13 Mart 2016 Pazar

KORKUTAN MİRAS 31. Bölüm

Üç gün sonra Bora tatilden dönmüş, ertesi gün için görüşmeye onay vermişti.
“Neyin tatilini yaptı acaba?”
“Öyle deme, o parti senin, bu parti benim gezerken yoruluyor. Dinlenmesi iyi olmuş.”
Mine, kahkahasının ardından, “Sen de haklısın da bir de bununla ortak iş yapmak istiyorsun, işte orada hak veremiyorum sana.”
“Onu artık iş adamı yapacağız. Biraz kendine gelsin. Başkalarının yönettiği şirketle nereye kadar? Evlense çocuklarına ne bırakacak?”
“Aman o evlenmesin, hele baba hiç olmasın. Kendi gibi bir sürü tembel çocuğu olur.”
“Seni utandıracak.”
“Keşke, utandırsa, inan razıyım. Büyük ortak biz olalım da denetlemesi kolay olsun.”
“Olabilir, konuşuruz.”
“Nakit kullanmak yerine şu madenlerin satışını mı ayarlasak? Hazır konu gelmişken daha ne kadar düşüneceksin?”
Sedef, mazeretleri sıralamak için fırsat kolluyordu, nihayet ayağına gelmişti. “O madenleri şimdi satarsak çok zarar ederiz.”

“Niye? Zaten ana damarları kullandık. Bir bu kadar daha ürün alır mıyız bilmiyorum. Bence hazır talip varken satalım.” Bir yere kadar doğruluk payı vardı. Aynı arayı kazanamayacakları madenleri belki satarlardı ama hala yeni damarlar bulma ihtimali olanları satmak büyük hata olurdu. Ayrıca taliplerin değerini vermediğini de biliyordu.
“Bak, üç gündür onları inceliyorum. Zaten bildiğim madenleri senin yüzünden bir kez daha elden geçirmem gerekti. Bir tanesi hariç, asla satılacak ocaklar, araziler değil onlar. Unut bu satışı.”
“Hayır, satılacaklar. İnat ediyorsun.”
“Asıl sen inat ediyorsun. Tamam satarız ama şimdi değil, altı ay sonra belki.”
“Saçmalama, altı ay çok uzun. Ben uğraşmak istemiyorum. Hem o zamana kim öle kim kala?”
“Ölümden bahsetme.”
“Özür dilerim. Boş bulundum. Bak, inan çok yorgun hissediyorum kendimi. Uğraşmak, savaşmak istemiyorum. Tüm yatırımları turizme çevirelim. Hatta yeni bir iş kolu bulalım. Daha kadına yönelik bir iş olsun. Gıda sektörüne girelim mesela.”
“Gıda sektörü mü? O nereden çıktı?”
“Lokantalarımız var. Otellerin lokantaları da var. Ürünlerin çoğunu tedarikçilerden alıyoruz. Kendimiz yetiştirelim, kendi organik ürünlerimizi sattığımız lokantalar açalım. Hatta bazı otelleri de sadece organik yaşama uygun hale getirelim.”
“Güzel fikir. Üretimi yapacağımız yerler hakkında araştırma yaptın mı?”
“Her bölgede, o bölgeye ait ürünlerin yetiştirildiği çiftlikler alabiliriz diye düşünüyorum. Sera ürünü olmadan, mevsimin ürünlerini doğal gübre ile yetiştirip satabiliriz.”
“Bu da çok iyi fikir. Hatta o çiftlikler sayesinde yeni iş alanları açılır. Çok sevdim bu fikri. Hangi otelleri çevirelim?”
“Öncelikle Ege ve Akdeniz’deki birer oteli düşünüyorum. Sonra iki tane de doğu ve batı Karadeniz’de yapalım.” Mine, tüm aklındakileri bir çırpıda anlatırken Sedef, kardeşinin içi parlayan gözlerine bakıyordu.
“Neden bunu yapıyorsun?”
“Neyi?”
“Neden, Sedef’mişsin gibi yapıyorsun. İkimiz de şu an konuşanın turizmci Mine olduğunu biliyoruz. Neler oluyor Mine?”
İkizinin esmer rengi bir anda atmıştı. Sedef, onun yakalandığını anladığı an yaşadığı paniği izliyordu.
“Ne? Yok… Yok bir şey, sadece benim de artık bu işlere eğilmem gerektiğini düşündüm. Bak fikrimi sen de beğendin. Ne yani ben sadece madenden mi anlarım? Sen de madenler için fikir üretiyorsun. Satalım diyorum, anlamıyorsun ama satma diyorsun.”
“Anladığımı biliyorsun. Bir derdin var ve ben onu çözeceğim.”

Kardeşinin tepkilerini, neyi neden yaptığını artık anlayamadığı için biraz süre kazanmaya karar verdi. “Biz şimdi neler yapabileceğimizi bir araştıralım. Hem organik besinler hem de madenler için biraz daha düşünelim. Baktık beceremiyoruz o zaman yeni kararlar alırız. Hızlı karar vermeyelim. Hem zaten otomotiv işine kesin yatırım yapacağız. Üretim zor ama öncelikle bayilik ağı kurabiliriz. Belli markaları getirtiriz. Bora bu konuda fikirlere sahiptir. Sonra da bu işe bakarız. O zaman bazı madenleri satabiliriz. Ya da ocakları kapatır, yeniden yeşillendirilebilir yerlerin dönüşümünü sağlarız.” Bu cümleden sonra kardeşinin “Tamam ama en fazla bir ay!” demesi ile gözleri yerinden fırlayacaktı. Neler oluyordu? Bu kadar ısrar ve acelenin mutlaka bir açıklaması olmalıydı.  
“Bir ay mı deli misin? Hızlı karar vermeyelim cümlesinin neresini anlamadın? Altı ay!” Bu süre içinde zaten tüm işleri yoluna koyarlar, yeni düzene alışırlar ve satmaktan vazgeçerlerdi. Bunu bildiği için rahatlıkla bu süreyi vermişti. Bu kez de aynı tepkiyi Mine verdi. “Altı ay mı? Asla olmaz. En fazla iki ay. Sonra yapamadık der satarız her şeyi.”  
“Neden bu kadar meraklısın malı mülkü satmaya? Dedem ile babam biz satalım diye mi o kadar uğraştı? Hiç anlamıyorum seni.”  
Tam, asıl satmak istediğim onların asla satmak istemedikleri bor madenleri diyemiyordu. Ne söyleyecek, nasıl anlatacaktı? Daha asıl istenen madeni ve araziyi söylemeden Sedef bu kadar tepki veriyordu. Bir de gerçekleri bilse neler yapardı acaba? İkna etmeliydi. Bugün aldığı tehdidi açıklamadan acele etmesini anlatacağı bir şey yoktu. Sadece kendisini suçlayacağı şeyler söyleyebilirdi. “Ya şey... ben başarısız olup her şeyi batırmaktan korkuyorum. Altı ay çok uzun bir süre. Batırırsak herkes işsiz biz de beş parasız kalabiliriz.  Abarttım tamam beş parasız kalmayız ama satarsak insanlar çalışmaya devam eder biz de o para ile daha güzel yatırımlar yaparız.”  

“Aslında mantıksız değil söylediklerin ama ben yine de altı ay denemekten yanayım.” Ve bu süre içinde kardeşini korkutan şeyi anlamak, arkasında neler olduğunu bulmak ve çözmekten de yanaydı. 
“Ben de hemen satmaktan yanayım. Ne olacak bu durumda?”  
“Yazı tura atalım mı?”  
“Olur.”  
“Saçmalama. Bu kadar önemli bir karar yazı tura ile mi alınır? Sen iyi değilsin. Şu Bigadiç'e gidip gelelim sonra birlikte psikoloğa gideriz. Travmalar devam ediyor sanırım.”
Kardeşine yine aynı yanıtı vermişti.“Benim bir sorunum yok canım. Asıl senin sorunun var. Bunu da en kısa sürede çözmeliyiz. İyi değilsin.”

Daha fazla uzatmak kavgaya kadar varacaktı. İkisi de sustu.

*****



Sedef odasına çekilip o günü düşündü. Son kontrolünü yaptırmıştı. Ne başına aldığı darbenin, ne vücudundaki diğer yaraların olumsuz etkisi kalmamıştı. Rahat yürüyor, başı ağrımadan saatlerce çalışabiliyordu. Doktorun sorduğu isim karmaşasını da henüz aşamadıklarını söylememişti. Çünkü bu doktorların çözeceği bir şey değildi. Artık kardeşinin de kendisini Sedef sanmadığını, öyle sanılması için çaba harcadığını biliyordu.

Daha önce de aklına gelen ve bir yerlere ittiği düşünceyi, kardeşini çözmek için yeniden değerlendirmeye aldı.

Aslında iki erkeğin de kimin kim olduğunu bildiği ortadayken böyle bir oyun oynamak doğru muydu? İkisi ile konuşmak ve gerçeği ortaya çıkartmak için yardımlarını istemek mantıklıydı. Fakat bir başka sorun vardı. Yiğit, Melda ile birlikteydi ve böyle bir oyun sadece kardeşi ile arasında sorun yaratmakla kalmaz, Yiğit’in ilişkisini de olumsuz etkilerdi. Ayrıca Fırat da onun aslında Sedef olduğunu biliyor ve her zamanki gibi bir uzak bir yakın davranmaya devam ediyordu. O halde Sedef, Mine olarak Yiğit ile flört etse kardeşi ile ilgili sorunu çözerken en az üç yeni sorun elde edecekti. Faydası yanında zararı bu kadar yüksek bir hareket ona uygun değildi. Başka bir yol bulmalıydı.   

Fırat ile olan ilişkilerini düşünmek iyi gelecekti. İlişki denecek bir şey yoktu gerçi. Fırat’ın arkadaşça tavırları devam ediyordu. Yine de doktordan çıktığında da ilk arayanın o olması hoşuna gitmişti. “Her şey yolunda mı?” diye soran sesinde merak vardı. Bu ilgi karşısında mutlu olduğunu hissetmişti.  

“Kesinlikle yolunda. Artık yolculuk yapabiliyorum.” Bir an boş bulunmuştu. Bunu söyler söylemez de utanmıştı.
“Yani?”  
Acaba teklifi unutmuş muydu? Hiç dile getirmemek belki bir yoldu ama o, öyle bir yolu seçmek yerine açıkça konuştu. “Teklifin geçerli değilse sorun yok. Ben de araba kullanabilirim artık. Mi.. Sedef ile dönüşümlü kullanarak gideriz babama.”  
Hattın ucunda gülmüş, bu da yanıtını daha samimi yapmıştı. “Teklifim ilk günden beri aynı içtenlikle geçerli. Ne zaman gidelim?”
“Sana ne zaman uygun?”  
“Bu hafta içi daha uygun. Sizin işten iki gün uzak durmanız mümkün mü? Olmazsa, öbür hafta sonu gideriz. Bu cumartesi toplantım var da.”
“Patron olmanın en güzel tarafı istediğimiz zaman izin yapacak ayarlamaları yapabilmemiz. Sanırım sorun olmaz. Programlarımıza bakmamız lazım.”
“Yarın bir eğitimim var. Çarşamba günü gidebiliriz. Perşembe de döneriz. Olur mu?” 
Genç kız, onu telefonda çok kısa bekletmiş, kendisinin ve kardeşinin ajandalarını gözden geçirmiş ve iki gün programlarının çok önemli olmadığını görüp yanıtlamıştı genç adamı. “Elbette olur. Oradaki evin hazırlanmasını söylüyorum.”  
“Ben otelde de kalsam olur.”  
“Elbette olur ama izin vermem. Ev yeterince büyük. Saat kaçta yola çıkarız?” 
“Sabah dokuz iyi mi?”  
“Çok iyi. Sekizde gel, kahvaltıyı birlikte yapalım. Sonra yola çıkarız.”
“Çarşamba sabahı sekizde kahvaltıdayım.”
“Tamam. Görüşürüz.”  
“İyi bak kendine.” Bir anda dökülmüştü bu cümle dudaklarından.
Sedef, duyduklarından çok onun söyleniş şeklinden etkilenmişti. Mutlu bir gülümseme ile yanıtladı. “Sen de.” 

Programı kardeşine aktardıktan sonra Bigadiç'deki evde yaşayan görevlileri arayıp geleceklerinin bilgisini vermiş, misafir yatak odasının da hazırlanmasını istemişti. Bu bilginin kısa sürede tüm köye yayılacağını biliyordu. Üç oda hazırlanmasını söyleyince görevlinin annesinin geleceğini sanmasına hala gülüyordu. Aklından bile geçmediğinden emindi.  

*****

Ertesi günkü haber ile yanıldığını anladı, Sedef. Gazetede annesinin elinde mendil, yüzünde kusursuz bir makyaj ile resmini görüp altındaki yazıyı okuduğunda sinir dolu bir kahkaha attı. Kardeşi ne olduğunu anlamadan bakınca da resmi gösterdi.
  
Binnur, basını meşgul edecek olayları yaratmayı iyi biliyordu. Şimdi de eski kocasının mezarını İstanbul’a taşıtmak istediğini söylüyordu. Ona çok güzel bir mezar yaptıracağını ilan ediyordu.
  
“Annemiz, çok sevdiği kocasının mezarını İstanbul’a taşıtmak için ne gerekiyorsa yapacakmış. Bu kadının gönlünü hoş tutacağı erkeği yok mu? Babamdan ne istiyor hala?” 
“Tek derdi haber olurken kullanılan cümleler, üzgün ve parasız eski eş… Derdi belli hayatım, hadi bozma sinirini.” 
“Bozmayacağım, aksine babamın babasının yanında yatmaktan memnun olacağını bildiğimiz için bu saçmalıkları tekzip bile etmeye gerek yok. Yine de mezarına gittiğimizi bir şekilde biz de haber yaptırıp bu saçmalıklara inanmalarını engelleriz.” 
    
Kızlar, annelerinin haberi sıcak tutmak için böyle konuştuğunu biliyordu. Böyle bir karar en son Binnur Canel’e düşerdi. Ayrıca babaları basit bir mezar yapılması gerektiğini hep söylerdi. Tüm zenginliğine rağmen kendi babasının mezarını da sade mermerden yaptırmış, kesinlikle şaşalı bir görüntüye bürünmesine izin vermemişti. 

“Bir yol daha var aslında. Mahkeme kararı ile babam ve Esra hakkında konuşma yasağı getirtebiliriz.”

Sedef bu olasılığı tarttı. Mantıklıydı. Avukat da daha önce bahsetmiş, anneleri sustuğu için kızlar da gerek duymamıştı. Yine konuşmaya başlaması ile gündeme getirilebilir bir karardı. “Evet bu da elimizde dursun. Biraz daha densizleşirse bunu yaparız. Şimdi onunla ve para avcısı sevgilisi ile uğraşamayacağım.” 
“Adam çok da fakir değil.” 

“Elbette değil. Annemin paralarını yediğine eminim. Bu kadar ağladığına göre yetmiyor paralar. Adamın işini büyüttüğünü duymuştuk değil mi? Nasıl oldu bu araştırsak hemen anlarız.  Annem aklını kullansa iyi edecek. Ne gençleşiyor ne de parası bu harcamaya dayanıyor. Bulduğu adamların da çapı düşüyor tabii. Bunun lüks dairelerin satışını yaptığı güzel bir emlak bürosu varmış. En az on kişilik de ekibi olduğunu duydum. Bir de galeri açmış. İşte o galerinin parasını annemden aldığını söylüyorlar. Öyle ise bu da öncekilerden daha iyi değil.” 
“Bakalım bu ne kadar dayanacak?” 
“Umarım bizden uzak tutacak kadar.”
“Hiç umudumuz yok desene.” 


***** 

                                                                                     
Çarşamba sabahı, hafif yağmur vardı. Fırat, seyahat için kötü bir hava olduğunu düşündü. Kızların yolculuktan korkmasını istemiyordu. Yalının önündeki boşlukta bıraktı arabasını. Kapıda karşılayan güvenlik görevlisinin adını anımsamaya çalıştı.
  
“Özür dilerim, Mert miydi?”  
“Evet, Fırat Bey. Hoş geldiniz. Hanımlar sizi kahvaltıya bekliyorlar.”  
“Teşekkür ederim, Mert Bey. Sedef Hanımların valizleri hazırsa biri yerleştirebilir.” Bunu söylerken anahtarı da Mert’e uzatıyordu. Koruma görevlisi anahtarı alırken tebessüm etti. “Hemen taşıtıyorum.”

Bu kısa ve resmi konuşma, iki erkeğin karşılıklı birbirini tartması ile geçmişti aslında. Mert, bu adamı daha önce araştırmıştı. Daha sonra Sedef’ın ricası ile biraz daha detaylı araştırmış, hakkında kötü bir bilgiye ulaşmamıştı. Yine de tamamen güvenmiyor, hareketlerini izliyordu. Seyahati duyduğundan beri tedirginliği artmıştı. Yine de içini rahatlatan bir yan vardı. Herkesin bildiği bir seyahat ile kızlara bir şey yapmayı düşünecek kadar aptal birine benzemiyordu. Hem zaten onlar bilmese de korumalar takipte olacaktı.

Kazadan beri olayları düşünüyordu. Bulunamayan kamyon ile ilgili tüm çevresini devreye sokmuş bir şey bulamamıştı. Kim bilir nereye atılmış ya da neler değiştirilmişti? Necdet Beyin işleri tehlikeli değildi. Bunca yıldır ne bir kavga, ne bir tehdit olayı yaşanmamıştı. Son bir yılda ise tehditler üst üste gelmiş, silahlı saldırının ardından kaza ile hayatlar karartılmıştı. Uzun yıllar sorunsuz bir ortamda çalışması paslandırmıştı belki de.

Neyse ki polis ile görüşmüş, bu seyahat için peşlerine birilerini takacaklarını haber vermişti. Polis her hareketlerinden haberdar olmak istiyordu. Kızların elbette bundan haberi olmayacaktı. Mesut ve ekibi dosyayı kapatmış olsa da özel bir merakla bilgileri toplamaya devam ediyorlardı.

Mert, eve giren Fırat’ın ardından anahtarı Ali’ye uzattı. “Her yerini ara. Özellikle altını. Dinleme cihazı ve bomba olmadığından emin olalım.”

*****

  
Fırat, evin ön tarafını gösteren genç kızı takip edip deniz tarafına hazırlanmış kahvaltı masasına yöneldi. Kızlar, misafirleri olduğunda yaptıkları gibi yine sırtlarını denize dönmüştü. Böylece misafirleri daha rahat etrafı izleyebiliyordu. İkisinin de elini sıkıp karşılarındaki sandalyeye oturdu. Kızların isimlerinin yer değiştirmesi önemli değildi. O artık yüzde yüzlük başarı ile kızları tanıyordu.

Tamamen içgüdüsel olarak tam karşısındaki genç kadının Sedef olduğunu anlamıştı. 
Manzara tek kelime ile harikaydı. Her seferinde hayran kalıyordu. Sedef’e bakıp, “Her sabah bu manzaraya karşı kahvaltı etmek için tüm birikimimi verebilirim. Siz de bıkmış olmalısınız ki, sırtınızı dönüyorsunuz.”
“Bıkılacak gibi değil ama babam bizi kibar olalım diye eğittiğinde misafirlerinize öncelik verin demişti. Yoksa çoktan, yeter çok izledin, biraz da biz bakalım, diyebilirdik.”
Yanıtı veren Sedef’in yüzündeki muzur ifadeye bakıp o da güldü.
“Hiç fark etmez Mine, ben orada da otursam manzaram mükemmel olur.” diyerek iki kızı da şaşırttı.
Sedef, onun gözlerindeki afacan ve flört eden bakışı yakalamıştı.  
“Bizi ayırt edebilmen ne güzel.”
“Henüz senin alnındaki yara izi daha büyük ve belirgin. Ayırt etmemi istemiyorsanız o izleri saklamanız lazım.”  
“Ayırt edilmeye yaradığı sürece gözükmesinde sakınca yok.”
Az önceki havayı dağıtmak için aynı konuyu bu kez ciddi olarak yorumladı. “Her sabah böyle bir manzara ile kahvaltı etmek gerçekten güzel olmalı.”
Bu kez yan koltukta oturan Mine yanıtladı. “On üç yıldır aynı manzaraya bakıyoruz. Güzel midir acaba?”  
“Anladım tamam. Her zaman baklava börek yenmez değil mi?” 
“Ne yazık ki öyle. Sana zahmet vermiyoruz değil mi? İşin varsa lütfen söyle. Biz iyiyiz artık. Kendimiz gidebiliriz.”  
“İşim yok. Hatta size uyarsa cumaya kadar bile kalabiliriz. Cumartesi bir toplantım var. O zamana kadar Ayça idare eder.”  
“Çok yorgun olmazsak yarın döneriz. Ama böyle bir alternatif olduğunu bilmek iyi.” Sedef, karşısında oturan genç adamın yine samimi olduğundan emin olmuş, kahvaltısını yapmaya başlamıştı.

İki kız da aslında yolculuk yapmaktan korkuyordu. O yüzden Fırat ile gitmek biraz rahatlatıyordu.

*****  

Fırat, biraz manzaraya, biraz Sedef’e bakarken bir yandan da çayını yudumluyordu. Aslında aklında kızlarla ilgili bir anı vardı.
  
Hatır sormak için Necdet beyin yanına uğradığı bir gün, onları yemeğe çıkmak üzereyken yakalamıştı. Saat geç olduğu için yemek olayını çoktan bitirdiklerini düşünüyordu. 

“Sen yedin mi? Biz çok geç kaldık. Toplantılar bitmek bilmedi. Hadi bize katıl. Bu iki kıza laf yetiştirmek zor. Yardımın olur.” diyerek davet edilmiş, karnı tok olduğu halde hayır diyememişti.
   
Kızların benzerliğinden etkilenmemek mümkün değildi. Henüz ikinci kez yemeğe çıktıkları için aralarında fark bulmaya çalışsa da yakalayamamıştı. Necdet Bey ise kesinlikle karıştırmıyordu. Kızların aynı giyindiği bir gün yemeğe çıkmış olmak Fırat’ın sinirlerini bozmaya başlamıştı. Sağında oturan Sedef ile solunda oturan Mine’yi ayırt etmek kolaydı ama ayağa kalkıldığı an yine karıştıracaktı. 

Ki öyle de oldu. Kızlar birlikte tuvalete gidip geri döndüklerinde sağına oturana dönüp, “Sedef Hanım, siz yokken cep telefonunuz çaldı.” dediğinde Necdet Bey, “O Mine, yer değiştirdiler.” diyerek söze karışmıştı. 
“Of baba, bir kere de anlamasan nasıl olur?”  
“Mümkün değil. Benim gözümle bakıp karıştırmak imkansız sizi.”  

Fırat bu işin sırrını öğrenmek istemişti. Daha o gün bile biliyordu, Sedef ile Mine’yi karıştırmak çok tehlikeli olabilirdi! İlk öğrendiğinde kendisinin onlarla oyun oynayacağını düşündüğünü anımsadı. Bu kızlarla oyun oynamak mümkün değildi. Özellikle şu ara tam da Necdet Beyin dediği gibi, başka bir gözle bakarken…


*****


“Bugün yola çıkıyorlar. Bir şey yapacak mıyız? Çok oyalanmadık mı?”
“Ah ne zeki biri… Aynı yere giderken aynı yolda benzer bir kaza yaparsak kimse anlamaz değil mi? Saçma sapan fikirlerin için beni arama. Başka planlarım var.”
“O planları bana anlatmıyorsun, sonra benden fikir bekliyorsun. Artık şu işi bitirmemiz gerektiği söylendi. Ne yapacaksın? Daha fazla oyalayabileceğimi sanmıyorum. Taktiklerim tükeniyor. Son zamanlarda tavırları değişiyor. Ayrılmamız yakın gibi. Biraz elimizi çabuk tutalım.”
“O adamın seni bırakması için çok fazla mazerete ihtiyacı yok. Hepimiz biliyoruz. O nedenle çok uğraşma. Biterse biter de. Belki kıymete biner ilişkiniz. Israrcı olma. Ben onu şirket içinde takip altında tutuyorum.”
“Sen kıymete biniyor musun? Neyse tamam, kapatıyorum konuyu. Benim derdim ilişkimin ya da senin ilişkinin ne olacağı değil. Benim derdim kazanacağım para. Bir an önce parama kavuşmak istiyorum.”
“Az kaldı.”


*****   


Yolculuğun ilk dakikaları sessizlik içinde, müzik dinleyerek geçti. Yarım saatin sonunda konular kendiliğinden açılmaya başladı. Sedef, verdiği kararı uygulayabileceğini test etmek için ayağındaki ezilmeyi bahane edip uzun süre aşağı sarkıtarak oturamayacağını söylemiş, arka koltuğa geçmişti.

Mine böylece önde seyahat edecekti. Ayağında bir sorun olmadığından emin olduğu için kaşlarını kaldırıp kahkülünün altından kardeşine baktı. Sedef’in hastanedeki tavırlarından biliyordu ki Fırat’a olan ilgisi bitmemişti. Kendisini kıskandığını anlaması için yüzüne bakması yeterliydi. Şimdi ise özellikle arka koltuğa geçip kendisini öne oturtuyordu. Sedef ne yapmak istiyordu? Mine olduğuna inanmaya başlamış olabilir miydi? Hayır, kardeşi bu kadar saf değildi. Aklında başka şeyler olduğunu anlamak için üç saniye yeterliydi. Sedef, bir oyunun içindeydi.   

Kafasını dağıtacak şeyleri düşünmek, içinde bulundukları durumu düşünmekten iyiydi. En iyisi şirketteki satış yapılacak madenlerin listesini düşünmekti. Unutturmayacak ve en kısa sürede bir kısmının satışı için imzayı alacaktı. Önce mermer ocaklarını, krom madenlerini satacaktı. Son aldıkları manganez madeninin çıkartıldığı yerleri de satabilirdi. Kardeşini ikna ettiği an bor madenlerini satacaktı. En az kâr getirenlerle en yüksek kâr bekleneni aynı kefeye koyması büyük hataydı ama daha fazla da saçmalayamayacağını biliyordu. 

Gelen tehdit telefonlarının nasıl hep ona denk geldiğini, üstelik her seferinde yanında Sedef yokken arandığını, kendilerini anımsatan çiçeklerin çoğunlukla ona tek olarak gönderildiğini düşününce, ikizler hakkında her an bilgi sahibi birinin haber uçurduğu anlaşılıyordu. Kimdi ve niye bu insanlara yardım ediyordu?

Para için elbette, dedi, kendi kendine. Holding binasında çalışan ve paraya ihtiyacı olan kimdir diye araştırması gerekirdi. Araştırsa da bulacağını düşünmek uzak ihtimaldi. Kendileri hakkında detaylı bilgiye sahip kişileri düşündü. Asistanları ve onların yardımcıları tüm programlarını bilirdi. Aynı katta çalışan Yiğit ve babasının asistanları da öyleydi. Hepsi uzun yıllardır şirkette olan bu isimlerin böyle bir olaya alet olduğunu düşünmek akla zarardı. Elbette yakın biri olmalıydı ama kim?

Düşüncelerinden Fırat’ın ortaya attığı konularla koptu. Adam, sessiz seyahatten sıkılmış olmalıydı. Ayıp ettiklerini ancak anlayıp, hevesle açılan konular hakkında konuşmaya başladı. Arka koltuktaki Sedef ise onları dinlemekle yetiniyordu. Filmler, konserler, davetler ve defileler ile üçü de yolculuğun sıkıcı olmaktan çıkartmıştı. Sedef öndeki ikilinin konuşmalarında özel hiçbir noktaya denk gelmemişti. Aksine son derece rahat ve arkadaşça konuşuluyordu. O da artık ara sıra fikrini söylemeye başlamıştı. O konuşurken dikiz aynasından kendisine bakan Fırat’ı görmek hoşuna gidiyordu.

Saatler sonra kaza yaptıkları yere yaklaşmışlardı. Fırat, kızların gerilmesini anlıyordu. Ne yapacağını bilemez bir şekilde arabayı kullanmaya devam etti. Kaza yerinin tam neresi olduğunu anlaması için özellikle ön koltuktaki yolcusunun kucağındaki ellerine bakması yeterdi. İki elini de yumruk yapmış eklem yerleri bembeyaz olmuştu. Sadece o da değil iki gözünü de sımsıkı kapatmış yola bakmıyordu. Dikiz aynasından gördüğü kadarıyla arka koltuktaki yolcusu da aynı durumdaydı.  

Hiç sesini çıkartmadan arabayı kullanmaya devam etti. On beş dakika kadar sonra kızlar normale dönmüş, yaklaştıkları köylerinin yolunu tarif etmeye başlamışlardı. Üstelik geçtikleri yerleri de anlatıyorlardı. İki kardeşin miras sonrası dönümlerce arazisi olmuştu köyde.  Fırat büyük arazileri özümsemeye çalıştıkça şaşkınlığı artıyordu.

“Siz şimdi Hanımağa mı oluyorsunuz güzel bayanlar?” 


*****  


Köye ulaştıklarında kızlar büyük sevgi ve hüzün ile karşılandılar. Yanlarındaki yabancı erkeği önce yadırgayan köylüler onun şoför olduğunu düşünüp buyur ettiler. 

Büyük ve küçük halalar, onların çocukları dededen kalma eve toplanmıştı. Dede evini büyük amca kullanıyordu. O köyünden ayrılmamıştı. Necdet Bey, tüm aileye bakacak kadar zengin ve geniş gönüllüydü. İhtiyaçları olsun olmasın hepsinin banka hesaplarına yatan paraları vardı. Abisinin köydeki mirasa sahip çıktığını bilmek hep gururlandırmıştı Necdet Beyi. Ürünlerden kendisine gönderilenlerin tadını başka şeylerde bulamadığını söylerdi hep.

Amcalarının ve iki halalarının neden köyde kalmayı seçtiğini anlamayan Fırat, aklındaki düşüncelerle boğuşurken yemeğe davet edildiklerini duydu. Masada bir çok şeyi öğrenmişti bile. Toprakları vardı. Okumamışlardı ve Necdet kadar gözü kara değillerdi. Hem zaten kardeşleri onlara hep bakmış, hiç paraya sıkışmalarına izin vermemişti. Şimdi onların çocukları da okuyordu. Belki zamanı gelince kuzenler birlikte iş yapardı ama şu an olan şirkette kızlardan başka kimsenin hakkı yoktu. Çünkü Necdet’e verilecek olan topraklar satılmış, o para ile şirket kurulmuştu. 

Fırat şimdi biraz anlıyordu. Sermaye zaten Necdet’in sayılırdı. O halde kardeşlerin ortak olmaması, hak iddia etmemesi normaldi. Hem ihtiyaçları varmış gibi de gözükmüyorlardı. Hepsi halinden memnundu.  

Amcalarının büyük çocuklarının da evlenip köye yerleştiğini duyunca şaşırdı. Onlar da çiftçiliği seçmişti. Sadece küçük erkek kuzenleri maden mühendisi olacaktı. Kızlar onu şirkette istiyordu. Hem stajını yapacak, hem sonra kuzenleri ile birlikte çalışma imkanı bulacaktı. Henüz birinci sınıf öğrencesiydi.

Halaların ikişer tane kızı vardı ve hiç düşünmemişlerdi büyük şehirde yaşamayı. Dördü de evlenmiş çoktan çocuk sahibi olmuştu bile. Evin bir anda kalabalıklaşması bundandı işte. 

Büyük masanın etrafında kalabalık grup güle söyleşe yemeklerini yemişti. Hüzün,  kahkaha ile kardeşti. Bir an gözler doluyor, ardından güzellikler konuşuluyordu.  
Yol yormuş, küçük bir yalan olarak söylediği ayağı gerçekten ağrımaya başlamıştı. Ağrısı yüzünden yavaş yürüyerek koltuğa oturdu. Büyük halanın torunu, Yusuf hemen iki minder bulup getirdi. Bir de sandalye getirip minderleri üstüne koydu. Ayağının altına koyup bileğini yükseğe kaldırdı. Sedef minnettardı. 

“Canımsın sen. Ne zaman büyüdün de bu kadar şeyi öğrendin?” derken ufaklığın utanan yüzüne öpücük konduruyordu. Daha önce buraya gelirken sıkılacaklarını düşünüp nasıl geri döneceklerinin planlarını yapıyorlardı. Şimdi ise onların yanında olmak içlerine huzur dolduruyordu. Babaları yoktu artık. Onlar ailenin büyükleriydi ve kızların en yakın akrabalarıydı.
  
Kendilerine ait evi hazırlatmışlar fakat amcanın ısrarına dayanamayıp orada kalmaya karar vermişlerdi. Kızlar, dinlenmek için odalarına çekilince Fırat da kendisine ayrılan odaya geçti. Bir iki saat uyumak herkese iyi gelecekti. 


*****

  
Uyandıklarında evde misafirlerin sesi vardı. Alt katta taziye ziyaretine gelmiş misafirler bulunuyordu. Fırat akşam yemeğine kadar odasından çıkmadı. Herkese kendisini anlatmak ya da ikizlerin anlatmasını beklemek gereksiz gelmişti gözüne. Kızlar ise kendileri için gelmiş olan misafirler ile kaza günü ve sonrasını yeniden yaşadılar.
  
Saat yedi gibi yemek hazır olmuş, misafirler de gitmişti. Sedef, kardeşine Fırat’ı çağırmasını söyleyip hafif aksayan ayağı ile masaya geçmişti. Evde bir sürü ufaklık vardı ama o kendi misafirleri idi. Genç kız, isteksizce çıktı yukarıya. Kapıyı tıklatıp içeri girdi. 

Fırat, yatağına uzanmış kitap okuyordu. Kapısı çalınınca biraz doğrulmuştu. Kapıdaki genç kızı görünce gülümsedi.  

“Misafirleriniz gitti mi?”  
“Evet, yemek hazır. Acıkmışsındır.”  
“Biraz. Nasılsın? Senin için çok üzücü biliyorum ama bir yandan da kabullenmek için gerekli sanırım böyle ortamlar.”  
“İyiyim. Daha kötü olacağımı düşünüyordum ama dediğin gibi gerekli. O kadar insandan bildiğin güzel şeyleri yeniden duymak en güzeli. Babam çok gençken dedemle birlikte İstanbul’a gitmişti. Tabii sık sık geldi, elini eteğini hiç çekmedi. Yine de burada yaşamak gibi olmaz. Gelenler ise sanki babam buradan hiç ayrılmamış gibi anlatıyorlardı.”  

Fırat, genç kızın hafif kızarmış burnu ve maviye yakın olmuş gözlerinden ağladığını anlamıştı. Teselli etmek istiyor, yanlış anlaşılmaktan korkuyordu. Teselli etmek istediği kardeş bu değildi. Bunu bilecek kadar tanıyordu onları. 

İşte bu, dedi kendine… Necdet bey bu sayede hiç karıştırmıyordu kızlarını. Onlara olan sevgisi ikisi arasındaki farkı anlamasını sağlıyordu. Fırat da içlerinden birini teselli etmek, sarılmak, üzülme ben yanındayım, demek istiyordu. Simsiyah saçların çevrelediği o güzel yüzü göğsüne yaslamak ve korkma demek istiyordu. Ama bu kardeşe diyemeyeceğini bildiği için kapıya doğru bir adım atıp “Hadi inelim, merak etmesinler.” dedi. 
  
Tam kapıdan çıkacakken, “Mine?” dedi. Genç kız dönüp baktı. Fırat rahatlamış olarak, “Sen Mine’sin.”dedi. Genç kız, önce şaşkın ve ürkek bir bakış attı, sonra da gülümseyerek, “Sedef’im. Mine yüzünden her iki ada da tepki vermeye başladım.” diye açıkladı. Fırat, ise sadece gülümsedi. 



1 yorum: