29 Kasım 2015 Pazar

YAKIŞIKLI 57. Bölüm

Köylülerden sadece Mehmet Ali ve oğlu İzmir’e geldi. Baba oğul bir örnek giyinmişti.
Ailesi ile birlikte Ali ve Yakup da düğün için gelecekti. Çünkü iki aracı onlar kullanacaktı. Tüm organizasyon tamamdı. Ece restoranın ilk katındaki düğün hazırlıklarının çok güzel olduğunu görüp gülümsedi. Toprak bu işleri biliyordu.
Önce resmi nikah kıyılmış, ardından düğün başlamıştı. Arkadaşları, akrabaları bir arada saatlerce eğlenerek kutlamışlardı düğünü.
Deniz’in kız kardeşi Derya da salondaydı ama masadan kalkmıyordu. Toprak, o kadar hengamenin arasında Derya’nın halini görüp Ece’nin kulağına eğildi, “Mehmet Ali ile Derya için ne dersin?” diye sordu. Ece şaşkınlıkla yüzüne baktı. “Deli misin? A yok sen ciddisin. Aşkım, ama onlar iki ayrı şehirde…” derken sustu. Tekrar güldü. Hatta bu kez kahkahaya dönüştü gülmesi. Yerinden kalkarken “Ben Mehmet Ali’ye bir uğrayayım.” dedi.

Cumartesi akşamı başlayan düğün, neredeyse Pazar sabahına kadar sürdü. Toprak’ın farklı şehirlerde yaşayan ablaları da düğündeydi. Çok kalabalık bir aileydi. Çocukları ile birlikte gelmişti hepsi. Ece çok mutlu olmuştu onları da görünce.
Didem ile Murat hiç durmadan dans etmiş, düğünün tüm tadını onlar çıkartmıştı.
Lokantanın ilk katının özel misafirlerinden birkaç kişi temiz elbiseleri ile masalarındaki yerlerini almıştı. Toprak, Ece’nin başlattığı iş bulma operasyonunu ilerletmişti. Artık iki tanesi kendi yanında çalışıyordu. Bir tanesini müşterilerinden birisinin şirketinde çaycı yapmıştı. Bir diğeri de özel bir okulda temizlik görevlisi olarak çalışmaya başlamıştı. İki tane genç için ise başka planı vardı. İşte onların hepsi bu akşam düğünündeydi. Artık daha rahat oturuyorlardı sandalyelerde. Eski hallerini üstlerinden atmışlar daha gülen yüzlerle, daha güvenli bakışlarla bakıyorlardı etrafa.  
Pazar günü akşamüstü konvoy halinde döndüler köye. Didem ve Murat, ayrı ayrı arabalarla görümcelerinin ailelerini de köye taşıdılar. Düğün alayı şeklinde alınan yol, arabaların birbirine korna çalıp eğlendikleri bir yolculuğa dönüştü.
Ece, nikahını yapsa da köydeki düğün bitene kadar kendi evinde yaşayacaktı. Toprak biraz bozulsa da o süreyi zaten düğünün ve diğer işlerin hazırlıkları ile geçireceklerdi.  
Çarşamba akşamı kız evinde gelinin başına kına yakıldı. Bu kınada, adetler gereği kınanın üstüne bir sürü madeni para yapıştırıldı. Ece yeter dedikçe konan paralar yüzünden boynu ağrımaya başlamıştı bile. Üstelik daha dünya kadar saç vardı kınalanacak. “Keşke saçlarımı erkek saçı gibi kestirseydim. Serap abla bana da acı, boynum koptu.” derken yeni paralar yapıştırılıyordu. Uzun saçlarına bir saate yakın süren kına ile iki yüz liradan fazla para yapıştırılmıştı. O sırada konuklar kendi aralarında çalıp, oynayıp eğleniyorlardı.
Ece saçlarını yıkarken küvete düşen paraların hepsinde ayrı ayrı söyleniyordu. Çok ağır olan kafasını zorla tutup banyoya koşturmuştu.  Didem de ona yardıma gelmişti. Deniz kendi salonunu kapatamayacağı için cumartesi akşamı gelebilecekti. Kınaya Derya’yı yollaması için yapılan baskılara dayanamamıştı. Derya da onların ardından banyoya girip saçların hemen yıkanması için uğraşmaya başladı.
Serap kapıda duruyor “Bana bak gelin, buradayım, söylenip durma, görümceye öyle şeyler söylenmez” diyordu. Ece hem gülüyor, hem de “Eh zamanı gelecek sen de kız doğuracaksın… O kızın kınasını da ben yakacağım. Bak nasıl intikam alacağım.” diyordu.
Artık kına akıtılıp saçları havluya sarılırken konuşmalar da normele dönmüştü. Aşağıdan hala eğlenen köy kızlarının şen kahkahaları duyuluyordu. Zeynep de davetliler arasındaydı. Ece artık kıskanmadığını fark edip kendisini kutladı. Saçmalamayı bitirmişti demek ki! Aşağı inmeden önce saçlarını kuruttular. O sırada Ece “Derya, köyü nasıl buldun tatlım?” diye sordu. Didem ve Derya ilk kez köye geldikleri halde sorunun sadece Derya’ya sorulması tuhaf olmuştu. Ama Ece hiç bozuntuya vermedi. “Güzel Ece. Çok sevdim köyü.” deyince “İyi o zaman birisi sorup duruyordu da beğenip beğenmediğini. Ona çok beğenmiş derim.” dedi.
Derya kulaklarına kadar kızarınca diğer kızlar da gülmeye başladı. “Beğendimse ne olacakmış? Güzel köy o kadar.”
“O kadarı birilerine yetecektir canım.”

Cuma sabahı düğün başlamıştı. Ece üç gün neredeyse üstünden çıkmayacak gelinliğini giymeye başladı. Şalvarı, üç eteği ve beyaz gömleği ile başındaki altın paralarla bezenmiş fesini taktı. Evin önüne dikilmiş ağaç süslenmiş, tepesine Türk bayrağı asılmıştı. Uzun zamandır bu kadar detaylı bir düğün yapılmamıştı köyde. Ne kadar eski adet varsa anımsayıp yerine getiriyorlardı. Eskiden uzunca bir ağaç kesilir evin önüne dikilirdi ama Ece buna izin vermemişti. Zaten annesinin bahçesinde ağaçlar vardı. Onlardan en uzun olanın tepesine asmışlardı bayrağı. Ev yüksekte olduğu için rahatlıkla görülüyordu bayrak.
Evin bahçesine kurulan ocakların üstünde koca kazanlarda yemekler pişiyordu. Konukların bir kısmı gelmişti bile. Çalgıcılar tüm köyü çalarak dolaşıp ulaşmıştı eve. Sabahın köründen beri müzik hiç susmamıştı.
Köyün gençleri zorla taşınmış ağır dibekte buğday dövüyordu. Keşkek yapılacaktı. Küçükbaş hayvanlar kesilmiş yemek için hazırlanmıştı. Ece tüm bu hazırlıklardan uzak duruyordu. O gelindi. İş yapacak hali yoktu ya. Toprak ona evden çıkmamasını söylemişti. Ece gülerek, “Sen beni eve mi kapatacaksın?” dediğinde, “Hiç kötü fikir değil, sadece eve değil, yatak odasına kapatacağım seni.” demiş, Ece bu fikre o an çok sıcak bakmıştı.
Ece yemek masaları kurulduktan sonra ortaya çıkıp gelenlere hoş geldiniz demişti. Oynayanları seyrediyor ara sıra yanına gelenlerle konuşarak vakit geçiriyor, sonra da damat kıyafetlerinin içinde körüklü çizmeleri ile dolaşan Toprak’ı izliyordu. Çok yakışmıştı kıyafeti. Ara sıra bakışları karşılaşıyor, bazen kısa sürelerle konuşuyor sonra yine ayrı yerlerdeki konuklarla ilgileniyorlardı. Tüm köy gelmişti. Bağbozumundan önceki üç günü düğün ile geçireceklerdi.
Akşam maşala* yakılıp gençler yine etrafında oynamaya başlayınca ilk günün sonuna gelindiğini anlamıştı herkes.  
İkinci gün de pek farklı değildi. Sabahtan akşama her yerde zeybek oynayan erkekler ve onları izleyen kızlar vardı. Akşam saatinde ise kınası yapıldı Ece’nin.  İşte şimdi tüm kadınlar ve genç kızlar bir arada eğleniyordu. Hep bir ağızdan çalınan söylenen türkülerle geç saatlere kadar eğlenilip el kınası yakıldı.
Aynı saatlerde erkekler Mehmet Ali’nin sağdıçlığında baba evinde yiyor, içiyor ve eğleniyordu. Toprak, ortamın güzelliğinde kendini kaybetmiş gibiydi. Üç gün sürecek düğün ilk başta gözünü korkutsa da şimdi Ece’nin böyle gelin olmasından çok memnundu.  Konukları içerken o pek fazla içmemişti. Sarhoş olursa, olur olmaz şeyler yaptıracaklarını duyduğu için kendini tutuyordu. Ama konuklar neredeyse yıkılacaktı. Neyse ki artık dağılma saati gelmişti.

Maşala* Aydınlatma ve ısınma amaçlı yakılan ateş.

Pazar sabahı damat tarafında, baş derilme ile başlamıştı. Toprak daha ne kadar böyle dikileceğini düşünürken Mehmet Ali, “Sık dişini bir saat kadar daha bekleyeceğiz.” dedi. “Bir saat daha mı? Oğlum belim koptu. Takan sonra taksın takısını. Bu ne ya?”
“Bana bak, şehirli züppe, burada o takılacak paralar ile borç ödeyecek kaç genç var biliyor musun? Sen zenginsin diye adet mi değişecek? Dur bakalım ayakta. Kız veriyoruz sana. O kadar zulmü olacak.”
“Sana da bir şey denmiyor. Ama bir an önce bitse de gelin almaya gitseler, sen de yolunu gözlediğini görsen, diyorum. Nasıl olur diyorum? Artık bitirsek diyorum!” Toprak, iki gündür yanından ayrılmayan Mehmet Ali’nin, Derya’yı her gördüğünde yüzünün değiştiğini fark edip eğleniyordu.
“Benimle uğraşma. Sen kalktın köye geldin diye herkes gelecek değil ya!”
“O zaman sen şehre gidersin.”
“O çok zor. Buradaki düzeni bozmak imkansız. Hem ben şehirde ne yaparım?”
“Onu bilmem. Hem belki gerek kalmaz.”
“O ne demek?”
“Ece sabah aradı. Seni aramadı mı? Aa bak bu önemli haberi sana vermemiş. Neyse sağdıcımsın diye seni daha çok üzmeyeyim, Derya pek beğenmiş köyü.”
“Köyümüz güzel tabi beğenecek. Ne var bunda?”
“Birileri bunu merak etti deyince de kızarmış ama.”
Mehmet Ali bunu duyunca gülümsemeye başladı. Önce küçük olan gülümseme sonra kulaklarına kadar yayılmıştı. Tek laf etmedi ama yüzündeki gülümseme uzun süre değişmedi.

Ece, baba evinden koca evine gidecekti. Hazırlıklar tamamdı. At arabası ile gidiliyordu eskiden ama o at arabası ile değil yakışıklısı ile gitmek istiyordu. Evden çıkacağı zaman küçük kardeşleri odasına doluşup kapıyı kilitleyince gülmeye başladı. “Açın çocuklar ayıp bu.”
“Ayıp değil abla. Adetmiş öğrendik. Halil amca bize bahşiş vermeden bu kapı açılmayacak.”
“Yapmayın çocuklar ben veririm size para.”
“Olmaz, bu adetmiş. Halil amca açtıracak bu kapıyı.”
Çocukların inadı hepsinin yüzer lira alması ile son bulmuştu. Ece kapıdan çıkarken ailesinde herkesin gözleri yaşlıydı. Asude kucağında bebeği ile en çok ağlayan ikinci kişiydi. Osman Bey arabaya binmeden önce kızının atına binişini izledi. Atın iki tarafında  seyisleri vardı. Diğer atların başında Toprak tarafından tutulmuş güvenliklerden biri kalmıştı.  
İzmir’den gelen adamlar etrafta dolaşıyor şüpheli birilerini gözlüyordu.  Toprak, üç gün için sivil bir sürü güvenlik görevlisi getirmişti. İlk iki gün kazasız belasız geçmişti ama son günden o kadar emin değildi.
Ece’nin at üstünde, kalın duvak örtüsü yüzünden etrafını çok az gördüğü yolculuk tahmininden uzun sürdü. Atın yavaş adımlarla gitmesi ve köylülerinin iyi dileklerini dinleyerek kat ettiği mesafeler her geçen dakika heyecanını arttırıyordu. Köylüye göre ilk kez sevişecekti ama kendisi ilk olmadığını biliyordu. Yine de çok heyecanlıydı. Ne de olsa ‘kocası’ ile ilk kez sevişecekti. O bunları düşünürken evin önünde onu bekleyen Toprak huzursuzlaşıyordu. Bir olay çıkmasından çok korkuyordu. Evin etrafındaki davetliler gelinin gelişini izliyordu. Emine Hanım da gelinin başından aşağı dökmek için hazırlanmış, bozuk paraların, kuru yemiş ve şekerlerin olduğu tası elinden bırakmadan bekliyordu.
Ece’nin at üstünde getirilecek olması ve atın Gümüş Kanat olması da ayrıca tedirgin ediyordu, Toprak’ı. Sağdıçı da en az kendisi kadar tedirgindi.
Mehmet Ali’nin gözleri bir Toprak, bir Derya arasında gidip geliyordu. Doğru düzgün konuşamamıştı. Bir iki gün daha bağbozumu için kalacaklarını duyunca konuşmak için bir fırsat yaratabileceğini düşünmüştü. Şimdi de bakışlarını sık sık ona çevirip duruyor, bunu engelleyemiyordu. Üstelik bu bakışların çoğunda onun da kendisine baktığını görüp ümitleniyordu. O bunları düşünürken Toprak evin önündeki hareketlilik ile kendine geldi.
“İşte şimdi kıyamet kopacak.” Toprak, fısıltıyla konuşmuş, onu zorlukla duyan Mehmet Ali aynı tedirginliğin yansıdığı sesi ile yanıtlamıştı. “Belki kızmaz! Ne de olsa sürpriz olacaktı. Söylemeni beklemesi saçma olmaz mı?”
“O Ece, sence bu dediğin yeterli mi? Ayrıca daha önce bana gizli saklı bir şey istemediğini söylemişti.”
“Haklısın ne diyeyim. Sabaha sağ çıkar mısın acaba? İkna et de işkence etmeden öldürsün seni!”
Toprak yanıt vermedi. Veremedi. Çünkü gelini, karısı, atın sakin adımları ile eve yaklaşıyordu. Ece’nin yüzünün örtülü olması durumu daha da kötüleştirmişti. Toprak ne ile karşılaşacağını hiç bilmiyordu. Tek umudu sevgisinin kötü tepkilere engel olmasıydı.
Ece attan inerken Emine Hanım elindeki tastakileri havaya atmış, çocuklar ayaklarının dibinde dökülenleri toplamak için civcivler gibi koşuşturmaya başlamıştı. Onlara takılmadan yengenin evinin kapısına doğru bir iki adım attı ve olduğu yerde kaldı. Geldikleri evin yengenin evi olmadığını yeni fark ediyordu. İnşaatı henüz bitmiş olan yeni evin önündeydiler.
Konuklar için küçük evlerin tutulduğunu biliyordu. Hatta Derya ile Deniz de o evlerden birinde kalıyordu. Ama kendileri için büyük evi tutacağından hiç bahsetmemişti Toprak. Ertesi gün bağbozumu olacağı ve köyde halen adet olmadığı için balayı yapılmayacaktı. Ama yine de bu evin tutulması tuhaf değil miydi? Ece kalın duvağın arasından artık kocası olan adama bakmaya çalıştı. Yüzünde korku mu vardı?
Korku?
Evet korkuyordu. Çünkü bir şeyler gizlemişti. Çok büyük şeyler gizlemişti. Kendisi günlerce evin yeni sahibini düşünmüş, bağların ne olacağını merak etmişti ve kocasının kendisi için büyük fedakârlıklar yaptığını sanıp üzülmüştü. Oysa Toprak kendi topraklarına geri dönüyordu. Ve bunu karısından gizlemişti!
Ece etrafındaki kalabalığı süzüp bakışlarını kocasına çevirdi, dişlerinin arasından “Sen bana çok fazla yalan söylüyorsun! Kalabalık dağılsın seninle uzun uzun konuşacağız.” dedi.
Toprak, yüzünün rengi atmış olarak babası ile son kez oynamak ve düğünü bitirmek için evin önündeki boşluğa doğru yürüyordu. Başına kötü şeyler geleceğini biliyordu. Küsmesine dayanamayacağını bildiği gibi. Zoraki yaptığı oyundan sonra köylüler evin etrafından alkışlarla ayrılmıştı.
Toprak, gelin geldiği eve girmek için kocasını bekleyen Ece’nin yanına giderken onun Mehmet Ali ile konuştuğunu görüp ne söylediğini merak etti.
Sağdıcın kolunu tutup “Ne dedi sana?” diye sordu. Mehmet Ali bıkkın bir şekilde “Az önce şaka yapıyordum ama inan bu kadar kızacağını ben bile tahmin etmedim. Allah kolaylık versin.” dedi ve görevinin bitmiş olmasından duyduğu memnuniyetle bahçe kapısına doğru yürüdü. Artık arkası dönük olduğu için yüzündeki sırıtmayı da gizlemeye uğraşmıyordu.

Ece, yanına gelen yakışıklı adama bakıp kaşlarını çattı. O kadar kızgındı ki başkalarının görmesini umursamadan tepinebilirdi bile. Kapıdan içeri girer girmez Ece sırtını kapıya yasladı. Tek bir adım bile atmaya niyeti yoktu. Etrafına bile bakmadan kaşlarını çatarak konuşmaya başladı. “Bana neden söylemedin? Neden yengenin evinde kalacağımız yalanını uydurdun? Neden benden devamlı bir şeyler gizliyorsun?”
“Canım, ne olursun sakin ol. Kızacağını biliyordum ama bu evin sürpriz olmasını istiyordum. Hem senin istediğin gibi olsun, hem düğüne yetişsin diye herkes o kadar çok çalıştı ki, şimdi bu kadar kızman o emeğe haksızlık.”
“Kimsenin emeği ile bir derdim yok. Konuyu başka yere çekme. Bana yalan söyledin. Üstelik benden bir daha bir şey gizlememeni istediğim halde!”
“Bu bir şey gizlemek değildi. Bu sürprizdi. Seveceğini düşündüğüm, sevineceğini sandığım bir sürpriz! Bağları satmadık. Bir iki küçük bağı sattık ama kalanını satmadık. Başka planlarla çözdük.” Kapıya sırtını yaslamış karısının yanına gidip elini tuttu. Üstlerindeki kıyafetlerle, eski bir köy filminden fırlamışlar gibi duruyorlardı. Duvağın yanlarından sarkan süsler yüzünü saklamış gibiydi Ece’nin ama sinirden çakmak çakmak olmuş gözlerini saklayacak hiçbir şey yoktu. Çimen yeşiline dönmüştü o gözler.
“Gel şöyle oturalım. İkimiz de çok yorgunuz. Gel sana tüm buralarda neler yapıldığını ve neler yapılacağını anlatayım. Bittiğinde hâlâ bana kızgınsan cezama razı olacağım.”
Ece, üç günlük yorgunluğun o son cümlelerle üstüne çullandığının fark etmiş gibi kapıdan ayrıldı. O artık nikâhlı kocası idi. Kavga edecekse de ona göre edecekti. Kapı ağzında kaçmaya hazırmış gibi durmasının bir manası yoktu. Kendisine uzatılan eli tutmak yerine içinde bulundukları odaya doğru bir adım attı.
Oda dediği yer neredeyse tüm alt katı kaplayan alandı. Sevil Hanımın anlattığı şeylerin yapıldığını görünce beğeni ile baktı etrafına. Ortada güzel bir şömine, etrafında rahat oturma alanları vardı. Büyük bir televizyon dolabı, ahşap kapakları açık duruyordu. Onların kapanması halinde odada başka hiç teknolojik bir ürün gözükmeyecekti. Tüm iç duvarlar ahşap kaplanmıştı. Burnuna gelen kokunun bu duvarlardan kaynaklandığını anlamıştı.
Kışa kadar yanma ihtimali zayıf olan şöminenin karşısındaki koltuğa oturdu. Toprak da karşısına oturunca soru dolu bakışlarla süzdü.
“Ece, bana öyle kızgın gözlerle bakma. İnan seni sevindirmekten başka bir amacım yoktu. Üstelik senin verdiğin fikirler yüzünden böyle bir şeye kalkıştım. Bu içinde bulunduğumuz alan evimizin şarap evi ile bağlantılı odası. Asıl dairemiz üst katlarda. Bu kata da mutfak ve banyo yapıldı ama özel mutfağımız ve banyomuz yine üst katta. Senin o çok sevdiğin İzmir’deki köşenin aynısı buraya da yapıldı. İstediğin zaman orada yatıp yıldızları izleyebileceksin. Elbette ben de orada yatacağım. Havuzumuzu yine senin eski evdeki havuzu kullanamaman yüzünden yaptırdım. Bunu kullanacaksın. Çünkü artık işlere ben de yardım edeceğim. Etrafa yapılmış on tane bungalov kardeşlerimiz ve dostlarımız için tatil evi olarak planlandı. Birini Murat birini de annesi şimdiden tuttu bile. Üstelik devre mülk yöntemi ile farklı zamanlarda farklı müşterilere kiralayacaklar. Aynı şeyi kardeşlerimize ait olanlar için de yapacaklar. Küçük çaplı bir tatil köyü olarak düşün. Senin şarap fabrikanda üretilecek şarapların teşhiri ve tadımı için yan tarafa çok güzel bir bölüm yapıldı. Yine senin verdiğin fikirle bir tadım bölümü de okuma odası şeklinde bu alana yapıldı. Konuklar, şarap yudumlayıp kitap okuyabilecekler. Kalan misafirler orada saatlerce oturabilir. Elbette o kadar uzun süre oturanlar acıkacak. İşte o zaman da devreye ben gireceğim. Bir aşçımı da buraya getireceğim. İzmir’deki lokanta zaten kendisini ispatlamış bir yer. Haftada bir denetlemeye gideceğim ve sonra yine buraya sana döneceğim. Sen de ne köyünden, ne toprağından, ne de atlarından ayrılmamış olacaksın. Hem senin boxlar doldu. Yeni atlar için ihtiyacın olan boxların yerini de belirledik. Sadece kaç boxlık yer istediğini söylemen inşaatı başlatacak.”
Toprak nefes almadan aklındakilerin hepsini sayıp dökmüştü. Ece, başındaki duvağın etrafındaki süsler ile yüzünü gizlemiş onun anlattıklarını dinliyordu. Ne çok şey olmuştu o farkında olmadan! Burnunun dibinde dünyası değişmişti ama o şüphelenmemişti bile.
“Recep’in beni nasıl kandırdığını düşünüp duruyordum. Şimdi anlıyorum. Bağlardaki küçük bir değişimi fark etmek çocuk oyuncağı! Atların derdini anlamam da öyle. Ama iş hayata geldiği zaman ben burnumun dibini göremiyormuşum. Ben duymadan bu kadar çok şeyi yaptın… Sürpriz! Gerçekten sürpriz oldu. Kendim hakkında bir şey daha öğrendim. Ne kadar kör ve aptal olduğumu. Ben bunca zaman yaptığın fedakârlığı düşünüp kahrolurken sen kendi keyfini sürecek şekilde düzenlemeleri yapmışsın. Ağzımdan laf alıp burayı şekillendirmişsin. Etrafımdaki herkes neyin ne olduğunu bilirken ben saf saf konuşup hayallerimi anlatmışım. Şimdi de ‘sana sürpriz yaptım, kabul et’ diyorsun. O kadar kolay mı?”
“Seni seviyorum.”
“Benim söylediklerimin yanıtı bu değil.”
“Ama benim yaptıklarımın nedeni bu. Seni seviyorum. Her şey senin istediğin gibi olsun diye uğraşıyorum. Seni mutlu görmek istiyorum. Sana yalan söylemedim. Sadece noksan bilgi verdim. Büyük ve kalabalık bir aile için yapıldığını söylemiştim. İki kişi olarak gireceğimiz bu evde bir sürü çocuk istiyorum. Zaten ikimizin annelerinin de az çocuk yapmayı başaramamış olması beni umutlandırıyor. İki de kalacağımızı hiç sanmıyorum. Üç belki de dört çocuk olabilir. Hem arkadaşlarımız ve kardeşlerimiz etrafımızda olacak. Üst kattaki mutfakta sizin evdeki kadar büyük bir masa olduğunu gördüğünde şaşırma. Çünkü o masanın etrafında kalabalık aile yemekleri vereceğiz. Ailemiz saydığımız arkadaşlarımızı da sık sık ağırlayacağız.”
“Bunlar çok güzel şeyler ama yine de beni kandırdığın gerçeğini değiştirmiyor.”
“Başka oyun, sürpriz ya da kandırmaca yok. Bitti artık. Affet beni de evliliğimize başlayalım. Lütfen bir tanem, affet beni.”
Ece onun üzgün yüzüne bakıp deminden beri zorladığı kaşlarını düzeltti. Alnının ortasında koca bir iz oluşacaktı biraz daha devam etseydi. Kocasının yakışıklı yüzüne doğru eğilince duvağın üstündeki süsler de öne doğru sarkıp yüzünü biraz daha kapattı. Ece onları geri iterken daha da eğildi ve bu kez keyifli bir sesle “Bana şu yıldızları izleyeceğim yeri göster, sonra karar vereceğim.” dedi.
Toprak gülümseyerek kendisine çekip sarıldı. Sonra da öpmeye başladı. Onun bu saman alevi gibi olan kızgınlıklarını da seviyordu. Hemen affeden yapısının bazen çok faydasını gördüğünü kabul etmeliydi.
Uzunca bir süre öpüşerek aşağıda oyalandılar. Artık hava tamamen kararmıştı. Alt katın zaten tüm pencerelerinin ahşap jaluzileri kapatılmıştı. Dilerlerse orada bile sevişebileceklerdi ama Ece yeni evini merak ediyordu.
Üst katları dolaşıp tüm evi gezdiler. En son küçük çatı katına çıktılar. Burası plana sonradan ilave edilmişti. Özel bir cam kaplama ile tavanın bir kısmı açık bırakılmıştı. Yerdeki minderlerin kalınlığı çok hoşuna giden Ece kendini üstlerine attı. “Seninkinden bile güzel olmuş burası.” diyerek ellerini başının altına koyup yeni yeni gözükmeye başlayan yıldızlara baktı.
“Bu odadan bahsettiğin an seni affetmiştim biliyor musun? Ama yine de tüm detayları sayıp dökmen iyi oldu. Tek bir sorum var.”
“Sor.”
“Ablaların? Paylarını almaktan vaz mı geçtiler? Yıllık kazançları mı istiyorlar?”
“Evet, kimse payını istemiyor. Artık yeniden işe sarılabileceğiz ve babam da yine pazarlamasını yapacak.”
“Yarın işçilere söyleyeceğim, iki bağın arasında bulunan çitleri kaldırsınlar. Sınır olan bağların tek parça olması hem sürümü kolaylaştırır hem de işçilerin çalışmasını rahatlatır. Uzak olanları idare ederiz.”
“Benim de bir sorum var.”
“Sor.”
“Tüm gece bağlardan mı konuşacağız?”
“Hayır.”


1 yorum:

  1. Harika bir sürpriz ❤️Ece nin damar yapmasını bile görmezden geliyor insan 😊

    YanıtlaSil