26 Kasım 2015 Perşembe

YAKIŞIKLI 54. Bölüm

Ece, alıcıların artmasından memnun atın boynunu okşuyordu. “Talibin arttı oğlum. Ama biz zaten böyle olacağını biliyorduk değil mi? Her arayan fiyat arttırıyor. Satayım mı seni?” Anlamış gibi kafasını çevirip bakan atın sağrısını okşayıp “Satar mıyım? Deli miyim? Sen benim en değerli atımsın. Sus onlar duymasın, kıskanmasın.” diyordu diğer atları gösterirken.
“Onları bilmem ama ben bu sevgiyi kıskanıyorum.”
“Toprak? Ne zaman geldin sen?”
“Tam olarak…” saatine bakıp yanıtladı “…üç dakika önce. Bu süreyi de sürpriz olsun diye uzakta bıraktığım araçtan yürüyerek geçirdim.”
“Gerçekten oldu. Biliyor musun Asude’den haber bekliyoruz. Aslında Denizli’ye gidecektik ama yanlış ihbarmış, kaldık.”
“Nasıl yanlış ihbar?”

“Bir iki günü daha varmış. Doktoru öyle diyor ama bebeğin ne diyeceği daha önemli.”
“Hayırlısı olsun, sağlıkla doğsun da!”
“Anneme kalırsa geç bile kalmış ya neyse. Sen hafta sonu gelmeyecek miydin?”
“Evet, öyleydi ama Murat ve Sevil Abla gelecek olunca onlara takıldım ben de.”
“A onlar mı geldi? İnşaat ne durumda? Bitecek gibi mi bu yaz?”
“Biter diyorlar. En büyük işleri ince işlermiş. Döşemeler, boyalar, kapılar falan. Sen hiç uğramadın mı inşaata?”
Yüzü düşmüştü. “Çok işim vardı. Bizim bağların işlerini kolayladık. Sizin satılmayan bağların da çoğu işi bitti. Ne yapacaksınız? Hala niyetli misiniz satmaya?”
“Bilmiyorum. Bakalım acelesi yok nasılsa.”
“Toprak, nasılsa sen de buraya sık geleceksin. Hatta çoğu zaman burada olacaksın, tatlım satmayın. Bir yolunu bulalım ablalarının paylarını verelim istersen. O bağları da sen işlet. Ben zaten yardım ederim.”
Toprak, sarılıp yemenisinin üstünden öptü Ece’yi. “Canım, çok tatlısın. Bakalım önce şu düğünü bir yapalım da sonra neler olacak görelim. Sen şaraphaneyi ne yaptın?”
“Tamam orası. Murat’ın yolladığı ekip yıkılan dökülen ve yanan yerleri halletti. Eskisinden de iyi oldu. Zaten dokusunu hiç bozmadan yaptılar, hayret ettim. Fikret Bey, evine yerleşti. Bağları gezdi. Üzümlerin durumundan memnun. Hatta sizin üzümlerin de iyi olduğunu teyit etti. İki aya kadar hepsi istenilen boyuta gelecek.”
“E hazır şaraptan konuşuyoruz, şu senin özel üretim ne durumda?”
“Bakalım ne olacak? O bağın üzümlerini ilk kez alacağız. Aşılama tuttu ise bu sene üreteceğiz.”
“Hadi bakalım, üret de güzel bir şarap içelim.”
“Kötü müydü eski içtiklerin?”
“Aman hemen de tavır yapar, yok onlar da güzeldi ama bu sadece senin üretimin olacak ya ondan dedim.”
“Çevir kazı yanmasın.”
“Yine atışacak mıyız? Yok mu şöyle seni biraz sıkıştırıp öpebileceğim bir yer?”
“Çok terbiyesiz oldun sen. Ne demek sıkıştırmak? Ayrıca artık nişanlıyız, öyle şeyler yapamayız, yakalanırsak düğünü bekleyemediler derler.”
“Ah şu adetlerimiz. ‘Kim ne der?’ Kızım artık nişanlıyız, hadi bir yer bul yoksa seni ulu orta öpeceğim.” Onun derdini anlamış gibi ahırda çalışan Yakup el arabasını iterek binadan çıktı. “Oh be, gel şuraya.” diyerek hemen öpmeye başladı. Ece gülmekten öpüşemeyince o da gülmeye başladı. “Kudurdun mu?” diyen Ece’nin kıçına tokadı basıp, “Kudurtma… Ne zaman geleceksin İzmir’e.” diye sordu. .
“On gün var. Ama bu arada güzel bir piknik yapabiliriz.”
“Çok isterdim ama misafirlerim olduğunu unutma.”
“Ah inan unutmuştum bile.”
“Onlara yemek hazırlamam lazım. Sen de gel. Şu senin aldığın ve benim hala teşekkür etmediğim bıçak takımımla şaheserler yaratacağım. Tabi yengemin mutfağında ne kadar şaheser yaratılabilirse?”
“Ne varmış yengenin mutfağında? Ne güzel börekler yapıyor bize.”
“Küçük tatlım, çok küçük bir mutfak. Bizim mutfağımız büyük olmalı.”
“Toprak, biz nerede oturacağız?”
“Nihayet kafana dank etti mi? Sanırım bir süre yengemin evinde kalacağız. Sonuçta orası babamın da evi ve bir sürü oda var. Sonra kendimize yeni bir yer yaparız. Murat’a iş çıksın.”
“Didem ile kavga etmişler biliyor musun?”
“Evet, suratından düşen bin parça. Bir müvekkilini görmüş Didem, adam da biraz samimi davranmış, bizimki de kıskançlıktan delirmiş. Eve dönerken arabada Didem’e demediğini bırakmamış. Didem de kırmızı ışıkta inmiş ve çekmiş gitmiş. Sanırım iyi bir özür bekliyor Didem. Sen Murat’a fikir versene. Çok güzel özür diliyorsun.” Son cümle dalga geçmek içindi. Ece, yemeninin iki ucunu çekip burnunu dikti havaya, “O bana özel bir yöntemdi. Ayrıca haksızken özür dilemesi gereken bendim. Bu hep ben dileyeceğim anlamına gelmez. Sakın kavga çıkartayım deme.”
“Çıkartmam. Sen de çıkartma ama! Ayrılık hiç hoşuma gitmedi. İnsanın canını acıtıyor.”
“Murat’ın da canı acıyorsa barışırlar. Acımıyorsa barışmasınlar zaten.”
“Hadi yanlarına gidelim de kendin gör canı yanıyor mu, yanmıyor mu?”

Ece, daha karşıdan gördüğünde Murat’ın ne kadar üzgün olduğunu anladı ama arkadaşının da boşa küsmeyeceğini bildiği için kendisini tutup haline üzüldüğünü belli etmedi. Murat onunla selamlaşmış ve inşaatların kabasının tamamen bittiğini, artık ince işlerin tamamlanmasının kaldığını anlattı. Ece zaten ana binayı ve etrafındaki on küçük evi görünce gözlerine inanamamıştı. Son kez geldiğinde Toprak ile Zeynep’i görüp o hışımla geri dönmüş, etrafına hiç bakamamıştı. Geçen süre içinde büyük evin havuzu bile tamamlanmıştı. Küçük evlerin kullanacağı havuz da bitmek üzereydi.
Sevil Hanım, telefonla konuşurken Ece de etrafı rahat rahat inceledi. “Toprak, çok güzel olmuş burası. Ana ördeğin etrafında dolaşan yavruları gibi gözüküyor küçük evler. Bu yaz bitmeden ilk misafirlerini ağırlar burası. Ne yaptı Sevil Hanım, satış yaptı mı?”
“Sanırım bu yaz sonunda belki de bağbozumunda birileri gelecek. Hızlı yürüyor işler. Çok büyük aşama olmuş önceki gelişimden bu yana.”
“Önceki gelişini anımsatma bana.”
“Neden tatlım? Kıskançlığını anımsamak mı kızdırıyor seni?”
“O an gözümün döndüğünü hissettim. Alt tarafı gitar çalıyordun ve o küçük şıl… cadı senin ağzının içine düşmek üzereydi ama yine de benim sakin olmam gerekirdi. Onun saçını başını yolmayı istemem hiç hoş değil.”
“Onun saçını mı yolacaktın? Ah en büyük fantezim iki kadının dövüşmesini izlemektir. Keşke saldırsaydın.”
“Dalga geçme benimle. Sen de nasibini alacaktın. O gitarı kafana geçirmeyi ne çok istedim.”
“Bana nasıl kıyacaktın?”
“Sen o kıza şarkı söylerken bana nasıl kıydıysan aynen öyle kıyacaktım.” Yine sinirlenmiş o ana dönmüş ve tüm kıskançlığı yüzeye çıkmıştı. Toprak gülerek kolundan tutup kendine çekti. Etraftakileri umursamadan yüzüne bakıp “Seni seviyorum.” dedi. Ece az önceki duygularının yatıştığını, yerine yine büyük bir sevginin dolduğunu hissetti. “Ben de seni seviyorum. Şimdi rezil olmadan beni bırak yoksa ben seni öpmeye başlayacağım.”
“Etrafımız bu kadar kalabalık olmasaydı zaten çoktan öpülmüştün. Bak Sevil ablanın telefonu da bitti, biz konuşuyoruz diye gelemiyor kadın.”
Sevil elindeki not defterine yeni notlar alıyordu. Ece’nin yanına geldiğini görünce “Müthiş olacak, ana ev için bir sürü fikrim var. Dinle bak, ilk kat çocukların, yani aslında ikinci kat. Sonra üçüncü katı da anne ile babanın yapacağım. Aile büyükleri üst kata çıkarken çocukları kontrol edebilsin. Ya da tam tersini mi yapsam? Çocuklar anneleri uyuyunca kaçıp gider mi alt kattan?”
“Gitseler nereye gidecekler? Köy burası. Kaç yaşında çocuklar?”
“Ah tatlım daha yok, olunca hazırlıklı olsunlar diye aklımdan öyle geçirdim. Sonra bak en alt katta çok büyük bir boş alan olacak. Oraya öyle bir ortam yapacağım ki, isterlerse televizyon izlemek için mesela sağa dönecekler. Ya da romantik bir şömine keyfi için sola dönecekler.” 
“Sevil abla, annemler evi yaptırırken çok beğendiğim bir resim görmüştüm. Sanırım senin anlatmak istediğine benziyordu. Evin tam ortasında hem oturulacak hem de rahatça uzanılacak koltuklarla kare bir oturma alanı oluşturmuşlar. O alanın bir tarafında kütüphane vardı. Bir tarafında şömine. Televizyonu anımsamıyorum ama o da çok iyi fikir. Biz televizyon izlemeyi seviyoruz. Benim pek vaktim olmasa da annemler akşama kadar kapatmıyor.”






“Kütüphane iyi fikir. Bir tarafından bağlar gözükeceği için o tarafı tamamen cam yapacağım. Çift camlar ile nasılsa sıcak soğuk sorununu en aza indiriyoruz. Hem dışarıdan ahşap kepenk yapıp kış gecelerinde evin daha da çok ısınmasını sağlayacağım. Ahşap jaluzi sever misin?”
“Güzel olur ama burası köy. Pek kullanılmaz öyle şeyler.”
“İlk olur o zaman. Tüm evlerde ahşap jaluzi kullanacağım. Zaten evlerde çoğu şeyi ahşap seçeceğim. Paletlerden eşyalar yapılacak. Şu beyaz eşya falan taşınırken kullanılan tahtalar vardır. Onlar palet işte. Öyle mobilyacılardan alınmış süs eşyaları buraya uymaz. Bu ev doğal olmalı ve yaşamalı.”
“Öyle bir anlatıyorsun ki insanın imrenmemesi mümkün değil. Bittiğinde nasılsa görürüm. Hoş geldine uğrar evi gezerim.”
“Sen daha önce gezmedin mi bu evi? Eşyalı halini sonraya sakla gel sana gezdireyim. Hem bu sana da fikir verir. Toprak ile kendi evinizi nasıl istiyorsunuz, neleri sevdin hepsini söylersin, Murat da ona göre bir şeyler çizer size. Tabii o arada şu aptal ruh halinden çıkarsa. Aksi halde düz çizgi bile çizemeyecek. Kızı küstürmüş.”
Üst katın merdivenlerine doğru yürürken Ece de gülümseyerek “Öyleymiş. Didem benim arkadaşım biliyorsunuz değil mi?” dedi.
“Evet, biliyorum. Didem ne diyor? Barışmayı istiyor mu?”
“Didem bana küs olduklarından bile bahsetmedi. O yüzden ne desem yalan.”
“Onun bu suskunluğu ne demektir? İyi mi kötü mü?”
“Sevil abla, üzgünüm ama onun suskunluğu hiç hayra alamet değildir. Çok üzgün ya da kızgın.”
“Eh o zaman Allah yardımcımız olsun. Bu çocuk nasıl öyle kabalaştı hiç anlamadım. Böyle biri değildir.”
“Aşıktır belki.”
“Belki mi? Deli gibi aşık. Zaten şu aptal kıskançlığı başka neden yapmış olabilir ki? İlk kez bir kız arkadaşı ile ilgili derdini bana anlattı. Kavgalarını ve kendi eşekliğini anlatırken ilk kez onu beş altı yaşlarındaki hali ile gördüm. Küçücük bir çocuk gibiydi.”
“O zaman biraz çaba harcayacak ve barışacak… Ben yaptım oldu.”
“Sen yaptın mı? Küs müydünüz?”
“Ah aynı nedenden olay çıkartan ben oldum. Sonra kafamı yeniden çalıştırdım ve restorana gidip bara çıktım, bir şarkı istedim Toprak’tan. O da kendini gizlemeyi bıraktı ve ortaya çıkıp özrümü kabul etti.”
“Hanginiz daha romantiksiniz acaba? Toprak yıllardır gizler kendisini. Elbette bazı müdavimler ve arkadaşları biliyor ama normal müşteri bilmez. Bilenler de onun gizlenme isteğine saygı gösterir.”
“O gece umursamadı gizliliği. Çok şekerdi.”
“Murat da bir yol bulsun. Hiç çekemeyeceğim onun suratını. Evden kovmayı bile düşündük babası ile. Sonra ana babalık ağır bastı da vazgeçtik.”
“Vazgeçmeseydiniz keşke…”  Ece gülmeye başlayınca Sevil Hanım şaşkınlıkla baktı yüzüne.  “Hadi bana bu katta neler yapılacağından bahsedin.”
İki kadın üst katları gezerken Toprak da Murat ile konuşuyordu. Arkadaşı gerçekten çok üzgündü. “Oğlum bu iki arkadaş bizi parmağında mı oynatmaya başladı? Baksana halimize! Ben buraya yerleşiyorum, sen hayata küsmüşsün. Neler oluyor oğlum bize?”
“Sen aşıksın işte, daha ne olsun? Yakında evleneceksin ve köyünde mutlu olacaksın. Ya ben?”
“Evet ya sen?”
“Ben… Ben yine sap gibi kaldım ortada.”
“Evet ya sen? Dedim… Sen aşık değil misin?”  Toprak, Murat’ın yüzüne bakıyordu. Arkadaşı soruyu duymuş fakat yanıtlayamıyordu. Kısa bir süre düşündükten sonra “Aşık mı? Bilmiyorum. Aşık mıyım bilmiyorum ama üzgünüm. Çok büyük eşeklik ettim. Nasıl o kadar olay çıkartabildim inan bilmiyorum.”
“Ben sana Mehmet Ali’ye yumruk attığımı söylemiş miydim? Hani şu köydeki dul adam. Atı var onunda!”
“Yumruk mu attın? Sonra Ece seni nasıl affetti?”
“Ben Mehmet Ali’den özür diledim. Zaten başka bir olay yüzünden attım o yumruğu ama altında yatan kıskanmamdı. Herkes de bunu biliyor.”
“Biliyor ve affediyor, işte fark bu. Didem beni affetmiyor.”
“Özür diledin mi?”
“Özür dile… Pek diledim sayılmaz. Sanırım özür dilemeye çalışırken de onu o adama yüz vermekle suçladım. Yani anlayacağın ‘senin yüzünden o adam öyle yaptı’ falan gibi laflar ettim.”
“Oooo bu felaket.”
“Gel gel üstüme gel de Mehmet Ali’nin yumruğunun iadesini ben yapayım.”
“Sen de farkındasın değil mi kabahatinin büyük olduğunun? “

“Farkındayım. Tamam kapatalım bu konuyu. Bazı notlar almam lazım. Küçük evlerin boyaları bitmemiş. Yerlerin kaplamaları yapılmadan onların bitmesi lazım. Çok az vaktim kaldı teslimata. Annem içeri girdi mi beni bir daha sokmaz. Yani yarım iş kalmamalı.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder