Ece,
alıcıların artmasından memnun atın boynunu okşuyordu. “Talibin arttı oğlum. Ama
biz zaten böyle olacağını biliyorduk değil mi? Her arayan fiyat arttırıyor.
Satayım mı seni?” Anlamış gibi kafasını çevirip bakan atın sağrısını okşayıp
“Satar mıyım? Deli miyim? Sen benim en değerli atımsın. Sus onlar duymasın,
kıskanmasın.” diyordu diğer atları gösterirken.
“Onları
bilmem ama ben bu sevgiyi kıskanıyorum.”
“Toprak? Ne
zaman geldin sen?”
“Tam olarak…”
saatine bakıp yanıtladı “…üç dakika önce. Bu süreyi de sürpriz olsun diye
uzakta bıraktığım araçtan yürüyerek geçirdim.”
“Gerçekten
oldu. Biliyor musun Asude’den haber bekliyoruz. Aslında Denizli’ye gidecektik
ama yanlış ihbarmış, kaldık.”
“Nasıl
yanlış ihbar?”
“Bir iki
günü daha varmış. Doktoru öyle diyor ama bebeğin ne diyeceği daha önemli.”
“Hayırlısı
olsun, sağlıkla doğsun da!”
“Anneme
kalırsa geç bile kalmış ya neyse. Sen hafta sonu gelmeyecek miydin?”
“Evet,
öyleydi ama Murat ve Sevil Abla gelecek olunca onlara takıldım ben de.”
“A
onlar mı geldi? İnşaat ne durumda? Bitecek gibi mi bu yaz?”
“Biter
diyorlar. En büyük işleri ince işlermiş. Döşemeler, boyalar, kapılar falan. Sen
hiç uğramadın mı inşaata?”
Yüzü
düşmüştü. “Çok işim vardı. Bizim bağların işlerini kolayladık. Sizin satılmayan
bağların da çoğu işi bitti. Ne yapacaksınız? Hala niyetli misiniz satmaya?”
“Bilmiyorum.
Bakalım acelesi yok nasılsa.”
“Toprak,
nasılsa sen de buraya sık geleceksin. Hatta çoğu zaman burada olacaksın, tatlım
satmayın. Bir yolunu bulalım ablalarının paylarını verelim istersen. O bağları
da sen işlet. Ben zaten yardım ederim.”
Toprak,
sarılıp yemenisinin üstünden öptü Ece’yi. “Canım, çok tatlısın. Bakalım önce şu
düğünü bir yapalım da sonra neler olacak görelim. Sen şaraphaneyi ne yaptın?”
“Tamam
orası. Murat’ın yolladığı ekip yıkılan dökülen ve yanan yerleri halletti.
Eskisinden de iyi oldu. Zaten dokusunu hiç bozmadan yaptılar, hayret ettim.
Fikret Bey, evine yerleşti. Bağları gezdi. Üzümlerin durumundan memnun. Hatta
sizin üzümlerin de iyi olduğunu teyit etti. İki aya kadar hepsi istenilen
boyuta gelecek.”
“E
hazır şaraptan konuşuyoruz, şu senin özel üretim ne durumda?”
“Bakalım
ne olacak? O bağın üzümlerini ilk kez alacağız. Aşılama tuttu ise bu sene
üreteceğiz.”
“Hadi
bakalım, üret de güzel bir şarap içelim.”
“Kötü
müydü eski içtiklerin?”
“Aman
hemen de tavır yapar, yok onlar da güzeldi ama bu sadece senin üretimin olacak
ya ondan dedim.”
“Çevir
kazı yanmasın.”
“Yine
atışacak mıyız? Yok mu şöyle seni biraz sıkıştırıp öpebileceğim bir yer?”
“Çok
terbiyesiz oldun sen. Ne demek sıkıştırmak? Ayrıca artık nişanlıyız, öyle
şeyler yapamayız, yakalanırsak düğünü bekleyemediler derler.”
“Ah
şu adetlerimiz. ‘Kim ne der?’ Kızım artık nişanlıyız, hadi bir yer bul yoksa
seni ulu orta öpeceğim.” Onun derdini anlamış gibi ahırda çalışan Yakup el
arabasını iterek binadan çıktı. “Oh be, gel şuraya.” diyerek hemen öpmeye
başladı. Ece gülmekten öpüşemeyince o da gülmeye başladı. “Kudurdun mu?” diyen
Ece’nin kıçına tokadı basıp, “Kudurtma… Ne zaman geleceksin İzmir’e.” diye
sordu. .
“On
gün var. Ama bu arada güzel bir piknik yapabiliriz.”
“Çok
isterdim ama misafirlerim olduğunu unutma.”
“Ah
inan unutmuştum bile.”
“Onlara
yemek hazırlamam lazım. Sen de gel. Şu senin aldığın ve benim hala teşekkür
etmediğim bıçak takımımla şaheserler yaratacağım. Tabi yengemin mutfağında ne
kadar şaheser yaratılabilirse?”
“Ne
varmış yengenin mutfağında? Ne güzel börekler yapıyor bize.”
“Küçük
tatlım, çok küçük bir mutfak. Bizim mutfağımız büyük olmalı.”
“Toprak,
biz nerede oturacağız?”
“Nihayet
kafana dank etti mi? Sanırım bir süre yengemin evinde kalacağız. Sonuçta orası
babamın da evi ve bir sürü oda var. Sonra kendimize yeni bir yer yaparız.
Murat’a iş çıksın.”
“Didem
ile kavga etmişler biliyor musun?”
“Evet,
suratından düşen bin parça. Bir müvekkilini görmüş Didem, adam da biraz samimi
davranmış, bizimki de kıskançlıktan delirmiş. Eve dönerken arabada Didem’e
demediğini bırakmamış. Didem de kırmızı ışıkta inmiş ve çekmiş gitmiş. Sanırım
iyi bir özür bekliyor Didem. Sen Murat’a fikir versene. Çok güzel özür
diliyorsun.” Son cümle dalga geçmek içindi. Ece, yemeninin iki ucunu çekip
burnunu dikti havaya, “O bana özel bir yöntemdi. Ayrıca haksızken özür dilemesi
gereken bendim. Bu hep ben dileyeceğim anlamına gelmez. Sakın kavga çıkartayım
deme.”
“Çıkartmam.
Sen de çıkartma ama! Ayrılık hiç hoşuma gitmedi. İnsanın canını acıtıyor.”
“Murat’ın
da canı acıyorsa barışırlar. Acımıyorsa barışmasınlar zaten.”
“Hadi
yanlarına gidelim de kendin gör canı yanıyor mu, yanmıyor mu?”
Ece,
daha karşıdan gördüğünde Murat’ın ne kadar üzgün olduğunu anladı ama
arkadaşının da boşa küsmeyeceğini bildiği için kendisini tutup haline üzüldüğünü
belli etmedi. Murat onunla selamlaşmış ve inşaatların kabasının tamamen
bittiğini, artık ince işlerin tamamlanmasının kaldığını anlattı. Ece zaten ana
binayı ve etrafındaki on küçük evi görünce gözlerine inanamamıştı. Son kez
geldiğinde Toprak ile Zeynep’i görüp o hışımla geri dönmüş, etrafına hiç
bakamamıştı. Geçen süre içinde büyük evin havuzu bile tamamlanmıştı. Küçük
evlerin kullanacağı havuz da bitmek üzereydi.
Sevil
Hanım, telefonla konuşurken Ece de etrafı rahat rahat inceledi. “Toprak, çok
güzel olmuş burası. Ana ördeğin etrafında dolaşan yavruları gibi gözüküyor küçük
evler. Bu yaz bitmeden ilk misafirlerini ağırlar burası. Ne yaptı Sevil Hanım,
satış yaptı mı?”
“Sanırım
bu yaz sonunda belki de bağbozumunda birileri gelecek. Hızlı yürüyor işler. Çok
büyük aşama olmuş önceki gelişimden bu yana.”
“Önceki
gelişini anımsatma bana.”
“Neden
tatlım? Kıskançlığını anımsamak mı kızdırıyor seni?”
“O
an gözümün döndüğünü hissettim. Alt tarafı gitar çalıyordun ve o küçük şıl…
cadı senin ağzının içine düşmek üzereydi ama yine de benim sakin olmam
gerekirdi. Onun saçını başını yolmayı istemem hiç hoş değil.”
“Onun
saçını mı yolacaktın? Ah en büyük fantezim iki kadının dövüşmesini izlemektir.
Keşke saldırsaydın.”
“Dalga
geçme benimle. Sen de nasibini alacaktın. O gitarı kafana geçirmeyi ne çok
istedim.”
“Bana
nasıl kıyacaktın?”
“Sen
o kıza şarkı söylerken bana nasıl kıydıysan aynen öyle kıyacaktım.” Yine
sinirlenmiş o ana dönmüş ve tüm kıskançlığı yüzeye çıkmıştı. Toprak gülerek
kolundan tutup kendine çekti. Etraftakileri umursamadan yüzüne bakıp “Seni
seviyorum.” dedi. Ece az önceki duygularının yatıştığını, yerine yine büyük bir
sevginin dolduğunu hissetti. “Ben de seni seviyorum. Şimdi rezil olmadan beni bırak
yoksa ben seni öpmeye başlayacağım.”
“Etrafımız
bu kadar kalabalık olmasaydı zaten çoktan öpülmüştün. Bak Sevil ablanın telefonu
da bitti, biz konuşuyoruz diye gelemiyor kadın.”
Sevil
elindeki not defterine yeni notlar alıyordu. Ece’nin yanına geldiğini görünce
“Müthiş olacak, ana ev için bir sürü fikrim var. Dinle bak, ilk kat çocukların,
yani aslında ikinci kat. Sonra üçüncü katı da anne ile babanın yapacağım. Aile
büyükleri üst kata çıkarken çocukları kontrol edebilsin. Ya da tam tersini mi
yapsam? Çocuklar anneleri uyuyunca kaçıp gider mi alt kattan?”
“Gitseler
nereye gidecekler? Köy burası. Kaç yaşında çocuklar?”
“Ah
tatlım daha yok, olunca hazırlıklı olsunlar diye aklımdan öyle geçirdim. Sonra
bak en alt katta çok büyük bir boş alan olacak. Oraya öyle bir ortam yapacağım
ki, isterlerse televizyon izlemek için mesela sağa dönecekler. Ya da romantik
bir şömine keyfi için sola dönecekler.”
“Sevil abla, annemler evi yaptırırken çok beğendiğim bir resim görmüştüm. Sanırım senin anlatmak istediğine benziyordu. Evin tam ortasında hem oturulacak hem de rahatça uzanılacak koltuklarla kare bir oturma alanı oluşturmuşlar. O alanın bir tarafında kütüphane vardı. Bir tarafında şömine. Televizyonu anımsamıyorum ama o da çok iyi fikir. Biz televizyon izlemeyi seviyoruz. Benim pek vaktim olmasa da annemler akşama kadar kapatmıyor.”
“Kütüphane
iyi fikir. Bir tarafından bağlar gözükeceği için o tarafı tamamen cam
yapacağım. Çift camlar ile nasılsa sıcak soğuk sorununu en aza indiriyoruz. Hem
dışarıdan ahşap kepenk yapıp kış gecelerinde evin daha da çok ısınmasını
sağlayacağım. Ahşap jaluzi sever misin?”
“Güzel
olur ama burası köy. Pek kullanılmaz öyle şeyler.”
“İlk
olur o zaman. Tüm evlerde ahşap jaluzi kullanacağım. Zaten evlerde çoğu şeyi
ahşap seçeceğim. Paletlerden eşyalar yapılacak. Şu beyaz eşya falan taşınırken
kullanılan tahtalar vardır. Onlar palet işte. Öyle mobilyacılardan alınmış süs
eşyaları buraya uymaz. Bu ev doğal olmalı ve yaşamalı.”
“Öyle
bir anlatıyorsun ki insanın imrenmemesi mümkün değil. Bittiğinde nasılsa
görürüm. Hoş geldine uğrar evi gezerim.”
“Sen
daha önce gezmedin mi bu evi? Eşyalı halini sonraya sakla gel sana gezdireyim.
Hem bu sana da fikir verir. Toprak ile kendi evinizi nasıl istiyorsunuz, neleri
sevdin hepsini söylersin, Murat da ona göre bir şeyler çizer size. Tabii o
arada şu aptal ruh halinden çıkarsa. Aksi halde düz çizgi bile çizemeyecek.
Kızı küstürmüş.”
Üst
katın merdivenlerine doğru yürürken Ece de gülümseyerek “Öyleymiş. Didem benim
arkadaşım biliyorsunuz değil mi?” dedi.
“Evet,
biliyorum. Didem ne diyor? Barışmayı istiyor mu?”
“Didem
bana küs olduklarından bile bahsetmedi. O yüzden ne desem yalan.”
“Onun
bu suskunluğu ne demektir? İyi mi kötü mü?”
“Sevil
abla, üzgünüm ama onun suskunluğu hiç hayra alamet değildir. Çok üzgün ya da
kızgın.”
“Eh
o zaman Allah yardımcımız olsun. Bu çocuk nasıl öyle kabalaştı hiç anlamadım.
Böyle biri değildir.”
“Aşıktır
belki.”
“Belki
mi? Deli gibi aşık. Zaten şu aptal kıskançlığı başka neden yapmış olabilir ki?
İlk kez bir kız arkadaşı ile ilgili derdini bana anlattı. Kavgalarını ve kendi
eşekliğini anlatırken ilk kez onu beş altı yaşlarındaki hali ile gördüm.
Küçücük bir çocuk gibiydi.”
“O
zaman biraz çaba harcayacak ve barışacak… Ben yaptım oldu.”
“Sen
yaptın mı? Küs müydünüz?”
“Ah
aynı nedenden olay çıkartan ben oldum. Sonra kafamı yeniden çalıştırdım ve
restorana gidip bara çıktım, bir şarkı istedim Toprak’tan. O da kendini
gizlemeyi bıraktı ve ortaya çıkıp özrümü kabul etti.”
“Hanginiz
daha romantiksiniz acaba? Toprak yıllardır gizler kendisini. Elbette bazı
müdavimler ve arkadaşları biliyor ama normal müşteri bilmez. Bilenler de onun
gizlenme isteğine saygı gösterir.”
“O
gece umursamadı gizliliği. Çok şekerdi.”
“Murat
da bir yol bulsun. Hiç çekemeyeceğim onun suratını. Evden kovmayı bile düşündük
babası ile. Sonra ana babalık ağır bastı da vazgeçtik.”
“Vazgeçmeseydiniz
keşke…” Ece gülmeye başlayınca Sevil Hanım
şaşkınlıkla baktı yüzüne. “Hadi bana bu
katta neler yapılacağından bahsedin.”
İki
kadın üst katları gezerken Toprak da Murat ile konuşuyordu. Arkadaşı gerçekten
çok üzgündü. “Oğlum bu iki arkadaş bizi parmağında mı oynatmaya başladı?
Baksana halimize! Ben buraya yerleşiyorum, sen hayata küsmüşsün. Neler oluyor
oğlum bize?”
“Sen
aşıksın işte, daha ne olsun? Yakında evleneceksin ve köyünde mutlu olacaksın.
Ya ben?”
“Evet
ya sen?”
“Ben…
Ben yine sap gibi kaldım ortada.”
“Evet
ya sen? Dedim… Sen aşık değil misin?”
Toprak, Murat’ın yüzüne bakıyordu. Arkadaşı soruyu duymuş fakat
yanıtlayamıyordu. Kısa bir süre düşündükten sonra “Aşık mı? Bilmiyorum. Aşık
mıyım bilmiyorum ama üzgünüm. Çok büyük eşeklik ettim. Nasıl o kadar olay
çıkartabildim inan bilmiyorum.”
“Ben
sana Mehmet Ali’ye yumruk attığımı söylemiş miydim? Hani şu köydeki dul adam.
Atı var onunda!”
“Yumruk
mu attın? Sonra Ece seni nasıl affetti?”
“Ben
Mehmet Ali’den özür diledim. Zaten başka bir olay yüzünden attım o yumruğu ama
altında yatan kıskanmamdı. Herkes de bunu biliyor.”
“Biliyor
ve affediyor, işte fark bu. Didem beni affetmiyor.”
“Özür
diledin mi?”
“Özür
dile… Pek diledim sayılmaz. Sanırım özür dilemeye çalışırken de onu o adama yüz
vermekle suçladım. Yani anlayacağın ‘senin yüzünden o adam öyle yaptı’ falan
gibi laflar ettim.”
“Oooo
bu felaket.”
“Gel
gel üstüme gel de Mehmet Ali’nin yumruğunun iadesini ben yapayım.”
“Sen
de farkındasın değil mi kabahatinin büyük olduğunun? “
“Farkındayım.
Tamam kapatalım bu konuyu. Bazı notlar almam lazım. Küçük evlerin boyaları
bitmemiş. Yerlerin kaplamaları yapılmadan onların bitmesi lazım. Çok az vaktim
kaldı teslimata. Annem içeri girdi mi beni bir daha sokmaz. Yani yarım iş
kalmamalı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder