28 Kasım 2015 Cumartesi

YAKIŞIKLI 56. Bölüm

Toprak konuşmayı hayretle izlemişti. Ece neler planlamıştı? Odaya çıktıklarında hâlâ şaşkındı.
“Nereden çıktı bu iş planlaması?”
“Ah tatlım, gerçekten ihtiyacım var. Aklıma yolda geldi. Nöbet için birilerine ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. Sonra yeni bağların yükü artacak, şarap fabrikasına işçi gerekecek derken aklıma onlar geldi. Vasıfsız olduklarını sanıyordum ama işe yarar oldukları ortada. Hepsine yetecek kadar iş imkanım olsaydı keşke. Şimdilik dördü için yer bulurum. Belli olmaz belki sonra iki üç tane daha alırım. Aklımda bir iş daha var ama ona vakit var. Şimdi uğraşamayacağım kadar önemli bir konu. Neyse işte atların başında iki kişi var. Bağdaki işçiler yardım etti günlerce ama o zaman da, ya uykusuz kaldılar, ya ertesi gün çalışmadılar. İşler bir şekilde aksadı. O yüzden buradaki ihtiyacı olanlara yatacak yer, yemek ve iş vereceğim. Böylece ben dört tanesine iş bulmuş olacak, sen de burada başka dört taneye yemek verebileceksin.”

“Müthişsin. Gerçekten söyleyecek şey bulamıyorum.”
“Bulama zaten. Ne diyeceksin ki?”
“Ne zaman götürelim adamları?”
“Ben önceden düşünseydim arabayla gelirdim ama sana düşecek bu iş. Gelirken toparla getir.”
“Hallederiz.”
Toprak, şaşkınlığı geçtikten sonra Ece’yi henüz öpmediğini fark edip kollarına aldı. Çok özlemişti ama şaşkınlıktan bunca dakikayı boşa harcamıştı.

Pazar günü Toprak beş adamı köye götürmüştü. Ece, beşinciyi görünce şaşırmıştı. Elbette ona da bir yer bulabileceğini biliyordu. En kısa boylu ve ufak tefek olanları oydu. Onu da ahırlarda çalıştıracaktı.
Toprak, yola çıkmadan önce hepsini hamama götürmüş, üstlerine ikişer kat yazlık kıyafet almıştı. Daha fazlasına kimse izin vermemişti.
Hepsinin yerleşmesi ve işlerin dağıtılması ile yeni bir yaşam başlamıştı. “Musa bu işi öğrenirsen, bundan sonraki atların yetiştirilmesinde bizlere yardım edeceksin. Antrenman jokeyi olacaksın. Yapabilir misin? Atlardan korkar mısın?”
“Bilmem, daha önce hiç ata binmedim. Hatta yanına yaklaşmadım.”
“O zaman yaklaş bakalım korkuyor musun. Arkasından değil, yüzüne yakın git ve sakın ani hareket yapma. Bir süre dur ve seni tanımasını sağla. Korkma ve bekle. İşte oldu.” O sırada önünde durdukları at kocaman burnunu omzuna sürterek tanışıyordu. Musa onun burnunun üstünü okşayıp ilk tanışmada üstüne düşeni yaparak korkmadığını gösterdi.
Ece, boyacılık yapmış olanı ufak tefek tamir işlerinde çalıştırmayı düşünürken Toprak, “Murat ile konuştum, Hüsnü evlerin boyamasında yardım etsin, dedi. Sen sonra iş bul ona. Şimdilik inşaata gitsin olur mu?” diye sordu. Ece’nin o an daha da işine gelen bu çözüm ile bir kişi daha işe yerleşmişti. Gündüz inşaatta çalışacak akşamları yatmak için bağa dönecekti.
Bilal ve Halil, işçilerin yanında bağlarda getir götür işlerinde çalışacaktı. Bağcılığı öğrenmek isterlerse gayret göstermesi gereken onlardı artık. Ece onları çok yormaması gerektiğini kahyaya söyledi. Çünkü geceleri nöbette seyislere yardım edeceklerdi. Sabah erken saatlerde bağlarda çalışmasını, öğlen uykuya çekilmesini istemişti. 
En sona kalan Celal ile ne yapacağını bilemiyordu. Aslında bir muhasebecisi vardı. Tüm işlerini o hallediyordu. Şaraphane faaliyete geçene kadar yapacak bir şey yoktu. O zaman en azından ön muhasebeyi tutar, yardımcı olurdu. Bunu söylediğinde Celal de ahırda o zamana kadar yardım edebileceğini, ya da bağlarda çalışabileceğini söyledi. Ece, temizlendiğinde yüzü gözü açılmış adamın gözlerindeki dürüstlükten etkilenmişti.
“Şaraphane satışlara başlayana kadar istediğin yerde yardım et. Ondan sonra defterleri evrakları sen halledeceksin.”
“Ece hanım, çok teşekkür ederim. Ama işi yapmayalı neler değişti bilmiyorum. Bir süre bilgilerimi tazelemem lazım. Kullanabileceğim bir bilgisayar var mıdır?”
Ece, önce şaşırdı sonra da bazı maskelerin altında yatan hayatların ne kadar kolay değişebildiğini gördü. “Var tabii. Hallederiz.”
Hepsine kalacakları yeri gösterdi. “Yaşam düzeninizi kendiniz kurun beyler. Tartışma, kavga istemem. En eskisi Yakup’tur. Bir derdiniz olursa ona söyleyin. O benim düzenimi bilir, ona göre ne yapılması gerektiğini söyler. Şimdi dinlenin artık.”


Hazırlıklar tüm hızıyla sürüyordu. Üzümlerin yetişmesi ile işler biraz daha artmıştı. İzmir’deki düğüne iki hafta kalmış hayat düzene girmişti.
Ece, İzmir’de yapılacak düğünün tüm hazırlıklarının bittiğini öğrenmişti. Seçtiği gelinlik de hazırdı.
İzmir’e gidip Toprak ile alışverişe çıktı. Ece’nin beğendiği gelinlik boyunu biraz daha uzun gösteriyordu. Ayağında da yürürken düşmeyeceği kadar yükseklikte bir ayakkabı olacaktı. Ece yine de emin değildi düşmeyeceğinden. Vücudunun üst kısmını saran gelinliğin ince askıları vardı. Alt tarafı da dar iniyor, dizlerinden aşağıda biraz arkaya doğru kuyruk uzanıyordu. Hatlarını belli eden gelinlik ile tüm güzelliği ortaya çıkmıştı.
Toprak da takımını seçmişti. Siyah yerine kırık beyaz bir damatlık tercih etmişti. Kravatı ve bel kuşağı mavi olan takım çok yakışmıştı. İkisi de tercihlerinden memnun bitirmişlerdi alışverişlerini.
Ailelerin karşılıklı hediyeleri için Serap ile annesi eşlik etmişti Ece’ye. Hülya Hanım da onlara katılınca dört kadın bir arada tamamlamıştı alınacakları. Sandıkta küflenmesin diye sadece kullanılacak şeyler alma isteği ağır basınca alışveriş de kısa sürmüştü.
“Ne çok adetimiz var bizim. Şu Pusat Görme bitti ya biraz rahatladım.” Ece, hakikaten rahatlamıştı. İnsanın kendisine hediye edilecek şeyleri istemesi ne kadar ayıp geliyordu. Hele de ailesi için şunu alalım demek tuhaftı.
Alışveriş bitip kayınvalidesi ile görümcesi evlerine gitmişti. Hülya Hanım, yorulmuş dinleniyordu. Ece ile Toprak kahvelerini içerken konuşuyordu.
“Seni isterken baban altın istemedi. Ne alacağımızı şaşırdık. Sanırım biraz fazlaca bilezik olacak kolunda.”
“Ah ben de onları bağa giderken takarım. İstemedik çünkü gerek yok. Takmıyorum bilmiyor musun?”
“Ben biliyorum ama adetleri isteyenler bilmiyor. Takılacak canım. Kınan da yapılacak.”
“Sanki sana kına yapılmayacak?” Yine adetleri gereği erkeklerin de kınası yapılıyordu. Toprak, kahkahayı attıktan sonra “Ben baş kınasından bahsediyorum. Serap günlerdir bozuk para biriktiriyor. Çok ağır yapacakmış kafanı. Başını kaldırıp bana konuşamayacakmışsın. Beyinin karşısında başın önde duracakmış. Çok da zengin olacakmışsın.”
“Serap ablama söyle üç beş tane para yeter. Zaten ben kafama kına yaktırmak istemiyorum. Küçük bir tutama yakar olur biter.”
“Sen söyle canım. Ben kavga edemem onunla.” Toprak, onun açık kahverengiye dönüşmüş saçlarının kınalı halini merak etmiyor değildi.
“Ben de edemem. Neyse geldiğinizde konuşur ikna ederim. Hadi ben artık annemi de alayım ve döneyim. Yeni bağa gideyim. A biliyor musun Sevil abla geldi dün. Dünya kadar eşya getirmiş evlerin içlerine. Yataklar falan bile gelmiş.”
“Düğünde çok kalabalık olursak misafirlerin bir kısmını orada yatırırız demiştim. O da yetiştirmeye uğraşıyor. Helal olsun valla kadın çok hızlı çalışıyor.”
“Onda o çene varken kimse yavaş iş yapamaz. Canlarına okur. Benden beteri varmış.”
“Sen meleksin onun yanında.”
“Ah canım bak şimdi nasıl yanımızda kimse olmasın isterdim. Seni şöyle doya doya öpmek için.”
“Ben de ama öpmekle yetinmezdim.”
“Başladın yine. Tatlım benim artık gitmem lazım. Yolumuz uzun.”
Ece, annesini de alıp köye döndü. Alınanları ve annesini ev bırakıp yeni bağa doğru giderken uzaktan gördükleri tuhaf geldi. Sanki bağlarda bir yamukluk vardı. Hava kararmaya başladığı için gözünün yanıldığını sanıyordu. Gaza biraz daha basıp yaklaştığında gördüğü manzara ile içinde büyük bir nefret yükseldi.
Tüm bağ yerle bir edilmişti. Ürünün tamamı ezilmiş, asmalar kırılmıştı. En sonda tek bir asma sağlam bırakılmıştı. Ece oraya kadar nasıl gittiğini bilemeden yol aldı. Asmanın dibinde bir kağıt parçası duruyordu. Üstündeki taşı kaldırıp kağıdı aldı.
“Sen beni bitirdin, ben de seni bitireceğim. Beş parasız kalacaksın.”
Yazan notu okuduğunda korku duymadı. Aksine az önceki nefretin arttığını tüm vücudunda hissediyordu. O adamı eline geçirirse parça parça edecekti. Tüm hayalleri yıkılmıştı. Ezilmiş üzümlerin üstünden atlarken gözyaşlarını tutamıyordu. Bu bağa daha sabah gelmişti işçiler. En uzak bağı buydu ama öğlene kadar çalışan adamların hemen ardından burayı bu hale getirmek için en az üç dört kişi gerekirdi. Çünkü baltalarla kesildiği belliydi asmaların. Gövdelerine zarar vermek için defalarca vurulmuştu.
Yere çöküp hıçkırıklarla ağlamaya başladı.
Bir at için yapılanları aklı almıyordu.
Üzümlerden ne istemişti? 
Dakikalar sonra yerden zorla kalktı. Araca binip evin yolunu tuttu.

Evde yas havası hakimdi. Jandarma yine haberdar edilmişti. Tarım sigortası olduğu için kimseye bir şey yaptırmıyordu ama bu sene için yaptığı tüm planları suya düşmüştü.
 Toprak telefonun ucunda teselli etmeye çalışıyordu. Ama ne dese yetersiz kaldığını biliyordu. Ece ağlıyordu devamlı. “Üzüm gözlüm. Hiçbir bağ senin göz yaşlarından daha değerli değil. Seneye yeniden yaparsın. Bizim bağlardan da sana üzüm veririz. İstediğine yakın ürün alırsın. Üzülme artık. Bak beni de üzüyorsun burada.”
“Toprak, şu an ne desen boş tatlım. Ama biraz zaman geçsin kabulleneceğim. Şimdi adamlarımı toplayıp her bağa bir nöbetçi dikeceğim. Bıktım şu işten. Adam burnumuzun dibine kadar geldi ama biz yakalayamadık. Jandarma da uyumuş resmen.”
“Kılık değiştirmişse? Sakal bırakmış, şapka takmış, köylüler gibi giyinmişse? Nasıl tanımalarını bekliyorsun? Onlar da insan hayatım. Kızma boş yere. Hem bak, Didem ile Murat bizim düğünden bir ay sonra nişan yapacaklarmış. Haberin var mı?”
“Var, Didem aradı sabah. Sonra da Deniz aradı. Şu benim kuaför olan arkadaşım. Sırf Didem’e inat düğün tarihini öne alıyormuş. Yoksa Didem ile tüm arkadaşlık bağlarını koparacakmış.”
“Senin arkadaşların da sana benziyor. Ayrıca boşa konuşmasın dostluğunuza kıyamaz.”
“Orası öyle.” Ece farkında olmadan ağlamayı kesmiş, arkadaşlarından bahsetmeye başlamıştı. Bu adam ona iyi geliyordu. “Canım, beni susturmayı başardın. Ben şu toplantımı yapayım. Herkesi bir yere yerleştireyim. Sonra yine konuşuruz.”
“Tamam, ben de orkestra ile yeniden konuşacağım. Bu akşam da büyük bir iş adamı grubumuz var. Son kontrolleri yapacağım.”
“Tamam tatlım. Toprak… Teşekkür ederim. İyi ki varsın.”

“Aşkım, asıl sen iyi ki varsın. Kolay gelsin.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder