24 Şubat 2016 Çarşamba

KORKUTAN MİRAS 26. Bölüm

Binnur, iki kızının karşısındaki koltukta oturmuş, bir yandan çayını yudumluyor, bir yandan da aklındakileri yavaş yavaş işliyordu. “Tüm bunlar beni çok rahatsız ediyor. Esra’nın ailesi de işlerimi zorlaştırıyor. Ben de küçücük bir bebeğin hayatını sonlandırmak istemem ama doktorlar da aynı şeyi söylüyor. Bebeklerin sağlıklı yaşama ihtimali zayıfmış. Esra’nın annesi sakat iki çocuğa bakacak mı?”  

Sedef, sargılarının izin verdiği ölçüde yattığı yerde doğruldu, önce annesine sonra yanında oturan kardeşine baktı. Kardeşinin gözlerinden aldığı güçle konuşmaya başladı. “Anne, bu bizim tasarrufumuzda değil. Esra hakkında kararı kendi ailesi verecek ama bebekler için bizim de söz hakkımız var. Hepimiz Esra’nın son ana kadar hayatta tutulmasına, bebeklerin gelişimleri için biraz daha zaman tanınmasına imkan verilmeli diyoruz.”


Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Çünkü o  konuşurken annesinin yüzünde oluşan memnuniyetsiz ifade sinirlerini bozuyordu. Yeniden söze başladığında tüm çabasına rağmen yine de sert çıkmıştı sesi. “Senin aksini düşüneceğini sanmıyorum. Sonrasında da bebekler doğduğunda o makinenin kapatılma kararını biz değil Esra’nın ailesi verecek. Bir başka gerçek de babam hayatta olsaydı asla o makinenin kapatılmasına izin vermezdi.”  İşte bu çok doğruydu. Hem o hangi hakla böyle bir konuyu açıyordu?

Diğer yatakta yatan ikiz söze girdi. Hem kardeşinin sakinleşmesi hem de annesinin niyetlerini tam anlamasını istiyordu. “Mine’ye sonuna kadar katılıyorum anne. Esra son ana kadar yaşatılmalı. Bebekler için doktorlar en iyisini bilir ama yine de son karar bizlere ait.”

Binnur’un yüzündeki hayal kırıklığını anlıyorlardı. Sonuçta onun kafasını biliyordu ikisi de. Esra’ya olan kıskançlığı kocasının ikinci eşi olmasından ziyade, paralarını yiyen kadın olmasındandı. Şimdi o hasta yatağında yatarken bile bir şekilde içindeki kıskançlığı böyle açığa vuruyordu. Masum bebeklerin sakat doğmalarını hayat boyu acı çekmelerini kimse istemiyordu ama tüm olasılıklar bitmeden, tüm imkanlar değerlendirilmeden böyle bir karar verilmesi mümkün değildi.  
  
Ayağındaki ve omzundaki sargı yüzünden yavaşça hareket ederek ikizine dönen genç kız üzgün bir sesle, “Mine, ben Sedef’im tatlım. Neden hala düzelemedin anlamıyorum. Oysa benim uzun süre uyumam yüzünden aklımın karışık olması lazım. Sen erken mi uyandın da hafızan oyunlar oynuyor?” diye, şaka ile karışık sordu. Ne onu üzmek, ne de canını sıkmak istemiyordu. Oyun oynarken kaza yapmış olsalar son aklında kalan bu isimdi diyecekti belki ama böyle bir şey de olmamıştı. Kardeşinin durumu Sedef’i gerçekten korkutuyor, bu haline üzülüyor ve elinden bir şey gelmemesiyle kahroluyordu. Daha ağır yaralanmış olan kendisiydi. Niye Mine bu hale gelmişti? 

Kardeşinin hayatı için bu oyunu devam ettirmesi gerektiğini bilen, onun adını zorunlu olarak kullanan Mine ise içindeki korkuyu bastırıp oyununa devam etti. “Mine, oyun oynanacak zaman değil. Sen Mine’sin ve asıl sen nasıl hala karıştırıyorsun anlamıyorum.”

Sedef, kardeşinin neden inat ettiğini anlamıyordu. Doktorların kendisi için koydukları kaza sonrası travma nedeniyle geçici hafıza kaybı teşhisinin aslında Mine için geçerli olduğunu düşünüyordu. Mine önce uyanmış, kendini bir şekilde Sedef’in yerine koymuş ve bu karışıklığa neden olmuştu. Israr etmeyip bekleyecekti. Kardeşinin kısa sürede toparlanacağını biliyordu. Bu süre içinde onun kendisine gelmesi için belki küçük anımsatmalar yapardı. Ağır darbeyi alan kendisiydi. Daha çok baygın kalan, uyutulan, sargılar içinde olan kendisiydi. Tüm bunlar da çantasındaki telefonuna uzanırken emniyet kemerini çıkarttığı için olmuştu. O sırada kardeşi araba kullanıyordu. Babasının kazası hızdan olmamıştı ama belki kardeşi daha yavaş gitse şu an ikisi de hastanede olmayabilirdi. İşte bunun vicdan azabı ile arabayı ‘Ben  değil Mine kullanıyordu’ demek için beyni böyle oyun oynuyordu. Bunu doktora da anlatacaktı. Mutlaka kısa sürede kardeşinin de düzeleceğini biliyordu. Acaba biraz konuşsa? Sanki olayı yeniden yaşıyormuş gibi yapıp her şeyi anlatsa, işe yarar mıydı? Denemekten ne çıkardı?  
“Mine’ciğim, canım şu tahliller bitsin sen de kabul edeceksin. Kesinlikle kaza anından kaynaklandı. Olayları anımsamıyorsun. Lokantadan çıkarken, babama yetişmek için anahtarı sen aldın. Arabayı sen kullandın. O sabah adlarımızı değişmiştik. Süheyla hanımı kandırmıştık. ama araçta, lokantada, sonra yine arabada hiç yer değiştirmedik, çünkü gerek yoktu. Ama sen belki kaza anını tümden unutup sabaha takılı kaldın. Eminim o yüzden karıştırıyorsun. Kendini Sedef sanıyorsun ama sen Mine’sin. Sedef benim!” 

Kardeşi üzgün gözlerle bakıyordu. Neden öyle baktığını anlamadan devam etti Sedef, “Babamın, selektör yapma dedi, Sen de ben kullanayım, Sedef de görsün araba nasıl kullanılırmış dedin. Hem ben neden arkadan telefonumu almaya çalıştığımı anımsayayım? Yola baktığımı, kazayı, neler olduğunu anımsamam gerekmez mi?”
  
Genç kız, gözlerindeki üzgün ifadeyi sesine de yansıtıp yanıtladı kardeşini “Arabayı ben kullanıyordum, tüm korumalar da buna şahit. Mine’ciğim, çok üzgünüm canım. Senin anımsadıklarında sorun yok, sorun sadece kendini ben sanmanda.” Yalanlara yalan ekliyor, Sedef’in çaresizce kendini anlatmaya çabaladığını görüyor ve kahroluyordu. Ne zaman bu pis olaydan kurtulacaklar o zaman kardeşinin tüm bu günler için kendisini affetmesini sağlayacaktı. Hayatta kalan en yakını ikiziydi. Onu kaybedemezdi. Kaybetmemek için de her şeyi deneyebilirdi. Babasını kaybetmiş, doğacak bebekleri ve Esra’yı kaybetme korkusu yaşarken ikizini tehlikeye atamazdı. Defalarca kez çabalaması gerekse de onun bu karışıklığı kabullenmesini sağlayacaktı. Kesin kararlıydı, bir toprak parçası için onu kaybedemezdi. Sedef eninde sonunda kendisinin Mine olduğuna inanacaktı. Ve gerçek Mine o süreçte hayatlarına çöken kara bulutları yok etmenin yolunu bulacak, o lanet araziyi satacaktı. 

*****  


Binnur bu isim karışıklığından çok rahatsızdı. Onun rahatsızlığı elbette ikizlerin karışmasından daha derin idi. Tanıyamamanın bu kadar büyük sorun olacağını hiç düşünmemişti. Mine, her zaman daha oyuncuydu. Yoksa Sedef mi oyuncuydu? Şimdi de bu tavırlar oyun oynadıkları için miydi? Ama babaları yeni ölmüşken oyun oynamayacak kadar düşkünlerdi babalarına. Bunu anımsayınca bu kez karmaşanın kendisine olan etkilerini yeniden değerlendirmeye başladı.

Sedef, ona daha yakın davranandı. Çok küçük bir fark da olsa, Sedef her zaman kendisine iyi davranan olmuştu. Şimdi bir şeyler yapmalı ve hangisinin iyi davranacağına bakmalıydı. Hastanede bu fırsatı bulması zordu. Hastaneden çıktıklarında onlarla birlikte yalıya geçecek orada kim kimdir çözecekti. Belki gerek bile kalmazdı. Doktorların dediği gibi kaza öncesi yer değiştirdiği için kısa süreli hafıza kaybı ihtimali yüksekti. Sadece sabır gerekiyordu. Binnur’un Sedef’e ihtiyacı vardı. 

*****

Mesut Kafkas ve Hasan Taçbaş, daha önce konuştukları genç kızın ikizi ile görüşmek için yeniden hastanedeydiler. Amirleri olayın detaylarının bir an önce dosyaya konmasını istiyordu. Çünkü ellerinde daha önceki silahlı saldırının delil bulunamadı diye kapatılmış hali vardı. Şimdi ise aynı adam, ele geçirilememiş, kimse tarafından teşhis edilememiş, plakası alınamamış bir kamyonun çarpması sonucu ölmüştü.

Cinayet masasında çalışan birinin böyle bir olayı ‘kaza’ olarak algılaması mümkün değildi. Zaten kamyonun fren izi yoktu. Uzaktan kazayı gören bir tanığın ifadesine göre kamyon yola yaklaşırken yavaşlamak yerine hızlanmıştı. Çarpmanın hemen ardından durmaya teşebbüs bile etmeden yoluna da devam etmişti. Tanığın tek söylediği Ön kısmının paslı gibi gözüktüğü bir ihtimal eski kırmızı boyası olduğu, arka kasanın ise boyasız ahşap bir görüntüye sahip olduğu idi. Bu durumda vuran aracı bulmak neredeyse imkansızdı. Belki o günlerde tamirciye giden kamyonların araştırılması ile bulunabilirdi ama binlerce tamirci arasında hangisine gittiğini nasıl bulacaklardı?

Antiseptik kokusu yerine hoş bir temizlik malzemesi kokusu ile karşılaşıyorlardı. Bu da ikinci kez şaşırtıyordu polisleri. En iyi hastanede bile minik de olsa o kokuyu duyarlardı. Sanki steril olmaktan ziyade gösterişli olma çabası gibi geliyordu. Oysa hastane hakkında edindikleri bilgiler çok iyi servisleri, mükemmel doktorları olduğuydu.

Hemşirelerin bankosunun önünden ses çıkartmadan geçtiler. Yerlerdeki döşeme zaten sesleri yok ediyordu. Kattaki anormal sessizlik rahatsız ediciydi. Acaba diğer odaların boşaltılmasını mı istediler diye aklından geçiren Mesut, önünden geçtikleri odada da hastaların olduğunu görünce bunun tamamen yalıtımlarla ilgili olduğuna hükmetti.

Kızların yattığı odanın önüne geldiklerinde kapının kapalı olduğunu gördüler. Doktor ziyareti miydi, mahremiyet için mi? Odanın kapısını vurup, içeriden gelecek sesi beklediler. Sesi duyan Hasan kapıyı açıp Mesut’un geçmesi için tuttu.  

İlk konuştukları kızdan iki taneydi artık. Benzerliği zaten dosyalarındaki fotoğraflardan biliyorlardı. İki kişi daha önceden kendilerini tanıdığı için sadece başları ile selam verdiler. Sargıların çokluğu yüzünden konuşmaları gereken genç kızı ayırt etmek çok kolaydı.

Mesut, kıdemli olduğu için konuşmayı yönlendirecekti. Elbette önce kardeş ve annenin odadan çıkması gerekiyordu.

Bunu rica edip, annenin ilk tepkileri savdıktan sonra, “Kızınız ile burada ve yalnız konuşmamız lazım. Aksi halde dosyanın kapanması için karakola çağırmamız gerekir ki bunu basının öğrenmesinden hoşlanacağınızı sanmam. O nedenle lütfen işimizi yapmamız için bizi kızınızla yalnız bırakın. Emin olun onu yormayacak ya da şu an olduğundan daha fazla üzmeyeceğiz.” 

Binnur’un itirazı iki sivil polisi etkilememişti. Diğer kızını hiç gereği yokken tekerlekli sandalyeye oturmaya zorladı. Sanki kırılacak bir biblo gibi davranıyor, hatta abartıyordu. Bunu fark eden genç kız daha seri hareketlerle kapıya doğru tekerlekli sandalyeyi yöneltti. Binnur da kızına uydu.

Anne ve kızı dışarı çıkar çıkmaz Mesut ve Hasan yataktaki genç kıza öncelikle babaları ile ilgili taziyelerini bildirdiler ve kazayı anlatmasını istediler.

“Ben kazayı görmedim. Mine, yani Sedef… şey o Mine ama kendini Sedef sanıyor. Aracı o kullanıyordu. Ben telefonumu çantamda unutmuşum. Ona uzanmam gerekiyordu. Emniyet kemerim engel olunca çıkarttığımı ve iki koltuğun arasında arkaya uzandığımı anımsıyorum. O sırada Mine… offf evet o Mine, ben Sedef’im. Ne diyordum? Tamam, arkaya döndüm, çantamdan telefonumu tam elime aldım, Mine çığlık attı.”
“Ne dedi?”
“Baba dediğini duydum. Bir de hayır diye bağırdı sanırım. Sonrasını hiç anımsamıyorum.”
“Arabayı kullananın Mine Söğüt olduğundan emin misiniz?”
“Evet, eminim.”
“Korumalar arabayı Sedef Söğüt’ün kullandığından emin. Siz ise Mine Söğüt kullanıyordu diyorsunuz.”
“Evden çıkarken ben kullanıyordum. Araç benim aracım zaten. Bir lokantada yemek yedik. Orada Mine aldı arabayı. Şey…”
“Ne? Söyleyin, her söylediğiniz bilgi değerli.”
“Ben süratli kullanamıyormuşum, babama yetişemezmişim. O yüzden Mine aldı anahtarları.” Genç kızın sesi son kelimelerle birlikte titremeye başlamıştı. O ana kadar soğuk kanlı olarak kendini anlatan kızın artık sesi çıkmıyordu.
“Devam edebilecek misiniz?”
“Sürat yüzünden mi kaza yaptılar? Anahtarları vermeseydim o kaza olmayacaktı değil mi? Yarışır gibi kullanmayacaklar, babam takla atmayacak, ölmeyecekti değil mi?”
“Siz kazanın nasıl olduğunu bilmiyor musunuz?” Mesut, genç kızın olaya çok farklı bir taraftan bakıp kendini suçladığını anladı. Aksi bir bilgi veremiyordu. Kaza olmadığını, kasıtlı çarptıklarını düşünseler de bunu şu an açıklayabilecekleri delillere sahip değillerdi. O ikilemler içinde boğuşurken genç kız yine konuşmaya başladı.

“Kamyonun çarptığını söylediler ama hız yapmasa o kamyonu görecekti. Fren yapabilecek, çarpmayacak ve söylendiği gibi defalarca takla atmayacaktı. Tüm bunların sorumlusu benim.”
“Bu konuda en son kendinizi suçlamalısınız. Kaza ise zaten sizin suçunuz yok.”
“Kaza değil mi?” Sedef, şaşkınlıkla konuşuyordu. O ana kadar aksini hiç düşünmemişti.
“Eldeki deliller kaza diyor. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi babanız daha önce tehdit edilmiş, silahlı saldırıya uğramıştı. Biz sadece bağlantısı var mı diye araştırıyoruz.”

Hastaneye gelirken bunları söylemeyi düşünmemişti fakat genç kadının anlattıkları ve ruh halindeki karmaşayı fark ettikten sonra söylemenin iyi olacağına karar vermişti. Daha fazla yardımcı olabileceği ve kendisini suçlamaktan vazgeçeceği küçük bir bilginin kimseye zararı olmazdı.

Genç kızın bakışları ve sesi değişmişti. “Bir şey buldunuz mu?” O fark etmese bile bakışlarında rahatlama, sesinde merak vardı.

Sedef, polisin söylediklerinden sonra ne düşüneceğini bilemez şekilde bakıyordu. Cinayet? Babasının kazası aslında bir cinayet miydi? Kendisinin suçu olmayabilir miydi? İyi ama onun ölmesini kim istemiş olabilirdi? Polisin az önce söyledikleri kimin istemiş olabileceğini anımsattı.

“Siz, önceki saldırıyı bununla bağlantılı mı kabul ediyorsunuz?”
“Henüz bir şey söyleyemiyoruz. Sadece bildiklerinizi bizimle paylaşmanız halinde babanızın başına gelenin gerçekte ne olduğunu anlamaya çabalıyoruz.”

Sedef, polislerin yüzünde bir yanıt arıyordu. Kendisi ile konuşan polisin poker suratından bir anlam çıkartamayınca diğerine bakışlarını çevirdi. Onun yüzünden de bir şey anlamak mümkün değildi.
  
“Ne… Ne anlatmamı bekliyorsunuz? Tüm gördüklerimi ya da görmediklerimi anlattım. Anımsadığım tek şey arkaya dönmüş olduğum ve Mine’nin çığlığı!”
“Sedef Hanım, en baştan bir kez daha tüm günü, önemli önemsiz anımsadığınız her detayı anlatır mısınız? Arabalarla gideceğinizi kimler biliyordu? Telefon açan oldu mu? Kaçta yola çıkacağını soran oldu mu? Evde çalışanlar, korumalar, iş arkadaşlarınız, aklınıza gelen her şeyi anlatın. Ben arada gerek duyarsam sorularla sizi yönlendiririm.”

Sedef, aklına gelen her şeyi, hangi şarkıları dinlediklerini, ne konuştuklarını anlatarak günün detaylarını verdi. Ardından yeni bir soru ile bu kez de iş ile ilgili son günlerde yaşanan olayları sıraladı. İş ortamında yaşanan önemli bir sorun yoktu. En azından onların bildiği bir şey yoktu. Yıllardır yaşadıkları türden olayları sıralamasını istedi polisler. O da aklına gelenleri söyledi daha detaylı bilgileri daha sonra verebileceğini de ekledi. Aklının bir köşesine hastaneden çıktıktan sonra işler ile ilgili son dönemdeki tüm olumsuzlukları incelemek vardı.

Bir saat sonra kafaları daha da karışmış olarak odadan çıktıklarında diğer ikizi hemen odanın karşısında kendilerini beklerken bulmuşlardı.  

“Anımsıyor mu?” 
“Sedef ya da Mine hanım, sizin lokantadan çıkarken babanızla yarışmak için anahtarları ondan aldığınızı anımsıyor.” Mine, böyle bir cümleye hazırlamıştı kendini.
“Kazaya mazeret mi bulmaya çabalıyor acaba? Böylece ben suçlu olacağım. O söylemese de ben kendimi suçluyorum. Ben daha yavaş gitsem, babam da yavaşlar, o kamyonu görür, kaza yapmadan kurtarabilirdi. Mine, kendini toparladığında tüm olanları anımsayacak, bu inkarlardan vazgeçecektir.”

Mesut, kısa bir an ikizlerin bu cümleyi önceden mi planlayıp kurduğunu düşündü. Sonra ikizler arasında olan anlatılamaz yakınlığın etkisi olacağına karar verdi. Boğazını temizleyip konuştu. “Öyle mi? O zaman biz de şu doktorla bir görüşelim. Bakalım başka ne sürprizler varmış. Travmalar daha neler yapacakmış, kendimizi hazırlayalım. Bu arada siz her kimseniz, yeniden görüşmemiz gerekebilir. Şu aralar bizden habersiz yurt dışına çıkmamanızı tavsiye edeceğim.” Mesut, sesinin sert çıkmasını engelleyemeyince Hasan’ın hafif öksürüğünü duydu. Onların bu hareketini fark etmeyen Mine, şaşkın bir sesle sordu. “Neden? Anlayamadım. Tamam şu yakınlarda bir çıkış planım yok ama yine de bu konuşmanızdan hiç hoşlanmadım. Kazayı ben yapmışım, babamı…” Devamını getiremedi.

Mesut Kafkas, genç kızın neye üzüldüğünü ve şaşırdığını anlayınca kendi sözlerini yumuşatması gerektiğini anladı. “İnanın biz de bunları söylemekten hoşlanmıyoruz ama şu an sizin ve kardeşinizin bilgilerinize ve sağlıklı oluşunuza ihtiyacımız var. Bu kaza dosyasının bir an önce kapanması işiniz için faydalı olacaktır. Ne de olsa piyasa sizin işi toparlama sürecinizden faydalanacak rakiplerle doludur.” Daha başka açıklama yapmayacaktı. Sedef Söğüt ile yaptığı konuşmayı Mine Söğüt ile tekrarlamayacaktı. Mine Söğüt konusunda farklı bir araştırmaya girmesi gerektiğini söyleyen iç sesini dinleyecekti.  Genç kızın hem biraz korkmasını hem de fazla telaş yapmamasını istiyordu.  Farkında olmadan sargılar içinde yatan Sedef’in sözlerine inandığını anlamanın hoşnutluğunu da yaşadı. İçgüdülerine güvenirdi.

***** 
   
Sedef, annesinin itirazlarını dinlemek yerine kendi isteğini tekrarladı.  “Ben Esra’yı görmek istiyorum.”

Esra’nın erkek kardeşi ve annesi defalarca Sedef’i görmeye gelmişti. Sanılanın aksine annesi ve kardeşi genç kızlarla gayet yakın bir ilişki içinde ve samimiydiler. Televizyonlarda izledikleri haberlerle tatlarının kaçmasına izin vermeyecek kadar tanıyordu hepsi birbirini... Annesi de Suat da, Esra’nın en iyi şartlarda bakıldığından emindi. Yine haberlerde söylenen saçmalıkların aksine bebeklerin yaşatılması için herkes seferber olmuştu. Bir başka hastaneden uzman bir doktordan da destek alınıyordu. Daha ileri bir hamilelikte benzer bir olay yaşandığı için tecrübelerinden yararlanmak istiyorlardı.

O saçma haberlerin ardında hayal gücü geniş bir gazetecinin ya da Binnur’un olduğunu düşünen taraflar bu konu hakkında söz birliği etmiş gibi, hiç konuşmuyordu. 

Binnur, kızını ikna etmek için yeniden konuşmaya başladı. “Mine’ciğim, şu an görmesen çok daha iyi olur. Gerçekten iyi değil. Doktorlar bir iki gün sonra daha iyi gözükeceğini düşünüyor.”  

Derin bir soluk verip, koltukta sessizce oturan ikizine ters bir bakış atıp konuştu. “Sedef anne, Sedef!” Yeni bir soluk aldı ve bu kez daha yavaş verdi. Bunu yaparken yataktan kalktı. Üstündeki berbat çiçekli hastane önlüğünden kurtulmuş, biraz daha göze hoş gözüken gecelik giymişti. Sargılı kolu yüzünden her şeyi giymesi için en az bir haftası vardı.

Annesinin memnuniyetsiz bakışlarına aldırmadan nedenlerini açıkladı.  “Daha ne kadar dayanabilir bilmiyorum. İki üç günü var mı, ben daha iyi olana kadar yaşayabilir mi haberim yok. Senin var mı?”  

Binnur bu kez doktorların sözlerinden aldığı güçle konuştu. “Gerçekten izin vermiyorlar. Çağır  hemşireyi sor, daha bu sabah birkaç gün sonra görebileceğini söylediler. Hadi boşuna zorlama kendini, yat da daha çabuk toparlan.”  

Sedef annesinin doğru söylediğini anlamıştı. Sesinden ayırt edebiliyorlardı. Bıkkın bir ifade ile yeniden yatar pozisyona gelip başını rahat ettireceği şekli aradı. omuzu da ağrıyordu. Yine de orada olmaktan sıkılmıştı. Bir başka gerçek de ayağa kalktığı an başındaki dönmeydi. Bir şey söylemeden yattı bir süre. Baş dönmesini hafıza kaybına bağlayıp kendisinin Mine olduğunu yönünde diretmelerinden korkmuştu. 

“O zaman izin verdikleri ilk gün göreceğim. Şey… Biz ne zaman hastaneden çıkacağız?”  
“Mine’ciğim, henüz çok erken.”  
“Sıkılıyorum burada. Mine çıktı bile. Ben de evde dinlenirim.”  Aslında odası konforlu, bakımı güzeldi ama yine de evinde olmak babası ile paylaştığı şeyleri evinin sıcaklığında yaşamak istiyordu. İlaçların ve ortamın etkisi ile acısını bile yaşayamıyordu.  

Binnur, Sedef'ten yine Mine diye bahseden kızına gözlerini devirerek baktı. Bunun oyun olmasını ve düzelmesini istiyordu. “Mineciğim, şu hafıza olayının neden kaynaklandığını öğrenelim, o zaman eve çıkarız.”
  
“Benim hafızamda sorun yok. Sorun olan Mine!” Sedef, hiç anlam veremiyordu. Kendisinden emindi. Kardeşinin koltukta sessiz oturmasından rahatsızlık duyuyordu. Neden böyle yapıyordu Mine? 

Sedef, iş ortamında kardeşi ile yer değiştirmenin bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. İş ile ilgili bir iki konuda tam da kendisinin bildiği şeyleri söylemiş ve insanları ikna etmişti. Bunun nedeninin işlerle ilgili şeylerde birbirlerine detaylı bilgi aktarmaları olduğunu bilse de elinden fazlası gelmiyordu. Mine, sadece kendisinin bildiği bir sebeple kendisinin yerine geçmişti. Hala da öyle davranmaya devam ediyordu. Sedef, ne yapacağını bilmez bir şekilde annesine bakmakla yetindi. “Tamam, bak anlaşalım, bana bir süre isimlerle hitap etme. Her Mine dediğinde başa dönüyorum. Böyle yaparsak herkes daha az gerilim yaşar. Anlaştık mı?”

“O zaman şöyle yapalım, sana doktorlar kesin tanı koyana kadar sen Mine ol. Olur mu?”  

Cümlesi bitmeden Sedef’in tıslar gibi çıkan yanıtı kulaklarına ulaştı. “Ben Sedef’im! O Mine. Bana Sedef deyin.” 

Bir şeyler söylemeye hazırlanırken yanındaki koltukta oturan kızının konuşmaya başladığını görüp sustu. “Ya sen hep inattın zaten Mine.”

Sedef, dakikalardır sessizce oturan kardeşine baktı. Evet inattı. Sedef’e göre daha inatçı olan Mine'ydi. Çok büyük bir fark değildi ikisinin inatçılık seviyesinde değişiklik. Sadece gerçekten olmasını istedikleri bir konuda birbirlerine inat ederlerdi. Şu anki görüntü inat edeni kendisi gibi gösteriyordu. Oysa o inat etmiyor doğruları söylüyordu. Bunu kime nasıl anlatacaktı?

Binnur, az önce duyduğu ipucunu kullanmak için bir kenara not etti. 
“Ben inatçılık etmiyorum. Doğruyu söylüyorum. İnatçı olan sensin Mine ve ben olduğunu söylemekte inat ediyorsun.”   

Mine, kız kardeşinin yüzündeki çaresiz ve üzgün ifadeye baktı. İçi parçalanıyordu ama sustu. Farkında değildi ama onun yüzünde de büyük bir üzüntü vardı. “Tamam, birbirimize mümkün olduğunca isimle hitap etmeyelim. Çok gerekmedikçe birbirimizi üzmeyelim. Zamanla her şey düzelir. Anne, sen de uy buna.”

Binnur başını sallayıp onaylarken, Sedef, Mine’nin yüzündeki değişimleri izliyor, neyin onu bu hale getirdiğini anlamaya çabalıyordu. İlk kez kardeşinin ifadesinde bir pişmanlık yakalamıştı. Çok kısa bir andı, belli belirsizdi ama oradaydı. İçinde bir yerlerin rahatladığını hissetti. Dışarıdan bakan biri bu üzüntünün kardeşindeki rahatsızlıktan kaynaklandığını düşünebilirdi ama Sedef başka şeyler olduğundan emindi. Neler döndüğünü anlamak için bakışları annesi ile kardeşi arasında mekik dokuyordu. Gerçek Mine’de bir sorun vardı. Bunu çözmeliydi. Bu yaşa kadar bir sürü insanı kandırmışlardı ama aynı oyunu kendilerine yapmaları mümkün değildi. Bir şeyler oluyordu ve kardeşi de o olan şeyin içindeydi…


Onlar böyle inatlaşırken, Yiğit Uçar elinde üç çiçek ile kapıdan girdi. Kendisine dönen üç kadını şöyle bir süzdü. Sonra Binnur hanıma yaklaşıp, iki çiçeği de tek eline alıp üçüncüyü yanındaki koltuğa bırakıp kibar ama güçlü bir şekilde elini sıktı. Binnur’un bu temastan ve tavırdan etkilendiği bakışlarının değişmesinden belli oluyordu. Sedef, aynı şeyi gördüğünü anladığı ikizinin yüzündeki değişimi fark ettiğinde rahatladı. Adını, iş ile ilgili planlarını ve daha bir çok şeyi taklit edebilir, herkesi kandırabilirdi ama söz konusu Yiğit olduğunda kendini mutlaka ele verirdi. Bunu aklının bir köşesine yazıp, gerektiğinde konuşturmak için kullanmayı planladı.

Yiğit, belki de ilk kez duydukları üzgün sesi ile konuşuyordu. “Başınız sağ olsun Binnur Hanım.” Sesindeki hüznün gerçekliğinden şüphe edilemezdi. “Aynı zamanda çok geçmiş olsun. Kızlarınız için ne kadar korktuğunuzu görebiliyorum.” Az önceki hüzün ne kadar gerçekse, bu kez sesine yansıyan anlayış o kadar sahteydi. Anne ve kızları arasındakileri çok iyi bildiği için bu kadına zerre güveni olmadığını ses tonu ile bile belli etmişti.

Uzatılan çiçekleri kraliçe edası ile alan Binnur memnuniyetle gülümsüyordu. Baş sağlığı için çiçek getirmek yakışıksız olsa da hasta ziyareti için doğru bir hediyeydi. Binnur, genç erkeğin bakışlarını yakalayıp gülümsedi. Sonra da elindeki demeti kokladı ve çiçeklerin üstünden bakıp yeniden gülümsedi. “Teşekkür ederim, Yiğit Bey. Zahmet ettiniz.” 

Sedef, annesi ile Yiğit arasında geçenleri Mine üzerinden takip etmeyi seçmiş gülümsüyordu. Kardeşi neredeyse atlayıp çiçekleri alacaktı kadının elinden.
   
Yiğit ise tüm bu olanlardan habersiz yanıtlıyordu genç kadını. “Zahmet olur mu? Aslında dün de gelmek istedim ama şirket işleri izin vermedi.” İlk gelişinden bu yana geçen günlerde kendini toparlamıştı. O ziyaretinde Mine’yi öyle solgun üzgün ve yaralı görmek çok ağır gelmişti. Bunların yaşanmış olması tahammül edilir gibi değildi. Zaten doktoru mazeret olarak gösterip hemen kaçması da bundandı.

Mine şu an çok daha iyi gözüküyordu. Yataktaki Sedef ise hala solgundu. Sargıları ve makyajsız yüzü hüzünlendirdi genç adamı. Ona gitmeden önce annesinin yanında oturan genç kıza yöneldi. “Mine…pardon Sedef çok geçmiş olsun. Taburcu olmuşsun. Çok sevindim.”

Sedef tam rahatlayacakken son duydukları ile yıkılmıştı. Yiğit karıştırmış olamazdı. Zaten ilk önce Mine demişti. İyi ama neden hemen değiştirmiş ve Sedef olarak hitap etmişti? Sedef, neler olduğun anlamadan ikisine baktı. Kardeşi kendisine uzatılan çiçekleri alırken çok normalmiş gibi davranmaya başlamıştı. “Teşekkür ederim, evet ben taburcu oldum, Mine de kısa zamanda çıkacak.” Bu cümleden sonra Yiğit yatakta şaşkın gözlerle kendilerini izleyen genç kıza döndü ve son buketi uzattı.  

“Mine, çok geçmiş olsun. neyse ki daha ağır bir durum yok. Uyutulduğunu duyduğumda çok korktum. Daha iyisin umarım?” diye cümleleri sıraladı. Sesinde gerçek bir endişe vardı. Sedef, adamın bu tavrına gerçekten anlam veremiyordu. Kendisini Mine sanıyor olamazdı ya! O düşüncelere dalmışken son duyduğu “... başın sağ olsun.” oldu.  

“Evet… Şey teşekkür ederim.”  

Sedef ne düşüneceğini bilemiyordu. Büyük bir kabusa mı uyanmıştı? Yoksa daha uyanmamış bunların hepsini ilaçların etkisi ile mi görüyordu?

Kardeşi kendisine böyle oyun oynayacak kadar acımasız olamazdı. Yiğit bugüne kadar ikisini hiç karıştırmamıştı. İyi ama bu adam değil miydi Mine’ye ilgi gösteren? O zaman nasıl olur da kendisini Mine sanırdı? Mine olmadığını anlamayacak kadar yabancılaşmış olamazlardı. Yiğit, düne kadar kardeşine ilgi gösteriyor, onunla olan sorunları yüzüne yansıtıyordu. Şimdi aynı tavrı kendisine mi sergileyecekti? Bir an bu kardeşini kızdırmak için kullanacağı iyi bir koz olarak gözüktü gözüne. Az önce zaten kıskanmış ve annesini parçalamak istememiş miydi? Eh o zaman bazı fırsatlar yaratmak ve kardeşinin damarına basmak bu saçma karmaşaya son vermesini sağlayabilirdi. Hemen başlamakta bir sakınca yoktu.

“Yiğit, hastaneden çıktığımda bir fırsat yaratıp evde ziyaretime gelir misin? Seninle sanırım konuşmamız gereken şeyler var. Artık çözmeliyiz bunları. Görüyorsun hayat çok kısa!” dediğinde Yiğit’in arkasında kalan kardeşinin ayağa fırlayıp odadaki banyoya koştuğunu gördü. Yüzüne yerleşmeye çabalayan gülümsemeyi zorla bastırdı. Yiğit arkasındaki hareketi hissetmiş dönüp baktığında genç kızı tuvalet kapısından girerken görmüştü. Onun da yüzünde soru işaretleri oluşmuştu.

Sedef, gönül rahatlığı ile arkasına yaslandı. Kardeşini çözmek çok zor olmayacaktı. Yiğit üzerine biraz oyun oynamak yetecekti.

Peki Mine buna nasıl tepki gösterecekti? Kardeşinin belki de aklını başına getirecek bir sahne yaratmak eğlenceli olabilirdi. Elbette annesinin olduğu ortamda değil.  Ve Yiğit’in hata yapmasına neden olacak şekilde abartılı bir hareket de olmamalıydı.

Yiğit, kısa süre oturup durumları hakkında bilgi aldı, işler hakkında da son gelişmeleri aktardı. İmza sorununu vekaletler ile çözmüşlerdi. Veraset ile ilgili konuşmanın zamanı değil diye düşünüp o konuyu ertelemişti. Kızlar temelli eve döndüklerinde konuşmak akıllıcaydı. Zaten çoğu şey verasette yazılı idi. Necdet Bey işi söz konusu olduğunda açık nokta bırakmayacak kadar detaycıydı.

Yiğit, “Benim artık şirkete dönmem lazım. Yine gelmeye çalışırım. En kötü evde görüşürüz. Çabuk iyileşin beni daha fazla yalnız bırakmayın.” demiş ve ayağa kalkıp pantolonu düzeltip her zamanki iki dirhem bir çekirdek halini sergilemişti ki Binnur’un sesi duyuldu. İşveli bir ses ile konuşuyordu.  “Vaktiniz varsa bir çay içelim. Daha sonra gidersiniz.”

Kızlar kısa bir an bakıp ne yapmak istediğini anlamış şekilde gözlerini devirince, Binnur da kendisini toparlayıp üzgün ifadesine geri döndü. Kendisine böyle zamanlarda çok kızıyordu. Küçük bir hata tüm oyununu bozacaktı. Neyse ki yan koltuktan bir ses yükselip onu bu durumdan kurtardı.   

“Evet, lütfen konuşacak şeyler var daha…”
Yiğit, “Sizi rahatsız etmeyeyim, hem Sed...Mine de dinlensin.” diyerek teklifi geri çevirdi.
“Günlerdir uyuyorum, yorgun değilim. Ufak tefek sorunlar haricinde bana kalsa eve bile gidebilirim. İşlerin çok fazla aksamasını istemiyorum. Gerçekten biraz konuşalım. Bazı ihaleler ile ilgili hazırlıklar vardı. Bigadiç dönüşü bakacaktık. onlarla ilgili dosyaları bana yollar mısın?” diye aslında ikizinin üstündeki dosyaları istemişti. Madem oyun oynuyorlardı o da sonuna kadar katılacaktı. Sedef’in sözlerinden sonra Yiğit çok rahat gözükmeyen sandalyeyi yatağa biraz yaklaştırdı.

Koltukta oturan Mine, bu görüntüye biraz kızsa da ikizinin kendi üstündeki işlerle ilgili ihaleleri istemesine şaşırmıştı. Gerçekten kendisinin Mine olduğuna ikna olmuş olabilir miydi? Bu iyiye işaretti.

Yiğit ikizlerin akıllarından geçenlerden habersiz koltuğa oturdu, çantasından tabletini çıkartıp konu dosyaların dökümanlarını açmaya başladı. Yataktaki genç kıza gösteriyor ve ayırıyordu. “Yanımda mikro sd kart yok. Bunları yükler birisi ile yollarım sana. kendini yormayacaksın değil mi? Acil bir şey yok, sen iş başı yapana kadar bekleyebilir hepsi. Boşuna yorulup tedavini aksatma.”

“Kesinlikle sorun olmaz. Sıkılıyorum, böylece vakit geçer. Bir de bizim tabletler falan sanırım kullanılamaz hale gelmiş, yenisini alıp yollar mısın?”
“Elbette. ikinize de yolluyorum. Mine… pardon Sedef, senin istediğin bir dosya falan var mı? Yoksa işe gelecek misin?” Üçüncü kez karıştırıyordu isimleri. Yiğit, kendisine söylenen isme doğal olarak tepki veriyordu. Sedef onun doğru kişiye doğru isimle hitap etmesinden memnun, Mine ise bu hareketten son derece mutsuzdu. Hem yeni oyunun ortaya çıkmasına hem de kardeşine ilgi gösterecek bir Yiğit karmaşasına hazırlıklı değildi. Olayı işe yönlendirirken tüm rahatsızlıklarını gizlemeyi başarmıştı. “Ben akşamları eve gidiyorum, tüm dosyalara ulaşırım. Bir iki gün daha dinlenmem gerektiği söylendi. Pazartesi gelirim şirkete. Şu aralar eve gelenler de çok, en azından ziyaretçilerle ilgilenirim. Tabletleri halledersen sevinirim gerçekten.”

“Anlaştık, o zaman başka bir şey yoksa ben artık işime döneyim.”
Mine, koltukta biraz öne doğru eğilip sıkıntılı bir ifade ile ellerini ovuşturmaya başladı.  “Yiğit… bizi neler bekliyor? Avukatlar ile görüşebildin mi? Veraset işleri ile ilgili neler yapılmalı?”
Yiğit az önce ertelediği konuyu açan genç kıza kısa bir an baktı. Üzücü konulardı bunlar ama madem o açmıştı…  
“Henüz çok erken ama miras bölüşümü hakkında babanızın ilk kararları geçerli. Avukatının söylediğine göre bir ay kadar önce yeni bir madde ekletmiş ve bunu sizlerin de bilmediğinizi düşünüyor.”
“Yeni madde mi? Ne ekletmiş olabilir ki?”
“Avukat bana açıklama yapmadı. Böyle bir değişimden benim haberimin olması beklenemezdi zaten. Sizlere zamanı geldiğinde tebliğ edilecekmiş. Sanırım özel bir şeylerdir.”

İkizlerin ikisi de bu cümleleri şaşkınlıkla dinliyordu. Ne değiştirmiş olabilirdi ki?
Binnur ise değişikliğin Esra ile ilgili olduğunu tahmin ediyordu. Mutlaka onun için eklemeler yapmış olmalıydı.  Sinirinin bozulduğunu saklamaya çalışarak,“Esra ve bebekler içindir o ekleme. Gerçekten erken bunları konuşmak için. Üçünün son durumu belli olmadan bir anlamı yok.” dedi.  

“Erken değil anne. Geciktirmenin bir anlamı yok. Ayrıca, şirkette binlerce insan çalışıyor ve hepsi tedirgindir. Yiğit Bey eminim çok iyi idare ediyor ama bizlerden birinin işin başında bulunmasını bekliyordur hepsi. Ben bir iki güne kadar iş başı yapacağım ama yine de babamın yerini dolduramayacağım, hatta ikimizin bile dolduramayacağı bir gerçek.” 

Yiğit, annesinin yanında oturan genç kızın ilk kez bu kadar renksiz gördüğü yüzüne bakıp iç çekti. Keşke gerçekten yardımcı olabilseydi. Üzüntüsünü hafifletebilse… Kendisini toparlayıp Binnur’a yanıt verdi. “Sedef çok doğru söylüyor. Yönetim kurulu toplanmalı ve yetki devri yapılmalı. O zamana kadar vekaleten zaten ben şirketin başındayım. Sonra da yeni bir yönetim kurulu başkanı seçmeliyiz.” 

“Kızlarımla da konuşacağım ama siz de bilin istiyorum. Ben de kızlarımın yanında olmak istiyorum. İşlerden çok anlamam ama destek olacağım şeyler mutlaka vardır. Bu konuda uygun bir şeyler araştırmanızı rica edeceğim. Sonuçta benim de hakkım var.”
Kızların yüzündeki ifadeli gören Yiğit, bu kadına verdiği yanıttan hiç rahatsızlık duymadı. “Hayır, Binnur Hanım. Siz boşanma evraklarını imzaladığınızda tüm haklarınız geri dönüşü olmayacak şekilde ortadan kalktı. Kızlarınız ileride belki farklı düşünürler ama ben yönetim kurulu başkanı olarak, sizin şirkette böyle bir görev almanızı doğru bulmuyorum. Şükürler olsun ki kızlarınız hayatta ve miraslarını en iyi şekilde koruyup kollayacaklardır. Hiç birimize ihtiyaç duymadan hem de!”
Yiğit, bu konuşmanın gerçekten yersiz olduğunu düşünmeye başlamıştı. Karşısındaki kadının bir anda yüz ifadesi değişmişti. Az önceki üzüntülü anne yerini başka bir kadına bırakmıştı. Gerçekte ne olduğunu saklayamayan bir kadına! Yiğit onun böyle davranacağını zaten tahmin ediyordu.  Avukata yeni maddenin Binnur ile ilgili olup olmadığını özellikle sormuş, hayır yanıtını alınca da rahatlamıştı.
Binnur, duyduklarının saçma olduğundan eminmiş gibi,  “Ama o boşanmak içindi. Şimdi eski kocam öldü ve ben onun kızlarının annesiyim. Onların yanında olmak en doğal hakkım.” 

“Aile işlerinize karışamam. Benim söylediklerim şirket ile ilgili. Avukatlar yeterli bilgiyi kızlarınıza verecektir. Onlar hayatta olduğu sürece anneleri olmanız size miras hakkı doğurmaz. On sekiz yaşından büyükler ve kendi haklarını alacaklar. Zaten hisseleri vardı. Şimdi kalan hisseyi bölüşecekler. Bunları yaparken Esra ve bebeklerin durumu netlik kazanmalı. O zamana kadar herkes bekleyecek.  Taşınmazların çoğu uzun zaman önce bölünmüştü. Yine de Necdet Beyin üstünde olanların da dağıtılması gerekecek. Siz de vasiyetin okunmasından sonra dilerseniz dava açabilirsiniz ama boşanma ile ilgili yasalar kazanmanızı engeller. O zaman da oldukça yüklü bir tazminat ve ölene kadar satamayacağınız menkuller almışsınız.” Yiğit, Necdet’in ne kadar ileri görüşlü olduğunu biliyordu. Bu kadının o mülkleri elden çıkartıp tüm parayı yiyeceğini düşünmüş olmalıydı. Anne, kızlarından önce öldüğü takdirde başka çocukları olsa bile o menkulleri kızları geri alacaktı. Böyle bir maddeyi imzalatmak Necdet’in başarısıydı. Karısının kira gelirlerinin kesilmesini de engellemiş, her dakika başını şişirmesine mani olmuştu.
   
Yiğit, işi gereği ailenin karşılaşacağı sorunları önceden bilmek için her türlü araştırmayı yapmıştı. Aile fertlerinin ileride şirketin başına açabileceği sorunları önceden kestirmek iyi oluyordu. Elbette aynı araştırmayı Esra Hanım için de yapmıştı. Esra’yı anımsayınca sözlerine devam etti. “Zaten şu her şeyden daha önemli bir durum var. Esra Hanımın doğmamış bebekleri. O bebekler doğduğunda mirasçı olacaklar.”  

“Doğarsa!” Sesi o kadar sertti ki genç adam doğru duyduğundan emin olamadı.
“Anlayamadım?”  
“Anlaşılmayacak bir şey yok. Anne komada. Bebekler şimdilik hayata tutunuyor ama doğuma kadar dayanmayabilirler. Ya da erken doğum sonrası hayatta kalmayabilirler. Bu kadar badireden sonra sakat doğabilirler.”  
“İşin tıbbi kısmını bilmem. Avukatlarımız şu an için o bebeklerin mirasçı olduğunu, doğumları ile hak kazanacaklarını söylüyor. Sağlıklı doğmaları şartıyla tabii!” Kısa bir an susup sonra aldığı keyfi gizleyerek devam etti. “Her durumda siz mirasta yer almıyorsunuz. Bununla ilgili bilgi kesin!” Bu cümlenin iki genç kızı da gülümsettiğinin farkındaydı. Nihayet yüzlerinde minik de olsa gülümseme görmenin kendisine iyi geldiğini gösterecek şekilde gözleri ile gülümsedi Mine’ye.

Binnur, yükselen sinirini dizginlemezse çığlık atacaktı. Bu genç erkeğin söyledikleri ile yetinmeyecekti. Çok ağır şartlarda bir boşanma anlaşması imzaladığını, yasal olarak hakkı olmadığını biliyordu ama artık şartlar değişmişti. Kendi avukatının tüm o imzalanan belgelerde bir açık bulacağından emindi. Günlerdir düşündüğü planlarını adım adım uygulayacaktı. Az önce acele etmiş, gereksiz bir sahne yaratmıştı. Biraz sakinleşmeli, bu genç adamın terbiyesizliğini kızlarına anlatmalı ve şirkette kendine bir yer edinmeliydi. Maaşlı çalışan birinin şirket sahiplerinin annesi ile böyle konuşması zaten çok yakışıksızdı. Bunu da kullanmak üzere aklının bir köşesine yazdı. Yiğit Uçar denen bu adamı attırmak büyük keyif verecekti. Avukatı eğer açık bir kapı bulamazsa kızlarının sayesinde bir kapı açacaktı. Aklından bunları geçirirken yüzünde, dinlediklerine ikna olmuş bir ifade vardı. Acele ettiğini ve herkesi şüphelendirdiğini düşünüp kendini toparlamıştı. 
  
Yiğit, bu açgözlü kadın ile gereksiz bir tartışmanın ne yeri ne de zamanı diye düşündü. Onun isteklerinin sonunun gelmeyeceğini, bu tavırlarla bir şey elde edemeyeceğini bilmenin rahatlığı ile yerinden kalktı.

“Binnur Hanım, hukuki konularda şu an yeterli bilgimiz olmadığı için daha sonra avukatlarınız sizlere gereken bilgileri verecektır. Ben artık işimin başına dönmeliyim.” Sonra yan koltukta hafifçe doğrulmuş genç kızın alışkın olmadığı solgun yüzüne bakıp gülümsedi, “Pazartesi görüşmek üzere.” dedi ve daha sonra yatakta yatan diğer kardeşe yaklaşıp yatağın üstünde duran elini elinin içine alıp konuşmaya başladı. “Kendine çok dikkat ediyorsun ve iş başı için çok acele etmiyorsun. sSn dönene kadar şirketi batırmadan dayanırız. İstediğin dosyalar en geç yarın sabah bizden biri ile gelir. Yine de söz ver çok yorma kendini.”

“Çok teşekkürler. Yormam. İyileşmeden de iş başı yapmayacağım. Elemanlara söyler misin, ziyaret için çabalamasınlar ve aramaya da uğraşmasınlar. Kimse gelmedi aramadı diye tavır alınmaz. Aksine işlerine babam oradaymış gibi sarılsınlar. Onun en çok isteyeceği şey bu olurdu, eminim.”
“İletirim. İkinizi de çok seviyorlar biliyorsun. Baban için gerçekten üzgün herkes.”
“Biliyorum. Eminim babam da biliyordur.”
“Yiğit, zahmet olmazsa bana da ocakların işletme izinleri ile ilgili olan dosyayı yollar mısın? O evdeki bilgisayarlarda da olmayan tek dosya sanırım.” Mine, ikisinin konuşmalarını dinlemeye daha fazla tahammül edememiş, aklına ilk geleni söylemişti. Yiğit, bir anlık şaşkınlıkla baktıktan sonra başını sallamıştı.
Açıklaması gerektiğini düşünen genç kız açıklama yaptı. “Pazartesi yarım kalan maden ocağı izinleri için toplantımız vardı. Onu kaçırmak istemiyorum.”

“Tamam, pazartesiye görüşürüz. Bir şeye ihtiyaç duyarsanız her an arayın beni. Kendinize çok iyi bakın.” Sonra yataktaki genç kıza döndü, o ana kadar sormak istemediği soru bir anda fısıltıyla dudaklarından döküldü.   “Kaza sonrası travmanın etkileri ne zaman biter? Doktorlar bir şey söylüyor mu?”  

Sedef de onun gibi fısıltı ile yanıt verdi. “Tahlil sonuçlarını bekliyorum. Ben beynimde sorun olmadığından eminim. Benim sonuçlarım alındıktan sonra Mine'yi de aynı testlere sokturtacağım.” dedi. Yiğit gülümsedi genç kıza ve bu kez herkesin duyacağı bir ses tonu ile “Hazır kafan karışıkken artık şu Endonezya’dan beri aramızda olan soğukluğu aşalım mı?” diye sordu ve yanıtı beklemeden kapıya yürüyüp çıktı. Son cümlesi ile odadaki üç kişi de şoke olmuştu.  


  

1 yorum:

  1. Bölümü çok sevdim yiğit ve kızların karşılaşması çok keyifli olmuş anne tam boğmalık ve polisler bu yer değiştirme konusunda şüpheye düştüler ki bu olayları karıştıracak gibi

    YanıtlaSil