6 Nisan 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 38. Bölüm

Olay yerine gittiklerinde gözlerine inanamadılar. Yol boyunca bilgi almaya çalışmışlar ama polisin engeli ile karşılaşmışlardı. Tek bildiği Sedef’in evde ve sağlıklı olduğu idi. Nihayet genel müdürlük binasına geldiklerinde gördükleri ile şoke oldular. Mine, acı bir çığlık atmıştı. Yiğit, hemen yanında duruyor, yapmak istediğinin aksine sadece kolunu tutuyordu. Etraf sivil ve resmi giyimli polis, bomba imha uzmanları ve gazeteci doluydu. Mine ve Yiğit’i olay yerine yaklaştırmıyorlardı. Henüz tüm arama bitmemişti. Başka bir bombanın olması ihtimali ile hareket ediyorlardı.


Şirket altıda kapandığı için birkaç mesaiye kalan personel aracı ile ikizlerin o gün almadığı arabalarından başka otopark boş sayılırdı. Beyaza boyalı beton duvarda küçük dökülmeler, yapışmış birçok metal parçası göze çarpıyordu. Duvarın hemen önünde ise tüm zırhına rağmen parçalanmış bir araba duruyordu.

Yanındaki araçta kısmen zarar görmüştü. Mine,  kendisine söylenen plakayı duyunca inledi. Yiğit, onun tepkilerinden bir şeyler çıkartmaya uğraşıyordu.
Polis memuru ifadelerini alacağını söyledi. Mine, onunla birlikte biraz uzaklaştı. Kameralar ve mikrofonlar onlara doğru dönünce polis genç kadının onlara arkasını dönmesini söyledi. Böylece ne konuştuklarını anlamayacaklardı.
  
“Sedef Hanım, şimdi bana bugün neler olduğunu kısaca anlatır mısınız? Neden arabanızı almadınız?” 
“Öncelikle o benim değil ikizimin arabası. Onun yanındaki araba benim ama gördüğümüz gibi o da epey kötü durumda.  Neden almadığıma gelince, çünkü Yiğit Bey ile iş yemeğine çıkacaktım ve o beni kuaförden aldı. Eve de o bırakacaktı. İki araba gitmeyelim dedim. Bunu hep yaparız.”  
“İkizinizin neden aracını almadığını biliyor musunuz?” 
“Çünkü iki gecedir uykusuzdu ve kullanamayacak durumdaydı. Araçlarımızı genelde iskeleye kadar kullanıyorduk ama bu akşam ikimiz de almadık. Allaha şükür ki almamışız. Bomba ikizimin arcına mı konulmuş?” 
“Evet, saat yedide patlamaya ayarlı bir bomba…” 
“Yedi mi?”Saatine baktı, yedi buçuk olmuştu. Çoğu zaman çıkış saatleri yediyi bulurdu. Bilen biri mi? Tesadüf mü? Yoksa sadece göz korkutma mı? Kesinlikle korkutmuşlardı.

Yiğit, bir başka polis tarafından sorulara maruz kalıyordu. Çok tedirgindi. Sık sık Mine’den tarafa bakış atıyor, bazen soruları duymuyor, tekrarlamasını istiyordu.
“Yiğit Bey? Sorumu tekrarlayayım mı?”
“Ölebilirdi… O ya da kardeşi ölebilirdi. Hiçbir şey yapamazdım. Bir daha konuşamaz, göremezdim.”
“Anlamadım. Açıklar mısınız?”
“Neyi?”
“Neyi mi? Neden hiçbir şey yapamazdım dediniz?”
“Siz bombaya karşı koyabiliyor musunuz? Hangi kabloyu kesmek lazım biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. O bombayı görmüş olsam bile patlamasına engel olamazdım ve ikizlerden biri, belki de ikisi ölmüş olurdu.”
“Kim ölmelerini istemiş olabilir?”
Yiğit, soruyu düşündü… Kim?

*****


Polis, sorularına devam etti.  
Oysa genç kadın aklını toparlayıp o ana dönemiyordu. Şu an o araçta parçalara ayrılmış olacak kardeşini düşünmekten başka bir şey yapamıyordu. Uykusuz geçen gece, erken işten çıkış ve tamamen rastlantı sonucu hayatta kalış. Bu ikinci hatta üçüncüydü. Babasının kazasında da ölmeleri planlanmış olmalıydı. O araca dördü birden binecekti. Büyük ihtimalle de hepsi orada ölmüş olacaktı. Bu kadar büyük bir adım artık saklanacak boyutu aşmıştı. Bunu önce kardeşiyle konuşmalıydı.  
Polisin sorusunu duymadığını kendisine ikinci kez seslendiğinde anladı 

“Af edersiniz, duyamadım. Ne sordunuz?” 
 “Yiğit bey daha önce de böyle bir teklifte bulunmuş muydu?”  
“Anlayamadım nasıl bir teklif?”  
“Sizi arabası ile almak, tek araba ile gitmek?”  

Bir an bocaladı. Yiğit ona böyle bir şey söylemiş miydi? “Ben kuaföre gideceğimi söylediğimde o ‘ben seni oradan alırım’ dedi. Bu tarz planlamalar ilk kez olmuyor. Trafikte iki araç olmamız gerekmiyorsa illa birileri birileri ile yola çıkar. Zaten koruma araçlarımız da arkamızda oluyor.”
“Korumalarınızı da sorgulayacağız. Tabii otoparktaki güvenlik görevlilerini de!”
“Hepsi yardımcı olacaktır.”
“Elbette. Peki kim sizi öldürmek istemiş olabilir? Aklınızda bir isim var mı?”
Mine, yanıt veremeden yanlarında bir araç durdu ve içinden Mesut Kafkas ile Hasan Taçbaş indi. Kimliklerini gösterdikten sonra Mine’ye dönüp, geçmiş olsun, dediler. “Biz devralacağız ama sizin de yanımızda olmanızda bir sakınca yok. Sadece burada konuşmayacağız. Büronuza çıkalım.”
“Binada bomba araması bitmedi.”
“O zaman şu kamera ve mikrofonlardan uzak bir yere gidelim. Bu kat kontrol edildi mi?”
Memur, birisine bakıp onun başı ile onay vermesi ile rahatlamıştı. “Evet, temiz”
“Şu güvenliklerin odasına girelim.”
Mine, hastaneden tanıdığı sivil polislerin otoriteyi ele almasından memnun olmuştu. Onların işi daha düzgün idare edeceklerini düşünüyordu. Hem kendilerini tanıyorlar, hem de o zaman yaptıkları görüşmeden dolayı babalarının kazasının ardında başka şeyler olduğunu tahmin ediyorlardı. Bu da patlamanın normal bir olay olmadığını en iyi onların bileceğinin kanıtıydı. Birlikte güvenliklerin kameraların bağlı olduğu monitörleri izledikleri odaya girdiler.
Mesut, ekranları göstererek, “Tüm kayıtları aldınız mı?” diye sordu. Polis memuru evet diye yanıtlayınca rahat bir tavırla boş sandalyeleri gösterip oturmalarını istedi.
“Araç sizin mi kardeşinizin mi?”
“Kardeşimin. Az hasarlı olan benimki.”
“Kardeşiniz nerede?” Az önce yanıtladığı soruları tekrar yanıtlamaya başlamıştı. Bu kez biraz daha sakin ve korkusuzdu.
“Bu saldırının size olmadığından emin misiniz?”
“Ne demek istiyorsunuz? O araç kardeşimin.”
“Bakın, iki araç aynı renk ve model. Plakaların sadece son rakamları farklı! Bu durumda birinin sizi öldürmek istemesi olasılığı hiç de azımsanacak bir oranda değil. O yüzden bu saldırının ikinize de yapılmış olma ihtimalini göz önünde bulundurun lütfen.”

Mine, o an küçük bir şok geçirdi. Eğer isimler değişmemiş olsa, o araç kendi aracıydı. Bu saçma oyuna girdiğinden beri kimlikler, ruhsatlar gibi özel olarak isimlerine düzenli her şey el değiştirmiş, Sedef’e ait şeyleri o kullanmaya başlamıştı. Bu durumda patlayan araç kendi aracıydı. Bunu da henüz anlatamazdı.

“Beni korkutmak istiyorsanız inanın hiç gerek yok. Zaten ölecek kadar korkuyorum. Tek bildiğim şu an kardeşimin evde olduğu. Aracının burada patlamış halde bulunduğu.”
“Yine aynı noktaya geliyoruz. Kim bunu yapmış olabilir? Son zamanlarda tehdit alıyor muydunuz?”
O yanıt veremeden cep telefonu çalmaya başladı. Arayan ikiziydi. “Mine? İyi misin? Neredesin? Uyandırdılar beni. Patlama olmuş. İyi misin?”
“İyiyim. Eve gelince anlatırım. Sen uyu ve düşünme. Kimseye bir şey olmadı. Küçük bir patlama.”
“Yanında kim var? Korumalar nerede? Kim nereye bomba koymuş?”
“Sakin ol. Herkes burada. Hastanede tanıştığımız sivil polisleri anımsıyor musun? Onlar da burada.”

Sedef, kardeşinin o sabah görüştüğünü bilmediğini anımsayınca merakla devamını bekledi. Mesut Beyin orada olması, bu olayın da öncekilerle bağlantılı olduğunu düşündüklerini gösteriyordu. Biraz daha rahatlamıştı. Olaylar üst üste geliyordu ama bu da süreci hızlandırıyordu. Hepsinin arkasındaki kişilere ulaşmaları kolaylaşıyor olmalıydı. Kardeşinin sesinin de rahat olduğunu hatta gülümsediğini fark edince o da hattın diğer ucunda gülümsedi.
“Anladım. Bak çok dikkatli ol ve bir an önce eve gel.”


Mine, kardeşi ile konuştuktan sonra kendisini bekleyen sorulara geri döndü. Çok dikkatli yanıtlıyor, yalan söylemekten kaçınıyordu. Bu adamlar gerçekten belaydı. Şirketin içinde birileri bunlara haber uçuruyor olabilir miydi? Bir köstebek? 
Yiğit neden aracını almamasını istemişti?  
Yiğit?  
Bu şüphe ile ağzından bir şeyler kaçırmaktan korktu. Polis onun her hareketini çok yakından izliyordu. Şirkette bir köstebek olması çok doğaldı ama bunun Yiğit olması… İşte bunu kabul edemeyeceğini hissediyordu. Mesut Kafkas da aynı şeyleri düşünüyormuş gibi konuştu. “Lütfen bana tüm gününüzü ve Yiğit Bey ile yaptığınız konuşmaları, planlarınızı aktarın. Bunu yaparken etrafınızda kimler vardı, kim neyi ne kadar biliyordu, sekreteriniz ile konuşmalarınız gibi detaylara da ihtiyaç var. Dilerseniz büronuza çıkalım ve daha rahat bir ortamda konuşalım.”    
“Bomba aramaları bitti mi? Bana burada sorulacak başka soru yok mu?”  
“Başka bir patlayıcıya rastlanmamış. Soruları varsa sizinle daha sonra konuşurlar. Sonuçta olay olduğunda burada olmadığınızı biliyoruz. Ölen ya da yaralanan olmaması da olayı biraz daha hafifletiyor. Ama birinin sizi öldürmek istediği ortada.”  
“Ya da korkutmak… Beni ya da kardeşimi. Üstelik şu an kesinlikle bunu başardılar.”  
“Evet amaçları korkutmak olabilir. Gözlerinizden korktuğunuzu da görüyorum.”  
“Biri ölebilirdi. Hatta bu kardeşim olabilirdi. Bundan daha kötü bir şey düşünemiyorum.” 

Ya gerçekten kardeşini öldürmek istediler ya da onun arabasını burada bıraktığını öğrenip korkutmak için böyle bir tuzak kurdular. Her ne olursa olsun artık bunlar onu aşıyordu. Sedef ile konuşmak ve tüm bunları çözmek zorundaydı. Kardeşi de ölmek istemeyeceğine göre satışa onay verecekti. 
Ne yapabileceğini, karşısındaki her hareketini izleyen polisi nasıl ikna edeceğini düşünürken onun yönlendirmesine uydu.   

“Hadi yukarı çıkalım da bir şeyler için.” Karşısındaki kadının ayakta durmakta her geçen dakika daha da zorlandığını anlamıştı. Olayın ilk şokundan sonra aslında neler olduğunu kavrayışını gözlerinde adım adım takip etmişti. Hasan’a da başı ile işaret ettikten sonra yürümeye başladılar. Oto parkın asansörünün olay yerine yakın olmasından dolayı oradan çıkamayacaklarını anladılar. Oto parkın dışına yönlendirip şirketin ön kapısına doğru yürüdüler. Görüntü almak ve soru sormak için hücum eden basına yanıt vermeden ana kapıdan binaya girdiler. Mesaiye kalmış olanlar, güvenlikler ve temizlik görevlileri lobide toplanmış, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hepsinin yüzünde korku ve şaşkınlık vardı.

Genç kadın gülümseyerek bir şey yok demeye çalışıyordu. Soru soran biri iki elemanına ‘Yarın gerekli açıklamaları yapacağız, polisler neler olduğunu araştırıp bize de bilgi verecek. Sanırım araçta bir sorun olmuş. Polisler size gidebileceğinizi söylediği an güvenlik görevlileri hariç hepiniz evinize gidebilirsiniz. Herkes taksi ile gitsin. Fişleriniz ödenecek. Görevliler polislere yardımcı olsun.’ demişti.  
   
Mesut, otoriteyi eline alan kadına hayranlıkla bakmamak için kendini zorluyordu.  
“Babam, yöneticilik önemli bir vasıftır, herkes iş sahibi olabilir ama herkes yönetici olamaz, der. Ne demek istediğini az önce anladım. Çok soğukkanlısınız!”  
“Yanılıyorsunuz, şu an heyecandan ölebilirim ama bunu asla göstermem. Babam bizi böyle yetiştirdi. Her türlü kötü olaya karşı sağlam durabilmemiz ve kimseye neler hissettiğimiz söylemememiz gereken zamanları biliriz.” 

Asansöre beşinci katta binmek için hamle yapan temizlik görevlisi Mine’yi görünce vazgeçecekken genç kadının, ‘Hüsniye hanım, gelin’, demesi ile kadın gülümseyerek binmişti asansöre. En üst kata çıkıyordu görevli. Artık başka şey konuşmadan yol aldılar. Kadının korktuğunu anlayan Mine, “Binanın tamamı kontrol edildi. Korkmanıza gerek yok. Yine de bu akşam sadece yönetim katını temizleyin, yarın basından falan gelenler olur, sonra polislerin izin verdiği tüm ekip çıkabilir. Sanırım garajı bir süre öyle bırakacağız. Polisler izin verince garajı da temizletiriz ama en azından bu akşam oraya kimse girmeyecek, sen amirine söylersin.” diyerek inmişti asansörden.   
   
“Herkesin beti benzi atmış.” Hasan, görebildiği diğer çalışanlarında aynı durumda olduğunu fark edip söylemişti.
“Patlamayı deprem sananlar olmuş. Neyse ki garaj kısmı çok sağlammış da sadece aşağıdaki bir iki araç hasar görmüş. Binada hasar yok.”  
İkizi ile ortak kullandıkları odaya girdiğinde cep telefonu çalmaya başladı. Kardeşinin aradığını anlayınca gülümseyerek açtı telefonu. “Ne o yine uyumadan mı sabahlayacaksın?” sesi ile kardeşini rahatlatmak istiyordu.
“Dalga geçme, durum ne? Geleyim mi?”
“Gelmene gerek yok. Ben buradayım şimdi polis ile konuşuyorum. Günün üstünden geçeceğiz.”
“Neden şüpheleniyorlar?”
“Bilmiyorum. Sen de sakin ol tatlım ne olduğunu bilmiyoruz. Ben bir şeyler öğrenince seni ararım.”
“Personel ne durumda? Korkmuşlardır. Eve yollasaydın hepsini.”
“Hallettim merak etme. Korkmuşlar haklı olarak.”
“Sen? Sen korkmadın mı?”
“Ben? Ben iyiyim. Senin eve gittiğini bildiğim için çok korktuğumu söyleyemem. Kimseye bir şey olmadığını da biliyordum gelirken. O yüzden iyiyim canım. Hadi sen beni bekleme uyumaya çalış. Ben önemli bir şey olursa arar uyandırırım seni.”  

Kardeşlerin telefon konuşması bitene kadar Mesut ve Hasan odayı incelemişti. Çok fazla kadınsı detaya rastlanmayan odada karşılıklı iki masa olması kardeşlerin bir arada çalışacak kadar yakın olduklarını gösteriyordu. Ama memurun bildiği başka şeyler de vardı. Patlama haberi telsizlerden duyulduğu an Jeyan amirinin talimatı ile olaya müdahil olmuşlardı. Aslında karşısındakinin Mine Söğüt olduğunu bildiği halde Sedef diye konuşmak zor ve saçma geliyordu. Genç kadının konuşurken açık vermesini bekleyecek, zorlamayacaktı. Bir saat kadar sonra kahveler bitmiş, günün özeti yapılmıştı.
“Teşekkür ederim. Umarım yarına kadar aşağıdaki enkazı kaldırmak için izin çıkar.”  
“Merak etmeyin nasıl patladığını anlamak için bu gece bile araç götürülebilir. Olay yeri inceleme işini bitirdiğinde aşağıdaki işimiz de bitmiş olacak. En geç bir iki saate kadar binayı terk ederler.”  
“Bunun için de teşekkür ederim.”  
“Aracın sigorta işlemleri için polis raporunu beklemeniz gerekecek.”  
“Sorun değil.”   
Bu yanıtı duyan polis kendine gülümsedi. Belki sigortaya bile gerek duymamışlardı. Ne de olsa yenisini alacak kadar çok, hatta fabrikasını alacak kadar çok paraları vardı.  

Odadan çıkarken aklında genç kadının kendisine anlatmadığı şeyler olduğuna dair kesin kanısı vardı. Bu kadın ikizinin söylediği gibi bir şeyler gizliyordu. Aracın nasıl patladığı anlaşıldığında yani suikast olduğu kesinleştiğinde bir kez daha konuşacaklarını biliyordu.  

*****  

Sedef aynı anlarda evde volta atıp duruyordu. Jeyan kendisini cep telefonundan aramış, Sedef’in sesini duyunca lokantada beklerken kardeşi ve Yiğit Uçar’ın geldiğini, kapıdan girmeden döndüğünü gördüğünü, hemen ardından patlama haberini alıp tedirgin olduğunu, Mine’nin iyi olduğunu, Mesut ile Hasan’ı yolladığını söylemişti. Sedef, kardeşinden önce en yetkili ağızdan haberi aldığı için biraz rahattı ama korkusu geçmiyordu.

Yiğit ile yemeğe çıkan kardeşinin aracının patlaması normal olarak kabul edilecek bir şey değildi. Sinirleri bozulmuş bir şekilde dolaşırken Jeyan amir, yeniden arayıp, aracın kendi arabası olduğunu söylemiş, dosya ile ilgili hızlı hareket etmeleri için bunu kullanacağını bildirmişti. Eve bir ekip yollamış ve her yerin incelenmesi, bomba araması yapılmasını sağlayacağını bildirmişti. Güvenlik görevlilerinin ekip gelmeden en azından gözle tarama yapmasını, kapalı kutulara dokunmamalarını, araçlara kimsenin binmemesini ama özellikle altlarına bakılmasını istemişti.  

Sedef, her şeyi dinledikten sonra aklına takılan şeyi sordu. “Patlayan aracın plakası ne?”
Aldığı yanıttan sonra “O benim değil, aslında Mine’nin aracı. Bizim bu isim karmaşasından sonra araçlarımız da değişti. Bu patlayan araç iş için kullandığımız arabalardan.”
“Anladım. Bu saldırı kardeşine yapılmış olabilir diyorsun ama sonuçta sen kullanıyordun. Bunu elde tut ve kardeşini sıkıştır. Olmuyorsa zorlama ama bence bu büyük koz.”
“Kesinlikle büyük koz. Kullanacağım.”

  
Evde bunlar yaşanırken şirkette de ortalık biraz sakinleşmişti. Nihayet eve gidebilmek için izin alan Mine, polis otosu ile bırakılacaktı. Yiğit de polislere söyleyip araca binince ikisi sessizce evin yolunu tuttu. İkili arasındaki tek hareket Yiğit’in Mine’nin elini tutup teselli eder şekilde sıkmasıydı. Küçük bir temas bile Mine’nin korkusunu biraz bastırmıştı. 
   
İçinden geçen sadece bu değildi. Parmaklarını o güçlü parmaklara dolamak, başını omzuna yaslamak ve rahatlayana kadar yanında kalmak istiyordu. Belki ağlamak, belki sarılmak ama ne olursa olsun Yiğit’in yanında olmak istiyordu. Biliyordu, çok şey istiyordu. Şu an aklından geçenlerin olması mümkün değildi.  
Eve yaklaşırken elini çekti Mine. Daha fazlasına ihtiyaç duyup bununla yetinmek zaten sinir bozucuydu. Bir de kendini kardeşinin sorularına hazırlamalıydı.  
  
“İyi misin?” diye soran Yiğit, aslında sessizliğe tahammül edemiyordu. Bir de hiç susmayan polis telsizinin sesine tahammülü kalmamıştı.  
“Biraz daha iyiyim. Kendimi asıl sorguya hazırlıyorum.” 
“Tahmin edebiliyorum.” 
“Biliyor musun? İlk kez gerçekten korktum. Önceki kazada da korkmuştum ama bu kez daha farklı. Bu kez iliklerimde hissettim ölümü. Babamın kazasında gözlerimi hastanede açtığımda da hissettiklerim kötüydü ama bu kez… Neyse tamam kapatıyorum konuyu.” 
“Evde konuşacaksın nasılsa.” 
“Ne yazık ki.” 
  
Kapıyı açan Sedef’ti. Kardeşine sımsıkı sarıldı. Hiç konuşmadan iki dakikaya yakın öyle kaldılar. Yiğit onların ayrılmayacağını düşünmeye başlamıştı ki ikisi aynı anda çekildi.  
“İyi misin?” 
“İyiyim. Sadece korktum.” 
“Biliyorum canım. Geçin hadi.” diye kenara çekildi nihayet. Yiğit’in orada olmasından hoşlanmamıştı ama onun da gözlerinde korku vardı. Samimi miydi? Yoksa korkmaları için kurduğu tuzağı anlamasınlar diye rol mü yapıyordu. Sedef kendi tedirginliklerini bir yana bırakıp kardeşini rahatlatmayı tercih etti.  

“Süheyla Hanım, bir bardak su verebilir misin? Yiğit, sen bir şey istiyor musun?” 
“Ben de su alayım.” 
“Hemen getiriyorum.” Süheyla Hanım mutfağa geçerken üçlü, alt salondaki koltuklara geçti. Antika mermer sehpanın üzerindeki kadehe bakan Mine, “Sen ne içiyordun?” diye sordu.  
“Viski elbette. Polis aradığından beri başım ağrıyor. Ya ağrıyı kesecek ya da daha çok ağrıtacak. Size de vereyim mi?” 
“Önce suyu içeyim, sonra hayır demem. Benim de başım ağrıyor ve uyuyabileceğimi sanmıyorum.” 
Sedef, üzerindeki pijamasına ve onun üstüne giydiği sabahlığına bakıp, “Hadi gel üzerimizi değişelim. Daha rahat bir şeyler giyelim ve öyle oturalım. Yiğit, sen kendi içeceğini alırsın değil mi?” 
“Rahatınıza bakın.” 

Kardeşler sarmaş dolaş kendi katlarına çıktılar. İkisi de susuyordu. Odalarının önüne geldiklerinde Sedef, “son aldığımız kotlarımızı ve gömleklerimizi giyelim.” 
“Şu an kimseye kim kimdir oynayacak durumda değilim.” 
“Oynamayacağız. Sadece onları giyip ineceğiz. Saçlarımızı da açık bırakıp yara izlerinin üstünü örteceğiz.” 
“Yiğit seni tanısın mı istiyorsun?” 
“Seni tanısın istiyorum.” 
“Mine’ciğim, seni tanıyacağını düşünmen…” 
“Bak, yeter artık. Gir, giyin ve dediğimi yap. Yiğit gittikten sonra seninle uzun ve gerçeklere dayalı bir konuşma yapacağız. O yüzden bu akşam kim kimdir, isim karmaşası falan bir yana bırakıyoruz. Biraz aşağıda oturuyoruz. Anlaştık mı?” 
Artık kaçışı yoktu. Kaçmak da istemiyordu. Çok yorulmuş ve korkmuştu. Kardeşinin de aptal olmadığını bilerek onu kandırmaya uğraşması manasızdı. En iyisi konuşmak ve ortak kararlar almaktı. Mine, ikizinin gri gözlerine bakarak, “Anlaştık.” dedi. İkisinin de bu yanıtla rahatlaması dışarıya yansımıştı. Kötü bir gecenin güzel şeyleri ardından getirmesi beklenmedik değildi.  
İki kardeş streç kotları, beyaz gömlekleri ve topuklu ayakkabıları ile merdivenden inerken tablo gibiydiler.  
Yiğit ikisine de bakıp korkunç geceyi komik hale getirmeye uğraştıklarını düşündü. Onları karıştırması mümkünmüş gibi.  
Henüz son basamağa gelmemişlerdi ki sokak kapısı çalındı. Görevlilerden biri kapıyı açmaya gitti.  
İçeriye panik halinde giren Fırat ikisini karşısında sağlıklı ve gülümseyerek bakarken görünce bir an durdu.  
“Benim aklım çıktı korkudan ama siz, kim kimdir mi oynuyorsunuz?” 
“Bazen böyle hiç fark etmeden aynı şeyleri giyiyoruz. Ruhen bitik olmasak birimiz değiştirirdi üzerini ama üzgünüz…” 
“Hiç önemli değil, ben kim kimdir bildiğim sürece isterseniz hep böyle giyinin.” 
“Bil o zaman!” diyen Mine idi. Gerçek Mine bunu söyleyip karmaşayı beklerken bir yandan da Yiğit’i izliyordu. Genç adam, elinde kadeh ile yerinden kalkmış neler olacağını izliyordu. Yüzünde kızgın bir bakış olması nedendi, Mine’nin fikri yoktu. Umutları hayatındaki kadın yüzünden yerle bir olmuştu. Belki sadece Fırat’a güvenmiyordu. Evet nedeni bu olmalıydı. Fırat ve ekibi şirkete geldiğinden beri bir sürü kötü olay yaşanmıştı. Elbette direkt ilgisi olması pek olası değildi.
  
Sedef de kardeşi gibi neler olacağını beklerken Fırat gülümseyerek geldi, önce Mine’ye yaklaştı, gülümsedi ve yanağından öpüp, “Geçmiş olsun. O arabada olmadığına sevindim.” dedi ve sonra yanında bekleyen ve yüzündeki poker ifadesini bozmayan genç kıza yönelip kimseye aldırmadan dudaklarına çok da küçük olmayan bir öpücük bıraktı.  
“İyisin değil mi?” derken bile sesi farklıydı. Herkes rahatlamıştı.
“İyiyim. O arabayı alıp yola çıkabileceğimi ama uykusuzluk yüzünden tüm planlarımı değiştirdiğimi düşününce gerçekten iyiyim.” 
“Şans mı, kader mi bilmem ama iyi olduğun için sanırım en mutlu insanlardan biri benim. Bu gece seni görmeden uyuyamazdım. Geç oldu biliyorum ama biraz kalmamın sakıncası var mı?” 
“Elbette yok. Aksine gidersen üzülürüm. Hadi geç, Yiğit, sana zahmet olmazsa içecek bir şeyler verir misin? Hemen geliyoruz.” Cümlesi biter bitmez Fırat’ın ayrımı rahatlıkla yapmasına şaşırmış kardeşini kolundan tuttu ve çalışma odasına soktu.  
“Mine, sana sonra bir şeyler anlatacağım. Sen de bana anlatacaksın. Aramızda sırlar kalmayacak ama bu akşam son kez ikisinin karşısında şu isim işini pek katmadan konuşalım. Yiğit beni yine Mine bilsin. Bakma bana öyle. Aklımdakiler doğru mu bilmiyorum ama bunları seninle konuşmadan ona isimlerimizi düzelttiğimizi söyleyemem. Ve gördüğün gibi Fırat aslında biliyor benim Sedef olduğumu.” 
“Nasıl? Sen söyledin o da inandı mı?” 
“Hayır, o kadar basit değil.” 
“Ne yani, içine mi doğuyor?” 
“Neredeyse… Babam bizi hiç karıştırmıyordu ya, Fırat da ikimizi ne zaman görse farklı bir elektrik yaydığımızı ve rahatlıkla ayırt ettiğini söylüyor. Yani hiçbir zaman benim Mine olduğumu düşünmemiş.” 
“Vay anasını.” 
“Argoya da mı başladık?” 
“Henüz değil ama bu olaylar biraz daha büyürse ağzım cidden bozulacak. Asıl kızdığım Yiğit oldu şimdi. Dünkü adam… pardon yani yeni tanıdığımız biri demek istedim.” 
“Önemli değil.” 
“Önemli olduğu belli. Neyse yani o daha bizi yeni tanıyor ve rahatlıkla ayırt ediyor ama Yiğit edemiyor öyle mi?” 
“Bence o da biliyor ama bizim bunları konuştuğumuzu bilmesini istemiyorum.” Sedef, Yiğit’in de ayırt ettiğini, günler önce sorunu çözdüklerini özellikle saklıyordu kardeşinden.  Sadece içinde artan şüpheler yüzünden bu akşam oyunun bittiğini bilmesini istemiyordu. Mine, kardeşinin yüzüne bakıp oradaki tereddüdü, korkuyu ve hüznü görmüştü.
“Neden? Yoksa…Aman Allahım. Yoksa tüm bunların ardında Yiğit’in mi parmağı var?” 
“Bilmiyorum. Sadece tedbirli olmak istiyorum.” Artık kardeşinin de korkularını körüklemiş, üzülmesine engel olmak isterken tam tersi arttırmıştı. Yine de inatla bu son oyunun işe yarayacağı hissini içinde büyütüyordu. İçgüdülerine güvenmesi gerekiyordu. Bir şeyler bu basit oyuna bağlı gibi hissetmesi boşa değildi.
“Anlıyorum. Hayır, aslında anlamıyorum. O niye bizi yok etmek istesin ki?” 
“Belki biri için çalışıyordur.” 
“Tamam daha fazla konuşmayalım, yoksa çıkıp kapıyı göstereceğim. Bir de bu akşam onunla yemeğe çıktım. Offff düşündükçe beynim patlayacak gibi oluyor.” Mine, az önce arabada kendisine destek olduğunu düşündüğü adamın hareketlerini anımsamaya çalıştı. Polisler de şüphelenmişti. Bir sürü soru sormuştu. Mine, daha farklı bir korkuyla yüz yüze geldi. Ya gerçekten Yiğit suçluysa? O babasının ve Esra’nın katili miydi? Kamyonu kullanması gerekmiyordu katil olması için. Elleri titremeye başlamıştı. Yüzüne korkusunu yansıtmadan nasıl oturacaktı karşısında? Bir şeyler düşünmeli, mimiklerini kontrol edebilmeliydi.

Sedef, kardeşinin sıkıntısını anlamış, omzunu sıkarak güç aşılamaya çalışmıştı.
“Tamam, hadi onlar gidince konuşuruz. Senin üzerindeki yükü de alırız. Aylardır sır saklıyorsun benden.” 
Mine, omzundaki elin üstüne elini koyup aylardır yalanlar söylediği kardeşinin gözlerine bakarak yanıtladı. “Çok da saklayamadım. Hep bir tuhaflık olduğunu biliyordun.” 
“Çünkü tek yumurta ikiziyiz. O kadar olacak.” 
Gülümseyerek odadan çıktıklarında biraz daha rahatlamışlardı. 

İki erkek patlama yerindeki manzarayı konuşuyordu. Yiğit araçların halini anlatırken rahatsızdı. Kızların geldiğini görünce konuyu kapatmak için kaşlarını kaldırıp Fırat’ı uyardı.  
Genç adam yine hiç yanılmadan genç kızın bileğini tutup yanına oturttu. “Çok güzel gözüküyorsunuz hanımefendi. Gecenin bu saatlerinde hep bu kadar hoş musunuz?” Fırat’ın tavırları diğerlerinin de hoşuna gitmiş olmalı ki ikisinin haline gülüyorlardı. Yiğit’in Sedef-Fırat ilişkisine bakışı olumlu gözüküyordu. Mine ise Yiğit ile ilgili şüpheleri yüzünden zoraki bir tepki vermişti. Kardeşi için mutluydu ama içten gelen bir gülümseme değildi dudaklarından dökülen.

Sedef, ortamı rahatlatmak için gülerek, “Senin geleceğini tahmin ettiğim için giyindim dersem inanacak mısın?” dedi.
“Elbette hayır.” 
“Pijamalarımla yakalama fırsatını kaçırdın. Ama ne yazık ki Yiğit’e yakalandım.” 
“İnan farkında bile değildim. Sen söylemesen de fark etmezdim. Sanırım olayın şoku kılık kıyafetten daha önemliydi. Kardeşin o kadar sarsıldı ki.” 
“Şu konuyu konuşmasak nasıl olur?” diye soran Mine, Yiğit’in karşısındaki koltukta oturuyordu. Diğerlerinin aksine oldukça uzak iki tekli koltukta oturmayı tercih etmişlerdi.  
“Bana uyar.”  
“Bizlere de uyar eminim ama bir şey soracağım, basının haberi var ama telefonlarınız çalmıyor. Nasıl oluyor bu?” 
“Tüm telefonlarımızı güvenlik ekibimize yönlendiriyorlar. Onlar arkadaşlarımız hariç ki onların da hepsi değil, kalanını yanıtlıyor.” 
“Yani arasaydım sana ulaşmam mümkün olmayacak mıydı?” Fırat, yanındaki kızın saçını kulağının arkasına atmış bunu herkesin duyacağı bir sesle ama sözde fısıldayarak sormuştu.  
Sedef gülümsedi. “Arasaydın öğrenirdin bunun yanıtını.”
Genç adamın rahat kahkahası gerilimi biraz daha alıp götürmüştü. Ta ki konuşmaların arasında bir patlama sesi duyana kadar. 
İki kız da korku ile yerlerinden sıçrayınca Fırat hemen sarılmıştı Sedef’e. Mine ise korku dolu gözler ile etrafına baktıktan sonra görüş açısındaki havai fişeğin ışığını görmüş ve “Korkmayın devamı da gelecek, yine bir parti ve yine havai fişekler.” diyerek arkasına yaslanmıştı. Sakinleşmeye çalışması fayda etmemiş elleri daha da artan hızla titremeye devam etmişti. Kendisine uzatılan bir bardak suyu aldı. Yiğit başında içmesini bekledikten sonra, “Gel hadi biraz bahçeye çıkalım. Üzerine bir şey giy ama serin dışarısı.” dedi ve genç kızın arkalarındaki dolaptan bir şal almasını izledi.  
İkisi dışarı çıkarken Fırat da Sedef’e biraz daha sarıldı. “Bu ikisi niye ayrıldı?” diye sordu. 
“Ne?” 
“Bunlar bir şeyler yaşamış ama yürümemiş belli. Ne oldu? Başka biri mi? Yiğit biri ile birlikte diye biliyorum. O yüzden mi?” 
“Onlar hiç birlikte olmadı. Mine ona aşık ama Yiğit’i bir şekilde kendinden uzaklaştırdı ve şimdi de pişman. Neyse ben karışmıyorum. Nasılsa yeni biri çıkacak ve o da mutlu olacak.” 
“Belki Yiğit de pişmandır. O adam kardeşine aşık.” 
“Nereden biliyorsun?” 
“Çünkü sen bile onun ne kadar korktuğunu anlayamadan o yanında bitti. Ben nasıl sana tüm korkularını unutturmak istiyorsam o da kardeşine aynı şeyi yapmak istiyor.” 
“Pardon, ben bir şeyler mi kaçırdım? Sen dolaylı yoldan itiraflara mı başladın?” 
“Bunun dolayı falan yok. Aşk öyle ‘yarını bekleyeyim, öbür gün söylerim’ diye bekletilmeyecek kadar değerli. Aptal gibi uzak durmaya çalıştım. Çünkü senin gelirin ile benimkini kıyaslarsak, sen benden yüz, belki bin tane alırsın. Ama o uzak durduğum sürede gördüm ki siz zengin ama boş işlerle uğraşan insanların hayatını yaşamıyorsunuz. Siz geliriniz ile birilerinin evine yiyecek götürmesi, mutlu olması için çabalıyorsunuz. Ben de birileri işini yaparken en iyisi olsun, fikir üretsin, patronuna kazandırsın ki kendi de kazansın diye çabalıyorum. Yani maddi farklarımız olsa da manevi anlamda çok farklı değiliz. O zaman aşkımı saklayarak korkak gibi davranamam. Gece gündüz seni düşünüyorsam, haberleri dinlerken şirketteki patlamayı duyduğumda sana bir şey oldu korkusu ile kendimi kaybetmişsem, tüm bunları sen de bilmelisin. Ve evet bir tır dolusu laf ettim, sırf sana gerçekten aşık olduğumu anlaman için.” 
“Kapıdan içeri girdiğinde anlamıştım.” 
“Nasıl?” 
“Korkmuştun. Niye korkasın ki? Tabii aşık değilsen. Ama sen beni gördüğünde korku silindi ve mutlu oldun. Rahatladın.” 
“Yani söylemesem de bilecek miydin?” 
“Söylediğin için mutluyum. Bilsem de arada duymak hoşuma gidecek.”Ses tonu, bakışları kendi duygularını belli ediyordu. Saklama çabasında değildi zaten. Hayatın ne kadar kısa olduğunu şu son bir yıl, hatta birkaç ay içinde çok iyi öğrenmişti. Bugün ise ölümden bir uyku boyu uzaklıkta olduğunu görmüştü. Mutlu olmak istiyor, kiminle mutlu olacağını da biliyordu. Fırat onun bakışlarından taşan sevgiyi görünce, yüzünü çok yumuşak bir hareketle ellerinin arasına aldı. Kömür karasına dönmüş gözlerine uzun uzun baktı. Söze dökme ihtiyacı duyana, içindekileri bakışlarından haykırmanın yetmediğini hissedene kadar gözlerini ayırmadı. İstemsizce dökülen kelimeler kimseyi şaşırtmadı.  
“Seni seviyorum.” 
“Seni seviyorum.” 
Fırat, bu kez dudaklarına uzun uzun baktı, sonra yavaşça eğilip tamamen nefessiz kalana kadar öptü. Sedef, bu öpücüklerden milyon hatta milyar tane istiyordu. Belki bu sayıya ulaşırdı, ama şimdilik bu mutlu anın tadını çıkartacaktı.  
  

*****  

1 yorum:

  1. Hikayenin sonunda da birlikte olacaklarını düşündüğüm iki çift :)))) buraya not olarak bırakmak istedim 😊

    YanıtlaSil