Üç gün
sonra Bora tatilden dönmüş, ertesi gün için görüşmeye onay vermişti.
“Neyin
tatilini yaptı acaba?”
“Öyle
deme, o parti senin, bu parti benim gezerken yoruluyor. Dinlenmesi iyi olmuş.”
Mine,
kahkahasının ardından, “Sen de haklısın da bir de bununla ortak iş yapmak
istiyorsun, işte orada hak veremiyorum sana.”
“Onu
artık iş adamı yapacağız. Biraz kendine gelsin. Başkalarının yönettiği şirketle
nereye kadar? Evlense çocuklarına ne bırakacak?”
“Aman o
evlenmesin, hele baba hiç olmasın. Kendi gibi bir sürü tembel çocuğu olur.”
“Seni
utandıracak.”
“Keşke,
utandırsa, inan razıyım. Büyük ortak biz olalım da denetlemesi kolay olsun.”
“Olabilir,
konuşuruz.”
“Nakit
kullanmak yerine şu madenlerin satışını mı ayarlasak? Hazır konu gelmişken daha
ne kadar düşüneceksin?”
Sedef,
mazeretleri sıralamak için fırsat kolluyordu, nihayet ayağına gelmişti. “O
madenleri şimdi satarsak çok zarar ederiz.”
“Niye?
Zaten ana damarları kullandık. Bir bu kadar daha ürün alır mıyız bilmiyorum.
Bence hazır talip varken satalım.” Bir yere kadar doğruluk payı vardı. Aynı
arayı kazanamayacakları madenleri belki satarlardı ama hala yeni damarlar bulma
ihtimali olanları satmak büyük hata olurdu. Ayrıca taliplerin değerini
vermediğini de biliyordu.
“Bak, üç
gündür onları inceliyorum. Zaten bildiğim madenleri senin yüzünden bir kez daha
elden geçirmem gerekti. Bir tanesi hariç, asla satılacak ocaklar, araziler
değil onlar. Unut bu satışı.”
“Hayır,
satılacaklar. İnat ediyorsun.”
“Asıl sen
inat ediyorsun. Tamam satarız ama şimdi değil, altı ay sonra belki.”
“Saçmalama,
altı ay çok uzun. Ben uğraşmak istemiyorum. Hem o zamana kim öle kim kala?”
“Ölümden
bahsetme.”
“Özür
dilerim. Boş bulundum. Bak, inan çok yorgun hissediyorum kendimi. Uğraşmak,
savaşmak istemiyorum. Tüm yatırımları turizme çevirelim.
Hatta yeni bir iş kolu bulalım. Daha kadına yönelik bir iş olsun. Gıda
sektörüne girelim mesela.”
“Gıda sektörü mü? O nereden çıktı?”
“Lokantalarımız var. Otellerin lokantaları da var. Ürünlerin çoğunu
tedarikçilerden alıyoruz. Kendimiz yetiştirelim, kendi organik ürünlerimizi
sattığımız lokantalar açalım. Hatta bazı otelleri de sadece organik yaşama
uygun hale getirelim.”
“Güzel fikir. Üretimi yapacağımız yerler hakkında araştırma yaptın mı?”
“Her bölgede, o bölgeye ait ürünlerin yetiştirildiği çiftlikler alabiliriz
diye düşünüyorum. Sera ürünü olmadan, mevsimin ürünlerini doğal gübre ile
yetiştirip satabiliriz.”
“Bu da çok iyi fikir. Hatta o çiftlikler sayesinde yeni iş alanları açılır.
Çok sevdim bu fikri. Hangi otelleri çevirelim?”
“Öncelikle Ege ve Akdeniz’deki birer oteli düşünüyorum. Sonra iki tane de
doğu ve batı Karadeniz’de yapalım.” Mine, tüm aklındakileri bir çırpıda
anlatırken Sedef, kardeşinin içi parlayan gözlerine bakıyordu.
“Neden bunu yapıyorsun?”
“Neyi?”
“Neden, Sedef’mişsin gibi yapıyorsun. İkimiz de şu an konuşanın turizmci
Mine olduğunu biliyoruz. Neler oluyor Mine?”
İkizinin esmer rengi bir anda atmıştı. Sedef, onun yakalandığını anladığı
an yaşadığı paniği izliyordu.
“Ne? Yok… Yok bir şey, sadece benim de artık bu işlere eğilmem gerektiğini
düşündüm. Bak fikrimi sen de beğendin. Ne yani ben sadece madenden mi anlarım?
Sen de madenler için fikir üretiyorsun. Satalım diyorum, anlamıyorsun ama satma
diyorsun.”
“Anladığımı biliyorsun. Bir derdin var ve ben onu çözeceğim.”
Kardeşinin
tepkilerini, neyi neden yaptığını artık anlayamadığı için biraz süre kazanmaya
karar verdi. “Biz şimdi neler yapabileceğimizi bir araştıralım. Hem organik
besinler hem de madenler için biraz daha düşünelim. Baktık beceremiyoruz o
zaman yeni kararlar alırız. Hızlı karar vermeyelim. Hem zaten otomotiv işine
kesin yatırım yapacağız. Üretim zor ama öncelikle bayilik ağı kurabiliriz.
Belli markaları getirtiriz. Bora bu konuda fikirlere sahiptir. Sonra da bu işe
bakarız. O zaman bazı madenleri satabiliriz. Ya da ocakları kapatır, yeniden
yeşillendirilebilir yerlerin dönüşümünü sağlarız.” Bu cümleden sonra kardeşinin
“Tamam ama en fazla bir ay!” demesi ile gözleri
yerinden fırlayacaktı. Neler oluyordu? Bu kadar ısrar ve acelenin mutlaka bir
açıklaması olmalıydı.
“Bir ay mı deli misin? Hızlı karar vermeyelim cümlesinin neresini
anlamadın? Altı ay!” Bu süre içinde zaten tüm işleri yoluna koyarlar, yeni
düzene alışırlar ve satmaktan vazgeçerlerdi. Bunu bildiği için rahatlıkla bu
süreyi vermişti. Bu kez de aynı tepkiyi Mine verdi. “Altı ay mı? Asla olmaz. En
fazla iki ay. Sonra yapamadık der satarız her şeyi.”
“Neden bu
kadar meraklısın malı mülkü satmaya? Dedem ile babam biz satalım diye mi o
kadar uğraştı? Hiç anlamıyorum seni.”
Tam, asıl
satmak istediğim onların asla satmak istemedikleri bor madenleri diyemiyordu. Ne
söyleyecek, nasıl anlatacaktı? Daha asıl istenen madeni ve araziyi söylemeden
Sedef bu kadar tepki veriyordu. Bir de gerçekleri bilse neler yapardı acaba? İkna
etmeliydi. Bugün aldığı tehdidi açıklamadan acele etmesini anlatacağı bir şey
yoktu. Sadece kendisini suçlayacağı şeyler söyleyebilirdi. “Ya şey... ben
başarısız olup her şeyi batırmaktan korkuyorum. Altı ay çok uzun bir süre.
Batırırsak herkes işsiz biz de beş parasız kalabiliriz. Abarttım tamam beş parasız kalmayız ama satarsak
insanlar çalışmaya devam eder biz de o para ile daha güzel yatırımlar yaparız.”
“Aslında mantıksız değil söylediklerin ama ben yine de altı ay denemekten
yanayım.” Ve bu süre içinde kardeşini korkutan şeyi anlamak, arkasında neler
olduğunu bulmak ve çözmekten de yanaydı.
“Ben de hemen satmaktan yanayım. Ne olacak bu durumda?”
“Yazı tura atalım mı?”
“Olur.”
“Saçmalama. Bu kadar önemli bir karar yazı tura ile mi alınır? Sen iyi
değilsin. Şu Bigadiç'e gidip gelelim sonra birlikte psikoloğa gideriz.
Travmalar devam ediyor sanırım.”
Kardeşine yine aynı yanıtı vermişti.“Benim bir sorunum yok canım.
Asıl senin sorunun var. Bunu da en kısa sürede çözmeliyiz. İyi değilsin.”
Daha fazla uzatmak kavgaya kadar varacaktı. İkisi de sustu.
*****
Sedef odasına çekilip o günü düşündü. Son kontrolünü yaptırmıştı. Ne
başına aldığı darbenin, ne vücudundaki diğer yaraların olumsuz etkisi
kalmamıştı. Rahat yürüyor, başı ağrımadan saatlerce çalışabiliyordu. Doktorun
sorduğu isim karmaşasını da henüz aşamadıklarını söylememişti. Çünkü bu doktorların
çözeceği bir şey değildi. Artık kardeşinin de kendisini Sedef sanmadığını, öyle
sanılması için çaba harcadığını biliyordu.
Daha önce de aklına gelen ve bir yerlere ittiği düşünceyi, kardeşini çözmek
için yeniden değerlendirmeye aldı.
Aslında iki erkeğin de kimin kim olduğunu bildiği ortadayken böyle bir oyun
oynamak doğru muydu? İkisi ile konuşmak ve gerçeği ortaya çıkartmak için
yardımlarını istemek mantıklıydı. Fakat bir başka sorun vardı. Yiğit, Melda ile
birlikteydi ve böyle bir oyun sadece kardeşi ile arasında sorun yaratmakla
kalmaz, Yiğit’in ilişkisini de olumsuz etkilerdi. Ayrıca Fırat da onun aslında
Sedef olduğunu biliyor ve her zamanki gibi bir uzak bir yakın davranmaya devam
ediyordu. O halde Sedef, Mine olarak Yiğit ile flört etse kardeşi ile ilgili
sorunu çözerken en az üç yeni sorun elde edecekti. Faydası yanında zararı bu
kadar yüksek bir hareket ona uygun değildi. Başka bir yol bulmalıydı.
Fırat ile olan ilişkilerini düşünmek iyi gelecekti. İlişki denecek bir şey
yoktu gerçi. Fırat’ın arkadaşça tavırları devam ediyordu. Yine de doktordan
çıktığında da ilk arayanın o olması hoşuna gitmişti. “Her şey yolunda mı?” diye
soran sesinde merak vardı. Bu ilgi karşısında mutlu olduğunu
hissetmişti.
“Kesinlikle yolunda. Artık yolculuk yapabiliyorum.” Bir an boş
bulunmuştu. Bunu söyler söylemez de utanmıştı.
“Yani?”
Acaba teklifi unutmuş muydu? Hiç dile getirmemek belki bir yoldu ama o,
öyle bir yolu seçmek yerine açıkça konuştu. “Teklifin geçerli değilse sorun
yok. Ben de araba kullanabilirim artık. Mi.. Sedef ile dönüşümlü kullanarak
gideriz babama.”
Hattın ucunda gülmüş, bu da yanıtını daha samimi yapmıştı. “Teklifim ilk
günden beri aynı içtenlikle geçerli. Ne zaman gidelim?”
“Sana ne zaman uygun?”
“Bu hafta içi daha uygun. Sizin işten iki gün uzak durmanız mümkün mü?
Olmazsa, öbür hafta sonu gideriz. Bu cumartesi toplantım var da.”
“Patron olmanın en güzel tarafı istediğimiz zaman izin yapacak ayarlamaları
yapabilmemiz. Sanırım sorun olmaz. Programlarımıza bakmamız lazım.”
“Yarın bir eğitimim var. Çarşamba günü gidebiliriz. Perşembe de döneriz.
Olur mu?”
Genç kız, onu telefonda çok kısa bekletmiş, kendisinin ve kardeşinin ajandalarını
gözden geçirmiş ve iki gün programlarının çok önemli olmadığını görüp yanıtlamıştı
genç adamı. “Elbette olur. Oradaki evin hazırlanmasını söylüyorum.”
“Ben otelde de kalsam olur.”
“Elbette olur ama izin vermem. Ev yeterince büyük. Saat kaçta yola çıkarız?”
“Sabah dokuz iyi mi?”
“Çok iyi. Sekizde gel, kahvaltıyı birlikte yapalım. Sonra yola çıkarız.”
“Çarşamba sabahı sekizde kahvaltıdayım.”
“Tamam. Görüşürüz.”
“İyi bak kendine.” Bir anda dökülmüştü bu cümle dudaklarından.
Sedef, duyduklarından çok onun söyleniş şeklinden etkilenmişti. Mutlu bir
gülümseme ile yanıtladı. “Sen de.”
Programı kardeşine aktardıktan sonra Bigadiç'deki evde yaşayan
görevlileri arayıp geleceklerinin bilgisini vermiş, misafir yatak odasının da
hazırlanmasını istemişti. Bu bilginin kısa sürede tüm köye yayılacağını
biliyordu. Üç oda hazırlanmasını söyleyince görevlinin annesinin geleceğini
sanmasına hala gülüyordu. Aklından bile geçmediğinden emindi.
*****
Ertesi günkü haber ile yanıldığını anladı, Sedef. Gazetede annesinin elinde
mendil, yüzünde kusursuz bir makyaj ile resmini görüp altındaki yazıyı
okuduğunda sinir dolu bir kahkaha attı. Kardeşi ne olduğunu anlamadan bakınca
da resmi gösterdi.
Binnur, basını meşgul edecek olayları yaratmayı iyi biliyordu. Şimdi de
eski kocasının mezarını İstanbul’a taşıtmak istediğini söylüyordu. Ona çok
güzel bir mezar yaptıracağını ilan ediyordu.
“Annemiz, çok sevdiği kocasının mezarını İstanbul’a taşıtmak için ne
gerekiyorsa yapacakmış. Bu kadının gönlünü hoş tutacağı erkeği yok mu? Babamdan
ne istiyor hala?”
“Tek derdi haber olurken kullanılan cümleler, üzgün ve parasız
eski eş… Derdi belli hayatım, hadi bozma sinirini.”
“Bozmayacağım, aksine babamın babasının yanında yatmaktan memnun olacağını
bildiğimiz için bu saçmalıkları tekzip bile etmeye gerek yok. Yine de mezarına gittiğimizi
bir şekilde biz de haber yaptırıp bu saçmalıklara inanmalarını
engelleriz.”
Kızlar, annelerinin haberi sıcak tutmak için böyle konuştuğunu biliyordu. Böyle
bir karar en son Binnur Canel’e düşerdi. Ayrıca babaları basit bir mezar
yapılması gerektiğini hep söylerdi. Tüm zenginliğine rağmen kendi babasının
mezarını da sade mermerden yaptırmış, kesinlikle şaşalı bir görüntüye
bürünmesine izin vermemişti.
“Bir yol daha var aslında. Mahkeme kararı ile babam ve Esra hakkında
konuşma yasağı getirtebiliriz.”
Sedef bu olasılığı tarttı. Mantıklıydı. Avukat da daha önce bahsetmiş,
anneleri sustuğu için kızlar da gerek duymamıştı. Yine konuşmaya başlaması ile
gündeme getirilebilir bir karardı. “Evet bu da elimizde dursun. Biraz daha
densizleşirse bunu yaparız. Şimdi onunla ve para avcısı sevgilisi ile
uğraşamayacağım.”
“Adam çok da fakir değil.”
“Elbette değil. Annemin paralarını yediğine eminim. Bu kadar ağladığına
göre yetmiyor paralar. Adamın işini büyüttüğünü duymuştuk değil mi? Nasıl oldu
bu araştırsak hemen anlarız. Annem
aklını kullansa iyi edecek. Ne gençleşiyor ne de parası bu harcamaya dayanıyor.
Bulduğu adamların da çapı düşüyor tabii. Bunun lüks dairelerin satışını yaptığı
güzel bir emlak bürosu varmış. En az on kişilik de ekibi olduğunu duydum. Bir
de galeri açmış. İşte o galerinin parasını annemden aldığını söylüyorlar. Öyle
ise bu da öncekilerden daha iyi değil.”
“Bakalım bu ne kadar dayanacak?”
“Umarım bizden uzak tutacak kadar.”
“Hiç umudumuz yok desene.”
*****
Çarşamba sabahı, hafif yağmur vardı. Fırat, seyahat için kötü bir hava
olduğunu düşündü. Kızların yolculuktan korkmasını istemiyordu. Yalının önündeki
boşlukta bıraktı arabasını. Kapıda karşılayan güvenlik görevlisinin adını
anımsamaya çalıştı.
“Özür dilerim, Mert miydi?”
“Evet, Fırat Bey. Hoş geldiniz. Hanımlar sizi kahvaltıya
bekliyorlar.”
“Teşekkür ederim, Mert Bey. Sedef Hanımların valizleri hazırsa biri
yerleştirebilir.” Bunu söylerken anahtarı da Mert’e uzatıyordu. Koruma
görevlisi anahtarı alırken tebessüm etti. “Hemen taşıtıyorum.”
Bu kısa ve resmi konuşma, iki erkeğin karşılıklı birbirini tartması ile
geçmişti aslında. Mert, bu adamı daha önce araştırmıştı. Daha sonra Sedef’ın
ricası ile biraz daha detaylı araştırmış, hakkında kötü bir bilgiye
ulaşmamıştı. Yine de tamamen güvenmiyor, hareketlerini izliyordu. Seyahati
duyduğundan beri tedirginliği artmıştı. Yine de içini rahatlatan bir yan vardı.
Herkesin bildiği bir seyahat ile kızlara bir şey yapmayı düşünecek kadar aptal
birine benzemiyordu. Hem zaten onlar bilmese de korumalar takipte olacaktı.
Kazadan beri olayları düşünüyordu. Bulunamayan kamyon ile ilgili tüm
çevresini devreye sokmuş bir şey bulamamıştı. Kim bilir nereye atılmış ya da
neler değiştirilmişti? Necdet Beyin işleri tehlikeli değildi. Bunca yıldır ne
bir kavga, ne bir tehdit olayı yaşanmamıştı. Son bir yılda ise tehditler üst
üste gelmiş, silahlı saldırının ardından kaza ile hayatlar karartılmıştı. Uzun
yıllar sorunsuz bir ortamda çalışması paslandırmıştı belki de.
Neyse ki polis ile görüşmüş, bu seyahat için peşlerine birilerini
takacaklarını haber vermişti. Polis her hareketlerinden haberdar olmak
istiyordu. Kızların elbette bundan haberi olmayacaktı. Mesut ve ekibi dosyayı
kapatmış olsa da özel bir merakla bilgileri toplamaya devam ediyorlardı.
Mert, eve giren Fırat’ın ardından anahtarı Ali’ye uzattı. “Her yerini ara.
Özellikle altını. Dinleme cihazı ve bomba olmadığından emin olalım.”
*****
Fırat, evin ön tarafını gösteren genç kızı takip edip deniz tarafına
hazırlanmış kahvaltı masasına yöneldi. Kızlar, misafirleri olduğunda yaptıkları
gibi yine sırtlarını denize dönmüştü. Böylece misafirleri daha rahat etrafı
izleyebiliyordu. İkisinin de elini sıkıp karşılarındaki sandalyeye oturdu.
Kızların isimlerinin yer değiştirmesi önemli değildi. O artık yüzde yüzlük
başarı ile kızları tanıyordu.
Tamamen içgüdüsel olarak tam karşısındaki genç kadının Sedef olduğunu
anlamıştı.
Manzara tek kelime ile harikaydı. Her seferinde hayran kalıyordu. Sedef’e
bakıp, “Her sabah bu manzaraya karşı kahvaltı etmek için tüm birikimimi
verebilirim. Siz de bıkmış olmalısınız ki, sırtınızı dönüyorsunuz.”
“Bıkılacak gibi değil ama babam bizi kibar olalım diye eğittiğinde
misafirlerinize öncelik verin demişti. Yoksa çoktan, yeter çok izledin, biraz
da biz bakalım, diyebilirdik.”
Yanıtı veren Sedef’in yüzündeki muzur ifadeye bakıp o da güldü.
“Hiç fark etmez Mine, ben orada da otursam manzaram mükemmel olur.” diyerek
iki kızı da şaşırttı.
Sedef, onun gözlerindeki afacan ve flört eden bakışı yakalamıştı.
“Bizi ayırt edebilmen ne güzel.”
“Henüz senin alnındaki yara izi daha büyük ve belirgin. Ayırt etmemi
istemiyorsanız o izleri saklamanız lazım.”
“Ayırt edilmeye yaradığı sürece gözükmesinde sakınca yok.”
Az önceki havayı dağıtmak için aynı konuyu bu kez ciddi olarak yorumladı. “Her
sabah böyle bir manzara ile kahvaltı etmek gerçekten güzel olmalı.”
Bu kez yan koltukta oturan Mine yanıtladı. “On üç yıldır aynı manzaraya
bakıyoruz. Güzel midir acaba?”
“Anladım tamam. Her zaman baklava börek yenmez değil mi?”
“Ne yazık ki öyle. Sana zahmet vermiyoruz değil mi? İşin varsa lütfen
söyle. Biz iyiyiz artık. Kendimiz gidebiliriz.”
“İşim yok. Hatta size uyarsa cumaya kadar bile kalabiliriz. Cumartesi bir
toplantım var. O zamana kadar Ayça idare eder.”
“Çok yorgun olmazsak yarın döneriz. Ama böyle bir alternatif olduğunu
bilmek iyi.” Sedef, karşısında oturan genç adamın yine samimi olduğundan emin
olmuş, kahvaltısını yapmaya başlamıştı.
İki kız da aslında yolculuk yapmaktan korkuyordu. O yüzden Fırat ile gitmek
biraz rahatlatıyordu.
*****
Fırat, biraz manzaraya, biraz Sedef’e bakarken bir yandan da çayını
yudumluyordu. Aslında aklında kızlarla ilgili bir anı vardı.
Hatır sormak
için Necdet beyin yanına uğradığı bir gün, onları yemeğe çıkmak üzereyken
yakalamıştı. Saat geç olduğu için yemek olayını çoktan bitirdiklerini
düşünüyordu.
“Sen yedin mi?
Biz çok geç kaldık. Toplantılar bitmek bilmedi. Hadi bize katıl. Bu iki kıza
laf yetiştirmek zor. Yardımın olur.” diyerek davet edilmiş, karnı tok olduğu
halde hayır diyememişti.
Kızların
benzerliğinden etkilenmemek mümkün değildi. Henüz ikinci kez yemeğe çıktıkları
için aralarında fark bulmaya çalışsa da yakalayamamıştı. Necdet Bey ise
kesinlikle karıştırmıyordu. Kızların aynı giyindiği bir gün yemeğe çıkmış olmak
Fırat’ın sinirlerini bozmaya başlamıştı. Sağında oturan Sedef ile solunda
oturan Mine’yi ayırt etmek kolaydı ama ayağa kalkıldığı an yine
karıştıracaktı.
Ki öyle de
oldu. Kızlar birlikte tuvalete gidip geri döndüklerinde sağına oturana dönüp,
“Sedef Hanım, siz yokken cep telefonunuz çaldı.” dediğinde Necdet Bey, “O Mine,
yer değiştirdiler.” diyerek söze karışmıştı.
“Of baba, bir
kere de anlamasan nasıl olur?”
“Mümkün değil.
Benim gözümle bakıp karıştırmak imkansız sizi.”
Fırat bu işin sırrını öğrenmek istemişti. Daha o gün bile biliyordu, Sedef
ile Mine’yi karıştırmak çok tehlikeli olabilirdi! İlk öğrendiğinde kendisinin
onlarla oyun oynayacağını düşündüğünü anımsadı. Bu kızlarla oyun oynamak mümkün
değildi. Özellikle şu ara tam da Necdet Beyin dediği gibi, başka bir gözle
bakarken…
*****
“Bugün yola çıkıyorlar. Bir şey yapacak mıyız? Çok oyalanmadık mı?”
“Ah ne zeki biri… Aynı yere giderken aynı yolda benzer bir kaza yaparsak
kimse anlamaz değil mi? Saçma sapan fikirlerin için beni arama. Başka planlarım
var.”
“O planları bana anlatmıyorsun, sonra benden fikir bekliyorsun. Artık şu
işi bitirmemiz gerektiği söylendi. Ne yapacaksın? Daha fazla oyalayabileceğimi
sanmıyorum. Taktiklerim tükeniyor. Son zamanlarda tavırları değişiyor.
Ayrılmamız yakın gibi. Biraz elimizi çabuk tutalım.”
“O adamın seni bırakması için çok fazla mazerete ihtiyacı yok. Hepimiz
biliyoruz. O nedenle çok uğraşma. Biterse biter de. Belki kıymete biner
ilişkiniz. Israrcı olma. Ben onu şirket içinde takip altında tutuyorum.”
“Sen kıymete biniyor musun? Neyse tamam, kapatıyorum konuyu. Benim derdim ilişkimin
ya da senin ilişkinin ne olacağı değil. Benim derdim kazanacağım para. Bir an önce
parama kavuşmak istiyorum.”
“Az kaldı.”
*****
Yolculuğun ilk dakikaları sessizlik içinde, müzik dinleyerek geçti. Yarım
saatin sonunda konular kendiliğinden açılmaya başladı. Sedef, verdiği kararı
uygulayabileceğini test etmek için ayağındaki ezilmeyi bahane edip uzun süre
aşağı sarkıtarak oturamayacağını söylemiş, arka koltuğa geçmişti.
Mine böylece önde seyahat edecekti. Ayağında bir sorun olmadığından emin
olduğu için kaşlarını kaldırıp kahkülünün altından kardeşine baktı. Sedef’in hastanedeki
tavırlarından biliyordu ki Fırat’a olan ilgisi bitmemişti. Kendisini
kıskandığını anlaması için yüzüne bakması yeterliydi. Şimdi ise özellikle arka
koltuğa geçip kendisini öne oturtuyordu. Sedef ne yapmak istiyordu? Mine
olduğuna inanmaya başlamış olabilir miydi? Hayır, kardeşi bu kadar saf değildi.
Aklında başka şeyler olduğunu anlamak için üç saniye yeterliydi. Sedef, bir
oyunun içindeydi.
Kafasını dağıtacak şeyleri düşünmek, içinde bulundukları durumu düşünmekten
iyiydi. En iyisi şirketteki satış yapılacak madenlerin listesini düşünmekti.
Unutturmayacak ve en kısa sürede bir kısmının satışı için imzayı alacaktı. Önce
mermer ocaklarını, krom madenlerini satacaktı. Son aldıkları manganez madeninin
çıkartıldığı yerleri de satabilirdi. Kardeşini ikna ettiği an bor madenlerini
satacaktı. En az kâr getirenlerle en yüksek kâr bekleneni aynı kefeye koyması
büyük hataydı ama daha fazla da saçmalayamayacağını biliyordu.
Gelen tehdit telefonlarının nasıl hep ona denk geldiğini, üstelik her seferinde
yanında Sedef yokken arandığını, kendilerini anımsatan çiçeklerin çoğunlukla
ona tek olarak gönderildiğini düşününce, ikizler hakkında her an bilgi sahibi
birinin haber uçurduğu anlaşılıyordu. Kimdi ve niye bu insanlara yardım
ediyordu?
Para için elbette, dedi, kendi kendine. Holding binasında çalışan ve paraya
ihtiyacı olan kimdir diye araştırması gerekirdi. Araştırsa da bulacağını
düşünmek uzak ihtimaldi. Kendileri hakkında detaylı bilgiye sahip kişileri
düşündü. Asistanları ve onların yardımcıları tüm programlarını bilirdi. Aynı
katta çalışan Yiğit ve babasının asistanları da öyleydi. Hepsi uzun yıllardır
şirkette olan bu isimlerin böyle bir olaya alet olduğunu düşünmek akla zarardı.
Elbette yakın biri olmalıydı ama kim?
Düşüncelerinden Fırat’ın ortaya attığı konularla koptu. Adam, sessiz
seyahatten sıkılmış olmalıydı. Ayıp ettiklerini ancak anlayıp, hevesle açılan
konular hakkında konuşmaya başladı. Arka koltuktaki Sedef ise onları dinlemekle
yetiniyordu. Filmler, konserler, davetler ve defileler ile üçü de yolculuğun
sıkıcı olmaktan çıkartmıştı. Sedef öndeki ikilinin konuşmalarında özel hiçbir
noktaya denk gelmemişti. Aksine son derece rahat ve arkadaşça konuşuluyordu. O
da artık ara sıra fikrini söylemeye başlamıştı. O konuşurken dikiz aynasından
kendisine bakan Fırat’ı görmek hoşuna gidiyordu.
Saatler sonra kaza yaptıkları yere yaklaşmışlardı. Fırat, kızların
gerilmesini anlıyordu. Ne yapacağını bilemez bir şekilde arabayı kullanmaya
devam etti. Kaza yerinin tam neresi olduğunu anlaması için özellikle ön
koltuktaki yolcusunun kucağındaki ellerine bakması yeterdi. İki elini de yumruk
yapmış eklem yerleri bembeyaz olmuştu. Sadece o da değil iki gözünü de sımsıkı
kapatmış yola bakmıyordu. Dikiz aynasından gördüğü kadarıyla arka koltuktaki
yolcusu da aynı durumdaydı.
Hiç sesini çıkartmadan arabayı kullanmaya devam etti. On beş dakika kadar
sonra kızlar normale dönmüş, yaklaştıkları köylerinin yolunu tarif etmeye
başlamışlardı. Üstelik geçtikleri yerleri de anlatıyorlardı. İki kardeşin miras
sonrası dönümlerce arazisi olmuştu köyde. Fırat büyük arazileri
özümsemeye çalıştıkça şaşkınlığı artıyordu.
“Siz şimdi Hanımağa mı oluyorsunuz güzel bayanlar?”
*****
Köye ulaştıklarında kızlar büyük sevgi ve hüzün ile karşılandılar.
Yanlarındaki yabancı erkeği önce yadırgayan köylüler onun şoför olduğunu
düşünüp buyur ettiler.
Büyük ve küçük halalar, onların çocukları dededen kalma eve toplanmıştı.
Dede evini büyük amca kullanıyordu. O köyünden ayrılmamıştı. Necdet Bey, tüm
aileye bakacak kadar zengin ve geniş gönüllüydü. İhtiyaçları olsun olmasın
hepsinin banka hesaplarına yatan paraları vardı. Abisinin köydeki mirasa sahip
çıktığını bilmek hep gururlandırmıştı Necdet Beyi. Ürünlerden kendisine gönderilenlerin
tadını başka şeylerde bulamadığını söylerdi hep.
Amcalarının ve iki halalarının neden köyde kalmayı seçtiğini anlamayan
Fırat, aklındaki düşüncelerle boğuşurken yemeğe davet edildiklerini duydu.
Masada bir çok şeyi öğrenmişti bile. Toprakları vardı. Okumamışlardı ve Necdet
kadar gözü kara değillerdi. Hem zaten kardeşleri onlara hep bakmış, hiç paraya
sıkışmalarına izin vermemişti. Şimdi onların çocukları da okuyordu. Belki
zamanı gelince kuzenler birlikte iş yapardı ama şu an olan şirkette kızlardan
başka kimsenin hakkı yoktu. Çünkü Necdet’e verilecek olan topraklar satılmış, o
para ile şirket kurulmuştu.
Fırat şimdi biraz anlıyordu. Sermaye zaten Necdet’in sayılırdı. O
halde kardeşlerin ortak olmaması, hak iddia etmemesi normaldi. Hem ihtiyaçları
varmış gibi de gözükmüyorlardı. Hepsi halinden memnundu.
Amcalarının büyük çocuklarının da evlenip köye yerleştiğini duyunca
şaşırdı. Onlar da çiftçiliği seçmişti. Sadece küçük erkek kuzenleri maden
mühendisi olacaktı. Kızlar onu şirkette istiyordu. Hem stajını yapacak, hem
sonra kuzenleri ile birlikte çalışma imkanı bulacaktı. Henüz birinci sınıf
öğrencesiydi.
Halaların ikişer tane kızı vardı ve hiç düşünmemişlerdi büyük şehirde
yaşamayı. Dördü de evlenmiş çoktan çocuk sahibi olmuştu bile. Evin bir anda
kalabalıklaşması bundandı işte.
Büyük masanın etrafında kalabalık grup güle söyleşe yemeklerini yemişti. Hüzün,
kahkaha ile kardeşti. Bir an gözler doluyor,
ardından güzellikler konuşuluyordu.
Yol yormuş, küçük bir yalan olarak söylediği ayağı gerçekten ağrımaya
başlamıştı. Ağrısı yüzünden yavaş yürüyerek koltuğa oturdu. Büyük halanın
torunu, Yusuf hemen iki minder bulup getirdi. Bir de sandalye getirip
minderleri üstüne koydu. Ayağının altına koyup bileğini yükseğe kaldırdı. Sedef
minnettardı.
“Canımsın sen. Ne zaman büyüdün de bu kadar şeyi öğrendin?” derken
ufaklığın utanan yüzüne öpücük konduruyordu. Daha önce buraya gelirken
sıkılacaklarını düşünüp nasıl geri döneceklerinin planlarını yapıyorlardı.
Şimdi ise onların yanında olmak içlerine huzur dolduruyordu. Babaları yoktu
artık. Onlar ailenin büyükleriydi ve kızların en yakın akrabalarıydı.
Kendilerine ait evi hazırlatmışlar fakat amcanın ısrarına dayanamayıp orada
kalmaya karar vermişlerdi. Kızlar, dinlenmek için odalarına çekilince Fırat da
kendisine ayrılan odaya geçti. Bir iki saat uyumak herkese iyi gelecekti.
*****
Uyandıklarında evde misafirlerin sesi vardı. Alt katta taziye ziyaretine
gelmiş misafirler bulunuyordu. Fırat akşam yemeğine kadar odasından çıkmadı.
Herkese kendisini anlatmak ya da ikizlerin anlatmasını beklemek gereksiz
gelmişti gözüne. Kızlar ise kendileri için gelmiş olan misafirler ile kaza günü
ve sonrasını yeniden yaşadılar.
Saat yedi gibi yemek hazır olmuş, misafirler de gitmişti. Sedef, kardeşine
Fırat’ı çağırmasını söyleyip hafif aksayan ayağı ile masaya geçmişti. Evde bir
sürü ufaklık vardı ama o kendi misafirleri idi. Genç kız, isteksizce çıktı
yukarıya. Kapıyı tıklatıp içeri girdi.
Fırat, yatağına uzanmış kitap okuyordu. Kapısı çalınınca biraz doğrulmuştu.
Kapıdaki genç kızı görünce gülümsedi.
“Misafirleriniz gitti mi?”
“Evet, yemek hazır. Acıkmışsındır.”
“Biraz. Nasılsın? Senin için çok üzücü biliyorum ama bir yandan da
kabullenmek için gerekli sanırım böyle ortamlar.”
“İyiyim. Daha kötü olacağımı düşünüyordum ama dediğin gibi gerekli. O kadar
insandan bildiğin güzel şeyleri yeniden duymak en güzeli. Babam çok gençken
dedemle birlikte İstanbul’a gitmişti. Tabii sık sık geldi, elini eteğini hiç
çekmedi. Yine de burada yaşamak gibi olmaz. Gelenler ise sanki babam buradan
hiç ayrılmamış gibi anlatıyorlardı.”
Fırat, genç kızın hafif kızarmış burnu ve maviye yakın olmuş gözlerinden
ağladığını anlamıştı. Teselli etmek istiyor, yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Teselli
etmek istediği kardeş bu değildi. Bunu bilecek kadar tanıyordu onları.
İşte bu, dedi kendine… Necdet bey bu sayede hiç karıştırmıyordu kızlarını.
Onlara olan sevgisi ikisi arasındaki farkı anlamasını sağlıyordu. Fırat da
içlerinden birini teselli etmek, sarılmak, üzülme ben yanındayım, demek
istiyordu. Simsiyah saçların çevrelediği o güzel yüzü göğsüne yaslamak ve
korkma demek istiyordu. Ama bu kardeşe diyemeyeceğini bildiği için kapıya doğru
bir adım atıp “Hadi inelim, merak etmesinler.” dedi.
Tam kapıdan çıkacakken, “Mine?” dedi. Genç kız dönüp baktı. Fırat
rahatlamış olarak, “Sen Mine’sin.”dedi. Genç kız, önce şaşkın ve ürkek bir
bakış attı, sonra da gülümseyerek, “Sedef’im. Mine yüzünden her iki ada da
tepki vermeye başladım.” diye açıkladı. Fırat, ise sadece gülümsedi.
🙇karışıyor ortalık yine
YanıtlaSil