Genç kız,
baş komiserin odasını terk ederken biraz hafiflemiş gibi hissediyordu. İlk kez
birine şüphelerinden bahsetmişti. Üstelik karşısındaki kadın ilgi ile dinlemiş
ve gerekenleri yapacağını söylemişti. Bu bile rahatlamak için büyük bir adımdı.
Neler olduğunu anlamadığı bir karmaşa içinde ikizi ile arasına giren bir sürü
olay yaşıyordu. Anlatırken aklına gelen küçük küçük anıları da ekleyince
oldukça büyük bir dert olduğunu kavramıştı. Şimdi tek isteği gerekli izinlerin
çabucak alınması ve kardeşinin bu akşamdan itibaren korunmasıydı. Belki
yanılıyordu ama bunu anlamak için kardeşini kaybetmeyi göze
alamazdı.
Telefonun
sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı. Fark etmeden otoparka kadar ulaşmıştı bile.
Arabaya binmeden önce yanıtladı çalan telefonu.
“Merhaba
Fırat.” Neden aramıştı acaba? Uzun süre geçmişti son görüşmelerinin üstünden.
“Merhaba,
geçmiş olsun mu demeliyim, başınız sağ olsun mu bilemedim. Yeni öğrendim
olanları.”
“Teşekkürler.”
Sesinde soru tınıları vardı ve bunu anlayan Fırat, konuşmaya devam etti.
“Şirkete yakın bir yerdeyim. İşin yoksa öğlen
bir yemek yiyelim diyorum. İşin yoksa dedim ama aslında biraz iş konuşmamız
gerekiyor. Müsait misin?”
İşte bu
gerçekten tuhaf bir konuşmaydı. “Anlamadım?”
“Anlamadın
mı? Aç mısın, yemek yerken biraz iş konuşalım mı diye sordum. Bunun neresini
anlamadın?”
Tam, ‘haftalardır
sesin çıkmıyordu’ diyecekti ki kendini tuttu. “Olur, ben de daha yemek yemedim.
Yeri söyle!”
*****
Buluşacakları lokanta şık ve pahalıydı. Arabayı girişe yönelttiği anda
valeler kapıya çıkmıştı. Öğlen yemeği için bile rezervasyon gereken bir yerdi
ama onun için geçerli bir kural değildi. Vale arabayı götürürken kapılar
açılmıştı bile. Görevliler her zaman oturduğu masaya yöneltirken bir misafiri
olacağını bildirip adını verdi. Sonra da etrafa kısa bir bakış atıp tanıdıkları
ile kısaca selamlaştı. Uzun zamandır görmediği bir çiftin masasına uğrayıp kısa
bir konuşmanın ardından masasına yöneldi. Kendisini takip eden görevlinin
sandalyesini tutmasının ardından nihayet yerine oturmuştu. Babasının bu tarz
ortamlardaki kısa süreli ilişkilerin sıcak tutulması ama asla ateşinin
yükseltilmemesi gerektiğine dair söylevlerini anımsıyordu. Zaten iş ortamında
kiminle nasıl konuşulması gerektiğini küçük yaştan itibaren öğrenmişlerdi.
Fazla beklemesine gerek kalmamıştı. Fırat kapıdan girmiş, gösterilen masaya
yürüyordu. Büyük salondaki ihtişama pek aldırış etmediğini belli eden vücut
dili ile o da ortama uyum sağlamıştı. Belki de daha önce babası ile belki de
başkalarıyla gelmişti buraya! Masaya geldiğinde kısaca el sıkıştı ikili. Sedef,
daha fazlasını beklediğini anlayınca kendisine kızdı. Yerine otururken,
“Beklettim değil mi? Küçük bir kaza vardı ve onu aşmak ne yazık ki uzun sürdü.”
diyen Fırat samimi gözüküyordu.
“Önemli değil, ben de beş dakika kadar önce geldim.”
“Toplantın mı vardı?”
“Sayılır, küçük bir işti.”
“Anladım. Burnumu sokmamalıyım.”
“Nasılsın? Yoğun sanırım işler!”
“Evet, bu aralar çok sık şehir dışına çıktım. Hatta bir ara yurt dışında
bir eğitim bile verdik.”
“Ne zaman?” Nedense bu bilgi merakını uyandırmıştı. Yurt dışı dendiğinde
tüm alıcıları devreye giriyordu. Onun bu eğitimler için gittiğini biliyordu ama
tarihleri elbette ki anımsamıyordu.
“Geçen hafta. Amerika'ya gittik. Ne korkunç bir yolculuktu o öyle. Saatler
sürüyor uçakla bile.”
“O zaman Avustralya seyahatinden hiç bahsetmeyeyim.”
“Sakın oraya gittim deme!”
“Yiğit ile birlikte biz de birkaç gün önce oradaydık.”
Fırat'ın yüzü değişmiş, kaşları çatılmıştı. “Yiğit Beyle birlikte mi
gittiniz? Tatil miydi?”
Yanıt veremeden gelen garsona döndü, çoktan ne yiyeceğini seçmişti. Fırat
da isteklerini söyleyip yeniden genç kadına döndü. Ne içeceğini sorup sadece su
yanıtı alınca kendisine de su söyledi. Arkasını yaslandığında genç kadın ondaki
gerilimin farkındaydı.
“Yanıt verecek misin?”
“Yanıt mı? Verdiğimi sanıyordum. Garson da gitti zaten.”
“Garsona değil, soruma yanıt bekliyorum. Tatil miydi?”
Neden ısrarla bunu soruyordu? Genç kadın da onun gibi arkasına yaslandı ve
gözlerine bakarak, “Şu ara işler bu kadar yoğunken tatil için o kadar uzak bir
yeri seçmezdim. Otelimizi ziyaret ettik. Biraz da yeni iş görüşmeleri yaptık.”
“Orada iş yaptığınızı bilmiyordum.”
“Çok fazla ülkede ve kıtada otellerimiz var. Aslında Mine’nin işleri bunlar
ama ben de keyifle yapıyorum. Hatta yeni iş planları yapmaya başladım. Turizm
ilgimi çekiyor.”
“Yeni işinde başarılar o halde.”
“Teşekkür ederim.”
“Yine de onunla seyahat edenin sen olmasından hiç hoşlanmadım.
Mine niye gitmedi? İkisi arasında bir şeyler var sanıyordum.”
“Yiğit’in hayatında Melda var biliyorsun.”
“Hayatında var ama kalbinde olduğunu sanmıyorum.”
“Onun özel hayatı. Kararları o verecek.” Bunu diyen kişinin birkaç gün önce
adama bu ilişki hakkında karar vermesi gerektiğini söylediğini bilmesi biraz
utanmasına neden olmuştu. Fırat’ın anlamaması için gülümsedi ve “Akşama
birlikte yemeğe gidiyorlar. Aralarındaki sorunları aştıklarını iş için gereken
ilişkiyi oturttuklarını düşünüyorum.”
“Umarım öyledir. Onların arasında olanları karşıdan bile hissediyor insan.
Farklılar!”
“Nasıl farklı?”
“İkisi aynı ortamdayken çekimlerini hissetmiyor musun? Yiğit ile seni yan
yana gördüğüm her seferinde aynı etkiyi aradım ama yok. İyi ki yok.” Kafasını
sallayarak “Ben neler diyorum?” dedikten sonra devam etti. “Bak, seni ve senden
yayılan elektriği ayırt edebiliyorum. Aynı şekilde kardeşinin yaydığı ve
özellikle Yiğit varken yaydığı elektriği de anlıyorum. Yani ikinizi karıştırmam
mümkün değil. O yüzden az önce Yiğit ile gittim dediğinde şaşırdım.”
“Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?”
“Soruyor musun?”
“Evet, soruyorum. Nasıl bu kadar eminsin?”
“Bunun yanıtını burada vermem. Şimdi şu gelen yemeklerin tadını çıkartalım.
İş konuşalım. Evet ya, ben iş konuşmak için çağırmıştım seni. Dilersen ve
anlatmak istersen hayatını kaybeden kızdan, karakolda başından geçenlerden de
konuşabiliriz. Dinlerim. Ama güzel şeyler konuşmak istersen onu da anlarım. Bu
lokantayı çok severim. Beğendin mi? Eğer beğenmediysen bir dahaki sefere başka
yere gideriz.”
“İş konuşalım, kötü şeyleri konuşmak istemiyorum. Zaten ne olacağını da çok
bilmiyorum. Sonraki neydi? Tamam, burası! Burası çok beğendiğim bir yer. Şu an
zaten özel masamda oturuyorum.”
“Özel masan mı? Ben de rezervasyonda en iyi yeri verin dedim diye burasını
ayarladılar sandım. Düşünmem gerekirdi.”
“Boşa dert etme. Lokanta bizim zaten.”
“Sizin mi?”
“Evet, neredeyse on yıldır bizim bu lokanta.”
“Özür dilerim.”
“Neden? Neyin özrü bu?”
“Yemek yiyeceğimiz yerin sana uygun bir yer olmasını istemiştim. Sizin
olması çok rahatsız edici. Bir daha lokanta adını önceden söyleyip, size ait
olmayan bir yere götüreceğim.”
“Niye? Burasını ve mutfağını severim. Diğer iki lokantamızın tarzı bana
hitap etmez mesela. Fazla baharatlı mutfakları var onların. Ama her damak
tadına hitap etmek önemli.”
“İki tane daha? Tahminimden azmış.”
“Yeni planların içinde bir tane daha açmak var. Uzun bir hazırlık dönemi
geçirecek ama toplamda dört lokanta olacak. Gıda sektöründe başkalarına
bağımlıyız. Bunu değiştirmeyi düşünüyorum. Organik ürünler yetiştirecek,
yetiştirenlerden temin edecek ve yeni lokantayı o konsepte açacağım. Otellerin
bir kısmını da değiştiriyorum.”
“Çok güzel planlar. Bir iki yıllık takvimin çok dolu olacak galiba?”
“Evet, biraz yoğun olacağım. Babamın yokluğu zaten zorluyor. Bir de ben
yeni iş planları ile bunu arttırmayı düşünüyorum. Kardeşimin bazı şeyleri
satalım teklifini ciddi olarak düşünmeliyim herhalde.”
“Satış mı? Ben bir şeyleri satmayı sevmem. Yine de sizler bilirsiniz
elbette. Bu satış, takvimini biraz hafifletecekse bence sorun yok.”
“İkidir takvimimden bahsediyorsun. Eğitim ile ilgili bir şeyler mi
planlıyorsun?”
“O da var. Hatta bu yemek için bahanem o ama asıl istediğim… Neyse önce
yemeğimizi yiyelim.” İkidir cümlesini tamamlamıyor, sonraya bırakıyordu. Sedef
iyice merak etmişti. O da sipariş verdiği yemeğine döndü. Şefin her zamanki
gibi lezzetli yemekleri ile iş konuşmaya geri döndüler. Fırat, biraz sıkıntılı
başlamıştı konuşmaya.
“Sedef, aslında bunu babanla konuşmuştum. Fakat ikimizin yoğunluğundan
sonuca bağlayamamıştık. Teklif dosyam mutlaka bir yerlerde duruyordur. İşin aslı,
ben bir yatırımcı arıyorum.”
“Yatırımcı?”
“Evet. Aklımdakileri yapabilmek için en az on sene daha aynı tempoda
çalışmam lazım. Oysa ben o kadar zaman böyle bir orada bir burada çalışmak
istemiyorum. Yurt dışı işlerim o kadar yoğun ki burada bıraktıklarımı
özlemekten iş yapamaz oluyorum.”
Sedef, hayal kırıklıklarını saklamaya çabaladı. Özledikleri kimlerdi acaba?
Ayça mı? Yoksa başka biri mi?
“Çözümün ne?”
“Bir tür mesleki okul açmak istiyorum. Bakanlıktan gereken araştırmaları
yaptım. Bir bina bulmam ya da yapmam, gereken eğitmenleri toparlamam gibi bir
sürü kalem iş var ve hepsi çok para istiyor.”
“Biz de burada mı devreye giriyoruz?”
“Necdet Bey ile konuşmuştuk. Bir yer bulduğum takdirde ortaklık ile yola
çıkabileceğimizi söylemişti.”
“Yani?”
“Yani Sedef, yeri buldum. Eğer babana verdiğim dosyayı bulamazsan yenisi
verebilirim. Bu işe yatırım yapmayı düşünür müsün?”
Sedef,
bir süre genç adamın gözlerine baktı. Bir saat kadar önce onun da olayların
arkasında olabileceğini düşünmüş ve polise araştırın demişti. Şimdi kendisi
yeni bir işe onay verecek miydi? Zaten tek başına vereceği bir karar değildi.
Sadece fikrini söylerdi. Fikri? Hiç bilmedikleri bir sektördü. Genelde
denetleyecek kadar bilgi sahibi oldukları işlere girişirlerdi. Bu ise onlara
çok uzaktı. Her zaman aileden birisinin anlayacağı işleri yaptıkları için biraz
duraladı. Onun bu duralaması Fırat’ın canını sıktı.
“Bak
zorlamak istemiyorum. Sadece babanla da konuştuğum için belki bilgin vardır,
birlikte çalışmak istersin diye sordum. Önemli değil. Başka bir yatırımcı ararım. Bulamazsam da biriktirmeye devam ederim.”
“Kesip attın bakıyorum. Ben tek başıma karar veremem. Kardeşime de
anlatmam, sonra yönetime teklifi sunmam lazım.”
“Yani?” umutla bakıyordu. Gözlerinin içinde sevinç kıpırtıları vardı.
Sedef, o gözlerde kendisine yönelik sevgiyi görmek istediğini biliyordu. Tüm
şüphelerine rağmen görmek istediği buydu. Oysa Fırat, bir başkası için işlerini
düzene sokmak, sevdiğine, özlediğine yakın olmak için yatırım talebinde
bulunuyordu.
“Yanisi şu, sen bana biraz daha detay anlat. Mine ile konuşurken biraz daha
bilgim olsun. Teklif dosyan mutlaka bir yerdedir. Buluruz. Onlara ek şu
bulduğun yerin planlarını da getir. Satın almak mı kiralamak mı daha akıllıca
olur, bakalım. Kiralarsak ne kadar değişim yapabileceğiz bu da önemli.”
“Seni çalışırken görmek… bu kadar tahri… Aman Allahım, umarım yüksek sesle
söylemedim!”
“Söyledin.”
“Özür dilerim. Bunu böyle söylemek… şu an bunu söylemek istemiyordum. Gerçekten
özür dilerim.”
“Benden değil, uğruna işlerini değiştirmek istediğin, özlediğin kişiden
özür dilemelisin. Başkalarından etkilendiğini duymak istemez.”
Fırat, sesindeki kıskançlığı duyunca ve az önce istemsizce söylediği
cümleden sonra daha fazla beklemeye gerek duymadı. “O zaman özürüm doğru
kişiden. Sonra konuşmak istiyordum. Kararlarını etkilemesin istiyordum. Ama
artık saklanacak hali kalmadı. Yine de önceden şunu söylemeliyim. Kararın ne
olursa olsun bu söyleyeceklerim değişmez. Sen de şimdi duyacaklarına göre karar
verme. Sadece iş o…”
“Anladım. Şimdi ne söyleyeceksen bir an önce söyler misin?”
“Söylerim. Nasıl söyleyeceğimi bir bulabilsem söylerim.”
“Bir anda söyle.”
“Şu son seyahat… O kadar çok özledim ki seni… Sesini duymak, yüzünü görmek,
kollarıma almak istedim. Kaç derste bir anda aklıma gelip söyleyeceklerimi
unutmama neden olduğunu tahmin bile edemezsin. İlk kez oluyor. İlk kez birisi
derslerimin önüne geçiyor. İlk kez her şeyi bırakıp yurda dönmek istedim. Sedef,
bir şansımız var mı? Biliyorum asla aynı sınıftan olamayacağız. Asla gelirim
seninkine yaklaşmayacak. Yine de bir şansımız var mı? Deneyecek kadar benden
etkilendiğini düşünürken hayal mi kuruyorum?” Fırat, söylediklerinden sonra
hayatının hatasını yaptığını düşünmeye başlamıştı. Karşısındaki genç kadının
iri iri bakan koyu gri gözlerinden ne düşündüğünü okumaya çabaladıkça morali
bozuluyordu.
Doğru mu duymuştu? “Anlamadım? Yani sen benden hoşlandığını ve beni görünce
heyecanlandığını mı söyledin? Yani bizi bu şekilde mi ayırt
ediyorsun?”
“Evet, üstelik yanılmadığımdan eminim.”
Şaşkınlıkla bakarken garsonlar yeni yemekleri getirmişti.
Pırıl pırıl servislerin ve bembeyaz incecik porselenlerin içindeki
yiyeceklerin görüntüsü bile iştah açmaya yeterdi. Oysa Sedef artık yiyecek
durumda değildi.
“Neden konuşmuyorsun?” Çok tedirgin olmuştu. Acaba duygularını söylemekte
acele mi etmişti? Oysa artık içinde tutamayacağını anlamış ve söylemeyi tercih
etmişti.
“Düşünüyorum.”
İşte bu kötüydü. Bu kadar düşünmesi gerekmişse onun bir şey hissetmediği
ortadaydı. Yine de emin olmak için sordu. “Neyi?”
“Senin bizi ayırt etme yöntemini. Bunu kabullenecek kimse olur mu
acaba?”
“Anlamadım, neden başkaları kabullenmeli?”
“Çünkü böylece ben adıma kavuşabilirim. Ve Mine de artık inadından
vazgeçebilir.”
“Anladım ama sanmam kabul etsinler. Bunu ikimizin planladığı bir komplo
sanabilirler.”
“Niye seninle böyle bir komplo kuralım?” Bu nasıl bir kelimeydi? Komplo. Şu
an tam da içinde olduğu durum buydu işte. Bir komplonun içindeydi. Ne tarafa
dönse şüpheyle kıvranıyordu.
“Bilemem ama böyle durumlarda karşındaki kişiler kesinlikle en olumsuzu
düşünür. Bu benim finans piyasasında anlattığım derslerden biri. Ben olsam iki
kişinin çıkarlarının bu oyunda ne kadar önemli olduğuna bakarım. Mine ile senin
aranda bu isim karmaşası nelere neden oluyor bilmiyorum o yüzden bir sorun
varsa benimle ortak iş yapıyorsun sanırlar. Senin hakkında birilerinin kötü
düşünmesini istemem. Üstelik az önce iş görüşmesi yaptık. Daha da önemlisi ben
neler hissettiğimi anlatmaya çabaladım. Gerçi bir işe yaramadı.”
Sedef, onun kıvranmalarına aldırmadan olayın keyfini çıkartmaya başladı. “Son
günlerde gazeteleri okumadın sanırım. Hakkımda herkes kötü düşünüyor
zaten.”
“O olayın seninle bir ilgisi olmadığına inanıyorum. Hatta son derece
bencilce bir duyguyla örümceğin seni ısırmamış olmasına şükrediyorum.”
Fırat, farkında olmadan tabağındakileri yemeğe başladığında artık yanıt
alamayacağından emindi. Hayal kırıklığını şakaya vurmayı becerebilirse durumu
kurtaracaktı. Hayatında o an kimse olmadığını biliyordu ama nasıl bir erkek
istediğini çözemiyordu. Belki de sadece maddi güçlerin farklılığı sorundu.
Onlar kadar olmasa da oldukça varlıklıydı. Ortak yatırımla, on sene de geçse
onların gücüne erişmesi mümkün değildi. Gerçekçiydi. Yatırımın haricinde
Sedef’in parasına ihtiyacı yoktu. Üstelik o yatırımdan kazanacakları her kuruş
hisseleri ölçüsünde bölüşülecekti. Gerçek bir ortaklık istemişti. En büyük
hatası iki teklifi aynı anda yapmaktı. Onun parasında gözü olmadığını anlaması
gerekirdi. Onun nasıl biri olduğunu anlamalıydı. Bunu ispatlaması mı
gerekiyordu? Böyle bir şey yapmayacak kadar kendisine saygısı vardı. Sessizce
yemeğini yerken bir yandan da kaçamak bakışlarla Sedef'e bakıyordu.
Yakalanmadan attığı iki üç bakışın ardından elbette yakalanacaktı.
Genç kadın onun bakışlarını hissettiği her seferinde bakmış ama
yakalayamamıştı. Nihayet dördüncüde bakışlarını dikmiş ve beklemişti. Sonuç
başarılıydı. Genç adamın gözlerinde hafif bir hüzün vardı. Gerçek miydi?
Anlamak için şans vermek gerekiyordu.
“Sadece bu kadar mı konuşacaktın? Hoşlandığını söylemek yeterli mi? Yoksa
başka konulardan da konuşup birbirimizi tanıyacak mıyız?”
“Hem eğitimlerde ders olarak anlatıp hem de insanın kendi başına gelince
düzgün düşünememiş olması ne kötü. Sanırım senin tepkilerinde
yanıldım.”
“Tepki vermedim ki! Sadece şaşırdım. Senin hareketlerine anlam vermeye çalışmak
yoruyordu beni. Bir yakın, bir uzaktın. Ama bunun ardında yatan duyguları
bilmek hoşuma gitti.” Sesinin yumuşaklığı, bakışlarının konuşmasına neden
olan sıcaklığı geri gelmişti.
“Söylediklerin de benim hoşuma gitti. Bu kez seni doğru anladığımı umuyorum.
Yarın akşam yemeğe çıkalım mı? Çok daha rahat ve güzel bir ortamda konuşalım.
Bugünün yarısını gereksiz bir şekilde boşa harcadım galiba.”
“Daha önce denedik ve nedense yürümedi. Bu kez yürüyecek mi?” Denemek
bile denmezdi. Sedef, onun neden öyle davrandığını anlamak istiyordu. Kendisini
anlatırken laf arasında söylediği maddi güç farkı zaten değişmeyecekti. Bunu
dert etmesi ise gerçekten Sedef’i tanımaması ya da onun duygularına inanmaması
yüzündendi. Önce bunu çözecekti. Sonra şüphelerini tartacaktı. En sonunda da
karar verecekti.
Fırat, ne yanıt vereceğini düşündü. “Çünkü daha önce korkuyordum. Artık
korkmuyorum. Aslında hala biraz korkuyorum ama bu duygularımdan değil, senin
kabul etmeme ihtimalinden doğan bir korkuydu. Şu andaki bakışların olmasa yine
korkmaya devam ederdim. Şimdi ise gayet olumlu bakıyorum olaya. Yarın akşam
birlikte yemek yiyecek, istersen dansa ya da sinemaya gidecek, varsa bir
partiye katılacak ve vakit geçireceğiz. Herkes senin benimle olduğunu görsün
diye gazeteye ilan da vereceğim.” İçinden gerçekten bunu yapmak
geçiyordu.
Sedef'in gülümsemesi Fırat'ın çalan telefonu ile kesildi. Son günlerde içten
gelerek güldüğü tek andı. Fırat’ın iş için yardımcısı Ayça ile konuştuğunu
anlayınca yemeği ile ilgilenmeye başladı. Uzun süredir telefonunun çalmamış
olmasına şaşırmıştı. Çünkü neredeyse üç beş dakikada bir çalan bir telefonu
vardı Fırat'ın. Kendi telefonu bile bu kadar çalmıyordu.
“Yemekteyim, bir… yok iki saat sonra orada olurum. Evet çok güzel bir
yemekteyim ve erken bitirmeyi de düşünmüyorum. Sonuçları mı? Umarım güzel olur.
Büyük... Çok büyük... görüşürüz.” diyerek kapattı telefonu. Sedef onun
söylediklerine gülüyordu.
“Büyük olan ne?”
“İş büyük mü dedi? Sanırım en büyük işim ama o bu kadarını bilmese de olur
değil mi?”
“Bu cümleler çok şüphe uyandırıcı.”
“Öyle olsun diye söyledim zaten. Şüphelerini yok etmek hoşuma
gidecek.”
Yemeğin sonraki dakikaları daha güzel ve bol sohbetli geçti. Onların rahat
halini gören diğer masalardan tanıdıklar kısa süreli uğramış kimi hatır sormuş
kimi ayak üstü kısa iş görüşmeleri yapmıştı. Lüks lokantada artık sadece iki
masa doluydu. Saat öğleden sonra üçü bulmuştu.
Mine aramış ve ne zaman geleceğini sormuştu. Sedef de artık kalkması
gerektiğini söylemiş ve Fırat'ın hesap istemesine gülmüştü.
“Neden gülüyorsun?”
“Bize hesap gelmeyecektir. O yüzden boşuna garson bekleme.”
“Neden? Gelirimin yetmeyeceğini mi sandın yoksa? Merak etme, üç beş yıl
yemek ısmarlayacak kadar param var. Bitince sen ısmarlarsın.”
“Komiksin. Derslerde de öylesin. Senin dersini dinlemek hoşuma
gidiyor.”
“Daha sık gir derslerime o zaman.”
“Olur, fırsat buldukça girerim. Ben bu masaya oturmasaydım, hesap gelirdi.
Ama bu masada oturmam demek, hesap alınmayacak demek. Yani seninle değil
benimle ilgili bir konu. Ayrıca en rahat konuşulacak masa da budur. Bugün de
ispatladı zaten.”
“Yani bu güzel yemekleri yan masada yeseydik işler değişiyordu. İlginç.
Tuhafsınız. Şu santral memurunuz ile yemeğe gittiğinizde anlamıştım tuhaf
olduğunuzu.”
“Aylin… Adı Aylin ve bak yine anımsattın. Epey ara verdik. O kadar çok olay
oldu ki, aklımızı kaçırmadığımıza şükrediyorum.”
“Ben de.”
Konuşarak lokantanın dışına çıkmışlardı. İkisinin aracı da şoför kapıları
açık bekliyordu. Fırat’ın hiç fark etmediği, Sedef’in ise varlıklarını bildiği
ve artık umursamadan yaşadığı korumalar da hemen arkalarındaydı.
Fırat yanağına küçük bir öpücük kondurup vedalaştı. Sedef de onu yanağından
öpmek için eğildi. Özellikle dudağının yanına bırakmıştı öpücüğü. Fırat, keyifle
bakıyordu genç kadına. “Yarın akşam için arayacağım.”
Genç kadın aracına binip, peşindeki korumalarla uzaklaşmasını izledi. Sonra
kendi arabasına geçip tam ters yöne ilerledi. Yüzünde güzel bir gülümseme
vardı. Umduğundan çok daha iyi geçmişti yemek...
********
Jeyan Irmak, elindeki verileri en güvendiği ve en hızlı çalışan
elemanı İlke Meriç’e verdi.
Asla kendisinden başka kimseye bilgi vermeyecek ve araştırma bitene kadar
bu dosyadan kimseye bahsetmeyecekti. Araştırmaları sadece kendi
bilgisayarından yapacaktı. Kesinlikle kopya almayacak ve kağıda bilgi
dökmeyecekti. Burnuna pis kokular gelen Jeyan tüm önlemleri aldığını
düşünerek elemanını arşivin tozlu bölümüne yolladı. Bu genç kızın hafızası ve
yapabildikleri onu şaşırtıyordu. Notları okuyor, kendi bulduklarına göz atıyor
ve olayları birbiri ile karşılaştırmaya çalışıyordu. Üç ölümün olduğu olayların
ardında kimlerin olduğunu bulmak için sessiz ve hızlı olmaları gerekiyordu.
Kısa sürede aynı aileye yakın kişilerin farklı yollardan ölmesi normal değildi.
Sedef Söğüt’ün buldukları büyük kolaylıktı. Şirketlerle ilgili bilgilerin
devlete bağlı bir kurumdan elde edildiğini tahmin ediyordu. Aile içinde
birilerinin bu ölümleri tertiplemiş olması çok olasıydı. Hatta en yakını dediği
kız kardeşinin bunları yapıyor olma ihtimali bile vardı.
Sedef, kardeşinin böyle bir şey yapacağını düşünmüyor olsa
da Jeyan onu en başta araştıracaktı. Sonra başlarına bela olan anneyi
ve şirkette yetkili tüm yönetim kurulunu. Daha sonra da babalarının ölümünden
önce iş yaptıkları, işe aldıkları ve işten çıkarttıkları tüm kişilerin
listesini araştıracaktı.
Yeni taleplerini İlke’ye telefon ile iletirken onun çoktan bir
sürü belgeye ulaşmış olduğunu anlayıp gülümsedi. Ne yapıyor ediyor gerekli
bilgileri buluyordu. Üstelik on yıl öncesinin olayı olması da fark etmiyordu.
Hiç unutmuyor ve hepsinin bağlantısını bir bilgisayar gibi kurabiliyordu. Muhteşem
bir görsel hafızası vardı. Zaten o özelliği için işe alınmıştı. Çok fazla
evrak, çok çok fazla araştırılacak bilgi vardı.
İstediği kadar hızlı çözeceklerini düşünmüyordu. Bu günler içinde kızların
hayatının tehlikede olduğunu bilmek ama eli kolu bağlı oturmak istemiyordu. Bu
işi de çözmeliydi.
*****
Holdinge
geldiğinde saat neredeyse dört olmuştu. Tüm günü dışarıda geçirmiş olmanın
vicdan azabı ile hemen bürosuna girdi. Kardeşi masasının başındaydı. Kısa bir
bakış atıp direkt sorusunu yöneltti. “Kiminle yemekteydin de bu kadar uzun
sürdü?”
“Fırat
ile.”
“Fırat
mı? Hangi Fırat?”
“Ayıp,
ayıp hangi Fırat diyor. Eğitimci Fırat. Hani bizi köye götürüp getiren adam.
Anımsadın mı?”
Mine,
kardeşinin dalga geçmesine aldırmamış, anca tanımış gibi yapmıştı. “Ah elbette o. Nereden çıktı bu yemek?”
“Aradı ve yemek yiyelim, iş görüşelim dedi. Ben de kabul ettim. Kötü mü
yaptım?”
“Kızım benden mi izin alacaksın? Canın istemese gitmezdin. Ne işiymiş o?”
“Anlatacağım. Benim aklım yattı gibi, yarın akşam da yemeğe
çıkıyoruz.”
“Aaa. Hayırdır? Hadi bugünü anladım da yarın akşam ne oluyor?”
“Benden hoşlanıyormuş. Eh ben de ondan hoşlandığıma göre... Denemekten
zarar gelmez.”
“Elbette... ama bu çok ani olmadı mı? Yani sen benim önceden çıktığım biri ile
çıkmazsın. Yani…” Oyununa devam etmek için kendini zorluyordu. Bir ilişkiyi
henüz başlamadan baltalamak, üstelik kız kardeşinin hoşlandığı birisi için bunu
yapmak kendini pislik gibi hissettiriyordu ama oyun için şarttı.
“Yani ne?” Hadi dökül benim güzel kardeşim, diye gülümsüyordu.
“Mine, biraz baş başa konuşalım canım. İkimize de kahve hazırlıyorum ve
şimdi konuşuyoruz.”
Sekreterine telefon bağlamamasını ve
kimsenin rahatsız etmemesini tembihledi.
Sedef, bu kadar hazırlıktan sonra kardeşinin söyleyeceklerini merakla bekliyordu.
Ne olmuştu bir anda? Fırat ile yemeğe çıkmasına mı bozulmuştu? Yoksa ondan da
mı hoşlanıyordu? ‘Hepsi bana’ diyecek bir yapısı yoktu ama yine de şu
yaptıkları tuhaftı. O da yerinden kalktı ve masasının önündeki yumuşak deri
koltuklara oturdu. Vücudunun şeklini alan derilerin arasında rahatlıkla
uyuyabilirdi. Zaten iki gündür uykusuzdu. Artık biraz uyumak iyi
gelecekti.
“Seni dinliyorum.” Kahvesini yudumlamaya başlamıştı. Uyumamak için buna
kesinlikle ihtiyacı vardı. Aklını toplamak için de. Kardeşi de bir yudum
aldıktan sonra arkasına yaslanıp gözlerini ikizine dikti. “Mine, sen hala Yiğit'e
mi aşıksın?”
Sedef bu soruyu hiç beklemiyordu. Şaşkınlıkla baktı. “Yiğit’e mi? Ne
alakası var? Nereden çıkarttın bunu?”
“Biliyorsun daha önce de başımıza geldi. Eğer ondan hoşlanıyorsan bunu
konuşalım. Ama ben onunla yemeğe gideceğim diye benim önceden çıktığım birisi
ile çıkman? Bu hiç hoş değil. Sormak istediğim… Sen duygularından emin misin?
Yoksa sadece Yiğit’e inat mı yapıyorsun bunu?”
Sedef, Mine’nin her türlü fırsatı kullanıp oyunu derinleştirme çabasından
duyduğu rahatsızlıkla elindeki fincanı sertçe tabağa bıraktı. Artık
susmayacaktı. Kardeşinin Fırat ile çıktığını söylemesi bardağı taşırmıştı. Bunu
bile kullanıyor olması ya gerçekten hafızası ile ilgili bir sorunu olduğunu ya
da daha çok korkup bir şeylere engel olma çabasıydı.
“Bak, sen ne kadar aksini söylesen de ben Sedef’im ve bunu ben de sen de
biliyoruz. O yüzden senin eski sevgilini elinden alıyormuşum, sen de benim eski
sevgilimi ayartmaya çabalıyormuşsun gibi basit yalanlara sığınma. Ben Yiğit'ten
hoşlanmıyorum. Hiç de hoşlanmadım. Yani severim iyi biridir ama o kadar. Ayrıca
bana hiç anlatmadığın şu Endonezya gezisinde neler olduğunu artık az çok biliyorum.
Adamı neden istemediğini anlatırsan belki şu karmaşaya da yanıt buluruz. Yok
hiç birine yanaşmazsan seni doktora götüreceğim haberin olsun.”
“Mine, bak…”
“Şu an bana ‘Mine’ demen bir şeyi değiştirmiyor. Fırat benim Sedef olduğumu
biliyor. Sanırım babam gibi o da iç güdüsel olarak anlıyor. Onunla
paylaştığımız şeyleri de gayet iyi biliyorum. Sana bile anlatmadığım şeyleri. O
yüzden artık neden bu oyunu oynadığını anlatmalısın.”
“Öyle bir şey yok.” Sesi yine panik yüklüydü. Gözlerinin büyümesi, ellerini
koyacak yer bulamaması… Hepsi kardeşinin korkusunu anlamasına
yetiyordu.
Artık kendisinden daha da emin olan Sedef konuyu kapatmaya karar verdi. Ne
de olsa kardeşinin korkusunu oturduğu yerden çok net görüyordu. Bu da sabah
polis ile yaptığı konuşmanın ne kadar doğru olduğunu anlatıyordu. Artık onların
sorgu yöntemleri ile kardeşini konuşmaya ikna edeceklerini
düşünüyordu.
“Yiğit ile yemeğe gidiyor musun?”
“Evet. Önemli bir yemek. Gelmek ister misin?” Mine, o an geri adım
atmıştı. Kardeşini ikna edemeyeceğini, çabaladıkça battığını anlamıştı. En
iyisi hiç konuşulmamış gibi davranmaktı. Sedef de ısrar etmeyince konu değişti.
“Hayır, hiç yemek falan çekemem bu akşam. İşe bile gelmemeliydim. Eve gidip
uyuyacağım. Dün gece de uyuyamadım.”
“Yüzünden belli. Eve git o zaman. Sabaha görüşürüz.”
“Tamam. Sen de dikkatli ol. Bak tadı bozuk gelen kokusu kötü gelen bir
şeyler olursa sakın yeme.”
“O da ne demek?”
“Korkuyorum Mine. Sana bir şey olmasından korkuyorum. Dikkatli ol.”
İlk kez Mine itiraz etmemiş, ben Sedef’im dememişti.
Deri koltukta uyuklamak üzere olan kardeşine baktı. Aslında bu oyunun
sonuna geldiğini biliyordu. Daha fazla isim aldatması ile bir şeyleri
çözemeyeceğini anlamıştı. Kardeşini korumak için polisle mi konuşmalıydı? En iyisi
yarın salim kafa ile kardeşine imza konusunda baskı yapmaktı. Belki olayların
da bir kısmını anlatması gerekirdi. Daha fazla bu saçmalıkla başa
çıkamayacaktı. Babalarından aldıkları inatçılıkları yüzünden ikisinin de
hayatını tehlikeye atıyordu.
Aralarında sorun olmadığını anlamak için gayet ciddi bir tonla, “Beni
kıskanmadığından emin misin?” diye sordu.
“Salak.”
“Doğru konuş iş yerindeyiz.”
“Ya evet iş yerindeyiz ama aşk meşk konuşuyoruz. O yüzden salaksın
işte.”
“Hadi burada uyuklama. Ya babamın odasındaki dinlenme bölümüne git ya da
eve.”
*****
Orada kalmak, ne kadar rahat olursa olsun iş yerinde uyumak çok doğru
gelmeyince çantasını alıp çıktı. Kendi arabasını kullanacak hali yoktu. Saat henüz beş olmuştu. O ise asansörde bile uyukluyordu. Otoparka
indiğinde peşindeki korumasına, işaret etti. Şirketin zırhlı araçlarından
birini getiren koruma, yata mı diye sorduğunda, evet, dedi ve gözlerini
kapattı. Kendini daha güvende hissediyordu. O örümcek
olayı korkularını arttırmıştı. Tam uykuya dalacağı an aklına emniyet amiri ile
görüşme yapması gerektiği geldi. Zorlukla doğrulup telefonuna uzandı.
Jeyan’ın söylediklerine gülümsüyordu. Dosya ile ilgili gelişme olmamıştı
ama kardeşinin gideceği iş yemeğinin olacağı lokantaya gidip en azından uzaktan
koruyacak bir gönüllü bulmuştu. Kendini!
En azından sürekli bir koruma atanana kadar kimsenin bilmediği biri daha
kardeşinin peşinde olacaktı. Tabii böylece Yiğit de takip edilmiş olacaktı. İçi
rahatlamış bir şekilde başını arkaya yaslayıp gözlerini
kapattı.
*****
Yemek için hazırlanmak… Bir kuaför ziyareti sakinleşmesini de sağlayacaktı.
Şirketten çıkıp kuaförüne giderken yoldan arayıp haber verdi Yiğit’e. Aslında
bu kadar heyecanlanmaması gerekiyor, kendine mani olamıyordu. Onun kız
arkadaşının olması, daha önce reddedilmiş olması hiç önemli değildi. Hem zaten
o Sedef Söğüt ile yemeğe gittiğini düşünüyordu…
Genç adam yemekli toplantıya geçerken onu kuaförden alacaktı. Kuaföre
girdiğinde alışkın olduğu gibi kapılarda karşılandı. İstekleri basitti. Saçları
yıkanacak ve her zamanki gibi düz fön ile kurutulacaktı. Ama yıkarken iyi bir
masaj istiyorlardı. İstemeden manikür için de biri geldi. Ojesinin durumunun
iyi olduğunu gören genç kız sadece ellerine krem sürüp masaj yaptı. Bu bile
büyük rahatlama sağlamıştı. Sodasını getiren küçük kıza gülümsedi.
Yanında birkaç fındık, ceviz ve badem olan tabak da vardı. Hem sohbet ediyor
hem de atıştırıyordu. Konular tamamen magazinsel idi. Kim nerede kiminle
görülmüş en iyi konuydu.
Yarım saat sonra saçları kurutulmuş, hoş bir at kuyruğu ile ensede
toplanmış, makyajı tazelenmişti.Yiğit gelmek üzere olduğunu haber vermiş, o da
kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Kapıdan çıkmak üzereyken yeniden telefonu
çalınca yine Yiğit sandı ama bir arkadaşıydı. “Şehnaz, tatlım, nasılsın? Uzun
zaman oldu.”
Şehnaz ile konuşurken köşeden dönen arabayı fark etmişti. Yiğit gelmişti
bile. Arabanın kapısını açan genç adama gülümseyip koltuğa oturdu. O artık
Sedef idi. Bu durumda Yiğit’in yanında rahat olması gerekiyordu. Bir
yandan da arkadaşına kuafördeyken duyduğu dedikoduları anlatıyordu.
Yiğit, arabanın bagajındakileri düşündü. Sonra onları getiren kadını… Sonra
da en doğru kararı verdiğini. Sevdiği kadın yanındaydı ve o az önce biten bir
ilişki için biraz vicdan azabı ve birazdan da az hüzün duyuyordu.
Kendisini umursamadan konuşan ve dünyanın sırrını paylaşıyormuş gibi ara
sıra sesini kısan kadının yanında ise çok büyük pişmanlıklar duyuyordu. Neşeli
olduğu anlar tüm enerjisi ile dünyayı aydınlatacakmış gibi olurdu. O ise bu
neşeden, bu parlaklıktan uzak kalacağı bir karar vermişti. Değişecekti. Hem o
kararlar değişecek hem de hayatı… Çok şey değişecekti. Artık uzak durmayacaktı.
Yiğit onun konuşmalarını dinlerken gülümsedi. Genç kadın daha da eğlenceli
hale getiriyordu olayları. Görüşmeden sonraki süreyi gün içindeki işle ilgili
olayları ve yemekte görüşecekleri iş adamlarını konuşarak geçirdiler. Saat
neredeyse yedi olmuştu. Lokantadan içeri girerken ikisinin telefonu aynı anda
çalmaya başladı.
“Ne dedin? Ne patlaması?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder