30 Aralık 2020 Çarşamba

YENİ HAYATLAR

                                                




                                             YENİ HAYATLAR  

 

 

 

“Haluk Abi, kolay gelsin! Bana en az beş tane şilte lazım.” 

Genç adam, incelediği radyolardan başını kaldırıp kapıdan giren ve aynı anda yüksek ve gülümseme yüklü sesle, dükkân sahibine isteklerini söyleyen kadına baktı. Yaz günü üstünde ayak bileklerine kadar uzanan salaş bir elbise vardı. Eski bir şey olduğu o mesafeden bile anlaşılıyordu. Beline kadar inen rengi içerinin karanlığından tam anlaşılmayan saçlarını sıcağa meydan okur gibi açık bırakmıştı. Kendini zor serinleten vantilatörün etkisi ile uçuşup yüzünü kapatmıştı. Farkında değilmiş gibi bırakmıştı yüzünde saçları. Kadının son derece çekici bir havası vardı. İnsan gözlerini alamıyordu. İncelemeye devam ederken ayağında elbisesinden bile eski postallar olduğunu görünce gerçek bir evsizle karşılaştığını düşünmeye başlamıştı. Yaz günü postallarla gezmek pek akıl kârı değildi. 

“Sana göre iki tane var. Ayırdım zaten.” Haluk beye ait ses de genç kadının sesi kadar neşeliydi. Belli ki birbirlerini görmekten keyif alıyorlardı. 

“Ama biliyorsun bana düşenler kuyruklarına birilerini takmadan gelmiyor. Güzel bir kız var. Tam çıtır. Prenseslere layık bir şeyler olmalı. Ona ne verebilirsin?” 

“Hiç kullanılmamış olanlardan istediğin kadar var elimde.” 

Eskici’de yeni bir şey... pehhhh. Bak neydi benim düsturum, para isteme benden, buz gibi soğurum senden!” 

“Ben neyle geçineceğim, sen bana para vermezsen?” 

“Bence başka bir yol buluruz.” Yüzünde muzip bir gülümseme olduğundan emindi. Hâlâ göremiyordu yüzünü ama nedense güzel bir yüz olduğundan emindi.  

“Elbette buluruz. Sen hep bir yol buluyorsun zaten!” 

Konuşma gittikçe ilginç bir hal alıyordu. Haluk denen şahıs kendisinin orada olduğunu ya unutmuştu ya da umursamıyordu. Genç kadının ise görmediğinden emindi. O nedenle de ödemeyi seks karşılığı yapmayı öneriyor olabilirdi. Kadının eski elbisesinin açıkta bıraktığı tek yeri, kollarının dirsekten itibaren uzanan kısımlarıydı. Ucuz bir saat göze çarpıyordu. Parmaklarında yüzük yoktu.   Saçlarını nihayet yüzünden çektiği için hatlarını da görebiliyordu. Galiba yeşil gözlüydü. Karanlık ortama lanet etti. Küçük bir burun, hafif belirgin elmacık kemiklerini seçebiliyordu. Yani sağlıklı erkeklerin isteyeceği güzellikte bir kadındı. Üstelik fakir olmasına rağmen temizdi. Demek ki yine de başını soktuğu bir evi vardı. Neden ödeme için bedenini vermeyi tercih ediyordu? Kolay yoldan ihtiyaçlarını karşılamak için miydi? Kendine vazife olmayan bu konuya niye bu kadar takılmıştı? Saçma bir şekilde onu korumak istiyordu. Böyle yaşlı bir zampara ile sevişmesine izin vermek istemiyordu. Tabii öncesinde kaç kez o işi yaptıklarını, sonra yine yapıp yapmayacaklarını düşünmek de bir yerlerde kızgınlık emareleri oluşmasına yetmişti. Niye bunları düşündüğünü anlamasa da genç kadının bu tercihleri kızdırmıştı kendisini.  

Genç adamın hakkındaki düşüncelerinden habersiz, Haluk abisi ile konuşmaya devam ediyordu Burcu, “Tamam hadi anlaşalım. Ne istiyorsun?” 

Ne isterse yapacak mıydı? Daha ne kadar sessiz durup bu çirkin pazarlığı dinleyecekti? Kendisini belli etmek için arkasında olduğu dolapları geçip ikilinin yanına doğru yürüdü. Onun gelişinden hiç rahatsız olmayan yaşlı adam, “Balından istiyorum.” dedi.  

Bal? Balı mı? Neyi kast ediyordu? Ona bal mı diyordu? Bal gibi tatlı mıydı? Aklına gelenlerle iyice çileden çıkmadan öksürüp kendisini belli etti.  

“Şilte kaç para? Ben ödeyeceğim.” 

İkisi de şaşkınlıkla dönüp baktı. 

“Niye siz ödüyorsunuz? Tanımadığınız kişilere böyle para mı dağıtıyorsunuz?”  

 Genç adamı girdiğinde görmüştü ama böyle bir şey teklif edeceğini hiç düşünmemişti. Ona neydi ki bu ödemeden? Eski radyoların olduğu yerde geziyordu. Haluk abinin radyoları ünlüydü. O da bunu bilerek gelmiş olabilirdi. Çoğu bozuk olan radyoları yıllardır tamir eden Haluk abi ise adamın teklifine çok şaşırmıştı.    

“Tanıyor musun, beyefendiyi Burcu?” 

“Hayır, tanımıyorum. Şilte fiyatı ne? Zamlı söyleme bozuşmayalım.” 

“Üç kavanoz bala anlaşalım.” 

“Tamam, ama bala da zam geldi. Üstüne bir şeyler daha alırım.” 

“Bana gelince zam yapma, sana gelince zamlı. Ne kadar uyanık oldun sen!” 

Eeee ne yaparsın, o kadar boğaza sen bak, sen de uyanık olursun.”  

Bal, bildiği, gerçek, yenilen baldı. Kendisine kızdı. Neler düşünmüş, nasıl saçma şeyler geçmişti aklından. Galiba içinde bulunduğu karışıklık beynini de yormuştu. Genç adam, kızın kalabalık bir ailesi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Her cümlesinden sonra hakkında yeni fikirler uçuşuyordu. İyi ama az önce onun hakkında yanılmamış mıydı? Niye onu tanımaya çalışıyordu? Üzülmüştü. Tabii ya, böyle genç ve güzel bir kızın eski şeylerle evini idare etmeye çalışmasına üzülmüştü. Yoksa niye hiç tanımadığı birine bu kadar ilgi göstersindi ki! Güzeldi. Dolgun ve çok biçimli dudakları görmeden önce de güzel olduğunu düşünmüştü ama artık daha aydınlık olan bir noktada durup bakınca doğal kırmızılığı ile insanın aklını başından alacak dudakları olduğunu öğrenmişti.  

Eskici’nin her yerini avucunun içi gibi bilirdi, Burcu. Yeni gelen her şeyi fark ederdi. Bir sürü yeni cam boncuk vardı tezgâhta. Onları gösterip yeniden pazarlığa tutuştuklarında ikisi de az önce hiçbir şeyi anlamamış, daha doğrusu yanlış anlamış adamı unutmuşlardı bile. Cam boncuklar için de bir kavanoz bal eklenmişti pazarlığa.  

“Takıları yine akşam tezgâhında mı satıyorsun?” 

“Evet, ama bu sene ben değil başkası satıyor.” 

Genç kadının ödemeyi gerçekten bal ile yapacağını anladığından beri kendi düşüncelerinden utanarak etrafa bakıyordu. Sıranın kendisine gelmesini beklerken bir yandan da bu genç kadının üç beş kuruş kazanmak için daha ne işler yaptığını merak etmişti. Bal ve takı satıyordu. En azından kendini satmıyordu. Kafasına vuracaktı neredeyse. Nasıl o kadar iğrenç şeyler düşünmüştü?  

Tam vedalaşacakken Haluk yine söze girdi.  

“Güzel parçalar geldi. Daha temizlemedim. İçlerinde işine yarayacak şeyler var. Ama önce bu kibar beyin ne istediğini öğreneyim.”  

“Onlara sonra bakarım. Sen ayır bana yarayacakları. Daha uğrayacak çok kapım var. Bir iki gün sonra yine gelirim.” 

Dışarıda eski model bir kamyonet vardı. Genç kadın o kamyonetten dört kavanoz bal alıp geldi. Diğer poşette de yumurtalar vardı. “Bunları ablama ver de sana güzel yemekler yapsın. Zayıflamış gördüm seni.” 

“Onların parasını vereyim.” 

“Hayır, bunlar benden. Tavukların pazara götürecek kadar yumurtası yok. Biz yiyelim, sağlıklı olalım.” 

“Tamam, sağ ol. Seninkilerin yumurtasının lezzeti bir başka. Bir ara uğra da ablanla sohbet et. Şu ara canı sıkılıyor. Ayağını kırdığından beri tadı kalmadı kadının.” 

“Uğrarım, arar konuşuruz zamanı. Hadi taşıyalım şunları.” 

 Sonra da yaşlı adamla birlikte iki eski şilteyle birlikte yeni yatağı taşıyıp yerleştirdi. Boncukları yan koltuğa koyup el sallayıp uzaklaştı. Haluk, dükkânda bekleyen adama hafif bir ters bakış atıp içeri yürüdü.  

“Siz ne aramıştınız?” Adamın sabırla beklemesi bile Haluk’un bakışlarını yumuşatmamıştı. Az önceki ödeme teklifi kızdırmıştı yaşlı adamı. Onun ne düşündüğünü anlayacak kadar görmüş geçirmişti. Konuyu dillendirmemek için sussa da kızgın olduğunu belli etmekten çekinmiyordu.  

“Çok eski bir radyom var. Dedemin dedesinden kalma. O... yeğenim ne yazık ki düğmelerini kırdı. Orijinal parça arıyorum.” 

Markasını ve hangi düğmeleri olduğunu söylediğinde Haluk ilgi ile baktı genç adama. Kendisi gibi radyolara merakı hastalık boyutunda biri için söylediği marka ve model tarihte yolculuk gibiydi. Üstelik nerede parça bulacağını biliyordu ama söylemek konusunda tereddütleri vardı.  

“En az yüz yıllık olmalı!” 

“Bildiğim kadarıyla 110 yaşında. İlk çıkanlardan sayılıyor.” 

“Elimde ne kendisi ne de parçası var.” 

“Bulabilir misiniz? En az bir ay daha buradayım. Bulursanız çok sevinirim.” 

“Zor ama denerim.” Kısa bir an sustuktan sonra devam etti. “Bulursam ciddi bir paraya edineceğinizi biliyorsunuz değil mi?” 

“Umarım çok yüksek fiyat çıkmaz. Ne de olsa üç küçük parça.” 

“Ama bir başka radyonun üç küçük parçası. Sahibi o parçalardan ayrılmak isteyecek mi? Eğer bozuk ya da dağılmış bir yerlerden bulamazsam birilerini ikna etmem gerekecek.” Hayatın rastlantılarla dolu olduğunu bilecek kadar çok yaşamıştı. Az önce belki de ülkede aynı marka ve modele sahip iki kişinin aynı anda dükkânında olduğunu bilmek, tuhaf bir şekilde etkilemişti kendisini. Genç adamın tanımadığı bir kadını korumak istemesi şimdi biraz daha anlamlı geliyordu. Burcu’yu sever, yalnız olmasından hoşlanmazdı ama herkesin derinlerinde olan acılardan onun payına çok düşmüştü. Fakat rastlantıların da bir anlamı olduğunu bilirdi. Göklerden gelen bir karar mı vardı? Tam bilemese de en azından bazı denemeler için kendisini aracı kabul etmesi mümkündü. Yüzündeki hafif tebessümün genç erkek tarafından görülmeyeceğini bilerek notlarını aldı. Burcu’ya soracak ve ikna etmeye çalışacaktı. Satacağı fiyatı söylediğinde ikna edebileceğini düşünüyordu.  

Kartını veren genç adamın ne iş yaptığını öğrenmişti. İçi biraz daha rahatlamıştı. Kendi kartını çıkartıp uzattı.  

“2. El yerine niye Eskici?” 

“2. El yeni bir kavram, ben eski bir adamım. İşim de aslında eskileri almak, yenileyip, temizleyip satmak. Antika parçalarım bile oluyor. Onlara 2. El demek hiç doğru gelmiyor. O yüzden dükkânımın adı Eskici...” 

“Mantıklı. İyi günler size.” 

***  

Burcu, direksiyonun başında ezbere bildiği yollarda biraz da dikkatsiz giderken, aklı az önce ikinci el dükkânında gördüğü adamdaydı. Kendisinden neredeyse bir baş uzundu. Tepesinden bakılmasından hoşlanmazdı. Zaten adamdan da hoşlanmamıştı. Ukala... Onun bakışlarının, müdahalesinin anlamını kavrayamayacağını mı sanıyordu? Nasıl öyle tanımadığı insanlar hakkında kötü düşünebilirdi? Erkeklere güveni zaten yok denecek kadar az biri olarak, böyle densizleri hayatından uzak tutmayı tercih ediyordu. Oysa çoğu kadının isteyeceği biriydi. Yapılıydı. Göbekli miydi yoksa? O kadar da dikkat etmemişti vücuduna. Yüzünün yapısı fazla kilosu yokmuş gibiydi. Gözlerinin rengini görememişti. Dükkânın yetersiz ışıklandırması yüzünden yüzünü de tam görememişti. Kirli sakalı vardı. Kaliteli ve pahalı giyinmiş birinin Eskici’den ne alacağını merak ederek yeni durağına geldi.  

“Ben geldimmmm!” 

“O külüstürün sesini nerede duysam tanırım.” 

“Külüstür denmez, daha yirmi yaşında. Çıtır sayılır.” 

“O da çıtırsa... Hoş geldin güzel kızım. Kolilerin hazır. Çocuklara söyleyeyim taşısınlar.” 

“Teşekkür ederim. Faturam hazır mı?” 

“Hazır. Sana indirim koparttım. Bir koli fazlası var.” 

“Bir koli mi? Sen var ya, en sevdiğim insansın!” 

Yalancııı, hepimizi böyle kandırıyorsun.” 

“Eh arada kandırıyor olabilirim ama gerçekten hepinizi seviyorum. Çok yardımcı oluyorsunuz bana.” 

“Sen de bize yardım ediyorsun.” 

“Çocuklara söyle, arka koltukta bir koli var. Üstünde adın yazıyor. Kızının düğünü için.” 

“Ciddi misin? Tahmin ettiğim şey mi?” 

“Umarım öyledir.”  

“Bayılacak buna.” 

İşi bitip evine döndüğünde her zamanki gibi büyük bir coşku ve gürültü ile karşılandı. Evini ve dostlarını seviyordu. Hepsi ailesi gibiydi. Yüzünde tüm kötü düşüncelerden arınmış bir gülümseme ile indi kamyonetinden.  

*****  

İki hafta kadar sonra bir telefon geldi, Burcu’ya.  

“Haluk abi? Hayırdır, ne oldu?” 

“Bir şey olmadı. Yani kötü bir şey yok. Sadece bir sorum var. Sende antika radyolar vardı ya, onlardan biri hakkında.” Sonra markayı söyleyip derdini anlattı. Bir müşterisi parça arıyordu ve iki haftadır her yere sormuş ama bulamamıştı. Elbette Burcu da elindekinin parçalarını vermek istemezse anlardı. Adamın büyük büyük babasından kalan radyosu için aradığını ve değerinin üstünde parçaları satabileceğini söyleyince düşünmeye başladı. Koleksiyoncu olmaya karar verdiğinde bir süre neyi toplayacağı konusunda sorun yaşamıştı. O dönemde onlarca antika radyo, fotoğraf makinesi hatta daktilo toplamıştı. Sonra her üçünün de çok para, yer ve takip istediğini anlayıp vazgeçmişti. 

“Tamam, duruyor tabii o radyo. Gelsin baksın parçalara.” Ne de olsa kendisi için manevi bir değeri yoktu. Maddi değerini de aralarında hallederlerdi. Bir insanın ailesinden kalan şeylere değer vermesi önemliydi.  

Haluk, telefonun ucunda rahatlamıştı. İlk günden arayabilirdi Burcu’yu. Öyle yapmak yerine önceliği tüm tanıdıklarına vermiş, parçaları bulamayınca Burcu’ya sormuştu. Tüm radyolarını kendisi elden geçirmiş, gerçekten güzel parçaları olduğunu söylemişti. Hatta isterse hepsini alıp satabileceğini de. Burcu, onların oluşturduğu köşeyi sevdiğini, şimdilik bozmak istemediğini açıklayınca da anlayışla kabullenmişti.  

“Adresini ve telefonunu vereceğim.” 

“Tamam, gelmeden arasın. Adı ne?” 

“Burak Sercen.” 

“Fiyat konuştun mu?” 

“Palalıya patlayacağını söyledim.” 

“O radyonun değerini biliyorsa yanında iyi para getirmeli. Çek senet falan kabul etmem.” 

“Tamam, söylerim.” 

Ertesi gün telefonunda yabancı bir numara görünce bahsi geçen kişinin aradığını anladı.  

“Burcu Hanımla mı görüşüyorum?” 

“Evet, benim.” 

“Ben, Burak Sercen, Haluk Beyden aldım telefonunuzu. Bugün müsait misiniz? Radyo parçaları için gelecektim.” Sesi ve soruşundaki kibarlık hoşuna gitmişti. Sanki sesi de tanıyordu.  

“Müsaidim. Yolu tarif edeyim mi, bulur musunuz?”  

“O bölgeyi biliyorum. Sanırım köşedeki marketin oradan girip geleceğim.” 

“Doğru. Döndükten sonra sekiz kilometre yol alacaksınız. Sağınızda büyük bir kapı göreceksiniz. O kapıdan girdikten sonra da iki kilometre kadar devam etmeniz lazım.” 

“Anladım. Bir saate kadar orada olurum.” 

“Haluk abi, nakit ödeme kabul ettiğimi söyledi değil mi?” 

“Evet, merak etmeyin, nakit ödeyeceğim.” 

“Başka bir şey daha isteyeceğim. Gelmeden alırsanız sevinirim.” 

“Bulabileceğim bir şeyse elbette...” 

 

Burak, bir saat on beş dakika sonra tarif edilen yere gelmişti. Ne göreceğini tahmin etmesini isteseler asla böyle bir yer tarif etmezdi. Çok güzel, çiçeklerle bezeli tek katlı büyük bir ev, onun etrafında bir sürü küçük bungalov tipi ev vardı. En az yirmi ev saymıştı. Göremediği ağaçlıklı alanda da onlardan olduğunu tahmin edebiliyordu. Fakat daha ilginç olanı, ortamda çok fazla hayvan sesi olmasıydı. Köpekler, kazlar, tavuklar, hindiler her taraftan çıkabiliyordu. Hayvanlardan korkan birisinin orada bir dakika bile durması mümkün değildi. Annesini düşünemiyordu. Akvaryumda balık bile bakamazdı. Her hayvanın ölümünde sevdiği birinin öleceğini sanıyordu. Travma sonrası oluşan sorunu zamanla böcek hatta sineklerden bile uzaklaşmasına, onların olduğu ortamlarda krizin eşiğine gelmesine neden oluyordu. Evi aşırı steril hale gelmişti. Her yerde sinek telleri, haşarat kovucuları vardı. Sonunda tedavi görmesi için ikna edilmiş, en azından çığlık atarak saklanması engellenmişti. En azından sokakta sinek falan koluna konsa, ya da kelebek yakınından geçse panikle bağırmıyordu. Belki bir gün bir hayvana dokunabilirdi. Çok uzak bir gelecekte...  

Tüm o kargaşanın arasında kendisine doğru yürüyen kadını gördüğünde yerinde kaldı. Hatta yerine çakıldı. Karşısındaki genç kadının bacaklarını sıcak havaya göre oldukça kalın kumaştan bir tayt sarıyordu. Ayaklarında çamur ve belki başka şeylerin de olduğu sarı çizmeler vardı. Tabii sarı olduğunu tahmin etmişti. Üstünde ise hayalleri bir kenara bırakacak, atlet tarzı bir penye tişört vardı. Saçlarını bu kez tepesinde toplamıştı. Topuzundan dağılmış saçlar, yüzünün etrafında uçuşuyor, onu ilk gördüğü anı hatırlatıyordu.  

Eskici’de gördüğü kadınla buluşacağını hiç tahmin etmemişti. O bol salaş elbisenin altında güzel bir şeyler olduğunu düşünmüştü ama bu kadarını beklememişti.  Üstelik evsiz birine hiç benzemiyordu. Belki de burada çalışıyordu. Radyo parçalarını alacağı kişi o olmayabilirdi.  

“Siz şu Haluk abinin dükkânında gördüğüm münasebetsizsiniz değil mi?” Burcu, oyunculuğuna şapka çıkartılmasını bekledi. O olduğundan emindi elbette. Sadece bunu genç adamın bilmesini istemiyordu. Unutulamayacak kadar çekici biriydi. Son yıllarda ilişkilerden uzak olması, gözlerinin kör olması anlamı taşımadığına göre, bu tepkisi normaldi.  

“Böyle hatırlanmak istemezdim.” Burak, gerçekten üzgündü. Büyük bir hata yapmıştı ve ilk görüş için akılda kalacak berbat bir andı! 

“Önyargıların dışavurumu beni hep rahatsız etmiştir.” 

“Ne kadar pişman olduğumu söylesem, inanır mısınız?” 

“Birazdan pazarlık yaparken öğreneceğim pişmanlık derecenizi.” 

Oooo, arabamı bırakmak zorunda kalmam değil mi?” 

“O kadar da değil. En azından altı aylığına benim olabilir!” 

Burak, şakasına gülerken gözlerinin kenarları kırışmıştı. Açık kahverengi gözleri, düzgün burnu vardı. Yüz hatları kirli sakalın arkasından görüldüğü kadarıyla muntazamdı. Burcu bu görüntüden hoşlandığını düşündü. Sonra elini uzatıp, “Burcu Kadıgil.” 

“Burak Sercen.” 

“Vaktiniz var mı? Hemen radyoya mı bakmak istersiniz?” 

“Vaktim bol. O yüzden bu ilginç yeri, bu kadar hayvanın burada ne aradığını anlatmanızı isterim.” Ve tabii bu güzel yeşil gözlerin sahibini de tanıyacaktı.  

Burcu’nun en sevdiği konuydu. Zevkle anlatacaktı. Önce siparişlerini sordu.  

“Bagajda. Nereye indireyim?” 

Beşer kiloluk kedi ve köpek maması ile bir çuval tavuk yemi istemişti. Haberli gelen herkesten istiyordu. Böylece bir kerede çok fazla mal almak yerine, her zaman ilaveler ile eksilmeyen yiyecek stoku oluyordu.  

Bagajı açtığında her şeyden ikişer tane ve on beşer kiloluk alındığını görünce çok şaşırdı. Nadir böyle jestler görürdü.  

“Hesaplaşırken tümünün fiyatını düşeceğim.” 

“Hayır, bunlar benden. Hesaplaşırken ayrı pazarlık yaparız.” Böylece parçaları alabileceğinden emin olmuştu.  

“Hepsi çok mutlu olacak.” 

“Hepsi derken kaç kedi ve köpekten bahsediyoruz?” 

“Son gelenlerle kırk üç tane köpek. Kediler bugün yarın artacak. Sanırım bir o kadar da kedi var. Şu an yarısı etrafa dağılmış durumda. Evlerine dönerken bir iki yeni kedi ya da köpek takıyorlar peşlerine. Yemek, yatak bedava nasıl olsa.” 

“Şilteler onlar için miydi?” 

“Şu, ne konuştuğumuzu anlamayıp kötü kötü şeyler düşündüğünüz alışverişten mi bahsediyorsunuz? Evet, yeni gelenler için bir şeyler almak için uğramıştım.” 

“Hatırlatıp utandırmanız gerekmezdi!” Pek de utanmış gibi değildi. Gülümsüyordu. Burcu şakaya vuruyordu çünkü.  

“Fırsatı kaçıramazdım.” Konuşurken ilk önce kedilerin olduğu alana geldiler. Farklı cins ve renkte yirmi kadar kedi gözüküyordu. Aralarında yavrular olduğunu görünce şaşırdı, Burak.  

“Kısırlaştırmıyor musunuz?” Acaba pahalı olduğu için mi yaptırmıyordu?  

“Anne hamileyken geldi. Yavrularının iki aylık olmasını bekliyoruz.” 

“Çok güzeller.” 

“Hepsi öyle. ” derken hepsinden ayrı yerde yatan iki kediye bakıyordu. Birinin bir patisi yoktu, diğerinin gözleri görmüyordu.  

“Evet, hepsi güzel.” Sonra yola devam ettiler. Bu kez de köpeklerin bölümüne geldiler. Tel çitlerle çevrili alanın içinde küçüklü büyüklü bir sürü köpek koşturmaya başlamıştı. Bir anda sesleri yükselmiş hepsi heyecanla havlıyor, kuyruk sallıyorlardı. Burak, bir anda sessizlik olunca şaşırdı. Burcu sadece bir hareket yapmış hepsini birkaç saniye içinde susturmuştu.  

“Eğitimliler.” İşte bunu beklemiyordu. Bunlar sokak köpeği ya da atılmış köpeklerdi. Eğitimli olacaklarını asla düşünmezdi.  

“Evet, onlarla eğleniyoruz, öğreniyoruz.” 

“Burası resmi bir barınak mı?” 

“Hem evet hem hayır, burası benim evim. Onlar benim ve sevenlerinin hayvan dostları. Hepsinin bakımı, kısırlaştırılması ve beslenmesi benim ve veteriner dostumun sorumluluğumda. Ayrıca buraya herkes hayvanları ile tatil yapmaya gelebilir ya da onları bize emanet ederek tatile gidebilir. Yani evet resmi bir yer ve benim oyun parkım.” 

“Maliyeti çok yüksek olmuyor mu?” Düşünmeden konuşmuştu. Çok mu maddiyatçı bir yaklaşımdı? Burcu aldırmış gözükmüyordu, gülerek yanıtladı.  

“Olmaz mı? O yüzden kaç işte çalışıyorum, sayamıyorum.” 

“Aynı anda bir sürü işte çalışmak hem yorucu hem de geliri yetersiz oluyordur.” 

“Hepsi benim işim. Kimseden maaş almıyorum. Arıcılık, çiftçilik, takı, hediyelik eşya ve seramik eşyalar para kazandığım işlerim. Hayvanları sahiplenmek isteyenler de kuru mama, kedi kumu gibi yardımlar yapıyor. Hayvan severlerden bir grup da düzenli olarak veterinerlik masraflarına katkı sunuyor.  Tabii daha önemlisi aslında ben yatırım uzmanıyım. Yani o gün sandığın gibi evsiz, parasız biri değilim.” 

“Anladım, anladım. Hem de çok iyi anladım. Önyargıların kötü sonuçları vardır.” O kadar çeşit iş ile kendine vakit ayırması imkansız gözüküyordu. Dış görünüşüne çok önem vermiyor olduğu belliydi. Doğal bir güzellik, temiz bir yüz... Saçları da sağlıklı gözükmüştü. Doğal yaşamın artıları olarak yorumladı değerlendirmelerini. Şehir hayatına alışkın biri için ilginç bir yaşam şekliydi. Bir de yatırım uzmanlığı vardı. İşte o asıl sürpriz olmuştu.  

Kümeslerin yanından geçerken civcivler kaçıştı.  

Burada en az otuz tavuk var. Civcivleri sayamadım.” 

Aaaa yumurtaları sattığımı da söylemeliydim.” Ardından bir de kahkaha atmıştı. Ses kulağına çok güzel gelmişti. Zaten şu an gördüğü ve duyduğu her şey güzel geliyordu. 

“Çok iyi bir düzen kurulmuş.” 

“Evet, haftada bir gün köy pazarında tezgâh açıyorum. Güzel satış da yapıyorum. En azından yemlerinin parasını çıkartıyorlar.” 

“Boğaz tokluğuna çalışan tavuklar!” Kazların ve hindilerin barınaklarının olduğu yerleri uzaktan görmek yetmişti. İkisi de gülerek eve yöneldi.  

“Radyoyu görebilir miyim?” 

“Elbette. Ne içersiniz, çay, kahve ya da soğuk ayran?” 

“Ayran iyi olur. Gerçekten çok sıcak.” Temmuz ayının en sıcak günlerinden biriydi.  

Genç adama verandada bulunan koltukları gösterip orada oturmasını istediğini belirttikten sonra kendisi bir kapısı bahçeye açılan mutfağa gitti. İki büyük bardağa soğuk ayran doldurduktan sonra yanına birkaç da poğaça ekleyip dışarı çıktı.  

“Radyoyu da getireyim.” 

“Ben taşıyabilirim. Ağırdır.” 

“Sorun yok, hallederim.”  

Burak, kendisinden çekindiğini düşünerek ısrarcı olmadı. Lezzetli ayranını içerken etrafına alıcı gözle bakmaya başladı. Arazi çok büyüktü. Üstünde en az beş ayrı tür hayvanın yaşadığı barakalar, insanların kullanımında olduğu belli bungalovlar vardı. Etrafta ise görevli olduğunu düşüneceği kimse yoktu. Ya başka yerde çalışıyorlardı ya da işlerini bitirmiş olmalıydılar.  

Genç kadın kucağında radyo ile gelirken bakışlarını ona çevirdi. Postallarını çıkartmış, parmak arası terlikler giymişti. Şaşkınlıkla ayak tırnaklarının ojeli olduğunu gördü. O postalların içinde saklı bir cevher olması başka cevherlerin de keşfedilmeyi beklediğini düşündürdü. Nereden aklına böyle erotik düşünceler geldiğini sorgulamak istemiyordu. Başında bin türlü dert varken bir kadınla ilgilenmek büyük hata olurdu. Bakışlarını genç kadının elindeki radyoya çevirdi. Yerinden kalkıp masaya koymasına yardım etti. Ebatları çok büyük olmasa da ağır olduğunu biliyordu.  

“Çok iyi durumda. Çalışıyor mu?” 

“Elbette. Hepsi çalışıyor.” 

“Hepsi mi? Kaç tane var?” 

“Şimdi saydım. Bu hariç on yedi tane var.” 

“On yedi mi? Bu model mi?” 

“Hayır, ben bir ara koleksiyoncu olmak istiyordum. O zamanlar ilk olarak radyo ile başlamıştım.” 

“Oldukça zor ve pahalı bir merak olmuş.” 

“Evet, bir ara bir müzeye vermem lazım. Burada ziyan oluyorlar.” 

“Bence siz yakında burada bir müze açarsınız!” Yaptığı farklı işlere atıfta bulunuyordu. Burcu ise ilgi ile bakmaya başlamıştı. Neden olmasın? Diye düşünürken buldu kendini.  

“Bu durumda parçaları satmaktan vazgeçmeliyim.”  

Burak, dilini ısırıp kopartmayı düşünüyordu. Nereden aklına gelip söylemişti ki? Yüzü asılmış olmalıydı. Burcu yine o harika gülümsemelerinden biri ile bakıyordu.  

“O kadar korkmayın. Parada anlaşırsak bunun parçalarını vereceğim.” 

Burak cebinden kırık parçaları çıkarttı. “Bu üç parçaya ihtiyacım var.” 

“Tamam, sökelim bakalım.”  

Cebinden çıkarttığı tornavida, yan keski ve penseyi masanın üstüne koydu. İlk önce hangi parçanın sökülmesi gerektiğini kısa sürede anladıktan sonra işe koyuldu. Becerikli ellerle parçaları söküyor, dikkatlice masanın üstüne diziyordu. Nihayet üç parçayı da ayırdıktan sonra aynı dikkatle toparlamaya başladı.  

Burak, gözünü ayırmadan onun maharetli ellerini izliyordu. Yıllardır kendisi de alet kullanıyor olmasına rağmen ne o kadar hızlı ne de o kadar rahat hareket edemeyeceğini düşündü.  

“Bu işleri de yapıyor musun?” 

“Neyi?” 

“Radyo tamirini?” 

“Hayır, onları Haluk abi yaptı, ben izledim biraz.” 

“Her şeyi böyle izleyerek mi öğreniyorsunuz?” 

Aaaa evettt!” Kahkahalarla güldükten sonra devam etti. “Babam K9 eğitimi veriyordu. Köpeklere ilgim onun eğitimleri zamanında başlamıştı. Annem seramik sanatçısıydı. Yıllarca birlikte bir şeyler yaptık. Şimdi ben devam ediyorum. Erkek kardeşim veterinerdi.” Cümlelerin hepsi geçmiş zamanı ifade ediyordu.  

“Ne oldu onlara?” 

“Dört sene önce bir patlama hepsini benden aldı. Kocamı, kızımı...her şeyimi!” O neşeli kadının sesi bir an titremişti. Kısa sürede yine toparlanmıştı. Acılarının hafiflediği ama unutulmadıklarını anlamak zor değildi. Asla unutulmuyordu. Kendi kardeşinin kaybını hatırladıkça burnu sızlıyor, gözleri doluyordu. Aynı anda tüm ailesini kaybetmek...düşünemiyordu. 

“Çok üzüldüm. Başka akrabanız var mı?” Sanki onun hayatta yalnız olması doğru değilmiş gibi gelmişti. Bu kadar büyük sevgiyi yüreğinde barındıran biri bunu paylaşıyor olmalı. 

“Uzak akrabalarım uzak diyarlarda yaşıyor. Burada hem kimsem yok hem çok kalabalık bir ailem var. O yüzden kendimi dinlemeye vaktim kalmıyor.” 

“Kaç yardımcı var burada?” 

“Maaşlı mı? Hiç yok.” 

“Bu kadar işi tek başınıza mı yapıyorsunuz?” 

“Maaşlı hiç yok dedim. Gönüllülerim birazdan burada olur. Onlar gelmeden biz pazarlığımızı yapalım.” 

“Tamam, gerçi söktünüz artık, bana satmaz zorundasınız!” 

“Hayır, anlaşamazsak bir daha söker, hepsini yerine takarım. Basitmiş.” Her şeyi yeni bir şeyler öğrenmek için fırsat kabul eden birisi için bu işin külfet olan tarafı yoktu. 

“Anladım. Hiç heveslenmeyeyim o zaman. Hadi söyleyin, ne kadar istiyorsunuz?”  

Burcu, genç adamın geleceğini öğrendiğinde biraz araştırma yapmış, parçaların kaça olabileceğini öğrenmiş, Haluk abisini arayarak da teyit etmişti.  

“Ne de olsa bu artık bir yedek parça deposu. Başka işe yaramayacak. O yüzden biraz pahalıya patlayacak size.” Sonra genç adamın paralarla ilgili konulara olan merakını test etmek için oldukça yüksek bir fiyat söyledi.  

“Evet biraz yüksek ama siz de haklısınız. Satmanız bile büyük incelik.” Elini cebine sokup cüzdanını alırken yine de tahmininden iyi fiyat olduğunu düşünüyordu. Paraları sayarken Burcu gülmeye başladı. Az önceki hüzünlü yüzünden sonra bu yeni gülümseme, güneşi biraz daha parlatmıştı.  

“Burak Bey, o kadar paragöz değilim. Şaka yapıyordum. Piyasasını öğrendim.” dedikten sonra yeni rakamı söyledi. Burak, şaşkınlıkla duyduğu rakamı algılamaya çalışıyordu.  

“Merak etmeyin bu rakamın da düşük olduğunu biliyorum. Ama gerçek piyasası buymuş. Biraz arz talep meselesi yüzünden elinde radyo bulunanlar işi abartmış.” 

“Yine de çok az istiyorsunuz. Benim için değerinin daha yüksek olduğunu bilin.” Bir kısmını geri alsa da yine de söylenenin iki katı ödeme yapmaya kararlıydı.  

“Hiç gerek yok.” 

“Anladım, kabul ettim gerek olmadığını. Bu sadece benim şu gürültücü dostlara bir desteğim olsun o zaman.” 

“Tamam, bunu kabul ederim. Bekleyin makbuzunuzu hazırlayayım.” 

İçeriden makbuzu almaya giderken bir kamyonetin sesi duyuldu. Eskicinin kapısında gördüğü külüstür gelmişti. Çift kabinden beş kişi indi. Hepsi güle konuşa yanlarına gelince selamlaştılar. Üçü yirmili yaşların başında genç erkek, ikisi de aynı yaşlarda genç kızdan oluşan gurup belli ki çalışmak için gelmişti.  

“Burak Bey ile tanışın çocuklar. Kendisi bugün epey mama ve kum desteği verdi bize.” Sonra elindeki koçanı sallayıp para da aldığını belli etti. Gençlerin dördü tezahürat yaparken biri sadece başını sallamıştı. O diğerlerine göre bir iki yaş daha büyük duruyordu. Burcu’ya bakışını kaçırmayan Burak içinde bir yerlerde küçük bir sızı hissetti. Anlamlandırmaya çalışmadı. Hepsi ile tokalaştıktan sonra parçaları cebine koydu. Burcu ayak üstü hepsine işlerini söyledi ve makbuzla masaya oturdu. 

“Ekim alanı da mı var?” 

“Olmaz mı? Bir dakika.” Dönüp bahçeye doğru yol alan gençlerden misafirine vermek için bir şeyler toplamalarını istedi. Kızların gönüllü olup hızlanmasına takılmayacaktı. Yakışıklı erkek arkadaşları vardı ama doğal olarak çekici bir erkeğin ilgisini çekmek istiyorlardı. 

Tam makbuzunu yazacakken bu kez de cep telefonundan gelen sesle kalemi bıraktı. Telefonu eline alıp hızlı hızlı tuşlara bastı. Mesaj mı atıyordu birine? Parmakları o kadar hızlı hareket ediyordu ki cümleleri doğru yazdığından emin değildi.  

“Makbuzumu sonra da alsam olur. Siz rahat rahat yazın mesajınızı.” 

Kafasını bile kaldırmadan, “Mesaj yazmıyorum, bir dakika...” dedi ve parmakları hareket etmeye devam etti. Üç dakika bekledi Burak. Sonunda telefonu elinden bırakınca rahat nefes alan genç kadına ilgiyle baktı. “Önemli bir konuydu sanırım.” 

“Al-satlarımı ayarladım. İkinci seans başladı da.” 

“Ah borsa. Tamam, şimdi anladım. Yatırım uzmanı olduğunuzu unuttum. Sonuçta bu kadar işin arasında sizin o kadar yoğun bir işi takip edebileceğinizi düşünmemek benim hatam.” 

“Her şeyin bir zamanı var. Sabah beşte başlıyor hayatım. Akşam da en geç onda bitmiş oluyorum. Fakat o zamana kadar her fırsatta dinleniyorum. Hatta bazen beş dakika uyuduğum bile oluyor.” 

Burak işte buna gerçekten kahkaha atmıştı. Beş dakikalık uykuyu dinlenme sanmak bu genç ve güzel kadına uyuyordu. Her geçen dakika biraz daha orada kalmak için mazeretler arıyordu ama evde onu bekleyen iki büyük sorun vardı. Üstelik kendileri küçük, getirdikleri sorunlar dağ kadar olan ikili... Onları düşününce hem mutlu oluyor hem içini sıkıntı kaplıyordu. Ya çözemezse bu olayları? Ne olacaktı onlara? Hayır, doğru soru ona ne olacaktı? Birini yanına alacaktı. Ya diğeri? İçini çekerek kendisine uzatılan makbuzu aldı. El yazısını görüp beğeniyle baktı. Evet her şeyi güzeldi.  

Genç kızlar, iki sepet doldurmuştu. Birinde enginarları, kırmızı erikleri ve kavunu gördü. Diğer sepette kayısı, şeftali ve kiraz vardı. Gözlerine inanamıyordu. Hepsi çok güzel gözüküyordu. Hemen tatlarına baktı. Hepsi genç adamın yıkamak yerine üstlerini şöyle bir silip ağzına atmasından etkilenmiş bakıyordu. Çoğu kişinin dakikalarca yıkamadan yemediğini biliyorlardı. İlaçsız doğal ürünlerini böyle tüketen birine saygı duydular.  

“Bahçeyi görmek istiyorum.” 

“Elbette ama çok büyük bir bahçe değil.” 

“Ne kadar ürün var görmem lazım.” 

“Elbette. Bir dakika, terliklerimi değiştireyim.” O güzel ayaklar yine postalların içine girip yanına gelince dördü birlikte bahçeye yürümeye başladı. Kızlar önden gidiyordu. Hayvan barınaklarının tam tersi istikametti, üç sıra böğürtlen ve beş sıra üzümden sonra diğerleri başlıyordu. Küçük dedikleri alan aslında beş dönüm kadardı. Tüm yaz sebzeleri belli bir düzende ekilmişti. Mevsimi bitmek üzere olan ağaçlardaki meyveleri toplayan erkekler onları büyük bir özenle kasalıyordu.  

“Bunları satıyor musun?” 

“Böyle değil. Meyveleri reçel yapıyoruz, pazarda satıyorum.” 

“Böyle niye satmıyorsun?” 

“Hepsini aynı anda satamam. Bozulunca da işe yaramaz. En iyisi reçellerini yapmak, eşe dosta dağıtmak.” 

“Doğal gübre kullanmışsınız. İlaç yok belli. Kurtlusu da var, yamuk olan da.” 

“Ben yemiyorsam kimse yemesin kötüsünü.” 

“Doğru. Tamam, yarın bir sözleşme hazırlayıp yollayacağım. Ürünlerinizi her mevsim almayı düşünüyorum.” 

“Ne için?” 

“Ne için olacak, marketlerimde satmak için!” 

Hepsi şaşkınlıkla bakıyordu. Burcu, ne iş yaptığını sormamış olduğunu o an fark etti. Fazla meraklı biri değildi. Zamanında yaptığı hataları tekrarlamamak için bazen sessiz olmayı seçtiği oluyordu. En azından dayanılmaz boyuta gelmeden sorgulama yapmamaya karar vermişti. Hem zaten niye araştıracaktı? Bir daha görüşmeyeceğini düşündüğü kişilerden bilgi almanın faydası neydi? Oysa şimdi işler değişmişti.  

“Hangi market bu kadar küçük bahçeden ürün alır?” 

“Sorun değil. Sadece üretici olduğuna ve satış yapabileceğine dair belgelerin olmalı.” 

“Pazarda tezgâh açıyorum. Elbette var belgelerim.” 

“Tamam, marketimde her pazar organik satış köşesi açıyoruz. Kendi fiyatınızı belirliyorsunuz. Ben üstüne cüzi kâr koyuyorum. Böylece tüketiciye ulaşmanız kolaylaşıyor. Pazar tezgâhını yine açarsın ama bana da ayırırsın. Reçel yapmak için de vakit harcamaz, o zamanı başka şeylere ayırırsın.” Konuşurken bir yandan da ürünlerden tatmaya devam ediyor, beğeni ile başını sallıyordu. “Civarda kimyasal madde kullanan var mı? İlaçlama yapan tarla sahipleri falan?” 

“Hayır. Organik üretim yaptığıma dair belgelerim de var. Burayı altı yıl önce aldım. Önce etraftaki küçük tarlaları ve bahçeleri toparladım. Satmayanlara organik tarım için neler yapılması gerektiğini anlattım. Dört yıl önce yani kazadan kısa süre önce buraya geldim. Aklımdakileri yaptırmaya başladım. Aileme artık taşınabileceklerini söyledim. Evi taşımadan bir hafta önce hepsini doğalgaz patlamasında kaybettim. Olaydan üç ay sonra bir daha dönmemek üzere buraya yerleştim. O zamandan beri doğal yaşam için neler yapabileceğimi öğreniyor ve uyguluyorum.” 

“Çok üzücü olaylar yaşamışsınız ama şu an karşımda çok güçlü birini görüyorum.” 

“Öyle olmaya çabalıyorum.” Kısa bir an sustuktan sonra biraz da o bilgi edinmek için sorularına başladı. “Sizin aileniz burada mı?” Ailesini sorarken yuvarlak konuşmuştu ama aslında evli olup olmadığını merak ettiğini kendine itiraf etmişti bile.  

“Evet, birlikte geldik. Bir süre daha buradayız.” 

“Yazlıkçı mısınız? Market de var gerçi.” 

“Marketleri müdürleri yönetiyor. Ben ve kardeşim düzenli olarak dolaşıyoruz. Bir yazlığımız var, annemle babamın burada oluşu o yüzden. Ben ise ikinci kez bu kadar uzun kalıyorum. Yasal bazı işlemler var.” Detay vermeyi istemiyordu. Neler yaşadığını anlatmak hem güçtü hem de yanlış anlamalara neden olabilirdi. Özel bilgilerden uzaklaşıp yine bahçeye baktı. Güzel bakımlı bir bahçenin yarattığı etkiyi içine çekti. Beş genç çoktan işlerine dalmıştı.  

“Başkaları da var mı yardım eden?” 

“Köyden birileri ile ara sıra yardımlaşıyoruz. Bazen bu gençlerin arkadaşları da yardım ediyor. Şu saatlerde genelde denizde olan pansiyonerler de kahvaltı öncesi bahçeye yardıma geliyor.” 

“Zevkli işleri mi yapıyorlar, gerçekten yardım mı ediyorlar.” 

“Herkes her işi yapıyor. O gün ne yapılacaksa.” 

“Gönüllülük esas ama değil mi?” 

“Kesinlikle öyle. Para iste...” 

“...me benden, buz gibi soğurum senden! Hatırlıyorum.” 

“Çok maddiyatçı gibi oldum ama gerçekten buranın idaresi için para çok gerekli. Veteriner arkadaşım evlerden birinde yaşıyor. O kira vermiyor, ben masrafları kiraya sayıyorum. Fazlasını ailesini tatil yaptırarak karşılıyoruz falan. Yani her işi kendi içinde takas usulü halledecek şekilde yönetiyorum.” 

“Tüm bunları yaptırmak büyük paralara mal olmuştur. Toprak, evler, barınaklar, seramik atölyesi... Hepsi para isteyen işler.” 

“Hepsini sırayla yaptım. Önce toprak ve ev. Sonra diğerleri. Her sene bir şeyler ilave ediyorum. Bu senenin planlarında havuz yaptırmak var.” 

“Güzel plan. Onun bakımı da güç. Bir yardımcı da ona gerekecek.” 

“Tanıdığın birileri var mı?” 

“Buluruz.” demişti. Oysa o an aklından her gün gelip havuzu temizlemek geçiyordu. Ne zaman ve nasıl yapacaktı acaba bunu? Saçmalıyordu. Daha fazla saçma düşüncelere saplanmamak için market anlaşmasına çevirdi cümlelerini. Son olarak ürünlerle ilgili sözleşme için iki gün sonra buluşmayı kararlaştırıp oradan ayrıldı. 

***** 

Burcu, onun ardından düşüncelere daldı. Eşinden bahsetmediği için bekar olduğunu düşünmüştü. Bu hayatında biri olmadığı anlamına gelmediği için daha fazla düşünmek yerine işlerine koyuldu. Gençler çoktan işleri yarılamıştı. Onlar çalışırken kendisi de biraz hisse senetlerini takip etti. Akşam yemeğini hazırlarken hayvanların beslenme saati de gelmişti. Kümes hayvanlarını topladıktan sonra kedileri de yuvalarına aldı. Geceleri etrafa dağılmasınlar diye büyük tel barınaklara sokuyordu hepsini. Barınak alanı içinde bir sürü kedi evi vardı. Yine de çoğu sıcak olduğu için beton zeminde uyuyordu. Sıra köpeklere geldiğinde günün son işleri diye düşündü. Nihayet biraz dinlenecekti. Tabii seramik atölyesine gitmeden önce beş dakika kadar! 

Kendi karnını da doyurduktan sonra kahvesini alıp atölye olarak kullandığı kulübeye gitti. Sipariş olan tabakları hazırlayacaktı. On kilometre uzaktaki çiftliğin sahibi güzel bir lokanta açıyordu. Özel tabaklar istemişti. Kimsede olmayan, kimseninkine benzemeyen... Çalışmaya başladığında aklında ne kaybettikleri ne Burak kalmıştı. Sadece her bir parça ile yeni bir şeyler yaratmaya çalışıyordu.  

*****  

İki gün sonra Burak iş görüşmesi için gelmişti. Yine hayvanlar için bir sürü yiyecek, bolca da oyuncak getirmişti.  

“Onları şımartıyorsun.” 

“Daha az kavga ederler. Biraz koştursunlar topların peşinde.” 

“Bugün iki tanesini sahiplendirdim. Özleyeceğim onları ama bol sevgi görecekleri evlerde olmalarını seviyorum.” 

“Bugün burası daha mı hareketli?” 

“Pansiyona yeni müşteriler geldi.” 

“Hayvanları ile birlikte?” 

“Elbette. Rahatlıkla bırakabilecekleri bir yerdeler. Yabancılara kötü davranmayan bir sürü köpeğim var. İsterse onlarla oynar, isterse tek başına bir yerlerde kalabilir. Hayvanın yapısına göre karar veriyoruz.” 

“Yoğunluktan nefes alacak vaktinin olmaması lazım ama hakikaten düzeni güzel kurmuşsun.” 

“Düzenli olmak şart. Evetttttt, evraklarımı getirdin mi? Ah sormadım, ne içersin?” 

“Kahveye hayır demem. Sade...” Burcu, bahçedeki kahve makinesinin olduğu yere yürürken son kelimeye gülümsedi. Aksini düşünmemişti zaten. Hazırdaki kahveyi iki fincana doldurduktan sonra kulübelerine yerleşmiş konukları ile kısa süre konuşup Burak’ın yanına geldi.  

“Konuklar çalışacaklarını biliyor mu?” 

“İsteyen yardım eder. Etme demem.” 

“Güzel taktik.” 

“Burayı bilenler geliyor. Genelde aynı kişiler yine gelirken yanlarında da tanıdıklarını getiriyor. Tabii anlatıp yolladıkları da oluyor. En iyi reklam güzel yorumdur.” 

“Katılıyorum. Şimdi sözleşmeyi inceleyelim. İstersen avukatına da göster.” 

“Gerek yok, okuyayım, sorun bulursam söylerim.” 

Oldukça detaylı ve her iki tarafı da koruyan bir sözleşmeydi. İmzasını attıktan sonra bir nüshasını aldı.  

“Hayırlı olsun!” 

“Hayırlı olsun!” 

El de sıkıştıktan sonra karşılıklı gülümsediler. O sırada hala ellerinin bir arada olduğunu ya fark etmediler ya da umursamadılar. Bir süre sonra ikisi de elini yavaşça çekip arkalarına yaslandı. “Bu anlaşmayı kutlayalım. Yarın akşam birlikte yemek yiyelim mi?” 

“Olur. Kaçta nerede?” 

“Yedide burada olurum.” 

“Ben gelirim.” 

“O kamyonetle mi?” 

“Evet.” 

“Olmaz. Utanırım o külüstürden. Ben gelir alırım.” Şaka yaptığı sesinden belliydi.  

Burcu, üzülmüş gibi dudak büküp, “Nesi var külüstürümün? Gayet düzgün çalışıyor.” dedi. Burak, o dudakların aldığı şekli çok beğenmişti. Daha dolgun gözükmüştü gözüne. Tam... hemen vazgeçti düşünmekten.  

“Düzgün olan tek yanı o sanırım. Ben gelir alırım.” 

“Başka amaçlar seziyorum bu itirazda.” 

“Fazla akıllı davranmayın hanımefendi. Kabullenin yeter.” Flört ediyorlardı. Hem de yeni yetmeler gibi. Çok hoşuna gitmişti bu.  

Burcu gülümseyerek kabullendiğini belli etti. Burak da böylece hem gelip alarak hem de yemek sonrası eve bırakarak bir arada geçirecekleri süreyi uzatmayı başarmıştı.  

 Burak izin isteyip kalktı. Ertesi günü heyecanla bekleyeceklerini bilerek vedalaştılar.  

 

*****  


 

“Yedi buçuk yapalım mı buluşmayı?” 

“Ne oldu?” 

“Güneş enerjisinde sorun çıktı. Tamirciler henüz bitirmedi işlerini. Söylediklerine göre 15-20 dakika kadar daha çalışacaklar. Toparlıyorlarmış.” 

“Panelleri görmemiştim. Çok güzel güneşi kullanman. Eve yetiyor mu üretim?” 

“Eve, barakalara, bungalovlara ve tarla sulamasındaki kuyuya yetiyor.” 

“Sanırım enerji tarlasından bahsediyorsun. Çok güzel bir yatırım.” 

“Öyle. Biraz daha büyütüp elektrik idaresine geri satış yapmayı da düşünüyordum. Ama şimdi o alanı tarla olarak kullanıp tarıma devam etmem daha mantıklı. Ne de olsa ürünlerimi satacağım ikinci pazarım var.” 

“Bu arada ben geldim bile. Kapat hadi, beklemek sorun olmayacak.” 

“Çok erken değil mi? Ben daha giyinmedim bile!” 

“Sorun yok. O arada ben bir iki işe yardım edebilirim. Sen de rahatça hazırlanırsın.” dedi ve kapattı. Çünkü araba bahçeye girmişti.  

Burcu heyecanlandığını kabullendi. Aslında kısa süre buralarda olacak, sonra belki hiç görmeyeceği biri ile buluşmanın bu kadar heyecanlandırması doğru gelmiyordu. Geleceği olmayan bir ilişki ona göre değildi. Tek gecelik ilişkilerin kadını değildi o. Yine de bu akşamı onunla geçirmek, biraz gülmek eğlenmek itiraz edemeyeceği bir heyecan katmıştı hayatına.  

Kocasını ve henüz iki yaşındaki kızını kaybettiğinde bir daha sevemeyeceğini düşünmüştü. Zaman içinde tanıştığı kimseyi sevmemesi ve hatta çoğunun güvenilmez tipler olduğunu anlaması adımlarını dikkatli atmaya yöneltmişti. Çıkarları peşinde koşan erkeklerden nefret etmişti. Burak için de aynı kaygıları taşıyordu. Ne kadar güvenebilirdi? Şu ana kadar güvenini sarsacak bir şey yapmamıştı ama toplamda ne kadar görmüştü ki? Henüz tanımıyordu. Tanımak için de çok vakti yoktu. O zaman bir çılgınlık yapacak ve anı yaşayacaktı.  

Aracından inen Burak, üstünde dar bir kot ve atlet tarzı penye olan kadına beğeni ile baktı. Yüzünde makyaj yoktu, saçları tepesinde toplanmış olsa da çoğu dağılmış, yüzünün etrafında hafif rüzgarla uçuşuyordu. Çok güzeldi. Dağınık ama güzel. Resim kabiliyeti olsa onu kesinlikle böyle çizerdi.  

“Hoş geldin. Beklerken bir şeyler içer misin?”  

“Hayır, rahatına bak sen. Hatta git hazırlanmaya başla. Ben ustalarla görüşürüm. Pazarlık bile yaparım.” 

“Emin misin? Adamlar pek indirim sevmiyor.” 

“Bunu söyleyen sen misin? Balla alışveriş yapan kadın?” 

“Bunları ikna edemiyorum bala. Yumurta da eklemeliyim belki.” 

“Ben uğraşırım. Sen git hadi.” 

Antika eşyalarla, eski mobilyalarla dolu evine girdi. Burak henüz görmemişti evin içini. Ne düşüneceğini merak etti. Odasına gidip akşam giyeceği elbiseyi, takılarını ve hafif topuklu ayakkabılarını ayarladıktan sonra banyoya girdi. Hazırlanıp çıktığında yine otantik bir elbise vardı üstünde. Bu kez bol değil dar bir elbise seçmişti. Kadınsı hatlarını kullanmak istiyordu. Uzun ve ucunda eski paralar olan gümüş kolyesini taktıktan sonra boynuna da bir tasma kolye takmıştı. Küçük küpeleri tercih edince hazırdı. Makyaj... evet biraz yapmalıydı. En sonunda parfüm de kullanması gerektiğini hatırladı. Birisi ile buluşmayalı ne kadar olmuştu? Resmen hazırlanırken neler yapması gerektiğini unuttuğunu fark etti.  

Burak, dışarıda işlerini bitiren adamlarla konuşuyordu. Malzeme fiyatlarını not etmiş, işçilikte pazarlığı çok da sıkı tutmamıştı. Ödemeyi de yaptıktan sonra beklemeye başladı. O arada etrafına daha dikkatli bakmaya başladı. Ortalıkta hayvan kalmamıştı. Sadece gece bekçisi olarak salık bırakılmış üç köpeği görebiliyordu. Huzurlu bir ortamdı. Sırf bu havayı solumak için erken gelmişti. Sırf demek hataydı ve kabullendi. Burcu’yu görmek istemişti. Dönüş zamanı yaklaştıkça zamanı daha iyi değerlendirmek istiyordu. Çekici bir kadınla geçirebileceği sadece bir haftası kalmıştı. Yasal işlemlerin başvuruları tamamlanmıştı. Aramaların sonuç vermesi ve mahkemenin kabul etmesi için geçecek süreyi bekleyecekti. Tabii bu süre içinde yeni hayatı alışkanlık yarattığı için aksi bir sonuç ile duygularının ne olacağını bilemiyordu. Ayrılıklar eskisinden daha çok üzüyordu.  

Düşüncelerinden sıyrıldı. Çünkü Burcu kapıdan çıkmıştı. Üstüne oturan, yanlarında yırtmaçları olan ince triko elbise yine eski görünümlüydü. Bunun genç kadının tarzı olduğunu biliyordu artık. Kullandığı takıların antika olduğunu anlamak için uzman olmaya gerek yoktu. Çok güzel olduklarını itiraf etmeliydi. Zaten tepeden tırnağa güzeldi.  

Köpeklerin başlarını okşayıp arabaya bindiler.  

Lokantaya gidene kadar radyoda çalan müzikler eşliğinde havadan sudan konuştular. Olaylara aynı pencereden baktıklarını görüp daha derin konulara geçtiklerinde yemekleri gelmişti. İkisi de rahat, eğlenceli konuları tercih ettiği için zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar. Saat ona gelirken Burcu esnemesini gizlemeye çalışıyordu.  

“Uyuyan güzele bağlamadan seni evine bırakayım.” 

“Kusura bakma, bu saatlere kadar dayanıyorum ama artık pilim bitiyor.” 

“Ben de senden çok farklı değilim. Altıda kalkıyorum.” Hatta bazen daha erken uykusu bölünüyordu. O konulara girmeye gerek yoktu.

“Eh senin de uyku saatine az kalmış. Hadi gidelim.” 

 

Eve geldiklerinde köpekler karşıladı.  

“Nöbetçiler iş başında.” 

“Çok dikkatli ve sadık çalışanlar.” 

“Sahiplerini seviyorlar demek ki!” 

“Kim kimin sahibi acaba?” 

“Hükümranlık mı kuruyorlar?” 

“Çabalıyorlardı başlarda. Ama eğitimlerini verdikten sonra sadece emirleri uyguluyorlar.” 

“Çok şanslısın. Benim eve süs balığı götürmem bile mümkün değil.” 

“Mutlaka bir travma sonucu annen öyle olmuştur. Tedavi olmayı istemedi mi?” 

“İstemiyor. Haklısın tabii. Travma sonrası başladı bu sorun. Kız kardeşimi lösemiden kaybettik. Aynı gün eve geldiğimizde kardeşimin muhabbet kuşunun da öldüğünü gördük. O gün bugün evde bir hayvanın olması ve onun olası ölümü aileden birinin ölümü ile eş görüldü. Bu korku zamanla böceklerin bile panik yaşatmasına kadar vardı. Psikoterapi ile aşabileceğini söylediler ama tedaviyi tamamlamadı. Biz de çok üstünde durmuyoruz. Onun mutlu olduğu şekilde yaşamayı kabul ettik.”  

“Anlıyorum. Belki bir gün kendiliğinden aşar.” 

“Umarım aşar.” 

“Kahve içmeye vaktin var mı? Yoksa uykunu kaçırır mı?”  

“Hiç etkilemez. İyi olur.”  

“Hadi gel o zaman.” dedikten sonra evin kapısını açıp girmesi için kenara çekildi. Aynı anda bir baykuşun sesini duyup durdular. 

“Çok yakındaydı bu ses.” 

“Çünkü çatıda. Selam veriyordu.” 

“Besliyor musun?” 

“Hayır. Doğal yaşama müdahale etmiyorum. O da doğal yollarla beslenip bazı hayvanların fazla üremesini engelliyor.” 

“Çok mantıklı. Bizler genelde doğal yaşama müdahale ettiğimizi fark etmiyoruz. Kedi ve köpeklerin bile kendi doğasına müdahale ederek kendimize bağımlı hale getiriyoruz.” 

“Evcilleştikleri için ve evlerde beslendiklerinden artık çoğu doğada yaşayamaz durumda.” 

Burak, ilk kez girdiği evin eşyaları karşısında hayretler içinde kalmıştı. Her yerde antika olduğu belli irili ufaklı eşyalar vardı. Fakat tam bir kırsal eviydi. Eşyaları oraya nasıl bu kadar iyi uydurduğu merak etmişti. “Antika merakı kimden?” 

“Çoğu babaannemden kaldı. Ben de onun izinden gidiyorum. Ucuz şeyleri buluyorum. Sonradan bazılarının çok değerli olduğunu da öğrendim ama amaç değerli şeyleri toplamak olmadı hiç. Eskiyi değerlendirmek oldu.” 

“Bu konuda çok başarılısın.” 

“Yaşam biçimim, atma değerlendir oldu. Her şeyi değerlendirmeye uğraşıyorum. Sanırım biraz da takıntı yaptım. Ziyan etmemek için verdiğim çaba yorucu olmaya başladı.” 

“Bir şeyleri toplamak, değerlendirmek, noksanını bulmak falan yorucudur.” 

“Evet, fakat sonuç güzel olunca değiyor çabaya.” 

“Radyolarına bakabilir miyim?” 

“Soldan ikinci kapı. Sen bak ben kahveyi hazırlayayım.” 

Biri mutfağın yolunu tutmuşken diğeri söylenen odaya girdi. Güzel düzenlenmiş raflarda gördükleri karşısında hayretler içinde kalmıştı. Radyolar, fotoğraf makineleri ve daktilolar yanlarında açıklayıcı notları ile sergileniyordu. Müze için çalışmanın yarısını yapmıştı bile. Bunları uygun yere taşımaktan başka işi kalmamıştı.  

Her an ilgisi artıyordu. Burcu çok çekici, güzel ve değişik bir kadındı. Rahatsız etmeyen bir kendine yeterliliği, herkese uzanan eli ile huzur veren biriydi. Burak, son zamanlarda yaşadıklarından sonra böyle bir ortamın ruhuna da bedenine de iyi geldiğini kabul etmişti. Onun yanında çok iyiydi. En azından kısa süreli de olsa sorunlarını unutuyordu. Bunun çekici bir kadının yanında olmasından kaynaklandığını düşünmüştü. Sonra Burcu’nun yanında hissettiğini başkalarının yanında hissetmediğini fark etmişti. Kaldığı evin her iki yanında da çok güzel fiziklere sahip genç kızlar vardı. Burcu’yu dükkânda gördüğünden beri hiçbiri ilgisini çekmemişti.  

“Kahveler hazır.” Ses ile kendine gelip odadan çıktı. Bazen doğru insanla yanlış zamanda karşılaştığını bilirdi insan. Burak, şu an bu hisle dolmuştu. Kahvesini içtikten sonra evine dönecek ve sadece iş ilişkisi dışında Burcu ile irtibat kurmayacaktı. En doğrusu buydu. Yoksa bağlanacak ve ayrılmak zorlaşacaktı. Hiç doğru zaman değildi... 

Aynı anda Burcu, Burak ile geçirdiği zamanın kendisini mutlu ettiğini, birazdan evine gidecek olmasının ise üzdüğünü düşünüp duygularını analiz ediyordu. Uzun süre sonra ilgisini çeken, çekici bulduğu ilk erkekti. Kocasının ve kızının kaybından beri mutluluğu ilişkilerden ziyade hayvanlarla uğraşmakta bulmuştu. Şimdi ise hayatında yeni biri vardı. Gerçekten var mıydı? Aslında kendi kendine gelin güvey olduğunu düşünmesi daha doğruydu. Burak, ilgi gösterdiğine dair bir hareket yapmamıştı. Flört havasında geçen yemek ve sonrasında hiç fiziksel temas kurmamıştı. Ne belini ne elini tutmuştu. İşte tam da bu yüzden yavaş olması, fazlasını beklememesi için kendisini uyardı. Zaten adam bir hafta sonra gideceğini söylememiş miydi? O zaman beklentiye girmemek en doğru karardı.  

Burak, kahvesini ağır ağır yudumladı. O sırada da yine en basit konuyla konuşmayı yönlendirdi. Antika eşyalar... Hatırası olanları anlatmaya başladı Burcu. Lafı uzatmıyor, sadece bilgi veriyordu. Burak da başını sallayarak dinlediğini belli ediyordu. Kahvesi bitince de soğuk bir veda ile evden ayrıldı. Burcu, şoke olmuş şekilde bakıyordu. Tamamen kendi kafasında yarattığı bir flört olmalıydı. Yanlış anlamıştı. Yoksa böyle kaçar gibi gitmezdi. 

*****  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder