30 Aralık 2020 Çarşamba

YENİ HAYATLAR- 2. Bölüm

 Beş hafta geçmişti o gecenin üstünden. İkisi de birbirini aramamıştı. Burak, ziyaretinden bir hafta sonra İstanbul’a gitmişti. Sonra da üç ayrı şehre kısa süreli ziyaretler yapmıştı. Aslında her yolculuk arası geri dönmüş ama Burcu’yu aramamıştı. Çok istese de kendini tutmuştu.  

 Burcu da, kendi hayatına ve yalnızlığına geri dönmüş, yoğun hayatında bir de erkek için vakit harcamadığını düşünüp avutmuştu kendini. Hayvanları ile uğraşıyor, seramiklerini yapıyor, bahçeden elde ettiklerini pazar ve markette satıyordu. Markette irtibat kurduğu müdür ile iyi anlaşmıştı. Babacan tavırlı müdür daha fazla mal getirmesi için baskı yapıyordu. Tarım alanını büyütmesi gerekiyordu. Yeni alanlar için de belgeler almalı, üretimi arttırdığının bilgisini vermeliydi. Yasal işlemleri halletmek için merkeze indi. Devlet dairesindeki işini halletmek için hızlı adımlarla yürüyordu. Tam köşeye geldiğinde birisinin kucağında bir bebek ile elini tutan bir başka çocukla merdivenlerden indiğini gördü. Burak! 

Burak, evli miydi? Yanında bir genç kadın vardı. Karısı mıydı? Onun için mi uzak durmuştu? Hiç bahsetmemişti karısı ve iki çocuğundan. Bir süre izledi ailenin yürüyüşünü. Kadın gülerek konuşuyor, Burak da aynı gülümseme ile yanıt veriyordu. Arada kucağındaki bebeği öpüyor, elinden tutanla daha da derinleşen gülümseme ile konuşuyordu. Çocukları sevdiği oradan bile belli oluyordu.  

Çift kabin bir araca bindiler. Kendisini lokantaya götürdüğü araba iki kişilikti. Bu ise aile için oldukça elverişliydi. Çocukları arka koltuktaki çocuk koltuklarına yerleştirip şoför tarafına yürürken gördü Burcu’yu. Yakalandığını fark eden Burcu, selam vermek yerine binaya döndü ve hızlı adımlarla ilerledi. Onların mutlu hallerini seyretmekle zaten kendine işkence yapmıştı. Karısına ne anlattığını bilmediği için selam verip başını belaya sokmak istemedi. Ne geçmişti ki aralarında? Koca bir hiç. O yüzden kendisini bir kadının evliliğini yıkmaya çalışan üçüncü şahıs gibi görmesi gereksizdi. Fakat tek taraflı da olsa Burak için kalbinde çoktan yeşermiş duygular vardı. Unuttuğunu sandığı adamı aslında hiç aklından çıkartamadığını kabul etmek, kendini kandırmaktan vazgeçmek doğru bir tavır olacaktı.   

Burak, seslendiği Burcu’nun onu görmezden, duymazdan gelmesine takılmıştı. Kamyoneti avukatının bürosuna yöneltmişti. Bir an önce geri dönmek için planlar yapmaya başladı. Oysa aynı yere dönemeyeceğini, hatta bugünlerde o güzel çiftliğe gidemeyeceğini biliyordu. Zaten Burcu’nun onu görmek istemediği de belliydi. Oysa kendisi onu özlemişti. Görebilmek için neler yapacağını düşünürken gelen ses ile içinde bulunduğu ana döndü.  

“Efendim?” 

“Getirdiğiniz için teşekkür etmiştim. Ama yüzünüzdeki ifadeden anlaşıldığı üzere aklınız başka yerde. Artık gönül rahatlığı ile gelecek planları kurabilirsiniz. Çocukları bir ara benimkilerle tanıştıralım. Eşim de çok mutlu olacaktır. Bu davanın sonunu çok merak ediyordu. Sonuçtan o da memnun olacak.” 

“İlgisine ve desteğine teşekkürlerimi iletir misiniz? Uygun bir zamanda ziyaret etmek isterim.” 

“İletirim. Görüşelim. Tekrar teşekkürler.” 

“Asıl ben teşekkür ederim. Her şey için.” 

Bugün hayatının bundan sonrasını şekillendirecek bir sonuç almıştı. Yeni bir hayatı vardı. Birkaç ay öncesindeki hayatı ile taban tabana zıt bir hayat. Beklediğinden bile hızlı alınmış bir karardı. Tamamen sonuçlanmamış fakat büyük bir adım atılmıştı. Bundan sonrası sadece yasal işlemlerin tamamlanmasıydı.  

Şimdi mutlulukla kutlaması gerekirken aklındaki tek şey bir an önce eve gidip çocukları annesine teslim etmek ve çiftliğe, Burcu’nun yanına gidip konuşmaktı. Gitmeyeceğine dair verdiği tüm kararlar aklından çıkmıştı.  

*****  

“Cüneyt, tahminimden iyi oldu. Ellerine sağlık. Çok yordum seni.” 

“Yoruldum ama inan zevkle yaptım. Gerçekten güzel oldu. İki üç gün kurumasını bekle. Sonra deneme yaparız.” 

“Bence oldu ama evet deneyelim. Topla herkesi gel. Güzel bir eğlence yapalım.” 

Burcu, Cüneyt’e sarılıp iki yanağından da zevkle öptü. Arkadaşı, onun asık yüzünü görünce neler olduğunu sormuş, yanıt alamayınca aklını dağıtmak için uzun süre önce yapmayı planladıkları şeyi teklif etmişti. Yarım gün onunla çalışmış ve sonunda tam da istedikleri gibi bir ocak yapmışlardı. Eski ocağın yetersiz kalması yüzünden epeydir istiyordu bunu. Ayrıldıklarında ikisi de gülüyordu.  

Burak, çiftlik kapısından girdiğinde gördüğü manzaraya hiç hazırlıklı değildi. Burcu bir erkeğin kollarındaydı. Hem de öpmüştü. Bugün kendisini görmezden gelmesinin sebebi bu adam olabilir miydi?  

Tam geri vitese takıp bahçeden çıkacakken adamın ayrıldığını ve Burcu’nun da kendisini fark ettiğini gördü. Genç kadın donup kalmıştı. Ne düşündüğünü anlaması imkansızdı, Gitmekten vazgeçti. En azından bir iki cümle ile bugün olanları anlatır, mutluluğunu paylaşırdı.  

“Hoş geldin.” diyerek karşıladı Burak’ı. Sonra dayanamayıp devam etti. “Çocukları, eşini niye getirmedin?” 

“Eşimi mi?” Arabadan inerken şaşkınlıkla sormuştu. Sonbaharın ilk günleri olmasına rağmen çok serin bir gündü. Sıcak arabadan inince ürpermişti. Dönüp kamyonetten montunu aldı. Onu giyerken dayanamayıp sordu, “Erkek arkadaşın mıydı?” 

“Hayır, sadece arkadaşım.” Kendisi niye açıklama yapıyordu ki? Burak açıklamış mıydı? “Soruma yanıt vermedin. Eşini, çocukları niye getirmedin? Yoksa onlar da mı korkuyor hayvanlardan?” 

“Eşim yok, şakında iki çocuğum olacak.” Hayatının özeti bir cümleye sığmıştı. 

“O nasıl oluyor?” 

“Önce bir oturalım. Hepsi sırayla.” Arkadaş açıklaması içini biraz rahatlatmıştı. Artık kendisinden bahsetmek istiyordu. Çünkü o surat asmanın ardında kıskançlık olduğunu anlamıştı. Burcu, avukatını karısı sanmış ve kendisini görmezden gelmişti.  

İkisi de bahçe masasına oturunca Burak konuşmak yerine bir süre genç kadının yüzüne baktı. Özlem ve merak vardı bakışlarında. Burcu, onun neden aramadığını merak etti. Bu kadar özlemle bakan birini yanlış değerlendirmiş olabilir miydi? Hem yanındaki kadını hala açıklamamıştı.  

“Aramadığım için özür dilerim.” 

“Arayacağını söylememiştin.” 

“Ama aramak istedim. Aramanı da istedim.” 

“Aramak isteseydin arardın.” 

“Aramak istedim. Biraz sesini duymak, biraz buralardan haber almak istedim. En çok da beni unutmamanı istedim.” 

“Niye aramadın o zaman?” 

“Çünkü benim için ne düşündüğünü neler hissettiğini bilmiyordum. Boşa ümitlenmek istemedim. Aradıkça kendi kendime hayaller kuracak, bunların olmasını sağlamak için çabalayacaktım. Oysa durumum pek de iç açıcı değil.” 

“Ne var durumunda? Hasta mısın?” 

“Hayır, hasta değilim. Sadece karışık bir dönemdeydim. Tam çözülmese de çözüme az kaldı.” 

“İşle mi ilgili?” 

“Hayır, işler iyi. Senin ürünlerin satışı da iyiymiş. Müdürden bilgileri alıyordum.” Ona kaç kez nasıl olduğunu, nasıl gözüktüğünü sormuş, yanında biri ile gelip gelmediğini araştırmıştı. Bunları Burcu’nun bilmesine gerek yoktu.  

“Artık anlatacak mısın? Aklıma gelen her şeye hayır diyorsun. Anlat neler olduğunu.” 

“Anlatacağım. Gerçekten karışık. Konunun tarafı olmaktan hoşlanmadığım bir durumda kaldım.” 

“Nasıl?” 

“Üç yıl önce buraya tatil için gelmiş, bir de yazlık ev satın almıştım. Emlakçılık yapan Esin ile... şey işte, kısa bir ilişkimiz oldu. Bir ay kadar burada kalmıştım. Sonra ayrıldık ve bir daha görüşmedik. Çünkü içinde duygular olan bir ilişki değildi. Sadece çekici gelen iki yetişkinin yaşayacağı basit bir birliktelikti.” Ne kadar zor geliyordu Burcu’ya bunları anlatmak. Anne-babası ile konuşurken bile bu kadar zorlanmamıştı.  

“Sonra?” 

“Sonrası trajik. Esin hamile kalmış. Bana haber vermek yerine kendi başına doğurmuş. Hiç öyle bakma, tüm telefonlarım vardı onda. Sonuçta emlakçımdı. Numaramı da neredeyse yirmi yıldır değiştirmedim.” 

“Bir şey demedim.” 

“Demedin ama bakışların çok şey anlatıyor.” 

“Gerçekten yargılamıyorum seni. Devam et.” 

“Esin dört ay önce bana ulaştı. Bir oğlumuz olduğunu, velayetini almam gerektiğini söyledi.” 

“Ne oldu? Hastalandı mı?” 

“Nereden anladın?” 

“Tek başına büyütmeye karar verdiği belli. Emlakçının iflası da zor. Mutlaka iş bulur. Belki her ay aynı geliri sağlayamaz ama çocuğuna bakmak için mutlaka bütçesini ayarlardı. Bu durumda sağlığı bozulmuş olmalı. Şimdi iyi sanırım.” 

“Hayır, onu iki buçuk ay önce kaybettik. Son on beş günü hastanede kendini bilmez bir şekilde geçti. Pankreas kanseri olmuş.” 

İki buçuk ay öncesi yeni tanıştıkları zamandı. “O zaman biz karşılaştığımızda yeni vefat etmişti.”  

“On gün kadar olmuştu. Ben o sırada oğluma ve kız kardeşine bakmaya çalışmakla, küçük kızın babasını aramakla uğraşıyordum.” 

“Evet iki çocuk vardı bugün kucağında. Babasını buldun mu?” 

“Bulduk. Esin zaten bilgi vermişti. Evli bir Fransız’mış. Kendisinden çocuğu evlat edinmek için gerekli evrakları almakla meşguldük. Bugün nihayet izin kağıtları geldi. Uluslararası yasalar, evlat edinme kuralları falan çok fazla prosedür var.” 

“Yanındaki kadın, avukatın mıydı?” 

“Evet, kahramanımız o. Tüm yasal işleri halletti. Şimdi mahkemenin son kararı vermesini bekliyoruz.” 

“Ne bekleniyor. Baba da izin vermiş.” 

“Evrakların ve iznin gerçek olduğu falan araştırılacak. Bürokrasi işte. Buradan dönüş olmazmış. O yüzden bugün çok mutluydum. Ta ki sen...” 

“Ne olmuş bana?” 

“Beni görmezden geldin. O kadar seslendim, dönüp bakmadın.” 

“Çünkü mutlu aile pozunuz pek de hoşuma gitmemişti.” 

“Sana yalan söylediğimi düşündün değil mi?” 

“Ben erkeklere güvenmem. Üç yıl evli kaldığım kocama bile güvenmiyordum.” Gerçek buydu. Her an bir hata yapmasını beklemişti. Oysa sadık ve düzgün bir adamdı kocası. Sadece o aşık değildi ve hiç gözü kapalı peşinden gitmemiş, asla sırtını ona dayaması gerektiğini düşünmemişti. Hep kendi ayakları üstünde durmuş, her işini halledebileceği şekilde yaşamıştı. O zamanlar annesi kızardı Burcu’ya. Kocana değer vermiyorsun, derdi. Şimdi ise hayatın kendisini yalnız günlere hazırladığını düşününyordu 

“Görücü usulü falan mıydı evliliğin?” 

“Hayır, tanıştık, bir süre çıktık, sonra evlenme teklif etti, evlendik.” 

“Aşk... aşk yok muydu?” 

“Sevgi vardı. Aşk yoktu. Havai fişekler falan patlamıyordu. Ama seviyordum onu.” 

Kızını anlatamıyordu. Geçen süre kızının acısını hiç hafifletmemişti. Tüm kayıpları üzüyordu ama kızı içini dağlıyordu. Burak da bunu tahmin etmiş olmalıydı ki sormuyordu. Bir gün anlatacaktı.  

“Güvenmemen için bir neden olmalı.” 

“Güvenmemi gerektirecek bir şey yapan olmadı. Genelde güvenimi suistimal edenler oldu. Çevremde de örnek çoktu. Güvenmeyince hayal kırıklığı da büyük olmuyor. Yani özel bir nedeni yok.” 

“Ama bugün beni görmezden gelmen de o yüzdendi, değil mi? Sana bahsetmediğimi düşündüğün bir ailem var sandın.” 

“Varmış.” 

“Aynı şey değil. Gerçekten nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Hiç bilmediğim bir oğlum, ondan ayırmak istemediğim bir de üvey kızım varmış.” Yalın gerçek buydu.  

“Kızı evlat edinmek zorunda değildin.”  

“Benim bir kardeşim öldü. Oğlumu kardeşinden ayırmak aklımın ucundan bile geçmedi. Babası velayeti istese sorun olacaktı. Çok şanslıyız. Adam karısını aldattığı anlaşılmasın diye sessiz sedasız tüm haklarından vazgeçince bir anda iki çocuk babası oldum.” Buna üzülmüyor, kızmıyordu. Sadece oğlunun ilk yıllarını kaçırmış olmanın burukluğu vardı. O zaman da bilse her an yanında olmayacak, seyahatlerden fırsat buldukça uğrayacaktı. Neyse ki annesi bol bol fotoğraf çekmiş, özel anların çoğunu kameraya almıştı. Arada birlikte izliyorlardı. Oğluna annesini unutturmak istemiyordu. Kızı ise zaten hiç hatırlamayacaktı.  

“Damdan düşer gibi baba olmak nasıl bir duygu?” 

“Çok zor ama çok güzel. İşlerim yüzünden bir süre uzak kaldım. Annem görüntülü arama ile irtibat kurmamı sağlıyordu. İkisi de öz çocuğum gibi hissediyorum. Çok özledim bu süreçte. Yani ben artık iki çocuklu bekar bir babayım.” 

“İlk köpeğimi sekiz yaşında edinmiştim. Okuldayken özlüyor, eve gelince ödevlerden önce mutlaka onunla vakit geçiriyordum. Ona olan sevgimden daha büyük bir sevgi olabileceğini hiç düşünmüyordum. Sonra kızım hayatıma girdi ve hayat başka bir şey oldu. Sanki yeni bir hayat bahşedilmişti. Daha önce hiç böyle bir sevgi yaşamadığımı, özlemin anlamının ne olduğunu, korkuların gerçek boyutlarını onunla öğrendim. Sonra... neyse işte. Seni anlıyorum. Henüz emekleme aşamasındasın. Her şey güzel olsun hayatında.” 

Burak, son cümleden sonra yumruk yemiş gibi oldu. Tahmin ettiği şeyi yaşıyordu. İki çocuklu birini hangi kadın isterdi ki? Burcu da tavrını ortaya koymuştu. Kalkıp gitmesi gerekiyordu. Kalkamadı sadece bakabildi. Burcu onun gözlerindekileri çözmeye çalışıyordu. Hüznü görmek şaşırtıcıydı. Hayır, o hayatından çıkartmak istemiyordu. Sadece kendini o hayatın içinde görmüyordu. Burak, bu düşüncesinde yanılmamak için dua etti.  

“İsimleri ne?” 

“Ne?” 

“İsimleri ne? Çocuklarının!” 

“Ateş ve Alev.” 

“Güzel isimler.” 

“Evet, ikisi de şimdiden adlarının hakkını veriyor. Kızım henüz bir yaşına girmedi ama ortalığı yakıyor.” 

“Ne zaman doğum günü? 

“27 Eylül.” İki haftadan biraz fazla zaman vardı. O zamana kadar sık sık görüşmeyi umuyordu.  

“Onlara burada parti yapmak ister misin? Çocuklar hayvanları sever.” 

“İsterim. Seni rahatsız etmeyeceğimizden emin misin?” 

“Ben davet ettim. Burada alan müsait. Hava da güzel olursa bahçede kutlama yaparsınız. Davet edeceğiniz arkadaşları var mı? Komşularınız?” 

Komşularını düşündü Burak. Hayır, peşinden ayrılmayan genç kızları davet etmeyecekti. “Burada henüz o kadar yakın olduğumuz kimse yok. Biz bize olacağız.” 

“Ben bulurum oğlunun oynayacağı birilerini.” 

Bir süre daha konuştuktan sonra Burak ayağa kalktı. “Artık gitmem lazım. Annem ikisiyle birlikte uzun süre uğraşamaz.” 

“Bakıcı mı bulacaksın?” 

“Evet, biri anneme yardım ederse ikisi de çok yorulmaz.” 

Sanki tüm cümleler tükenmiş gibi sessizlik oldu. Burak arabasına doğru yürümeye başlamıştı. Bir anda durdu, sonra geri döndü, hızlı adımlarla Burcu’nun yanına geldi. Ellerini uzatıp iki elini avuçlarına aldı.  

“İki çocuklu bu adam senin için imkansız mı?” İstemsizce mi konuşmuştu, bilinçli bir sorumuydu bilemiyordu Burak. Kendini tutamamıştı.  

“Anlamadım, nasıl imkansız?” 

“Yani beni hayatında hiç düşünmez misin?” Açık açık sormuştu işte. 

“Düşünebilirim. Fakat hiçbir şey açıklamadan, sessizce çekip giden birisini hayatımda istemem.” 

“Çok net anlatıyorsun derdini. Bir daha sessiz kalmam. En karmaşık olayları bile seninle konuşursam bana güvenir misin?” 

“Belki zamanla. Biliyorsun güven ısmarlama olmuyor.” 

“Biliyorum. Güvenini kazanacağıma inanıyorum.” 

Burcu, itiraz etmemiş, hayır dememişti. Burak, bu sayede yarına daha umutla bakmaya başlamıştı. Ellerinin arasındaki küçük elleri dudaklarına götürüp ikisine de küçük birer öpücük kondurdu. Yavaşça bırakıp ellerini arabasına yöneldi.  

Burcu, ellerindeki sıcak dudakları hâlâ hissediyordu.  

Doğum gününe kadar görmeyeceğini sanmıştı. Oysa ertesi gün karşısındaydı. Yine bagajı doldurmuştu. Üstelik bu kez kamyonetin bagajıydı dolu olan. Bir sürü battaniye ve şilte de getirmişti.  

“Bunlar ne için?” 

“Kış geliyor. Isınma ihtiyaçları için lazım olacağını düşündüm. Bir iki ikinci el dükkânını gezdim. Ne bulduysam topladım.” 

“Çok teşekkürler. Kışın kapalı alana alıyorum hepsini. Doğal olarak eskiler çok pis koktuğundan onları yenileri ile değiştirmek iyi olacak.” 

Düşünceli hareketi ile gönlünü çalmıştı. Mutlulukla battaniyeleri depo olarak kullandığı binaya taşıdı. Mamalar ve yemler de Burak tarafından taşınmıştı. İşleri bittiğinde ellerini yıkayıp verandada oturdular.  

“İçecek bir şey teklif etmiyorum. Yemek saati geldi. Benim de fırında yemeğim var. Yeriz değil mi?” 

“Ortak olmamda sakınca yoksa yerim tabii.” 

“Çocuklar birazdan gelecek. Onlara bile kalır.” 

“Pansiyon boş mu?” 

“Yarısı boş. Birazdan ikisini temizleyeceğim. Kalabalık bir aile geliyor. Bir de arkadaşları olacakmış.” 

“Yorgun gözüküyorsun. Sen otur, masayı ben hazırlarım.” 

“Her şeyi bulmaya çalışırken sen de yorulursun. Ya da en iyisi içeride yiyelim. Buraya taşımaya uğraşmayalım. Zaten rüzgâr da var.” 

“Olur.” 

Mutfaktaki kıraathane masasını görünce gülümsedi. Masa kırmızı, etrafındaki sandalyeler, sarı, mavi, yeşil ve pembeydi. Hepsinin sırt kısmında güzel çiçek motifleri vardı. 

“Çok güzelmiş masan.” 

“Haluk abiden almıştım. Ben boyadım tabii.” 

“Yapamadığın bir şey var mı?” 

“Araba tamiri.” 

“İnanmam, bence sen motoru bile söker takarsın.” 

“Geç dalganı bakalım. Lastik bile değiştiremezdim. Yeni öğrendim.” 

“Başka?” 

“Dünya kadar bilmediğim şey var. Bildiklerimi saymak daha kısa. Bu arada yeni bir hamile kedimiz var. Bugün yarın yeni bebekler gelecek.” 

“Nereden geldi?” 

“Biri bulmuş, ormana bırakılmış. Ev kedisi olduğu belli.” 

“Nasıl terk edebiliyorlar?” Sonra kendisinin de bir şekilde çocuğunun varlığından habersiz olduğunu, Esin aramasa onun da terk edilmiş gibi olacağını düşünüp üzüldü. Oğlu baba kavramını bilecek yaştaydı. İlk yıllarını babasız geçirdiği için belki bir gün kendisini suçlayacaktı. Asla annesini sorumlu tutacağı cümleler kurmayacak, ölmüş kadın hakkında küçük bir kötü düşüncenin bile kalbinde yara oluşturmasına izin vermeyecekti.  

“Çoğu aile çocukları için evcil hayvan ediniyor. Sonra çocuk bıkınca terk edebiliyor. Kimi de bakımın kolay olduğunu sanıyor. İlk zorlukta terk ediyor. Nadiren evden kaçan hayvanlar da olabiliyor. Her bulduğumuzu bir bilgi ağında paylaşıyoruz. Çoğunun sahibini buluyoruz. Aynı sayfa ile sahiplendirme de yapıyoruz.” 

“Hayvan sahiplenmek isteyenlere nasıl güveniyorsun.” 

“Takip ediyor, araştırıyorum. İlk geldiklerinde güvenip teslim ettiğim çok azdır. Genelde, evine yollar, aşılarını yapayım, şu gün gelin, der, telefonlarını isimlerini alırım. Bakabildiğim her yere bakıp haklarında bilgi almaya çalışırım. 

“Ya hiç bilgi yoksa?” 

“O zaman da kendi duygularıma güvenmeye çalışıyorum.” 

“Eminim doğru karar veriyorsun.” 

“Şimdilik bir sorun yaşamadım.” 

“Güzel, o zaman benim hakkımda da doğru karar vereceksin.” 

“İyi deneme!” Gülümseyerek yemeği fırından çıkarttı. Konuşurken masayı hazırlamışlardı bile. Servis yaptıktan sonra kalanı fırına koyup sıcak kalmasını sağladı.  

“Nefis olmuş.” 

“Afiyet olsun. Beğenmene sevindim.” 

“Bu tabakları da sen yaptın değil mi?” 

“Evet. Renklerine bayılıyorum. Mermer gibi gözüken damarları da çok sevdim.” 

“Harika gerçekten. Aynı renkleri bir daha tutturabiliyor musun?” 

“Evet, her denememin ölçülerini, renklerini mutlaka yazarım. Tabii başlarda öyle yapmıyordum. Hafızaya güveniyor insan gençken. Sonra unutabileceğini kabulleniyor ve notlar almaya başlıyor.” 

“Ne kadar zamanda on iki kişilik yemek takımı hazırlarsın? Şu en alttaki düzler, çukurlar, kâseler... evet bu üçünden on ikişer tane.” 

“Salata tabağı da olmalı.” 

“Hatta üç tane salata tabağı olmalı. Biz fazlaca düşkünüz salataya.” 

“Ne için bu? Doğum günü mü?” 

“Hayır, evlilik yıldönümleri.” 

“Ne zaman?” 

“Ocak ayında. Yirmi ikisinde kutlayacağız.” 

“O tarihte burada olmayacaksınız değil mi? İstanbul’a mı yollayacağım?” 

“Teslimat kısmını konuşuruz sonra.” 

“Tamam, o tarihe yetişir rahatlıkla. Aynı renk ve model mi olsun?” 

“Bu yeşil tonu annemin gözlerinde var. Çok sevecek eminim.” 

“Ya baban?” 

“Ona ne alacağımı hâlâ düşünüyorum.” 

“Nelerden hoşlanır? Habisi var mı?” 

“Mısır ile kafayı bozdu bir ara. Firavunlar, piramitler falan her şeyi okuyordu. Bir de annemi çıldırtan kurukafaları var.” 

“Kurukafa mı? Koleksiyonu mu var?” 

“Sayılır. Senin gibi bir miktar topladı. Otuz kırk tane oldu sanırım.” 

“Anladım. Evet ona da güzel bir şeyler hazırlarım.” Yerinden kalktı, mutfağın yanındaki odaya gitti. Döndüğünde kollarında altı tane kuru kafa vardı. Hepsi farklı renk, boy ve şekildeydi. Sırıtanı en komiği idi.  

“Bunlara bayılır.” 

“Tamam, onun oldular.” 

“Fiyatı ne olur?” 

Aslında para almak tuhaf geliyordu ama yine de bir hesap çıkarttı. Maliyetine yapacaktı. Henüz hediye edecek bir yakınlıkları yoktu. Renk, miktar gibi notları da aldıktan sonra defterini bir kenara koyup çay mı kahve mi diye sordu. Sonra suyu ocağa koyduktan sonra, “Hadi, oturma odasına geçelim.” 

Üçlü koltuğa oturdu. Burak da yanına oturmuştu. Üstelik çok yakındaydı.  

“Bana da seramik yapmayı öğretir misin?” 

“Öğretirim tabii. Ama ancak akşamları tezgâha oturuyorum. Vaktin olursa gelirsin.” 

“Gelirim.” 

“Çocuklara annen mi bakıyor yine?” 

“Evet, yardımcıyla birlikte. Iyi bir kadın bulduk, ev işlerine de yardım ediyor. Neden sordun?” 

“Hiç. Öylesine...” 

Öylesine sormadığını anlamıştı. Altında yatanı anlamak için yüzüne baksa da bir şey göremedi. Fakat gözlerine bakmak, sonra bakışları dudaklarına indirmek aklını başından almıştı. Günlerce tek düşüncesi bu genç kadını kollarına almak, öpmek olan biri için yakınlıkları tahrik ediciydi. Fakat o ana kadar bunu istediğini belli etmemiş birisini zorla öpmek ona göre değildi. O da istediğini belli etmesini beklemeliydi. 

“Hafta sonu çocukları buraya getirebilir miyim?” Sorduktan sonra hata yapmış olabileceğini düşündü. Kızını kaybetmiş birisine çocuklardan bahsetmek, onlarla aynı ortamda olmasını istemek doğru muydu?  

“Hiç sormayacaksın sandım.” 

“Ciddi misin? Ben de seni üzmekten çekiniyordum.” Burcu, cümleyi duyunca başını iki yana salladı. “Çocuklarınla tanışmak istiyorum.” İşte bu bir işaretti. Burak öyle olduğunu kabul etmişti. Belki yine yanılıyordu ama daha fazla kendini tutamayacaktı.  

“Seni onlarla tanıştıracağım.” dedi ve yavaşça eğilip öptü. Hiç acele etmiyor, sakin şekilde dudakların tadını alarak öpüyordu. Burcu da karşılık veriyordu. İlk günden beri bunu istediğini kabul etmişti. Burak, kollarına almış bir alt dudağını, bir üst dudağını dudaklarının arasına hapsediyor, sonra biraz daha kendine çekerek öpücüğü derinleştiriyordu. Öpüşmelerini kapının önünde duran araç sesi kesti. Lanet okuyan Burak, bir yandan da Burcu’nun yüzünü inceliyordu.  

Nefesini düzeltmeye çalıştı. “Çocuklar geldi. Çıkmam lazım.” 

“Şu zamansız gelişlerin dizilerde olduğunu sanıyordum.” 

“Geleceklerini biliyorduk. Hata bizde.” 

“Haklısın, daha iyi bir zaman bulmalıyız. Şimdi gitmem lazım. Ararım seni.” Kapıya gitmeden önce bir öpücük daha çalmıştı. Sonra yanağını okşayıp “Görüşürüz!” diyerek çıktı evden. Kapının önünde gençler toplanmıştı. Daha kalabalık bir grup gelmişti. Burak, başı ile selam verip önceden tanıştıkları ile ayak üstü konuştu. Yemeğin hazır olduğunu, bir kısmını yediği için onlara az kaldığını da itiraf etmişti. Böylece evden çıkmasının nedeni olarak yemeği öne sürmüştü. 

*****  

Hafta sonundan önce bir akşam yemeğe çıkmışlar, yine Burak gelip almış ve sonra da eve bırakmıştı. Her konudan konuşabilen ikili vaktin nasıl geçtiğini anlamamış, saat on iki olduğunda hala restoranda olduklarını fark edip şaşırmışlardı.  

Cumartesi öğlen olduğunda Burcu büyük misafirlerini bekliyordu. Kamyonetle geldi Burak. İki çocuk da arkada bebek koltuklarında oturuyordu. Burak önce oğlunu indirdi arabadan. Her tarafta koşturan kediler, köpekler ve tavuklar bir an korkutmuş olmalıydı. Babasının bacağına sarılmıştı.  

“Sevelim mi biraz onları?” 

“Sevmeyelim.” 

“Tamam, istersen sonra seversin. Hadi gel seni birisi ile tanıştırayım.” 

“Kimle?” 

“Bak, burasının sahibi bu güzel abla.” 

“Merhaba Ateş, ben Burcu abla.” 

“Merhaba Burcu abla.” 

“Gel bakalım, kurabiye ve sütümüz var. Sever misin?” 

“Severim.”  

Onlar masaya giderken Burak da Alev’i almıştı kucağına. Yanlarına gittiğinde oğlunun elinde kurabiye olduğunu gördü.  

“Bana da var mı?” 

“Var. Bu güzel kız da Alev mi? Çok güzel Burak. İkisi de çok güzel.” 

“Bence öyleler ama sence de öyle olmalarına sevindim. İşte benim hayatımın iki anlamı.” 

“Kızını oğlundan ayırmaman o kadar önemli ki.” 

“İlk duyduğumda böyle düşünmediğimi itiraf etsem de düşüncelerin değişmez değil mi?” 

“Aksini söylesen yalancı derdim. Zamanla artıyor sevgi. Üstelik bu dünya tatlısı iki kardeşi ayırmak mümkün değil.” 

“Sen onları uyurken görmelisin. Ateş, kardeşinin elini tutuyor, birlikte uyuyorlar.”  

“Çok şekerler.” 

“Önce, oyuncakla mı uyuyordu da kardeşini onun yerine koyuyor, dedim. Sonra ne versem bıraktı, yine kardeşinin elini tuttu. Ben de onları birbirinden ayıramayacağıma karar verdim. Zaten bu dünya güzeli kızı bırakmak hiç içimden gelmiyordu.” 

“Annelerine karşı duygun olsaydı, yine aynı şeyi mi düşünürdün? Seni aldatmış biri olsaydı?” 

“Bilmiyorum...Yoo, aslında biliyorum.  Çocukların ne günahı var? Kızacağım kişi sadece anneleri olurdu. Onlara gereksiz yükler yüklemenin, hak etmedikleri suçlarla cezalandırılmalarının anlamı yok. Her yetişkin kendinden sorumlu.”  

“Çok doğru düşünüyorsun. Bir gün kızına gerçekleri açıklayacak mısın?” 

“Elbette. Doğruları bilmeli. Ama o zamana kadar onun benim biricik kızım olduğunu iyice öğrenmesini sağlayacağım.” 

“Birkaç aylık bir baba için son derece doğru düşüncelere, davranışlara sahipsin. İyi bir baba olacaksın.” 

“Mükemmel bir baba, demen gerekmez mi?” 

“Üzgünüm, kimse mükemmel değildir. Sadece çabalarız, iyisini yapmaya gayret gösterir, arada hatalar yapar, ders çıkartırız.” 

“Eh o zaman az hata yapmak için çabalayan bir baba olacağım.” 

“Çok geziyordun. İşleri nasıl ayarlayacaksın?” 

“Kardeşim bazı bölgeleri üstlendi. Bir de bölge müdürü atadık. Böylece ben merkezden kontrolü sağlarken onlar seyahat edecek.” 

“Merkez de İstanbul’da, değil mi?” Soru aslında geniş kapsamlıydı. ‘Kısa süre sonra gidecek misin, artık İstanbul’da mı yaşayacaksın, ben seni bir daha göremeyecek miyim, gibi soruları içeriyordu.’ Yanıt da şaşırtmadı. 

“Evet.” 

“Ne zaman gideceksin?” 

“Sıkıldın mı benden?” 

“Hayır, elbette sıkılmadım.” 

“Doğum gününden sonra.” 

Yüreği sıkışmıştı. Sadece bir hafta mı kalmıştı? Bir daha bu güzel aileyi göremeyecek miydi? Varlığına alıştığı bu adamı bir daha göremeyecek miydi? Geceleri rüyalarına giren, gündüzleri aklından çıkmayan adamı... Ne ara bu kadar bağlandığını anlamamıştı.  

“Güzel.” 

“Güzel mi? Bence hiç güzel değil. Hep burada kalmayı isterdim.” 

“Yazları gelirsin. Evin duracak sanırım.” 

“Evet, burada bir evim hep olacak.” 

Çocukları getirirsin, diyecekken sustu. Onu ara sıra görmek, belki bir gün yanında karısı ve hatta yeni doğan çocukları ile görmek... Hayır, böyle bir ortamda olmak istemiyordu. En iyisi bu bir haftadan sonra görüşmemekti. Yoksa her seferinde sil baştan unutmaya çalışacaktı. Zaten kalbinin bir bölümü kaybettiklerinin yası ile doluydu. Yenilerini eklemek istemiyordu. 

“Tam ne kadar kalacağımı bilmiyorum. Bir süre işleri toparlamak, devir işlerini tamamlamak için orada olacağım. O sırada çocuklar annemle kalacak.” 

Temelli gitmiyordu. En azından şimdilik. “Ne devri? Neden geri döneceksin? Onları niye götürmüyorsun?” Soruları peş peşe sıralamıştı.  

“Görevlerimin bir kısmını devrediyorum. Artık çocuklarıma vakit ayırmam lazım. Geri dönmem lazım, çünkü burada bitmeyen yasal işler var. Arkamda yarım iş bırakmayı sevmem. O yüzden döneceğim. Resmi işlemler o kadar uzadı ki, bir an önce bitsin ve çocuklarımla aramda pürüz kalmasın istiyorum. Acele ediyorum biliyorum ama bir yanım hep kaybetme korkusu yaşıyor.” 

“O duygu hiç bitmiyor. Ve bazen gerçekten kaybediyorsun.” Burcu sesinin titremesini engelleyememişti. Burak kendisine lanet ederek ellerini tuttu. “Özür dilerim, çok özür dilerim. Çok düşüncesizce bir cümleydi. Affet beni.” 

Burcu, gözyaşlarını silerken bir yandan da ona “Üzülme, bu senin de aynı korkuları yaşamanı değiştirmez. Bunu dile getirmek de hakkın. Her cümlene dikkat etmekten vazgeç. Evet, üzülüyorum ama artık daha az... zamanla biraz daha azalacak. Bitmeyeceğini, özleyeceğimi de biliyorum. Ama bu senin kendini kötü hissetmeni gerektirmez.” 

“Seni ağlatmak yeterince kötü hissettiriyor kendimi.” 

Burcu, o an hiç sormadığı bir soruyu dile getirdi. Konuyu değiştirmek, kendini toparlamak istiyordu. “Parçalar radyoya oldu mu?” 

“Ne?” 

“Parçalar, radyo parçaları...oldu mu?” 

“Evet, evet oldu. O zaman söylememiştim. Ateş kırmıştı parçaları.” Taşıyamayacağı ağır bir şeyi inatla taşımaya uğraşırken elinden düşürmüş, kırık bir parça radyoya kadar ulaşmış ve üç düğmeyi kırmıştı. İlk kez oğlunun ondan korktuğunu görmüş, bir daha böyle bir korku yaşamaması için sakin bir sesle, büyüklerin sözünü dinlemesi gerektiğini, yapamayacağı şeyler için inat etmemesini söylemişti.  

“Onları öğrenince kimin kırmış olabileceğini tahmin etmiştim. Radyonun toparlanmasına sevindim. Bu arada Haluk abinin elinde iki güzel parça varmış. Galiba alacağım onları.” 

“Antika mı?” 

“Evet, orijinal olduklarını söylüyor. Tam incelemesini bitirsin gidip bakacağım.” 

Müze açma düşüncesi iyice şekilleniyordu kafasında. Daha çok vakti olduğunda başka yerlerdeki satışlara katılacaktı. Ne de olsa çağ teknoloji çağıydı. İnternet üstünden açık artırmalara katılabiliyordu. Müzayede sayfalarını takip etmeye başlamıştı bile.  

Gözyaşlarının dinmesiyle rahatlayan Burak, onun bu çok zevkli hayatı karşısında şaşkınlığını atamadı.  

“Hiç öyle bakma, müze işini aklıma sen soktun.” 

“Onu burada açmayı mı düşünüyorsun? Çiftlik-barınak öyle bir yer açmak için pek uygun değil.” 

“Merkezde olmalı. Bu kadar uzak yere gelecek insan sayısı az olur. Hem bir şeyleri paylaşacaksam çok kişiyle paylaşmalıyım.” 

“Paylaşmayı sevdiğin belli.” 

“Bak iyi oldu, hatırlattın. Annenlere bal hazırlamıştım.” 

“Zahmet et...” 

“Aman, en nefret ettiğim kelime. Birisini düşünüp bir şeyler hazırlamak zahmet olmaz. Boş kibarlık.” 

“Bence de ama işte dile yerleşmiş. O zaman sadece bir teşekkür de yetmez. Balın sahibine güzel bir teşekkür lazım.” 

“O nasıl oluyor?” 

“Şöyle.” Kollarına alıp uzun uzun öptü.  

Hımmmm iki kavanoz daha ekleyeyim.” 

“Sadece iki kavanoz mu?” 

“Şimdilik öyle.” 

“Çocuklar nerede?” 

“Merak etme, ben görüyorum onları, minderin üstünde uyumaya başladılar.” 

“El ele mi?” 

“Kesinlikle el ele. Gerçekten çok tatlı çocuklar. Hayvanları da sevecekler. En azından baştaki kadar çekinmiyor, Ateş.” 

“Yavru kedileri görünce sanırım, boyuna göre olduklarına karar verdi.” 

Gün, Burcu’nun işlerine yardım ederek, çocuklarla oynayarak, bir şeyler yiyerek ve yavru kedileri eve götürmek isteyen Ateş’e, henüz annelerinden ayrılamayacaklarını söyleyerek geçmişti. Burak, annesinin evde bir kedi olması halinde nasıl bir ruh haline bürüneceğini bildiği için oğlunun aklına başka şeyler getirmesi gerektiğini, kediyi unutturmanın da o kadar kolay olmayacağını düşünüyordu. ‘Kendim ettim, kendim buldum.’ diye düşünerek tavukların yemlerini atmaya devam etti.  

Akşam yemeğinden sonra seramik atölyesine geçtiler. Üstlerini kirletmemeleri için çocuklara çarşaftan önlük yaptı. Babalarına ise kendi önlüklerinden birini verdi.  

“Şu Kapadokya’dakilerin yaptığı gibi imalı cümleler kuracak mısın?” 

“Asla... ah hayır asla kurmayacağım.” Utanmıştı. Çünkü o da bir kez o ortamda bulunmuş, tezgâhta oturan kıza yöneltilen imalar ile utanmıştı. Sonra gönüllü olup tezgâha geçmiş, adamların cümle kurmasına izin vermeden, çift saplı bir kâse yapmıştı. Olayı anımsayınca istemsiz bir kahkaha atmıştı. Burak neye güldüğünü sorunca da anlatmış, kâsenin bitişinden sonra adamların önünde saygı ile eğilişini biraz da abartarak göstermişti.  

“Çok keyif almışsın.” 

“Oh ukalaları madara etmekten hep keyif alırım.” 

“Böyle vahşi bir yanın olduğunu hiç anlamamıştım. Dikkat etmeliyim.” 

“Nasıl anlamazsın. İlk karşılaştığımızda bana ukalalık etmiştin.” 

“Bak ya, yine hatırladı. Nasıl sileceğim senin aklından o karşılaşmayı? Tamam unut. Yok öyle bir olay, yaşanmadı. Ben orada yoktum. ” 

“Korkak.” 

“Korkutma o zaman!” 

Tezgâha oturan Burak ve ona nasıl yapacağını gösteren Burcu, vaktin nasıl geçtiğini anlamadılar yine. Onlarla birlikte Ateş de bir şeyler yapıyor, önlüğün her yerini batırıyordu. Alev ise çoktan araba koltuğunda uyumuştu. Burak, orada uyursa en azından taşırken uyanmayacağını akıl etmişti.  

“Bunları fırınlayacağım. Bu işte hiç de fena değilsin.” 

“Ustam iyi.” 

“Teşekkür ederim.” 

“Ben teşekkür ederim. Gerçekten çok eğlendim. Ateş de eğlendi, değil mi oğlum.” 

“Ben, tabak yaptım.” 

“Çok güzel tabak yaptın. Burcu ablan onu da fırına atacak, pişirecek, sonra bize verecek.” 

“Babaannem atsın fırına. Eve götürelim bunu.” 

“Babaannenin fırını küçük. Pişiremez bunları. Bak benim yaptığım da burada kalıyor. İşi bitince hepsini alırız.” 

“Kaybolmaz mı?” O sırada etrafa bakıyordu. Raflarda o kadar çok seramik parça vardı ki, çocuğun korkusu anlaşılabilirdi. 

“Merak etme, kaybolmaz. Ben onları sizin için evimde saklayacağım.” 

“Tamam o zaman.” 

Artık Ateş’in de uyku gözünden akıyordu. Saat de on oluyordu. Burak, yavaşça Alev’in uyuduğu araba koltuğunu aldı. Burcu da Ateş’i kucağına alıp kamyonete doğru yürüdü.  

“Yine gelin olur mu?” 

“Gelince kediyi alabilir miyim?” 

“Büyümeleri lazım.” 

“Ama ben yavruyken istiyorum.” 

“Şimdi süt emiyorlar.” 

“Biz onlara süt veririz di mi baba?” 

“Anne sütü lazım ama büyümeleri için.” 

“Babaannem versin o zaman sütü.” 

“Kedi yavruları, kedi annelerinin sütleri ile büyür.” 

Üffffffff 

“İnatçı mıyız biraz?” Burcu tepkisine güldüğünü belli etmemek için dudaklarını ısırıyordu. O dudakları kendisi ısırmak istiyordu. Aklını toparlamak zor oldu.  

“Babasına benziyor.” 

“Babası inatçı mı? Hiç fark etmedim.” 

“Merak etme, fark etmeni, isyan etmeni sağlarım. O konuda söz veriyorum.” Bu biraz ileri vadeli söz değil miydi? Galiba onun da aklı karışıktı. O başka bir şehirde yaşayacaktı. Ama o zamana kadar günlerin tadını çıkartacaklardı. Burak, kamyonete binmeden önce Burcu’yu yine uzun uzun öptü. Hatta bu kez ellerine de sahip çıkamıyor, Burcu’nun vücudunda özgürce geziniyordu.  

“Senden ayrılmak her geçen gün zorlaşıyor.” 

“Biliyorum.” 

“Biliyorum mu? Çok ukalasın!” 

“Hayır, ukala değilim. Ben de olsam benden ayrılmakta güçlük çekerdim... Şaka yapıyorum, ben de senden ayrılmakta aynı zorluğu yaşıyorum demek istemiştim.” 

“O zaman öyle de. Hiç olmazsa mutlu döneyim eve.” 

“Dikkatli kullan.” 

“Merak etme. İyi geceler.” 

“İyi geceler.” 

Kamyonete binmeden önce bir kez daha öptü... 

*****  

Tanıdığı, çocuğu, torunu olan herkesi çağırmıştı. Çocuklu aileler, torunlar bahçede koşturuyordu. Hayvanları erken almıştı barınaklara. Çoğu çocuk çoktan kafes tellerinin dışında yerini almış, kedilere köpeklere bakıyordu. Bahçeyi süslerken Burak da yardım etmişti.  

“Hepsini senin yaptığına inanamıyorum.” 

“Ben yetenekli bir kadınım.” 

“Kızının doğum günü süslerini saklamış olman çok güzel.” 

“Kıyafetlerinin çoğunu vermiştim. Oyuncaklarını da dağıttım ama hepsinden bir iki parça sakladım. Bunları da kardeşi olursa kullanmak için kaldırmıştım. Taşınırken buldum ve vermeye kıyamadım.” 

“Alev de kardeşi sayılır. Ona da dualarımda yer ayırıp teşekkürlerimi ileteceğim.” 

“Teşekkür ederim.” 

Hiçbir şeyi hatırlamayacak olan Alev için hemen her anı fotoğrafladı, Burcu. Komşuları, ahbapları davetini mutlulukla kabul etmiş, yeni yapılan ocakta pişen yiyecekler hızlıca tüketilmişti. Çocuklar gönüllü ekibinin gözetiminde hayvanlarla oynamış, kendi aralarında oyunlar yaratmıştı. Ateş, yaşına uygun arkadaşları ile hayvanlardan korkusunu yenmiş, yavru kedileri kucaklayıp babasına getirip durmuştu.  

Her seferinde Burak baştan başlamıştı anlatmaya. Büyümesi lazım, annesinden süt emiyor... ama ufaklık vazgeçmiyordu. Benzer olaylar diğer ailelerin çocukları arasında da yaşanmaya başlamıştı. Bazı aileler bakabileceklerinden emin oldukları için kendilerine birer kedi ya da köpek seçmişti. Almayacak ailelerin çocukları ısrarcı olmasın diye hepsi daha sonra gelip alacaklardı.  

Eğlence bir süre sonra seramik ve bal satışına dönmüştü. Burak, takılıp duruyor, sen bu partileri her hafta yapsan ürün kalmaz elinde, diyordu. Burcu, satışlardan memnundu.  

Yoğun olduğu kadar eğlenceli günün ardından etrafı toplamak gönüllülere kalmıştı. Burak ve Burcu da hızlı hızlı yardım etmiş, kısa sürede her yer toplanmıştı. Gönüllüler artan yiyecekleri akşam yemeği için yeniden hazırlarken Ateş de Alev’in elini tutarak uykuya dalmıştı.  Burak, Burcu’ya “Biraz yürüyelim mi?” diye sordu.  

“Montun var mı? Hava serinledi.” 

“Kamyonette. Sen de bir şey al üstüne.” 

“Biz yarım saate döneriz.” diye haber verdikten sonra sakin adımlarla yürümeye başladılar.  

Önce sessiz sedasız yürüdüler. Burak, yavaşça elini tuttu. İlk kez gerçekten romantik bir ortamı paylaşıyorlardı. Dolunayın aydınlattığı bahçede silüet halinde gözüken ağaçlara doğru devam ettiler yollarına. Çitlere ulaştıklarında belinden tutup üstüne oturttu Burcu’yu. Kendisi de yanına oturdu.   

“Yarın gidiyorum.” 

“Biliyorum.” 

“Seni özleyeceğim.” 

“Ben de seni. Arar mısın?” 

“Ararım. Sen de ara.” 

“Toplantılarını bölmek istemem.” 

“Bölebilirsin. O kadar önemli olmayacak toplantılar. Hem sesini duymak iyi gelecektir.” 

“Ararım.”  

En önemli şeyleri söylemişlerdi. Sonra davet sırasında olan olayları, çocukların yaptıkların konuşup güldüler. İkisi de yarın başlayacak ayrılığın hüznünü üstünden atmaya çalışıyordu.  

Dönüş yoluna başlamadan sarıldı Burak, Burcu’ya. Hem de sımsıkı sarıldı.  

*****  

Kamyoneti bahçe kapısından soktuğunda gördüğü manzara hiç hoşuna gitmedi.  

Adamın biri Burcu’ya tepeden bakıyor, elini kolunu sallayarak bağırıyordu. Her gelişinde ya sarılan birini ya bağıran birini görüyordu. Sinirle indi.  

“Neler oluyor burada?” 

“Köpeğimi vermiyor bu kadın!” 

“Polis çağır istersen. Sen o köpeği buradan alamazsın.” Burcu’nun ilk defa sesini yükselttiğine şahit olunca bir an durdu Burak.  

“Benim o köpek.” 

“Öldüresiye dövmeden önce bilecektin bunu. Yaraları bile iyileşmedi daha. Sen nasıl bir canisin ki onu böyle dövebildin?” 

“Isırdı beni.” 

“Neden ısırdı acaba? Durup dururken ısıracak bir köpek değil o. Beş günde bir kez bile diş göstermedi. Demek ki sen kötü davrandın.” 

Burcu’nun üstüne doğru bir adım daha atınca Burak hemen önüne geçip Burcu’yu arkasına aldı.  

“Yavaş gel. Ne o, köpekten sonra kadınlara da mı el kaldırıyorsun. Senin o elini kırar cebine koyarım. Şimdi, paşa paşa uzaklaş, sonra da nereden geldiysen oraya dön. Bir daha buralarda görmeyeyim seni.” 

Adam söylene söylene giderken Burak da Burcu’dan yiyeceği fırçaya kendini hazırlamıştı. İşine karışmasına kızacağından emindi.  

Burcu, sırtından sarılıp, “Teşekkür ederim” deyince şaşırdı.  

“Kızmadın mı?” 

“İşime karıştığın için evet, çözemeyeceğimi sandığın için de evet, ama tüm bunları bilmene rağmen yine de o adamı kovaladığın için hayır... Çok güzeldi.” 

“Her ayrı kalışımızdan sonra burada bir adamla burun buruna buluyorum seni.” 

“Burun buruna geldiğimiz doğru ama o adamı normalde bir kilometre yakınıma sokmam. Hayvanın psikolojisi ne zaman düzelecek bilmiyorum. Özellikle bir erkek yaklaştığında titremeye başlıyor.” 

“Adamın yasal hakları var mı?” 

“Polis zaptı, veteriner hekim raporu var elimde. Üstelik görgü tanıkları da var. O yüzden bir şey yapmaz. Umarım başka bir köpek almaz yanına.” Sonra üzgün gözlerle uzak bir köşede duran köpeğe baktı. Halen sinmiş olduğu yerden ayrılmıyordu. “Barınakların, pet shopların haberi var bu kişiden. Ama birinin köpeğini alabilir elbette.” 

“Tamam. Şimdiiiii.......gel buraya.” Sarılıp öptü. Biraz daha sarıldı, yeniden öptü. Dudaklarını bırakmak istemiyordu. Aralık ayının ılık günlerinden biriydi. Yine de güneş bulutların arkasına girince serinliyordu. Burcu’nun da yanakları üşümüştü. En sonunda kucağına aldı ve öperken evin kapısından içeri soktu. “Üşümüşsün, ısıtmak lazım seni.” 

“Akıllıca. Çok özledim seni.” 

“Ben de seni.” 

*****  

Aralık ayının son haftası yine iş için gitmişti Burak. Burcu, her gün mutlaka konuşsa da çok özlemişti. Ne zaman döneceğini de bilmiyordu Burak. Yıl sonu işleri yüzünden yoğundu. Her işe koşturuyor, ayarlamalar yapıyordu. Yeni yıla yeni kararlarla girmek istiyor, bunun içinde deli gibi çalışıyordu. Oğlu da arıyor, baba gel artık diyordu. Her konuşma sonrası işler daha da gözünde büyüyordu.  

Burcu’ya 31 Aralık günü akşam üstü olan uçakla gelebileceğini bildirdi. Artık birlikte olduklarını herkes biliyordu. İlişkileri ciddileşiyor, çocuklar ikisini bir arada görmeye alışıyordu. Burcu da onlara bağlanmıştı. Kendisi yokken de babası çocukları Burcu’nun evine götürmeye başlamıştı. Artık yavru kedisine Burcu’nun evinde bakıyordu. Babaannesinin üzüldüğünü anlatabilmişlerdi Ateş’e. O da kabul etmiş ama sık sık dedesini ikna edip yavru kediyi sevmeye gelmişti.   

Yılbaşı için pansiyon kısmı tamamen dolmuştu. Yakılacak ateşin yerini hazırlamışlardı. Süsler, ışıklar asılmış, her yer pırıl pırıl olmuştu. Artık her şey hazırdı. Herkes yiyecek bir şeyler hazırlamış, büyük bir masa kurulmuştu. Akşam tüm sevdikleri yanında olacaktı. Burcu, yılbaşı hediyelerini de hazırlamış, paketlemişti.  

31 Aralık sabahı telefon çaldı. Haluk abi arıyordu.  

“Günaydın Haluk abi, hayırdır, rüyanda mı gördün?” 

“Elimde bir parça var. Tam senlik. Hemen gelmen lazım.” 

“Çok işim var, akşam partiye gelirken getirsene.” 

“Olmaz, şu an biri ısrarla istiyor ama sen görmeden kimseye satmam bunu. Hadi, bekletme beni, atla gel.” 

“Tamam, pahalı değildir inşallah. Şu ara masrafım çok.” 

“Gel sen, anlaşırız.” 

Telefonu kapattıktan sonra kalın bir hırka giydi üstüne. Hırkanın sırtı boydan boya işliydi. Üstünde Aztek’lerin süslemeleri vardı. Ayağına da hırkası ile uyumlu püsküllü çizmelerini giymişti. Külüstüre atlayıp merkezin yolunu tuttu.  

Dükkânın önüne geldiğinde park edip indi. İçeride bir müşteri vardı. Sıkı pazarlık yapıyordu. Burcu ikisinin pazarlığını izlerken dikkatsiz bakışlarla etrafı inceliyordu. İlgisini çekecek bir şeyler çıkarsa zaten arıyordu Haluk abi onu.  

“Nihayet ikna oldu. Hoş geldin. Gel şöyle.” 

“Kasada mı saklıyorsun? Hayır olsun, ne o öyle?” 

“Çok özel, çok güzel bir şey.” 

“Merak ettim şimdi. Göster hadi.” 

Haluk, kasadan küçük bir kutu çıkarttı. Masa lambasını yaktı, kutuyu lambanın altına koydu.  

“Bu, 4. yy.dan kalma bir yüzüğün eşsiz bir benzeri. Üstünde özel bir notu da var. Neyse, sen incele. Beğenirsen anlaşırız.” 

Adam, koşar adım dükkândan çıkınca Burcu şaşkınlıkla baktı ardından. Nereye gidiyordu? Kutunun içindekine olan merakı ağır basınca bakışlarını tekrar masaya çevirdi. Eline aldığı kutu bahsedilen ürün için oldukça yeniydi. Kapağını yavaşça açtı. İçinden ham mat altın üstüne oyulmuş, nefis bir yüzük vardı. Eski görünümü kalbini hoplatmıştı. Sonra yazıyı okumaya çalıştı. Önce Latince bir cümleyi okumaya çalıştı. Ardından ters çevirip Türkçe yazıyı okudu.  

“Benimle beraber yaşlanır mısın?”  

Burcu, gülmekle ağlamak arasında gidip geliyordu. Heyecanla etrafına bakındı. Gözleri Burak’ı aradı. İlk karşılaştıkları gün olduğu yerden kendine doğru yürüyordu. Onun da yüzünde meraklı ve mutlu bir ifade vardı.  

“Orijinalinde, benimle birlikte yaşar mısın yazıyordu. Ben biraz daha bize uygun hale getirilmesini sağladım. Çünkü ben seninle yaşlanmak istiyorum. İki çocuklu ve en az iki tane daha çocuk isteyen bu adamla, kedilerini, köpeklerini, tavuklarını, domateslerini, ballarını, seramiklerini ve en önemlisi kendini paylaşır mısın? Benim olan her şeyimi paylaşır mısın?” 

“Sanırım duyduğum duyacağım en ilginç evlilik teklifi bu. Ve böyle bir yüzük yaptırmayı düşünecek bir adam ölene kadar birlikte olmayı hak ediyor. Evet... evet seninle evlenirim.” 

Burak, evet kelimesini duyana kadar ne büyük korku ve heyecan hissettiğini anlamamıştı. Bir anda genç kadını kollarına alıp öpmeye başladı.  

“Seni seviyorum.” 

“Sana aşığım.” 

“Ve sana güveniyorum.” 

“Sana aşığım.” 

“Bunu söylemiştin.” 

“Sana aşığım.” 

“Ah anladım. Ben de sana aşığım ama bunu söylememe ne gerek var ki, seni ilk gördüğüm andan beri aşık olduğumu anlamış olman lazım.” 

“Söyle aşkım, dilin aşınmaz. Sana aşığım, de, seni seviyorum, de. Hep de.” 

“Söylerim. Her fırsatta aşkımı söylerim. Sana aşığım, oğluna ve kızına da aşığım.” 

 

*****  

 

"Eskici'de mi evlilik teklif etti?" 

"Eskici mi? Gerçekten eskicide mi teklifi kabul ettin? Mum ışıkları, keman falan yok muydu?" 

Gençlerin aklı almıyordu teklifin yapıldığı yeri. Burcu, arkasından sarılmış ve gülümseyerek gençlerin tepkisini takip eden Burak'a kafasını hafifçe çevirerek baktı. "Hayır, yoktu. Biz bizi bir araya getiren yerde evlenmeye karar verdik. Bu adam son derece romantik." 

"Eskici'de evlenme teklifi mi romantik?" 

"Evet, kesinlikle çok romantik. Haluk abi herkese anlatacakmış." 

Burak, bu teklif ile o dükkânda ilk düşündüğü saçma şeylerin üstüne yeni ve unutulmaz bir anı ile örtmüş, muhteşem hatıralara bir yenisini eklemişti. 

“Kapatacak mısın burayı?” Kızlardan biri sormuştu. Burak, sarılmış yanıtlamasını bekliyordu Burcu’nun. Burcu, önce nişanlısına baktı, sonra genç kızın sorusunu yanıtladı. “Hayır, burada yaşayacağız. Arada İstanbul’a gitmesi gerektiğinde ben de ona katılacağım. Tabii uygun olan zamanlarda.” 

“Çok mutlu olun.” Hepsi sırayla kutlamıştı ikisini.  

“Artık, sık görüşeceğiz. Ben de çocuklarla burada yaşayacağım. Annemle babam da yaz kış buradan ayrılmak zorunda kalmayacak.” 

Gençler ikisini yalnız bıraktığında Burcu aklına takılanı söyledi. “Annenin burayı hiç görmeyecek olması üzüyor beni. Ben onun için cibinlikli bir köşe hazırlamayı düşünüyorum. Ne alttan ne üstten hiçbir şeyin giremeyeceği bir cibinlik. Belki böyle bir yer olunca gelebilir.” 

“Bence de gelecektir. Bebekliğini görebileceği torunları olacağını bilsin, kimse onu buralardan uzak tutamaz.” 

“O zaman yeni yılda ona yeni bir torun verelim. Hem böylece üçü bir arada büyür.” 

“Hazırlıklara başlayalım.” 

“Önce etrafı toplayalım.” 

“Çocuklar toplasın. Ben bebek yapmak istiyorum.” 

“Bebek yapma çalışmalarında çok başarılısın.” 

“Pratik yapmaya devam edelim. Hadi, eve hanımefendi...” 

 

SON 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder