14 Şubat 2020 Cuma

Sınır Ötesi Aşk 2

Açelya hemen ayarlayamamıştı bir şeyler. On gün sonrası için kızları toparlayacağı bir organizasyon yapmıştı. Çaya davet ettiği kızların içinde Esin ile Sena da vardı. Son dakikada aklına Öykü'yü de aramak gelmişti. Fotoğrafçılık yapan Öykü ile iyi arkadaş olmuşlardı. Tur firmasından da iki ortağını davet etmişti.  
Kızlar gelmeden her şey hazırdı. Tek yapması gereken herkesi konuşturmaktı.  
İlk tur çaylar bittiğinde hatır sorma kısmı da bitmişti. Sıra özel hayatları kurcalamaya gelince ilk önce şirketten arkadaşlarına sordu. Birinin erkek arkadaşı olduğunu biliyordu.  
“İyi gidiyor. Aslında arada tartışmalar çıkıyor ama çözüyoruz.” 
“Tartışmalar önemli. Hiç tartışmayan çiftlerin arasında oturmamış bir şeyler olduğunu düşünürüm.” 
“Bence de önemli. Böylece aslında birbirimiz için önemli olan noktaları, kırmızı çizgileri tespit edebiliyoruz. Aksi halde körlemesine yürüyen, her an kopacak bir ilişkide yoruluruz.” 
“Haklısın. Tanıma aşaması önemli.” 
“İlk görüşte aşk da olsa sonrası tanımakla geçiyor. Gerçi ilk görüşte aşk mı bu emin değilim. Belki kuvvetli bir çekim.” 
“Her ne olursa, sonrası sağlam olmalı.” 
Esin, bir an dalıp Sinan ile ikisini düşündü. Zaten sağlam başlamamıştı. Tartışmamışlardı. Sadece ikisi de birbirlerine neyi isteyip istemediğini dikte etmişti. Sınırlar konusunda o kadar sert cümleler kurmuşlardı ki sonuçta ikisi de geri adım atmaya alan bırakmamıştı. Sinan, nişanlısının hayatına fazla müdahale ettiğini anlatmıştı. Tamam, kendi suçlarını da söylemişti ama bunu söylerken bile Esin’e sınır çizmişti. O da bu sınırlara sinirlenmesini aynı şekilde kendi sınırlarını çizerek ortaya koymuştu.  
Sonuç... yürümeyeceğini anlamışlar ve ayrılmışlardı. Ayrıldıkları günden beri düşünmediği belki bir iki dakika yaşamıştı. Uyanık olduğu her an bir şekilde aklı ona gidiyordu. Zaman içinde aşacaktı. Abisi, Sinan’ın iyi olduğunu söylediğinden beri kendi de iyi olacağını söyleyip duruyordu.  
“Esin?” 
... Ne... Pardon, bir şey mi dedin?” 
“Senin hayatındı kimse yok mu? Sanki Sinan ile...” 
“Hayır, yok.” Çok hızlı ve sert vermişti yanıtı. Az önce düşündükleri yüzünden sesinin böyle çıktığını nasıl anlatacaktı?  
“O kadar kızma canım. Şanal yanlış anladı sanırım. Sizin birlikte olduğunuzu hatta Engin’in bile sizi çift olarak düşündüğünü söylemişti.” 
Öykü, şaşırmıştı. “Engin mi? Engin nereden tanıyor sizi?” 
“Bu Engin, senin Engin değil. Esin’in abisinin adı da Engin.” 
“Ah tamam. Ben de niye konu olmadı evde diyecektim. Kim bu Sinan?” 
“Benimkinin arkadaşı ve ortağı. Engin de yeni ortak oldu. Bir ara bu ikisinin arasında bir şeyler var sanmıştık. Çok yakıştırmıştım.” Esin’in sessiz, hüzünlü bakışı aslında onun da göründüğünden çok üzgün olduğunu gösteriyordu.  
Esin, konuşmanın başka konulara çevrilmesini istiyordu. Fakat bu açıklamalardan sonra diğerleri de ne olduğunu sorunca, açıklama yapmak zorunda hissetti kendini. 
“Sinan, ciddi bir ilişki istemiyor. Kendisinin özgür, yanındakinin onun isteklerine uyan biri olmasını istiyor. Daha önce nişanlanmış. Nişanlısı ile kızın kendisine yaptığı baskı yüzünden ayrılmış, aynısını bana yapıyor. Böyle olunca da acaba kızın değil de Sinan’ın mı suçu vardı diyorum. Onu değiştirmeye uğraşmayacağım. Ben de değişmeyeceğim. O yüzden birkaç görüşmeden sonra yol yakınken ayrıldık.” 
“O zaman üzülecek bir şey yok. İyi olmuş bitmiş.” Açelya inanmış gibi yapacaktı.  
“Üzüldüm elbette. Sinan... neyse önemli değil.” 
Açelya istediği bilgiyi tam da bu cümleden almıştı. Üstüne gitmedi, konuyu değiştirdi. Diğer kızların hayatlarına sataştı, güldürdü, biraz duygusallaştılar ve günü bitirdiler. Herkes gitmek için hazırlık yaparken Şanal karısını aramış, Esin’in onları beklemesini, akşam yemeğine Engin ile geldiğini söylemişti. Elbette bu da karı kocanın planıydı ve müthiş zamanlama ile doğal bir ortammış gibi ayarlamışlardı.  
Esin, mutfakta Açelya’ya yardım ederken bir yandan da güne gelmiş olan kızlar hakkında laflıyorlardı. Asıl merak ettiği sadece abisi mi gelecekti, Sinan da orada olacak mıydı? Soramıyor, heyecanla bekliyordu. Sonunda daha fazla dayanamadı. “Sinan gelmiyor, değil mi?” 
“Sanmam. Planlı yemek değil. Şanal abini getiriyordur, o da seni almak istediği içindir.” 
“Haklısın.” 
“Şu işi iyice anlatsana. Sen bu ayrılık için ne düşünüyorsun? Bir şans daha tanısanız birbirinize!” 
“Ben... neyse ya, anlatmak istemiyorum.” 
“Çünkü üzüyor.”  
Artık saklayamıyordu. Belki de saklamak değil paylaşmak istiyordu. Biraz azalırdı o zaman üzüntüsü. “Evet, üzüyor. Sizin düğününüzden beri farklı hissediyordum. Bir şeyleri aşarız sanmıştım ama o tahmin ettiğim gibi biri çıkmadı. Yanılmış olduğumu kabulleniyorum.” 
“Sinan gerçekten iyi biridir. Ben önceden de tanıyorum. Hatta abim de çok iyi tanır onları. Nişanlısı çok üzmüştü. Belki onun etkisi ile huyu suyu değişmiştir. Hem belki o da üzgündür.” 
“Üzgün mü? Sanmam, abim gayet iyi olduğunu söylemişti.” 
“Şanal da iyi olmadığını, aklının çok karışık olduğunu, hatta hiç yapmadığı hatalar yaptığını bile söylüyor. Oysa çok detaycıdır, kolay kolay hata yapmaz, yaptığını kendi bulur hallederdi. Şu ara öyle değilmiş.” 
“Belki aklını başka biri karıştırıyordur. Biz ayrılalı  neredeyse bir ay oldu. Bu arada yeni birini bulmuştur. Hem belki de eski nişanlısı ile barışmıştır. Mankenmiş. Tanıyor musun?” 
“Tanıyorum. Melek Özgü.” 
“Ciddi misin?” 
“Niye şaşırdın?” 
“Çok güzel bir kadın o. Onunla nişanlı biri nasıl nişan atar diye merak ediyor insan.” 
“Güzellikle olmuyor bu işler. Uyum şart. Kafalar uyacak, tenler uyacak. Hem gönül kimi severse güzel oymuş. Adriana’yı bile kocası aldattıysa bu iş fiziksel güzellikle alakalı değil demektir.” 
“Lima mı? Onu bile aldattılarsa... Haklısın. Yine de insan rakibini düşününce...” 
“Rakip değil o. Eski... Bir şey eski ise eskidir. Çok nadir, eski yeniye dönüşebilir. Fakat Sinan konusunda bu ihtimal dahilinde değil.” 
“Yani ben de bu durumda eski oluyorum.” Esin, umudu olduğunu kabul ettiği için kendine kızıyordu. Hâlâ mı umut ediyordu? 
“Sen eskiyecek kadar zaman geçirmedin. O nişanı atalı çok uzun zaman oldu. Fakat siz daha yeni bir sorun yaşadınız, aşabilirsiniz.” 
“Sanmıyorum. Hem zaten biz bir şey yaşamadık. Tanıma aşamasında ayrıldığımız için yeniden başlayacak bir şey yok.” 
“Sen de haklısın. Kısmetten öteye yol yok, tatlım. Bak bize. Çocukluktan beri karşı komşuyduk. Şimdi evliyiz.” 
“Hakikaten siz bunca sene bir şey hissetmeden yaşayıp nasıl âşık oldunuz?” 
“Aslında üç yıl kadar önce âşık olduk da anca anladık. Biraz zor anlıyoruz sanırım.” 
“Bence o süre bir şeylerin netleşmesi için geçen süre olmuş. İkiniz de başka birinde mutluluğu bulamayacağınızı anlamış ve itiraf etmişsiniz. Bu bence çok sağlam bir başlangıç. 
Haklısın. İnsanın tek pişmanlığı o üç yılı da bir arada geçirme şansını kaybetmiş olmak. Fakat belko zaman bu kadar doğru bir karar olmayacaktı. Bilemiyoruz. Elimizdeki bilgilerle mutluyuz diyelim. 
Hep de mutlu olun. 
“Çok teşekkürler tatlım. Darısı senin başına.”  
Esin bu cümleden sonra öyle bir iç çekmişti ki, Açelya en kısa zamanda ikisini bir araya getirecek bir yol bulması gerektiğine karar vermişti.  

On dakika sonra kapı çaldığında Esin’in yüreği hoplamıştı. Fakat beklediği kişi yoktu. Sadece abisi ve Şanal gelmişti.  
Yemek hazırdı. Hepsi masaya oturduktan sonra son aldıkları iş hakkında konuşan erkekler Esin ve Açelya’nın tüm düşüncelerini yerle bir etmişti.  
Esin, dilinin ucuna kadar gelen soruyu tutmuş, Açelya onun da yerine sormuştu. “Sinan, İtalya’ya mı gidiyor? Nereden çıktı bu?” 
“Biliyorum, yurt içi işler alacağız diye konuşmuştuk ama bu teklif çok iyi geldi. Hem burada hem İtalya’da iş yapan bir müşteri olması yüzünden birimizden biri gidecekti. Sinan talip olunca biz de onayladık.” 
Açelya, Esin’den tarafa bakış attı. Tüm kan çekilmişti yüzünden. Söylediğinden çok daha fazlasını yaşıyordu kalbinde. Belki içini rahatlatır diye sorularına devam etti.  
“Ne kadar kalacak?” 
“En iyi ihtimal mart, en kötü nisan sonu döner.” 
“Altı aydan fazla... Uzunmuş. Senin gitmemene sevindim.” Sorularının iki erkeği de o an farklı yorumlara yönlendirmesini istemiyordu. Esin, tabaklar boşalınca Açelya’dan önce davranmış, mutfağa gitmişti. Fırından çıkartacağı tepsiyi alırken göz yaşları akmaya başlamıştı. Açelya ile konuşurken içinde bir yerlerde umut yeşerdiğini biliyordu. Şu an ise minicik bir kırıntı bile kalmamıştı. Dikkatsizce hareket etmiş, dolu gözleri yüzünden ayarlayamamış ve sıcak tepsiye üç parmağını değdirip yakmıştı. Küçük bir çığlık atınca Açelya hemen mutfağa koşmuştu.  
“Ne oldu?” 
“Elimi yaktım.” 
İçeriden erkeklerin ne olduğunu soran sesleri geliyordu. “Önemli bir şey yok.” diye seslendi Açelya. Mutfağa gelmelerini istemiyordu.  
Esin, gözlerinden akan yaşların elini yaktığı için olduğunu düşünmesini isterdi. Açelya’nın her şeyi anladığından emindi. Açelya, genç kızı musluğun başına çekip elini soğuk suyun altına tuttu. Hafifçe sarıldı.  
“Elini sudan çekme, rahatça ağla, ben yemeği götürüp geliyorum. Bir de jel getireceğim, o arada sakın elini çekme.” Açelya eline ağlıyormuş gibi yapan Esin’i yalnız bırakıp salona döndü. Durumu açıkladıktan sonra ecza dolabından yanık jelini alıp mutfağa döndü. Biraz oyalanmıştı. Esin’in sadece içini çektiğini, ağlamasının durduğunu görünce yanına gidip sıkıca sarıldı. “Üzülme diyeceğim fakat bir işe yaramayacak. Belki bu süre ikinize de iyi gelir.” 
“Nasıl olacak o? Baksana aynı şehirde olmaya katlanamamış gibi yurt dışına gidiyor. Altı koca ay burada olmayacak. O sırada İtalya’da...” 
“Artık onu sevdiğini kabullendiğine göre bence gitmeden gör onu.” 
“Hayır, göremem.” 
Tam o sırada kapıda Engin belirdi. Dayanamamıştı.  “Kötü mü elin? Çok mu yandı?” 
“Hayır, daha iyi şimdi. Jel rahatlattı.” 
“Gelmiyor musunuz içeri? Yemekleriniz soğuyor.” 
“Geliyoruz.” 
Engin gittikten sonra Esin, Açelya’ya “Göremem, üzüldüğümü görmesini istemiyorum.” dedi.  
“Görmesin. Üzülmediğini göster de aklı sende kalsın.” Genç kızın o an olayları doğru düşünemediğini fark etmişti. Bazen biraz dürtmek gerekiyordu erkekleri.  
“Bence zaten aklı çoktan benden uzaklaştı.” 
“Bak şimdi, biz iki aylığına şehir dışına çıkarken bile veda yemeği yedik. Mutlaka ona da yemek yapılacak. Sen de o yemeğe silahlarını kuşanarak geleceksin. Güzel bir elbise, havalı bir saç ve makyaj ile önce dış görünüş bombasını patlatırsın. Zaten beğendiği birisin, yoksa çıkmazdınız. Bunu ona hatırlatacaksın. Sonra da yemekte havadan sudan konuşur canına okursun. İlgini çekemediğini görünce panik olacaktır.” 
“Öyle mi dersin?” 
“Bak göreceksin. Mutlaka etkilenecek.” 
“Umarım!” 

Açelya haklı çıkmıştı. Veda yemeği düzenlenecekti. Esin gidip gitmeme konusunda kararsızdı. Sonunda Açelya’nın da ısrarları ile hazırlanıp geceye katıldı. Yemek yenecek restoranın önünde taksiden indiğinde abisinin hemen yanında olmasına memnundu. Koluna girip yürürken heyecanını bastırmaya uğraşıyordu.  
“Sen titriyor musun?” 
“Evet, ürperdim.” 
“Hadi hızlı yürüyelim de ısın. İnce giyinmişsin.” 
“Aslında gündüz sıcak diye buna karar vermiştim, akşam olunca epey soğumuş hava.” Ayak üstü yalan söylüyordu. Hava sonbahara göre oldukça ılıktı. Heyecandan titrediğini söyleyemeyeceği için yalana başvurmuştu.  
Kapıdan girdikten sonra hemen masaya yönlendirildiler. Sinan masada arkadaşları ile oturmuş, konuşuyordu. Şirketten olanların tanımış, tanımadığı dört kişinin ikisinin kadın olmasına biraz bozulmuştu. Biri tam da yanındaki sandalyede oturuyordu. İşte korktuğu başına gelmişti. Acaba o da Sinan ile gidecek miydi?  
Sinan, yanındaki arkadaşı ile konuşurken bir anda üstünde bir çift gözü hissetti. Başını hafifçe o yöne çevirdiğinde Esin ile Engin’in geldiğini gördü. Çok güzeldi. O kadar güzeldi ki kalbinin deli gibi attığını hissediyordu. Cümlesini tamamlayamadan öylece kaldığını ne zaman sonra fark etti. Sonra toparlanıp tamamladı. Ayağa kalkıp iki kardeşi karşıladı. Önce Engin’in elini sıktı. O diğerlerine dönünce Esin ile baş başa kalmıştı.  
“Hoş geldiniz. Esin, güzel bir sürpriz oldu.” Böyle mi başlanırdı konuşmaya? Resmen gelmeseydin demişti kıza. 
Esin, bir an dönüp gitmeyi düşündü. Neyse ki sadece bir an sürdü. Açelya’nın dediklerini anımsadı. Gülerek, “Sürpriz mi? Davet edilmiştim.” diye umursamaz bir tavır takındı.  
Ya kabalığını fark etmemiş ya da önemsememişti. “Elbette davet edildin. Sadece daveti ben yapmadığım için çağırıldığını bilmiyordum.” Sinan ağzını kapatmazsa biraz daha saçmalayacağından emindi. Heyecanlanmış, aklı karışmıştı. Bir buçuk ay geçmişti ayrılıklarının üstünden ve iki gün sonra İtalya’ya uçacaktı. 
Artık bunu da duymamış gibi yapamayacaktı. “Gidebilirim.” 
“Hayır, olur mu öyle şey. Ben saçmaladım.”  
“Demek İtalya ha? Aslında kadınlar için cennet olduğu söylenir. Yakışıklı İtalyan erkekleri falan. İtalya’da çalışmak güzel olacak.” 
İtalyan erkeklerinin canı cehenneme... “Olur umarım. Bir süre orada olmak iyi gelecek.” 
“Anlıyorum.” İyi olacaktı demek. Yine ilk yaptığı onu istemediğini söylemek, sonra da bunun altını kalın kırmızı kalem ile çizmek olmuştu. Esin, umutlarının tek tek yok olduğunu kabul etti. Artık önemi yoktu.  
Yerlerine oturmak için masaya döndüklerinden yan yana iki sandalyenin boş olduğunu fark ettiler. Biri ayarlamış olmalıydı. Oturduktan sonra Sinan az önce yaptığı densizliği unutturmak için iltifat etmeye başladı.  
“Çok güzel olmuşsun.” Bu sadece en basit anlatımıydı. O kadar güzel gözüküyordu ki, kimseyi umursamadan onu çekip buradan almak, baş başa kalacakları bir yere götürmek istiyordu.  
“Önceden değildim, şimdi mi güzel oldum? Sanırım makyajı ben yapmayınca biraz güzelleştirdiler.” 
“Sen bugün beni yanlış anlamaya ant mı içtin? Sen hep güzeldin, bugün daha güzelsin demek istedim.” 
“O zaman öyle demelisin. Neyse ki ben güzel olduğumu biliyorum. Genelde bunu duyarım.” 
Kim söylüyordu bunu? Acaba ayrıldıktan sonra biri olmuş muydu? Engin’e soramamıştı elbette. Başka kimseden de bilgi alamayacağı için merak içinde kıvranmıştı. Kim ona güzel olduğunu söylemişti? Ne zaman söylemişti? Merakına yenildi. Ters bir sesle, “Eminim duyuyorsundur.” diye ağzının içinde söylendi.  
İlk geldiğinde gördüğü diğer sandalyede oturan kadını incelemekle meşgul olduğu için duyamamıştı.  “Efendim?” 
“Kim o güzel olduğunu söyleyenler?” Umursamaz olabilmiş miydi? Hiç sanmıyordu. Çünkü çok umursuyordu.  
“Arkadaşlarım falan elbette.” 
“O kadarını anladım. Nasıl arkadaş?” 
“Yakın!” 
“Esin, beni niye sinirlendiriyorsun?” 
“Niye sinirleniyorsun? Sen sordun, ben söyledim.” 
“Neyi sorduğumu biliyorsun. Kim o?” 
“Kim, kim?” 
“Sana güzel olduğunu söyleyen kim? Sevgilin mi?” 
Heee sen onu soruyorsun?” Esin, Açelya kendisini izliyorsa gurur duyacağından emindi. Çok güzel oynuyordu. 
“Evet, onu soruyorum.” 
“Hayır, sevgilim değil, arkadaşlarım. Yani ara ara güzel olduğumu söylerler. Sana yakışıklı olduğunu söyleyen yok mu?” 
Sinan onun gibi işkence etmek istedi ama sonra vazgeçti. “Sen yakışıklı buluyor musun beni?”  
“Şöyle bir profilden bakayım!” 
“Esin, uğraşma benimle.” Bu cadıyı kendi elleri ile yaratmıştı. Resmen ince ince işkence ediyordu.  
“Uğraşmıyorum. Emin olmak istedim. Yakışıklıymışsın!” 
“Yani yeni fark ettin öyle mi?” 
“Ben insanların dış görünüşünden ziyade içlerine bakmayı seviyorum. Sonuçta hepimizin güzelliği, yakışıklılığı zaman içinde yok olacak, azalacak.” 
“Doğru söylüyorsun.” 
“E, sen İtalyanca biliyor musun? Sorun yaşayacak mısın orada?” 
“Biliyorum, İtalyan Lisesi mezunuyum. Biraz daha ilerletirim. İngilizce konuşuyor ekibin çoğu. Sorun yaşamam.” 
“Ev mi tuttun?” 
“Lojman var. Kira falan ödenmeyeceğim. Biraz İtalya’yı gezerim. Belki çevre ülkelere de kısa ziyaretler yaparım.” 
“Çok güzel.” 
“Bir şey ister misin? Gelirken ne getireyim sana?” 
“Teşekkür ederim, bir şey istemiyorum.”  
“Tamam.” 
“Herkes senin için burada, onlarla da ilgilen istersen. Ben de bir telefon açacağım.” 
Kim...Pardon.” Esin öyle bir bakmıştı ki, cümlesini tamamlayamamıştı. Gözlerinde biraz kızgın, biraz üzgün bir bakış ile az önce yanındaki kadın ile yer değiştirmiş olan Refik ’e dönmüştü. “Bu kız beni deli ediyor.” diye fısıldamıştı.  
“Sen onu delirtmiş olabilir misin?” 
Esin, onların konuştuklarından habersiz elinde telefon, Açelya’yı aramıştı.  
“Söyle canım.” 
“Delirdi.” 
“Farkındayım. Refik ile konuşuyor. Burnundan soluyor.” 
“Tamam. Şimdi?” 
“Şimdi karar senin. Eğer, gitmeden bir şeyleri yoluna koymak istiyorsan işkenceden vazgeç, yok ne hali varsa görsün diyorsan aynen devam et.” 
“Anladım. Şu kadın kimdi? İlk geldiğimizde yanında oturuyordu.” 
“Emel mi? Arkadaşının eşi, bir şeyler konuştular, sanırım işle ilgili. Çok iyi biridir ve kocasına çok aşıktır.” 
“Anladım...Keşke gitmeseydi.” 
“Unutma gitse de uçaklar çalışıyor. O gelir, sen gidersin...” 
“Doğru. Tamam, teşekkür ederim.” 
“Ne yaptım ki. Sadece duygularını analiz etmene yardımcı oldum.” 
“Çok daha fazlasını yapıyorsun.” Telefonu kapattıktan sonra masaya döndü. Sinan’ın sert yüz hatları ile kendisini izlediğini fark edince yüzüne minik bir tebessüm oturttu.  

Sinan, içi içini yerken bir şey soramadan oturuyordu. İşe lanet okuyup gitmekten vazgeçmeyi düşünmeye başlamıştı. O uzaktayken Esin o aradığı adamla birlikte mi olacaktı? Hem o çok üzülmüşken Esin’in umursamaz olmasına da tahammül edemiyordu. Demek gerçekten önemsizdi onun için! Keşke birini bulup getirseydi yemeğe. Bunu düşünürken yapamayacağını bilmenin rahatsızlığını hissediyordu. Onu kıskandırmak için başka birini kullanamazdı. Kendi hatası olduğunu biliyordu. O bu ilişkiyi başlamadan bitiren kişiydi. Korkmuştu. Çok hızlı ve yoğun duygularla boğuşamamış, bir şeylerin yerine oturmasını bekleyememişti. Gerçekten korkmuştu. Bunu kabul etmesi gerekiyordu.  
Yemeğin ilerleyen saatlerinde canlı müzik masadakileri hareketlendirdi. Dansa kalkan çiftlere bakan Sinan, o telefondan beri başka kimse tarafından aranmayan, mesajlaşmayan Esin’e baktı. Şansını deneyecekti. Çünkü Esin de ona bakıyordu.  
“Dans edelim mi?” 
“Olur.” 
İşte bu kadar. Nihayet kollarına alabileceği bir ortam oluşmuştu. İlk şarkı bitene kadar konuşmamışlardı. Sadece aralarında belli bir mesafe ile dans ediyorlardı. İkisi de birbirine bu kadar yakın olmaktan mutluydu. Kokularını içlerine çekiyor, daha yakın olmanın özlemi ile yanıyorlardı. Tek sorun bunu söylemeye cesaretlerinin olmamasıydı. Sinan, Engin’in kendilerine bakıp bakmadığını kontrol etti. Konuşmaya dalmıştı. Bunu fırsat bilip tepkisini ölçmek için bedenine yasladı Esin’i. Hiç sesini çıkartmayınca yanağını da saçlarına dayadı. Yine ters bir tepki almayınca rahatladı.  
“Özür dilerim.” 
“Neden?” 
“Aramızda yaşananlara gereken özeni göstermediğim ve yanlış davrandığım için.” 
“Önemli değil.” 
“Önemli. Yanlış yaptığımı ve seni kaybettiğimi biliyorum. Sadece bunu bilmeni istiyorum. Senden çok etkilenmiştim. Yani etkileniyorum. Seninle birlikte olmak, konuşmak, eğlenmek, seninle... Neyse işte, hatalıydım ve özür diliyorum.” 
“Bunu İtalya’ya gitmeden iki gün önce mi fark ettin?” 
“Hayır, seninle vedalaştıktan bir saat sonra fark ettim.” 
“Niye beni aramadın?” 
“Bitirelim demiştin.” 
“Bitirmeyi istiyor gibiydin. Ben de senin için işleri kolaylaştırdım.” 
“Bitirmek istemiyordum... Yani aslında tam ne istediğimi bilmiyordum. Fakat sen öyle deyince, o an doğru gelmişti.” 
“Şimdi?” 
“Şimdi ikinci bir şans istemek için geç kaldığımı düşünüyorum. Pasaportun var mı, benimle gelir misin demek istiyorum. Gelemeyeceksen ben gitmekten vazgeçmek istiyorum. Yani aslında seni hayatımda istiyorum.” 
“Ya benim hayatımda başka biri varsa?” Sinan bunu duyar duymaz olduğu yerde kalmıştı. Esin gülerek, “Varsa dedim, var mı dedim?” dediğinde ise anlayamadan durmuş, gülen yüzüne baktıktan sonra rahatlamıştı.  
“Yani ikinci şansı veriyor musun bize?” 
“İstediğinden emin misin?” 
“Kesinlikle eminim.” 
“Uzaktan ilişki nasıl olacak?” 
“Deneyip göreceğiz. Arada gelir misin İtalya’ya?” 
“Gelirim. Sen de gelirsin ara sıra.” 
“Gelirim, gelmez miyim?” 
Yeniden sarılmıştı Esin’e. Artık müziğin tınısı, dansın tadı, anlamı değişmişti.  

Masadan bazılarının ikisini izlediğini fark edecek halleri yoktu. Şanal ile Engin konuşurken Engin’in yerinde huzursuz olmasını Şanal fark edip, yeni konu açmıştı. Sonra lafı kız kardeşine ve Sinan’a getirmişti.  
“Onlar aşıklar ama ya nihayet fark ettiler ya da etmek üzereler.” 
“Sinan’ın kardeşimi üzmesini istemiyorum. Geçen günlerde şirketteki halini görmesem izin de vermem, alır Esin’i giderim ama biri evde, biri işte üzülürken uzaktan bakmak daha da sinir bozucu oluyor.” 
“Benim eşim çocukluk arkadaşım. Abisi bu dünya üstünde en yakın olduğum arkadaşım. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Büyüdük, işler, hayatlar değişti ama yine de en yakınımdır. İtalya’da sana yardımcı olacak olanlar onlar. İşte o adam bana kardeşini verdi. Canından çok sevdiği kız kardeşini üzmeyeceğimi biliyordu. Sinan benim eski arkadaşım. Yıllarca aynı okullarda dirsek çürüttük. Bir sürü kız arkadaşımızla olanları, hatalarımızı, doğrularımızı anlattık, fikir aldık birbirimizden. Fakat Esin hakkında tek bir cümle bile etmedi. Sence niye?” 
“Seninle bile konuşmayacağı kadar önemli Esin onun için.” 
“Kesinlikle öyle. İşte o yüzden bırak ne yaşayacaklarsa ikisi yaşasın. Eğer hatalı davranan olursa müdahale ederiz. O zamana kadar iki reşit insanın kendi doğrularını bulma sürecine seyirci oluruz.” 
“Doğru söylüyorsun. Zaten Sinan uzun süre yok. Bu zaman içinde hissettiklerinin derinliğinden emin olurlar.” 
“Öyle. Uzak mesafeler düşünmek için çok zaman veriyor insana. Tabii bu süre içinde olumsuz düşünceler olumlulara baskın çıkıyor. O zaman da aslında istediğinin ne olduğunu çok iyi biliyorsun.” 
“Eh o zaman bakalım zaman ne gösterecek.” 
“Güzel şeyler görelim.” 

“Uçak kaçta?” 
“Uğurlamaya mı geleceksin?” 
“İstemez misin?” 
“İstemem.” 
Esin, kendini geri çekip yüzüne baktı.  
“İstemem Esin. Gelirsen o uçağa binmemek için bir sürü şey bulurum. Ama iş ortaklarıma bunu yapamam. Bana güvendiler. Gitmem ve oradaki işleri takip etmem lazım.” 
“O zaman bu akşam vedalaşırız.” 
“Hayır, yarınımız var. Yarın görürüm seni.” 
“Olabilir.” 
“Pekiyi, şimdi iki soru sorsam yanıt verir misin?” 
“Sorulara bağlı.” 
“Biz ayrıldıktan sonra başka biri ile görüştün mü?” 
“Hayır. Sen?” 
“Elbette ki görüşmedim. Ne biçim soru o?” 
“İkinci?” 
Sinan bunu sormak konusunda tereddüt ediyordu. Çünkü ayrılmalarına neden olan konuşmalarına örnek bir sorgulamaydı. Olmayan sınırlar koymuş, çizgiler çizmişti. Sınırların ötesine geçecek şansı yakalamışken hata yapmaktan korkuyordu. Vaz geçecekken Esin’in gülerek soruyu beklediğini görünce dayanamadı sordu. “Az önce kimi aradın?”  
Esin kahkaha atınca bozuldu ama sonra o da güldü. “Kimdi o? Yoksa kimseyi aramadın mı?” 
“Aradım elbette. O kadar da oyuncu değilim.” 
“Kimi aradın? Kesin bizi bilen biri. Bu kadar eğlendiğine göre!” 
“Açelya’yı. Bu akşama hazırlanmama, seni kızdırmama yardımcı olduğu için teşekkür ettim. Çok akıllı biri o.” 
Sinan iyice rahatlamıştı. “Akıllıdır yengemiz. Demek bize yardımcı oldu öyle mi? Bir ara ona da teşekkür edeyim o zaman.” 
“Edersin.” 
Yemek, dans, barışma ve ayrılacak olmanın hüznü ile gece hızlı geçmişti. Ertesi gün buluşmak için anlaştıklarında arada geçen vaktin kayıp olduğunu kabullenmiş, biraz daha sağlam adımla yeniden ilişkiye başlamış olmanın huzuru ile rahatlamışlardı.  

Sayılı saat çok hızlı akıp geçmişti. Buluşmuşlar, önce konuşmuşlar, bu kez gerçek düşüncelerini, karakterlerindeki noksanları, fazlaları ortaya sermişlerdi. Akşam olup ayrılık saati yaklaşınca ikisinin de tadı kaçmıştı. Arabada sessizlik hakimdi. Esin daha fazla dayanamadı. “Keşke gitmeyi kabul etmeseydin.” 
“Kabahatlisi sensin!” 
“Ben miyim? Bence kendinde ara kabahati.” 
“Haklısın. Ama her ne olursa olsun kabahatli sensin. Seni düşünmekten doğru düzgün çalışamayınca uzaklaşmam gerektiğine karar vermiştim. Barışacağımızı bilsem, bana ikinci şansı vereceğini bilsem gitmeyi kabul etmezdim.” 
“Çok üzgünüm. Ben de inat ettim. Oysa bu şansı ikimiz de vermeliydik. Boş inatlaşmaya dönüşen saçma bir dönem yaşadık.” 
“Ne yazık ki öyle oldu. Artık bunları düşünmeyelim. Telefonlaşacağız, görüntülü konuşmak gibi çağımızın büyük güzelliğini sık sık kullanacağız, fırsat bulan diğerinin yanında alacak soluğu... Yani çok da ayrı kalmayacağız. Anlaştık mı?” 
“Anlaştık.” 
“O zaman anlaşmayı mühürleyelim.” Barış ilanından sonraki ilk öpüşmeydi. Önceki buluşmaların vedalaşmalarındaki öpüşmelerden çok daha tutkulu, çok daha özlem doluydu. İkisi de ayrılmak istemiyordu. Aslında duygularını itiraf etmeseler de aralarında aşk kıvılcımlarının uçuştuğunu biliyorlardı. Biraz zaman geçmesini bekleyeceklerdi. Dudaklarından uzaklaştıklarında artık vedalaşmanın zamanı gelmişti.  
“İyi geceler, iyi yolculuklar.” 
“İyi geceler. Esin... kendine benim için çok iyi bakar mısın?” 
“Bakarım. Sen de yapacaksın değil mi?” 
“Sağ ve sağlıklı geri döneceğim.” 
“Ben de bekleyeceğim. Hoşça kal.” Arabadan inene kadar sesini ve gözyaşlarını denetleyebilmişti. Binadan içeri girdikten sonra dönüp baktı ve el salladı. Sonra merdivenlere yürüdü ve ağlamaya başladı.  

İki aydır uzaktan yaşanan bir ilişkinin zor olsa da yürüdüğünü görüyorlardı. Bu süre içinde bir kez Sinan gelmiş, bir kez de Esin gitmişti. Havalananında karşılamaya ve uğurlamaya yanaşmıyordu, Sinan!  
Esin ikinci gidişinde üç gün kalmıştı. Dönmek için havaalanına giderken takside, Sinan’ın eline tutuşturduğu kutuya baktı. Havaalanında vedalaşmaları sevmediği için yine onunla gelmemişti. Esin de ısrar etmemişti. Şimdi veda hediyesine bakacaktı. Yavaşça kapağını kaldırdığında ikisinin aşkla baktıkları bir fotoğraflarının ahşaba işlenmiş tablosunu gördü. Fotoğraf İstanbul’da çekilmişti. Sonra küçük bir kart olduğunu fark edip okudu. Bir daha, bir daha okudu.  
Seni seviyorum... 
Bunu yazmış olmasına hem çok sevinmiş hem de kendisi yanıt veremediği için üzülmüştü. Hemen telefonuna sarıldı. İlk çalışta açıldı. “Ben de seni seviyorum.”  
“Nihayet aradın. Kaç dakikadır bekliyorum. Hediyeni açmadığını düşünmeye başlamıştım.” 
“Fotoğrafımıza bakakalmışım. Notu geç fark ettim.” 
“Olsun... Seni çok seviyorum. Bunu aslında yüzüne söylemek istemiştim. Sonra gitmene izin veremeyeceğimi düşünüp böylesi daha iyi diye karar verdim. Umarım kızmadın.” 
“Hayır, kızmadım. Hikayesi olan bir itiraf bu. Teşekkür ederim.” Dilinin ucuna kadar gelen, ‘Torunlarımıza anlatacağımız hikayemiz olacak.’ cümlesini yutmuştu. Sevgi itirafı ile evlilik bir arada olmak zorunda değildi. Şimdilik sevdiklerini bilmeleri yeterliydi.  
Tekrar vedalaşıp kapattılar.  

Üçüncü ay da bitmişti. İlişkilerinin daha sağlamlaştığını düşünmeye başlamıştı. Kendisi bu dönemde tam istediği gibi bir iş bulmuştu. Magazin dergisi için parti, defile hatta arada düğün fotoğrafları çekiyordu.  Şehrin lüks mekanlarında yapılan organizasyonların hepsine katılıyor olmanın güzel yanlarından faydalanıyordu. Arada dedikoduları Sinan’a aktarıyordu. Konuşup gülüyorlardı.  
Defilelerde ilk zamanlar Melek Özgü’yle karşılaşacağı tedirginliğini yaşıyordu. Zamanla geçen bu huzursuzluk en ummadığı bir zamanda karşısına çıkmıştı. Hem de dergideki fotoğraflarına bakarken... 

Melek Özgü ve eski nişanlısı İtalya’da aşk mı tazeliyor? 

Haberin başlığı buydu ve altında ikisinin üç dört fotoğrafı yer almıştı. Biri eskiydi. Üçü ise yeniydi. Lokantada, sokakta ve havaalanında karşılama fotoğrafları vardı.  
Sinan, Melek’i havaalanında karşılamıştı. Esin hangisine daha çok sinirlendiğini bilemiyordu. Eski nişanlısı ile görüşmesine mi, bunu kendisine söylememesine mi, kendisini asla karşılamamasına rağmen onu havaalanında karşılayacak kadar planlı bir görüşme olmasına mı? Gözü kararmıştı. O kadar üzgündü ki ne yapacağını bilemiyordu. Sinan neden aramamıştı? Neden onunla görüştüğünü söylememişti?  
Tamam, ilk ilişkiye başladıklarında birbirlerine hesap vermeyeceklerine dair cümleler uçuşmuştu. İkinci kez başladıklarında ise o eskiye ait cümleler yok sayılmıştı. Fakat anlaşıldığı gibi cümle ortadan kalkmamış, Sinan anlatma gereği duymamıştı. Sınırın çizildiği yerde durduğunu fark etmek çok can acıtıyordu.  
Esin, sakin olamıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Arayıp bağırıp çağırmak istiyordu. Sonra vazgeçiyor, onun açıklama yapacağına inanmak istiyordu. Düşünceleri karışıp üzüntüsü artınca Açelya’yı aramayı düşündü. Sonra bundan da vazgeçti. Sabırlı olacak ve Sinan arayana kadar tepki vermeyecek, anlatmasını bekleyecekti. Nasılsa akşam arayacaktı. Her akşam arıyordu. Tek yapması gereken saatleri saymaktı. Ya da dakikaları...  
Açelya aramıştı. “Haberi gördün mü?” 
“Gördüm.” 
“Eminim başka bir sebebi vardır.” 
“Ben hiç emin değilim. Kaç gün olmuş baksana. Her akşam konuşuyoruz ve hiç bahsetmiyor. Magazine düştüğünü öğrenmiş olmalı. Bakalım bu akşam anlatacak mı?” 
“O anlatmazsa sen sor. Sürüncemede bırakma sakın.” 
“Soracağım. Böyle yaşayamam. Dürüstlük çok önemli.” 
“Haklısın. Yine de sakin ol ve gerçekleri anlatmasını bekle.” 
“Tamam. Çabalarım.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder