25 Kasım 2015 Çarşamba

YAKIŞIKLI 53. Bölüm

Yolculuk sorunsuz geçmişti. Köydekilerde iyiydi. At yerine yerleştirildikten sonra bağlarda çalışan işçilerden iki kişi Ali ve Yakup ile nöbetleşe beklemek için ayarlanmıştı. Evdekiler yaşananları bir kez daha dinlediğinde neredeyse Ece’yi döveceklerdi. Sakin olmalarını söyledikçe hepsi deliriyordu. En sonunda Ece onlardan daha çok bağırarak herkesi susturdu. “Tamam belki biraz gözü karalık yaptım ama kesinlikle jandarmanın geleceğini bildiğim için o kadar rahattım. Hem zaten onlar da hemen geldi. Yoksa böyle bir delilik asla yapmazdım.”
İlkay da bağırıyordu. “Yapardın. Böyle bir durumda sana güvenemem. Yine yapardın.”
“Ağabey, gelme üstüme. Tamam, bir daha yapmayacağım söz veriyorum.” Ece, bu kez masum küçük kız pozları takınmaya çalışıyordu. İlkay gülmemek için kendini tutarken Toprak’tan yana dönüp “Toprak, şu kızla konuş. Bizi dinlemiyor. Bakma sen onun tamam demesine. O yine bildiğini okuyacak.” dedi.

Toprak gülerek yanıtladı İlkay’ı. “Merak etme, kısa süre sonra herkesi kurtaracağım. Onunla uğraşmak zorunda kalmayacaksınız.”
İlkay yine fırsatı kaçırmamıştı. “Ondan pek emin olma. Daha siz istemediniz, biz vermedik.”
“İlkay hiç uğraşma benimle, gözümü korkutamazsın. Büyüdük artık. Hem vermezseniz kaçırırım o yüzden her durumda ben kazanırım.”
“Sen bizi tehdit mi ediyorsun? Kızı kilit altında tutarız.”
“Aman ağabey, sanki başarabilirmişsin gibi konuşma. Bana kilit dayanmaz. O yüzden hiç atışmayın.”
İlkay, masaya yemekleri taşıyan annesine dönüp, “Anne bu kız dünden razı kaçırılmaya farkında mısın?” diye şikayet etti. Hülya Hanım, tencereyi masaya koyarken oğlunu yanıtladı. “Burası köy yeri oğlum, kızlar kaçar. Ne yapalım?”
“Hepiniz birlik olup benle dalga geçmeyin, Toprak sen de saçmalama. Ne uyuyorsun İlkay abime? Ne zaman geleceğinizi haber ver, babam da ona göre kendini hazırlasın.”
“Pazar günü geliriz. Uzatmaya gerek yok. Sizin için de mahsuru yoksa tabii?”
“Yok oğlum, bekleriz.”
“Anne, düğünü de bağbozumunda yapalım diyoruz. İki şenlik bir arada olsun istiyoruz.”
“Çok çabuk değil mi? Yetişir mi işler?”
“Yetişir tabii. Herkes hazır koştururken biz de düğünü yaparız.”
“Köy düğünümüz o zaman yapılır, İzmir’de de küçük bir düğün yapmayı düşünüyordum. Köydekinden bir hafta önce yaparsak herkes daha rahat işlere yetişir.”
“İki düğün mü?” Ece şaşırmıştı. “Neden iki düğün yapıyoruz? Bir tanesi yeterdi.”
“Oradaki arkadaşların katılabileceği bir düğün olur. Herkesi burada ağırlamak mümkün değil. Senin jokeylerin, aprantilerin, benim lokanta çalışanlarım, arkadaşlarım derken kimseyi kırmadan bitirmiş oluruz.” Ece, onun bu detayları düşünmesini seviyordu. “Sen de haklısın.”
Hülya Hanım onların konuşmasını dinlerken aklındakiler diline döküldü. “Siz evlendiğinizde nerede oturacaksınız?”
Ece annesinin sorusunu duyunca sessizleşti. Çözüm bulacaklarını söylemişti ama nasıl bir çözüm olduğunu hiç anlatmamıştı. Merakla yanıtı bekliyordu.
“Ben haftanın en az beş günü burada olacak şekilde işlerimi ayarlayacağım. Haftanın bir iki günü de İzmir’e gidip işleri denetleyeceğim. Şu an en iyi çözüm bu.”
Hülya hanım biraz daha rahatlamıştı. Ece, köyünden ayrılmayacağını söylese de evlendiklerinde işlerin değişeceğini düşünmüştü. Toprak’ın yüzüne bakıp “Bağlarınızı satmasaydınız keşke oğlum. Bak dönüp dolaşıp köyüne geliyorsun. O vakit kendi bağlarının başında olurdun.” Diyerek fikrini belirtti.
Toprak “Kısmet Hülya anne! Belli olmaz bu işler. Bakalım ne gösterecek hayat. Hem zaten hepsi satılmadı. Belki kalanı satmayız.” dedi.
Ece, onun gayet rahat ‘Hülya anne’ demesine şaşırmıştı. Kendisi bu kadar rahat söyleyebileceğini düşünmüyordu.
Onlar konuşurken odasında yatan Osman Beye İlkay anlatıyordu olanları. Elbette Ece’nin yaptıklarını ve yaşananları hafifleterek anlatmıştı. Bülent Arıcı’nın kaçak olduğundan hiç bahsetmemişti. Yaşlı adam zaten epey heyecan yaşamıştı son günlerde. Daha çok korkmasını istemiyordu.
En sona Ece’nin isteneceğini saklamıştı. Pazar günü gelmek istediklerini söylediğinde Osman Bey başını dışarı çevirdi. Bir süre bağlara baktıktan sonra “İzmir’e mi gidecekler?” diye sordu. İlkay babasının korkusunun kızının köyünden uzaklaşması olduğunu anlayınca gülümsedi. “Senin kızın buraları bırakır gider mi? Damadı buraya alıyor. A bak aklıma gelmedi ben düğünden sonra Toprak ile uğraşırım. İç güveysi oldun derim.”
“Ayıp denmez öyle şeyler.”
“Ne o baba, damadını korur oldun bir anda.” İlkay, babasının bu kadar kolay kabulleneceğini düşünmemişti. Bu gerçekten şaşırtıcıydı. Osman Bey, gözleri gülerek oğlunu yanıtladı. “Korurum. O kızımın isteğini dinlemiş ya. Ece bana söz vermişti gitmem diye ama belki ikna eder diye korkuyordum.”
“Haftanın beş günü burada olurum dedi. Ece bile bu kadarını beklemiyordu sanırım, şaşırdı duyunca. Demek ki zaten hiç niyeti yokmuş kızı götürmeye. Hem zaten burası kendi köyü. Çok istiyorsa alsın iki bağ, üzüm yetiştirsin. O bilmese de Ece anlıyor nasılsa o işlerden.”
“Lokantasını kapatacak mı?”
“Yok, haftada iki kere falan gidip kontrol edecekmiş.”
“İyi.”
“İtirazının olmaması güzel. Yoksa Toprak kaçıracaktı kızı.”
“O nereden çıktı? Nasıl kaçırırmış kızımı?”
“Aman baba ya dalga geçiyorduk onunla. Ece’yi kızdırmak için konuştuk ama kızmadı.”
“Vermezsem kaçacak yani?”
“Eh sen de ver bari!”
“İlkay, gülecek halim yok. Kızın yaşı yirmi dört. Bu yaşa kadar kimseyi istemedi. Nihayet biri çıktı, babasıyla küs de olsak kız evde kalmasın diye vereceğiz artık.”
“Baba, sen de az değilsin. Şunlara pazara gelebileceklerini söyleyeyim.”


Jandarma arama talimatlarını her tarafa bildirmiş zanlıyı arıyordu. Adamların Recep’in ölümündeki itirafları Bülent’i aynı zamanda azmettirici olarak da suçlamaya yetiyordu.
Alınan bilgilere göre sınır kapılarından ya da havayollarından çıkış yapmamıştı. Bu da Ece ve ailesinin halen risk altında olduğunun ispatıydı. Adamın cinayet işleyecek kadar gözü dönmüştü.
Adamlarının anlattıklarına göre ailesinin satışlardan elde ettiği paralar ile tefecilere olan borçlarının büyük kısmını kapatmışlar ama kalan borca işleyen faizler ve bitmez kumar tutkusu yüzünden borç yeniden yükselmeye başlamıştı. O zaman da, ailesinin yok paraya sattığına inandığı atın peşine düşmüştü. Atı ilk yarışından önce ele geçirirse kazanacağı yarıştan sonra yüksek paralara satıp tüm borçlarını ödeyeceğini düşünmüştü.
Kısa sürede Ece’nin peşine düşmesi, atı satmaya zorlaması ve bunu başaramayınca çalma girişimi hep bu yüzdendi.
Jandarma adamların anlattıklarına inanmamış ama yaptıkları araştırmada böyle atların kısa sürede yarım milyon ile bir milyon lira arasında fiyatlarla el değiştirdiğini öğrenince şaşırmıştı.
Ailenin oğullarının yaptıklarını öğrendiğinde yaşadığı şok herkesi üzmüştü. Ellerinde neredeyse hiçbir şeyleri kalmamış aile yaşadıklarını kabullenemiyordu. Yaşlı baba anlatılanları dinlerken yanında oturan avukatına dönmüş ve oğlunun evlatlıktan reddedilmesi için gerekli yasal işlemleri başlatmasını istemişti. Katil bir oğul istemiyordu. Yine de kendilerini arar ya da gelirse haber vereceğini hatta bir odaya kilitleyip yakalanmasını sağlayacağını söylemişti.


Ece, Pazar gününden önce evde yapılan işlerden kaçmıştı. Annesi sanki gelecek olanlar evin her odasına girip parmakları ile toz arayacakmış gibi temizlik yaptırıyordu. Sibel ile Sinem bile deli gibi çalışıyordu. Hülya Hanım, Ece’yi de yakalamaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Kimse kalkmadan evden kaçıyor, öğlen yemeğini de işçilerle yiyordu. Toprak ile konuşuyor hazırlıklardan bahsediyordu. Toprak ise onun yanında olmadığı her an başına kötü bir şey gelmesinden duyduğu korkuyu sesine yansıtmamak için çaba harcıyordu.
Pazar günü iki ev de hazırdı. Yenge, kayınbiraderinin heyecanını görüp gülüyordu. “Kız istemek kız vermekten zor mu geldi?”
“Yok yenge, kız vermek daha zordu ama Osman terslik yaparsa diye tedirginim. Ağzımızın tadı kaçsın istemiyorum. Çocuklar da mutsuz olur.”
“Osman iyidir, bilirsin. Hadi inanmalıkları alın da çıkalım artık. Daha fazla bekletmeyelim.”
“Abla, ilk seferde vermezlerse bu inanmalıklarla gitmek ayıp olmayacak mı?”
“Toprak demedi mi ikinciye uzatmadan ilk seferde sözü keseceklermiş. Hoca çağırılmış. Eskidendi o kız evinin erkek evini süründürmesi. Şimdi bu adetleri bile yapmayacaklar ama işte analar babalar istiyor diye yapıyorlar.”
“İnşallah rezil olmayız. Ben Toprak’ın böyle adetleri yapmayı isteyeceğini hiç düşünmezdim. Köy düğünü yapacağız dediğinde kulaklarıma inanamadım.”
Toprak, odaya girdiğinde konuşmaları bitmişti. “E hadi sizi bekliyoruz, herkes arabada.” diyerek sözden sonra verilecek hediye paketlerini aldı. İki tarafında söz kesildikten sonra karşılıklı hediyeler vermesi adettendi. Söz alma, tutu ya da inanmalık denen bu hediyeler sembolikti aslında.
Serap ve Polat da kendi araçlarındaydı. Diğer ablaları düğüne gelebilecekti. Hepsi iyi dileklerini iletmek için aramıştı. Toprak heyecanını bastırarak arabayı hareket ettirdi.

Ece, babasının odasına gidip ne durumda olduğuna baktı. En büyük korkusu babasının son anda vazgeçmesiydi. Misafirler gelmeden kısa süre önce nefes almakta zorluk çekmeye başlamıştı. Heyecandan olduğunu bildiği için ilacını verip bir süre sakinleşmesini beklediler. Zaten istenecek kızın misafirlerle oturması beklenmediği için kendi açısından sorun yoktu. Babası düzelmezse misafirlerin yanına çıkması güçleşecekti. Elbette bu sorunu misafirlerin anlayışla karşılayacağına şüphe yoktu.
“Daha iyi misin baba?”
“Evet iyiyim. Ece… Eminsin değil mi kızım?” Bir yandan da yataktan kalkmaya çalışıyordu.
“Evet baba, eminim. Hem evleneceğim, kimse evde kalmış diyemeyecek, hem de kalan üç beş bağlarına da ben bakacağım. Eh sonra üstüme de yaptırırım. Senin de yıllardır içini kemiren şu dert bitmiş olur.” Ece ciddi konuşuyordu ama gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Babasının böyle bir yalana inanmasını beklemese de şansını deniyordu.
“Terbiyesiz. Utanmıyor musun böyle konuşmaya?”
“Hiç utanmıyorum baba. Halil amca senin bağının yarısını almadı mı? Ya da paranın? Aman neyse işte, şimdi ben de hepsini alacağım. İşte o kadar.”
Osman bey gülerken kapının dışında duran Toprak konuşmaları dinliyordu.

Ece odadan çıktığında Toprak ile burun buruna geldi. Gülümseyerek babasının gelebilecek durumda olduğunu söyledi. Toprak da ona gülerek odaya girip kayınpederinin koluna girip yürümesine yardım etti.
Osman ile Halil soğuk bir şekilde selamlaştıktan sonra yan yana oturdular. Ece kahveleri yapmak için odadan çıkacakken Toprak’a fısıltıyla “Bağları ele geçireceğimi söyleyince çok sevindi. Korkma artık.” dedi. Toprak gülerek, sadece onun duyacağı sesle “Sesiniz dışarı geliyordu. Onun güldüğünü duymak güzel.” dedi.

Söz bitmiş, hocanın duası ile söz kesilmişti. Şerbetler içilip tatlılar yenirken iki taraf da konuşmaya dalmıştı. Halil ile Osman’ın eski günlere dönmüş halleri herkesi mutlu ediyordu. Arada çok konuşmaktan öksürük krizlerine girse de halinden memnundu, Osman Bey.
“Bizim çocuklar cin çıktı farkında mısın? Ece bana yalan söylemez ama bugün söyledi. Neymiş sizin bağları ele geçirecek ve böylece seninle aramazdaki husumeti bitirecekmiş.”
“E zaten son bir yıldır o bakıyordu bizim bağlara. Hakkıdır valla.”
Osman Bey şaşırmıştı. “Bir yıldır o mu bakıyordu? Bunu bilmiyordum. Başka yalanı da varmış demek ki!”
Halil pot kırdığını düşünüp gelinini korumaya çalıştı. “Bu yalan değil de noksan anlatmak oluyor, kızma kıza.”
Osman Halil’in dizine eli ile hafifçe vurup “Ne kızacağım? Hasan hastayken aklı bağlarda kalmamış, iyi yapmış. Benim de aklım kalmıyor bağlarda. Hem son halini duyunca daha da rahatladım. İşini buradan yürütecekmiş Toprak.”
“Eğil Osman ve sakın kimseye söyleme…”
İkisinin konuşmaları başkalarının duyamayacağı kadar alçak bir sese dönüşünce merak artmıştı. Yüzlerindeki gülen ifadeler konunun güzel olduğunu belli ediyordu. Ama iki yaşlı adam ne konuştuğunu kimseye söylemedi.

Nişan için vakit yoktu. Kısa süre sonra düğün yapılacağı için kimse nişan hazırlıklarından bahsetmemişti. Uzatmak istememelerini anlıyordu aileler. Böylece artık nişanlı da sayılacaktı iki genç.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder