Toprak
konuşmayı hayretle izlemişti. Ece neler planlamıştı? Odaya çıktıklarında hâlâ
şaşkındı.
“Nereden
çıktı bu iş planlaması?”
“Ah
tatlım, gerçekten ihtiyacım var. Aklıma yolda geldi. Nöbet için birilerine
ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Sonra yeni bağların yükü artacak, şarap
fabrikasına işçi gerekecek derken aklıma onlar geldi. Vasıfsız olduklarını
sanıyordum ama işe yarar oldukları ortada. Hepsine yetecek kadar iş imkanım
olsaydı keşke. Şimdilik dördü için yer bulurum. Belli olmaz belki sonra iki üç
tane daha alırım. Aklımda bir iş daha var ama ona vakit var. Şimdi
uğraşamayacağım kadar önemli bir konu. Neyse işte atların başında iki kişi var.
Bağdaki işçiler yardım etti günlerce ama o zaman da, ya uykusuz kaldılar, ya
ertesi gün çalışmadılar. İşler bir şekilde aksadı. O yüzden buradaki ihtiyacı
olanlara yatacak yer, yemek ve iş vereceğim. Böylece ben dört tanesine iş
bulmuş olacak, sen de burada başka dört taneye yemek verebileceksin.”
“Müthişsin.
Gerçekten söyleyecek şey bulamıyorum.”
“Bulama
zaten. Ne diyeceksin ki?”
“Ne
zaman götürelim adamları?”
“Ben
önceden düşünseydim arabayla gelirdim ama sana düşecek bu iş. Gelirken toparla
getir.”
“Hallederiz.”
Toprak,
şaşkınlığı geçtikten sonra Ece’yi henüz öpmediğini fark edip kollarına aldı.
Çok özlemişti ama şaşkınlıktan bunca dakikayı boşa harcamıştı.
Pazar
günü Toprak beş adamı köye götürmüştü. Ece, beşinciyi görünce şaşırmıştı.
Elbette ona da bir yer bulabileceğini biliyordu. En kısa boylu ve ufak tefek
olanları oydu. Onu da ahırlarda çalıştıracaktı.
Toprak,
yola çıkmadan önce hepsini hamama götürmüş, üstlerine ikişer kat yazlık kıyafet
almıştı. Daha fazlasına kimse izin vermemişti.
Hepsinin
yerleşmesi ve işlerin dağıtılması ile yeni bir yaşam başlamıştı. “Musa bu işi
öğrenirsen, bundan sonraki atların yetiştirilmesinde bizlere yardım edeceksin.
Antrenman jokeyi olacaksın. Yapabilir misin? Atlardan korkar mısın?”
“Bilmem,
daha önce hiç ata binmedim. Hatta yanına yaklaşmadım.”
“O
zaman yaklaş bakalım korkuyor musun. Arkasından değil, yüzüne yakın git ve
sakın ani hareket yapma. Bir süre dur ve seni tanımasını sağla. Korkma ve
bekle. İşte oldu.” O sırada önünde durdukları at kocaman burnunu omzuna
sürterek tanışıyordu. Musa onun burnunun üstünü okşayıp ilk tanışmada üstüne
düşeni yaparak korkmadığını gösterdi.
Ece,
boyacılık yapmış olanı ufak tefek tamir işlerinde çalıştırmayı düşünürken
Toprak, “Murat ile konuştum, Hüsnü evlerin boyamasında yardım etsin, dedi. Sen
sonra iş bul ona. Şimdilik inşaata gitsin olur mu?” diye sordu. Ece’nin o an
daha da işine gelen bu çözüm ile bir kişi daha işe yerleşmişti. Gündüz inşaatta
çalışacak akşamları yatmak için bağa dönecekti.
Bilal
ve Halil, işçilerin yanında bağlarda getir götür işlerinde çalışacaktı. Bağcılığı
öğrenmek isterlerse gayret göstermesi gereken onlardı artık. Ece onları çok
yormaması gerektiğini kahyaya söyledi. Çünkü geceleri nöbette seyislere yardım
edeceklerdi. Sabah erken saatlerde bağlarda çalışmasını, öğlen uykuya
çekilmesini istemişti.
En
sona kalan Celal ile ne yapacağını bilemiyordu. Aslında bir muhasebecisi vardı.
Tüm işlerini o hallediyordu. Şaraphane faaliyete geçene kadar yapacak bir şey
yoktu. O zaman en azından ön muhasebeyi tutar, yardımcı olurdu. Bunu
söylediğinde Celal de ahırda o zamana kadar yardım edebileceğini, ya da
bağlarda çalışabileceğini söyledi. Ece, temizlendiğinde yüzü gözü açılmış
adamın gözlerindeki dürüstlükten etkilenmişti.
“Şaraphane
satışlara başlayana kadar istediğin yerde yardım et. Ondan sonra defterleri
evrakları sen halledeceksin.”
“Ece
hanım, çok teşekkür ederim. Ama işi yapmayalı neler değişti bilmiyorum. Bir
süre bilgilerimi tazelemem lazım. Kullanabileceğim bir bilgisayar var mıdır?”
Ece,
önce şaşırdı sonra da bazı maskelerin altında yatan hayatların ne kadar kolay
değişebildiğini gördü. “Var tabii. Hallederiz.”
Hepsine
kalacakları yeri gösterdi. “Yaşam düzeninizi kendiniz kurun beyler. Tartışma,
kavga istemem. En eskisi Yakup’tur. Bir derdiniz olursa ona söyleyin. O benim
düzenimi bilir, ona göre ne yapılması gerektiğini söyler. Şimdi dinlenin
artık.”
Hazırlıklar
tüm hızıyla sürüyordu. Üzümlerin yetişmesi ile işler biraz daha artmıştı. İzmir’deki
düğüne iki hafta kalmış hayat düzene girmişti.
Ece,
İzmir’de yapılacak düğünün tüm hazırlıklarının bittiğini öğrenmişti. Seçtiği
gelinlik de hazırdı.
İzmir’e
gidip Toprak ile alışverişe çıktı. Ece’nin beğendiği gelinlik boyunu biraz daha
uzun gösteriyordu. Ayağında da yürürken düşmeyeceği kadar yükseklikte bir
ayakkabı olacaktı. Ece yine de emin değildi düşmeyeceğinden. Vücudunun üst
kısmını saran gelinliğin ince askıları vardı. Alt tarafı da dar iniyor,
dizlerinden aşağıda biraz arkaya doğru kuyruk uzanıyordu. Hatlarını belli eden
gelinlik ile tüm güzelliği ortaya çıkmıştı.
Toprak
da takımını seçmişti. Siyah yerine kırık beyaz bir damatlık tercih etmişti.
Kravatı ve bel kuşağı mavi olan takım çok yakışmıştı. İkisi de tercihlerinden
memnun bitirmişlerdi alışverişlerini.
Ailelerin
karşılıklı hediyeleri için Serap ile annesi eşlik etmişti Ece’ye. Hülya Hanım
da onlara katılınca dört kadın bir arada tamamlamıştı alınacakları. Sandıkta
küflenmesin diye sadece kullanılacak şeyler alma isteği ağır basınca alışveriş
de kısa sürmüştü.
“Ne
çok adetimiz var bizim. Şu Pusat Görme bitti ya biraz rahatladım.” Ece,
hakikaten rahatlamıştı. İnsanın kendisine hediye edilecek şeyleri istemesi ne
kadar ayıp geliyordu. Hele de ailesi için şunu alalım demek tuhaftı.
Alışveriş
bitip kayınvalidesi ile görümcesi evlerine gitmişti. Hülya Hanım, yorulmuş
dinleniyordu. Ece ile Toprak kahvelerini içerken konuşuyordu.
“Seni
isterken baban altın istemedi. Ne alacağımızı şaşırdık. Sanırım biraz fazlaca
bilezik olacak kolunda.”
“Ah
ben de onları bağa giderken takarım. İstemedik çünkü gerek yok. Takmıyorum
bilmiyor musun?”
“Ben
biliyorum ama adetleri isteyenler bilmiyor. Takılacak canım. Kınan da
yapılacak.”
“Sanki
sana kına yapılmayacak?” Yine adetleri gereği erkeklerin de kınası yapılıyordu.
Toprak, kahkahayı attıktan sonra “Ben baş kınasından bahsediyorum. Serap
günlerdir bozuk para biriktiriyor. Çok ağır yapacakmış kafanı. Başını kaldırıp
bana konuşamayacakmışsın. Beyinin karşısında başın önde duracakmış. Çok da
zengin olacakmışsın.”
“Serap
ablama söyle üç beş tane para yeter. Zaten ben kafama kına yaktırmak
istemiyorum. Küçük bir tutama yakar olur biter.”
“Sen
söyle canım. Ben kavga edemem onunla.” Toprak, onun açık kahverengiye dönüşmüş
saçlarının kınalı halini merak etmiyor değildi.
“Ben
de edemem. Neyse geldiğinizde konuşur ikna ederim. Hadi ben artık annemi de
alayım ve döneyim. Yeni bağa gideyim. A biliyor musun Sevil abla geldi dün.
Dünya kadar eşya getirmiş evlerin içlerine. Yataklar falan bile gelmiş.”
“Düğünde
çok kalabalık olursak misafirlerin bir kısmını orada yatırırız demiştim. O da
yetiştirmeye uğraşıyor. Helal olsun valla kadın çok hızlı çalışıyor.”
“Onda
o çene varken kimse yavaş iş yapamaz. Canlarına okur. Benden beteri varmış.”
“Sen
meleksin onun yanında.”
“Ah
canım bak şimdi nasıl yanımızda kimse olmasın isterdim. Seni şöyle doya doya
öpmek için.”
“Ben
de ama öpmekle yetinmezdim.”
“Başladın
yine. Tatlım benim artık gitmem lazım. Yolumuz uzun.”
Ece,
annesini de alıp köye döndü. Alınanları ve annesini ev bırakıp yeni bağa doğru
giderken uzaktan gördükleri tuhaf geldi. Sanki bağlarda bir yamukluk vardı.
Hava kararmaya başladığı için gözünün yanıldığını sanıyordu. Gaza biraz daha
basıp yaklaştığında gördüğü manzara ile içinde büyük bir nefret yükseldi.
Tüm
bağ yerle bir edilmişti. Ürünün tamamı ezilmiş, asmalar kırılmıştı. En sonda
tek bir asma sağlam bırakılmıştı. Ece oraya kadar nasıl gittiğini bilemeden yol
aldı. Asmanın dibinde bir kağıt parçası duruyordu. Üstündeki taşı kaldırıp
kağıdı aldı.
“Sen
beni bitirdin, ben de seni bitireceğim. Beş parasız kalacaksın.”
Yazan
notu okuduğunda korku duymadı. Aksine az önceki nefretin arttığını tüm
vücudunda hissediyordu. O adamı eline geçirirse parça parça edecekti. Tüm
hayalleri yıkılmıştı. Ezilmiş üzümlerin üstünden atlarken gözyaşlarını
tutamıyordu. Bu bağa daha sabah gelmişti işçiler. En uzak bağı buydu ama öğlene
kadar çalışan adamların hemen ardından burayı bu hale getirmek için en az üç
dört kişi gerekirdi. Çünkü baltalarla kesildiği belliydi asmaların. Gövdelerine
zarar vermek için defalarca vurulmuştu.
Yere
çöküp hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
Bir
at için yapılanları aklı almıyordu.
Üzümlerden
ne istemişti?
Dakikalar
sonra yerden zorla kalktı. Araca binip evin yolunu tuttu.
Evde
yas havası hakimdi. Jandarma yine haberdar edilmişti. Tarım sigortası olduğu
için kimseye bir şey yaptırmıyordu ama bu sene için yaptığı tüm planları suya
düşmüştü.
Toprak telefonun ucunda teselli etmeye
çalışıyordu. Ama ne dese yetersiz kaldığını biliyordu. Ece ağlıyordu devamlı.
“Üzüm gözlüm. Hiçbir bağ senin göz yaşlarından daha değerli değil. Seneye
yeniden yaparsın. Bizim bağlardan da sana üzüm veririz. İstediğine yakın ürün
alırsın. Üzülme artık. Bak beni de üzüyorsun burada.”
“Toprak,
şu an ne desen boş tatlım. Ama biraz zaman geçsin kabulleneceğim. Şimdi
adamlarımı toplayıp her bağa bir nöbetçi dikeceğim. Bıktım şu işten. Adam
burnumuzun dibine kadar geldi ama biz yakalayamadık. Jandarma da uyumuş
resmen.”
“Kılık
değiştirmişse? Sakal bırakmış, şapka takmış, köylüler gibi giyinmişse? Nasıl
tanımalarını bekliyorsun? Onlar da insan hayatım. Kızma boş yere. Hem bak,
Didem ile Murat bizim düğünden bir ay sonra nişan yapacaklarmış. Haberin var
mı?”
“Var,
Didem aradı sabah. Sonra da Deniz aradı. Şu benim kuaför olan arkadaşım. Sırf
Didem’e inat düğün tarihini öne alıyormuş. Yoksa Didem ile tüm arkadaşlık
bağlarını koparacakmış.”
“Senin
arkadaşların da sana benziyor. Ayrıca boşa konuşmasın dostluğunuza kıyamaz.”
“Orası
öyle.” Ece farkında olmadan ağlamayı kesmiş, arkadaşlarından bahsetmeye
başlamıştı. Bu adam ona iyi geliyordu. “Canım, beni susturmayı başardın. Ben şu
toplantımı yapayım. Herkesi bir yere yerleştireyim. Sonra yine konuşuruz.”
“Tamam,
ben de orkestra ile yeniden konuşacağım. Bu akşam da büyük bir iş adamı
grubumuz var. Son kontrolleri yapacağım.”
“Tamam
tatlım. Toprak… Teşekkür ederim. İyi ki varsın.”
“Aşkım,
asıl sen iyi ki varsın. Kolay gelsin.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder