Yolculuk
sorunsuz geçmişti. Köydekilerde iyiydi. At yerine yerleştirildikten sonra
bağlarda çalışan işçilerden iki kişi Ali ve Yakup ile nöbetleşe beklemek için
ayarlanmıştı. Evdekiler yaşananları bir kez daha dinlediğinde neredeyse Ece’yi
döveceklerdi. Sakin olmalarını söyledikçe hepsi deliriyordu. En sonunda Ece
onlardan daha çok bağırarak herkesi susturdu. “Tamam belki biraz gözü karalık
yaptım ama kesinlikle jandarmanın geleceğini bildiğim için o kadar rahattım.
Hem zaten onlar da hemen geldi. Yoksa böyle bir delilik asla yapmazdım.”
İlkay
da bağırıyordu. “Yapardın. Böyle bir durumda sana güvenemem. Yine yapardın.”
“Ağabey,
gelme üstüme. Tamam, bir daha yapmayacağım söz veriyorum.” Ece, bu kez masum
küçük kız pozları takınmaya çalışıyordu. İlkay gülmemek için kendini tutarken
Toprak’tan yana dönüp “Toprak, şu kızla konuş. Bizi dinlemiyor. Bakma sen onun
tamam demesine. O yine bildiğini okuyacak.” dedi.
Toprak
gülerek yanıtladı İlkay’ı. “Merak etme, kısa süre sonra herkesi kurtaracağım.
Onunla uğraşmak zorunda kalmayacaksınız.”
İlkay
yine fırsatı kaçırmamıştı. “Ondan pek emin olma. Daha siz istemediniz, biz
vermedik.”
“İlkay
hiç uğraşma benimle, gözümü korkutamazsın. Büyüdük artık. Hem vermezseniz
kaçırırım o yüzden her durumda ben kazanırım.”
“Sen
bizi tehdit mi ediyorsun? Kızı kilit altında tutarız.”
“Aman
ağabey, sanki başarabilirmişsin gibi konuşma. Bana kilit dayanmaz. O yüzden hiç
atışmayın.”
İlkay,
masaya yemekleri taşıyan annesine dönüp, “Anne bu kız dünden razı kaçırılmaya
farkında mısın?” diye şikayet etti. Hülya Hanım, tencereyi masaya koyarken
oğlunu yanıtladı. “Burası köy yeri oğlum, kızlar kaçar. Ne yapalım?”
“Hepiniz
birlik olup benle dalga geçmeyin, Toprak sen de saçmalama. Ne uyuyorsun İlkay
abime? Ne zaman geleceğinizi haber ver, babam da ona göre kendini hazırlasın.”
“Pazar
günü geliriz. Uzatmaya gerek yok. Sizin için de mahsuru yoksa tabii?”
“Yok
oğlum, bekleriz.”
“Anne,
düğünü de bağbozumunda yapalım diyoruz. İki şenlik bir arada olsun istiyoruz.”
“Çok
çabuk değil mi? Yetişir mi işler?”
“Yetişir
tabii. Herkes hazır koştururken biz de düğünü yaparız.”
“Köy
düğünümüz o zaman yapılır, İzmir’de de küçük bir düğün yapmayı düşünüyordum.
Köydekinden bir hafta önce yaparsak herkes daha rahat işlere yetişir.”
“İki
düğün mü?” Ece şaşırmıştı. “Neden iki düğün yapıyoruz? Bir tanesi yeterdi.”
“Oradaki
arkadaşların katılabileceği bir düğün olur. Herkesi burada ağırlamak mümkün
değil. Senin jokeylerin, aprantilerin, benim lokanta çalışanlarım, arkadaşlarım
derken kimseyi kırmadan bitirmiş oluruz.” Ece, onun bu detayları düşünmesini
seviyordu. “Sen de haklısın.”
Hülya
Hanım onların konuşmasını dinlerken aklındakiler diline döküldü. “Siz
evlendiğinizde nerede oturacaksınız?”
Ece
annesinin sorusunu duyunca sessizleşti. Çözüm bulacaklarını söylemişti ama
nasıl bir çözüm olduğunu hiç anlatmamıştı. Merakla yanıtı bekliyordu.
“Ben
haftanın en az beş günü burada olacak şekilde işlerimi ayarlayacağım. Haftanın
bir iki günü de İzmir’e gidip işleri denetleyeceğim. Şu an en iyi çözüm bu.”
Hülya
hanım biraz daha rahatlamıştı. Ece, köyünden ayrılmayacağını söylese de
evlendiklerinde işlerin değişeceğini düşünmüştü. Toprak’ın yüzüne bakıp “Bağlarınızı
satmasaydınız keşke oğlum. Bak dönüp dolaşıp köyüne geliyorsun. O vakit kendi
bağlarının başında olurdun.” Diyerek fikrini belirtti.
Toprak
“Kısmet Hülya anne! Belli olmaz bu işler. Bakalım ne gösterecek hayat. Hem zaten
hepsi satılmadı. Belki kalanı satmayız.” dedi.
Ece,
onun gayet rahat ‘Hülya anne’ demesine şaşırmıştı. Kendisi bu kadar rahat söyleyebileceğini
düşünmüyordu.
Onlar
konuşurken odasında yatan Osman Beye İlkay anlatıyordu olanları. Elbette
Ece’nin yaptıklarını ve yaşananları hafifleterek anlatmıştı. Bülent Arıcı’nın
kaçak olduğundan hiç bahsetmemişti. Yaşlı adam zaten epey heyecan yaşamıştı son
günlerde. Daha çok korkmasını istemiyordu.
En
sona Ece’nin isteneceğini saklamıştı. Pazar günü gelmek istediklerini
söylediğinde Osman Bey başını dışarı çevirdi. Bir süre bağlara baktıktan sonra “İzmir’e
mi gidecekler?” diye sordu. İlkay babasının korkusunun kızının köyünden
uzaklaşması olduğunu anlayınca gülümsedi. “Senin kızın buraları bırakır gider
mi? Damadı buraya alıyor. A bak aklıma gelmedi ben düğünden sonra Toprak ile
uğraşırım. İç güveysi oldun derim.”
“Ayıp
denmez öyle şeyler.”
“Ne
o baba, damadını korur oldun bir anda.” İlkay, babasının bu kadar kolay
kabulleneceğini düşünmemişti. Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Osman Bey, gözleri
gülerek oğlunu yanıtladı. “Korurum. O kızımın isteğini dinlemiş ya. Ece bana
söz vermişti gitmem diye ama belki ikna eder diye korkuyordum.”
“Haftanın
beş günü burada olurum dedi. Ece bile bu kadarını beklemiyordu sanırım, şaşırdı
duyunca. Demek ki zaten hiç niyeti yokmuş kızı götürmeye. Hem zaten burası
kendi köyü. Çok istiyorsa alsın iki bağ, üzüm yetiştirsin. O bilmese de Ece
anlıyor nasılsa o işlerden.”
“Lokantasını
kapatacak mı?”
“Yok,
haftada iki kere falan gidip kontrol edecekmiş.”
“İyi.”
“İtirazının
olmaması güzel. Yoksa Toprak kaçıracaktı kızı.”
“O
nereden çıktı? Nasıl kaçırırmış kızımı?”
“Aman
baba ya dalga geçiyorduk onunla. Ece’yi kızdırmak için konuştuk ama kızmadı.”
“Vermezsem
kaçacak yani?”
“Eh
sen de ver bari!”
“İlkay,
gülecek halim yok. Kızın yaşı yirmi dört. Bu yaşa kadar kimseyi istemedi.
Nihayet biri çıktı, babasıyla küs de olsak kız evde kalmasın diye vereceğiz
artık.”
“Baba,
sen de az değilsin. Şunlara pazara gelebileceklerini söyleyeyim.”
Jandarma
arama talimatlarını her tarafa bildirmiş zanlıyı arıyordu. Adamların Recep’in
ölümündeki itirafları Bülent’i aynı zamanda azmettirici olarak da suçlamaya
yetiyordu.
Alınan
bilgilere göre sınır kapılarından ya da havayollarından çıkış yapmamıştı. Bu da
Ece ve ailesinin halen risk altında olduğunun ispatıydı. Adamın cinayet
işleyecek kadar gözü dönmüştü.
Adamlarının
anlattıklarına göre ailesinin satışlardan elde ettiği paralar ile tefecilere
olan borçlarının büyük kısmını kapatmışlar ama kalan borca işleyen faizler ve
bitmez kumar tutkusu yüzünden borç yeniden yükselmeye başlamıştı. O zaman da,
ailesinin yok paraya sattığına inandığı atın peşine düşmüştü. Atı ilk yarışından
önce ele geçirirse kazanacağı yarıştan sonra yüksek paralara satıp tüm
borçlarını ödeyeceğini düşünmüştü.
Kısa
sürede Ece’nin peşine düşmesi, atı satmaya zorlaması ve bunu başaramayınca
çalma girişimi hep bu yüzdendi.
Jandarma
adamların anlattıklarına inanmamış ama yaptıkları araştırmada böyle atların
kısa sürede yarım milyon ile bir milyon lira arasında fiyatlarla el
değiştirdiğini öğrenince şaşırmıştı.
Ailenin
oğullarının yaptıklarını öğrendiğinde yaşadığı şok herkesi üzmüştü. Ellerinde
neredeyse hiçbir şeyleri kalmamış aile yaşadıklarını kabullenemiyordu. Yaşlı
baba anlatılanları dinlerken yanında oturan avukatına dönmüş ve oğlunun
evlatlıktan reddedilmesi için gerekli yasal işlemleri başlatmasını istemişti.
Katil bir oğul istemiyordu. Yine de kendilerini arar ya da gelirse haber
vereceğini hatta bir odaya kilitleyip yakalanmasını sağlayacağını söylemişti.
Ece,
Pazar gününden önce evde yapılan işlerden kaçmıştı. Annesi sanki gelecek
olanlar evin her odasına girip parmakları ile toz arayacakmış gibi temizlik
yaptırıyordu. Sibel ile Sinem bile deli gibi çalışıyordu. Hülya Hanım, Ece’yi
de yakalamaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Kimse kalkmadan evden kaçıyor,
öğlen yemeğini de işçilerle yiyordu. Toprak ile konuşuyor hazırlıklardan
bahsediyordu. Toprak ise onun yanında olmadığı her an başına kötü bir şey
gelmesinden duyduğu korkuyu sesine yansıtmamak için çaba harcıyordu.
Pazar
günü iki ev de hazırdı. Yenge, kayınbiraderinin heyecanını görüp gülüyordu. “Kız
istemek kız vermekten zor mu geldi?”
“Yok
yenge, kız vermek daha zordu ama Osman terslik yaparsa diye tedirginim. Ağzımızın
tadı kaçsın istemiyorum. Çocuklar da mutsuz olur.”
“Osman
iyidir, bilirsin. Hadi inanmalıkları alın da çıkalım artık. Daha fazla
bekletmeyelim.”
“Abla,
ilk seferde vermezlerse bu inanmalıklarla gitmek ayıp olmayacak mı?”
“Toprak
demedi mi ikinciye uzatmadan ilk seferde sözü keseceklermiş. Hoca çağırılmış.
Eskidendi o kız evinin erkek evini süründürmesi. Şimdi bu adetleri bile
yapmayacaklar ama işte analar babalar istiyor diye yapıyorlar.”
“İnşallah
rezil olmayız. Ben Toprak’ın böyle adetleri yapmayı isteyeceğini hiç
düşünmezdim. Köy düğünü yapacağız dediğinde kulaklarıma inanamadım.”
Toprak,
odaya girdiğinde konuşmaları bitmişti. “E hadi sizi bekliyoruz, herkes
arabada.” diyerek sözden sonra verilecek hediye paketlerini aldı. İki tarafında
söz kesildikten sonra karşılıklı hediyeler vermesi adettendi. Söz alma, tutu ya
da inanmalık denen bu hediyeler sembolikti aslında.
Serap
ve Polat da kendi araçlarındaydı. Diğer ablaları düğüne gelebilecekti. Hepsi
iyi dileklerini iletmek için aramıştı. Toprak heyecanını bastırarak arabayı
hareket ettirdi.
Ece,
babasının odasına gidip ne durumda olduğuna baktı. En büyük korkusu babasının
son anda vazgeçmesiydi. Misafirler gelmeden kısa süre önce nefes almakta zorluk
çekmeye başlamıştı. Heyecandan olduğunu bildiği için ilacını verip bir süre
sakinleşmesini beklediler. Zaten istenecek kızın misafirlerle oturması
beklenmediği için kendi açısından sorun yoktu. Babası düzelmezse misafirlerin
yanına çıkması güçleşecekti. Elbette bu sorunu misafirlerin anlayışla
karşılayacağına şüphe yoktu.
“Daha
iyi misin baba?”
“Evet
iyiyim. Ece… Eminsin değil mi kızım?” Bir yandan da yataktan kalkmaya
çalışıyordu.
“Evet
baba, eminim. Hem evleneceğim, kimse evde kalmış diyemeyecek, hem de kalan üç
beş bağlarına da ben bakacağım. Eh sonra üstüme de yaptırırım. Senin de
yıllardır içini kemiren şu dert bitmiş olur.” Ece ciddi konuşuyordu ama
gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Babasının böyle bir yalana inanmasını
beklemese de şansını deniyordu.
“Terbiyesiz.
Utanmıyor musun böyle konuşmaya?”
“Hiç
utanmıyorum baba. Halil amca senin bağının yarısını almadı mı? Ya da paranın?
Aman neyse işte, şimdi ben de hepsini alacağım. İşte o kadar.”
Osman
bey gülerken kapının dışında duran Toprak konuşmaları dinliyordu.
Ece
odadan çıktığında Toprak ile burun buruna geldi. Gülümseyerek babasının
gelebilecek durumda olduğunu söyledi. Toprak da ona gülerek odaya girip
kayınpederinin koluna girip yürümesine yardım etti.
Osman
ile Halil soğuk bir şekilde selamlaştıktan sonra yan yana oturdular. Ece
kahveleri yapmak için odadan çıkacakken Toprak’a fısıltıyla “Bağları ele
geçireceğimi söyleyince çok sevindi. Korkma artık.” dedi. Toprak gülerek,
sadece onun duyacağı sesle “Sesiniz dışarı geliyordu. Onun güldüğünü duymak
güzel.” dedi.
Söz
bitmiş, hocanın duası ile söz kesilmişti. Şerbetler içilip tatlılar yenirken
iki taraf da konuşmaya dalmıştı. Halil ile Osman’ın eski günlere dönmüş halleri
herkesi mutlu ediyordu. Arada çok konuşmaktan öksürük krizlerine girse de
halinden memnundu, Osman Bey.
“Bizim
çocuklar cin çıktı farkında mısın? Ece bana yalan söylemez ama bugün söyledi.
Neymiş sizin bağları ele geçirecek ve böylece seninle aramazdaki husumeti
bitirecekmiş.”
“E
zaten son bir yıldır o bakıyordu bizim bağlara. Hakkıdır valla.”
Osman
Bey şaşırmıştı. “Bir yıldır o mu bakıyordu? Bunu bilmiyordum. Başka yalanı da
varmış demek ki!”
Halil
pot kırdığını düşünüp gelinini korumaya çalıştı. “Bu yalan değil de noksan
anlatmak oluyor, kızma kıza.”
Osman Halil’in dizine eli ile hafifçe vurup “Ne
kızacağım? Hasan hastayken aklı bağlarda kalmamış, iyi yapmış. Benim de aklım
kalmıyor bağlarda. Hem son halini duyunca daha da rahatladım. İşini buradan
yürütecekmiş Toprak.”
“Eğil Osman ve sakın kimseye söyleme…”
İkisinin konuşmaları başkalarının duyamayacağı
kadar alçak bir sese dönüşünce merak artmıştı. Yüzlerindeki gülen ifadeler
konunun güzel olduğunu belli ediyordu. Ama iki yaşlı adam ne konuştuğunu
kimseye söylemedi.
Nişan için vakit yoktu. Kısa süre sonra düğün
yapılacağı için kimse nişan hazırlıklarından bahsetmemişti. Uzatmak
istememelerini anlıyordu aileler. Böylece artık nişanlı da sayılacaktı iki
genç.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder