Binnur, iki kızının karşısındaki koltukta oturmuş, bir yandan çayını
yudumluyor, bir yandan da aklındakileri yavaş yavaş işliyordu. “Tüm bunlar beni
çok rahatsız ediyor. Esra’nın ailesi de işlerimi zorlaştırıyor. Ben de küçücük
bir bebeğin hayatını sonlandırmak istemem ama doktorlar da aynı şeyi söylüyor.
Bebeklerin sağlıklı yaşama ihtimali zayıfmış. Esra’nın annesi sakat iki çocuğa
bakacak mı?”
Sedef, sargılarının izin verdiği ölçüde yattığı yerde doğruldu, önce
annesine sonra yanında oturan kardeşine baktı. Kardeşinin gözlerinden aldığı
güçle konuşmaya başladı. “Anne, bu bizim tasarrufumuzda değil. Esra hakkında kararı
kendi ailesi verecek ama bebekler için bizim de söz hakkımız var. Hepimiz
Esra’nın son ana kadar hayatta tutulmasına, bebeklerin gelişimleri için biraz
daha zaman tanınmasına imkan verilmeli diyoruz.”
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Çünkü o konuşurken
annesinin yüzünde oluşan memnuniyetsiz ifade sinirlerini bozuyordu. Yeniden söze
başladığında tüm çabasına rağmen yine de sert çıkmıştı sesi. “Senin aksini
düşüneceğini sanmıyorum. Sonrasında da bebekler doğduğunda o makinenin
kapatılma kararını biz değil Esra’nın ailesi verecek. Bir başka gerçek de babam
hayatta olsaydı asla o makinenin kapatılmasına izin vermezdi.” İşte
bu çok doğruydu. Hem o hangi hakla böyle bir konuyu açıyordu?
Diğer yatakta yatan ikiz söze girdi. Hem kardeşinin sakinleşmesi hem de
annesinin niyetlerini tam anlamasını istiyordu. “Mine’ye sonuna kadar
katılıyorum anne. Esra son ana kadar yaşatılmalı. Bebekler için doktorlar en
iyisini bilir ama yine de son karar bizlere ait.”
Binnur’un yüzündeki hayal kırıklığını anlıyorlardı. Sonuçta onun kafasını
biliyordu ikisi de. Esra’ya olan kıskançlığı kocasının ikinci eşi olmasından
ziyade, paralarını yiyen kadın olmasındandı. Şimdi o hasta yatağında yatarken
bile bir şekilde içindeki kıskançlığı böyle açığa vuruyordu. Masum bebeklerin
sakat doğmalarını hayat boyu acı çekmelerini kimse istemiyordu ama tüm olasılıklar
bitmeden, tüm imkanlar değerlendirilmeden böyle bir karar verilmesi mümkün
değildi.
Ayağındaki ve omzundaki sargı yüzünden yavaşça hareket ederek ikizine dönen
genç kız üzgün bir sesle, “Mine, ben Sedef’im tatlım. Neden hala düzelemedin
anlamıyorum. Oysa benim uzun süre uyumam yüzünden aklımın karışık olması lazım.
Sen erken mi uyandın da hafızan oyunlar oynuyor?” diye, şaka ile karışık sordu.
Ne onu üzmek, ne de canını sıkmak istemiyordu. Oyun oynarken kaza yapmış
olsalar son aklında kalan bu isimdi diyecekti belki ama böyle bir şey de
olmamıştı. Kardeşinin durumu Sedef’i gerçekten korkutuyor, bu haline üzülüyor
ve elinden bir şey gelmemesiyle kahroluyordu. Daha ağır yaralanmış olan
kendisiydi. Niye Mine bu hale gelmişti?
Kardeşinin hayatı için bu oyunu devam ettirmesi gerektiğini bilen, onun adını
zorunlu olarak kullanan Mine ise içindeki korkuyu bastırıp oyununa devam etti.
“Mine, oyun oynanacak zaman değil. Sen Mine’sin ve asıl sen nasıl hala
karıştırıyorsun anlamıyorum.”
Sedef, kardeşinin neden inat ettiğini anlamıyordu. Doktorların kendisi için
koydukları kaza sonrası travma nedeniyle geçici hafıza kaybı teşhisinin aslında
Mine için geçerli olduğunu düşünüyordu. Mine önce uyanmış, kendini bir şekilde
Sedef’in yerine koymuş ve bu karışıklığa neden olmuştu. Israr etmeyip
bekleyecekti. Kardeşinin kısa sürede toparlanacağını biliyordu. Bu süre içinde
onun kendisine gelmesi için belki küçük anımsatmalar yapardı. Ağır darbeyi alan
kendisiydi. Daha çok baygın kalan, uyutulan, sargılar içinde olan kendisiydi. Tüm
bunlar da çantasındaki telefonuna uzanırken emniyet kemerini çıkarttığı için
olmuştu. O sırada kardeşi araba kullanıyordu. Babasının kazası hızdan olmamıştı
ama belki kardeşi daha yavaş gitse şu an ikisi de hastanede olmayabilirdi. İşte
bunun vicdan azabı ile arabayı ‘Ben değil Mine kullanıyordu’ demek için
beyni böyle oyun oynuyordu. Bunu doktora da anlatacaktı. Mutlaka kısa sürede
kardeşinin de düzeleceğini biliyordu. Acaba biraz konuşsa? Sanki olayı yeniden
yaşıyormuş gibi yapıp her şeyi anlatsa, işe yarar mıydı? Denemekten ne çıkardı?
“Mine’ciğim, canım şu tahliller bitsin sen de kabul edeceksin. Kesinlikle
kaza anından kaynaklandı. Olayları anımsamıyorsun. Lokantadan çıkarken, babama
yetişmek için anahtarı sen aldın. Arabayı sen kullandın. O sabah adlarımızı
değişmiştik. Süheyla hanımı kandırmıştık. ama araçta, lokantada, sonra yine
arabada hiç yer değiştirmedik, çünkü gerek yoktu. Ama sen belki kaza anını
tümden unutup sabaha takılı kaldın. Eminim o yüzden karıştırıyorsun. Kendini
Sedef sanıyorsun ama sen Mine’sin. Sedef benim!”
Kardeşi üzgün gözlerle bakıyordu. Neden öyle baktığını anlamadan devam etti
Sedef, “Babamın, selektör yapma dedi, Sen de ben kullanayım, Sedef de görsün
araba nasıl kullanılırmış dedin. Hem ben neden arkadan telefonumu almaya
çalıştığımı anımsayayım? Yola baktığımı, kazayı, neler olduğunu anımsamam
gerekmez mi?”
Genç kız, gözlerindeki üzgün ifadeyi sesine de yansıtıp yanıtladı kardeşini
“Arabayı ben kullanıyordum, tüm korumalar da buna şahit. Mine’ciğim, çok
üzgünüm canım. Senin anımsadıklarında sorun yok, sorun sadece kendini ben
sanmanda.” Yalanlara yalan ekliyor, Sedef’in çaresizce kendini anlatmaya
çabaladığını görüyor ve kahroluyordu. Ne zaman bu pis olaydan kurtulacaklar o
zaman kardeşinin tüm bu günler için kendisini affetmesini sağlayacaktı. Hayatta
kalan en yakını ikiziydi. Onu kaybedemezdi. Kaybetmemek için de her şeyi deneyebilirdi.
Babasını kaybetmiş, doğacak bebekleri ve Esra’yı kaybetme korkusu yaşarken
ikizini tehlikeye atamazdı. Defalarca kez çabalaması gerekse de onun bu
karışıklığı kabullenmesini sağlayacaktı. Kesin kararlıydı, bir toprak parçası
için onu kaybedemezdi. Sedef eninde sonunda kendisinin Mine olduğuna
inanacaktı. Ve gerçek Mine o süreçte hayatlarına çöken kara bulutları yok
etmenin yolunu bulacak, o lanet araziyi satacaktı.
*****
Binnur bu isim karışıklığından çok rahatsızdı. Onun rahatsızlığı
elbette ikizlerin karışmasından daha derin idi. Tanıyamamanın bu kadar büyük
sorun olacağını hiç düşünmemişti. Mine, her zaman daha oyuncuydu. Yoksa Sedef
mi oyuncuydu? Şimdi de bu tavırlar oyun oynadıkları için miydi? Ama babaları
yeni ölmüşken oyun oynamayacak kadar düşkünlerdi babalarına. Bunu anımsayınca
bu kez karmaşanın kendisine olan etkilerini yeniden değerlendirmeye başladı.
Sedef, ona daha yakın davranandı. Çok küçük bir fark da olsa, Sedef her
zaman kendisine iyi davranan olmuştu. Şimdi bir şeyler yapmalı ve hangisinin
iyi davranacağına bakmalıydı. Hastanede bu fırsatı bulması zordu. Hastaneden
çıktıklarında onlarla birlikte yalıya geçecek orada kim kimdir çözecekti. Belki
gerek bile kalmazdı. Doktorların dediği gibi kaza öncesi yer değiştirdiği için
kısa süreli hafıza kaybı ihtimali yüksekti. Sadece sabır gerekiyordu. Binnur’un
Sedef’e ihtiyacı vardı.
*****
Mesut Kafkas ve Hasan Taçbaş, daha önce konuştukları genç kızın ikizi
ile görüşmek için yeniden hastanedeydiler. Amirleri olayın detaylarının bir an
önce dosyaya konmasını istiyordu. Çünkü ellerinde daha önceki silahlı
saldırının delil bulunamadı diye kapatılmış hali vardı. Şimdi ise aynı adam,
ele geçirilememiş, kimse tarafından teşhis edilememiş, plakası alınamamış bir
kamyonun çarpması sonucu ölmüştü.
Cinayet masasında çalışan birinin böyle bir olayı ‘kaza’ olarak algılaması
mümkün değildi. Zaten kamyonun fren izi yoktu. Uzaktan kazayı gören bir tanığın
ifadesine göre kamyon yola yaklaşırken yavaşlamak yerine hızlanmıştı. Çarpmanın
hemen ardından durmaya teşebbüs bile etmeden yoluna da devam etmişti. Tanığın
tek söylediği Ön kısmının paslı gibi gözüktüğü bir ihtimal eski kırmızı boyası
olduğu, arka kasanın ise boyasız ahşap bir görüntüye sahip olduğu idi. Bu
durumda vuran aracı bulmak neredeyse imkansızdı. Belki o günlerde tamirciye
giden kamyonların araştırılması ile bulunabilirdi ama binlerce tamirci arasında
hangisine gittiğini nasıl bulacaklardı?
Antiseptik kokusu yerine hoş bir temizlik malzemesi kokusu ile
karşılaşıyorlardı. Bu da ikinci kez şaşırtıyordu polisleri. En iyi hastanede
bile minik de olsa o kokuyu duyarlardı. Sanki steril olmaktan ziyade gösterişli
olma çabası gibi geliyordu. Oysa hastane hakkında edindikleri bilgiler çok iyi
servisleri, mükemmel doktorları olduğuydu.
Hemşirelerin bankosunun önünden ses çıkartmadan geçtiler. Yerlerdeki döşeme
zaten sesleri yok ediyordu. Kattaki anormal sessizlik rahatsız ediciydi. Acaba
diğer odaların boşaltılmasını mı istediler diye aklından geçiren Mesut, önünden
geçtikleri odada da hastaların olduğunu görünce bunun tamamen yalıtımlarla
ilgili olduğuna hükmetti.
Kızların yattığı odanın önüne geldiklerinde kapının kapalı olduğunu
gördüler. Doktor ziyareti miydi, mahremiyet için mi? Odanın kapısını vurup,
içeriden gelecek sesi beklediler. Sesi duyan Hasan kapıyı açıp Mesut’un geçmesi
için tuttu.
İlk konuştukları kızdan iki taneydi artık. Benzerliği zaten dosyalarındaki
fotoğraflardan biliyorlardı. İki kişi daha önceden kendilerini tanıdığı için
sadece başları ile selam verdiler. Sargıların çokluğu yüzünden konuşmaları
gereken genç kızı ayırt etmek çok kolaydı.
Mesut, kıdemli olduğu için konuşmayı yönlendirecekti. Elbette önce kardeş
ve annenin odadan çıkması gerekiyordu.
Bunu rica edip, annenin ilk tepkileri savdıktan sonra, “Kızınız ile burada
ve yalnız konuşmamız lazım. Aksi halde dosyanın kapanması için karakola
çağırmamız gerekir ki bunu basının öğrenmesinden hoşlanacağınızı sanmam. O
nedenle lütfen işimizi yapmamız için bizi kızınızla yalnız bırakın. Emin olun
onu yormayacak ya da şu an olduğundan daha fazla üzmeyeceğiz.”
Binnur’un itirazı iki sivil polisi etkilememişti. Diğer kızını hiç gereği
yokken tekerlekli sandalyeye oturmaya zorladı. Sanki kırılacak bir biblo gibi
davranıyor, hatta abartıyordu. Bunu fark eden genç kız daha seri hareketlerle
kapıya doğru tekerlekli sandalyeyi yöneltti. Binnur da kızına uydu.
Anne ve kızı dışarı çıkar çıkmaz Mesut ve Hasan yataktaki genç kıza
öncelikle babaları ile ilgili taziyelerini bildirdiler ve kazayı anlatmasını
istediler.
“Ben kazayı görmedim. Mine, yani Sedef… şey o Mine ama kendini Sedef
sanıyor. Aracı o kullanıyordu. Ben telefonumu çantamda unutmuşum. Ona uzanmam
gerekiyordu. Emniyet kemerim engel olunca çıkarttığımı ve iki koltuğun arasında
arkaya uzandığımı anımsıyorum. O sırada Mine… offf evet o Mine, ben Sedef’im.
Ne diyordum? Tamam, arkaya döndüm, çantamdan telefonumu tam elime aldım, Mine
çığlık attı.”
“Ne dedi?”
“Baba dediğini duydum. Bir de hayır diye bağırdı sanırım. Sonrasını hiç
anımsamıyorum.”
“Arabayı kullananın Mine Söğüt olduğundan emin misiniz?”
“Evet, eminim.”
“Korumalar arabayı Sedef Söğüt’ün kullandığından emin. Siz ise Mine Söğüt
kullanıyordu diyorsunuz.”
“Evden çıkarken ben kullanıyordum. Araç benim aracım zaten. Bir lokantada
yemek yedik. Orada Mine aldı arabayı. Şey…”
“Ne? Söyleyin, her söylediğiniz bilgi değerli.”
“Ben süratli kullanamıyormuşum, babama yetişemezmişim. O yüzden Mine aldı
anahtarları.” Genç kızın sesi son kelimelerle birlikte titremeye başlamıştı. O
ana kadar soğuk kanlı olarak kendini anlatan kızın artık sesi çıkmıyordu.
“Devam edebilecek misiniz?”
“Sürat yüzünden mi kaza yaptılar? Anahtarları vermeseydim o kaza olmayacaktı
değil mi? Yarışır gibi kullanmayacaklar, babam takla atmayacak, ölmeyecekti
değil mi?”
“Siz kazanın nasıl olduğunu bilmiyor musunuz?” Mesut, genç kızın olaya çok
farklı bir taraftan bakıp kendini suçladığını anladı. Aksi bir bilgi
veremiyordu. Kaza olmadığını, kasıtlı çarptıklarını düşünseler de bunu şu an
açıklayabilecekleri delillere sahip değillerdi. O ikilemler içinde boğuşurken
genç kız yine konuşmaya başladı.
“Kamyonun çarptığını söylediler ama hız yapmasa o kamyonu görecekti. Fren
yapabilecek, çarpmayacak ve söylendiği gibi defalarca takla atmayacaktı. Tüm
bunların sorumlusu benim.”
“Bu konuda en son kendinizi suçlamalısınız. Kaza ise zaten sizin suçunuz
yok.”
“Kaza değil mi?” Sedef, şaşkınlıkla konuşuyordu. O ana kadar aksini hiç
düşünmemişti.
“Eldeki deliller kaza diyor. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi babanız daha
önce tehdit edilmiş, silahlı saldırıya uğramıştı. Biz sadece bağlantısı var mı
diye araştırıyoruz.”
Hastaneye gelirken bunları söylemeyi düşünmemişti fakat genç kadının
anlattıkları ve ruh halindeki karmaşayı fark ettikten sonra söylemenin iyi
olacağına karar vermişti. Daha fazla yardımcı olabileceği ve kendisini
suçlamaktan vazgeçeceği küçük bir bilginin kimseye zararı olmazdı.
Genç kızın bakışları ve sesi değişmişti. “Bir şey buldunuz mu?” O fark
etmese bile bakışlarında rahatlama, sesinde merak vardı.
Sedef, polisin söylediklerinden sonra ne düşüneceğini bilemez şekilde
bakıyordu. Cinayet? Babasının kazası aslında bir cinayet miydi? Kendisinin suçu
olmayabilir miydi? İyi ama onun ölmesini kim istemiş olabilirdi? Polisin az
önce söyledikleri kimin istemiş olabileceğini anımsattı.
“Siz, önceki saldırıyı bununla bağlantılı mı kabul ediyorsunuz?”
“Henüz bir şey söyleyemiyoruz. Sadece bildiklerinizi bizimle paylaşmanız
halinde babanızın başına gelenin gerçekte ne olduğunu anlamaya çabalıyoruz.”
Sedef, polislerin yüzünde bir yanıt arıyordu. Kendisi ile konuşan polisin
poker suratından bir anlam çıkartamayınca diğerine bakışlarını çevirdi. Onun
yüzünden de bir şey anlamak mümkün değildi.
“Ne… Ne anlatmamı bekliyorsunuz? Tüm gördüklerimi ya da görmediklerimi
anlattım. Anımsadığım tek şey arkaya dönmüş olduğum ve Mine’nin çığlığı!”
“Sedef Hanım, en baştan bir kez daha tüm günü, önemli önemsiz anımsadığınız
her detayı anlatır mısınız? Arabalarla gideceğinizi kimler biliyordu? Telefon
açan oldu mu? Kaçta yola çıkacağını soran oldu mu? Evde çalışanlar, korumalar,
iş arkadaşlarınız, aklınıza gelen her şeyi anlatın. Ben arada gerek duyarsam
sorularla sizi yönlendiririm.”
Sedef, aklına gelen her şeyi, hangi şarkıları dinlediklerini, ne
konuştuklarını anlatarak günün detaylarını verdi. Ardından yeni bir soru ile bu
kez de iş ile ilgili son günlerde yaşanan olayları sıraladı. İş ortamında
yaşanan önemli bir sorun yoktu. En azından onların bildiği bir şey yoktu.
Yıllardır yaşadıkları türden olayları sıralamasını istedi polisler. O da aklına
gelenleri söyledi daha detaylı bilgileri daha sonra verebileceğini de ekledi.
Aklının bir köşesine hastaneden çıktıktan sonra işler ile ilgili son dönemdeki
tüm olumsuzlukları incelemek vardı.
Bir saat sonra kafaları daha da karışmış olarak odadan çıktıklarında diğer
ikizi hemen odanın karşısında kendilerini beklerken bulmuşlardı.
“Anımsıyor mu?”
“Sedef ya da Mine hanım, sizin lokantadan çıkarken babanızla yarışmak için
anahtarları ondan aldığınızı anımsıyor.” Mine, böyle bir cümleye
hazırlamıştı kendini.
“Kazaya mazeret mi bulmaya çabalıyor acaba? Böylece ben suçlu olacağım. O
söylemese de ben kendimi suçluyorum. Ben daha yavaş gitsem, babam da yavaşlar,
o kamyonu görür, kaza yapmadan kurtarabilirdi. Mine, kendini toparladığında tüm
olanları anımsayacak, bu inkarlardan vazgeçecektir.”
Mesut, kısa bir an ikizlerin bu cümleyi önceden mi planlayıp kurduğunu
düşündü. Sonra ikizler arasında olan anlatılamaz yakınlığın etkisi olacağına
karar verdi. Boğazını temizleyip konuştu. “Öyle mi? O zaman biz de şu doktorla
bir görüşelim. Bakalım başka ne sürprizler varmış. Travmalar daha neler
yapacakmış, kendimizi hazırlayalım. Bu arada siz her kimseniz, yeniden
görüşmemiz gerekebilir. Şu aralar bizden habersiz yurt dışına çıkmamanızı
tavsiye edeceğim.” Mesut, sesinin sert çıkmasını engelleyemeyince Hasan’ın
hafif öksürüğünü duydu. Onların bu hareketini fark etmeyen Mine, şaşkın bir
sesle sordu. “Neden? Anlayamadım. Tamam şu yakınlarda bir çıkış planım yok ama
yine de bu konuşmanızdan hiç hoşlanmadım. Kazayı ben yapmışım, babamı…” Devamını
getiremedi.
Mesut Kafkas, genç kızın neye üzüldüğünü ve şaşırdığını anlayınca kendi
sözlerini yumuşatması gerektiğini anladı. “İnanın biz de bunları söylemekten
hoşlanmıyoruz ama şu an sizin ve kardeşinizin bilgilerinize
ve sağlıklı oluşunuza ihtiyacımız var. Bu kaza dosyasının bir an önce
kapanması işiniz için faydalı olacaktır. Ne de olsa piyasa sizin işi toparlama
sürecinizden faydalanacak rakiplerle doludur.” Daha başka açıklama
yapmayacaktı. Sedef Söğüt ile yaptığı konuşmayı Mine Söğüt ile
tekrarlamayacaktı. Mine Söğüt konusunda farklı bir araştırmaya girmesi
gerektiğini söyleyen iç sesini dinleyecekti. Genç kızın hem biraz
korkmasını hem de fazla telaş yapmamasını istiyordu. Farkında
olmadan sargılar içinde yatan Sedef’in sözlerine inandığını anlamanın hoşnutluğunu
da yaşadı. İçgüdülerine güvenirdi.
*****
Sedef, annesinin
itirazlarını dinlemek yerine kendi isteğini tekrarladı. “Ben Esra’yı
görmek istiyorum.”
Esra’nın
erkek kardeşi ve annesi defalarca Sedef’i görmeye gelmişti. Sanılanın aksine annesi
ve kardeşi genç kızlarla gayet yakın bir ilişki içinde ve samimiydiler.
Televizyonlarda izledikleri haberlerle tatlarının kaçmasına izin vermeyecek
kadar tanıyordu hepsi birbirini... Annesi de Suat da, Esra’nın en iyi şartlarda
bakıldığından emindi. Yine haberlerde söylenen saçmalıkların aksine bebeklerin
yaşatılması için herkes seferber olmuştu. Bir başka hastaneden uzman bir doktordan
da destek alınıyordu. Daha ileri bir hamilelikte benzer bir olay yaşandığı için
tecrübelerinden yararlanmak istiyorlardı.
O saçma
haberlerin ardında hayal gücü geniş bir gazetecinin ya da Binnur’un olduğunu
düşünen taraflar bu konu hakkında söz birliği etmiş
gibi, hiç konuşmuyordu.
Binnur, kızını ikna etmek için yeniden konuşmaya başladı. “Mine’ciğim, şu
an görmesen çok daha iyi olur. Gerçekten iyi değil. Doktorlar bir iki gün sonra
daha iyi gözükeceğini düşünüyor.”
Derin bir soluk verip, koltukta sessizce oturan ikizine ters bir bakış atıp
konuştu. “Sedef anne, Sedef!” Yeni bir soluk aldı ve bu kez daha yavaş verdi.
Bunu yaparken yataktan kalktı. Üstündeki berbat çiçekli hastane önlüğünden
kurtulmuş, biraz daha göze hoş gözüken gecelik giymişti. Sargılı kolu yüzünden
her şeyi giymesi için en az bir haftası vardı.
Annesinin memnuniyetsiz bakışlarına aldırmadan nedenlerini açıkladı. “Daha ne kadar dayanabilir bilmiyorum. İki üç
günü var mı, ben daha iyi olana kadar yaşayabilir mi haberim yok. Senin var
mı?”
Binnur bu kez doktorların sözlerinden aldığı güçle konuştu. “Gerçekten izin
vermiyorlar. Çağır hemşireyi sor, daha bu sabah birkaç gün sonra görebileceğini
söylediler. Hadi boşuna zorlama kendini, yat da daha çabuk
toparlan.”
Sedef annesinin doğru söylediğini anlamıştı. Sesinden ayırt
edebiliyorlardı. Bıkkın bir ifade ile yeniden yatar pozisyona gelip başını
rahat ettireceği şekli aradı. omuzu da ağrıyordu. Yine de orada olmaktan
sıkılmıştı. Bir başka gerçek de ayağa kalktığı an başındaki dönmeydi. Bir şey
söylemeden yattı bir süre. Baş dönmesini hafıza kaybına bağlayıp kendisinin
Mine olduğunu yönünde diretmelerinden korkmuştu.
“O zaman izin verdikleri ilk gün göreceğim. Şey… Biz ne zaman hastaneden
çıkacağız?”
“Mine’ciğim, henüz çok erken.”
“Sıkılıyorum burada. Mine çıktı bile. Ben de evde dinlenirim.” Aslında
odası konforlu, bakımı güzeldi ama yine de evinde olmak babası ile paylaştığı
şeyleri evinin sıcaklığında yaşamak istiyordu. İlaçların ve ortamın etkisi ile
acısını bile yaşayamıyordu.
Binnur, Sedef'ten yine Mine diye bahseden kızına gözlerini devirerek baktı.
Bunun oyun olmasını ve düzelmesini istiyordu. “Mineciğim, şu hafıza olayının
neden kaynaklandığını öğrenelim, o zaman eve çıkarız.”
“Benim hafızamda sorun yok. Sorun olan Mine!” Sedef, hiç anlam veremiyordu.
Kendisinden emindi. Kardeşinin koltukta sessiz oturmasından rahatsızlık
duyuyordu. Neden böyle yapıyordu Mine?
Sedef, iş ortamında kardeşi ile yer değiştirmenin bu kadar kolay olacağını
düşünmemişti. İş ile ilgili bir iki konuda tam da kendisinin bildiği şeyleri
söylemiş ve insanları ikna etmişti. Bunun nedeninin işlerle ilgili şeylerde
birbirlerine detaylı bilgi aktarmaları olduğunu bilse de elinden fazlası
gelmiyordu. Mine, sadece kendisinin bildiği bir sebeple kendisinin yerine
geçmişti. Hala da öyle davranmaya devam ediyordu. Sedef, ne yapacağını bilmez
bir şekilde annesine bakmakla yetindi. “Tamam, bak anlaşalım, bana bir süre
isimlerle hitap etme. Her Mine dediğinde başa dönüyorum. Böyle yaparsak herkes
daha az gerilim yaşar. Anlaştık mı?”
“O zaman şöyle yapalım, sana doktorlar kesin tanı koyana kadar sen Mine ol.
Olur mu?”
Cümlesi bitmeden Sedef’in tıslar gibi çıkan yanıtı kulaklarına ulaştı. “Ben
Sedef’im! O Mine. Bana Sedef deyin.”
Bir şeyler söylemeye hazırlanırken yanındaki koltukta oturan kızının
konuşmaya başladığını görüp sustu. “Ya sen hep inattın zaten Mine.”
Sedef, dakikalardır sessizce oturan kardeşine baktı. Evet inattı. Sedef’e göre
daha inatçı olan Mine'ydi. Çok büyük bir fark değildi ikisinin inatçılık
seviyesinde değişiklik. Sadece gerçekten olmasını istedikleri bir konuda
birbirlerine inat ederlerdi. Şu anki görüntü inat edeni kendisi gibi
gösteriyordu. Oysa o inat etmiyor doğruları söylüyordu. Bunu kime nasıl
anlatacaktı?
Binnur, az önce duyduğu ipucunu kullanmak için bir kenara not etti.
“Ben inatçılık etmiyorum. Doğruyu söylüyorum. İnatçı olan sensin Mine ve
ben olduğunu söylemekte inat ediyorsun.”
Mine, kız kardeşinin yüzündeki çaresiz ve üzgün ifadeye baktı. İçi
parçalanıyordu ama sustu. Farkında değildi ama onun yüzünde de büyük bir üzüntü
vardı. “Tamam, birbirimize mümkün olduğunca isimle hitap etmeyelim. Çok
gerekmedikçe birbirimizi üzmeyelim. Zamanla her şey düzelir. Anne, sen de uy
buna.”
Binnur başını sallayıp onaylarken, Sedef, Mine’nin yüzündeki değişimleri
izliyor, neyin onu bu hale getirdiğini anlamaya çabalıyordu. İlk kez kardeşinin
ifadesinde bir pişmanlık yakalamıştı. Çok kısa bir andı, belli belirsizdi ama
oradaydı. İçinde bir yerlerin rahatladığını hissetti. Dışarıdan bakan biri bu
üzüntünün kardeşindeki rahatsızlıktan kaynaklandığını düşünebilirdi ama Sedef
başka şeyler olduğundan emindi. Neler döndüğünü anlamak için bakışları annesi
ile kardeşi arasında mekik dokuyordu. Gerçek Mine’de bir sorun vardı. Bunu
çözmeliydi. Bu yaşa kadar bir sürü insanı kandırmışlardı ama aynı oyunu
kendilerine yapmaları mümkün değildi. Bir şeyler oluyordu ve kardeşi de o
olan şeyin içindeydi…
Onlar böyle inatlaşırken, Yiğit Uçar elinde üç çiçek ile kapıdan girdi.
Kendisine dönen üç kadını şöyle bir süzdü. Sonra Binnur hanıma yaklaşıp, iki
çiçeği de tek eline alıp üçüncüyü yanındaki koltuğa bırakıp kibar ama güçlü bir
şekilde elini sıktı. Binnur’un bu temastan ve tavırdan etkilendiği
bakışlarının değişmesinden belli oluyordu. Sedef, aynı şeyi gördüğünü anladığı
ikizinin yüzündeki değişimi fark ettiğinde rahatladı. Adını, iş ile ilgili
planlarını ve daha bir çok şeyi taklit edebilir, herkesi kandırabilirdi ama söz
konusu Yiğit olduğunda kendini mutlaka ele verirdi. Bunu aklının bir köşesine
yazıp, gerektiğinde konuşturmak için kullanmayı planladı.
Yiğit, belki de ilk kez duydukları üzgün sesi ile konuşuyordu. “Başınız sağ
olsun Binnur Hanım.” Sesindeki hüznün gerçekliğinden şüphe edilemezdi. “Aynı
zamanda çok geçmiş olsun. Kızlarınız için ne kadar korktuğunuzu görebiliyorum.”
Az önceki hüzün ne kadar gerçekse, bu kez sesine yansıyan anlayış o kadar
sahteydi. Anne ve kızları arasındakileri çok iyi bildiği için bu kadına zerre
güveni olmadığını ses tonu ile bile belli etmişti.
Uzatılan çiçekleri kraliçe edası ile alan Binnur memnuniyetle gülümsüyordu.
Baş sağlığı için çiçek getirmek yakışıksız olsa da hasta ziyareti için doğru
bir hediyeydi. Binnur, genç erkeğin bakışlarını yakalayıp gülümsedi. Sonra da
elindeki demeti kokladı ve çiçeklerin üstünden bakıp yeniden gülümsedi.
“Teşekkür ederim, Yiğit Bey. Zahmet ettiniz.”
Sedef, annesi ile Yiğit arasında geçenleri Mine üzerinden takip etmeyi
seçmiş gülümsüyordu. Kardeşi neredeyse atlayıp çiçekleri alacaktı kadının
elinden.
Yiğit ise tüm bu olanlardan habersiz yanıtlıyordu genç kadını. “Zahmet olur
mu? Aslında dün de gelmek istedim ama şirket işleri izin vermedi.” İlk
gelişinden bu yana geçen günlerde kendini toparlamıştı. O ziyaretinde Mine’yi
öyle solgun üzgün ve yaralı görmek çok ağır gelmişti. Bunların yaşanmış olması
tahammül edilir gibi değildi. Zaten doktoru mazeret olarak gösterip hemen
kaçması da bundandı.
Mine şu an çok daha iyi gözüküyordu. Yataktaki Sedef ise hala solgundu.
Sargıları ve makyajsız yüzü hüzünlendirdi genç adamı. Ona gitmeden önce annesinin
yanında oturan genç kıza yöneldi. “Mine…pardon Sedef çok geçmiş olsun. Taburcu
olmuşsun. Çok sevindim.”
Sedef tam rahatlayacakken son duydukları ile yıkılmıştı. Yiğit
karıştırmış olamazdı. Zaten ilk önce Mine demişti. İyi ama neden hemen
değiştirmiş ve Sedef olarak hitap etmişti? Sedef, neler olduğun anlamadan
ikisine baktı. Kardeşi kendisine uzatılan çiçekleri alırken çok normalmiş gibi
davranmaya başlamıştı. “Teşekkür ederim, evet ben taburcu oldum, Mine de kısa
zamanda çıkacak.” Bu cümleden sonra Yiğit yatakta şaşkın gözlerle kendilerini
izleyen genç kıza döndü ve son buketi uzattı.
“Mine, çok geçmiş olsun. neyse ki daha ağır bir durum yok. Uyutulduğunu
duyduğumda çok korktum. Daha iyisin umarım?” diye cümleleri sıraladı. Sesinde
gerçek bir endişe vardı. Sedef, adamın bu tavrına gerçekten anlam veremiyordu.
Kendisini Mine sanıyor olamazdı ya! O düşüncelere dalmışken son duyduğu “...
başın sağ olsun.” oldu.
“Evet… Şey teşekkür ederim.”
Sedef ne düşüneceğini bilemiyordu. Büyük bir kabusa mı uyanmıştı? Yoksa
daha uyanmamış bunların hepsini ilaçların etkisi ile mi görüyordu?
Kardeşi kendisine böyle oyun oynayacak kadar acımasız olamazdı. Yiğit
bugüne kadar ikisini hiç karıştırmamıştı. İyi ama bu adam değil miydi Mine’ye
ilgi gösteren? O zaman nasıl olur da kendisini Mine sanırdı? Mine olmadığını
anlamayacak kadar yabancılaşmış olamazlardı. Yiğit, düne kadar kardeşine ilgi
gösteriyor, onunla olan sorunları yüzüne yansıtıyordu. Şimdi aynı tavrı
kendisine mi sergileyecekti? Bir an bu kardeşini kızdırmak için kullanacağı iyi
bir koz olarak gözüktü gözüne. Az önce zaten kıskanmış ve annesini parçalamak
istememiş miydi? Eh o zaman bazı fırsatlar yaratmak ve kardeşinin damarına
basmak bu saçma karmaşaya son vermesini sağlayabilirdi. Hemen başlamakta bir
sakınca yoktu.
“Yiğit, hastaneden çıktığımda bir fırsat yaratıp evde ziyaretime gelir
misin? Seninle sanırım konuşmamız gereken şeyler var. Artık çözmeliyiz bunları.
Görüyorsun hayat çok kısa!” dediğinde Yiğit’in arkasında kalan kardeşinin ayağa
fırlayıp odadaki banyoya koştuğunu gördü. Yüzüne yerleşmeye çabalayan
gülümsemeyi zorla bastırdı. Yiğit arkasındaki hareketi hissetmiş dönüp
baktığında genç kızı tuvalet kapısından girerken görmüştü. Onun da yüzünde soru
işaretleri oluşmuştu.
Sedef, gönül rahatlığı ile arkasına yaslandı. Kardeşini çözmek çok zor
olmayacaktı. Yiğit üzerine biraz oyun oynamak yetecekti.
Peki Mine buna nasıl tepki gösterecekti? Kardeşinin belki de aklını başına
getirecek bir sahne yaratmak eğlenceli olabilirdi. Elbette annesinin olduğu
ortamda değil. Ve Yiğit’in hata yapmasına neden olacak şekilde abartılı
bir hareket de olmamalıydı.
Yiğit, kısa süre oturup durumları hakkında bilgi aldı, işler hakkında da
son gelişmeleri aktardı. İmza sorununu vekaletler ile çözmüşlerdi. Veraset ile
ilgili konuşmanın zamanı değil diye düşünüp o konuyu ertelemişti. Kızlar temelli
eve döndüklerinde konuşmak akıllıcaydı. Zaten çoğu şey verasette yazılı idi.
Necdet Bey işi söz konusu olduğunda açık nokta bırakmayacak kadar detaycıydı.
Yiğit, “Benim artık şirkete dönmem lazım. Yine gelmeye çalışırım. En kötü
evde görüşürüz. Çabuk iyileşin beni daha fazla yalnız bırakmayın.” demiş ve
ayağa kalkıp pantolonu düzeltip her zamanki iki dirhem bir çekirdek halini
sergilemişti ki Binnur’un sesi duyuldu. İşveli bir ses ile konuşuyordu.
“Vaktiniz varsa bir çay içelim. Daha sonra gidersiniz.”
Kızlar kısa bir an bakıp ne yapmak istediğini anlamış şekilde gözlerini
devirince, Binnur da kendisini toparlayıp üzgün ifadesine geri döndü. Kendisine
böyle zamanlarda çok kızıyordu. Küçük bir hata tüm oyununu bozacaktı. Neyse ki
yan koltuktan bir ses yükselip onu bu durumdan kurtardı.
“Evet, lütfen konuşacak şeyler var daha…”
Yiğit, “Sizi rahatsız etmeyeyim, hem Sed...Mine de dinlensin.” diyerek
teklifi geri çevirdi.
“Günlerdir uyuyorum, yorgun değilim. Ufak tefek sorunlar haricinde bana kalsa
eve bile gidebilirim. İşlerin çok fazla aksamasını istemiyorum. Gerçekten biraz
konuşalım. Bazı ihaleler ile ilgili hazırlıklar vardı. Bigadiç dönüşü
bakacaktık. onlarla ilgili dosyaları bana yollar mısın?” diye aslında ikizinin
üstündeki dosyaları istemişti. Madem oyun oynuyorlardı o da sonuna kadar
katılacaktı. Sedef’in sözlerinden sonra Yiğit çok rahat gözükmeyen sandalyeyi
yatağa biraz yaklaştırdı.
Koltukta oturan Mine, bu görüntüye biraz kızsa da ikizinin kendi üstündeki
işlerle ilgili ihaleleri istemesine şaşırmıştı. Gerçekten kendisinin Mine
olduğuna ikna olmuş olabilir miydi? Bu iyiye işaretti.
Yiğit ikizlerin akıllarından geçenlerden habersiz koltuğa oturdu,
çantasından tabletini çıkartıp konu dosyaların dökümanlarını açmaya başladı.
Yataktaki genç kıza gösteriyor ve ayırıyordu. “Yanımda mikro sd kart yok.
Bunları yükler birisi ile yollarım sana. kendini yormayacaksın değil mi? Acil
bir şey yok, sen iş başı yapana kadar bekleyebilir hepsi. Boşuna yorulup
tedavini aksatma.”
“Kesinlikle sorun olmaz. Sıkılıyorum, böylece vakit geçer. Bir de bizim
tabletler falan sanırım kullanılamaz hale gelmiş, yenisini alıp yollar mısın?”
“Elbette. ikinize de yolluyorum. Mine… pardon Sedef, senin istediğin bir
dosya falan var mı? Yoksa işe gelecek misin?” Üçüncü kez karıştırıyordu isimleri.
Yiğit, kendisine söylenen isme doğal olarak tepki veriyordu. Sedef onun doğru
kişiye doğru isimle hitap etmesinden memnun, Mine ise bu hareketten son derece
mutsuzdu. Hem yeni oyunun ortaya çıkmasına hem de kardeşine ilgi gösterecek bir
Yiğit karmaşasına hazırlıklı değildi. Olayı işe yönlendirirken tüm
rahatsızlıklarını gizlemeyi başarmıştı. “Ben akşamları eve gidiyorum, tüm
dosyalara ulaşırım. Bir iki gün daha dinlenmem gerektiği söylendi. Pazartesi
gelirim şirkete. Şu aralar eve gelenler de çok, en azından ziyaretçilerle
ilgilenirim. Tabletleri halledersen sevinirim gerçekten.”
“Anlaştık, o zaman başka bir şey yoksa ben artık işime döneyim.”
Mine, koltukta biraz öne doğru eğilip sıkıntılı bir ifade ile ellerini
ovuşturmaya başladı. “Yiğit… bizi neler bekliyor? Avukatlar ile
görüşebildin mi? Veraset işleri ile ilgili neler yapılmalı?”
Yiğit az önce ertelediği konuyu açan genç kıza kısa bir an baktı. Üzücü
konulardı bunlar ama madem o açmıştı…
“Henüz çok erken ama miras bölüşümü hakkında babanızın ilk kararları
geçerli. Avukatının söylediğine göre bir ay kadar önce yeni bir madde ekletmiş
ve bunu sizlerin de bilmediğinizi düşünüyor.”
“Yeni madde mi? Ne ekletmiş olabilir ki?”
“Avukat bana açıklama yapmadı. Böyle bir değişimden benim haberimin olması
beklenemezdi zaten. Sizlere zamanı geldiğinde tebliğ edilecekmiş. Sanırım özel
bir şeylerdir.”
İkizlerin ikisi de bu cümleleri şaşkınlıkla dinliyordu. Ne değiştirmiş
olabilirdi ki?
Binnur ise değişikliğin Esra ile ilgili olduğunu tahmin ediyordu. Mutlaka
onun için eklemeler yapmış olmalıydı. Sinirinin bozulduğunu saklamaya
çalışarak,“Esra ve bebekler içindir o ekleme. Gerçekten erken bunları konuşmak
için. Üçünün son durumu belli olmadan bir anlamı yok.” dedi.
“Erken değil anne. Geciktirmenin bir anlamı yok. Ayrıca, şirkette binlerce
insan çalışıyor ve hepsi tedirgindir. Yiğit Bey eminim çok iyi idare ediyor ama
bizlerden birinin işin başında bulunmasını bekliyordur hepsi. Ben bir iki güne
kadar iş başı yapacağım ama yine de babamın yerini dolduramayacağım, hatta ikimizin
bile dolduramayacağı bir gerçek.”
Yiğit, annesinin yanında oturan genç kızın ilk kez bu kadar renksiz gördüğü
yüzüne bakıp iç çekti. Keşke gerçekten yardımcı olabilseydi. Üzüntüsünü
hafifletebilse… Kendisini toparlayıp Binnur’a yanıt verdi. “Sedef çok doğru
söylüyor. Yönetim kurulu toplanmalı ve yetki devri yapılmalı. O zamana kadar
vekaleten zaten ben şirketin başındayım. Sonra da yeni bir yönetim kurulu
başkanı seçmeliyiz.”
“Kızlarımla da konuşacağım ama siz de bilin istiyorum. Ben de kızlarımın yanında
olmak istiyorum. İşlerden çok anlamam ama destek olacağım şeyler mutlaka
vardır. Bu konuda uygun bir şeyler araştırmanızı rica edeceğim. Sonuçta benim
de hakkım var.”
Kızların yüzündeki ifadeli gören Yiğit, bu kadına verdiği yanıttan hiç
rahatsızlık duymadı. “Hayır, Binnur Hanım. Siz boşanma evraklarını
imzaladığınızda tüm haklarınız geri dönüşü olmayacak şekilde ortadan kalktı.
Kızlarınız ileride belki farklı düşünürler ama ben yönetim kurulu başkanı
olarak, sizin şirkette böyle bir görev almanızı doğru bulmuyorum. Şükürler
olsun ki kızlarınız hayatta ve miraslarını en iyi şekilde koruyup
kollayacaklardır. Hiç birimize ihtiyaç duymadan hem de!”
Yiğit, bu konuşmanın gerçekten yersiz olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Karşısındaki kadının bir anda yüz ifadesi değişmişti. Az önceki üzüntülü anne
yerini başka bir kadına bırakmıştı. Gerçekte ne olduğunu saklayamayan bir
kadına! Yiğit onun böyle davranacağını zaten tahmin
ediyordu. Avukata yeni maddenin Binnur ile ilgili olup olmadığını
özellikle sormuş, hayır yanıtını alınca da rahatlamıştı.
Binnur, duyduklarının saçma olduğundan eminmiş gibi, “Ama o boşanmak
içindi. Şimdi eski kocam öldü ve ben onun kızlarının annesiyim. Onların yanında
olmak en doğal hakkım.”
“Aile işlerinize karışamam. Benim söylediklerim şirket ile ilgili. Avukatlar
yeterli bilgiyi kızlarınıza verecektir. Onlar hayatta olduğu sürece anneleri
olmanız size miras hakkı doğurmaz. On sekiz yaşından büyükler ve kendi
haklarını alacaklar. Zaten hisseleri vardı. Şimdi kalan hisseyi bölüşecekler.
Bunları yaparken Esra ve bebeklerin durumu netlik kazanmalı. O zamana kadar
herkes bekleyecek. Taşınmazların çoğu
uzun zaman önce bölünmüştü. Yine de Necdet Beyin üstünde olanların da
dağıtılması gerekecek. Siz de vasiyetin okunmasından sonra dilerseniz dava
açabilirsiniz ama boşanma ile ilgili yasalar kazanmanızı engeller. O zaman da
oldukça yüklü bir tazminat ve ölene kadar satamayacağınız menkuller
almışsınız.” Yiğit, Necdet’in ne kadar ileri görüşlü olduğunu biliyordu. Bu
kadının o mülkleri elden çıkartıp tüm parayı yiyeceğini düşünmüş olmalıydı.
Anne, kızlarından önce öldüğü takdirde başka çocukları olsa bile o menkulleri
kızları geri alacaktı. Böyle bir maddeyi imzalatmak Necdet’in başarısıydı.
Karısının kira gelirlerinin kesilmesini de engellemiş, her dakika başını
şişirmesine mani olmuştu.
Yiğit, işi gereği ailenin karşılaşacağı sorunları önceden bilmek için her
türlü araştırmayı yapmıştı. Aile fertlerinin ileride şirketin başına
açabileceği sorunları önceden kestirmek iyi oluyordu. Elbette aynı araştırmayı
Esra Hanım için de yapmıştı. Esra’yı anımsayınca sözlerine devam etti. “Zaten
şu her şeyden daha önemli bir durum var. Esra Hanımın doğmamış bebekleri. O
bebekler doğduğunda mirasçı olacaklar.”
“Doğarsa!” Sesi o kadar sertti ki genç adam doğru duyduğundan emin olamadı.
“Anlayamadım?”
“Anlaşılmayacak bir şey yok. Anne komada. Bebekler şimdilik hayata
tutunuyor ama doğuma kadar dayanmayabilirler. Ya da erken doğum sonrası hayatta
kalmayabilirler. Bu kadar badireden sonra sakat doğabilirler.”
“İşin tıbbi kısmını bilmem. Avukatlarımız şu an için o bebeklerin mirasçı
olduğunu, doğumları ile hak kazanacaklarını söylüyor. Sağlıklı doğmaları
şartıyla tabii!” Kısa bir an susup sonra aldığı keyfi gizleyerek devam
etti. “Her durumda siz mirasta yer almıyorsunuz. Bununla ilgili bilgi
kesin!” Bu cümlenin iki genç kızı da gülümsettiğinin farkındaydı. Nihayet
yüzlerinde minik de olsa gülümseme görmenin kendisine iyi geldiğini gösterecek
şekilde gözleri ile gülümsedi Mine’ye.
Binnur, yükselen sinirini dizginlemezse çığlık atacaktı. Bu genç erkeğin
söyledikleri ile yetinmeyecekti. Çok ağır şartlarda bir boşanma anlaşması
imzaladığını, yasal olarak hakkı olmadığını biliyordu ama artık şartlar
değişmişti. Kendi avukatının tüm o imzalanan belgelerde bir açık bulacağından
emindi. Günlerdir düşündüğü planlarını adım adım uygulayacaktı. Az önce acele
etmiş, gereksiz bir sahne yaratmıştı. Biraz sakinleşmeli, bu genç adamın
terbiyesizliğini kızlarına anlatmalı ve şirkette kendine bir yer edinmeliydi.
Maaşlı çalışan birinin şirket sahiplerinin annesi ile böyle konuşması zaten çok
yakışıksızdı. Bunu da kullanmak üzere aklının bir köşesine yazdı. Yiğit Uçar
denen bu adamı attırmak büyük keyif verecekti. Avukatı eğer açık bir kapı
bulamazsa kızlarının sayesinde bir kapı açacaktı. Aklından bunları geçirirken
yüzünde, dinlediklerine ikna olmuş bir ifade vardı. Acele ettiğini ve herkesi şüphelendirdiğini
düşünüp kendini toparlamıştı.
Yiğit, bu açgözlü kadın ile gereksiz bir tartışmanın ne yeri ne de zamanı
diye düşündü. Onun isteklerinin sonunun gelmeyeceğini, bu tavırlarla bir şey
elde edemeyeceğini bilmenin rahatlığı ile yerinden kalktı.
“Binnur Hanım, hukuki konularda şu an yeterli bilgimiz olmadığı için daha
sonra avukatlarınız sizlere gereken bilgileri verecektır. Ben artık işimin
başına dönmeliyim.” Sonra yan koltukta hafifçe doğrulmuş genç kızın alışkın
olmadığı solgun yüzüne bakıp gülümsedi, “Pazartesi görüşmek üzere.” dedi ve
daha sonra yatakta yatan diğer kardeşe yaklaşıp yatağın üstünde duran elini
elinin içine alıp konuşmaya başladı. “Kendine çok dikkat ediyorsun ve iş başı
için çok acele etmiyorsun. sSn dönene kadar şirketi batırmadan dayanırız. İstediğin
dosyalar en geç yarın sabah bizden biri ile gelir. Yine de söz ver çok yorma
kendini.”
“Çok teşekkürler. Yormam. İyileşmeden de iş başı yapmayacağım. Elemanlara
söyler misin, ziyaret için çabalamasınlar ve aramaya da uğraşmasınlar. Kimse
gelmedi aramadı diye tavır alınmaz. Aksine işlerine babam oradaymış gibi
sarılsınlar. Onun en çok isteyeceği şey bu olurdu, eminim.”
“İletirim. İkinizi de çok seviyorlar biliyorsun. Baban için gerçekten üzgün
herkes.”
“Biliyorum. Eminim babam da biliyordur.”
“Yiğit, zahmet olmazsa bana da ocakların işletme izinleri ile ilgili olan
dosyayı yollar mısın? O evdeki bilgisayarlarda da olmayan tek dosya sanırım.”
Mine, ikisinin konuşmalarını dinlemeye daha fazla tahammül edememiş, aklına ilk
geleni söylemişti. Yiğit, bir anlık şaşkınlıkla baktıktan sonra başını
sallamıştı.
Açıklaması gerektiğini düşünen genç kız açıklama yaptı. “Pazartesi yarım
kalan maden ocağı izinleri için toplantımız vardı. Onu kaçırmak istemiyorum.”
“Tamam, pazartesiye görüşürüz. Bir şeye ihtiyaç duyarsanız her an arayın
beni. Kendinize çok iyi bakın.” Sonra yataktaki genç kıza döndü, o ana
kadar sormak istemediği soru bir anda fısıltıyla dudaklarından döküldü. “Kaza sonrası travmanın
etkileri ne zaman biter? Doktorlar bir şey söylüyor mu?”
Sedef de onun gibi fısıltı ile yanıt verdi. “Tahlil sonuçlarını bekliyorum.
Ben beynimde sorun olmadığından eminim. Benim sonuçlarım alındıktan sonra Mine'yi
de aynı testlere sokturtacağım.” dedi. Yiğit gülümsedi genç kıza ve bu kez
herkesin duyacağı bir ses tonu ile “Hazır kafan karışıkken artık şu Endonezya’dan
beri aramızda olan soğukluğu aşalım mı?” diye sordu ve yanıtı beklemeden kapıya
yürüyüp çıktı. Son cümlesi ile odadaki üç kişi de şoke olmuştu.
Bölümü çok sevdim yiğit ve kızların karşılaşması çok keyifli olmuş anne tam boğmalık ve polisler bu yer değiştirme konusunda şüpheye düştüler ki bu olayları karıştıracak gibi
YanıtlaSil