14 Şubat 2020 Cuma

Sınır Ötesi Aşk


“Engin sevgilisi ile mi gelmiş?” Refik, dikkatle bakıyordu kapıdan giren çifte.  
“Sevgilisi mi varmış?” Sinan ise beş aydır birlikte çalıştıkları Engin’in hiç bahsetmediği sevgilisini görmek için giriş kapısına döndü. Bakışları yanındaki genç kadına takılı kalmıştı. Üstünde çok güzel tonda kırmızısı olan bir elbise vardı. Kısa eteklerinden düzgün bacakları gözüküyordu. Topuklu ayakkabıları ile Engin’e yaklaşmıştı boyu. Saçlarını balerin topuzu ile toplamıştı. Duruşu, hareketleri balerin olabileceğini söylüyordu. Bir an genç kadınla bakışları çarpıştı. Gözlerini kadına dikmiş baktığını fark edince utanıp hafifçe döndü.  
“Baksana yanında çok güzel bir kadın var. Eli de belinde. Demek ki varmış!” Refik, arkadaşının çoktan kadının yörüngesine girmiş olduğunu fark etmeden konuşuyordu.  
“Hakikaten çok güzelmiş. Turnayı gözünden vurmuş.” İçini mi çekmişti konuşurken. "İnsan bir kere birine geç kalır ve bir daha hiç kimse için acele etmez!” Kimin sözüydü bu? Ah tabii Yaşar Kemal’in. Ancak büyük usta böyle bir cümle ile milyonlarca insana tercüman olurdu. Refik, hâlâ her şeyden habersiz yanında konuşuyordu.  
“Bir biz kaldık bekar, farkında mısın?” 
“Şanal’ı da evlendirdiğimize göre, sıra bize geliyor. Gerçi ben nişan attığıma göre sıramı savdım sayılır. Artık sen düşün.” 
“Sinan, nişan atmak sıra savmaz. Hem sen benden iki ay büyüksün. Yani sıra sende.” 
Sinan, yeniden dönüp Engin’in yanındaki genç kadına baktı ve içinden kaçırdım bence o şansı, diye düşündü. Sonra arkadaşına dönüp, “Nerede kaldı bizim çift? Nikah önceden kıyılmamış olsa biri kaçtı diyeceğim ama mümkün değil.” 
“O kadar severken mi? Hayır, sadece birlikte kaçmış olma ihtimalleri var ki bence en akıllı adım bu olur. Ne anlıyorlar düğünden bilmiyorum.” 
“Ben arkadaşlarla eğlenmeyi seviyorum. Yani evlenecek olsam güzel bir düğün yapabilirim.” 
“Arkadaşlar kendi seçimlerimiz. Fakat şu akrabalar yok mu? Yarısını hiç görmesem zerre hatırlamam ve üzülmem.” 
“Hepimizin ailesinde var onlardan. Ne kadar az görüşsek o kadar iyi oluyor.” 
“Engin geliyor.” Yani sevgilisi ile birlikte geliyor! 
Sinan, gözlerini o tarafa çevirdiğinde ilk gördüğü kırmızı elbisesi içindeki genç kadın oldu. Engin’e bakmak için kendini çok zorladı.  
“Merhaba, geç kaldık diye korktuk ama bizimkiler henüz çıkmamış ortaya.” 
“Kaçtıklarından şüpheleniyoruz.” Refik, gülüyordu. Sinan ise bakışlarını zorla pistte koşturan iki küçük çocuğa çevirmişti.  
“Evliler artık, kaçmazlar.”  
Engin, kısa süre önce aralarına katılmasına rağmen hem uyumlu tavırları hem de mesleki bilgisi ile hepsinin takdirini kazanmıştı. Ortaklar karar vermiş, genç adama ortaklık teklif etmişti. Böylece biraz daha büyüyecek bir şirketin ortağı olacaktı.  
“Engin de benimle aynı kanıda.” Sinan, arkadaşına gülümseyerek bakıyordu. Tüm hücreleri ile genç kadının farkında olmak rahatsız ediyordu. İş arkadaşı, hatta yakın bir zamanda ortak olacak Engin’in kız arkadaşına bu kadar ilgi duymak çok utanç vericiydi. Genç kadının üstünde hissettiği bakışlarının da farkındaydı. O da kendisine bakıyordu. Bu çok kötüydü. Tam bir mazeret bulup yanlarından ayrılacakken arkadaşının sorusu ile çakılı kaldı.  
Refik, Sinan’ın rahatsızlığını fark edip Engin’e döndü. “Bizi hanımefendi ile tanıştırmayacak mısın?” 
“Esin’i tanımıyor musunuz? Şirkete gelmişti. Tanıştığınız için... aaa tamam, siz yoktunuz. Geçen ay uğramıştı bana.”  
Sinan, o zaman tanısa belki Enginden önce hareket etmiş olacaktı. Bunu düşünürken sonraki cümleyi kaçırmıştı. “Beyler, bu güzel hanım, benim kız kardeşim, Esin. Esin, bunlar da benim patronlarım Sinan ve Refik.” 
Refik, tokalaşırken “Bu kadar güzel kız kardeşi olan biri nasıl böyle çirkin olabilir?” derken üçü de gülüyordu. Sinan ise hâlâ toparlayamamıştı. Onlar gülerken kendine geldi. “Kim çirkin?” derken bir yandan da o tokalaşmak için elini uzatmıştı. Ellerinin değdiği an hafif bir elektrik çarpması hissetmek ikisini de şaşırtmıştı.  
Refik arkadaşının haline takılmayı düşünse de sonra vazgeçti. Kızın önünde alay etmek olmayacaktı. “Engin kadar çirkin adamın, Esin kadar güzel kardeşi nasıl olur, diye konuşuyorduk.” 
Sinan cümlenin güzelliği yüzünden neredeyse Refik’i öpecekti. Sevgilisi değildi. Az önce hissettiği yasak elmaya uzanmama çabası bu kez yerini arkadaşının kız kardeşi sorununa bırakmıştı. Abiler, arkadaşlarının kız kardeşlerine ilgi duymasına izin vermezdi. Engin’in o konuda nasıl tavır alacağını bilmiyordu. Hem belki Esin’in hayatında biri vardı? Bunu düşünmek hiç hoşuna gitmemişti. Hem hayatında biri olan kadın bir erkeğe Esin’in baktığı gibi ilgi ile bakar mıydı?  
“Engin mi çirkin? Sen aynaya baksana arada.”  
“Bakayım da senin kadar çirkin olmadığım için korkmayacağım kesin.” 
Esin, erkeklerin birbirine takılmasına gülümsedikten sonra, “Sanırım hepiniz iltifat istiyorsunuz. Kız arkadaşlarınız gelene kadar ben görevi üstleniyorum. Hepiniz çok yakışıklısınız. Sizi özel mi seçti Şanal? İnsanın tüm arkadaşları bu kadar yakışıklı olur mu?” dedi. Böylece hem gerçek hislerini söylemiş hem de kız arkadaşları olup olmadığını anlayacağını ummuştu.  
Sinan, söyleyecek söz bulamamış, gözlerini Esin’den zorlukla uzaklaştırarak Engin’e bakmaya çalışıyordu. Refik, “Şu ara o dediğinden bulunmuyor bizde. Kızlar mı kör, biz mi fazla müşkülpesent olduk bilmem. Oysa nefes alsın yeter bile diyebiliriz.” 
Esin, Refik’e kahkahalarla gülerken Sinan bu sesle büyüleniyordu. Neler olduğu konusunda biri soru sorsa asla anlatamayacaktı. Hiç kimseye böyle ilk görüşte vurulmamıştı. Genç kadının her hareketi, her sözü ilgisini arttırıyor, istekle dolmasına neden oluyordu. Kendini denetlemekle meşgul olmak uzun zamandır hissetmediği heyecanları hissetmek şaşırtıcıydı.  
Esin, Refik’in cümlesini aslında çok sevmişti. “Hiç sanmıyorum. Herkesin bir beklediği var. Dış güzellikler gelip geçici. İnsanlar tanımaya değer kişileri bulmak istiyor.” 
“Doğru. O yüzden de her adımını doğru atmaya çalışıyor.” 
Engin, kapıdan giren genç bir kadını görünce gülümsedi. “Sena da geldi.” 
Refik hemen sormuştu. “O kim?” 
“Kuzenimiz. Biz Açelya ve Şanal ile Ilgaz turunda tanışmıştık. O yüzden o da davetli düğüne.” 
“Bence hiç mahsuru yok.” Refik gelen genç kadını saklamadığı bir ilgi ile izliyordu. Ardından Suphi ve Atınç da kapıdan girince kadro kalabalıklaştı. Tahmin ettikleri için zaten sekiz kişilik masaya oturmuşlardı.  
Sena’yı da herkesle tanıştırdıktan sonra beş erkek, iki kadın olarak oturdular masaya. Doğal olarak tüm ilgi kızların üstündeydi. Refik, Sena’nın Esin’e göre daha rahat biri olduğunu fark etmişti. Aslında genç kadın sadece erkekler üstünde gücünü ölçmeyi seviyordu. Henüz genç olduğu için bazen dozunu kaçırıyordu. Refik ise bunu anlamış onun bu hali ile biraz eğlenmeyi doğru bulmuştu.  
Sevemez Kimse Seni çalmaya başlayınca Esin ile Engin birbirine bakıp kalmıştı. Kapıdan giren gelinle damat bu şarkıyı seçmekle belki de aşklarının büyüklüğünü herkese anlatmak istemişti. 
Sözler başlar başlamaz abi kardeş müziğe eşlik etti. Fonda Zeki Müren olsa da masada iki muhteşem sesi dinlemeye başlamıştı hepsi.  
Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar Sevgilim sen olmazsan bu dünya neye yarar Her gün seni düşünür, her ân seni yaşarım Seni sevmekten değil, kaybetmekten korkarım  Bir gün beni unutup başkalarına bakma Birazcık sevgin varsa beni yalnız bırakma Her gün seni düşünür, her ân seni yaşarım Seni sevmekten değil, kaybetmekten korkarım 
  
İlk dans bittiğinde pist davetlilerle dolmuştu.  
“İkinizin de sesi ne kadar güzel.” 
“Şarkıyı da ezbere biliyorsunuz.” 
“Bu annemle babamın en sevdiği şarkıdır. Suat Sayın’ın bestesini ve güftesini yaptığı şarkı evde çalmadan o gün bitti sayılmaz.” Engin, ailenin romantik tarafını anlatırken gülümsüyordu.  
Sinan, Refik’in Sena’yı dansa kaldırması için bacağını dürtmüştü. Onlar kalktıktan sonra da Esin’e teklif edip, Engin’in de onayını alıp piste çıktılar. Yeni tanışmış kişiler olarak, klasik el tutuşu ile dans ediyorlardı.  
“Gezide tanıştık demiştin. Abini Şanal’a önerdiğin gezi miydi o?” İkisinin de heyecanını yatıştırmak için havadan sudan konuşmalıydı.  
“Evet, abim o ara iş arıyordu. Piyasayı biliyorsun. Ben de iş kuracağınızı duyunca hemen önermiştim. Çok başarılı olduğunu ben biliyordum ama Şanal’ın da kısa sürede takdir edip sizleri ikna etmesi çok iyi oldu. Nihayet kendini toparladı. İşsiz olmak çok ağır geliyor insana.” 
“Engin gerçekten çok iyi bir mühendis. Üstelik fikirlerini herkese rahatlıkla aktarabilecek kadar da başarılı sunumları var. Benim üstümden ciddi yük aldı.” 
“Siz okuldan arkadaşmışsınız?” 
“Evet, hepimiz aynı üniversitedeydik. Okul zamanı hayalimiz mezun olunca birlikte iş kurmak, ortak olarak çalışmaktı ama kazın ayağı öyle değilmiş. Önce herkes bir yerlere dağıldı, farklı işlerde çalıştık. Sonra Şanal geçen yılbaşından önce geldi ve artık Rusya’ya dönmek istemediğini, şirket kuracak kadar da tecrübe kazandığımızı söyleyip bizi ikna etti.” 
“Hepiniz ikna olmaya hazırmışsınız.” 
“Sanırım öyleymiş. Baksana dört ortak, bir dışarıdan ortak ve yakında abin ile büyümeye devam ediyoruz.” 
“Dışarıdan olan Atınç sanırım.” 
“Evet, o zaten babasının firmasında çalışıyor. Ara sıra bize iş pas ediyor. Hepimiz belli konularda daha iyiyiz. Böylece yelpaze büyüyor. Bizden çok konuştuk, abinden de dinliyorsundur. Sen ne yapıyorsun? Çalışıyor musun?” 
“Şu ara ben işsizim. Aslında yeni istifa ettim.” 
“İş arıyor musun, bir süre dinlenecek misin?” 
“Hem arayacağım hem de yeni bir iş koluna yöneleceğim.” 
“Ne yapıyordun? İş kolu değiştireceksen meslek değil iş sahibiymişsin.” Bunu şaşkınlıkla söylemişti. Engin kadar zeki birinin kardeşinin meslek edinecek bir eğitim aldığını düşünmüştü. Boş bulunup kırıcı olacak bir cümle kurduğunu fark edince dikkatlice yüzüne baktı. Neyse ki Esin takılmamıştı cümlesine.  
“Aslında eğitimim matematik üzerine. Öğretmenlik yapmak istiyordum. Atama yapılana kadar başka işlerde çalıştım. En son da bir mağazada satış müdürü olarak çalışıyordum. Biz kadınların kaprislerine tahammül edemediğimi fark ettim. İstifa ettim.” 
“Eğitiminden farklı ne yapmak istiyorsun?” Matematik eğitimi almış biri çok fazla iş seçeneğine sahipti. Fakat Esin’de daha çok sanatçı havası vardı. Nasıl böyle bir tahminde bulunduğunu bilemiyordu ama sanki az önceki şarkı onu buna yönlendirmiş gibiydi.  
“Ilgaz turunda Açelya sayesinde bir sürü fotoğrafçı ile tanıştım. Sonra bir kursa yazıldım ve fotoğrafçılığı öğrendim. Dağ bayır gezerek epey fotoğraf çektim. İnsan yüzleri konusunda yeteneğim olduğunu da fark ettim. Sonra bunun da sadece hobi olduğuna karar verdim. Ben başka bir şey yapmalıyım. Biraz asistanlık, biraz fotoğrafçılık, biraz moda...” Engin bunları duyunca kendini kutladı. Evet bu kadının gözünde sanatsal bakış vardı.  
“Moda mı? Ne olduğuna karar veremedin sanırım.” 
“Ne yazık ki haklısın. Maymun iştahlı derler ya... Biraz öyleyim.” 
“Her konuda mı?” 
“Mesela? Ne gibi?” 
“Mesela giyim tarzın sık değişir mi? Sevdiğin içecek sık değişir mi? Erkeklerin tipleri keza...” 
“Giyim tarzım değişiyor. Satış müdürü iken moda konusunda aslında yeteneğim olduğunu fark ettim. Renkleri ve modelleri bir araya getirmekte başarılıyım. Aslında biraz salaş giymeyi seviyorum. Düşük yakalar, bol pantolonlar sevdiğim şeyler ama işte düğün olunca biraz özeniyorum.” 
“Çok güzel elbisen. Sana da hem rengi hem modeli çok yakışmış. Kırmızının bu tonunun esmer tendeki uyumu harika.” Susmazsa ‘Üstünden çıkartmayı da düşünüyorum...’ diye devam edecekti. “Yani sen aslında moda fotoğrafçısı olacak biriymişsin de haberin mi yokmuş?” Toparlamıştı kendini.  
“Bunu düşündüğümü nereden anladın?” 
“Zamanlamaları ayarlamak asistanlıkla bağlantılı. Fotoğrafçılık ve moda da bir araya gelince anlamak zor değil. Pekala mankenlerin kaprisleri ile uğraşabilecek misin?” Kendisi uğraşamamıştı.  
“Onu hiç bilmiyorum. Sena iyi bir moda evinde çalışıyor. Biraz da sanırım o yüzden bu işe niyetleniyorum. Bir yerlerde tanıdık olmalı. Her mesleğin mafyatik bir yanı var. Elini kolunu sallayarak ben de varım diyemiyorsun.” 
“Mafya abartılı olsa da ne demek istediğini iyi anladım. Biz de bir iki işte, bu mekân bizim, diyen tiplere tosladık.” 
“Tahmin edebiliyorum. Bu arada fark etmedim, kaçıncı şarkıdayız?” 
“Hiçbir fikrim yok. Yoruldun mu?” 
“Hayır, bir şarkılık daha kondisyonum var.” 
“Çok iyi.” Bir süre sessizce dans ettiler. Sinan aklındaki soruyu sordu. “Sizin adınız özellikle mi seçilmiş? Esin Engin, çok iyi bir müzisyendi.” 
“Evet, babam da müzisyen. Esin Engin ile çalmış bir zamanlar. O zaman kendi kendine söz vermiş, çocukları olunca isimlerini böyle verecekmiş. Önce kızı olsun istemiş ama abim doğmuş, Engin’i almış. Neyse ki sonra ben doğdum. Düşünsene abime Esin adını verseydi, bana Engin kalacaktı!” İkisi de kahkaha ile güldü. Sinan ellerini beline koyup küçük bir yakınlık sağladıktan sonra konuştu. “O da yakışırdı sana.”  
“Teşekkür ederim.” 
Şarkı bitince artık masaya dönmeleri gerektiğine karar verdiler. Refik çoktan Sena ile oturmuştu. Engin ise meraklı gözlerle ikisini izliyordu. Sinan, bir abi baskısı hissetmek üzereydi. “Konuşmaya daldık, sizleri unuttuk. Biz yokken neler oldu? Gelin ile damat masamıza teşrif etti mi?” 
“Birazdan gelirler.” 
Esin, keyifle yerine oturunca Engin’in bakışları da yumuşamıştı.  
Düğün çok eğlenceli devam etmiş, Şanal ile Açelya’nın mutluluğu davetlilere de bulaşmıştı. Gecenin ilerleyen saatlerinde masada konuşmalar genel konulara kaymış, kahkahalar uçuşmuştu. Şanal sık sık yanlarına gelip arkadaşları ile eğlenmiş, piste çekiştirip bol bol dans etmiş, oynamıştı.   
Refik ile Sena da sık sık dansa kalkmış, bir ara temiz hava için dışarı çıkmaya karar verdiklerinden tüm masa olarak ayaklanmışlardı.  
“Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiş ve oynamamıştım.” 
“Al benden de o kadar. Bacaklarım ağrıyor.” 
“O topuklularla iyi dayanıyorsunuz.” 
“Güzellik için eziyet çekilir.” Sena’nın yanıtına Esin de ek yapmıştı. “Alışınca zor gelmiyor. Biraz fazla ayakta kalınca ağrı yapsa da genelde seviyoruz topukluları.” 
Sinan, bir süre sonra bu düğündeki birkaç saat ile yetinemeyeceğine ikna olmuştu. Esin ile buluşmak istiyordu. “Hafta sonu ne yapacaksın?” 
“Bilmem, programım yok.” 
Pazar günü kahvaltı yapıp sonra bir şeyler düşünsek? Sana uyar mı?” 
“Bana uyar mı? Hımmm sanırım uyar.” Acaba sadece ikisi mi buluşacaktı? Merakla bekledi. 
Hayır, diğerlerini de davet etmeye niyeti yoktu. Sinan kimseye bir şey söylemeyince o da sesini çıkartmadı. Teklif sadece onun için yapılmıştı. Bundan çok mutlu olduğunu kendine itiraf edince düğünün keyfi bile artmıştı.  

Pazar günü buluştuklarında deniz manzaralı bir lokantanın açık büfe kahvaltısı ile karınlarını doyurdular. Konudan konuya atlayarak iki saatten fazla oturmuşlar, sıkılmadan konuşmuşlardı.  
"Ne yapalım? Yürüyüş, sinema, alışveriş... seç istediğini.” 
“Yürüyelim. Çok yedik. Hazmedelim. Sonra öğle yemeği için bir yer bulalım, sonra yine yürüyelim. Günü gebertelim.” Esin, gerçekten tüm günü onunla geçirip aslında günün tadını çıkartmak istiyordu. Sinan, şakadan anlayan, bol gülen biriydi. Böyle bir erkeğin bu yaşına kadar bekar kalması tuhaf geliyordu.  
“Ya da?” 
“Sinema için hava fazla güzel. Oraya kapanıp kalmayalım. Alışveriş için de havamda değilim. İş bulunca düşünürüm. Yürümek iyidir. Hem arada vitrinlere bakarız hem de gerçekten hazmettirir.” 
“Anlaştık. Hadi çıkalım yola.” 

İkinci buluşmaları bir akşam yemeğinde olmuştu.  Çok güzel bir lokantaydı. Esin daha önce de gittiği bir yer olmasına sevinmişti. Hatta bazı garsonların tanıyacağı kadar gittiği bir yerdi.  
“Buranın yemeklerini severim.” 
“Daha önce gelmiş miydin?” 
“Evet, sık gelirim diyebilirim.” 
“Ben de ama seni gördüğümü hatırlamıyorum.” 
“Ben de seni hatırlamıyorum. Belki aynı günlerde gelmediğimiz içindir. Biz arkadaşlarla her fırsatta geliyoruz.” 
Arkadaşlarının kimler olduğunu açıklamamıştı. Sinan da sormadı. Çünkü cümlenin yapısı erkek arkadaşı ile değil de normal arkadaşları ile geldiğini anlatıyordu. Belki de öyle bir algı yaratmak istemişti. İçinde uyanan kıskançlığı bastırdı. Kendisinin de bir sürü arkadaşı vardı. Hepsi için sorguya çekilmenin nasıl sinir bozucu olduğunu yaşayarak öğrenmişti. Ne dediğini duymadığını Esin seslenince fark etti.  
“Bir şey mi dedin?” 
“Ben demedim, telefonun çalıyor, bakmayacak mısın?” 
Sinan, cebinden telefonu çıkartırken az önce duyduklarına tahminden fazla takıldığını anlamıştı.  
İkinci buluşma ilkine nazaran biraz daha gergindi. İkisi de ilk görüşmenin merakla dolu heyecanını ikinci buluşmada ölçme tartma haline getirdiğini fark etmişti. Bu da konuları biraz daha ciddi bir noktaya taşıyordu. Fazla mı derine dalıyorlardı? İkisi de birbirlerinden habersiz rahatsızlıklarını ortaya sermekle kendine saklamak arasında gidip geliyordu. Bu kadar hızlı hareket etmek yanlış mıydı? 
Sinan’ı arayan annesiydi. Kısa süren konuşmada Sinan iki kez gözlerini devirmişti. Konuyu kısa kesmek ve kapatmak için iki kez dışarıda yemekte olduğunu söylemiş fakat bir kadınla birlikte olduğunu belirtmemişti. Esin buna niye takıldığını anlamamıştı. Tamam, annesi ile tanıştırmasını beklemiyordu ama en azından ikinci kez buluştuğu için bir kadınla olduğunu söylemesini beklemişti.  
“Kusura bakma. Annemi bazen susturmak imkânsız.” 
“Annelerin genel yapısı. Onların söyleyecekleri her şeyden önemli.” 
“Öyle. İnat ediyorlar.” 
“Gözlerini devirtecek kadar rahatsız edici ne söyledi?” 
“Söylemedi, dikte etti. Yarın akşam mutlaka yemeğe bekliyor.” 
“Zor bir şey değilmiş. Anne yemekleri güzel olur.” 
“Arkasında olanı tahmin edince pek o kadar keyifli olmuyor yemekler.”  
Esin sormadı, o söylemedi. Konu kapandı. Sinan, sormamasına sevinmişti. Annesi lafın arasında bir arkadaşının adını söylemişti. Sinan, o arkadaşının evlilik çağında kızı olduğunu bilecek kadar ailesinin çevresini tanıyordu. Aynı evde oturuyor olmaları her akşam evde olmasını gerektirmiyordu. O yüzden annesi yarın akşama program yapmamasını söylemişti. Şimdi anlıyordu, dün neden hafta sonu ne programı olduğunu sormasını. Bu akşamın dolu olduğunu öğrenince yarın akşama plan yapmış, netleşince de eve gelmesini bekleyememişti. Bu ne ilkti ne de son olacaktı.  
İkinci yemekler geldiğinde konu bu kez Açelya ile Şanal’ın düğününe gelmişti.  
“Uzun zamandır bu kadar eğlendiğim bir düğüne gitmemiştim. Başka evli yok galiba sizde?” 
“Şanal bizden hızlı çıktı. Gerçi ben ondan önce nişanlandım fakat evliliğe ulaşmadı.” Hayatının en önemli bilgisini önemsiz gibi söylemesi nasıl bir tepkiyle karşılaşacağını bilmediği içindi. Onun için önemsiz olduğunu anlar diye umuyordu.  
Sinan’ın daha önce nişanlandığını ve ayrıldığını öğrenmek şaşırtmıştı Esin’i. Kafasında soru işaretleri oluşmuştu. Nedenini sorsa tek taraflı dinleyecek, doğal olarak Sinan’ı haklı bulacaktı. Sormasa aklında takılacak, beynini kemirecekti. Kim neden bitirmişti? Aralarından önemli sorunlar mı vardı? Ona aşık mıydı? Hâlâ düşünüyor muydu? Görüşüyorlar mıydı? Ne kadar zaman geçmişti ayrılığın üzerinden? Tüm sorular beyninde aynı anda dönmeye başlamıştı. Keşke hiç öğrenmeseydi ama artık çok geçti.  
“Sor hadi.” 
“Neyi?” 
“Neden ayrıldığımızı, kimin yüzüğü attığını, hâlâ görüşüp görüşmediğimizi falan... Gözlerinden yazı şeritleri geçiyor.” 
“O kadar belli ediyor muyum?” 
“Hayır ama konuşamayacağım bir konu değil o yüzden çekinme sormak istediğin şeyleri sor.” 
“Dürüst olacak mısın?” 
“Elbette.” 
“Neden ayrıldınız?” 
“Tek nedeni yok. Aşırı kıskanç ve ilgi bekleyen bir kadın ile işi varken başka bir şeyi düşünmeyen bir adamın ilişkisi yürümedi. Toplantı basacak kadar gözü dönen bir kadın ile randevuyu unutan adamın nişanı devam etmedi. Her hafta annesine gidilmesi için şart koyan ama bayramda bile anneme gelmeyen biri ile olmadı. Tabii ikimizin de ailesi bizi doldurdu ve sonuç şiddetli kavga ve atılan yüzükler...” 
“Kötüymüş. Dost kalabildiniz mi?” 
“Hiç karşılaşmadık. Karşılaşırsak ne olur bilmiyorum.” 
“İstanbul büyük şehir ama bir yerden karşına çıkabilir.” 
“Moda fotoğrafçısı olacaksan senin karşına çıkma ihtimali benim karşıma çıkma ihtimalinden daha yüksek.” 
“Manken mi?” İşte bu ağır darbeydi. Yabancı mankenlerin iskelet gibi vücutlarının yanında Türk mankenlerin kıvrımları harikaydı. Çoğu zaten güzel kadınlardan oluşuyordu. Artık adını da öğrenmeliydi.  
“Evet, manken.” Adını söylemekten son anda vazgeçti. Bilmezse karşılaşsa bile konu kendisine gelmezdi. Elbette söylemediği şeyler de vardı. Tüm bu mazeretlerin yanı sıra evlenmeyi gerçekten istemeyen bir Sinan da vardı. Belki de tüm diğerleri bu gerçek sorun yüzünden yaşanmıştı. Şimdi de istediğinden çok emin değildi. Esin, ortaklarının kardeşi olarak aslında uzak durması gereken biriydi. Yine de onunla görüşmediği zamanlar kendini noksan hissetmekten yoruluyordu.  
“Bunlar önemli sorunlar. Fakat bence çözebilirdiniz. Aşk mı yoktu?” Yanıt çok önemliydi. Nedense bu yanıttan başka yanıtlar çıkacak gibi hissediyordu.  
“Aşk vardı. Olmalı. Çünkü bana evlenmeyi düşündüren ilk ve son kadın oydu.” Aslında bunun da Melek’in ısrarcı tavrı sonucunda aklına takıldığını, kendi isteği olmadığını biliyordu. Yine de bir mesafe koyacaksa bunu açıklamanın anlamı yoktu. Nasılsa bir daha niyetlenmeyecekti. “Annem işte bunu kabullenemiyor ve birilerini eve çağırıp beni tanıştırıyor. Ben de yemekten sonra bir daha aramıyorum.” Az önceki devrilen gözlerin nedeni anlaşılmıştı.  
“Anladım.” Esin, bu randevunun asıl amacının, ‘Benden fazlasını bekleme, biraz gezer tozar eğlenirim. Sonra arkamı döner giderim.’ demek olduğunu, bunu da üstü örtülü cümlelerle fakat altını kalın çizerek anlattığını anlamıştı. O zaman o da buna göre davranacaktı. Madem o böyleyim diyordu, Esin de ona istediğini verecekti.  
“Sen hiç evlenmeye yaklaştın mı?” Sinan bunun yanıtını büyük merakla bekliyordu.  
“Hayır. Evlenmeyi düşünmüyorum.” 
Bu yanıtı beklememişti işte. “Niye?” 
‘Niye?’ Niyesi yoktu, aslında tam tersi, sevdiği bir erkekle evlenmeyi istiyordu. Fakat Sinan az önce ona benden umudunu kes, demişti. O da ona göre yanıtını verecekti. “Kimsenin hayatıma müdahale etmesine izin vermek istemediğim için. Sınırlara tahammülüm yok. Özgürlüğümün kısıtlanmasına, her hareketimin, giydiğim, konuştuğum, görüştüğüm kişilerin sorgulanmasını kabul etmem. Erkekler de böyle biri ile birlikte olamaz. Her istediğini kabul eden birini isterler. İki üç kez görüşür, sonra yoluma giderim.” Eh hadi bakalım Sinan Bey, uzaklaştırmak öyle olmaz, böyle olur.  
Sinan, duyduklarından sonra ne söyleyeceğini bilememişti. Aslında ikisinin de aynı şekilde düşünüyor olmaları iyiydi. Esin, belki bir iki buluşma sonra tarih olacaktı. Başkaları hayatlarına girecekti. Bu düşünce ile az önce söyledikleri ve duydukları çok canını yakmıştı. Madem Esin de böyle bir ilişki istiyordu, o zaman böyle devam edecekti. En azından başka beklentilerin olmadığı bir ilişki olacaktı. Zaten her zaman baştan konuşmak iyiydi. Tek sorun ilişki bittiğinde Engin ile olan ortaklıklarının rahatsızlık verme ihtimaliydi. Onu da sormakta sakınca görmedi. 
“Yeni başlayan bir ilişkide sonu hakkında konuşmak ne kadar doğru bilmiyorum.” Çok iyi biliyordu. Kartları açık oynamak için devam etti. “Biz bir süre görüşür, sonra birlikte olamayacağımız anlarsak abinle sorun yaşar mıyız? Senin hayatın üstünde etkisi nedir?” 
“Abime karışmıyorum, kendime karıştırtmıyorum. Annem babam da son yıllarda müdahale etmekten vazgeçti. Sonuçta ben kendi kararlarımı verecek yaşa ve olgunluğa sahibim.” 
“Çok iyi.”  
İşte bu kadar. Her şeyi konuşmuşlardı. Artık bu saatten sonra tüm gelişmelere açıktı ilişkileri.  

Üçüncü buluşma Esin’in bir arkadaşının canlı müzik yapılan yerde kutladığı doğum günü idi. Sinan, aslında katılmak istememişti. Fakat Esin’in gitmeyi çok istediği, en sevdiği arkadaşlarından olduğunu söylediği için katılmıştı. Kısa süre içinde herkesin kendisine enişte gözü ile baktığını fark etmek midesine yumruk yemiş gibi hissetmesine neden olunca sıkıldığını belli edip Esin ile erkenden ortamdan kaçmıştı. Aslında onu kabul etmeleri sevinmesi gereken bir şey değil miydi? Esin ile birlikte olmaktan hoşlanmıyor muydu? Neden bu ikilemleri yaşıyordu? Tamam, o da özgürlüğünü seviyordu. Niye abartıyordu ki? Belki de gerçekten evliliğe uzardı bu ilişki? Sevebilirlerdi birbirlerini! Sevmek... Bir an başının döndüğünü hissetti. Bu kadar ciddileşecek ne vardı ki? 
“Ne oldu, iyi gözükmüyorsun?” 
“Sıkıldım sanırım ortamdan. Kapalı mekan, çok kalabalık ve yasaklara rağmen arada içilen sigaraların yoğun kokusu çok rahatsız etti.” 
“Anladım. Keşke daha önce söyleseydin.” 
“Neden? Arkadaşlarınla mutluydun.” 
“Evet, seni zorla getirdiğimin farkındayım. Erken söyleseydin sana gidebileceğini söyler, ben de eğlenmeye devam ederdim.” Esin, onun imalı cümlesine sinirlenip kaba yanıt vermişti. Sinan’ın yüzünün iyice asılması ile morali bozuldu.  
Sinan, sinirini yatıştırmaya çabalayıp yanıtladı. “Seni geri götüreyim, eğlenmene devam et.” 
“Öyle kötü bir saat ki, en fazla bir saat sonra herkes dağılır. O yüzden değmez.” 
İkisi de gerçek düşüncelerini söylemediklerini, birbirlerini kandırmaya çalıştıklarını biliyordu.  
Neden böyle davrandığının adını koyamıyordu. Fakat her fırsatta önem vermediğini belli eden tavırlar sergiliyordu. Oysa gösterdiğinin aksine çok önem veriyor, üzülmek ve üzmek istemiyordu. Hatalı davranışları ile Esin'in uzaklaşmasına neden oluyordu. Sonraki her buluşma hem heyecanla başlayan görüşmelere dönmüş hem de yeni bir kırgınlık yaratmıştı. İş yerinde de işler kötüydü. Engin'in ortak olması ile artık kardeşine yaptığı her yanlış hareketin ortaklıklarını zedeleyeceğini biliyordu.  
Esin de Sinan'dan farklı değildi. Hem üzülüyor hem de üzmeye devam ediyordu. Tek savunması o başlattı, oluyordu. Evet Sinan başlatmıştı ama o da asla geri kalmamış, aynı tempoda üzmek için elinden geleni yapmıştı. Geçen sürede ikisinin de yarışır gibi birbirini kırması yıpratmıştı ilişkilerini. Manasız karışmalar, gereksiz iptal edilen buluşmalar gerginliği arttırmış, araları açılmaya başlamıştı.   
Farkında olmadan ikisi de bitirmeye karar vermişti. Her iki buluşmadan biri ya kısa kesiliyor ya kavga ile bitiyordu. Sonunda Esin çizgiyi çekti. Arabada eve gidiyorlardı. Konuşmuyorlardı. Öyle gergindiler ki her an camlar dışarı doğru patlayacakmış gibi bir beklenti içindeydi Esin. Sonunda buna dayanamayacağını, aklını ve kalbini karıştıran bu adamla böyle bir ilişkinin devam etmesinin mümkün olmadığını kabullendi.  
“Üzgünüm ama olmuyor. Bir ileri bir geri giden bir ilişki istemiyorum. Yıpratıyoruz birbirimizi. Ben artık görüşmek istemiyorum.” Söylemişti işte. Bu geri alınamayacak netlikte bir son konuşmasıydı.  
“Ben de seninle bunu konuşacaktım. Çok haklısın, yürümüyor. Zorlamanın gereği yok...” 

Kibarca yapılan bu konuşma ile yaz ortasında ayrılmışlardı. Nasıl başladığını bilmedikleri, bitişe yönlendirmek için ellerinden geleni yaptıkları ilişkileri noktalanmıştı.  
Bu kadardı işte. Bitmişti. İkisi de omuzlarından büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordu. Aşık olsalar üzülürlerdi değil mi? Üzülmemişlerdi. Zaten bir şey olmamıştı ki. Bir iki küçük öpücük, bir iki arkadaş grubu ile görüşme, üç beş yemek... Hepsi buydu. O zaman üzülmemeleri de normaldi.  
 “Sinan'ın yüzü niye sirke satıyor?” Şanal, iki gündür şirkette herkes konuşurken onun sessiz oturduğunu fark etmişti. Soracakken bir şey söylemeyeceğinden emin olup Refik ile konuşmaya karar vermişti.  
“Sen yokken çok şey oldu.” 
“Ne oldu? Alt tarafı iki aydır şehir dışındayım. Ne oldu da bana söylemediniz?” Düğünden sonra önce balayına çıkmışlar, ardından da Açelya ile son bir yurtdışı işi için İspanya’ya gitmişti. Bitmeyen balayı diyen arkadaşlarının takılmalarına alışmıştı. Bitmesini hiç istemiyordu balayının.  
Refik, o dönemde olanları özetledi. “Esin ile çıkmaya başlamışlardı. Ciddi bir şey yoktu gerçi ama ayrıldılar. İki haftadır yüzü böyle. Sorunca bir şey yok diyor, zaten bir şey olmamıştı diyor ama üzgün ve paylaşmıyor.” 
“Sen Sena ile görüşüyor musun?” 
“Arada görüşüyoruz.” 
“O ne diyor? Esin ne durumda?” 
“Bir şey demiyor. Kızları bilirsin birbirlerini ölseler satmazlar. Ancak düşman olacaklar ki kuyu kazsınlar.” 
“Ne çok tanımışsın kızları sen. Neyse yine de ağzını ara bakalım ne diyecek. Ben de olmadı Açelya'ya bir şeyler ayarlatırım.” 
“Bak bu akıllıca olur.” 
“Engin ile bir terslik var mı?” 
“Hayır, sanırım bilmiyor ya da bilmezden geliyor.” 
“Akıllıca. Koca koca insanların hayatına müdahale etmenin manası yok.” 
“Zaten kavga dövüş olmamış ki, yürütememişler. Fakat ben Sinan'ı nişan attığında bile böyle görmedim.” 
“Kızı da dinlemek lazım. Tamam, ben bir karımla konuşayım.” 
“Ay birinin karısı varmış, pek de hava atarmış.” 
“Darısı başına Refik . İnan hayatının tüm anlamı değişiyor. Üstelik biz çocukluktan beri tanışıyoruz. Yine de her gün yeni bir huyumuzu öğreniyoruz. Bazen eğlenceli ama bazen de fena atışıyoruz. Onunla atışmayı bile seviyorum.” 
“Belli, belli. Yüzünde gülmeyen hücre yok.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder