3 Nisan 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 37. Bölüm

Genç kız, baş komiserin odasını terk ederken biraz hafiflemiş gibi hissediyordu. İlk kez birine şüphelerinden bahsetmişti. Üstelik karşısındaki kadın ilgi ile dinlemiş ve gerekenleri yapacağını söylemişti. Bu bile rahatlamak için büyük bir adımdı. Neler olduğunu anlamadığı bir karmaşa içinde ikizi ile arasına giren bir sürü olay yaşıyordu. Anlatırken aklına gelen küçük küçük anıları da ekleyince oldukça büyük bir dert olduğunu kavramıştı. Şimdi tek isteği gerekli izinlerin çabucak alınması ve kardeşinin bu akşamdan itibaren korunmasıydı. Belki yanılıyordu ama bunu anlamak için kardeşini kaybetmeyi göze alamazdı.  
Telefonun sesi ile düşüncelerinden sıyrıldı. Fark etmeden otoparka kadar ulaşmıştı bile. Arabaya binmeden önce yanıtladı çalan telefonu.  


“Merhaba Fırat.” Neden aramıştı acaba? Uzun süre geçmişti son görüşmelerinin üstünden.  
“Merhaba, geçmiş olsun mu demeliyim, başınız sağ olsun mu bilemedim. Yeni öğrendim olanları.”
“Teşekkürler.” Sesinde soru tınıları vardı ve bunu anlayan Fırat, konuşmaya devam etti.
 “Şirkete yakın bir yerdeyim. İşin yoksa öğlen bir yemek yiyelim diyorum. İşin yoksa dedim ama aslında biraz iş konuşmamız gerekiyor. Müsait misin?” 
İşte bu gerçekten tuhaf bir konuşmaydı. “Anlamadım?”  
“Anlamadın mı? Aç mısın, yemek yerken biraz iş konuşalım mı diye sordum. Bunun neresini anlamadın?”  
Tam, ‘haftalardır sesin çıkmıyordu’ diyecekti ki kendini tuttu. “Olur, ben de daha yemek yemedim. Yeri söyle!”  


***** 


Buluşacakları lokanta şık ve pahalıydı. Arabayı girişe yönelttiği anda valeler kapıya çıkmıştı. Öğlen yemeği için bile rezervasyon gereken bir yerdi ama onun için geçerli bir kural değildi. Vale arabayı götürürken kapılar açılmıştı bile. Görevliler her zaman oturduğu masaya yöneltirken bir misafiri olacağını bildirip adını verdi. Sonra da etrafa kısa bir bakış atıp tanıdıkları ile kısaca selamlaştı. Uzun zamandır görmediği bir çiftin masasına uğrayıp kısa bir konuşmanın ardından masasına yöneldi. Kendisini takip eden görevlinin sandalyesini tutmasının ardından nihayet yerine oturmuştu. Babasının bu tarz ortamlardaki kısa süreli ilişkilerin sıcak tutulması ama asla ateşinin yükseltilmemesi gerektiğine dair söylevlerini anımsıyordu. Zaten iş ortamında kiminle nasıl konuşulması gerektiğini küçük yaştan itibaren öğrenmişlerdi.
  
Fazla beklemesine gerek kalmamıştı. Fırat kapıdan girmiş, gösterilen masaya yürüyordu. Büyük salondaki ihtişama pek aldırış etmediğini belli eden vücut dili ile o da ortama uyum sağlamıştı. Belki de daha önce babası ile belki de başkalarıyla gelmişti buraya! Masaya geldiğinde kısaca el sıkıştı ikili. Sedef, daha fazlasını beklediğini anlayınca kendisine kızdı. Yerine otururken, “Beklettim değil mi? Küçük bir kaza vardı ve onu aşmak ne yazık ki uzun sürdü.” diyen Fırat samimi gözüküyordu.  

“Önemli değil, ben de beş dakika kadar önce geldim.”  
“Toplantın mı vardı?”  
“Sayılır, küçük bir işti.”  
“Anladım. Burnumu sokmamalıyım.”  
“Nasılsın? Yoğun sanırım işler!”  
“Evet, bu aralar çok sık şehir dışına çıktım. Hatta bir ara yurt dışında bir eğitim bile verdik.”  
“Ne zaman?” Nedense bu bilgi merakını uyandırmıştı. Yurt dışı dendiğinde tüm alıcıları devreye giriyordu. Onun bu eğitimler için gittiğini biliyordu ama tarihleri elbette ki anımsamıyordu.  
“Geçen hafta. Amerika'ya gittik. Ne korkunç bir yolculuktu o öyle. Saatler sürüyor uçakla bile.”  
“O zaman Avustralya seyahatinden hiç bahsetmeyeyim.”  
“Sakın oraya gittim deme!”  
“Yiğit ile birlikte biz de birkaç gün önce oradaydık.”  
Fırat'ın yüzü değişmiş, kaşları çatılmıştı. “Yiğit Beyle birlikte mi gittiniz? Tatil miydi?”  
Yanıt veremeden gelen garsona döndü, çoktan ne yiyeceğini seçmişti. Fırat da isteklerini söyleyip yeniden genç kadına döndü. Ne içeceğini sorup sadece su yanıtı alınca kendisine de su söyledi. Arkasını yaslandığında genç kadın ondaki gerilimin farkındaydı.  
“Yanıt verecek misin?”  
“Yanıt mı? Verdiğimi sanıyordum. Garson da gitti zaten.”  
“Garsona değil, soruma yanıt bekliyorum. Tatil miydi?”  
Neden ısrarla bunu soruyordu? Genç kadın da onun gibi arkasına yaslandı ve gözlerine bakarak, “Şu ara işler bu kadar yoğunken tatil için o kadar uzak bir yeri seçmezdim. Otelimizi ziyaret ettik. Biraz da yeni iş görüşmeleri yaptık.”  
“Orada iş yaptığınızı bilmiyordum.”  
“Çok fazla ülkede ve kıtada otellerimiz var. Aslında Mine’nin işleri bunlar ama ben de keyifle yapıyorum. Hatta yeni iş planları yapmaya başladım. Turizm ilgimi çekiyor.”  
“Yeni işinde başarılar o halde.”  
“Teşekkür ederim.” 
“Yine de onunla seyahat edenin sen olmasından hiç hoşlanmadım. Mine niye gitmedi? İkisi arasında bir şeyler var sanıyordum.” 
“Yiğit’in hayatında Melda var biliyorsun.”
“Hayatında var ama kalbinde olduğunu sanmıyorum.”
“Onun özel hayatı. Kararları o verecek.” Bunu diyen kişinin birkaç gün önce adama bu ilişki hakkında karar vermesi gerektiğini söylediğini bilmesi biraz utanmasına neden olmuştu. Fırat’ın anlamaması için gülümsedi ve “Akşama birlikte yemeğe gidiyorlar. Aralarındaki sorunları aştıklarını iş için gereken ilişkiyi oturttuklarını düşünüyorum.”
“Umarım öyledir. Onların arasında olanları karşıdan bile hissediyor insan. Farklılar!”  
“Nasıl farklı?”  
“İkisi aynı ortamdayken çekimlerini hissetmiyor musun? Yiğit ile seni yan yana gördüğüm her seferinde aynı etkiyi aradım ama yok. İyi ki yok.” Kafasını sallayarak “Ben neler diyorum?” dedikten sonra devam etti. “Bak, seni ve senden yayılan elektriği ayırt edebiliyorum. Aynı şekilde kardeşinin yaydığı ve özellikle Yiğit varken yaydığı elektriği de anlıyorum. Yani ikinizi karıştırmam mümkün değil. O yüzden az önce Yiğit ile gittim dediğinde şaşırdım.”
“Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun?”
“Soruyor musun?”
“Evet, soruyorum. Nasıl bu kadar eminsin?”
“Bunun yanıtını burada vermem. Şimdi şu gelen yemeklerin tadını çıkartalım. İş konuşalım. Evet ya, ben iş konuşmak için çağırmıştım seni. Dilersen ve anlatmak istersen hayatını kaybeden kızdan, karakolda başından geçenlerden de konuşabiliriz. Dinlerim. Ama güzel şeyler konuşmak istersen onu da anlarım. Bu lokantayı çok severim. Beğendin mi? Eğer beğenmediysen bir dahaki sefere başka yere gideriz.”
“İş konuşalım, kötü şeyleri konuşmak istemiyorum. Zaten ne olacağını da çok bilmiyorum. Sonraki neydi? Tamam, burası! Burası çok beğendiğim bir yer. Şu an zaten özel masamda oturuyorum.”
“Özel masan mı? Ben de rezervasyonda en iyi yeri verin dedim diye burasını ayarladılar sandım. Düşünmem gerekirdi.”
“Boşa dert etme. Lokanta bizim zaten.”
“Sizin mi?”
“Evet, neredeyse on yıldır bizim bu lokanta.”
“Özür dilerim.”
“Neden? Neyin özrü bu?”
“Yemek yiyeceğimiz yerin sana uygun bir yer olmasını istemiştim. Sizin olması çok rahatsız edici. Bir daha lokanta adını önceden söyleyip, size ait olmayan bir yere götüreceğim.”
“Niye? Burasını ve mutfağını severim. Diğer iki lokantamızın tarzı bana hitap etmez mesela. Fazla baharatlı mutfakları var onların. Ama her damak tadına hitap etmek önemli.”
“İki tane daha? Tahminimden azmış.”
“Yeni planların içinde bir tane daha açmak var. Uzun bir hazırlık dönemi geçirecek ama toplamda dört lokanta olacak. Gıda sektöründe başkalarına bağımlıyız. Bunu değiştirmeyi düşünüyorum. Organik ürünler yetiştirecek, yetiştirenlerden temin edecek ve yeni lokantayı o konsepte açacağım. Otellerin bir kısmını da değiştiriyorum.”
“Çok güzel planlar. Bir iki yıllık takvimin çok dolu olacak galiba?”
“Evet, biraz yoğun olacağım. Babamın yokluğu zaten zorluyor. Bir de ben yeni iş planları ile bunu arttırmayı düşünüyorum. Kardeşimin bazı şeyleri satalım teklifini ciddi olarak düşünmeliyim herhalde.”
“Satış mı? Ben bir şeyleri satmayı sevmem. Yine de sizler bilirsiniz elbette. Bu satış, takvimini biraz hafifletecekse bence sorun yok.”
“İkidir takvimimden bahsediyorsun. Eğitim ile ilgili bir şeyler mi planlıyorsun?”
“O da var. Hatta bu yemek için bahanem o ama asıl istediğim… Neyse önce yemeğimizi yiyelim.” İkidir cümlesini tamamlamıyor, sonraya bırakıyordu. Sedef iyice merak etmişti. O da sipariş verdiği yemeğine döndü. Şefin her zamanki gibi lezzetli yemekleri ile iş konuşmaya geri döndüler. Fırat, biraz sıkıntılı başlamıştı konuşmaya.
“Sedef, aslında bunu babanla konuşmuştum. Fakat ikimizin yoğunluğundan sonuca bağlayamamıştık. Teklif dosyam mutlaka bir yerlerde duruyordur. İşin aslı, ben bir yatırımcı arıyorum.”
“Yatırımcı?”
“Evet. Aklımdakileri yapabilmek için en az on sene daha aynı tempoda çalışmam lazım. Oysa ben o kadar zaman böyle bir orada bir burada çalışmak istemiyorum. Yurt dışı işlerim o kadar yoğun ki burada bıraktıklarımı özlemekten iş yapamaz oluyorum.”
Sedef, hayal kırıklıklarını saklamaya çabaladı. Özledikleri kimlerdi acaba? Ayça mı? Yoksa başka biri mi?
“Çözümün ne?”
“Bir tür mesleki okul açmak istiyorum. Bakanlıktan gereken araştırmaları yaptım. Bir bina bulmam ya da yapmam, gereken eğitmenleri toparlamam gibi bir sürü kalem iş var ve hepsi çok para istiyor.”
“Biz de burada mı devreye giriyoruz?”
“Necdet Bey ile konuşmuştuk. Bir yer bulduğum takdirde ortaklık ile yola çıkabileceğimizi söylemişti.”
“Yani?”
“Yani Sedef, yeri buldum. Eğer babana verdiğim dosyayı bulamazsan yenisi verebilirim. Bu işe yatırım yapmayı düşünür müsün?”

Sedef, bir süre genç adamın gözlerine baktı. Bir saat kadar önce onun da olayların arkasında olabileceğini düşünmüş ve polise araştırın demişti. Şimdi kendisi yeni bir işe onay verecek miydi? Zaten tek başına vereceği bir karar değildi. Sadece fikrini söylerdi. Fikri? Hiç bilmedikleri bir sektördü. Genelde denetleyecek kadar bilgi sahibi oldukları işlere girişirlerdi. Bu ise onlara çok uzaktı. Her zaman aileden birisinin anlayacağı işleri yaptıkları için biraz duraladı. Onun bu duralaması Fırat’ın canını sıktı.

“Bak zorlamak istemiyorum. Sadece babanla da konuştuğum için belki bilgin vardır, birlikte çalışmak istersin diye sordum. Önemli değil. Başka bir yatırımcı ararım. Bulamazsam da biriktirmeye devam ederim.”
“Kesip attın bakıyorum. Ben tek başıma karar veremem. Kardeşime de anlatmam, sonra yönetime teklifi sunmam lazım.”

“Yani?” umutla bakıyordu. Gözlerinin içinde sevinç kıpırtıları vardı. Sedef, o gözlerde kendisine yönelik sevgiyi görmek istediğini biliyordu. Tüm şüphelerine rağmen görmek istediği buydu. Oysa Fırat, bir başkası için işlerini düzene sokmak, sevdiğine, özlediğine yakın olmak için yatırım talebinde bulunuyordu.

“Yanisi şu, sen bana biraz daha detay anlat. Mine ile konuşurken biraz daha bilgim olsun. Teklif dosyan mutlaka bir yerdedir. Buluruz. Onlara ek şu bulduğun yerin planlarını da getir. Satın almak mı kiralamak mı daha akıllıca olur, bakalım. Kiralarsak ne kadar değişim yapabileceğiz bu da önemli.”
“Seni çalışırken görmek… bu kadar tahri… Aman Allahım, umarım yüksek sesle söylemedim!”
“Söyledin.”
“Özür dilerim. Bunu böyle söylemek… şu an bunu söylemek istemiyordum. Gerçekten özür dilerim.”
“Benden değil, uğruna işlerini değiştirmek istediğin, özlediğin kişiden özür dilemelisin. Başkalarından etkilendiğini duymak istemez.”

Fırat, sesindeki kıskançlığı duyunca ve az önce istemsizce söylediği cümleden sonra daha fazla beklemeye gerek duymadı. “O zaman özürüm doğru kişiden. Sonra konuşmak istiyordum. Kararlarını etkilemesin istiyordum. Ama artık saklanacak hali kalmadı. Yine de önceden şunu söylemeliyim. Kararın ne olursa olsun bu söyleyeceklerim değişmez. Sen de şimdi duyacaklarına göre karar verme. Sadece iş o…”
“Anladım. Şimdi ne söyleyeceksen bir an önce söyler misin?”
“Söylerim. Nasıl söyleyeceğimi bir bulabilsem söylerim.”
“Bir anda söyle.”
“Şu son seyahat… O kadar çok özledim ki seni… Sesini duymak, yüzünü görmek, kollarıma almak istedim. Kaç derste bir anda aklıma gelip söyleyeceklerimi unutmama neden olduğunu tahmin bile edemezsin. İlk kez oluyor. İlk kez birisi derslerimin önüne geçiyor. İlk kez her şeyi bırakıp yurda dönmek istedim. Sedef, bir şansımız var mı? Biliyorum asla aynı sınıftan olamayacağız. Asla gelirim seninkine yaklaşmayacak. Yine de bir şansımız var mı? Deneyecek kadar benden etkilendiğini düşünürken hayal mi kuruyorum?” Fırat, söylediklerinden sonra hayatının hatasını yaptığını düşünmeye başlamıştı. Karşısındaki genç kadının iri iri bakan koyu gri gözlerinden ne düşündüğünü okumaya çabaladıkça morali bozuluyordu.

Doğru mu duymuştu? “Anlamadım? Yani sen benden hoşlandığını ve beni görünce heyecanlandığını mı söyledin? Yani bizi bu şekilde mi ayırt ediyorsun?”  
“Evet, üstelik yanılmadığımdan eminim.”  

Şaşkınlıkla bakarken garsonlar yeni yemekleri getirmişti. Pırıl pırıl servislerin ve bembeyaz incecik porselenlerin içindeki yiyeceklerin görüntüsü bile iştah açmaya yeterdi. Oysa Sedef artık yiyecek durumda değildi.  

“Neden konuşmuyorsun?” Çok tedirgin olmuştu. Acaba duygularını söylemekte acele mi etmişti? Oysa artık içinde tutamayacağını anlamış ve söylemeyi tercih etmişti.  

“Düşünüyorum.”  

İşte bu kötüydü. Bu kadar düşünmesi gerekmişse onun bir şey hissetmediği ortadaydı. Yine de emin olmak için sordu. “Neyi?”  
“Senin bizi ayırt etme yöntemini. Bunu kabullenecek kimse olur mu acaba?”  
“Anlamadım, neden başkaları kabullenmeli?”  
“Çünkü böylece ben adıma kavuşabilirim. Ve Mine de artık inadından vazgeçebilir.”  
“Anladım ama sanmam kabul etsinler. Bunu ikimizin planladığı bir komplo sanabilirler.”  
“Niye seninle böyle bir komplo kuralım?” Bu nasıl bir kelimeydi? Komplo. Şu an tam da içinde olduğu durum buydu işte. Bir komplonun içindeydi. Ne tarafa dönse şüpheyle kıvranıyordu.  
“Bilemem ama böyle durumlarda karşındaki kişiler kesinlikle en olumsuzu düşünür. Bu benim finans piyasasında anlattığım derslerden biri. Ben olsam iki kişinin çıkarlarının bu oyunda ne kadar önemli olduğuna bakarım. Mine ile senin aranda bu isim karmaşası nelere neden oluyor bilmiyorum o yüzden bir sorun varsa benimle ortak iş yapıyorsun sanırlar. Senin hakkında birilerinin kötü düşünmesini istemem. Üstelik az önce iş görüşmesi yaptık. Daha da önemlisi ben neler hissettiğimi anlatmaya çabaladım. Gerçi bir işe yaramadı.”  

Sedef, onun kıvranmalarına aldırmadan olayın keyfini çıkartmaya başladı. “Son günlerde gazeteleri okumadın sanırım. Hakkımda herkes kötü düşünüyor zaten.”  
“O olayın seninle bir ilgisi olmadığına inanıyorum. Hatta son derece bencilce bir duyguyla örümceğin seni ısırmamış olmasına şükrediyorum.” 

Fırat, farkında olmadan tabağındakileri yemeğe başladığında artık yanıt alamayacağından emindi. Hayal kırıklığını şakaya vurmayı becerebilirse durumu kurtaracaktı. Hayatında o an kimse olmadığını biliyordu ama nasıl bir erkek istediğini çözemiyordu. Belki de sadece maddi güçlerin farklılığı sorundu. Onlar kadar olmasa da oldukça varlıklıydı. Ortak yatırımla, on sene de geçse onların gücüne erişmesi mümkün değildi. Gerçekçiydi. Yatırımın haricinde Sedef’in parasına ihtiyacı yoktu. Üstelik o yatırımdan kazanacakları her kuruş hisseleri ölçüsünde bölüşülecekti. Gerçek bir ortaklık istemişti. En büyük hatası iki teklifi aynı anda yapmaktı. Onun parasında gözü olmadığını anlaması gerekirdi. Onun nasıl biri olduğunu anlamalıydı. Bunu ispatlaması mı gerekiyordu? Böyle bir şey yapmayacak kadar kendisine saygısı vardı. Sessizce yemeğini yerken bir yandan da kaçamak bakışlarla Sedef'e bakıyordu. Yakalanmadan attığı iki üç bakışın ardından elbette yakalanacaktı.  

Genç kadın onun bakışlarını hissettiği her seferinde bakmış ama yakalayamamıştı. Nihayet dördüncüde bakışlarını dikmiş ve beklemişti. Sonuç başarılıydı. Genç adamın gözlerinde hafif bir hüzün vardı. Gerçek miydi? Anlamak için şans vermek gerekiyordu.  

“Sadece bu kadar mı konuşacaktın? Hoşlandığını söylemek yeterli mi? Yoksa başka konulardan da konuşup birbirimizi tanıyacak mıyız?”  
“Hem eğitimlerde ders olarak anlatıp hem de insanın kendi başına gelince düzgün düşünememiş olması ne kötü. Sanırım senin tepkilerinde yanıldım.”  
“Tepki vermedim ki! Sadece şaşırdım. Senin hareketlerine anlam vermeye çalışmak yoruyordu beni. Bir yakın, bir uzaktın. Ama bunun ardında yatan duyguları bilmek hoşuma gitti.” Sesinin yumuşaklığı, bakışlarının konuşmasına neden olan sıcaklığı geri gelmişti.
“Söylediklerin de benim hoşuma gitti. Bu kez seni doğru anladığımı umuyorum. Yarın akşam yemeğe çıkalım mı? Çok daha rahat ve güzel bir ortamda konuşalım. Bugünün yarısını gereksiz bir şekilde boşa harcadım galiba.”  
“Daha önce denedik ve nedense yürümedi. Bu kez yürüyecek mi?” Denemek bile denmezdi. Sedef, onun neden öyle davrandığını anlamak istiyordu. Kendisini anlatırken laf arasında söylediği maddi güç farkı zaten değişmeyecekti. Bunu dert etmesi ise gerçekten Sedef’i tanımaması ya da onun duygularına inanmaması yüzündendi. Önce bunu çözecekti. Sonra şüphelerini tartacaktı. En sonunda da karar verecekti.

Fırat, ne yanıt vereceğini düşündü. “Çünkü daha önce korkuyordum. Artık korkmuyorum. Aslında hala biraz korkuyorum ama bu duygularımdan değil, senin kabul etmeme ihtimalinden doğan bir korkuydu. Şu andaki bakışların olmasa yine korkmaya devam ederdim. Şimdi ise gayet olumlu bakıyorum olaya. Yarın akşam birlikte yemek yiyecek, istersen dansa ya da sinemaya gidecek, varsa bir partiye katılacak ve vakit geçireceğiz. Herkes senin benimle olduğunu görsün diye gazeteye ilan da vereceğim.” İçinden gerçekten bunu yapmak geçiyordu.  

Sedef'in gülümsemesi Fırat'ın çalan telefonu ile kesildi. Son günlerde içten gelerek güldüğü tek andı. Fırat’ın iş için yardımcısı Ayça ile konuştuğunu anlayınca yemeği ile ilgilenmeye başladı. Uzun süredir telefonunun çalmamış olmasına şaşırmıştı. Çünkü neredeyse üç beş dakikada bir çalan bir telefonu vardı Fırat'ın. Kendi telefonu bile bu kadar çalmıyordu.  
“Yemekteyim, bir… yok iki saat sonra orada olurum. Evet çok güzel bir yemekteyim ve erken bitirmeyi de düşünmüyorum. Sonuçları mı? Umarım güzel olur. Büyük... Çok büyük... görüşürüz.” diyerek kapattı telefonu. Sedef onun söylediklerine gülüyordu.  
“Büyük olan ne?”  
“İş büyük mü dedi? Sanırım en büyük işim ama o bu kadarını bilmese de olur değil mi?”  
“Bu cümleler çok şüphe uyandırıcı.”  
“Öyle olsun diye söyledim zaten. Şüphelerini yok etmek hoşuma gidecek.” 

Yemeğin sonraki dakikaları daha güzel ve bol sohbetli geçti. Onların rahat halini gören diğer masalardan tanıdıklar kısa süreli uğramış kimi hatır sormuş kimi ayak üstü kısa iş görüşmeleri yapmıştı. Lüks lokantada artık sadece iki masa doluydu. Saat öğleden sonra üçü bulmuştu.
Mine aramış ve ne zaman geleceğini sormuştu. Sedef de artık kalkması gerektiğini söylemiş ve Fırat'ın hesap istemesine gülmüştü.  
“Neden gülüyorsun?”  
“Bize hesap gelmeyecektir. O yüzden boşuna garson bekleme.”  
“Neden? Gelirimin yetmeyeceğini mi sandın yoksa? Merak etme, üç beş yıl yemek ısmarlayacak kadar param var. Bitince sen ısmarlarsın.”
“Komiksin. Derslerde de öylesin. Senin dersini dinlemek hoşuma gidiyor.”  
“Daha sık gir derslerime o zaman.”  
“Olur, fırsat buldukça girerim. Ben bu masaya oturmasaydım, hesap gelirdi. Ama bu masada oturmam demek, hesap alınmayacak demek. Yani seninle değil benimle ilgili bir konu. Ayrıca en rahat konuşulacak masa da budur. Bugün de ispatladı zaten.”  
“Yani bu güzel yemekleri yan masada yeseydik işler değişiyordu. İlginç. Tuhafsınız. Şu santral memurunuz ile yemeğe gittiğinizde anlamıştım tuhaf olduğunuzu.”
“Aylin… Adı Aylin ve bak yine anımsattın. Epey ara verdik. O kadar çok olay oldu ki, aklımızı kaçırmadığımıza şükrediyorum.”
“Ben de.”
Konuşarak lokantanın dışına çıkmışlardı. İkisinin aracı da şoför kapıları açık bekliyordu. Fırat’ın hiç fark etmediği, Sedef’in ise varlıklarını bildiği ve artık umursamadan yaşadığı korumalar da hemen arkalarındaydı.
Fırat yanağına küçük bir öpücük kondurup vedalaştı. Sedef de onu yanağından öpmek için eğildi. Özellikle dudağının yanına bırakmıştı öpücüğü. Fırat, keyifle bakıyordu genç kadına. “Yarın akşam için arayacağım.”

Genç kadın aracına binip, peşindeki korumalarla uzaklaşmasını izledi. Sonra kendi arabasına geçip tam ters yöne ilerledi. Yüzünde güzel bir gülümseme vardı. Umduğundan çok daha iyi geçmişti yemek...  


********   


Jeyan Irmak, elindeki verileri en güvendiği ve en hızlı çalışan elemanı İlke Meriç’e verdi.  
Asla kendisinden başka kimseye bilgi vermeyecek ve araştırma bitene kadar bu dosyadan kimseye bahsetmeyecekti. Araştırmaları sadece kendi  bilgisayarından yapacaktı. Kesinlikle kopya almayacak ve kağıda bilgi dökmeyecekti. Burnuna pis kokular gelen Jeyan tüm önlemleri aldığını düşünerek elemanını arşivin tozlu bölümüne yolladı. Bu genç kızın hafızası ve yapabildikleri onu şaşırtıyordu. Notları okuyor, kendi bulduklarına göz atıyor ve olayları birbiri ile karşılaştırmaya çalışıyordu. Üç ölümün olduğu olayların ardında kimlerin olduğunu bulmak için sessiz ve hızlı olmaları gerekiyordu. Kısa sürede aynı aileye yakın kişilerin farklı yollardan ölmesi normal değildi. Sedef Söğüt’ün buldukları büyük kolaylıktı. Şirketlerle ilgili bilgilerin devlete bağlı bir kurumdan elde edildiğini tahmin ediyordu. Aile içinde birilerinin bu ölümleri tertiplemiş olması çok olasıydı. Hatta en yakını dediği kız kardeşinin bunları yapıyor olma ihtimali bile vardı.
  
Sedef, kardeşinin böyle bir şey yapacağını düşünmüyor olsa da Jeyan onu en başta araştıracaktı. Sonra başlarına bela olan anneyi ve şirkette yetkili tüm yönetim kurulunu. Daha sonra da babalarının ölümünden önce iş yaptıkları, işe aldıkları ve işten çıkarttıkları tüm kişilerin listesini araştıracaktı. 

Yeni taleplerini İlke’ye telefon ile iletirken onun çoktan bir sürü belgeye ulaşmış olduğunu anlayıp gülümsedi. Ne yapıyor ediyor gerekli bilgileri buluyordu. Üstelik on yıl öncesinin olayı olması da fark etmiyordu. Hiç unutmuyor ve hepsinin bağlantısını bir bilgisayar gibi kurabiliyordu. Muhteşem bir görsel hafızası vardı. Zaten o özelliği için işe alınmıştı. Çok fazla evrak, çok çok fazla araştırılacak bilgi vardı.

İstediği kadar hızlı çözeceklerini düşünmüyordu. Bu günler içinde kızların hayatının tehlikede olduğunu bilmek ama eli kolu bağlı oturmak istemiyordu. Bu işi de çözmeliydi.  


*****  


Holdinge geldiğinde saat neredeyse dört olmuştu. Tüm günü dışarıda geçirmiş olmanın vicdan azabı ile hemen bürosuna girdi. Kardeşi masasının başındaydı. Kısa bir bakış atıp direkt sorusunu yöneltti. “Kiminle yemekteydin de bu kadar uzun sürdü?”  
“Fırat ile.”  
“Fırat mı? Hangi Fırat?”  
“Ayıp, ayıp hangi Fırat diyor. Eğitimci Fırat. Hani bizi köye götürüp getiren adam. Anımsadın mı?”  
Mine, kardeşinin dalga geçmesine aldırmamış, anca tanımış gibi yapmıştı. “Ah elbette o. Nereden çıktı bu yemek?” 
“Aradı ve yemek yiyelim, iş görüşelim dedi. Ben de kabul ettim. Kötü mü yaptım?”  
“Kızım benden mi izin alacaksın? Canın istemese gitmezdin. Ne işiymiş o?”  
“Anlatacağım. Benim aklım yattı gibi, yarın akşam da yemeğe çıkıyoruz.”  
“Aaa. Hayırdır? Hadi bugünü anladım da yarın akşam ne oluyor?”  
“Benden hoşlanıyormuş. Eh ben de ondan hoşlandığıma göre... Denemekten zarar gelmez.”  
“Elbette... ama bu çok ani olmadı mı? Yani sen benim önceden çıktığım biri ile çıkmazsın. Yani…” Oyununa devam etmek için kendini zorluyordu. Bir ilişkiyi henüz başlamadan baltalamak, üstelik kız kardeşinin hoşlandığı birisi için bunu yapmak kendini pislik gibi hissettiriyordu ama oyun için şarttı.  
“Yani ne?” Hadi dökül benim güzel kardeşim, diye gülümsüyordu.  
“Mine, biraz baş başa konuşalım canım. İkimize de kahve hazırlıyorum ve şimdi konuşuyoruz.”  
 Sekreterine telefon bağlamamasını ve kimsenin rahatsız etmemesini tembihledi.  
Sedef, bu kadar hazırlıktan sonra kardeşinin söyleyeceklerini merakla bekliyordu. Ne olmuştu bir anda? Fırat ile yemeğe çıkmasına mı bozulmuştu? Yoksa ondan da mı hoşlanıyordu? ‘Hepsi bana’ diyecek bir yapısı yoktu ama yine de şu yaptıkları tuhaftı. O da yerinden kalktı ve masasının önündeki yumuşak deri koltuklara oturdu. Vücudunun şeklini alan derilerin arasında rahatlıkla uyuyabilirdi.  Zaten iki gündür uykusuzdu. Artık biraz uyumak iyi gelecekti.  
“Seni dinliyorum.” Kahvesini yudumlamaya başlamıştı. Uyumamak için buna kesinlikle ihtiyacı vardı. Aklını toplamak için de. Kardeşi de bir yudum aldıktan sonra arkasına yaslanıp gözlerini ikizine dikti. “Mine, sen hala Yiğit'e mi aşıksın?”  
Sedef bu soruyu hiç beklemiyordu. Şaşkınlıkla baktı. “Yiğit’e mi? Ne alakası var? Nereden çıkarttın bunu?”  
“Biliyorsun daha önce de başımıza geldi. Eğer ondan hoşlanıyorsan bunu konuşalım. Ama ben onunla yemeğe gideceğim diye benim önceden çıktığım birisi ile çıkman? Bu hiç hoş değil. Sormak istediğim… Sen duygularından emin misin? Yoksa sadece Yiğit’e inat mı yapıyorsun bunu?” 

Sedef, Mine’nin her türlü fırsatı kullanıp oyunu derinleştirme çabasından duyduğu rahatsızlıkla elindeki fincanı sertçe tabağa bıraktı. Artık susmayacaktı. Kardeşinin Fırat ile çıktığını söylemesi bardağı taşırmıştı. Bunu bile kullanıyor olması ya gerçekten hafızası ile ilgili bir sorunu olduğunu ya da daha çok korkup bir şeylere engel olma çabasıydı.  

“Bak, sen ne kadar aksini söylesen de ben Sedef’im ve bunu ben de sen de biliyoruz. O yüzden senin eski sevgilini elinden alıyormuşum, sen de benim eski sevgilimi ayartmaya çabalıyormuşsun gibi basit yalanlara sığınma. Ben Yiğit'ten hoşlanmıyorum. Hiç de hoşlanmadım. Yani severim iyi biridir ama o kadar. Ayrıca bana hiç anlatmadığın şu Endonezya gezisinde neler olduğunu artık az çok biliyorum. Adamı neden istemediğini anlatırsan belki şu karmaşaya da yanıt buluruz. Yok hiç birine yanaşmazsan seni doktora götüreceğim haberin olsun.”  
“Mine, bak…” 
“Şu an bana ‘Mine’ demen bir şeyi değiştirmiyor. Fırat benim Sedef olduğumu biliyor. Sanırım babam gibi o da iç güdüsel olarak anlıyor. Onunla paylaştığımız şeyleri de gayet iyi biliyorum. Sana bile anlatmadığım şeyleri. O yüzden artık neden bu oyunu oynadığını anlatmalısın.” 
“Öyle bir şey yok.” Sesi yine panik yüklüydü. Gözlerinin büyümesi, ellerini koyacak yer bulamaması… Hepsi kardeşinin korkusunu anlamasına yetiyordu.  

Artık kendisinden daha da emin olan Sedef konuyu kapatmaya karar verdi. Ne de olsa kardeşinin korkusunu oturduğu yerden çok net görüyordu. Bu da sabah polis ile yaptığı konuşmanın ne kadar doğru olduğunu anlatıyordu. Artık onların sorgu yöntemleri ile kardeşini konuşmaya ikna edeceklerini düşünüyordu.  

“Yiğit ile yemeğe gidiyor musun?” 
“Evet. Önemli bir yemek. Gelmek ister misin?” Mine, o an geri adım atmıştı. Kardeşini ikna edemeyeceğini, çabaladıkça battığını anlamıştı. En iyisi hiç konuşulmamış gibi davranmaktı. Sedef de ısrar etmeyince konu değişti.  
“Hayır, hiç yemek falan çekemem bu akşam. İşe bile gelmemeliydim. Eve gidip uyuyacağım. Dün gece de uyuyamadım.” 
“Yüzünden belli. Eve git o zaman. Sabaha görüşürüz.” 
“Tamam. Sen de dikkatli ol. Bak tadı bozuk gelen kokusu kötü gelen bir şeyler olursa sakın yeme.”
“O da ne demek?”
“Korkuyorum Mine. Sana bir şey olmasından korkuyorum. Dikkatli ol.”
İlk kez Mine itiraz etmemiş, ben Sedef’im dememişti.  
  
Deri koltukta uyuklamak üzere olan kardeşine baktı. Aslında bu oyunun sonuna geldiğini biliyordu. Daha fazla isim aldatması ile bir şeyleri çözemeyeceğini anlamıştı. Kardeşini korumak için polisle mi konuşmalıydı? En iyisi yarın salim kafa ile kardeşine imza konusunda baskı yapmaktı. Belki olayların da bir kısmını anlatması gerekirdi. Daha fazla bu saçmalıkla başa çıkamayacaktı. Babalarından aldıkları inatçılıkları yüzünden ikisinin de hayatını tehlikeye atıyordu.

Aralarında sorun olmadığını anlamak için gayet ciddi bir tonla, “Beni kıskanmadığından emin misin?” diye sordu.  
 “Salak.”  
“Doğru konuş iş yerindeyiz.”  
“Ya evet iş yerindeyiz ama aşk meşk konuşuyoruz. O yüzden salaksın işte.”  
“Hadi burada uyuklama. Ya babamın odasındaki dinlenme bölümüne git ya da eve.”


*****

Orada kalmak, ne kadar rahat olursa olsun iş yerinde uyumak çok doğru gelmeyince çantasını alıp çıktı. Kendi arabasını kullanacak hali yoktu. Saat henüz beş olmuştu. O ise asansörde bile uyukluyordu. Otoparka indiğinde peşindeki korumasına, işaret etti. Şirketin zırhlı araçlarından birini getiren koruma, yata mı diye sorduğunda, evet, dedi ve gözlerini kapattı. Kendini daha güvende hissediyordu. O örümcek olayı korkularını arttırmıştı. Tam uykuya dalacağı an aklına emniyet amiri ile görüşme yapması gerektiği geldi. Zorlukla doğrulup telefonuna uzandı.
  
Jeyan’ın söylediklerine gülümsüyordu. Dosya ile ilgili gelişme olmamıştı ama kardeşinin gideceği iş yemeğinin olacağı lokantaya gidip en azından uzaktan koruyacak bir gönüllü bulmuştu. Kendini!

En azından sürekli bir koruma atanana kadar kimsenin bilmediği biri daha kardeşinin peşinde olacaktı. Tabii böylece Yiğit de takip edilmiş olacaktı. İçi rahatlamış bir şekilde başını arkaya yaslayıp gözlerini kapattı.   


*****


Yemek için hazırlanmak… Bir kuaför ziyareti sakinleşmesini de sağlayacaktı. Şirketten çıkıp kuaförüne giderken yoldan arayıp haber verdi Yiğit’e. Aslında bu kadar heyecanlanmaması gerekiyor, kendine mani olamıyordu. Onun kız arkadaşının olması, daha önce reddedilmiş olması hiç önemli değildi. Hem zaten o Sedef Söğüt ile yemeğe gittiğini düşünüyordu…

Genç adam yemekli toplantıya geçerken onu kuaförden alacaktı. Kuaföre girdiğinde alışkın olduğu gibi kapılarda karşılandı. İstekleri basitti. Saçları yıkanacak ve her zamanki gibi düz fön ile kurutulacaktı. Ama yıkarken iyi bir masaj istiyorlardı. İstemeden manikür için de biri geldi. Ojesinin durumunun iyi olduğunu gören genç kız sadece ellerine krem sürüp masaj yaptı. Bu bile büyük rahatlama sağlamıştı.  Sodasını getiren küçük kıza gülümsedi. Yanında birkaç fındık, ceviz ve badem olan tabak da vardı. Hem sohbet ediyor hem de atıştırıyordu. Konular tamamen magazinsel idi. Kim nerede kiminle görülmüş en iyi konuydu.  

Yarım saat sonra saçları kurutulmuş, hoş bir at kuyruğu ile ensede toplanmış, makyajı tazelenmişti.Yiğit gelmek üzere olduğunu haber vermiş, o da kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Kapıdan çıkmak üzereyken yeniden telefonu çalınca yine Yiğit sandı ama bir arkadaşıydı. “Şehnaz, tatlım, nasılsın? Uzun zaman oldu.” 

Şehnaz ile konuşurken köşeden dönen arabayı fark etmişti. Yiğit gelmişti bile. Arabanın kapısını açan genç adama gülümseyip koltuğa oturdu. O artık Sedef idi. Bu durumda Yiğit’in yanında rahat olması gerekiyordu.  Bir yandan da arkadaşına kuafördeyken duyduğu dedikoduları anlatıyordu.  

Yiğit, arabanın bagajındakileri düşündü. Sonra onları getiren kadını… Sonra da en doğru kararı verdiğini. Sevdiği kadın yanındaydı ve o az önce biten bir ilişki için biraz vicdan azabı ve birazdan da az hüzün duyuyordu.

Kendisini umursamadan konuşan ve dünyanın sırrını paylaşıyormuş gibi ara sıra sesini kısan kadının yanında ise çok büyük pişmanlıklar duyuyordu. Neşeli olduğu anlar tüm enerjisi ile dünyayı aydınlatacakmış gibi olurdu. O ise bu neşeden, bu parlaklıktan uzak kalacağı bir karar vermişti. Değişecekti. Hem o kararlar değişecek hem de hayatı… Çok şey değişecekti. Artık uzak durmayacaktı.

Yiğit onun konuşmalarını dinlerken gülümsedi. Genç kadın daha da eğlenceli hale getiriyordu olayları. Görüşmeden sonraki süreyi gün içindeki işle ilgili olayları ve yemekte görüşecekleri iş adamlarını konuşarak geçirdiler. Saat neredeyse yedi olmuştu. Lokantadan içeri girerken ikisinin telefonu aynı anda çalmaya başladı.   

“Ne dedin? Ne patlaması?”  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder