31 Aralık 2019 Salı

Aklımda



3 yıl önce 

“Ladesim lades olsun mu?” 
“Olsun” 
“Kaybeden diğerinin istediğini yapacak, yan çizmek yok!” 
“Anlaştık!” 
Bu konuşmanın üstünden üç koca yıl geçmişti. Dördüncüsüne girmeye de iki aydan az zaman kalmıştı.  
Açelya karşıdaki apartmana giren genç adamı gördüğünde aklına ilk gelen lades tutuşmaları olmuştu. Zamansız bir tatil için gelmiş olmalıydı. Duydukları kötü bir şey olmadığına göre başka bir açıklaması yoktu.  
Şanal geri dönene kadar defalarca kez birbirlerini kandırmaya uğraşacaklardı. İkisi de inatçı ve dikkatliydi. Açelya bir şey alıp verirken hep sağ elini kullanıyordu. Yazı yazarken, iş yaparken de o elini kullandığı için yüzük takamazdı. Ne zaman Şanal görünse ilk işi sağ işaret parmağına yüzük takmak oluyordu. Böylece ladesi unutmuyordu. Aslında bunu yapmasa da unutmayacağını itiraf edemiyordu kendisine. Ya da en azından söze dökemiyordu. Aklından defalarca geçirdiği gibi yine şu son zamanlar hep onu düşündüğünü kabul etmeliydi. Yüzüğü Şanal’ın hep aklında olmasına bahane olarak kullanmak kendini kandırma yöntemiydi.  
Saçma bir oyun gibi başlamıştı. Fakat üç yıldır ikisi de kazanamamıştı. Oyunun bitmemesinde sık sık ayrı düşmeleri büyük etkendi. Aynı mahallede doğmuş, büyümüşler ve hala orada yaşamalarına rağmen çok nadir görüşüyorlardı.  
Şanal gemi mühendisi olarak sık sık yurt dışında görev alıyordu. Açelya ise tur rehberiydi ve kısa sürelerle evine gelse de genelde turlarda oluyordu. İkisinin de bir araya gelmesi mucize gibiydi. Genel tatil dönemleri haricinde tatil yapmaları yüzünden son üç yılda toplansa en fazla on beş gün bir arada olmuşlardı. Şansa bak ki Açelya bir haftalık tatil hakkını kullanacak bir boşluk bulmuş, o tarihi öğrenen abisi ile yengesi de ziyarete gelmek için aynı tarihi ayarlamıştı.   
Genç adamı izlemeye devam ederken tuhaflık fark etti. Biraz fazla mı valiz çıkartıyordu taksiden?  Kaç gün kalacaktı acaba? Bagajdan üç, arka koltuktan dört çanta ve valiz çıkartmıştı. Acaba işi bitmiş miydi? Temelli dönmüş olabilir miydi? Açelya önündeki bir haftanın onun için zorlu geçeceğini anlamış, gülerek valizleri taşımasını izliyordu. İkinci katın lambalarının yanması, ardından perdelerin ve camların açılması ile iki komşu karşılaştı.  
Şanal, onu gördüğüne sevinmişti. El sallarken bir yandan da seslendi. “Merhaba komşu, nasılsın?” 
“İyiyim komşu, ya sen?” 
“İyi sayılırım. Buralardaysan görüşelim.” 
“Bir hafta. Sen temelli mi döndün?” 
“Hayır, süre belirsiz. Şirket ile konuştum. Uzun bir tatil yapacağım.” 
Vayyy. Sen ve uzun tatil?” Uzun tatil, çok fazla valiz ile aklı karışmıştı. Neler oluyordu? 
Şanal daha fazla açıklama yapmak yerine yalın gerçeği söyledi. “Çok yorgunum. Altı ayda sadece dokuz gün izin yapmışım. Biraz dinlenmek hakkım.” Bunu söylerken elini uzamış ve dalgaları artmış saçlarının arasından geçirdi. Yorgun olduğu belli oluyordu.  
“Anladım. Sana iyi dinlenmeler. Görüşürüz.” Sanki cümle ‘beni oyalama’ der gibi gelmişti kulağına. Canı sıkılmıştı. Şanal öyle bir şey yapar mıydı? Başından atmak için söyler miydi? 
“Görüşeceğiz.” Hayır, öyle bir iması yoktu işte. Yorgun göründüğünü şimdi düşünmemiş miydi?  
Açelya camı kapatıp girerken Şanal hâlâ onu izliyordu. 

*****  
“Kiminle konuşuyordun?”  
Yengesinin sesini duyunca korku ile sıçramıştı.  
“Aklımı aldın. Şanal geldi de onunla lafladık.” 
“Eyvah yine başlayacaksınız desene.” 
“Evet, yenilmemem lazım.” 
“Yenilirsen ne olur?” 
“Dilinden kurtulamam.” 
“Kaç gün görüşüyorsunuz da dilinden çekineceksin? Biz bile daha sık geliyoruz sana.” 
“Fransa'da yaşamıyor olsanız böyle bir sorunumuz olmazdı. Hiç düşünüyor musunuz, dönmeyi?” 
"Bebekten sonra bir süre gelebilirim. Tabii annemi gelmeye ikna edemezsem.” 
“Annem hayatta olsaydı kesin gelirdi yanınıza. Eminim seninki de aynı düşünüyordur.” 
“Gelmeyi istiyor ama babamı bırakmak istemiyor. O yüzden benim gelmem daha doğru olacak.” 
“Doğumdan hemen sonra gelemezsin. Biraz süre geçince de gelmek istemezsin. Seni biliyorum. Şimdi bunları boş ver de akşam için ne yemek yaptın ondan haber ver.” 
“Sen de çok alıştın benim yemek yapmama.” 
“Boşa aşçı gelin almadık kızımmmm, sen yapacaksın biz yiyeceğiz.” Şule'nin Fransa'da işlettiği bir lokantası vardı. Hamileliği ilerlemeden gelmek istediği için diğer şefe bırakmıştı lokantasını. Fakat mutfaktan çıkmayı beceremiyor, kimin evi olduğuna aldırmadan dolapları karıştırıyor ve ne bulursa pişiriyordu. Konuyu değiştirmekten memnun mutfağa doğru yürüdü.  
 *****   
Şanal, bir süre pencereden baktıktan sonra toz içindeki odaya dönüp homurdandı. Temizlik için birini bulmalıydı. Ya da bir an önce ladeste Açelya'yı yenmeli ve evi ona temizletmeliydi. Bu düşündüklerini bilse onu ne yapardı acaba? Çok güzel gözüküyordu. Şansına şükretti. Aynı zamanda tatilde olmak çok nadir yaşadıkları bir olaydı. Bir hafta... Acaba? Hayır, düşünmeyecekti. Nasılsa öğrenirdi. Eve gelirken bir şeyler almadığı için kendine söylendi. Yorgunluktan beyni çalışmaz olmuştu.  
Aslında bir komşunun kapısını çalsa, peynir ekmek istese mükellef bir sofraya davet edileceğini biliyordu. Çünkü hepsi mahallenin çok eskisiydi. Büyükler ölüp çocukları satmadıktan, kiralamadıktan sonra yeni birileri gelmezdi mahalleye. Açelya’nın annesi ölmüştü. Babası ara sıra köyüne gidiyor, çoğu zaman kızı ile birlikte yaşadığı evinde oluyordu. Kendi anne ve babası kazada öldüğünden beri ev onun evi olmuştu. Bazı eşyaları değiştirse de ailesinden kalan çok eşya vardı. Yeni olanların çoğu beyaz eşyaydı. Yılda bir iki kere kullanılan eşyalar durduğu yerde bozulacaktı. Boş buzdolabının fişini taktı. Hafif çalışma sesini duyduktan sonra yatak odasına gidip valizlerini boşaltmaya başladı. Çoğu yıkanmış eşyalarını dolaplara yerleştirmeye başladı. Kirli olanları zaten başka valize koymuştu.  
“Beni alan yaşadı. Ne düzenli bir adamım ben.”  
Yakındaki okulun bahçesinde oynayan çocukların sesleri geliyordu. Aileler hafta sonlarında orada oynamalarına izin veriyordu. Daha güvenliydi. Kendisi de eski okul binasının olduğu bahçede çok koşturmuştu. Arada sanki adını duyuyordu. Çamaşır makinesinin düğmesine basıp cama gitti. Açelya iki elini ağzına dayamış adını bağırıyordu. Onun cama yaklaştığını görünce elini de sallamaya başlamıştı. Bu bile eski bir alışkanlıktı. Ev ya da cep telefonları yerine böyle haberleşmek hoşlarına gidiyordu.  
“Hayırdır?” 
“Hayır, hayır. Şule burada ve seni yemeğe çağırıyor.” 
Oooo bu çok iyi haber. Abin de burada o zaman!” İşte bu, demişti içinden, yemek işini hallettiğim gibi bir de Açelya ile konuşacağım.  
“Elbette ama daha gelmedi. Babam ile bir arkadaşının cenazesine gitmişti. Lafa daldılar sanırım. Birazdan gelirler. Hadi gel, oyalanma.” 
“Üstümü değiştirip hemen geliyorum.” Elini yüzünü yıkayıp üstünü değiştirdi. Açelya için aldığı hediyeyi de valizden çıkarttı.  
*****  
Şanal geldiğinde abisi ile babası da dönmüştü. Şanal hepsine sarılıp öpmüş, sonra salona geçmişti. Onlar laflarken kızlar da masayı hazırlıyordu. Şule bir yandan fırından yemeği çıkartıyor bir yandan da söyleniyordu.  
“Eve kapanmayalım, bir şeyler yapalım istiyorum ama herkes dinlenmenin derdinde. Şöyle bir yerlere kaçalım Kenan ile diyorum.” 
“Ayarlayayım size bir tur. Aslında bir hafta sonra gidelim desen benim turda yer var daha.” 
“Ilgaz turu muydu?” 
“Evet, fakat oraya direkt gidilmeyecek, güzergâh üstünde bir sürü yerde zaman geçirilecek. Bu tur fotoğrafçılarla dolu. O yüzden yer var zaten. Otobüste de konaklarda da yer bulurum. Genelde Ilgaz turları cuma akşamı başlar, pazar akşamı biter. İki gün kayak meraklılarını yeter ama bunlar hem fotoğraf çekecek yerlere uğrayalım hem kayak tatili yapalım dedi. Abimle de konuşalım, birlikte gidelim.” 
“Konuşalım bunu. Biz nasılsa bir ay kadar buradayız.” 
“Tamam, çok güzel olacak. Sen, fırındakini al, ben salatayı da götürüyorum.” 
Şanal onun elindeki büyük tabağı görüp yardım için yerinden kalkmıştı. Açelya sağ elindeki yüzüğü görüp tabağı ona uzattı.  
“Aklımda.”  
İşte o da unutmamıştı. Üç yıldır birbirlerinden en çok duydukları sözdü bu. “Aklımda!” 
“Unutmamışsın.” 
“Sen de.” Gülümseyerek baktılar birbirlerine. Sonra yemekle gelen Şule bozdu aralarındaki havayı.  
Yemek masasında önce herkes biraz hayatından bahsetmişti. Sonra Şule, Açelya ile yaptığı konuşmayı aktardı Kenan’a. Şanal da kulak kabartmıştı konuşmaya.  
“Tamam, gidelim. Bize de değişiklik olur. Fakat otobüs yolculuğu sana zor gelmesin?” 
“Hasta değil hamileyim. Kötü olursam şoföre hamile kadın kartımı oynarım.” 
“Zavallı şoför, şimdiden üzüldüm.” 
Şanal gülümseyerek, “Kenan, bundan senin de o kartı sık gördüğünü düşünüyorum. Haksız mıyım?” 
“Evlen ve hamile bir eşin olsun, o zaman konuşalım. O kart bile çok keyifli oluyor.” 
Şanal, kısa bir an Açelya’ya baktı. Gözünün önünde oluşan hayalin baş rolünde Açelya olması çok şaşırtıcı değildi. Aklından çıkmayan tek kadındı. Tabii aralarındaki arkadaşlığın ve yıllardır sonuçlanmayan lades oyununun da etkisi vardı. Olmalıydı.  
“Sen tatilde ne yapacaksın?” diye sorarak konuşmanın yönünü değiştirdi Kenan.  
“Bilmiyorum. Hiç plan yapmadım.” 
“Sen de gel tura.” 
“Ah tabii karı çok özlemiştir.” diye takıldı Açelya. O sırada tuzu isteyen abisine uzatması için tuzu vermişti Şanal’a. Yine aynı kelime... “Aklımda.” 
İlk kez oyunu unutup uzatmıştı tuzu. Aklımda demese bile kazandığını fark etmeyecekti. Abisinin davetinin nelere gebe olacağını düşünüyordu o an.  
“Kar değil ama ülke özlemi depreşmiştir. Evde oturacağına bizimle gelsin. Hep birlikte daha da eğlenceli olur.” 
“Siz üçünüz eğlenirken benim çalışacak olmam adil mi? Ayıp ama, aklım sizde kalacak.” Yine de üçünün yanında olması çok hoşuna gitmişti. Babasına dönüp onu da davet etti. “Baba, sen de gelsene bizimle.” 
“Hiç niyetim yok. Bir hafta otobüslerde sürünmeyecek kadar yaşlıyım.” 
“Baba, turda senin yaşında insanlar da var. Bence keyif alırsın. Uzun zaman oldu benimle tura çıkmayalı.” 
Yaşlı adam yerinden kalkarken “Düşüneyim bu gece, yarın karar veririm. Ben odama gidiyorum. Size iyi geceler.” dedi.  
“İyi geceler.” dedi hepsi birden.  

Şanal, yemeğin ardından kahvesini içmiş, artık yorgunluğun ağır bastığını hissedip kalkmak için hareketlenmişti. Tura katılmak iyi gelecekti. Bir haftadan daha uzun süre bir arada olmak, onu işinin başında izlemek kaçırılmayacak fırsattı. Laf arasında hayatında kimsenin olmadığını da öğrenmişti. Turda neler olacağını kim bilebilir ki? 
Montunu giyerken duyduğu hışırtı ile hediyeyi hatırladı. “Açelya, sana aldım bunu.” Montunun cebinden çıkarttığı paketi uzattı genç kıza.  
“Ne gerek vardı? Her gelişinde bir şeyler getirmen gerekmiyor, dememiş miydim.” 
“Demiştin ama bu görünce seni anımsatan basit bir şey.” 
Paketi alırken yine “Aklımda.” kelimesi döküldü dudaklardan. Şanal, hediyesini o maksatla vermediğini söyleyemeden yumuşak paketin kağıdını dikkatle açmıştı Açelya.  
Çok güzel renkleri olan bir fular almıştı. Açelya’nın özellikle turlarda kullandığı çeşit çeşit fuları vardı. Çok işlevli bir üründü aslında. Rüzgar çıkınca, soğuk olunca, biri düşüp bir yerini kanatınca falan kullanmak için devamlı takardı. Fakat bu ipek fuları asla öyle amaçlarla kullanmayacağını biliyordu. Teşekkür etmek için yanağına uzandı. Şanal içinden gelene engel olamayıp hafifçe yan dönüp yanağı yerine dudağının kenarına konmasını sağlamıştı o dudakların. Açelya etkilendiyse bile anlaşılmadığı için yaptığından biraz utanmıştı. Kızın aklında olmayan şeyleri düşünüyor olmak yakışıksızdı. Arkadaşlıklarının zarar görmesini asla istemiyordu.  
Açelya, kendini dizginlemek zorunda kalmıştı. Defalarca öpmüştü yanağını. Aslında son yıllarda her öpüşü heyecanlandırıyordu ama bu kez sanki daha fazla hissetmişti heyecanı. Diğer yanağını öpmek için başını çevirirken bakışlarını eğmişti. Şanal’ın ne düşündüğünü görmek istemiyordu. Aslında yanağını da öpmek istemiyordu. Az önce biraz dudaklarına yakın öpmüştü, bu kez dudağını öpse? Tabii ki bunu sadece düşündü ve yanağından öperek vedalaştı.  
Akıl karışıklığı ikisini de esir almış, kafalarını karıştırmıştı. Başka bir şey konuşmadan çıktı Şanal kapıdan.  
***** 
Takip eden iki gün boyunca karşılaşmadılar. Bunda Şule’nin bebek hazırlıkları için Açelya’yı dükkan dükkan gezdirmesinin yeri büyüktü. Her akşam kolları paketlerle dolu geliyorlardı eve. 
Üçüncü günün sabahı iki evin kapısının aynı anda açılması ile serin sonbahar havasında montlarına sarılmış dörtlü karşılıklı selamlaştı.  
Şanal, arkadaşının yüzündeki bıkkın ifadeye bakıp, “Kenan, seni kurtarmamı ister misin?” diye seslendi.  
“Nasıl olacak o iş?” 
“Okuldan birileri ile buluşuyoruz. Gel benle sürpriz olsun.” 
“Kimmiş onlar?” 
“Sinan ile Suphi’yi tanıyorsun. Refik de gelecek sanırım.” 
“Senin kadroymuş. Hasret giderin işte, ben bozmayayım tadınızı.” 
“Bozmazsın elbette ama kızlarla önemli işlerin varsa yolundan etmeyeyim seni.” 
Yanıt Açelya’dan geldi. “Alışverişten daha önemli ne olabilir bizim için!”  
Bu sabah kahvaltıyı dışarıda yapacaklardı. Aslında Şanal’ın onları çağırmaması ve abisini götürme çabası küçük bir fayda sağlamıştı. İki gündür görmediği Şanal’ın kiminle buluşacağını düşünmeye başlamıştı bile. Sabahın erken saati olması merakını yok etmiyordu.  
“Nerede buluşacaksınız, ben kızlarla kahvaltı ettikten sonra oraya gelirim. Onlar da bensiz limitsiz harcama imkanı bulur.” 
“Tamam.” dedikten sonra gittiği yerin adını söyleyip el sallayıp arabasına yürüdü. Aslında geç gelmesinden memnun olacaktı ama davet etmezse ayıp edeceğini düşünmüştü.  
Açelya’nın arabasına doluşan üçlü camdan bakan babalarına el sallayıp yola çıktı.  
Kenan, “Rusya’dan dönmeye niyeti yok galiba.” diye ortaya laf atınca Açelya’nın sinirleri zıpladı. Niye bazı ülkeler, meslekler cinselliği çağrıştırıyordu ki? Zaten Üç gündür... kendine yalan söylemeyecekti en az üç yıldır hep bunu düşünmüyor muydu? Evet kendi erkek arkadaşları da olmuştu bu süre içinde ama yine de hemen her zaman Şanal’ın güzel bir Rus kadın ile ilişkisi olduğunu düşünmek canını yakmıştı.  
“Keyfi yerindeyse niye dönsün?” diyen Şule, Açelya’nın damarına bastığının farkında değildi. Belki de farkındaydı. Arka koltukta oturduğu için yüzünü göremiyordu.  
“İşi bitmeden dönmesini beklemek saçma değil mi?” Açelya mazeret bulduğunun farkındaydı. Dönmesini istiyordu ama daha işinin bitmediğini öğrenmişti. Bitince döneceğine dair bir şey söylememişti. Sadece çalıştığı geminin inşasının bitmediğini söylemişti.  
Kenan, farkında olmadan moral bozmaya devam ediyordu. “İşler biter, bitmez, yenisi olur, yenisi aranır... Bak bana! Kendi işimi kurdum ve çok daha rahatım. Karımın yanındayım, tatilimi ayarlayabiliyorum, şirketimi güvendiğim yöneticilere bırakabiliyorum. Keza Şule de öyle. İyi bir şef aldı yanına ve rahatça işi ona teslim edebiliyor.” 
Şule kocasını destekler şekilde konuşuyordu. “Herkes aynı şeyi istemiyor. Belki de tecrübe kazanmak için kendine bir süre vermiştir. Ya da sorumluluğu sınırlı tutmak istiyordur. Tabii orada yaşamayı sevmesi de başka bir etken olabilir. Sordun mu, sevgilisi var mıymış?” 
“Sormadım.” oldu Kenan’ın yanıtı. Keşke sorsaydın, diye geçirdi içinden Açelya. Sinirlerinin bozulmaya başladığını hissediyordu. Gerçekten hep orada mı kalacaktı? Ya şirket için yaptığı iş bittiğinde? Başka bir işe mi geçecekti? Belki yanında bir eş ile dönecekti. Düşünmekten vazgeçmek en doğrusuydu. Zaten niye düşünüyordu? Şanal onun komşusu ve arkadaşıydı. Mutlu olduğu şekilde yaşamasını isterdi. Evet, öyle istiyordu.  
*****  
Şanal, arkadaşlarını gördüğüne sevinmişti. Hafta ortası hepsini toparlamak mümkün değildi ama üçünü kahvaltı için ayarlayabilmişti. Hafta sonu için kendi planları olması yüzünden bununla yetinecekti. Açelya ile tura gidecekti. Turun serbest bir tur olduğunu duyunca şaşırmıştı. Ne olduğunu ancak açıklayınca anlamıştı. Genelde turların belli bir planı oluyordu. Yine bir plan vardı ama satılan paket programlardan değildi. Ekibin istediği şekle uydurulmuş bir turdu. Bu da herkesin katılmak isteyeceği turlardan çıkartmıştı. Yer bulmaları bu sayede olmuştu.  
“Dalgınsın” diyen Refik arkadaşının ne düşündüğünü merak etmişti.  
“Aklımda bir sürü konu var. Sizinle de o yüzden buluşmak istedim.” 
“Neymiş o konular?” diyen Sinan’dı. 
“Öncelikle hafta sonu bir tura katılıyorum ve güzel bir fotoğraf makinesine ihtiyacım var. Bu işlerden anlayanınız var mı? Ne marka almalıyım, nereden almalıyım, kim beni kazıklamaz falan gibi.” 
“Tam yerindesin. Suphi’nin kız arkadaşının çalıştığı derginin fotoğrafçısı kim biliyor musun?” 
“Kim?” 
“Engin Aslan” 
“Savaş muhabiri olan mı?” 
“Evet, kursiyeri ile evlenmişti. Düğünü de Afrika’da safari ile yapmışlardı.” 
Vayyy, çılgın bir olaymış!” 
“Vallahi tam çılgınlık. Karısının soy adı Karaca idi. Karacayı burada buluruz ama hayvanat bahçesindeki bir aslan ile olmaz, yerinde görelim, dediler. Arkadaşlarını toparlayıp safariye gittiler. Yerlilerle düğün yaptılar.” 
“Çıtayı arşa yükseltmiş. Suphi sen ne yapacaksın? Bunu aşmayı mı düşünüyorsun, basite indirgemeyi mi?” 
“Ona yetişmek mümkün gözükmüyor. Biz bilindik bir düğün yaparız bu gidişle.” 
Suphi de evleniyor! Ya siz beyler?” 
“Benim henüz yok öyle bir ihtimalim. Bir ara niyetlenmiştim ama olmadı. Bizi boş ver, sen orada neler yapıyorsun?” Sinan’ın kız arkadaşından ayrıldığını anımsayınca üstüne gitmedi.  
“İnanmayacaksınız ama son iki yıldır evden işe, işten eve yaşıyorum.” 
“Haklısın inanmadık. Hiç inandırıcı değil.” Refik, hem gülüyor hem başını olumsuz anlamda sallıyordu.  
Şanal ise onların gülen yüzünün aksine ciddi bir ifade ile yanıtladı. “İnanmayacağınızı biliyordum. İlk sene her hafta sonu birileri ile takılınca bir süre sonra yavan bir yaşama dönüşüyor. Esmer ve kumrallar doğal olarak ilgi çekiyor. Az ekmeğini yemedim ama şu ara gerçekten çok yoğunuz. Fırsat da yok.” 
Sinan “Yoğunuz diyorsun ama tatile çıktın. İki lafın birbirini tutmuyor.” diye takıldı arkadaşına. Aslında hepsi biliyordu bazen uzun aralarla kendilerine ihtiyaç duyulmadığını.  
“Yoğundum. Benim kısım bitti. Biraz da onlar çalışsın. Gerekirse ulaşırlar bana nasılsa. Siz onu boş verin, toplanmamız için ısrar etmemin sebebi başka.” 
“Anlat,” 
*****  
Evetttt kızlarrrr, size doyum olmaz ama ben kaçıyorum. İki gündür beni sömürdüğünüz yeter. Biraz da kendiniz gezin, ben de iki erkek muhabbeti çevireyim. Öpüldünüz... Açelya, dikkat et yengene. Abartmasın.” 
“Bana kim dikkat edecek? Her gördüğümü almak istiyorum. Yakında evdeki halıları falan satıp bebişe bir şeyler alacağım gibi geliyor.” 
“Kendi bebeğine sakla hevesini. Yeter bizimkine aldıkların. Hadi ben kaçtım. Hayatım, dikkatli ol.” dedikten sonra karısını öpüp uzaklaşan abisinin arkasından gülerek baktı Açelya.  
“Şanslı kadınsın biliyorsun değil mi?” 
“Bilmez miyim? Hem de çok şanslıyım. Darısı başına!” 
“Zor gözüküyor.” 
“Aslında zor değil de sanki sen çevrene iyi bakmıyor gibisin. En son ne zaman biri ile çıktın?” 
“Hatırlamıyorum.” 
“İşte bu. Sorun tam da bu. Çok uzun zamandır kimse yok. Normal değil.” 
“Biliyorum. Fakat hem işlerim yoğundu hem de son bir iki denemem o kadar kötüydü ki bir daha saçma sapan birisine katlanamayacağıma karar verdim.” 
“İyi insanlar da var hayatta. Abin gibi mesela.” 
“Biliyorum da onlar bana denk gelmiyor.” 
Şule ısrar etmese de gülümsemesi aklında bir şeyler olduğunu belli ediyordu. Açelya’ya yakalanmadan gülümsemesini toparladı.  
“Bugün nelere bakıyoruz? Yazlıklara demiştik değil mi? Kış mevsiminde yazlık bir şeyler bulur muyuz?” 
“Elbette buluruz. Zaten yaz bebeği olacak. İlk aylar için çok fazla şey almamamız gerektiğini biliyorum. Hızlı büyüyeceği için abartmayacakmışız. Benim arkadaşlardan biri sıkı sıkı tembih etti. A bir de seni rahatsız etmeyecekse kendi bebeğinin eşyalarından da verebileceğini söyledi.” 
“Etmez ama alamayacak durumda birilerine vermesini söyle bence. Bizim şükür ihtiyacımız yok.” 
“Tamam, söylerim.” 
“Tur için de bir şeyler alsak mı?” 
“Bence yanındakiler yeter ama istersen daha iyi bir yürüyüş ayakkabısı alalım. İki de baton aldık mı içim daha rahat olur.” 
“Çok iyi fikir. Kayak yapamam ama karda yürüyüş için de iyi bir bota ihtiyacım var. Hadi onları da halledelim. Abine de alalım. Sürpriz olsun.” 
“Hadi bakalım, bugün iş çok.” eşyalarını toplayıp lokantadan çıkarken aklına tur boyu Şanal ile aynı ortamda olacakları gelmiş yine heyecanlanmıştı.  
***** 
“Bu kadar erken kalkmak zorunda mıydık?” 
“Söylenme, otobüste uyursun.” 
“En önde otururken mi?” 
“İstersen arkada da oturabilirsin. En az on kişilik boş yer olacak.” 
Karımsız uyumam.” 
Karımsız denmez, karım olmadan denir. Sen fazla mı kaldın Fransa’da?” 
“Bazen dönmeyi düşünüyorum fakat işler tam yoluna girmişken yeniden düzeni bozup buralarda sıfırdan başlamak işime gelmiyor.” 
“Ne diyebilirim ki? Düzenin değişmesi herkesi rahatsız ediyor.” Kısa bir an aklından geçenlerle daldı. Artık daha ciddi düşünmesi gerektiğini biliyordu. Hep böyle yaşayamayacağına göre... Sonra toparlanıp “Hadi valizleri alın, bir şey unutmayın. Geç kalmayalım, ilk giden biz olmalıyız.” 
“Merak etme kimse bu saatte kalkıp gelmez oraya.” 
“Zaten onlar bir saat sonra kalkış noktasında olacak. Biz otobüsün gelmesini bekleyecek, noksanlar var mı diye kontrol edeceğiz. Erkencileri karşılayacağız. Ve şaşırma her zaman erkenciler ile hep geç kalanlar olacak.” 
“Bak geç kalanlar varmış, biz de geç kalsaydık biraz.” Cümlesi biterken kapı tıklatıldı. Şanal gelmişti.  
“Günaydın.” Derken üçlüye tek tek bakmıştı. Sabahın bu saatinde bile ne kadar güzel gözüküyordu.  
“Günaydın mı? Gün aydı mı? Zifiri karanlık baksana. Saat daha beş buçuk. Vallahi beş buçuk. Açelya, bunun intikamını alacağım senden.” 
“Çok konuşuyorsun Kenan, hadi hadi al şu valizleri, Şanal’ı da bekletmeyelim. Sabah ayazı fena.” 
“Gerçekten çok soğuk.”  
“Şarj cihazlarını aldınız mı? Orada dilenmeyelim milletten.” 
“Aldım. Akşamdan koydum çantaya. Her şey tam listelediğin gibi tamamlandı.” 
Ağır iki çantayı Kenan, iki küçük çantayı da Şanal alacaktı. Açelya çantayı uzattığında “Aklımda!” diyen Şanal’a şaşkınlıkla baktı. İşte bu kötüydü. Çünkü tamamen unutmuştu. Üstelik bu ikinci unutuşuydu.  Gezide oyunu kaybedeceğini tahmin etmek zor değildi.  
“Ben unutmuştum.” diye itiraf etti.  
“Sıkılmadınız mı oynamaktan?” Şule sormuştu.  
“Sıkılmadık.” İkisi aynı anda yanıt vermişti.  
Bu arada çantaları Şanal’ın daha büyük bagajı olan aracına yüklüyorlardı. İki araba gitmenin gereksiz olduğuna karar vermişlerdi.  
  
Ev ile kalkış noktası arası yirmi dakika kadardı. Boş yollarda süre biraz daha kısalmıştı. Alana vardıklarında başka turların rehberlerini gören Açelya tanıdıkları ile ayaküstü konuşmak için sıcak arabadan inmişti. Biraz da önde oturduğu için Şanal’ın varlığından kaçmak istemişti. Onlar otobüs gelene kadar arabada kalacaktı.  
Şanal, camdan onun konuştuğu kişilerle olan yakınlığını vücut dilinden çözmeye çalışıyordu. İlk iki kişi ile samimi, dostça selamlaşmıştı. Üçüncü kişi ile daha mesafeli bir selamlaşma yaşanmıştı. Adamın yüzünü göremese de dik dik baktığını anlayacak kadar baş hareketlerine sabitlemişti bakışlarını. Açelya biraz tedirgin mi konuşuyordu. Hem niye o kadar uzun konuşmuştu? Ne konuşuyorlardı? Bana ne, ne konuştuklarından, diye kendini azarlarken Kenan’ın seslendiğini duymadı.  
Hooopppp gözün açık mı uyuyorsun?” 
“Ne? Yok hayır, dalmışım. Ne dedin duymadım.” 
“Geçen gün konuştuğun makineyi aldın mı? Bagajdaki onun çantası mı?” 
“Evet, tavsiye edilen makineyi aldım. Aslında bana bir iki beden büyük ama zamanla öğrenir, daha iyi fotoğraflar çekerim diye düşünüyorum.” 
“Bir sürü fotoğrafçı ile gidiyoruz. Onların arasında bekar birileri vardır elbette yardımcı olacak.” Kenan bir yandan da karısının gülen yüzüne bakıyordu. Şanal’a takılmasının sebebi gözlerinin nereye takılmış olduğunu fark etmesindendi. Yıllardır ikisinin arasındaki etkilenmeyi izliyordu. Daha ileri gitmemelerinin nedenlerini bilemese de biraz dürtmekten zarar gelmeyeceğini biliyordu.  
Şanal, bıkkın bir sesle yanıtladı. “Bekar mı? Vardır tabii.” Hiç aklına gelmemişti böyle bir ihtimal. Niye gelmediğini bilse de dile getirmeyecekti. Bakışlarını az önce Açelya’nın olduğu yere çevirdiğinde orada kimsenin olmadığını görüp şaşırdı. Bakınsa da karanlıkta kimseyi göremedi. Nereye kaybolmuştu? Hızla her tarafı taramaya başladığında bu kez Şule, “Neyi aranıyorsun?” diye sordu.  
“Ne?” 
“Neyi kaybettin? Ya da kimi mi desem?” 
“Yok bir şey. Öyle bakıyordum.” 
Şule kocasının duyacağı sesle, “Tabii tabii.” dedikten sonra çantasından bisküvi çıkartıp bir tane ısırdı. O arada erkeklere de uzatmıştı. Kahvaltıyı yol üstünde bir tesiste yapacaklardı ama o hamile kartını kullanıyordu. 
Şanal’ın iştahı kalmamıştı. Kafasını olumsuz anlamda sallarken kapı açıldı. Açelya kızarmış burnu ile kapıda gözüktü. Uzaklarda aradığını aracın içinde görünce rahatlamıştı Şanal.  
“Otobüs geldi. Sizi koltuklarınıza alacağım, orası da sıcak. Valizleri falan getirin arabada bir şey bırakmayın.” 
Şule arabadan inen kocasının peşinden inmeden önce telefonunu alan Şanal’a doğru eğilip “Kaybolmamış!” dedi. Şanal başını kaldırıp bakınca da göz kırpıp dışarıda elini uzatmış bekleyen kocasının elini tutup aşağı indi.  


Söylenenden on dakika sonra tüm ekip toplanmıştı. Gerçekten erken gelenler ve geç kalanlar vardı. Elbette bu şimdilik kimseyi rahatsız edecek bir gecikme değildi. Herkesin oturma yeri, uğranacak duraklar, yemek ve ihtiyaç noktaları dağıtılan listede açıkça belirtilmişti.  
Gelenlerin çoğunluğu erkekti. Aralarında üç kadın vardı. İkisinin bekar olduğunu anlamıştı Şanal. Erkeklerin de çoğu bekardı. Rehber genç ve güzel bir kadın olunca otobüs hareket edene kadar onlarca soru sormuşlardı. Çoğu ellerindeki kağıtlarda yanıtları yazılı olan sorulardı. Flört etme çabalarını çok rahat geri çeviriyordu Açelya.  
Şanal yine de rahatsız olduğunu gizlemiyordu. Neyse ki otobüste onun yanında kendisi oturuyordu. Cam kenarına Şanal geçmiş, koridor kısmına Açelya oturmuştu. Şule de onunla laflamak için koridor kısmındaydı. Zaten en ön koltuk olunca manzara hep gözlerinin önünde olacaktı. Tabii hava biraz aydınlanınca. Yola çıktıktan kısa süre sonra ilk kek ve içecek dağıtımı yapılmıştı. Kahvaltı durağına bir saat vardı. Herkes sıcak bir şeyler içmek istiyordu.  
“Kekini yemiyor musun?” 
“Hayır, sen ye benimkini de.” 
“Onun için sormadım. Bu saatte yeter bu kadarı bana. Neden yemiyorsun?” 
“Biraz heyecan biraz da bu saatte tatlı yersem akşama kadar canımın tatlı istemesinden kaynaklanıyor. Su içmek gibi. İlk ne yersem hep o tadı arıyorum.” 
“Bu huyunu bilmiyordum.” Onun hakkında bilmediği neler vardı acaba? Bilmediği şeyleri öğreneceği tur heyecan vericiydi.  
“Çünkü ilk kez bu kadar erken görüşüyoruz.” Evet, bunca yıldır komşu olsalar da hiç bu kadar erken bir araya gelmemişlerdi. Konuyu dağıtmak için Şanal’ın sırt çantasının cebinde gözüken dergiyi istedi. Böylece tur boyu onunla neler yapacağını düşünmeyecekti. Zaten çoğunluk uykusunu alamadığı için sessizdi. Uykuya dalanlar bile vardı. Kenan da onlardan biriydi.  
Şanal dergiyi uzatmıştı. “Aklımda!” diyerek almıştı dergiyi.  
“Hani unutmuştun?” 
“Sen anımsattın!” 
“Tüh, kaçırdım fırsatı.” 
“Daha çok fırsat çıkar karşına. Sana okuyacak bir şey var mı?” 
“Var, bir sürü mizah dergisi, seyahat dergisi ve e-kitabım yanımda.” 
“Tamam o zaman.” Dergiye dalamasa da biraz kafasını rahatlatmıştı. İlginç bir iki de yazı okumuştu. Ne de olsa henüz ekip kaynaşamamış, uyku mahmurluğunu üstünden atamamıştı. En geç yarın hepsinin sesi yükselecek ve eğlence asıl o zaman başlayacaktı. Uzun turların olmazsa olmazı buydu. 
Kahvaltı için indiklerinde ilk önce tuvaletlere koşturanlar ve uyuşan bacaklarını açmak için yürüyenler de gezilerin vazgeçilmeziydi. Açelya ise kaptanla bir süre konuştuktan sonra abisinin tuttuğu kapıdan girdi içeri.  
Tabağına yiyeceklerini aldı. Kasaya yürürken üç önünde Şanal’ı fark etti. Hemen arkasında duran abisi iki tepsi birden dolduruyordu. Şule bir masaya oturmuş belini tutuyordu.  
“Zorlanmayacağından emin misin? Baksana daha şimdiden belini tutuyor.” Sesi tedirgindi. Kenan ondan daha rahattı.  
“Koltuk pek rahat değil, uyuşmuş her yeri. Söylenip duruyordu indiğinde.” 
“Ağrısı falan olursa gerçekten hamile kartını oynasın, kimse bir şey demez.” 
“Merak etme, benim de gözüm üstünde. İlerle.” 
Masada karşılıklı oturuyorlardı. Kafasını her kaldırdığında bakışları karşılaşıyordu. Hep bakıyor muydu yoksa defalarca kez denk mi gelmişti? Aklı karışmıştı. Hızlı hızlı yiyerek masadakilere iş başı yaptığını söyledi ve kalktı.  

Gün boyu Kocaeli’nin Saklı Gölü,  Kefken sahilini, Sapanca meşeliklerini gezmişler, bol bol fotoğraf çekmişler, güneşin bir görünüp bir kaybolması ile farklı ışıkları kullanıp keyifli bir gün geçirmişlerdi. Öğlen yemeğinden sonra akşam yemeğinde de Açelya ailesinden ve Şanal’dan uzak bir yere oturmuştu. Şanal’ı uzaktan izlemeye devam ettiğinin farkındaydı. Yanında oturan Münir’in sorularına dikkatsizce yanıt veriyordu. Şanal ise iki bekar genç kadından biri ile yan yana oturmuş, sohbet ediyordu. Sena ve Esin kuzendi. Ne konuştuklarını duymasa da bol bol güldüklerinin farkındaydı. O da gülecekti. Hem neden gülmeyecekti ki? Münir zaten önceden de tanıdığı biriydi ve eğlenceliydi. Biraz daha orada oturup muhabbetin tadını çıkarttı 
Şanal yeni makinesi için bilgileri gerçekten de genç ve bekar bir kadındın aldığını fark edip Açelya’nın ne düşündüğünü anlamak istedi. Uzun masanın diğer ucuna baktığında onun yanındaki erkekle hararetli bir konuşmaya daldığını görüp sinirlendi. Ne konuşuyorlardı? Ona neydi ki? Ona bir şeydi. Ona çok şeydi. Artık inkara gerek yoktu, yıllardır aklı fikri Açelya ile doluydu. Şule bile anlamış, yüzlemişti, neyin inkarındaydı? 
Afiyet olsun diyerek kalktı masadan. Lobide şömine yanıyordu. Kaloriferler de sıcaktı. Akşamın ayazını kırmıştı. Cam kenarındaki koltuklardan birine oturup kitabını açtı. Açelya, ortalıkta dolaşıyor, oda sorunu olanların sorunlarını hallediyordu.  
Henüz Kenan ve Şule gelmediği için Sena ile Esin yemekten sonra ona katılmak istediklerini söylediğinde geri çeviremedi. Esin, Rusya’da ne iş yaptığını öğrenince çok ilgilenmiş, konuşmaya dalmışlardı.  
“Şanal?” Sena sesleniyordu.  
“Efendim?” 
“Sorumu duydun mu?” 
“Özür dilerim, duymadım. Ne sormuştun?” 
“Rusya’da sevgilin var mı, diye sormuştum.” 
“Rusya’da yok.” 
“Burada var yani?” 
“Evet, burada var.” 
Açelya, arka sıradaki koltukta oturuyordu ve kulak kabartmış dinliyordu. Sena,  Şanal’a “Şanslı kız.” demişti. Bir süre sonra da kalkıp başka yere oturmuşlardı. Esin’in konuşmaları genç adamı rahatsız etmese de kuzeninden hoşlanmamıştı. Kızlar gidince Açelya oturduğu yerden kalkıp onun yanındaki koltuğa oturdu. O arada abisi ile yengesi de salona girmişti. İçi içini yiyor, meraktan deliriyordu. Gerçekten burada sevgilisi var mıydı? Ne zaman tanışmıştı? Merakını engelleyemedi, eğilip kulağına, “Kimmiş burada olan sevgili?” diye sordu.  
Şanal o cümleyi kurduğu için pişman olsa da açıklayabileceğini biliyordu. “Yok kimse ama bunu ona söyleyecek değildim elbette.” 
Rahatlamıştı. Hem de çok... “Akıllı çocuk. Ben de öyle düşünmüştüm. E anlat bakalım, nasıl geçiyor Rusya’da günler? Sevgilin yok mu gerçekten orada?” 
“Aslında Sibirya’daydım biliyorsun. Daha soğuk bir yer ve şantiye ile ev arasında geçti zamanım. Son altı ayın tüm biriken tatillerini kullanıyorum. Benim denetimimde olması gereken bölüm neredeyse bitti.” 
“İşin bitti mi yani? Dönmeyecek misin?” İlk kez bu konuları direkt kendisi soruyor, irdeliyordu.  
“Bitmedi, şimdi bir başka ekip çalışıyor. İki ay kadar sonra benim işim başlayacak yine. Tabii aksilik olmaz ve süre uzamazsa.” 
“Sonra?” 
“Sonra derken?” 
“Yani daha ne kadar orada kalacaksın? Dönmeyecek misin?” 
“Bilmiyorum. Aklımda bir şeyler var ama henüz hiçbir adım atmadığım için ne ne yapacağımı ne de ne zaman biteceğini bilmiyorum. Şimdilik belirsizlik çok anlayacağın.” Tur bitmeden belirleyeceğini umuyordu. Niyetini açık etmeden ne kadar inceleyebilirdi Açelya’yı? 
Kenan, ikisinin konuşmasını bölmemiş, Şanal’ın konuşurken ara ara kız kardeşine bakışındaki anlamları çözmeye çalışmıştı. Şule’nin de bu bakışları yakaladığının ve o yüzden sessiz kaldığının farkındaydı.  
“İki ay çok uzun değil mi?” İşte başlamıştı Şule sorularına.  
“Uzun ama orada kalıp ne yapacaktım? Hiç olmazsa ülkeme döndüm. Bak tatile bile çıktım.” 
“Sonra ne yapacaksın?” 
“Bilmiyorum. Bir şeyler var aklımda ama henüz net değil.” 
 “Yıl başında buradasın o zaman? Programın var mı? 
“Buradayım. Henüz ne yapacağıma karar vermedim.” 
“Sevgili yaparsan Fransa’ya gel. Paris’e yakınız. Yılbaşını birlikte Paris’te kutlarız.” 
“Bilmiyorum, bakarız.” derken Kenan araya girdi. “Tamam, sıkıştırma çocuğu. ” 
“Sıkıştırmıyor. Sadece benim de henüz bilmediğim şeylerin yanıtını istiyor.” 
“Hep bunu yapıyor. Benim ne istediğimi de benden önce çözer ve yönlendirir.” 
“Şanslı adamsın.” 
“O da şanslı ama.” 
“Kesinlikle öyle. Sizi böyle görmek insanın umudunu arttırıyor.” 
“Bir de kavgamızı gör o zaman!” 
“Kavgasız olmaz. İyi bir ilişki inişli çıkışlı, biraz kavgalı gürültülü olmalı. Düz bir çizginin heyecanı olmaz.”  
“Tecrübe nereden?” Açelya sormuştu bu kez. 
“Annemle babamdan.” 
“İyi örnekten o zaman. Onlar da bizimkiler gibi çok mutluydu.” 
“Öyle, çok mutluydular.” 

Açelya, herkes salona gelince ertesi günün güzergahını anlatmak için yanlarından ayrıldı. Kısa bir iki sorudan sonra herkesi rahat bırakmıştı. Sabah dokuza kadar sorun çıkmadığı sürece rahattı. Otel, çok özelliği olan bir yer değildi. O yüzden eğlenmek için bir kısım katılımcı oyun odası denilen yere geçmişti. Okey, tavla ve bilardodan oluşan oyunlar çoğunu cezbetmemiş, lobide kalıp konuşmayı tercih etmişti. Hemen hepsi ellerinde makineleri, çektikleri resimleri ya inceliyor, ya birbirine gösteriyor ya da yedekliyordu.  
Şanal da lobide kalanlardandı. Şule ile Kenan odalarına erken çıkmışlardı. Şule biraz ayaklarını havaya kaldırmak istediğini, dinlenirse yeniden aşağı ineceğini söylemişti. Pek tahmin etmediği için iyi geceler demişti bile Açelya. Şanal, zaten daha geceyi bitirmeyi düşünecek gibi gözükmüyordu. Bu kez yanında iki erkek vardı. Onlarla konuşuyor, bazen uzun süreli dinliyordu. Fark üç erkeğin de fotoğraf makinelerinden ellerini çekmiş olmaları idi. Yeni makine aldığını söylediği için konunun fotoğrafçılık olacağını düşünmüştü.  
Onları uzaktan izlerken Şanal’ın bakışlarına yakalanmıştı.  
“Gel, gel, dinlen biraz.” 
“Muhabbetinizi bozmayayım.” 
“Bozmazsın. Gördüğümüz yerleri anlatıyorduk Şanal’a. O da bize Sibirya’yı anlatıyordu. Sanırım senden bir Sibirya turu isteyebiliriz.” 
“Trenle?” 
“Tren?” 
“Duymadım demeyin. Eğer öyle ise bu benim için büyük sürpriz olur. Muhteşem bir tur. Bir kere katılmanın eşiğinden dönmüştüm. Başka bir iş çıkınca gidememiştim. Tabii tüm turu, yol üstündeki her yeri detaylıca çalışmıştım. Kısmet diyelim mi?” 
“Demeyelim. Dur bir dakika.” Genç adam ayağa kalkıp lobideki tur arkadaşlarına seslendi.  
“Arkadaşlar, şu an burada çok önemli bir şey konuşuyoruz. Şanal, Sibirya’da gemi mühendisi olarak çalışıyormuş. Tam bize coğrafyanın güzelliklerini anlatıyordu ki, Açelya, tren turu olduğunu söyledi. Böyle bir tura katılmak isteyen olur mu?” 
Bir anda eller havaya kalkmış, daha önce gidenler güzellikleri anlatmaya başlamış, uzaklarda oturanlar daha yakına gelmişti. Böylece büyük bir grup halinde oturmaya başlamıştı katılımcılar. Konu konuyu açmaya başlayıp, fikirler uçuşunca Açelya not alma ihtiyacı hissetti. Telefonunun not kısmına istediği hızda yazamayacağı için çantasından defterini çıkarttı. Kalemi ararken Şanal kalem uzattı.  
“Aklımda.” 
Yakında oturanlar bir an susup baktılar. Sonra konuşmalarına devam ettiler. Yeni çaylar, kahveler ve mis gibi tarçın kokan salepler dağıtılmıştı. İlk gece için tahmininden daha sıcak bir ortam olmuştu. Notlar alıyor, soruları yanıtlıyor, gülüyor eğleniyordu. Şanal onu izlerken mutluydu. Yemekte konuştuğu adam ile bir daha özel bir ortamda konuştuğunu görmediği için de mutluydu. Hatta onunla aynı ortamda olduğu için bile mutluydu. Bunu artık onun da bilmesini istiyordu. Bu gezi bitmeden Açelya’nın duygularını anlamayı umuyordu.  
Açelya notlarını almış, ocak ayının son günü başlayan tura katılacakların sayısını belirlemişti. Sonradan ilave olacaklar için de ek kontenjan belirlemişti. O tarihlerde Sibirya’nın nasıl olacağını Şanal’dan öğrenmişti. Yeni konular açılınca kalemi iade etti.  
“Aklımda.” 
Yine anlık sessizlik. 
“Siz ladese mi tutuştunuz? Hala lades oynayan var mı yahu?” 
“Evet, ladese tutuştuk.” 
“Bütün tavuk yiyen de varmış. Çok iyi ya. Biz de yapalım. Kim kazanacak gibi?” 
“Bu gidişle ben kaybedeceğim, onu tura çağırmak hiç akıllıca değil. Aklımı işe mi vereyim, Şanal’a mı vereyim bilemiyorum.” 
“Ne zamandır yenişemediniz?” 
“Üç yıl bitmek üzere.” 
“Üç yıl mı? Siz ne zamandır çıkıyorsunuz?”  
İkisi birden, “Biz çıkmıyoruz!” deyince gruptan bir uğultu yükseldi.  
“Komşuyuz biz. Çocukluktan beri karşılıklı evlerde oturuyoruz.” 
“E daha iyi ya, her şeyinizi biliyorsunuz. Tanışmanın o sıkıntılı evresine ihtiyaç yok.” 
“Evet ama biz hiç öyle düşünmedik.” Açelya açıklamaya çalışırken bir şeyleri tamamen yok etmek istemediğini fark edip sustu. Tam o sırada garson boşları toplamaya gelince de konu kendiliğinden kapanmış oldu. Şanal bu fırsatı değerlendirebileceğini bilse de herkesin içinde konuşmak istemiyordu. Belki sonra başka bir fırsat bulurdu.  
O an aklına gelen ile ikisini de biraz rahatlatacağını biliyordu.  
“Açelya, sana bir teklifim var.” 
Teklif kelimesi içinde kıpırtılar yarattı. Sadece bir an sonra bunun tahmin ettiği şey olmayacağını anlayıp gülümseyerek baktı. “Söyle.” 
“Şu lades olayını berabere diyerek bitirelim mi? Sen itiraz etmeden şunu söyleyeyim. Senin iş ortamında olman dikkatini başka konulara yöneltmen beni avantajlı duruma getiriyor. Bundan faydalanmak istemiyorum. Ben böyle düşünüyorum diye de sen avantajlı duruma geliyorsun. Bundan da senin faydalanmanı istemiyorum. Ne diyorsun? Berabere diyelim mi?” 
“Tamam.” 
Sanki aralarındaki büyük bir bağı kopartmış gibi hissediyordu. Oysa basit bir oyundu ama hep onu düşünmesini sağlayan kalın bir bağ gibiydi. Şimdi ise artık o bağ yoktu. Düşünmek için mazereti yoktu. Peki düşünmeyecek miydi? Saçmalama dedi kendine. Aklından çıkmayan birini düşünmemesi mümkün müydü? 
Şanal onun rahatlamasını beklemişti. Yüzündeki ifadenin rahatlamadan çok sıkıntı olmasını hiç anlamamıştı. Kendi içinde de bir sıkıntı vardı. Neden bunu teklif etmişti? Aslında tüm söylediklerinde samimiydi. Hem geziden daha çok keyif alacak, hem de oyun olmadan rahatça onunla ilgilenecekti. Evet, artık etraflarındakilerin de haklarında vardıkları yargıya güveniyordu. Onlar yakışıyordu. Birlikte olmalarında bir sakınca yoktu. Hatta çok iyi olacaktı. Bu akşam başlayacaktı yeni yol haritasına göre ilerlemeye.  
Saat on biri gösterirken artık herkes günün yorgunluğunu hissetmeye başlamıştı. Bir iki kişi odaları ile ilgili küçük sorunları otel görevlilerine ve Açelya’ya bildirmiş, çözüm bulunmuştu.  
Şanal ve Açelya’da odalarına gitmek için ayaklandılar.  
“Yorucu oluyor mu bu turlar senin için? Yoksa alıştığından fark etmeden mi yaşıyorsun günleri?” 
“Bazen çok yoruluyorum. Bazen de dediğin gibi hiç fark etmeden bitiyor günler. Bu grup şimdilik sorunsuz gözüküyor. Herkes iyi vakit geçirmek, birbirine yük olmamak için çabalıyor. Tabii yarın kahvaltı sonrası otobüsün hareketinde anlayacağız. Geç kalanlar olursa bil ki hep geç kalacaklar.” 
“Tüm dert o olsun.” 
“Öyle. Sen nasıl buldun ilk günü?” O arada asansör gelmiş, binmişlerdi. 
“Tahminimden güzel geçti. Burnumuzun dibinde bir şehrin ne çok bilmediğimiz güzelliği varmış. Tabii son yıllarda yurt dışında olmam da etkili diyerek sıyrılabilirim ama ondan önce de görmemiş olmamın mazereti yok.” 
“Daha ne güzellikler göreceksin. Tabii bir Sibirya değiller ama emin ol hiç aramayacaksın.” 
“Aramıyorum zaten. Orada yaşamak artık eğlenceli değil.” 
“Dön o zaman.” O kadar hızlı ve içten söylemişti ki Şanal ona uzun uzun baktı.  
“Döneceğim.” Evet, kesinlikle dönecek ve bu kızla evlenecekti. Aklında olanları ona söylemek yerine açılan kapılara yönlendirmek için hafifçe belinden tutmuştu. Bu kadarcık temas bile aklını başından alacaktı. Uzun zaman bir kadınla birlikte olmaması etken miydi? Hayır, uzun zaman kimseyi istememiş olması etkendi. Nedenini artık biliyordu. Onu istiyordu! 
Açelya, koridorun neden o kadar sıcak olduğunu anlamamıştı. Ter basmıştı bir anda. Belki de sadece o temas yüzünden bu kadar sıcak hissediyordu. Aşağıda yapılan konuşmalar zaten aklının büyük kısmını kaplayan düşünceleri harekete geçirmişti. Kalbinin de büyük bölümü işbaşı yapmıştı. Heyecanlı olduğunu kabul etti. Aynı katta, yan yana odalarda kalıyorlardı. İlk oda Şanal’ın odasıydı. Ama o orada durmak yerine yan kapıya kadar yürümüştü.  
Açelya, şaşkın bakışlarla ne yapacağını izliyordu. Kapı kartını takıp kolu çevirdi. Açık kapının önünde dönüp bir adım uzakta duran Şanal’a baktı. “İyi geceler.” 
Şanal o bir adımı attı, sadece çenesini kaldırdı ve bu kez şüpheye yer vermeyecek netlikte dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı. “İyi geceler.” dedi ve odasına yürüdü.  
Çok küçük, çok hafif, çok etkili... işte öpücüğün tarifi tam da buydu.  
Kapıyı kapatıp cama yürüdü. Uyuyabilecek miydi? Elbette uyuyacaktı. O ergen miydi? Küçük bir öpücüğü abartacak değildi. Hissettiklerini abartmalı mıydı? Ama abartmıyordu, gerçekten heyecanlanmıştı.  
***** 
İkinci günün sabahı tahminlerinin aksine herkes erkenden kalkmış, kahvaltılarını yapmıştı. Otelle ilişiklerini kesenler ve bu işi bile bitirip çay kahve keyfi yapanlar Açelya’yı çok mutlu etti. Kendisi bu durumda geç kalmış sayılırdı. Etrafına kısa bir bakış atıp abileri ile Şanal’ı bir arada görünce yanlarına yürüdü.  
“Günaydın, geç mi kalktın.” 
“Biraz. Uyku tutmadı.” der demez pişman olmuştu. Neden uyku tutmadığını abisi ya da yengesi sorabilir ama Şanal direkt anlayabilirdi. Şanal, o ara sanki çok önemliymiş gibi makinesine dalmıştı. Ya duymamış, ya da duymazdan gelmişti. Hangisi daha iyiydi? Düşünmeyecekti. Kahvaltılık bir şeyler alıp tekrar yanlarına döndü.  
Otobüse bindiklerinde bir süre yerine oturmadan dar koridorda yürüyüp herkesle tek tek konuşmuştu. Şimdilik sorun gözükmüyordu. Yoğun bir gün olacağı için sürelere uymaları için son kez uyardı. Eğer herkes hemfikir olursa bazı yerleri listeden çıkartıp diğer yerlerde daha uzun süre kalabileceklerini önceden söylemişti. Kimse yanaşmamış, gerekirse benzer bir tur ile yeni bir çekim günü ayarlayacaklarını söylemişlerdi. Düzce içinde görülecek yer çok fazla olduğu için hepsi yeniden geleceklerinden emindi. Turun asıl gayesi Ilgaz’da kayak tatili yaparken fotoğraf çekmek olduğu için ilk günlerin kısa ziyaretlerinden rahatsız değillerdi. Nihayet yerine oturduğunda Şanal’ın alaycı bakışı ile karşılaştı.  
“Ne?” 
“Bir ara başka koltukta oturmaya karar vereceksin sandım.” 
“Neden öyle bir şey yapayım?” 
“Bilmem. Uykunu kaçırdığım için olabilir mi?” 
“Sen kaçırmadın uykumu. Yatağım rahatsızdı.” 
“Benimki çok rahattı.”  
Ne demekti bu? Hayır, o demek değildi. Öyle bir şey dememişti Şanal. Demiş miydi? Bu kez soru dolu bakışlarla bakan Açelya oldu.  
“Çok iyi uyudum demek istedim. Sen ne sandın?” 
“Ne sanacağım? Ben de öyle dediğini düşündüm.” Yalancı...  

Düzce’nin bilinen bilinmeyen doğal güzellikleri ile geçen ilk yarım gün herkesi çok mutlu etmişti. Öğlen yemeğinde ailesi ile oturmayı istese de her gün farklı bir masada oturmayı müşterilerine saygı olarak gördüğünden yine yeni bir grupla oturdu. Herkes şimdilik memnundu. Yemek sonrası çay-kahve içecek kadar vakit olduğundan bu kez ailesinin yanına gitmeyi tercih etti. Şanal ona limonlu çay almıştı. Birbirlerinin alışkanlıklarını bildikleri için çok şaşırtmamıştı.  
“Teşekkür ederim. Nasıl gidiyor? Epey ilerlettin sanırım fotoğrafçılığı.” 
“Herkes çok yardımcı. Arada ne dediklerini iyi anlayamasam da sabırla öğretiyorlar.” 
“Çektiklerinin çok güzel olduğunu söyleyenler var. Ben de görmek istiyorum.” 
Şanal bir an panik olmuştu. Bunu da Açelya fark etmişti. Nedenini anlamasa da gözlerindeki tereddüdü kendine güvenmemesine yormuştu.  
“İstemiyorsan gösterme. Kendini ne zaman yeterli görürsün o zaman bakarım.” 
Şanal, onun böyle düşünmesinden hiç rahatsız olmamış, aksine rahatlamıştı. “Tamam. Ben sana güzel bir dosya hazırlarım. Ne de olsa amatör olan benim. Belki fotoğraflarımı kullanırsın.” 
“O kadar iyi çektiğini düşünüyorsan niye göstermiyorsun.” 
“Henüz değil.” Yakalanacaktı. Bulduğu her fırsatta Açelya’yı çekmişti ve o fotoğraflarına baktığı an kendi resimlerini de görecekti. Birileri ile konuşurken, bir yerlere beğeni ile bakarken, yardım ederken, düşünürken, gülerken, hatta bugün buz gibi sudan eli ile içerken de çekmişti. Kenan yakalamıştı onu.  
“Ben de istiyorum bu pozdan.” demişti. Şanal, artık kendini gizlemeyeceği için, rahat bir tavırla, “Ona söylemezsen veririm.” 
“Sen söyleyene kadar ağzımı bile açmam.” 
“Genelde abiler, yumruk sallamaz mı?” 
“Bu kişi sen olunca bu abinin yapacağı tek şey niye bu kadar geç kaldın diye kafanı duvara vurmak olur.” 
“Ben bile yeni anladım. Sen neyin geç kalmasından bahsediyorsun?” 
Aşk uykuya benzer. Beklemekle gelmez, gelince karşı koyamazsın. Erken uyanırsan mutsuz olursun, çok uyursan tadı kaçar.” 
“Güzel söz. Kim demiş.” 
“P.S. I Love You filminden bir replik. Şule beni uyandırmak için söylemişti. Ben de sana satıyorum.” 
“Ondan emin olmam lazım. Aksi halde hem onunla hem de seninle olan arkadaşlığımı kaybedebilirim. Hata kaldırmayacak kadar hassas bir durum.” 
“Teşekkür ederim.” 
“Niye?” 
“Öncelikle kardeşime, sonra da bana verdiğin değer için. Hata yapmayacağını biliyorum da ona nasıl anlatacaksın?” 
“Bir fırsat bulacağımdan eminim.” 
“Bulamazsan yarat. Ben seni destekliyorum.” 
“Teşekkür ederim. Bu benim için gerçekten çok kıymetli.” 
Şanal konuşmayı anımsayınca gülümsedi. Yan koltukta oturan çifte baktı. Şule başını kocasının omzuna yaslamış hafif sesle bir şeyler konuşuyor, bir yandan da farkında olmadan karnını okşuyordu. Hamileliği belli olduğu için bu hareketi kimseyi şaşırtmıyordu.  
“Açelya, dün konuştuğunuz Sibirya turunu yapacak mısın gerçekten?” 
“Akşam biraz araştırdım. Ekip ile bu akşam konuşacağım. Bir haber bekliyorum tur şirketinden. Şu an Ocak ve mart ayı için boş yer var.  Ocak için belirsiz bir rezervasyon yaptım. Başka bir tur iptal olmuş. Tabii benim gibi fark edip aynı günler için tur düzenleyecek başkalar da olabilir. Fakat genelde turlar çok önceden ayarlandığı için şimdilik en kuvvetli aday biziz. Tabii sayı ile ilgili de durumlar var. Herkesin zamanı ve maddi durumu uymayabilir. On kişinin altında bir tur da hem tatsız hem de çok pahalı olur. Konuşacağım bakalım ne diyecekler?” 
Şanal ocak ayını düşündü. Kendisi ne yapacaktı?  
“Beni de yaz listene.” 
“Sen zaten oradasın!” 
“Ama trenle hiç gezmedim. Değişiklik olacak.” 
“Tamam, sevindim.” Bu ocak ayında görüşeceklerini, sonra yine belirsiz bir süre görüşemeyeceklerini bildiren bir durumdu ama yine de sevinmişti.  
Kısa sürede bir tur daha. Üstelik bu kez de tren gibi kısıtlı bir ortamda. İşte bu çok hoşuna gitmişti. Artık uzak durmaya çalışmayacaktı. Otobüs saati geldiğinde tuvaletten geç gelen bir kişi hariç herkes hazırdı.  
Düzce’nin görmeye değer yerlerini gezmişler, Aydınpınar ve Güzeldere Şelalesini, Kurugöl Kanyonunu, Fakıllı ve Sarıkaya Mağarasını, Konuralp Antik Tiyatrosunu, Dadalı Köyünü gezmişlerdi. Köyden bol bol organik ürünler almışlar, bagajı yiyecek poşet ve sepetleri ile doldurmuşlardı. Çoğu keşke dönüşte de uğrasak, bunları yol boyu yer bitiririz deyip duruyordu.  
“Tamam, bir şeyler düşünürüz.” demişti Açelya. Belki kısa bir sapma ile köye yeniden uğrayabilirlerdi ama saat önemliydi tabii.  
Otele gitmek için son kez otobüse bindiklerinde herkes yorgun ama mutluydu.  
Açelya, telefonuna gelen mesajı okuduğunda yüzü aydınlandı. Haber güzeldi.  
“Seni ilk sıraya yazdım.” 
Sonra mikrofonu eline almış ve grubu Sibirya turu ile ilgili bilgilendirmişti. İlk anda onay veren on beş kişi olmuştu bile. Kalanlar da akşama yanıt vereceklerini söyleyince içi rahatlamıştı.  
“Bu tura biz de gitseydik çok güzel olurdu. O tarihte Fransa’da olacağız.” 
“Başka zaman ayarlarız. İlk turu ben de güzergahı öğrenmek için yapmış oluyorum.” 
“Sen önceden gidersin belki.” 
“Çok yoğunum. Ben de herkesle birlikte öğrenirim. Tabii katılanlardan farklı olarak bir sürü yazı okuyacak, video izleyeceğim. Ne de olsa işim!” 
“Şanal anlatsın sana.” 
“O da tatilde. Ben araştırırım.” 
“Anlatırım. Her fırsatta aklıma gelenleri not edeyim, sana turların bilemeyeceklerini aktarırım.” 
“Teşekkür ederim. Çok işime yarar.” 
“Tamam, anlaştık. Hadi artık otur, dinlen otele gidene kadar.” 
Açelya, oturduktan kısa süre sonra yorgunluğun ve uykusuzluğun etkisi ile dalmıştı. Şanal, başının omzuna düşmesini beklese de hiç kıpırdamadan, hatta neredeyse nefes bile almadan uyuyan genç kadını izledi. Büyük ihtimalle yabancıların olduğu ortamda denetimli uyumaya alışmıştı vücudu. Şansına küfredip kulaklığını taktı.  
Otelin grup için canlı müzik ayarlamış olması çok hoşlarına gitmişti. Yörenin iki genci gitar çalıp şarkı söylüyordu. Yorgun ekip canlanmış, yetmişli yılların şarkıları ile coşmuştu. Yine de geç olmadan dağılmaya başlayanlar yüzünden müzik on bir gibi bitmişti.  
Otelin müdürüne teşekkür eden Açelya, ileride yapacağı turlar için bu hareketin artı puan hanesine yazıldığını bir şekilde belli etti. Hem yemekler hem de hizmet kalitesi zaten çok iyiydi.  
Odasına çıkmadan önce yine lobiye uğramıştı. Bu kez Şanal ile birlikte çıkmayacaktı odasına. Zaten aynı katta kalmıyorlardı. Lobide sadece üç kişi vardı. İki bekar genç kadın ve Şanal... Hararetli bir konuşmaya dalmışlardı. İlk gün konuştuğunu gördüğü genç kadın ikili koltukta Şanal’ın hemen yanında oturuyordu. Önlerinde boşalmış şarap kadehleri vardı.  
Açelya yanlarına gitmek yerine odasına çıkmayı tercih etti. Sinirlerinin daha çok bozulmasına ihtiyacı yoktu. Şanal hakkında yanıldığını düşünüyordu. Ne de olsa çocukluk arkadaşıydılar. Elbette yakın davranacaktı. Onlara farklı anlam yüklemek kendi hatasıydı.  
Bu gece de uykusuz kalacağını sanıyordu. Otobüste kısa süre kestirmek dinlendirmişti. Odasına gitmeden sıcak salep aldı. İçince daha rahat uyuyacağından emindi. Öyle de oldu. Yarım saat kadar yatağında dönüp durduktan sonra derin bir uykuya daldı.  

Sabah herkesten önce inen Açelya olmuştu. Önceki gece gördüklerinden sonra bu sabah kendini toparlamış, biraz daha fazla makyaj yapıp silahlarını kuşanmıştı. Saçını açık bırakmış, uzun bir tülbent ile kulaklarını kapatmıştı. Yakıştığını bildiği için ara ara yaptığı modeli aynada incelerken yine güzel olduğuna karar verdi. Her görenin iltifat etmesi ile istediği havayı yakalamıştı. Şanal yüzünden tadını kaçırmayacaktı.  
Şanal, restoran kısmını bakışları ile taramış, Kenan ile Şule’yi görmüştü. Açelya yoktu ortalıkta. Akşam da görmemişti. Nerede olduğunu anlamaya çalışarak tabağına kahvaltılıkları alıp arkadaşlarının yanına gitti. Masaya gidene kadar kendi turunda olanlarla ve göz göze geldiği bir iki yabancı ile selamlaşmıştı. Açelya hala yoktu görünürde.  
Akşam biraz baş başa kalacaklarını düşünürken kendini diğer iki kadınla konuşurken bulmuştu. İlginç bir durum vardı ve bunu Açelya’ya anlatamayacağı için kendisini onlarla görmediğini umuyordu.  
“Günaydın. Afiyet olsun” 
“Günaydın. Sağ ol.” 
“Açelya kalkmadı mı?” 
“Kalktı. Otel müdürü ile kahve içiyor.” 
“Niye?” Boş bulunmuştu. Niye böyle bir soruyu abisine sormuştu ki.  
“Akşam, eğlence için teşekkür etmiş. Şu canlı müzik olayına. Adam da bu sabah bir sürü fikri olduğunu, biraz konuşmak istediğini söylemiş. Bizim kız da kabul etmiş.” 
“Ne fikri varmış otel müdürünün?” 
“Ne o kıskandın mı?” 
“Hayır, tabii ki kıskanmadım. Merak ettim sadece.” 
İkisi de Şanal’a gülerken o da hırsla tabağındakileri yiyordu. Şule, Kenan’ın kulağına eğilip, “Bunlar ne ara bu kadar aşık oldu?” diye sormuş, kocası da, “Sanırım üç yıl önce.” demişti. O yılbaşı yemeğindeki bakışmalarını anımsıyordu. Kendisi de yeni evli olduğu için herkesin aşık olmasını, mutlu olmasını istediği zamanlardaydı.  
“Açılmazlarsa birbirlerini tüketecekler.” 
“Bırak biraz kıskansınlar. Zaten hata yapmalarını önleyecek birileri var yanlarında.” 
“Aslan kocam be, nasılda korur ikisini de!” 

Açelya, kahvesini bitirip, ilgisine teşekkür ederek ve yeni çalışma planına oteli dahil etmek için çaba göstereceğini söyleyerek odadan çıktı. Dışarıda toplanmış olan ekibin otobüse doğru hareket etmesi üzerine kendisi de salonu kontrol edip peşlerine takıldı. Koltuğuna oturmadan önce sabah rutinini yapmış, bilgileri aktarmıştı. Günün büyük bölümü Yedigöller bölgesinde geçecekti. Daha önce gitmiş olanların da verdiği bilgilerle seyahat başlamıştı. Nihayet yerine oturduğunda Şanal’ın asık yüzünü fark etti.  
Ne o? Rahatsız mısın?” 
“Hayır.” 
“Yorgun?” 
“Hayır, iyiyim.” 
“Tamam.” O da sessizce oturmuş yolu izliyordu. Karlı bir ortama geldikleri için otobüsün kliması biraz daha yükselmişti. Manzara çok keyif verebilirdi, yanında somurtan Şanal olmasaydı. Konuşmuyor, okumuyor, hatta müzik bile dinlemiyordu. Açelya yine dayanamadı. 
“Sorun ne? Başka yerde oturmak istiyorsan geçebilirsin.” Sonra başını çevirip kızların olduğu yere baktı. İki kız hararetli bir konuşmaya dalmıştı. Etraflarında boş yer yoktu ama arka koltuklarda yer vardı. Belki böylesini tercih ediyordu.  
“Niye başka yerde oturacağım? Sıktım mı seni?” 
“Hayır da bu suratsızlığın uzak kalmaktan diye düşündüm.” 
“Kimden uzak kaldım? Ne diyorsun anlamıyorum.” 
“Kim mi? Selin ile akşam çok samimiydin. Belki konuşmaya devam etmek istiyorsundur. Burada oturmak zorunda hissetme kendini.” 
“Esin... Yerimden memnunum.” Kıskanıyordu. Açelya onu kıskanıyordu. Emindi artık. “Gitmek istesem giderdim. Başkaları nasıl gidiyorsa, ben de giderdim.” 
Vayyy kim gidiyor? Yeni aşklar mı başlıyor. Hiç fark etmedim.” 
“Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Akşam ayrı gittin bürosuna, sabah ayrı. Artık sık sık tur düzenlersin buraya.” 
“Ben mi? Kimin... Aaaa sen müdürle görüşmemi diyorsun. E ama bu benim işim.” Kıskanıyordu. Şanal onu kıskanıyordu. Gülmemek için kendini tuttu.  
“Biliyorum. Ama bu iki kez konuşmanı anlamamı sağlamıyor. Sabah sabah görmeden çıkamadın mı otelden.” Saklamaya uğraşmadığı bir kıskançlıkla konuşuyordu. Açelya gülerek dinliyordu. Öyle sevimli gözüküyordu ki gözüne, elini uzatıp yüzünü okşayacaktı, zor tuttu kendini.  
“Çıkamadım. Hem önümüzdeki ay da göreceğim.” Bir an susup kararan yüzünü izledi. Daha fazla kızdırmayacaktı. “Tabii bu tarz turlar çok olmayacak ama Düzce’yi de mutlaka tura dahil edeceğim. Çok güzel yerler var ve herkesin görmesini istiyorum. Üstelik çok da yakın İstanbul’a. Her turda eğlence olabileceğini de konuştuk. İki kişilik bir ekibin nasıl eğlendirdiğini gördük. Bence güzel iş yapacağız onlarla.” 
“Sadece iş diyorsun yani?”  
“Sadece iş. Başka ne olabilir? Ve daha önemli bir soru, niye merak ettin?” Gözlerinde sevgiyle bakıyordu. Şanal o gözlere bakıp gülümsedi. Rahatlamıştı.  
“Bilmem, ettim işte.”  
“Anladım. Ben de ne konuştuğunuzu merak ettim, hem de iki kere ama soramadım.” 
“Öyle diyorsun.” 
“Evet, öyle diyorum. Gece yarılarına kadar konuşacak ne buldun mesela? Ben beş dakika konuştum diye kızmaya hakkın yok bence.” 
“Kızmadım.” 
“Ah tabii ya bu kızmamış halin.” 
“Sen benimle kafa mı buluyorsun?” 
Aaa ne ayıp, sadece eğleniyorum.” 
“Birlikte eğlenelim.” 
“Birlikte... olur.” 
Daha fazla konuşamadan otobüs ilk mola alanına girdi. Ağaçlık alana ulaşana kadar yağan kar yüzünden üstleri bembeyaz olmuştu.  
“Ilgaz muhteşem olacaktır. Kayak yapmak isteyenler için büyük fırsat.”  
Şanal, genç kadının saçlarındaki karları silkelerken bir eli de sanki fark etmemiş gibi belindeydi.  
“Taze kar olursa çok iyi olmaz.” 
“Biz gidene kadar ezerler yeni karları. Kayak yapmayı sever misin?” 
“Severim. Sen?” 
“Ben de severim.” 
“Tüh, sana kayak dersi vermeyi planlıyordum. Eğlenceli olurdu.” 
“Başkaları öğretmeni isterse onlara yardımcı olursun.” 
“Delirmedim. Bunu söylerken bile cümlelerin boğazımı kesiyordu.” 
“Hiç de bile. Sana kalmış elbette.” 
“Tamam, bana kalmışsa gel şu güzel ağacın oraya.” 
“Kar yağıyor.” 
“Tamam işte, karda fotoğrafını çekeceğim.” 
Aaaa sonra ben de seni çekerim.” 
“Olur. Hadi bana bir poz ver.” 
“Poz mu? Tamam.” 
Birkaç poz da Açelya Şanal’ın fotoğrafını çektikten sonra önden gidenlere yetişmek için hareketlendiler. Şanal, önlerinde dikkatle yürüyen Şule ve Kenan’ı görünce biraz yavaşladı. Aralarındaki mesafeyi açtı. Sonra sanki düşmesini istemiyormuş gibi Açelya’nın elini tuttu. 
İkisi de sanki hep yaptıkları şeymiş gibi rahattı. Bir ara Kenan’ın dönüp baktığını, ellerini fark edince de gülümsediğini gördüler.  
Gün boyu yüzlerce fotoğraf çekmişti katılımcılar. Göl bölgesinden ayrılmayı istemiyorlardı. Abant’a gidilecek olmasa belki de orada kamp kurmayı tercih edeceklerdi. Abant’a ulaştıklarında hava iyice kararmıştı. Gece manzaralarını fotoğraflamak için anlaşmışlar ve otele yerleştikten kısa süre sonra yine herkes doğaya çıkmıştı. Süre kısıtlı olmadığı için daha rahat hareket ediyorlardı. 

2 yorum:

  1. Yine sürprizini yaptın bravo, bu hikayeni yeni yılın ilk gününde okumak istiyorum sağlık ve mutluluk dileklerimle, hikayelerin ve varlığın hiç eksik olmasın, aytac

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler sevgili Aytaç. Güzel ve sağlıklı yıllara...

      Sil