10 Aralık 2015 Perşembe

KORKUTAN MİRAS 2. Bölüm

2.Bölüm 



Yalının bahçesini her mevsim seviyordu ama birincilik kesinlikle ilkbaharın olurdu. Tüm tomurcukların patlamaya hazır hale geldiği zamanı daha çok seviyordu. Yeni ekilmiş mevsimlik çiçek tarhlarının arasından geçip küçük söğüt ağacını da arkada bırakıp erguvanın pembe ile lila arası çiçeklerini en iyi yerden görecek şekilde yerleştirilmiş masaya ulaştı. 
  
Babası, bir yandan cam bardaktaki çayını yudumluyor, bir taraftan da elindeki raporu okuyordu. Kendilerinin aksine çayını asla fincandan içmez, bilgisayar ekranından bir şeyler okumaya katlanamazdı. 'Ağaçlar senin yüzünden kesiliyor' diyen kızlarına her sene ektirdiği ağaçların sertifikasını yolluyordu.

    
Necdet Bey, başını kaldırmadan "Uyandı mı?" diye sordu. 
  
"İner birazdan."  

"Tamam, hadi sen de başla artık kahvaltına. İki lokma ile kalkamazsın. Yediğini görmek istiyorum." 

"Merak etme, çok açım ve her zamanki gibi kuvvetli bir kahvaltı yapacağım."  

"Kuş kadar yiyorsunuz, sonra da çok yedik diyorsunuz."  

"Sağlıklı besleniyoruz baba. Merak etme inan çok doyuyoruz. Bak Süheyla Hanım, yumurtalarımızı getirdi bile." 

Bahçe kapısından çıkmış olan orta yaşlı kadının üstünde görevli olduğunu belli eden bir üniforma yoktu. Aksine çok şık bir elbise vardı. Ev ile birlikte hayatlarına girmişti. Elbette onda karar kılınana kadar denenmiş birkaç beceriksizden sonra. O gün bu gün işini hakkıyla yaptığını hep ispatlamıştı. Krem rengi elbisesi fazlaca yuvarlaklaşan hatlarını gizleyemiyordu. 
  
"Süheyla Hanım, seni de dengeli beslenme programına alalım. Kilo alıyorsun." diyen Sedef'e ters bir bakış atıp, "Teşekkür ederim, ben kendimi tombul seviyorum." diyerek elindeki haşlanmış ve kabukları soyulmuş yumurtayı zarif bir hareketle tabağına aktardı.  Henüz merdivenlerden inen Mine'nin tabağına da diğerini koyup bu kez çaylarını koymak için hareketlendi. 
  
Beyaz elbisesinin üstüne kısa lacivert keten ceket giymiş olan Mine az önce yataktan kazınarak kalkmış genç kıza kesinlikle benzemiyordu. Masanın başında oturan babasının yanına gidip yanağını öptükten sonra, “Az önce senin bu çirkin kızın bana senin de benden nefret ettiğini söyledi.” dedi. 
  
“Ah yani sen, yine benden nefret ettiğini söyledikten sonra mı?” Orta yaşlı adam, elindeki gazeteden başını kaldırmadan konuşuyordu.  Sesindeki sahte kızgınlık üç kadının da gülümsemesine neden oldu. Mine çabucak yüzündeki gülümsemeyi silip “Aaa ben öyle bir şey söylemiş olabilir miyim? Hiç sanmıyorum! Eminim Sedef uydurmuştur.” diyerek ikizinden yana alaycı bir bakış attı. 
  
“Otur, kahvaltını et ve Sedef’i suçlamaktan vazgeç, -de ekini kaçıracağımı sanmıyordun herhalde?”  
  
Sedef’in hafif kahkahasına yeni bir ses daha katılmıştı. Necdet beyin ikinci eşi Esra! 

Esra, neşeli sesi ile herkese günaydın dedikten sonra masadaki yerine geçti.   
Mine, yakalanmış olmanın sahte hüznünü yaşarken yerine oturup tabağındakilere hoşnutsuz bir bakış attı. O kadar alkolden sonra midesine bunları sokmak ne kadar akıllı bir hareket olacaktı acaba?

İkiz kızlar ile üvey anneleri arasında sadece beş yaş fark vardı. Babaları o kadar genç bir kadın ile evlenmek istediğini söylediğinde kızların tepkisi yeni bir para avcısının babalarını tuzağa düşürdüğü yönünde olmuştu. Esra’yı tanıdıktan sonra ikisinin de fikri değişmişti. Kızlar ile arası abla kardeş gibiydi.
  
Kızlar öz anneleri ile ne anne-kız olabilmişlerdi ne de arkadaş! O yakınlığı hiç kuramamıştı üçlü. Oysa Esra ile ilk günden beri aralarında belli bir sevgi oluşmuştu. Hakkında ne düşündüklerini ve bunda yanılmış olmaktan mutlu olduklarını söyledikleri zaman o sevginin tohumlarını atmıştı kızlar. Oysa anneleri ile defalarca atılan tohumlar kurutulmuştu.  Sedef artık bunları düşünüp kendisini üzmüyordu. Çayının son yudumunu içerken babasının sesini duydu.    
“Sedef, sen bitirdiysen çalışma odasına gelir misin? Şu toplantı öncesi son kez üstünden geçelim dosyanın. Mine, senin bugün bir görüşmen vardı. Tatil köyü ile ilgili yeni bir rakam verecekler. Alt sınırımızı biliyorsun. Gerçi bir de kendi alt sınırını bilsen? Niye o kadar içtin? Bugün ikinizi kimse karıştırmaz, göz altların gözlerin kadar gri.”  

Mine, son cümle ile tamamen ayılmıştı. Gözlerini kocaman açarak etrafına baktı. Gözlerinin altı gri miydi? Sedef ile Esra acır gözlerle bakıyordu Mine'ye. Hemen masadaki çay kaşığının arkasını çevirip gözlerine bakmaya çalıştı. Küçük kaşık işe yaramayınca masadan kalkıp içeri girdi. Alt salonun duvarındaki gümüş çerçeveli aynaya yürüdü. Esra, onun hareketlerine gülüyordu. “Kandırdı seni.” diye seslendi içeriye, sanki bakışları ile oyuna eşlik eden o değilmiş gibi. Mine gözüyle görse bile emin olamıyordu.
   
“Yine mi? Baba artık bizimle uğraşmasan!” diye içeriden bağırarak tepkisini belli etti. ama biraz da olsa gölge vardı gözlerinin altında. Çok yakından bakılmadan anlaşılmayacak kadar hafif oluşu bir şey değiştirmiyordu. Babası haklıydı!
  
Necdet Bey, Sedef ile içeri girerken elini havada sallayıp gülüyordu. "Sana kaç kez büyü artık, bağırmadan konuş dedim. Komşulara kadar gitti sesin." 

"Ama sen de hala çocukmuşuz gibi davranıyorsun. Ben de seni haksız çıkartmamak için yapıyorum." 

"Hadi git kahvaltını et, biz büyükler biraz çalışacağız." demiş, çalışma odasının içinde bekleyen diğer kızının yanına yürümüştü. En az bir saat çalışacaklardı. Erken kalkmak her zaman faydalıydı. En verimli çalışmaları sabahın erken saatlerinde yapıyorlardı.   

 Esra masaya dönen Mine'nin göz altlarına daha yakından bakıp, “Evet, çok hafif bir gölge var. Babanın keskin gözleri hemen görmüş." dedi. 

"Hiç kibar biri değil. Kadınlara kusurları böyle mi söylenir?" 

Esra, gülerek başını sallarken, "Ama bak en hızlı ayıltma yöntemi olarak işe yarıyor. Yine de az kapatıcı kullansan fena olmaz.”  

"Çıkmadan hallederim." 

Mine bir şeyler atıştırırken bir yandan da akşamı anlatıyordu cici annesine. “Akşam hem çok eğlendim, hem de sinir oldum. Bora'nın bir arkadaşı var, Burak. Akşam o da oradaydı. Bora bizi geçen yaz tanıştırmıştı. Bir daha görmemiştim. Tipini beğendim, belki  bir şeyler başlar diye düşünüyordum, üç kez bana Sedef dedi. Arayayım gelsin Sedef dedim, bu kez de yok aslında ben senden çok hoşlanıyorum dedi. Adam bizi ayırt edememeyi bırak isimlerimizi aklında tutamıyor ama benden hoşlandığını biliyor.”  

"Ah bu benzerliğiniz. Neyse ki gereksiz biri ile çıkıp da vakit kaybetmedin. Sen kalbindekine şans ver, boş ver başkalarını." 

"O işi unutmam şart. Hiç aklıma getirme. Ben şimdi bizi karıştırmayacak ve isimlerimizi aklında tutacak birini bulmalıyım. Beni mi ikizimi mi seviyor diye düşünmeyeceğim biri olmalı!”

“Mine’ciğim, sizi ben de ayırt edemiyorum. Özellikle aynı giyindiğinizde. Ama bak baban hiç karıştırmıyor!” Esra, kocasının bunu nasıl yaptığını bir türlü çözememişti. Sorduğunda 'çok basit ben onları çok seviyorum' demişti. 'Ben de seviyorum ama karıştırıyorum', dediğinde de, 'Sevdiğini biliyorum ama benim gibi sevmen mümkün değil, o yüzden kendini zorlama. Kızlar sana zaten bu konuda oyun oynamayı düşünmüyorlar. Kıymetini bil', diye yanıt vermişti.  

“O nasıl yapıyor henüz çözemedik.”  

“İçgüdü sanırım!” Esra bu konuda Necdet’in gerçekten içgüdüsel bir uzmanlığı olduğunu biliyordu. Birebir aynı giyinseler de kızlarını asla karıştırmıyordu.   
Mine ayağa kalkmış, hızlı hızlı kahvaltılıkları çatalına saplamaya çalışıyordu. Midesi tahmin ettiği kadar sorun çıkartmamıştı. Bu sabah makyajı için ikinci kez ayna karşısına geçmesi gerekiyordu. Üstelik bir de çalışma odasına girip biraz çalışması lazımdı. Esra’yı yanıtlarken aklından bunlar geçiyordu. “Bizce de. Daha onu bir kere bile kandıramadık. Süheyla Hanım, aspirin nerede?” Esra’nın kahvesini yenileyen Süheyla Hanım, saygılı bir sesle yanıt verdi. “Hemen getiriyorum, Mine Hanım.” 
  
“Mine, senin kahvaltın tamamsa masayı kaldırsınlar mı? Bugün bir dergiden çekim için geleceklerdi. Erkenden hazırlanalım istiyorum.” Ayakta bir lokma daha yemeye çalışan kıza takılıyordu aslında. Oturarak yediğinden daha çoğunu ayakta atmıştı ağzına.  

Mine gözlerini devirerek baktı cici annesine. Esra, bu tarz olaylarda çok başarılıydı. Mine, bir reklam yüzü arasa kesin Esra’yı kullanırdı. Hem güzel hem de asil bir görüntüye sahipti. "Ah o bugün müydü? Sana kolaylıklar dilerim canım. O kadar adamla uğraşmak ve hep gülmek. Sen bir tanesin!" 

Son kez salatalıktan bir parça ağzına atarken “Tamam, kaldırabilirsiniz. Bana bir papatya çayı verir misin? Babamın yanına bırakırsın.” diyerek çatalını tabağına bıraktı.  

Az önce dikkat etmediği için biraz düşünüp Sedef'in ne giydiğini anımsamaya çalıştı. Kardeşi ile ayrı şeyler giydiğini fark edip rahatladı. Babaları ile ilk çalışmaya başladıklarında renkleri farklı olsa da aynı kıyafetlerden giyiyor ve tüm çalışanları deli ediyorlardı. Artık bu çocuksu hareketlerden vazgeçmişlerdi. Fark etmeden aynı şeyi giymek istemiyordu. Çünkü birbirlerinden habersiz ikisi de aynı şeyleri giymeye meyilliydiler. 
  
Esra, Mine’ye bakıp gülümsedi. “O siyah etek ile lila bir gömlek giymiş.” Mine şaşkınlıkla bakıp gülümsedi, sesli düşündüğünü anlayıp göz kırptıktan sonra "Anımsadım ama teyit iyi oldu." dedi. Yalının bahçe kapısına yürürken dönüp Esra'ya “Sen ne giyeceksin bugün?” diye sordu.
   
“Siyah boyundan bağlı elbise, yeşil tek omuzlu ve gül kurusu straplez arasında seçim yapacağım.” 

Kısa bir an Esra’ya baktı. “Yeşili giy bence, sana en çok o renk yakışıyor.” dedi.  
Genç kadın üvey kızına bakıp gülümsedi. Doğru söylüyordu.  
  
Esra kısa bir an masada tek başına kaldı. Sabahın erken saati olmasına rağmen hava çok güzeldi. Sıcak bir bahar sabahıydı. Mutluydu, huzurluydu. Bunları düşünürken bir süre denize ve üstündeki hareketli teknelere baktı. O dalmışken masa toplanmıştı bile. Artık hazırlanmalıydı. Masadan kalkarken cep telefonu çalmaya başlamıştı. Ekranda gördüğü Suat adından sonra yüzünün şekli değişmişti.  
“Erkencisin yakışıklım!” diye başlayan konuşma kısa sürmüştü.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder