylece kendilerini görmek için kafalarını tam çevirmeleri gerekiyordu. Gökçe de beğenmişti yerini. Seslerini duyamayacağı kadar uzak, hareketlerini göreceği kadar yakındı. Aklından silip atmak için iyi bir yoldu.  

“Çok samimi gözüküyorlar.” 

“Evet.” 

“Merih’i uyaralım mı?” 

“Niye? Aklı yok mu? Bırakalım ne hali varsa görsün.” 

Kıskançççç.” 

“Nesini kıskanacağım. Adamın paragöz olduğunu anlarsa ne ala. Anlamazsa kaybettiği paranın karşılığında biraz zevkli vakit geçirir.” Düşünmek bile istemediği şeyleri dile getirmek hiç hoşuna gitmemişti. Tam o sırada defile başlamış, ilk manken podyumda gözükmüştü.  

Herkes podyumdaki mankenlere bakarken Kartal cep telefonundan Gökçe Bahar adını araştırıyordu. Anoreksiya tedavisi gördüğünü okuduğunda ve sonrasında mesleğini bıraktığını öğrendiğinde, ilk konuştuklarında bazı duyduklarını kendine göre yorumladığını fark etti. Kilo sorunu dendiğinde sadece şişmanlığı düşünmek yine modacıların beyinlere kazıdığı bir algıydı. Sağlıklı olmanın kilolu ya da zayıf olmaktan daha önemli olduğu konuşulmuyordu. Hepsinin aşırısının zararı vardı. Gökçe’nin zayıf resimlerinde bile yüzü güzeldi. Biraz daha elmacık kemikleri önde, köprücük kemikleri daha belirgindi. Şimdi ise yüzündeki ovallik çok güzeldi. Kemiklerinin gözükmediğinden de emindi. Açık bir elbise giymemişti görüştüklerinde. Transparan bluzdan gözüken omuzlar yeterince güzeldi. Kilosunun normal olduğunu biliyordu.  

Onunla konuşmayı özlemişti. Bir iki gün birlikte vakit geçirmiş, bol bol konuşmuşlardı. O sırada birbirlerine bazı küçük yalanlar söylediklerinin, gerçekleri sakladıklarının farkındaydı. Başta genç kadına kızmıştı ama kendisi de az yalan söylememişti. Üstelik hiç söylemediği şeyler de vardı. Çocuk gibi davranmış, intikam almak için oyun oynamış, sonra da aynı oyunun içinde diye Gökçe’ye kızmıştı. Belli ki o da bir şeylerden şüphelenmiş ve çekip gitmişti. Bir gün karşına çıkıp gerçekleri konuşmayı başaracaktı.  

 

Kapanış defilesinin görkemi sonraki partiye de yansıdı. Kalabalık arasında birbirlerini görmeden bir süre eğlendiler. Merih bir sürü arkadaşı ile tanıştırmıştı, Kartal’ı. Gerçekten zengin bir kadın arıyor olsa en az üç tane bulmuş olacağını biliyordu. Kadınlar ilgilerini belli etmekten çekinmiyordu. O ise bu ilgiye yanıt vermeyi aklından bile geçirmiyordu. Gökçe ile vakit geçirmek istiyordu. Onunla eğlenmek, onunla konuşmak, onunla... evet onunla sevişmek istiyordu. Bunu biraz geç fark etmiş bir sürü saçma sapan konuşma ile aralarına engeller koymuştu. İlk tanışmalarında aklında olanlar yüzünden yaptığı şeyleri silip atamayacağını biliyordu. Yine de şansını deneyecek, yeniden başlamak için çabalayacaktı.  

 

Gökçe, Yeliz ile gezerken bir sürü arkadaşına rastlamıştı. Merih ve Kartal’dan uzak durmaya çalışıyordu. Uzun süre bunu başarınca rahatlamıştı. Artık partiden ayrılma zamanı gelmişti. Yeliz de gitmeye hazırdı. Önce bir arkadaşını gördüğünü söyleyip yanından ayrıldı. Sonra Kartal’ın arkasından geçerken telefonda konuşuyormuş gibi yapıp, “Gökçe ile geldik, şimdi çıkıyoruz.” demişti. Artık gerisi Kartal’a kalmıştı.  

Kapıya yöneldiklerinde Kartal ile burun buruna geldiler. Hiç vakit kaybetmemişti genç adam.  

“Gökçe? Burada olduğunu bilmiyordum.” 

“Merhaba. Kapanışa geldik. Şimdi de gidiyoruz.” 

“Yeliz’di değil mi? Merhaba.” 

Yeliz başını sallayıp onay verirken Kartal çoktan Gökçe’ye dönmüştü bile. “Ben de kapanışa geldim. Parti bitmedi henüz, gitmek için erken değil mi?” Hemen çıksa Merih’e ayıp edecekti. Kadın tüm akşam onunla vakit geçirmiş, eğlenmesine yardım etmişti.  

“Yarın iş var, o yüzden gitmemiz lazım. Yolumuz da uzun.” Vazgeçmeyeceğini anlayınca başka bir yol denedi. “O zaman bekleyin, Merih Hanıma veda edip geleyim. Çok şeker biri. Seni de tanıyormuş. Ah seni değil tabii, eski seni.” İma ettiği şeyi anlayan Gökçe’nin rengi atmıştı. Kartal buna sevindi. Demek ki utanmıştı. Aradığı fırsat ayağına gelmişti ve kaçırmaya niyeti yoktu. 

“Biz seni rahatsız etmeyelim. Merih’e selam söyle. Görüşürüz.” 

“Hayır, bir yere gitmiyorsunuz. Yeliz, onu biraz burada tut. Hemen geliyorum.” 

Biz..”  

“Tamam, bekliyoruz.” Yeliz, yanıt verirken bir yandan da Gökçe’nin kolunu büküyordu. Kartal, hızlıca geri döndü.  

“Acıttın.” 

“Acısın. Adam, bekle diyor. Belli ki seninle konuşmak istiyor. Hem bak Merih’e Hanım diyor. Demek ki samimi değiller. Bekle bakalım ne diyecek.” 

“Ne diyecek ki? Bence yine havadan sudan konuşup yeni taktikler isteyecek.” 

“Bir de kim olduğunu niye sakladığını soracaktır.” 

“Anlatmak zorunda değilim ki!” 

“Bence artık anlatmalısın. Şu yanlış anlamaları kaldır aradan. Sonra ne yapmak istiyorsan onu yap.” 

“Evet, haklısın. Saçma sapan bir yere soktum kendimi. En azından kendime bunu borçluyum.” 

Kısa süre sonra Kartal yanlarına geldiğinde ikisi de suskundu. Gökçe’nin moralinin bu kısa sürede bile bozulduğunu anlamak üzmüştü Kartal’ı. Kendisi ile bir arada olmak bu kadar mı rahatsız ediyordu? Eğer öyle ise bu akşam konuştuktan sonra birbirlerinin yoluna çıkmaz, rahat bırakırlardı.  

“Çok bekletmedim değil mi? Merih Hanım ve arkadaşları oldukça kalabalıktı. Sizi göremedikleri için üzgün olduklarını söylediler. Merih Hanım mağazaya uğrayacağını söylememi istedi.” 

“Buyursun gelsin. Tamam mıyız, gidebilir miyiz?” 

“Hadi gidelim. Yeliz Hanım, sizin eviniz de karşıda mı?” 

“Evet, mağazanın neredeyse karşısında oturuyorum.” 

“Ne güzel. Hepimizin evi birbirine yakınmış. Araba ile geldim, hadi gidelim.”  

Arabasını park ettiği yere geldiklerinde iki kadın da birbirine baktı. Çok lüks ve pahalı arabanın ona ait olması mümkün müydü? Birinin arabasını almış olabilir miydi? Kartal kapıları açtığında şaşkınlıkları arttı. “Hadi, binin. Isırmaz.” 

“Kiralık mı?” Gökçe dilini ısırmıştı sorduktan sonra. Ona neydi? 

“Niye öyle dedin?” 

“Birkaç milyona satılıyorlar diye biliyorum.” 

Eeee?” 

“Senin mi?” 

“Evet, benim. Konuşacağımız çok şey var. Tahmininden çok hem de.” 

“Haklısın, çok şey var.” 

“Yeliz’i bıraktıktan sonra bir yerde oturalım. Senin için sakıncası yoktur umarım Yeliz?” 

“Elbette yok. Konuşmanız gerektiğini biliyorum. Sanırım ikinizin de birbirine söyleyeceği doğrular var.” 

“Evet, doğrularla başlamamız lazım. Bu da epey uzun sürecek gibi.” 

“Benim için uzun sürmeyecek. Sonuçta ben sadece geçmişte kullandığım sahne adımı söylemedim. Mankenlik yapmadım demedim. Yalan yok yani.” 

“Gerçekleri saklamak yalan sayılmaz mı? O zaman ben de yalan söylemedim. En azından çok söylemedim.” Utanması lazımdı ama o şu andaki konuşmayı eğlenceli buluyordu. Bir şeyleri nihayet doğru yaptıklarını hissediyordu. Bu da hoşuna gidiyordu. Herkes sessizliğe büründüğünde müziği açtı. Hafif bir müzik doldurmuştu arabanın içini. Huzursuzluk dağılmıştı.  

Yeliz’i indirdiklerinde Gökçe de inmişti arabadan. Arkadaşına sarılmış, veda ederken onun kulağına söylediği sözleri dinlemişti. “Bu adam senden hoşlanıyor. Biraz şansa ihtiyacı var. Sende de ona verecek şans var. Mutlu olmak kolay biliyorsun.” 

“Hayır, zor. Bildiklerimi nasıl unutacağım?” 

“Unutturur, eminim. Hadi kızım, göreyim seni.” 

“Yarın görüşürüz.”  

Kartal da yanlarına gelmiş, el sıkışarak vedalaşmıştı. Arabaya tekrar bindiğinde bir süre hareket etmedi. “Gitmek istediğin bir yer var mı? Konuşmamız lazım.” 

“Yanlış anlamazsan benim evime gidebiliriz.” Gökçe daha rahat konuşacak bir yer olduğu için önermişti evini.  

“Yanlış anlamam. Daha iyi olur. Beni kovarsan arkamdan kapıyı da çarparsın.” 

“Fena fikir değil.” 

Evine geldiklerinde ikisi de çekingendi. Daha ilk günden aralarında oluşan o rahatlık uçup gitmişti. Sanki yeni tanışmış gibi mesafeli davranışlar, tartılarak yapılan hareketler mesafeyi açıp duruyordu. Üstlerindekileri askıya asıp, antrede birbirlerine bakmaya başladılar.  

“Kahve mi, çay mı?” 

“Hiçbir şey.” 

“Emin misin? Su?” 

“O olur.” 

Gökçe, kapının yanındaki mutfağa girip sürahiye su doldurdu. İki bardak ile salona doğru yürüdü. Kartal da onu takip etti. Evini incelediğini görünce bir süre bekledi.  

“Bunları mankenlikten kazandığın paralarla mı alındı?” Tablolarını soruyordu. İmzalara bakmadığı belliydi. “Sayılır. Tuvalleri, boyaları ve fırçaları öyle aldım. Kurs parasını da kazandığım parayla ödedim. 

“Sen mi yaptın? Çok iyiymişsin bu konuda. Satıyor musun?” Çok beğenmişti tablolarını. Modern, karmaşık, anlamsız tablolardan değildi. Portreler ve manzaralardan oluşan yedi sekiz tabloluk sergi gibiydi salon.  

“Henüz satmadım ama hediye ediyorum. Beğendiğin varsa senin olabilir.” 

“Açık çek verme, hepsini isterim.” 

“Hayır, herkese bir tane veriyorum. Fazlası enayilik olur.” 

“Seni araştırdım. Gerçi bugüne kadar niye araştırmadığımı ben de anlamadım. Seni tezgahtar sandığımı biliyorsun değil mi?” 

“Evet, fark etmiştim. Merih mi söyledi?” 

“Evet, seni benim yanımda görmüş ama yanımıza gelemeden ayrılması gerekmiş. Bu akşam nerede olduğunu sordu. Tabii soy adını farklı söyleyince konu konuyu açtı. Kendin çiziyormuşsun kıyafetleri. Zaten değişik geliyordu gözüme ama ben modadan çok da anlamam. Birilerinin ürünlerini sattığını sanmıştım. Markamı yaratıyorum dediğinde inanmamıştım.” 

“Biliyorum. Moda ile ilgin bir şekilde olmalı, moda haftasında tüm defilelerinin davetiyesi vardı ama.” 

“Geçen sene bir satış yaptım. Arabayı bir modacı aldı. İki senedir geliyor o davetiyeler. Geçen yıl şirketten birine verdim. Bu sene tamamen şans eseri gittim.” 

“Merih başka ne dedi?” 

“Çok şeker biri. Akıllı bir kadın. Ajansı iyi iş yapıyor olmalı. Benden araba alacak. İkinci el istediğini söylese de çok inanmadım. Sıfır bir araba alacağından eminim.” 

“Kocası da çok zengindir. Bence de sıfır alacaktır. Ben şey sanmıştım...” 

“Zengin birini bulduğumu mu? Şunu artık düzeltelim. Benim durumum gayet iyi. Kullandığım arabaların satışını yapıyorum. Gayrimenkullerim falan var. Yani zengin birini aramıyorum.” Nihayet ilk büyük yalan yok edilmişti.  

“Niye öyle dedin?” 

“Senin yüzünden.” 

“Benim yüzümden mi?” 

“Evet, hediye alınmış bir gömleği değiştirmek için gelmiştim ya. Kapıdan girdiğimde sen diğer arkadaşına zengin, genç, yakışıklı birini ağına düşürmekten bahsediyordun. Hatta hamile kalmaktan ve mirasçısı olmaktan falan söz ediyordun. Sonra seni defilede yanında zengin ama yaşlı biri ile görünce bulduğunla yetindiğini sandım.” 

Gökçe başını sallayarak dinliyordu. Şüphelenmişti. Haklı olduğunu anlamak iyice güldürdü kendisini. Ona bir ceza kesmesi gerekiyordu. Yanındakinin kim olduğunu merak etsin dursun diye sessiz kaldı.   

Hikâye konusuydu o.” 

Hikâye mi? Ne hikâyesi?” 

“İnternet üstünde hikayelerimi yayınladığım bir blogum var. Özel günlerde de güne uygun bir şeyler ekliyorum. O ara yılbaşı hikayesi arıyordum. Bu sene bir türlü konu bulamadım. Ben de klişe bir şeyler mi yazsam diye Zuhal ile fikir alışverişinde bulunuyordum.” 

“Zengin adam fakir kız hikâyesi... Hakikaten klişe imiş. Yazmadığını umuyorum.” 

“Yazdım ama elbette o kadar klişe olmadı.” 

“Neden?” 

“Eğlenceli hale soktum. Fakir kızın hayatına uyum sağlamaya çabalayan erkek sahneleri ile eminim okuyucu çok eğlenmiştir.” 

“Otobüse ilk kez binen erkek falan mı yazdın?” 

“O da klişe. Hayır, çöpü atan, yerleri süpüren birini yazdım.” 

“Okuyacağım bir ara.” 

“Sevinirim.” Bir süre Kartal’ın mavi gözlerine bakıp devam etti. “Yani sen şimdi hikâye konusunda konuşurken beni duydun, sonra da benim yanımda birini gördün diye bana ders mi vermek istedin?” 

“Saçma değil mi? Ama evet, tam da böyle davrandım.” 

“Sana verdiğim taktikleri o yüzden mi uygulamadın?” 

“Bana hiç uymadı. Gerçi çok güzel kadınlar da vardı gösterdiklerinin arasında ama ben hala o aradaki kıvılcımı yaşamak isteyenlerdenim.” 

“Bu yaşlı ya da fakir biri olsa bile mi?” 

“Aşk olmalı. Fiziksel dayatmalar, maddi çıkarlar değil. Aşk olmalı. Yaşlı ya da genç, fakir ya da zengin, güzel ya da çirkin... ne fark ediyor. Yarını biliyor muyuz? Kaç yaşına kadar yaşayacağız? Ne kadar paramız olacak? Ne kadar güzel olacağız? Hep yakışıklı mı kalacağız? Bunları bilmeden yaşıyoruz her günümüzü. İşte o yüzden ben o özel kıvılcımı istiyorum. Heyecanlanmayı, onun yanında gülmeyi, eğlenmeyi istiyorum. Sessizliğinin huzur verdiği birini istiyorum. Konuşurken zamanın uçmasını istiyorum.” 

“Romantik bir erkeksin.” 

“Hiç bilmiyordum ama galiba öyleyim. Ismarlama bir ilişkinin nasıl olacağını bir iki gün içinde deneyimledim, sayende. O yüzden ben doğal yollarla hayatıma devam edeceğim.” 

“Aramızdaki yanlışların, küçük yalanların düzelmesine sevindim.” 

“Ben de öyle.” 

“Şimdi içecek bir şey ister misin?” 

“Hayır, artık gitmem lazım.” 

“Tamam.”  

İkisi de ayağa kalkıp kapıya yöneldi. Kartal paltosunu alıp giyerken Gökçe bir daha görüşüp görüşmeyeceklerini merak ediyordu. Bir şey soramayacağı için sadece genç adamın kapıdan çıkmasını bekledi. Kartal, kapıyı açtıktan sonra yarım dönüp, “Yarın akşam yemeğine ne dersin?” diye sordu. 

“Olur.”  

“Görüşürüz o zaman.” dedi ve eğilip yanağını öptü. Ayak parmaklarına kadar karıncalanma hisseden Gökçe şaşkınlıkla baktı. İlk yanağından öptüğünde de heyecanlanmıştı ama bu kez dudakların yanağına dokunuşu, bir süre orada kalışı çok etkilemişti. Bu adam onun ayaklarını yerden kesiyordu.  

 

*****  

 

Gökçe’nin beyni bir yerlerde genç adamın o zengin kadın bulma çabasına takılı kalmıştı. Kendi evini görmüştü. Varlıklı olduğunu biliyordu. Ya Kartal av olarak kendisini seçtiyse? Kendini zengin diye tanıtan biri olabilir miydi? Gerçi kim o kadar pahalı arabayı birine verirdi? Bunları düşündüğü için kendine kızdı. Adını biliyordu. Niye araştırmamıştı? Hemen bilgisayarda adını yazdı.  

Kartal Tunç, başarılı distrübitör  olarak haber olmuştu. Satış rakamları çok yüksekti. Ailesinin farklı işler yaptığını, yurt dışında çapkınlıkları ile tanındığını, dönüş yaptıktan sonra sadece iki kişi ile adının anıldığını okumak hem hoşuna gitmiş hem de eski sevgililerini görmek kıskançlık hislerini kamçılamıştı. Bir iki sitede haberleri okuduğunda bu ilişkilerin çok kısa sürdüğünü öğrenmişti. İki abisi vardı. Onlar evliydi. Kartal, evlenmeyi hiç düşünmediğini söylemişti. Bildiklerini unutmayacak, gereksiz hayaller kurmayacaktı.  

 

Yemek için buluştuklarında artık ikisi de tamamen kendisi olmuştu. Çok daha kolay konudan konuya geçiyorlardı. Arada küçük anılar tedirgin ediyordu Gökçe’yi.  

“Ne oldu? Sustun.” 

“Yo sadece yemeğe yoğunlaştım.” 

“Ye o zaman. Aklın başka yerlerde belli.” Kartal, onun neler düşündüğünü anlamak istiyordu. Sessiz oluşu hoşuna gitmemişti.  

“İşini anlat biraz.” Gökçe zararsız bir konu olduğunu düşündüğü için işini anlatmasını istemişti.  

“Araba satışının nesini anlatayım?” 

“Satışlar iyi mi? Pazar da durum ne? Zırhlı araçlar kaç para mesela?” 

“Sen işimle dalga mı geçiyorsun?” Sorarken gülmese Gökçe yanlış anlaşıldığını sanacaktı. O da gülmeye başladı. “Hayır, elbette dalga geçmiyorum ama erkekler işlerini anlatmayı sevmez mi?” 

“Zenginlere araç satmanın bir iyi yanı var. Pazarlık yapsalar da nereye kadar ineceklerini, nerede duracaklarını biliyorum. Pahalı bir ürün için iki sorum var. Neye göre, kime göre pahalı... Bunu söylediğim an, satış bitmiş oluyor.” 

“Yani kaliteden ve fiyattan ödün vermiyorsunuz, öyle mi?” 

“Evet. Tıpkı senin ürünlerin gibi. Sen onların yaratıcısısın. Eminim çok daha değerlidir ürünlerin.” 

“Benim için kesinlikle öyle. O yüzden bizi bilen gelir, alır gider.” 

“Zuhal ve Yeliz mankenlik döneminden arkadaşların değil mi? İlk gördüğümde üçünüz için de manken gibi kızlar demiştim.” 

“Evet, o zaman podyumda birlikteydik, şimdi mağazada. Ortaklarım onlar aynı zamanda.” 

“Üretime katkıları var mı, sadece satışta mı yer alıyorlar?” 

“Satışta ama renkler ve bazı modellerde fikir verirler. Gözleri o konuda çok iyidir.” 

“Sen defile düzenlemiyor musun?” 

“Bu sene istemedim. Çok fazla marka vardı. Arada kaynamak gibi olacaktı. Seneye moda haftasındaki duruma bakacağım. Olmadı tek başıma düzenleyeceğim.” 

“Merakla bekleyeceğim.” 

“Modaya ilgin nereden oluştu?” 

“İlgim yoktu. Tamamen tesadüf. Dedim ya davetiyeler müşteriden. Bu sene tatil yapamadım. Sadece bir hafta sonu dinlenmek için şehirden uzaklaştım. Bu sene kendime her gün öğleden sonra izin verip bir sürü yeri gezdim. O arada davetiyeleri çekmecemde buldum ve ilk defilede seninle karşılaştım. Daha doğrusu seni gördüm. İkinciye sen yine orada olacak mısın diye gittim. Sonuç bu.” 

“İlginç bir tesadüf.” 

“Kader mi desek?” 

“Tüm bunlara mı? Olabilir.”  

Kartal tesadüf ya da kader, başına gelenden memnundu. Gökçe’nin küçük porsiyonlarla istediği ama hepsini yediği yemeklerden sonra tatlı istememesini anlıyordu.  

“Hastalığını anlatsana. Nasıl tedavi oldun?” Onun bu konuyu konuşmak istemeyeceğini düşünüp kendine kızdı. Gökçe, rahat bir tavırla konuşmaya başlayınca rahatladı.  

“Tedavi belki de olayın en kolay kısmı.” 

“Nasıl kolay?” 

“Hasta olduğunu kabul etmek en zor tarafı. Kendini bir deri bir kemikken bile kilolu sanmak, daha zayıf olmak için yememek... Ailem beni zorla ikna etti. Tedavi sürecinin başı çok zorluydu ama sonra kendime ne yaptığımı fark ettim. Şimdi çok sağlıklıyım. Kilom normal. Hatta boy oranına göre iki kilo fazlam var ama hiç umursamıyorum. Şişman olmayı düşündüğüm zamanlar bile oluyor. En fazla bir iki beden büyük şeyler giyeceğim diyorum. Kilonun artık tek önemli olduğu yer sağlığım.” 

“Çok doğru bir noktaya gelmişsin.” 

“Ailem, arkadaşlarım çok yardımcı oldu. Hep yanımdaydılar. Psikoloğumu da yabana atmamam lazım. Arada hâlâ gidiyorum. Onunla konuşmak iyi geliyor.” 

“Aile önemli. Benimkilerle artık o kadar az görüşüyoruz ki bazen iş hayatından nefret ediyorum. Bu yarım günlük tatillerimde bir iki kez bir araya gelmeye çabaladık. En uzun süren bir saat sürdü. Herkesin işi acil, önemli ve yoğun. Hayatımızı kendimiz bitiriyoruz. Bir yeğenim var. Onun büyüdüğünü görmek istiyorum. Bir tane de yolda var.” 

“Çok şanslısın. Ben tek çocuğum.” 

“Biz üç erkek kardeşiz. Annemin katlandığı şeyleri düşünemiyorum bile.” 

“Zor olsa üç kez doğum yapmazdı. Sen tatil yaparken işlerini kim yapıyor?” 

“İyi bir satış müdürüm, çok iyi satış elemanlarım var. Çok zorlanırlarsa bana telefon kadar yakınlar.” 

“Hayatın tadını çıkartıyorsun yani.” 

“Bundan sonra böyle.” 

“Çok güzel. Ben de günün büyük kısmını ya çizerek ya yazarak geçiriyorum. Satışı Yeliz ve Zuhal benden iyi yapıyor.” 

“Tablolarını da yapmaya devam ediyor musun?” 

“Arada bir iki fırça atıyorum. Eskisi kadar çok uğraşmıyorum.” 

“Belli bir nedeni var mı?” 

“İlham ile ilgili hepsi. Sanatın hepsinde lazım o. Ben öyle, her gün şu kadar fırça atacağım, bu kadar kelime yazacağım diyenlerden olamadım. Günlerce hiçbir şey üretemiyorum. Sonra bir günde üç modelin ana hatları, bir hikâyenin kabası çıkıveriyor.” 

“Hayat senin hayatın. İstediğin gibi yaşa.” 

Evin kapısına geldiklerinde Kartal, Gökçe’nin beline hafifçe sarılıp kendine çekti. Gökçe yanağını uzattığında yine uzunca dudakları yanağında kaldı. Sonra hiç geri çekilmeden bir eli ile çenesini tutup dudaklarına uzandı. Uzun uzun öptükten sonra kısık bir sesle, “İyi geceler.” dedi ve uzaklaştı.  

 

*****  

İlk kez birbirlerine “Seni seviyorum.” dediklerinde 14 Şubat’tı. Sevgililer gününü ikisi de ilk kez birisi ile kutluyordu. Bu çok tuhaf gelmişti ikisine de.  

“Yalan söylemeyecektik hani!” 

“Gerçekten ilk kez kutluyorum. Aslında birisini seviyorsan onunla geçen her gün özel değil mi? Seni seviyorum ve bunu bilmeni istiyorum. Bunu söylemem için mum ışığı, çiçek, çikolata falan gerekmemeli.” 

“Ben de seni seviyorum. Çiçeklerimi çok beğendim. Çikolatayı sevdim. Mum ışıklarını ve şampanyaya bayıldım. Ama en çok beni sevdiğini söylemeni sevdim. Hep söyle.” 

“Sen de söylersen olur.” 

“Söylerim. Hep söylerim.”  

Sonra son yazdığı ama kimse ile paylaşmadığı hikayeyi okudu Kartal’a. İkisinin hikayesini dinlerken daha en başta aralarında olanları doğru şekilde yorumladığını anlamıştı. Aşkı satır aralarında hissetmek çok hoşuna gitmişti. Sonu da mutlu bitiyordu.  

“Niye paylaşmadın bunu?” 

“Bu bizim hikayemiz. Okuyucuma başka bir hikaye yazdım.” 

“Bunu saklayalım.” Başka şeyler söyleyecekken sustu. Henüz çok erkendi.  

 

***** 

 

İlk baharın ortalarına geldiklerinde artık haftanın en az beş günü birlikteydiler. Bazen birbirlerinde kalıyor, işe oradan gidiyorlardı. Aynı evi paylaşmaktan memnun oldukça birbirlerinde eşyalarını bırakmaya başlamışlardı. Yakın olan evlerden birinde oturmayı ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı Kartal. Hayatında ilk defa biri ile birlikte yaşamayı düşünüyordu. Hem şaşırıyor hem de bunu düşünmek bu kadar kolay geldiği için mutlu oluyordu. Sadece Gökçe’ye kabul ettirmesi gerekiyordu.  

Çok normal bir şeymiş gibi bir gün sordu. “Hangi evi satalım? Ya da kiraya verebiliriz.” 

“Niye satıyoruz ya da kiralıyoruz?” 

“Ben artık ayrı evlerde vakit geçirmemizi istemiyorum. İki ev de büyük. İkisi de güzel ve zaten neredeyse aynı yerde. Birinde oturalım diğerini kiraya verelim.” 

“Hayır.” 

“Hayır diye kestirip atma. Tamam, senin evin dursun ama burada yaşayalım. Ya da bu dursun, seninkinde yaşayalım.” 

“Birlikte olmak başka birlikte yaşamak başka. Buna hazır mısın?” 

“Farkında değil misin, haftanın büyük bölümünü birbirimizin evinde geçiriyoruz. Birlikte yaşamak bundan farklı mı?” 

“Evet, farklı. O zaman birbirimize müdahale etme hakkı olacak. Şimdi ise sadece sevgiliyiz.” 

“Niye müdahale hakkından çekiniyorsun? Bu da karşılıklı olacak. Bizden şüphen mi var?” 

Evet, vardı. Dört aydır birlikteydiler ve ikisi de diğerinin ailesi ile tanışmamıştı. Lafı bile geçmemişti. Aileleri ile buluşmaya tek gidiyorlar, birbirleri hakkında konuşmuyorlardı. Bu da ilişkiye güvenini sarsıyordu. Kartal için uzun süren bir ilişkiydi. Önceki ilişkilerinin ne kadar kısa sürdüğünü bildiği için o konuda güveniyordu. Birlikte mutluydular, inkar edecek değildi. Arkadaşları ile de zaman geçiriyorlar, keyif alıyorlardı. Birlikte yaşamak da ilişkide bir adımdı ama sanki geleceği yokmuş gibi ailelerden uzak durmak tuhaf geliyordu. Bunu evlilik için bir adım mı sanıyordu acaba? Evlenmeyi hiç düşünmediğini söylemişti. Diğer yalanların yanında söylenmişti. Önemli olan doğrular konuşulurken hiç evlilikten bahsedilmemiş olmasıydı. Demek ki o düzeltilecek bir cümle değildi. Gökçe bu hallerinden mutluydu aslında. Birlikte geçen kaliteli zamanı hiçbir şeye değişmezdi. Sadece ilişkilerinde geleceğin pamuk ipliğine bağlı olmasına üzülüyordu.  

Kartal’dan teklif gelmeyince Gökçe de hiç konuyu açmıyordu. Acaba Kartal da ondan mı bekliyordu? Küçük bir yoklama yapmaya karar verdi. Hayır yanıtı alırsa üzülmemek için de kendini ikna etti.  

“Bu bayram iki gün annemlerde kalacağım. Gelmek ister misin?” 

“Sevinirim.” 

Bu kadar mıydı? Sormuştu ve hiç itiraz etmemişti. Hatta sevinirim demişti. Yani ailesi ile zaman geçirmeye razı mıydı? 

“Sıkılacağını düşünüyorsan gelmek zorunda değilsin.” 

“Gökçe, sıkılacağımı düşünsem, gelmek istemesem kabul etmem hayatım. Ya sen?” 

“Ben ne?” 

“Sonraki gün annemlere gitmeyi ister misin?” 

“Seve seve.” 

İkisi de gülüyordu. Bunca zaman sonra bile birbirlerinde yeni bir şeyler keşfediyorlardı.  

Arife günü Gökçe’nin ailesine gitmişlerdi. Böylece bayramın ikinci günü de Kartal’ın ailesine gidecekler, gecikmemiş olacaklardı. Babasının Kartal’ı beğenmesini diliyordu. Annesinin zaten beğeneceğinden emindi. Ama asıl Kartal’ın ne hissedeceğiydi önemli olan.  

Kapıyı daha çalmadan annesi ve babası birlikte açtılar. İkisi de heyecanla bekliyordu misafirlerini. Önce annesi sarıldı Gökçe’ye. Sonra babası bir adım attı dışarı ve Kartal’ın çatık kaşlarını gördü. Herkes dönüp Kartal’a bakmaya başlamıştı. 

“Sen var ya, sen çok kötüsün Gökçe. Babanmış o akşam yanındaki.” 

“Hiç sormadın ki kim olduğunu.” Gökçe bunu tamamen unutmuştu. Gülerken babasına da sarılmaya çalışıyordu. Yaşlı adam şaşkındı. “Neler oluyor?” 

“Hiç önemli... yok çok önemli ama boş verin. Ben sonra hesap sorarım Gökçe’ye. Şu an sizinle tanıştığım için o kadar mutluyum ki, gereksiz şeyleri konuşmayalım.” Kartal, genç kadının keyifle bakışlarına takılmış kalmıştı.  

Annesi ve babası şaşkınlıkla bakarken Gökçe kahkahalarla gülüyordu. “Seni çok kıskandı baba. Olay bu. Kim olduğunu bilmediği için seni acayip kıskandı. Şimdi öğrendi ya, şımaracak birazcık.” 

Vayy, şımaracağım öyle mi. Sizin bu kızınız var ya...” 

“Gelin içeri de içerde anlatın, neler oluyor. Kapı ağzında konuşmayalım.” 

Tanışma hikâyelerini anlattıklarında hepsi gülüyordu. İki günün nasıl geçtiğini anlamadılar. Herkes birbirini tanımaktan memnundu. Ayrılıkları hüzünlü olmuştu. Sık sık gelmelerini istemişti ailesi. Kartal da zevkle geleceklerini söylemişti.  

Kartal’ın ailesi ile tanışmaya sıra gelmişti. Gökçe ilk kez tedirginlik hissediyordu. Kartal’ın da benzer hislerle kendi ailesine geldiğini düşünüp rahatlamaya çalıştı.  

Yine çok güzel geçen bir gündü. Ailesini sevmişti. İki abisini ve onların eşlerini de görmüş, ailenin birbirine bağlılığını keyifle izlemişti. Gelinlerin ikisi de çok güzel ve sevimliydi. Birinin bir yaşında oğlu vardı. Diğeri ise altı aylık hamileydi. Hamile... Gökçe regl döneminin ne zaman olduğunu düşündü. Son haftalarda birlikte geçirdikleri zaman arttıkça kafası daha karışmıştı. Tarihleri toparlayamayınca telefonundaki takvimi açtı. İki ay önce mi? Bir sonrakini not etmeyi atlamış olmalıydı. Tedavi döneminde düzeni bozulmuştu. Düzenli olarak regl olsa da her ay yine de not alıyordu.   

“Neyin var tatlım?” 

“Hiç canım. Bir şey takılmıştı aklıma da notlarıma baktım.” Renginin attığının farkında değildi.  

“Sorun mu var?” Kartal tedirgin olmuştu.  

“Hayır, hiç sorun yok.” derken bir eli ile onun elini tuttu. Kartal, ellerinin buz gibi olduğunu anladığında daha panikledi. 

Gökçe, neredeyse nefes almakta zorluk çekecekti. Sorun var mı diye sormuştu Kartal. Büyük bir sorun vardı hem de! Ya hamile ise? Kartal, ilk gün duyduklarına takılır da miras için hamile kaldığını falan sanırsa? Ne yapacağını bilemeden yerinden kalkıp tuvalete gitti. Bir süre oyalandı. Elini, boynunu, kulaklarının arkasını yıkadı. Sakinleşmeye başlamıştı. Rujunu tazeledikten sonra dışarı çıktı. Kartal kapının önünde bekliyordu.  

“İyi misin?” 

“Evet, iyiyim. Sen niye merak ettin bu kadar?” 

“Rengin bembeyaz olunca korktum. Hastalanıyorsun sandım.” 

“İyiyim canım. Gel merak edecekler bizi.” 

“Biraz daha oturup eve gidelim. Artık baş başa kalmak istiyorum.” 

“Ben de ama aileni çok sevdim.” 

“Onlar da seni sevdi.” 

“Emin misin?” 

“Evet, eminim. Hepsi sevdi seni.” 

 

***** 

Gökçe’nin evine geldiklerinde ikisi de yorgundu. “Biraz uzansam sana ayıp olur mu? Yol çok yordu.” 

“Ben de yorgunum. Uyuyalım biraz.” Yatak odasına geçtiklerinde ikisi de üstlerindekileri atıp çamaşırları ile uzandılar yatağa.  

Gökçe uyuyacağını söylese de sadece yatmış, hamile olma ihtimalinde neler olacağını kurmuştu. Bir eli karnının üstünde öylece yatıyordu. Kartal’ın nasıl davranacağını kestiremiyordu. İçini çekerek Kartal’dan yana döndüğünde onun da uyumadığını, kendisini izlediğini gördü. 

“Neyin olduğunu söyleyecek misin?” 

“Korkuyorum.” 

“Korkuyor musun? Neden, ne oldu? Hasta mısın?” 

“Hayır, hayır hasta değilim. Aslında daha hiçbir şeyi bilmiyorum. Ama korkuyorum.” 

“Neden korktuğunu söyleyecek misin?” 

“Beni suçlamandan.” 

“Seni niye suçlayacakmışım?” 

“Hani hikâye için konuşurken duydukların var ya. İşte o zaman duyduğun bir şeyi şu an yaşıyor olma ihtimali beni o kadar korkutuyor ki, anlatamam.” 

“Anlatabilirsin. Çünkü ben ne anlatmaya çalıştığını anlamadım. Hadi hayatım, sakince anlat ve korkma.” 

“Yarın konuşsak. Şu an bir şey bilmiyorum. Sadece şüpheleniyorum. Yarın emin olup öyle konuşsam daha doğru olur.” Elinin karnının üstünde olması ile Kartal anlamıştı nihayet. “Neden şüpheleniyorsun? Bir dakika... Hamile olma ihtimalinden mi şüpheleniyorsun?” 

“Evet. Reglim bir ay gecikmiş. Bugün yengeni hamile görünce kendimden şüphe ettim. Tarihi not etmeyi unutmadıysam hamile olabilirim. Bak... emin ol seni tuzağa düşürmeyi falan düşünmedim. Zaten nasıl hamile kalmış olabilirim bilmiyorum. Kalmamışımdır belki. Saçma sapan konuşuyorum. Dedim ya yarın test yapayım, sonra konuşalım.” Gökçe panik halinde kendini anlatmaya çabalıyordu.  

Kartal, genç kadını kolları ile sarıp göğsüne yasladı. Sakin sesi ile kulağına fısıldadı. “Hamile kalmaktan mı korkuyorsun. Bebek istemiyor musun?” 

“Hamile olmaktan korkmak mı? Hayır, korkum senin bunu yanlış anlaman.” 

Gülümsedi genç adam. “Yanlış mı anlayacağım? Bir iki kez korunmayı unutmuş olan benim. Aklımı başımdan almanın sonucu bu.” Bir süredir bu haberi beklediğini ona söylese belki daha kolay ikna olurdu.  

“Korunmayı unuttuğunu bana şimdi mi söylüyorsun? Ben nasıl hamile kaldığımı anlamaya çalışırken, yalancılıkla suçlanmaktan korkarken hem de.” 

“Gökçe, senin şu korkularını ne yapacağız? Eğer hamile isen doğurmayı istiyor musun?” 

“Evet, aksini düşünme bile. Asla aldırmam bebeğimi.” derken kollarından sıyrılmaya çabalıyordu. Kartal, onu daha sıkı tutup kendine iyice yasladı. “Hop hop hop... sakinnn, o benim de bebeğim. Ben de aldırmanı asla istemem.” 

“Sakinim ben. Yani sakinleşiyorum.” 

“Dinlendin mi?” 

“Neden sordun?” 

“Eğer henüz hamile değilsen, kalman için elimden geleni yapmaya niyetim var da.” 

“Dalga geçme. Hamile değilsem iyi değil mi senin için?” 

“Hayır, ben seni hamile görmek istiyorum. O yüzden işe koyulalım.” 

“Kartal, sakin ol biraz. Sonra beni suçlamayacağından emin misin?” 

“Asla. Sen benim hayatımın en güzel rengisin. Aylar önce senden vazgeçemeyeceğimi anlamıştım. Sadece biraz daha birbirimizi tanımak istiyordum. Şimdi ise ister hamile ol ister olma istediğim tek şey var, karım olman.” 

“Birlikte yaşamak istiyordun.” 

“Aslında o gün de evlilik teklif etmek istiyordum ama bir türlü toparlayamadım kelimeleri.” 

“Neden evlenmek istiyorsun?” 

“Güzel yemek yapıyorsun. Çamaşırlarımı falan da yıkıyorsun. Bir de bebek olursa, tam bir evlilik tablosu olacak bu.” 

Kartallllll.” 

“Evlenmek istiyorum çünkü sana aşığım. Seni o defilede yanında babanla gördüğüm günden beri aşığım. Bunu anlamak için biraz zaman geçmesi gerekti. Üç dört gün yetti de arttı. Kapanış defilesinde biliyordum seni sevdiğimi.” 

“İnanmıyorum sana.” Gökçe, kendisinin de onu gördüğü günden beri kalbini çaldığını söylemek istiyordu.  

Pekala, şöyle söyleyeyim. Tüm gömleklerimi renkliler ile değiştirsen bile asla itiraz etmem. İşte seni o kadar çok seviyorum.” 

Gökçe onun ciddi olduğunu anlayınca şımardı. “Düğünde lila gömlek giyecek kadar mı?” 

“İstediğin o olsun.” 

“İşte şimdi inandım.” 

 

SON 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder