13 Aralık 2015 Pazar

KORKUTAN MİRAS 3. Bölüm


  
Sedef ile Necdet Bey, dışarıdaki konuşmalardan tamamen habersiz dosyalara dalmıştı. Bugün yapılacak toplantı, bir haftadır süren görüşmelerin sonuncusu olacaktı. Teklif büyüktü. Aslında babası tamamen karşıydı ama yine de her noktasını inceleyip kendisini hazırlamadan kimseye ne evet, ne de hayır demezdi. Her iki yanıtın da arkasında sağlam dayanakları olsun, karşısındakinin kozu kalmasın isterdi. En başından beri hayır deneceği belli olan toplantıya bu kadar uzun ve detaylı hazırlanmak başlarda kızlara gereksiz geliyordu. Zamanla, ortak olmak isteyenler ve rakipler karşısında güçlü oturabilmek için buna gerek olduğunu anlamıştı ikisi de.  

Elbette yine masanın her yerinde kağıtlar vardı ve Sedef söylenerek bir evrak arıyordu. "Baba artık şu teknolojiye alış. Bak yaşlı değilsin ama çok geri kafalı duruyorsun." 


"Öyleyim zaten. Ben kağıt severim. Ne o elinizde bir alet, ekranı ite kaka kitap okuyorsunuz? Sayfaları çevirmenin, kaldığın yere ayraç koymanın, bazı kitapların üstünde not tutmanın keyfini bilmiyorsunuz!"  

"Al işte! Baba o aletlerin hepsinde bu dediklerin var. Ayraç da koyuyoruz, not da tutuyoruz."  

"Cihaz bozulunca ne oluyor?"  

"Kütüphaneler yanmaz mı?" 

"Allah korusun. Hadi bana laf yetiştirme bul şu evrakı. Şu önündeki dosyanın en altına bir bak. Galiba oradaydı." Haklıydı oradan çıktı istediği belge. Kısa süre sonra yine işe dalmıştı baba kız.   

Sedef, babasının yüzünde ara sıra yakaladığı sıkıntılı ifadeyi yorumlayamıyordu. Bir iki kez sormuş bir şey yok yanıtını almıştı. Oysa babalarının onları tanıdığı kadar kızlar da babalarını tanırdı. Bir sıkıntısı vardı. Açıklamıyor oluşu sorunu yok etmiyordu. Toplantı öncesindeki bu kısa çalışmada bile o ifade iki kez oturmuştu yüzüne. 

"Baba, bu şirketle ilgili bir şey mi var? Yine yüzünü astın." 

"Israrcı oluşlarına kızıyorum."

Bu yanıt, basit ve gerçekleri açıklamaktan uzaktı. Sedef daha fazla ısrar edemedi. Çünkü masadaki telefon çalmıştı. Sedef konuşurken babası da güzel kızına bakıp düşüncelere daldı.  

Bulundukları kütüphane aynı zamanda üçünün ortak çalışma odasıydı. Kızları ile bir arada çalışmaktan keyif alıyor, aynı anda bir sürü işi takip edebiliyordu. Şirketteki bilgisayarlarına bağlantı kurarak oluşturmuştu bu odayı. Bir gün şirketi tamamen kızlarına bırakıp kendisi evden gerektikçe yardımcı olmayı düşünüyordu. Henüz çok erken bir düşünceydi. İleriyi düşünmek ailesinde gelenekti. Babası gibi kendisi de çok yaşlandığında belki bu düşündüklerini yapabilecekti.
   
Hâlâ telefonda konuşan kızına bakıp gülümsedi. Sedef'in söylediği kadar geri kafalı değildi ama bir şeyi yine de kağıttan okumaktan hoşlanıyordu. Babası Söğüt ailesinde üniversite okumuş ilk çocuktu. O yüzden okumanın önemini tek çocuğuna aşılamıştı. O da kızlarına aynı sevgiyi geçirdiğinden emindi. Aslında onların basılı kitaplar yerine yeni oyuncaklarla kitap okuması hoşuna da gidiyordu. Sedef'in dediği gibi ne kadar az ağaç kesilirse dünya o kadar nefes alınır olacaktı. 
  
Elindeki kağıdı okumaya başladığında ne ağaçlar ne kitaplar kalmıştı aklında. Şirketin teklifi başka bir ocak için olsa edindiği bilgilere göre gözünü kırpmadan satardı. Ama ne o maden satılıktı ne de kendisini ikna edecek bir para vardı. Üstelik şirketin tekliflerini yinelerken yaptıkları konuşmadan hiç hoşlanmamıştı.
  
Bunlara hayır dedikten sonra sırada Çin menşeli bir firma vardı. Onların teklifi de cazipti ama aynı nedenlerle hayır yanıtını alacakları da bir gerçekti.

O madenin satışı mümkün değildi. O öldükten sonra kızları ne yapar bilemezdi ama şimdilik böyle bir şey söz konusu bile değildi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder