Olay yerine gittiklerinde gözlerine inanamadılar. Yol boyunca bilgi almaya
çalışmışlar ama polisin engeli ile karşılaşmışlardı. Tek bildiği Sedef’in evde
ve sağlıklı olduğu idi. Nihayet genel müdürlük binasına geldiklerinde gördükleri
ile şoke oldular. Mine, acı bir çığlık atmıştı. Yiğit, hemen yanında duruyor,
yapmak istediğinin aksine sadece kolunu tutuyordu. Etraf sivil ve resmi giyimli
polis, bomba imha uzmanları ve gazeteci doluydu. Mine ve Yiğit’i olay yerine
yaklaştırmıyorlardı. Henüz tüm arama bitmemişti. Başka bir bombanın olması
ihtimali ile hareket ediyorlardı.
Şirket altıda kapandığı için birkaç mesaiye kalan personel aracı ile
ikizlerin o gün almadığı arabalarından başka otopark boş sayılırdı. Beyaza
boyalı beton duvarda küçük dökülmeler, yapışmış birçok metal parçası göze
çarpıyordu. Duvarın hemen önünde ise tüm zırhına rağmen parçalanmış bir araba
duruyordu.
Yanındaki araçta kısmen zarar görmüştü. Mine, kendisine söylenen plakayı duyunca inledi.
Yiğit, onun tepkilerinden bir şeyler çıkartmaya uğraşıyordu.
Polis memuru ifadelerini alacağını söyledi. Mine, onunla birlikte biraz
uzaklaştı. Kameralar ve mikrofonlar onlara doğru dönünce polis genç kadının
onlara arkasını dönmesini söyledi. Böylece ne konuştuklarını anlamayacaklardı.
“Sedef Hanım, şimdi bana bugün neler olduğunu kısaca anlatır mısınız? Neden
arabanızı almadınız?”
“Öncelikle o benim değil ikizimin arabası. Onun yanındaki araba benim ama
gördüğümüz gibi o da epey kötü durumda. Neden almadığıma gelince, çünkü
Yiğit Bey ile iş yemeğine çıkacaktım ve o beni kuaförden aldı. Eve de o
bırakacaktı. İki araba gitmeyelim dedim. Bunu hep yaparız.”
“İkizinizin neden aracını almadığını biliyor musunuz?”
“Çünkü iki gecedir uykusuzdu ve kullanamayacak durumdaydı. Araçlarımızı genelde
iskeleye kadar kullanıyorduk ama bu akşam ikimiz de almadık. Allaha şükür ki
almamışız. Bomba ikizimin arcına mı konulmuş?”
“Evet, saat yedide patlamaya ayarlı bir bomba…”
“Yedi mi?”Saatine baktı, yedi buçuk olmuştu. Çoğu zaman çıkış saatleri
yediyi bulurdu. Bilen biri mi? Tesadüf mü? Yoksa sadece göz korkutma mı?
Kesinlikle korkutmuşlardı.
Yiğit, bir başka polis tarafından sorulara maruz kalıyordu. Çok tedirgindi.
Sık sık Mine’den tarafa bakış atıyor, bazen soruları duymuyor, tekrarlamasını
istiyordu.
“Yiğit Bey? Sorumu tekrarlayayım mı?”
“Ölebilirdi… O ya da kardeşi ölebilirdi. Hiçbir şey yapamazdım. Bir daha
konuşamaz, göremezdim.”
“Anlamadım. Açıklar mısınız?”
“Neyi?”
“Neyi mi? Neden hiçbir şey yapamazdım dediniz?”
“Siz bombaya karşı koyabiliyor musunuz? Hangi kabloyu kesmek lazım biliyor
musunuz? Ben bilmiyorum. O bombayı görmüş olsam bile patlamasına engel
olamazdım ve ikizlerden biri, belki de ikisi ölmüş olurdu.”
“Kim ölmelerini istemiş olabilir?”
Yiğit, soruyu düşündü… Kim?
*****
Polis, sorularına devam etti.
Oysa genç kadın aklını toparlayıp o ana dönemiyordu. Şu an o araçta
parçalara ayrılmış olacak kardeşini düşünmekten başka bir şey yapamıyordu.
Uykusuz geçen gece, erken işten çıkış ve tamamen rastlantı sonucu hayatta
kalış. Bu ikinci hatta üçüncüydü. Babasının kazasında da ölmeleri planlanmış
olmalıydı. O araca dördü birden binecekti. Büyük ihtimalle de hepsi orada
ölmüş olacaktı. Bu kadar büyük bir adım artık saklanacak boyutu aşmıştı. Bunu
önce kardeşiyle konuşmalıydı.
Polisin sorusunu duymadığını kendisine ikinci kez seslendiğinde
anladı
“Af edersiniz, duyamadım. Ne sordunuz?”
“Yiğit bey daha önce de böyle bir teklifte bulunmuş
muydu?”
“Anlayamadım nasıl bir teklif?”
“Sizi arabası ile almak, tek araba ile gitmek?”
Bir an bocaladı. Yiğit ona böyle bir şey söylemiş miydi? “Ben kuaföre
gideceğimi söylediğimde o ‘ben seni oradan alırım’ dedi. Bu tarz planlamalar
ilk kez olmuyor. Trafikte iki araç olmamız gerekmiyorsa illa birileri birileri
ile yola çıkar. Zaten koruma araçlarımız da arkamızda oluyor.”
“Korumalarınızı da sorgulayacağız. Tabii otoparktaki güvenlik görevlilerini
de!”
“Hepsi yardımcı olacaktır.”
“Elbette. Peki kim sizi öldürmek istemiş olabilir? Aklınızda bir isim var
mı?”
Mine, yanıt veremeden yanlarında bir araç durdu ve içinden Mesut Kafkas ile
Hasan Taçbaş indi. Kimliklerini gösterdikten sonra Mine’ye dönüp, geçmiş olsun,
dediler. “Biz devralacağız ama sizin de yanımızda olmanızda bir sakınca yok.
Sadece burada konuşmayacağız. Büronuza çıkalım.”
“Binada bomba araması bitmedi.”
“O zaman şu kamera ve mikrofonlardan uzak bir yere gidelim. Bu kat kontrol
edildi mi?”
Memur, birisine bakıp onun başı ile onay vermesi ile rahatlamıştı. “Evet,
temiz”
“Şu güvenliklerin odasına girelim.”
Mine, hastaneden tanıdığı sivil polislerin otoriteyi ele almasından memnun
olmuştu. Onların işi daha düzgün idare edeceklerini düşünüyordu. Hem kendilerini
tanıyorlar, hem de o zaman yaptıkları görüşmeden dolayı babalarının kazasının
ardında başka şeyler olduğunu tahmin ediyorlardı. Bu da patlamanın normal bir
olay olmadığını en iyi onların bileceğinin kanıtıydı. Birlikte güvenliklerin
kameraların bağlı olduğu monitörleri izledikleri odaya girdiler.
Mesut, ekranları göstererek, “Tüm kayıtları aldınız mı?” diye sordu. Polis
memuru evet diye yanıtlayınca rahat bir tavırla boş sandalyeleri gösterip
oturmalarını istedi.
“Araç sizin mi kardeşinizin mi?”
“Kardeşimin. Az hasarlı olan benimki.”
“Kardeşiniz nerede?” Az önce yanıtladığı soruları tekrar yanıtlamaya
başlamıştı. Bu kez biraz daha sakin ve korkusuzdu.
“Bu saldırının size olmadığından emin misiniz?”
“Ne demek istiyorsunuz? O araç kardeşimin.”
“Bakın, iki araç aynı renk ve model. Plakaların sadece son rakamları
farklı! Bu durumda birinin sizi öldürmek istemesi olasılığı hiç de azımsanacak
bir oranda değil. O yüzden bu saldırının ikinize de yapılmış olma ihtimalini
göz önünde bulundurun lütfen.”
Mine, o an küçük bir şok geçirdi. Eğer isimler değişmemiş olsa, o araç
kendi aracıydı. Bu saçma oyuna girdiğinden beri kimlikler, ruhsatlar gibi özel
olarak isimlerine düzenli her şey el değiştirmiş, Sedef’e ait şeyleri o
kullanmaya başlamıştı. Bu durumda patlayan araç kendi aracıydı. Bunu da henüz
anlatamazdı.
“Beni korkutmak istiyorsanız inanın hiç gerek yok. Zaten ölecek kadar
korkuyorum. Tek bildiğim şu an kardeşimin evde olduğu. Aracının burada patlamış
halde bulunduğu.”
“Yine aynı noktaya geliyoruz. Kim bunu yapmış olabilir? Son zamanlarda
tehdit alıyor muydunuz?”
O yanıt veremeden cep telefonu çalmaya başladı. Arayan ikiziydi. “Mine? İyi
misin? Neredesin? Uyandırdılar beni. Patlama olmuş. İyi misin?”
“İyiyim. Eve gelince anlatırım. Sen uyu ve düşünme. Kimseye bir şey olmadı.
Küçük bir patlama.”
“Yanında kim var? Korumalar nerede? Kim nereye bomba koymuş?”
“Sakin ol. Herkes burada. Hastanede tanıştığımız sivil polisleri anımsıyor
musun? Onlar da burada.”
Sedef, kardeşinin o sabah görüştüğünü bilmediğini anımsayınca merakla
devamını bekledi. Mesut Beyin orada olması, bu olayın da öncekilerle bağlantılı
olduğunu düşündüklerini gösteriyordu. Biraz daha rahatlamıştı. Olaylar üst üste
geliyordu ama bu da süreci hızlandırıyordu. Hepsinin arkasındaki kişilere
ulaşmaları kolaylaşıyor olmalıydı. Kardeşinin sesinin de rahat olduğunu hatta
gülümsediğini fark edince o da hattın diğer ucunda gülümsedi.
“Anladım. Bak çok dikkatli ol ve bir an önce eve gel.”
Mine, kardeşi ile konuştuktan sonra kendisini bekleyen sorulara geri döndü.
Çok dikkatli yanıtlıyor, yalan söylemekten kaçınıyordu. Bu adamlar gerçekten
belaydı. Şirketin içinde birileri bunlara haber uçuruyor olabilir miydi? Bir
köstebek?
Yiğit neden aracını almamasını istemişti?
Yiğit?
Bu şüphe ile ağzından bir şeyler kaçırmaktan korktu. Polis onun her
hareketini çok yakından izliyordu. Şirkette bir köstebek olması çok doğaldı ama
bunun Yiğit olması… İşte bunu kabul edemeyeceğini hissediyordu. Mesut Kafkas da
aynı şeyleri düşünüyormuş gibi konuştu. “Lütfen bana tüm gününüzü ve Yiğit Bey
ile yaptığınız konuşmaları, planlarınızı aktarın. Bunu yaparken etrafınızda
kimler vardı, kim neyi ne kadar biliyordu, sekreteriniz ile konuşmalarınız gibi
detaylara da ihtiyaç var. Dilerseniz büronuza çıkalım ve daha rahat bir ortamda
konuşalım.”
“Bomba aramaları bitti mi? Bana burada sorulacak başka soru yok
mu?”
“Başka bir patlayıcıya rastlanmamış. Soruları varsa sizinle daha sonra
konuşurlar. Sonuçta olay olduğunda burada olmadığınızı biliyoruz. Ölen ya da
yaralanan olmaması da olayı biraz daha hafifletiyor. Ama birinin sizi öldürmek
istediği ortada.”
“Ya da korkutmak… Beni ya da kardeşimi. Üstelik şu an kesinlikle bunu
başardılar.”
“Evet amaçları korkutmak olabilir. Gözlerinizden korktuğunuzu da
görüyorum.”
“Biri ölebilirdi. Hatta bu kardeşim olabilirdi. Bundan daha kötü bir şey
düşünemiyorum.”
Ya gerçekten kardeşini öldürmek istediler ya da onun arabasını burada
bıraktığını öğrenip korkutmak için böyle bir tuzak kurdular. Her ne olursa
olsun artık bunlar onu aşıyordu. Sedef ile konuşmak ve tüm bunları çözmek
zorundaydı. Kardeşi de ölmek istemeyeceğine göre satışa onay verecekti.
Ne yapabileceğini, karşısındaki her hareketini izleyen polisi nasıl ikna
edeceğini düşünürken onun yönlendirmesine uydu.
“Hadi yukarı çıkalım da bir şeyler için.” Karşısındaki kadının ayakta
durmakta her geçen dakika daha da zorlandığını anlamıştı. Olayın ilk şokundan
sonra aslında neler olduğunu kavrayışını gözlerinde adım adım takip etmişti. Hasan’a
da başı ile işaret ettikten sonra yürümeye başladılar. Oto parkın asansörünün
olay yerine yakın olmasından dolayı oradan çıkamayacaklarını anladılar. Oto
parkın dışına yönlendirip şirketin ön kapısına doğru yürüdüler. Görüntü almak
ve soru sormak için hücum eden basına yanıt vermeden ana kapıdan binaya
girdiler. Mesaiye kalmış olanlar, güvenlikler ve temizlik görevlileri lobide
toplanmış, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hepsinin yüzünde korku ve
şaşkınlık vardı.
Genç kadın gülümseyerek bir şey yok demeye çalışıyordu. Soru soran biri iki
elemanına ‘Yarın gerekli açıklamaları yapacağız, polisler neler olduğunu
araştırıp bize de bilgi verecek. Sanırım araçta bir sorun olmuş. Polisler size
gidebileceğinizi söylediği an güvenlik görevlileri hariç hepiniz evinize
gidebilirsiniz. Herkes taksi ile gitsin. Fişleriniz ödenecek. Görevliler
polislere yardımcı olsun.’ demişti.
Mesut, otoriteyi eline alan kadına hayranlıkla bakmamak için kendini
zorluyordu.
“Babam, yöneticilik önemli bir vasıftır, herkes iş sahibi olabilir ama
herkes yönetici olamaz, der. Ne demek istediğini az önce anladım. Çok
soğukkanlısınız!”
“Yanılıyorsunuz, şu an heyecandan ölebilirim ama bunu asla göstermem. Babam
bizi böyle yetiştirdi. Her türlü kötü olaya karşı sağlam durabilmemiz ve
kimseye neler hissettiğimiz söylemememiz gereken zamanları biliriz.”
Asansöre beşinci katta binmek için hamle yapan temizlik görevlisi Mine’yi
görünce vazgeçecekken genç kadının, ‘Hüsniye hanım, gelin’, demesi ile kadın
gülümseyerek binmişti asansöre. En üst kata çıkıyordu görevli. Artık başka şey
konuşmadan yol aldılar. Kadının korktuğunu anlayan Mine, “Binanın tamamı
kontrol edildi. Korkmanıza gerek yok. Yine de bu akşam sadece yönetim katını
temizleyin, yarın basından falan gelenler olur, sonra polislerin izin verdiği
tüm ekip çıkabilir. Sanırım garajı bir süre öyle bırakacağız. Polisler izin
verince garajı da temizletiriz ama en azından bu akşam oraya kimse girmeyecek,
sen amirine söylersin.” diyerek inmişti asansörden.
“Herkesin beti benzi atmış.” Hasan, görebildiği diğer çalışanlarında
aynı durumda olduğunu fark edip söylemişti.
“Patlamayı deprem sananlar olmuş. Neyse ki garaj kısmı çok sağlammış da
sadece aşağıdaki bir iki araç hasar görmüş. Binada hasar yok.”
İkizi ile ortak kullandıkları odaya girdiğinde cep telefonu çalmaya
başladı. Kardeşinin aradığını anlayınca gülümseyerek açtı telefonu. “Ne o yine
uyumadan mı sabahlayacaksın?” sesi ile kardeşini rahatlatmak istiyordu.
“Dalga geçme, durum ne? Geleyim mi?”
“Gelmene gerek yok. Ben buradayım şimdi polis ile konuşuyorum. Günün
üstünden geçeceğiz.”
“Neden şüpheleniyorlar?”
“Bilmiyorum. Sen de sakin ol tatlım ne olduğunu bilmiyoruz. Ben bir şeyler
öğrenince seni ararım.”
“Personel ne durumda? Korkmuşlardır. Eve yollasaydın hepsini.”
“Hallettim merak etme. Korkmuşlar haklı olarak.”
“Sen? Sen korkmadın mı?”
“Ben? Ben iyiyim. Senin eve gittiğini bildiğim için çok korktuğumu
söyleyemem. Kimseye bir şey olmadığını da biliyordum gelirken. O yüzden iyiyim
canım. Hadi sen beni bekleme uyumaya çalış. Ben önemli bir şey olursa arar
uyandırırım seni.”
Kardeşlerin telefon konuşması bitene kadar Mesut ve Hasan odayı
incelemişti. Çok fazla kadınsı detaya rastlanmayan odada karşılıklı iki masa
olması kardeşlerin bir arada çalışacak kadar yakın olduklarını gösteriyordu.
Ama memurun bildiği başka şeyler de vardı. Patlama haberi telsizlerden
duyulduğu an Jeyan amirinin talimatı ile olaya müdahil olmuşlardı.
Aslında karşısındakinin Mine Söğüt olduğunu bildiği halde Sedef diye konuşmak
zor ve saçma geliyordu. Genç kadının konuşurken açık vermesini bekleyecek,
zorlamayacaktı. Bir saat kadar sonra kahveler bitmiş, günün özeti yapılmıştı.
“Teşekkür ederim. Umarım yarına kadar aşağıdaki enkazı kaldırmak için izin
çıkar.”
“Merak etmeyin nasıl patladığını anlamak için bu gece bile araç
götürülebilir. Olay yeri inceleme işini bitirdiğinde aşağıdaki işimiz de bitmiş
olacak. En geç bir iki saate kadar binayı terk ederler.”
“Bunun için de teşekkür ederim.”
“Aracın sigorta işlemleri için polis raporunu beklemeniz
gerekecek.”
“Sorun değil.”
Bu yanıtı duyan polis kendine gülümsedi. Belki sigortaya bile gerek duymamışlardı.
Ne de olsa yenisini alacak kadar çok, hatta fabrikasını alacak kadar çok
paraları vardı.
Odadan çıkarken aklında genç kadının kendisine anlatmadığı şeyler olduğuna
dair kesin kanısı vardı. Bu kadın ikizinin söylediği gibi bir şeyler gizliyordu.
Aracın nasıl patladığı anlaşıldığında yani suikast olduğu kesinleştiğinde bir
kez daha konuşacaklarını biliyordu.
*****
Sedef aynı anlarda evde volta atıp duruyordu. Jeyan kendisini cep
telefonundan aramış, Sedef’in sesini duyunca lokantada beklerken kardeşi ve
Yiğit Uçar’ın geldiğini, kapıdan girmeden döndüğünü gördüğünü, hemen ardından
patlama haberini alıp tedirgin olduğunu, Mine’nin iyi olduğunu, Mesut ile
Hasan’ı yolladığını söylemişti. Sedef, kardeşinden önce en yetkili ağızdan
haberi aldığı için biraz rahattı ama korkusu geçmiyordu.
Yiğit ile yemeğe çıkan kardeşinin aracının patlaması normal olarak kabul
edilecek bir şey değildi. Sinirleri bozulmuş bir şekilde dolaşırken Jeyan amir,
yeniden arayıp, aracın kendi arabası olduğunu söylemiş, dosya ile ilgili hızlı
hareket etmeleri için bunu kullanacağını bildirmişti. Eve bir ekip yollamış ve
her yerin incelenmesi, bomba araması yapılmasını sağlayacağını bildirmişti.
Güvenlik görevlilerinin ekip gelmeden en azından gözle tarama yapmasını, kapalı
kutulara dokunmamalarını, araçlara kimsenin binmemesini ama özellikle altlarına
bakılmasını istemişti.
Sedef, her şeyi dinledikten sonra aklına takılan şeyi sordu. “Patlayan aracın
plakası ne?”
Aldığı yanıttan sonra “O benim değil, aslında Mine’nin aracı. Bizim bu isim
karmaşasından sonra araçlarımız da değişti. Bu patlayan araç iş için
kullandığımız arabalardan.”
“Anladım. Bu saldırı kardeşine yapılmış olabilir diyorsun ama sonuçta sen
kullanıyordun. Bunu elde tut ve kardeşini sıkıştır. Olmuyorsa zorlama ama bence
bu büyük koz.”
“Kesinlikle büyük koz. Kullanacağım.”
Evde bunlar yaşanırken şirkette de ortalık biraz sakinleşmişti. Nihayet eve
gidebilmek için izin alan Mine, polis otosu ile bırakılacaktı. Yiğit de
polislere söyleyip araca binince ikisi sessizce evin yolunu tuttu. İkili
arasındaki tek hareket Yiğit’in Mine’nin elini tutup teselli eder şekilde
sıkmasıydı. Küçük bir temas bile Mine’nin korkusunu biraz bastırmıştı.
İçinden geçen sadece bu değildi. Parmaklarını o güçlü parmaklara dolamak,
başını omzuna yaslamak ve rahatlayana kadar yanında kalmak istiyordu. Belki
ağlamak, belki sarılmak ama ne olursa olsun Yiğit’in yanında olmak istiyordu. Biliyordu,
çok şey istiyordu. Şu an aklından geçenlerin olması mümkün değildi.
Eve yaklaşırken elini çekti Mine. Daha fazlasına ihtiyaç duyup bununla
yetinmek zaten sinir bozucuydu. Bir de kendini kardeşinin sorularına
hazırlamalıydı.
“İyi misin?” diye soran Yiğit, aslında sessizliğe tahammül edemiyordu. Bir
de hiç susmayan polis telsizinin sesine tahammülü kalmamıştı.
“Biraz daha iyiyim. Kendimi asıl sorguya hazırlıyorum.”
“Tahmin edebiliyorum.”
“Biliyor musun? İlk kez gerçekten korktum. Önceki kazada da korkmuştum ama
bu kez daha farklı. Bu kez iliklerimde hissettim ölümü. Babamın kazasında
gözlerimi hastanede açtığımda da hissettiklerim kötüydü ama bu kez… Neyse tamam
kapatıyorum konuyu.”
“Evde konuşacaksın nasılsa.”
“Ne yazık ki.”
Kapıyı açan Sedef’ti. Kardeşine sımsıkı sarıldı. Hiç konuşmadan iki
dakikaya yakın öyle kaldılar. Yiğit onların ayrılmayacağını düşünmeye
başlamıştı ki ikisi aynı anda çekildi.
“İyi misin?”
“İyiyim. Sadece korktum.”
“Biliyorum canım. Geçin hadi.” diye kenara çekildi nihayet. Yiğit’in orada
olmasından hoşlanmamıştı ama onun da gözlerinde korku vardı. Samimi miydi?
Yoksa korkmaları için kurduğu tuzağı anlamasınlar diye rol mü yapıyordu. Sedef
kendi tedirginliklerini bir yana bırakıp kardeşini rahatlatmayı tercih etti.
“Süheyla Hanım, bir bardak su verebilir misin? Yiğit, sen bir şey istiyor
musun?”
“Ben de su alayım.”
“Hemen getiriyorum.” Süheyla Hanım mutfağa geçerken üçlü, alt salondaki
koltuklara geçti. Antika mermer sehpanın üzerindeki kadehe bakan Mine, “Sen ne
içiyordun?” diye sordu.
“Viski elbette. Polis aradığından beri başım ağrıyor. Ya ağrıyı kesecek ya
da daha çok ağrıtacak. Size de vereyim mi?”
“Önce suyu içeyim, sonra hayır demem. Benim de başım ağrıyor ve
uyuyabileceğimi sanmıyorum.”
Sedef, üzerindeki pijamasına ve onun üstüne giydiği sabahlığına bakıp,
“Hadi gel üzerimizi değişelim. Daha rahat bir şeyler giyelim ve öyle oturalım.
Yiğit, sen kendi içeceğini alırsın değil mi?”
“Rahatınıza bakın.”
Kardeşler sarmaş dolaş kendi katlarına çıktılar. İkisi de susuyordu.
Odalarının önüne geldiklerinde Sedef, “son aldığımız kotlarımızı ve
gömleklerimizi giyelim.”
“Şu an kimseye kim kimdir oynayacak durumda değilim.”
“Oynamayacağız. Sadece onları giyip ineceğiz. Saçlarımızı da açık bırakıp
yara izlerinin üstünü örteceğiz.”
“Yiğit seni tanısın mı istiyorsun?”
“Seni tanısın istiyorum.”
“Mine’ciğim, seni tanıyacağını düşünmen…”
“Bak, yeter artık. Gir, giyin ve dediğimi yap. Yiğit gittikten sonra
seninle uzun ve gerçeklere dayalı bir konuşma yapacağız. O yüzden bu akşam kim
kimdir, isim karmaşası falan bir yana bırakıyoruz. Biraz aşağıda oturuyoruz.
Anlaştık mı?”
Artık kaçışı yoktu. Kaçmak da istemiyordu. Çok yorulmuş ve korkmuştu.
Kardeşinin de aptal olmadığını bilerek onu kandırmaya uğraşması manasızdı. En
iyisi konuşmak ve ortak kararlar almaktı. Mine, ikizinin gri gözlerine bakarak,
“Anlaştık.” dedi. İkisinin de bu yanıtla rahatlaması dışarıya yansımıştı. Kötü
bir gecenin güzel şeyleri ardından getirmesi beklenmedik değildi.
İki kardeş streç kotları, beyaz gömlekleri ve topuklu
ayakkabıları ile merdivenden inerken tablo gibiydiler.
Yiğit ikisine de bakıp korkunç geceyi komik hale getirmeye uğraştıklarını
düşündü. Onları karıştırması mümkünmüş gibi.
Henüz son basamağa gelmemişlerdi ki sokak kapısı çalındı. Görevlilerden
biri kapıyı açmaya gitti.
İçeriye panik halinde giren Fırat ikisini karşısında sağlıklı ve
gülümseyerek bakarken görünce bir an durdu.
“Benim aklım çıktı korkudan ama siz, kim kimdir mi oynuyorsunuz?”
“Bazen böyle hiç fark etmeden aynı şeyleri giyiyoruz. Ruhen bitik olmasak
birimiz değiştirirdi üzerini ama üzgünüz…”
“Hiç önemli değil, ben kim kimdir bildiğim sürece isterseniz hep böyle
giyinin.”
“Bil o zaman!” diyen Mine idi. Gerçek Mine bunu söyleyip karmaşayı
beklerken bir yandan da Yiğit’i izliyordu. Genç adam, elinde kadeh ile yerinden
kalkmış neler olacağını izliyordu. Yüzünde kızgın bir bakış olması nedendi,
Mine’nin fikri yoktu. Umutları hayatındaki kadın yüzünden yerle bir olmuştu.
Belki sadece Fırat’a güvenmiyordu. Evet nedeni bu olmalıydı. Fırat ve
ekibi şirkete geldiğinden beri bir sürü kötü olay yaşanmıştı. Elbette direkt
ilgisi olması pek olası değildi.
Sedef de kardeşi gibi neler olacağını beklerken Fırat gülümseyerek geldi,
önce Mine’ye yaklaştı, gülümsedi ve yanağından öpüp, “Geçmiş olsun. O arabada
olmadığına sevindim.” dedi ve sonra yanında bekleyen ve yüzündeki poker
ifadesini bozmayan genç kıza yönelip kimseye aldırmadan dudaklarına çok da
küçük olmayan bir öpücük bıraktı.
“İyisin değil mi?” derken bile sesi farklıydı. Herkes rahatlamıştı.
“İyiyim. O arabayı alıp yola çıkabileceğimi ama uykusuzluk yüzünden tüm
planlarımı değiştirdiğimi düşününce gerçekten iyiyim.”
“Şans mı, kader mi bilmem ama iyi olduğun için sanırım en mutlu insanlardan
biri benim. Bu gece seni görmeden uyuyamazdım. Geç oldu biliyorum ama biraz
kalmamın sakıncası var mı?”
“Elbette yok. Aksine gidersen üzülürüm. Hadi geç, Yiğit, sana zahmet
olmazsa içecek bir şeyler verir misin? Hemen geliyoruz.” Cümlesi biter bitmez
Fırat’ın ayrımı rahatlıkla yapmasına şaşırmış kardeşini kolundan tuttu ve
çalışma odasına soktu.
“Mine,
sana sonra bir şeyler anlatacağım. Sen de bana anlatacaksın. Aramızda sırlar
kalmayacak ama bu akşam son kez ikisinin karşısında şu isim işini pek katmadan
konuşalım. Yiğit beni yine Mine bilsin. Bakma bana öyle. Aklımdakiler doğru mu
bilmiyorum ama bunları seninle konuşmadan ona isimlerimizi düzelttiğimizi
söyleyemem. Ve gördüğün gibi Fırat aslında biliyor benim Sedef olduğumu.”
“Nasıl?
Sen söyledin o da inandı mı?”
“Hayır, o
kadar basit değil.”
“Ne yani,
içine mi doğuyor?”
“Neredeyse… Babam bizi hiç karıştırmıyordu ya, Fırat da ikimizi ne zaman
görse farklı bir elektrik yaydığımızı ve rahatlıkla ayırt ettiğini söylüyor.
Yani hiçbir zaman benim Mine olduğumu düşünmemiş.”
“Vay anasını.”
“Argoya da mı başladık?”
“Henüz değil ama bu olaylar biraz daha büyürse ağzım cidden bozulacak. Asıl
kızdığım Yiğit oldu şimdi. Dünkü adam… pardon yani yeni tanıdığımız biri demek
istedim.”
“Önemli değil.”
“Önemli olduğu belli. Neyse yani o daha bizi yeni tanıyor ve rahatlıkla
ayırt ediyor ama Yiğit edemiyor öyle mi?”
“Bence o da biliyor ama bizim bunları konuştuğumuzu bilmesini
istemiyorum.” Sedef, Yiğit’in de ayırt ettiğini, günler önce sorunu
çözdüklerini özellikle saklıyordu kardeşinden. Sadece içinde artan şüpheler yüzünden bu akşam
oyunun bittiğini bilmesini istemiyordu. Mine, kardeşinin yüzüne bakıp oradaki
tereddüdü, korkuyu ve hüznü görmüştü.
“Neden? Yoksa…Aman Allahım. Yoksa tüm bunların ardında Yiğit’in mi
parmağı var?”
“Bilmiyorum. Sadece tedbirli olmak istiyorum.” Artık kardeşinin de
korkularını körüklemiş, üzülmesine engel olmak isterken tam tersi arttırmıştı.
Yine de inatla bu son oyunun işe yarayacağı hissini içinde büyütüyordu.
İçgüdülerine güvenmesi gerekiyordu. Bir şeyler bu basit oyuna bağlı gibi
hissetmesi boşa değildi.
“Anlıyorum. Hayır, aslında anlamıyorum. O niye bizi yok etmek istesin
ki?”
“Belki biri için çalışıyordur.”
“Tamam daha fazla konuşmayalım, yoksa çıkıp kapıyı göstereceğim. Bir de bu
akşam onunla yemeğe çıktım. Offff düşündükçe beynim patlayacak gibi
oluyor.” Mine, az önce arabada kendisine destek olduğunu düşündüğü adamın
hareketlerini anımsamaya çalıştı. Polisler de şüphelenmişti. Bir sürü soru
sormuştu. Mine, daha farklı bir korkuyla yüz yüze geldi. Ya gerçekten Yiğit
suçluysa? O babasının ve Esra’nın katili miydi? Kamyonu kullanması gerekmiyordu
katil olması için. Elleri titremeye başlamıştı. Yüzüne korkusunu yansıtmadan
nasıl oturacaktı karşısında? Bir şeyler düşünmeli, mimiklerini kontrol
edebilmeliydi.
Sedef, kardeşinin sıkıntısını anlamış, omzunu sıkarak güç aşılamaya
çalışmıştı.
“Tamam, hadi onlar gidince konuşuruz. Senin üzerindeki yükü de alırız. Aylardır
sır saklıyorsun benden.”
Mine, omzundaki elin üstüne elini koyup aylardır yalanlar söylediği
kardeşinin gözlerine bakarak yanıtladı. “Çok da saklayamadım. Hep bir tuhaflık
olduğunu biliyordun.”
“Çünkü tek yumurta ikiziyiz. O kadar olacak.”
Gülümseyerek odadan çıktıklarında biraz daha rahatlamışlardı.
İki erkek patlama yerindeki manzarayı konuşuyordu. Yiğit araçların halini
anlatırken rahatsızdı. Kızların geldiğini görünce konuyu kapatmak için
kaşlarını kaldırıp Fırat’ı uyardı.
Genç adam yine hiç yanılmadan genç kızın bileğini tutup yanına oturttu.
“Çok güzel gözüküyorsunuz hanımefendi. Gecenin bu saatlerinde hep bu kadar hoş
musunuz?” Fırat’ın tavırları diğerlerinin de hoşuna gitmiş olmalı ki
ikisinin haline gülüyorlardı. Yiğit’in Sedef-Fırat ilişkisine bakışı olumlu
gözüküyordu. Mine ise Yiğit ile ilgili şüpheleri yüzünden zoraki bir tepki
vermişti. Kardeşi için mutluydu ama içten gelen bir gülümseme değildi
dudaklarından dökülen.
Sedef, ortamı rahatlatmak için gülerek, “Senin geleceğini tahmin ettiğim
için giyindim dersem inanacak mısın?” dedi.
“Elbette hayır.”
“Pijamalarımla yakalama fırsatını kaçırdın. Ama ne yazık ki Yiğit’e
yakalandım.”
“İnan farkında bile değildim. Sen söylemesen de fark etmezdim. Sanırım
olayın şoku kılık kıyafetten daha önemliydi. Kardeşin o kadar sarsıldı
ki.”
“Şu konuyu konuşmasak nasıl olur?” diye soran Mine, Yiğit’in karşısındaki
koltukta oturuyordu. Diğerlerinin aksine oldukça uzak iki tekli koltukta
oturmayı tercih etmişlerdi.
“Bana uyar.”
“Bizlere de uyar eminim ama bir şey soracağım, basının haberi var ama
telefonlarınız çalmıyor. Nasıl oluyor bu?”
“Tüm telefonlarımızı güvenlik ekibimize yönlendiriyorlar. Onlar
arkadaşlarımız hariç ki onların da hepsi değil, kalanını yanıtlıyor.”
“Yani arasaydım sana ulaşmam mümkün olmayacak mıydı?” Fırat, yanındaki
kızın saçını kulağının arkasına atmış bunu herkesin duyacağı bir sesle ama
sözde fısıldayarak sormuştu.
Sedef gülümsedi. “Arasaydın öğrenirdin bunun yanıtını.”
Genç adamın rahat kahkahası gerilimi biraz daha alıp götürmüştü. Ta ki
konuşmaların arasında bir patlama sesi duyana kadar.
İki kız da korku ile yerlerinden sıçrayınca Fırat hemen sarılmıştı Sedef’e.
Mine ise korku dolu gözler ile etrafına baktıktan sonra görüş açısındaki havai
fişeğin ışığını görmüş ve “Korkmayın devamı da gelecek, yine bir parti ve yine
havai fişekler.” diyerek arkasına yaslanmıştı. Sakinleşmeye çalışması fayda
etmemiş elleri daha da artan hızla titremeye devam etmişti. Kendisine uzatılan
bir bardak suyu aldı. Yiğit başında içmesini bekledikten sonra, “Gel hadi biraz
bahçeye çıkalım. Üzerine bir şey giy ama serin dışarısı.” dedi ve genç kızın
arkalarındaki dolaptan bir şal almasını izledi.
İkisi dışarı çıkarken Fırat da Sedef’e biraz daha sarıldı. “Bu ikisi niye
ayrıldı?” diye sordu.
“Ne?”
“Bunlar bir şeyler yaşamış ama yürümemiş belli. Ne oldu? Başka biri mi?
Yiğit biri ile birlikte diye biliyorum. O yüzden mi?”
“Onlar hiç birlikte olmadı. Mine ona aşık ama Yiğit’i bir şekilde kendinden
uzaklaştırdı ve şimdi de pişman. Neyse ben karışmıyorum. Nasılsa yeni biri
çıkacak ve o da mutlu olacak.”
“Belki Yiğit de pişmandır. O adam kardeşine aşık.”
“Nereden biliyorsun?”
“Çünkü sen bile onun ne kadar korktuğunu anlayamadan o yanında bitti. Ben
nasıl sana tüm korkularını unutturmak istiyorsam o da kardeşine aynı şeyi
yapmak istiyor.”
“Pardon, ben bir şeyler mi kaçırdım? Sen dolaylı yoldan itiraflara mı
başladın?”
“Bunun dolayı falan yok. Aşk öyle ‘yarını bekleyeyim, öbür gün söylerim’
diye bekletilmeyecek kadar değerli. Aptal gibi uzak durmaya çalıştım. Çünkü
senin gelirin ile benimkini kıyaslarsak, sen benden yüz, belki bin tane
alırsın. Ama o uzak durduğum sürede gördüm ki siz zengin ama boş işlerle
uğraşan insanların hayatını yaşamıyorsunuz. Siz geliriniz ile birilerinin evine
yiyecek götürmesi, mutlu olması için çabalıyorsunuz. Ben de birileri işini
yaparken en iyisi olsun, fikir üretsin, patronuna kazandırsın ki kendi de
kazansın diye çabalıyorum. Yani maddi farklarımız olsa da manevi anlamda çok
farklı değiliz. O zaman aşkımı saklayarak korkak gibi davranamam. Gece gündüz
seni düşünüyorsam, haberleri dinlerken şirketteki patlamayı duyduğumda sana bir
şey oldu korkusu ile kendimi kaybetmişsem, tüm bunları sen de bilmelisin. Ve
evet bir tır dolusu laf ettim, sırf sana gerçekten aşık olduğumu anlaman
için.”
“Kapıdan içeri girdiğinde anlamıştım.”
“Nasıl?”
“Korkmuştun. Niye korkasın ki? Tabii aşık değilsen. Ama sen beni gördüğünde
korku silindi ve mutlu oldun. Rahatladın.”
“Yani söylemesem de bilecek miydin?”
“Söylediğin için mutluyum. Bilsem de arada duymak hoşuma gidecek.”Ses tonu,
bakışları kendi duygularını belli ediyordu. Saklama çabasında değildi zaten.
Hayatın ne kadar kısa olduğunu şu son bir yıl, hatta birkaç ay içinde çok iyi
öğrenmişti. Bugün ise ölümden bir uyku boyu uzaklıkta olduğunu görmüştü. Mutlu
olmak istiyor, kiminle mutlu olacağını da biliyordu. Fırat onun bakışlarından
taşan sevgiyi görünce, yüzünü çok yumuşak bir hareketle ellerinin arasına aldı.
Kömür karasına dönmüş gözlerine uzun uzun baktı. Söze dökme ihtiyacı duyana,
içindekileri bakışlarından haykırmanın yetmediğini hissedene kadar gözlerini
ayırmadı. İstemsizce dökülen kelimeler kimseyi şaşırtmadı.
“Seni seviyorum.”
“Seni seviyorum.”
Fırat, bu kez dudaklarına uzun uzun baktı, sonra yavaşça eğilip tamamen
nefessiz kalana kadar öptü. Sedef, bu öpücüklerden milyon hatta milyar tane
istiyordu. Belki bu sayıya ulaşırdı, ama şimdilik bu mutlu anın tadını
çıkartacaktı.
*****
Hikayenin sonunda da birlikte olacaklarını düşündüğüm iki çift :)))) buraya not olarak bırakmak istedim 😊
YanıtlaSil