17 Kasım 2015 Salı

YAKIŞIKLI 45. Bölüm

Sigorta şirketinin eksperi binanın tüm resmini çekmiş, aletlerin ve eşyaların hasar durumlarını tek tek yazmıştı. Detaylı bir rapor tutacağı belliydi. Ece olayı anlattığında poliçenin grev lokavt, halk hareketi gibi tüm suçları da kapsadığını o nedenle patlamayı başka birisinin tehdit maksadıyla yaptığını ispatlamaları halinde parasını alacağını söyledi. Eksperi gönderdikten sonra iyice yapraklanmış bağların arasında dolaşmaya başladı. İşçiler bağların da başına bir şey gelmemesi için nöbet tutmayı teklif etmişti. Ece onların bu teklifini minnetle karşıladı. Suçlu yakalanana kadar tedbirli olmakta fayda vardı.
Önceki gün Toprak ile ahıra giderken yanan binanın önünden geçmiş ve geceden beri yapmayı akılndan bile geçirmediği şeyi yapmış, ağlamıştı. Her ne kadar yananların yerine konmasının çaresi olsa da, insanın malının başına gelenler üzücüydü. Bunu şimdi daha iyi anlıyordu. Olayın sıcağı geçince yaşananların çok ürkütücü olduğunu idrak etmişti. Toprak onun ağladığını anlamış ve yine geceki gibi kolunu omzuna atmıştı. Ece de başını o omza yaslamış bir süre daha ağlayıp rahatlamıştı. Saat geç olmasına rağmen atlara antrenman yaptırmışlardı. Ece, Gümüş Kanat’a binmiş, atı deli gibi koşturmuştu. Süreyi bu kez Toprak tutmuş böylece iki seyis ile birlikte yarışmıştı. Gümüş Kanat’ın her geçen gün sürati artıyordu. Yarışması için az bir zaman kalmıştı. İşte asıl o zaman talibi artacaktı ama satmayacaktı.

Toprak İzmir’e dönecekti. O ayrılmadan önce kısa süre başbaşa kalacakları bir yer aradılarsa da her yerde işçiler çalışıyordu. “Seni öpmeden mi gideceğim?” diye sorduğunda Ece onu yanık binanın arkasına götürdü. “Bu binayı bu hali ile değil seni öptüğüm yer olarak anımsamak istiyorum.” Diyerek boynuna doladığı kolları ile öpüşmeye hazırlanmıştı.
Arabaya binmeden önce Ece İspanya’ya gideceği tarihi söylemiş, yeni bir bomba patlatmıştı. “Bir ay sonra mı? Kaç gün kalacaksın?”
“Bir hafta kalacağım sanırım.”
“Bir hafta mı? Birkaç saatlik mesafede olduğunu bilirken bile ayrı kalmak canımı sıkıyordu, o kadar uzakta olman hiç hoşuma gitmiyor. Gitmesen olmaz mı?”
“Olmaz. Şaraplarımdan götüreceğim. Yeni şarabım için ön bilgi vereceğim.”
“Ah inadın ve sen. Tamam ama bari şu binanın elden geçmesi için Murat birilerini ayarlasın. Hem temiz hem de ucuz iş yaparlar.”
“Buna hayır dememi beklemiyorsun değil mi? Çok sevinirim. Ama benim haber vereceğim zamana kadar kimseyi yollamasınlar. Sigorta şirketi ‘tamam yıkın yapın’ diyene kadar elimi sürmeyeceğim.”
“Elbette, bekleriz o zamana kadar. Murat şimdiden ayarlar birilerini. Zaten en fazla bir haftaya kadar araştırma biter.”
“Ana binanın çoğu duruyor. Bir kapı kısmı büyük zarar görmüş. İçerideki yanan ve patlayanların ardından iyi bir bakıma ihtiyaç var.”
“Sen işi saydıkça bana fenalık geliyor. Hadi aşkım ben artık kendi işlerim ile ilgilenmek üzere yola çıkayım. Bundan sonraki buluşma İzmir’de unutma.”
“Evet bu seferki piyangodan çıktı.”
Ama bir daha böyle bir nedenden dolayı gelmeyeyim buraya.”
“İnşallah canım. Dikkatli git.”
“Sen de dikkatli ol. Tedbiri elden bırakmayın. İlkay da Mehmet Ali de buralara göz kulak olacakmış ama aklım yine de sende kalacak.”
“Rahatla artık. Bak kaç türlü koruma var! Hem zaten jandarma çoktan konuşturmuştur Recep’i. Eli kulağındadır, yakalanır o şerefsiz puşt.”
“Senin ağzın ne kadar da bozukmuş böyle. Ama bir kadının küfür edişi tahrik edici olacak deselerdi asla inanmazdım. Sen küfür ettikçe o dudakları öpmek geliyor içimden.”
“Öp ve git o zaman.”
Toprak ile böyle vedalaşmış, bir gece önce yaşananlar sanki hiç yaşanmamış gibi işlere gömülmüştü. Elbette gün boyu gelip gidip olanları yeniden anlatmasını sağlayan köylü sık sık anımsatmıştı. Onların ilgisinden memnundu. Ama artık bilenler bilmeyenlere anlatsın ve kendisini rahat bıraksın istiyordu.


*****

Perşembe sabahı İzmir’e ulaştı. Tay yarışlarına aylar önce satamadığı iki tayını sokacaktı. Böylece yarışmamış tek tay Gümüş Kanat kalacaktı. Onun da bir ay sonra ilk yarışı olacaktı. İspanya dönüşü büyük bir heyecan bekliyordu Ece’yi.
Taylar her zamanki gibi bir gün önceden gelmiş ve dinlenmeye alınmıştı. Yarış gece olacağı için, Ece Didem de kalacak, ertesi gün dönecekti. Toprak ile gündüz görüşebileceklerdi. Yarıştan sonra geç olacağı için restoranına gitmeyi düşünmüyordu.
“Geldim canım. Nerede buluşalım?”
“Nerede istersen! İstersen buraya gel, yemek yer çıkarız.”
“Bugün ben sana yemek ısmarlasam? Başka bir yere gitsek, nasıl olur?”
“Saçma olur. Hadi gel. Bizim yemeklerden sıkılmış olamazsın. Aşçılarım küser gelmezsen.”
“Farkında mısın Toprak, hep senin restoranda yiyoruz. Çok ucuza geliyordur bu.”
“Ah bir tanem, benim lokantamdaki yemeklerin maliyeti senin gideceğin herhangi bir restoranın maliyetinden çok daha yüksektir. Üstelik bu maliyet sadece ürün ve hizmetten kaynaklanmıyor, bir de ben varım değeri yükselten.”
“Kendinle ne kadar övünüyormuşsun! Hak ediyorsun gerçi. Tamam hadi geliyorum. Bedavacı seni…”
“İnatçı seni…”
Ece zahmet vermek istemediği için şaka yollu bir davet yapmış ve aslında tahmin ettiği gibi karşılanmıştı. Sanki Toprak’ın iyi niyetini suiistimal ediyormuş gibi hissediyordu. Öyle düşünmesini engellemek için küçük de olsa bir çaba göstermiş ama kırmamak için de çok ısrar etmemişti.
Restoranın parkına girdiğinde hemen kapısını biri açıp inmesine yardım etti. Tüm çalışanlar onu tanıyordu artık. Bundan da memnundu. Kendisinin İzmir’de olmadığı zamanlar başkalarının bu şekilde ağırlanıp ağırlanmadığını merak ediyordu. Soramayacağı soruları kısa süre için beyninin gerilerine attı. Belki başka bir yolla öğrenirdi.
Toprak en alt katta kapıya çıkmış bekliyordu kendisini. Ece yaklaşırken o da iki basamağı inip karşıladı. İstediği kadar sıcak ve sıkı bir sarılma olmasa da en azından kollarına alabilmişti. “Hoş geldin inatçı aşkım. Yoruldun mu?”
“Şu an hiç yorgunluk hissetmiyorum. Hatta açlık da hissetmiyorum. Burada kalabilir miyim böyle?”
“Elbette kalabilirsin ama bir süre sonra böyle durmak yetmez. O zaman da benim yapacaklarım seni utandırır.”
“Çok utanmazsın sen. Hadi girelim, bir anda acıktım.”
“Korkak”
Ece gülerek kapıdan geçerken görevliler de gülümseyerek bekliyordu ikisini. “Hoş geldiniz Ece Hanım. Sizi görmek çok güzel. Burada mı üst katta mı yemek istersiniz?”
“Hoş bulduk. Bugün üst katta yersem darılmazsınız değil mi?”
“Size darılmak mümkün değil. Buyurun lütfen.” Ece, üst katın merdivenlerini gösteren şef garsonu takip etti. Toprak da elemanlarının ilgisinden memnun takip etti sevgilisini.
Masalarına geçtikten sonra yemeklerini sipariş ettiler ve birbirlerini özlem dolu gözlerle süzerek bir süre sessiz oturdular. Sessizliği Toprak bozdu. “Çok güzel gözüküyorsun. Seni çok özlemişim. Bakmaya doyamıyorum dersem inanır mısın?”
“İnanırım tabii. Ben de özledim ve baktıkça rahatlıyorum.”
“Bazen senin bu kadar açık sözlü olmana şaşırıyorum. Kadınlar iltifat almayı sever ama pek iltifat etmez.”
“Gerçekleri iltifat olarak algılamamak lazım. Ben güzelim, kabul, seni özledim, bu gerçek, sen de özlemişsin, bu da kabul. Bunlar gerçek değilse söylememek lazım değil mi?”
“Hepsi gerçek.” Siparişlerinin bir kısmı masaya gelince sustular. Toprak, ellerini ovuşturan Ece’ye baktı. “Yarış için mi heyecanlısın?”
“Evet, iki tay birden yarışacak bugün. İlk yarışları. Kara Kurşun sorun çıkartmıyor ama Elbeylim start boxa girerken de çıkarken de inatlaşmasını sürdürüyor. Son antrenmanda çıkışları biraz daha iyiydi ama yine de gecikmeli çıkıyor.”
“Yarışta seni şaşırtabilir. Hem çıktıktan sonra iyi gidiyor.”
“Ya rakipleri de öyleyse? İşte o zaman tayın alacağı derece çok önemli olacak. İyi bir soyu var ama atalarında olmayan bir de sorunu var. Bakalım ne olacak?”
“Umutsuz musun sen? Hiç yakıştıramadım.”
“Dalga geçme. O tayların satışını engelleyenlerin yüzlerini görmek için başarılı olmalarını istiyorum.”
“Biliyorum. Ve ben de senin o yüzleri görebilmeni istiyorum. Çok düşünme emin ol başaracaklar. Aynı anda mı yarışacak iki tay?”
“Evet eküri olacaklar yarışta. Yani ahırdaşlar… Aaa ben senin atlar ile ilgili çok şey bildiğini unutuyorum hep.” Sesi biraz kızgın çıkmıştı. Toprak korku ile baktı yüzüne “Yine mi kavga edeceğiz?”
“Biz kavga etmedik. Aslında edebilirdim ama bazı şeyleri çok uzatmanın ve güvensizliği körüklemenin gereği yok. Bir daha benden bir şey gizlemezsin olur biter.”
“Bu güvenmek mi oluyor? Ya bazı sırlarım varsa ve onları sana anlatmak istemiyor kendime saklıyorsam? Ne olacak bu durumda? Yine kavga ve küslük mü yaşanacak?”
“Benim de sırlarım var. Her şeyi anlatacağız demedim. Birbirimiz ile ilgili yalana gerek yok demek istedim.”
“Biraz rahatladım. Çünkü geçmişte yaşanmış ve benim anlatmayı unuttuğum bir olayın aramıza girmesini istemem. Ya da sana daha sonra söylemek istediğim bir şeyin de sevgimize gölge düşürmesini istemem. Bunları tartışabilmeliyiz.”
“Şu an tartışmak değil bu mis kokulu yemekleri yemek istiyorum.” Garsonların bıraktığı tabaklardakileri bir müddet sessizce yediler. Artık yavaşlaması gerektiğini düşündüğü zaman Toprak’ın daha esmer gözüktüğünü fark etti. Bunu nasıl anlamamıştı? “Sen yanmışsın! Denize mi gittin?”
“Hayır, havuza. Murat ile birlikteydik önceki gün. Onun evinin havuzunda biraz keyif yaptık. Sen açtın mı havuz mevsimini?”
“Dalga mı geçiyorsun? Uyumaya vakit yok bu aralar. Hereklere bağlama yapıyoruz. Sizin bağlarınkiler de devam ediyor. Ve ne yazık ki canım, onları yapacak makine daha yok. Varsa da ben bilmiyorum.”
“Her işi makineler yaparsa insanlar ne yapacak?” Toprak’ın yüzü düşmüştü. Ece pot kırdığını fark edip düzeltmeye çabaladı. “Öyle ama havalar ısındı ve o güneşte uğraşmak artık daha güç. Gerçi her sene aynı şeyi söylüyor sonra üzümleri toplamaya başlayınca hepsini unutuyorum. Az önce sizin bağlar dediğimde üzmek istemedim. Yetişsinler oradan da ürün satın alacağım. Şimdilik durumları çok iyi.”
“Şaraphane yetişecek mi?”
“Evet, sigorta biraz sorun çıkarttı ama jandarma raporu ile sorun çözüldü. Tabii yenilemeyi yaparken daha yüksek bir prim çıkacak bana. Yine de hasarımın karşılanması güzel bir duygu. Sigortaya verilen paranın hep sokağa atıldığını düşünürdüm. Öyle olmadığını başa gelince anlıyor insan.”
“Çok iyi bir karar vermişsin yaptırmakla.”
“Zorunluydum ama iyi ki yaptırmışım. Evi ve araziyi de yaptırmıştım. Ve tabii atlarımı da!”
“Jandarmadan haber var mı? Recep konuşmuş mu?”
“Hayır. Ne inatçıymış. O kadar sıkıştırmışlar da nuh demiş peygamber dememiş. Jandarma komutanı, çok korktuğunu söylüyor. Kimmiş bu belalı hapisteki çocuğu bile korkutmaya yetiyor namı?”
“Öğrenirler. Bir dava başlasın, savcı bilmem kaç yıl hapis istesin de bak bakalım hâlâ susuyor mu? Kolay değil hapis yatmak.”
“Ah işte bir sır. Sen nerden biliyorsun hapis yatmayı? Kaç sene yattın?”
“Bilirim tabii, kaç kere nezarette sabahladım biliyor musun sen?”
“O sayılmaz. Ama neden sabahladın bilmek isterim.”
“Neden olacak kavgadan. İki üç kez saçma sapan kavgaya karıştım. Sonra uzak doğu sporlarını öğrenmem için ısrar eden babam sayesinde sinirlerimi yatıştırmayı öğrendim. Ama şu Recep’i tutan herifi elime geçirdiğimde asla sinirlerimi yatıştırmaya uğraşmayacağım.”
“Mehmet Ali’ye saldırdığında anlamıştım sinirlenince ne olduğunu.”
“Hatırlatmasan olmaz mı? Ayıp ettim zaten çocuğa. Ama o da senin etrafında dolanmasaydı.”
“Kıskanç!”
“Evet, kıskancım.” Konuyu hemen değiştirmek için aklına gelen ilk soruyu sordu. “Nöbetleşe bekleyen adamlar isyan etmeye başladı mı?”
“Hayır, gerçek suçlu yakalanana kadar onlara fazladan para ödeyeceğim. O yüzden şikayet eden yok şimdilik.”
“Baban nasıl oldu?” Ece hafta içi acil olarak doktor çağırmıştı eve. Sonra da birlikte hastaneye gitmişler, sabaha da eve dönmüşlerdi. Yine de herkes korkmuştu.
“Biraz daha iyi ama korkuttu bizi. Dönüşü yok… İyileşmeyecek ama yine de insan bir umut bekliyor işte. Toprak… İyi ki bıraktın sigarayı. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Senin de bir gün öyle hastalanabileceğini düşünmek bile canımı yakıyordu. Elbette neler yaşanacak bilinmez ama insanın bile bile kendini böyle zehirlemesi de akla sığmıyor.”
“Babanın durumunu gördükten sonra neden bu kadar kızdığını anlıyor insan. Yine de sizler için zararın bir yerinden dönülmüş. Keza ben de öyle. Bile bile devam edenlere söyleyecek söz yok.”
“Öyle…” Yemeği bitmişti. “Bir kahve içerim şimdi. Bol köpüklü ve şekersiz lütfen.”
“Emredersiniz küçükhanım.” Toprak boşları toplayan çocuklara kahveleri de söyledi. Beklerken konuşmaya devam ettiler. “Onurum nasıl oldu? Toparlandı mı? Geçen gelişimde göremedim onu.”
“Onu soracağını biliyordum. Al bak bu da resmi.” Çantasından çıkarttığı telefonunda aradığı resmi bulup uzattı. Toprak ilk doğduğunda çelimsiz olan tayın kısacık sürede nasıl toparlandığını görüp sevindi. Çok yakışıklı bir at olacaktı. Resme sevgiyle bakıyordu. Ece onun artık bu hastalıktan kurtulamayacağını biliyordu. Bir insanın at binmesi ile at sahibi olması arasındaki büyük farkı şimdi anlıyordu Toprak. Ece o doğum anında aklına geleni uyguladığı için daha da mutluydu artık.
“Teşekkür ederim. Hastalanan atlar kesin kurtuldu mu?”
“Evet, Recep onlar için de hapis yatacak. İki atımı kasıtlı öldürmeye teşebbüs etmiş.”
“Öyle bir ceza var mı?”
“Bilmiyorum. Avukatlarla Eray ilgileniyor. Ben dilekçemi verdim. Tüm olanları yazdım tek tek.”
“O pisliğe ne ceza verseler benim içimi soğutmaz. Asıl onu evire çevire dövmek istiyorum.”
 Bir süre o geceden bahsettiler. Sonra bir diğer konuya Didem ile Murat’a geçtiler.  “İyi anlaşıyorlar. Murat zaten ilk gördüğü an çarpılmıştı. Sizin dört kız geldiğiniz akşam benim yolumu kesmişti. Ertesi gün konuştuğumuzda çok beğendiğini söylemişti. Hâlâ gözlerinin içine bakıyor. Didem’i üzecek diye aklı gidiyor. Sanırım arkadaşım, arkadaşına aşık oldu. Ama sakın söyleme. Bırak kendileri konuşsun.”
“Didem için de aynısı geçerli ama sen de söylemeyeceksin.”
“Söylemem. Sevil abla da farkında. Biliyor musun bağların oradan kendine ve Murat’a devre mülk gibi dönem satın almak istiyor. Sahi sen o fikri sevdin mi gerçekten?”
“Evet, neden olmasın? Köye gelen misafirler için bizim eski evi misafirhane yapmıştık. Ama gelenler genelde tanıdık olunca mutlaka evlerimizde ağırlamak istiyoruz. Tabii gelenler de yük olmamak için arkadaşlarını getiremiyor. O yüzden bence iyi bir fikir. En azından yabancılara kısa süreli kiralama yapılabilir.”
“Orada çalışacak insanlara ihtiyaç olacak. Yatak çarşaflarının havluların değişmesi yıkanması, yemek yapılması gibi işler olacak.”
“Bazı kadınlarla anlaşılabilir. Müşteri çıkınca çalışırlar. Hem hep oraya tıkılıp kalmazlar, hem de ek kazanç sağlarlar. Yani ne bileyim birileri o işe kalkışacaksa bunları düşünmek zorunda. Çünkü yılın her günü asla müşteri bulamaz. Sadece yazın…”
“O kadarı bizi ilgilendirmez. Müşteri çekmek için yolları da onlar düşünsün. Şu İspanya işi canımı sıkıyor biliyor musun?”
“Neden?”
“Yakışıklı İspanyolları düşününce keyif kalmıyor bende.”
“Ah bak işte ben de onları düşünüyorum. Çok yakışıklı erkekler var orada. Esmer uzun ve yapılı. Süperler.” Toprak’ın ela gözleri simsiyah olmuştu. “Dua et kahve bitti. Yoksa kafana boşaltırdım.” Ece, masum bir ifade ile “Aa ne kadar kabasın. Ben birilerinin davetlisi olmasam sana da gel derdim. Ama neyse ki diyemiyorum. Sen yanımda olunca rahat rahat bakamam yakışıklılara.” dedi. Toprak dişlerini sıkıp tısladı. “Ece uğraşma benimle. Köydeyken rahatım orada senin aklını çelecek kimse yok ama İspanya gezisi hiç hoş değil. Hem de hiç…”
“Kıskançlık bir aşkın olmazsa olmazı ama sen böyle konuşunca benim aklım bulanıyor. Ben de seni burada bırakıyorum. Her akşam barda bir sürü güzel kadın var ve sen burada tek başınasın. Onların sana göz koyduğundan eminim. Hele de alkol biraz fazla alınınca daha da artıyordur ilgi. Peki ben ne yapacağım bu durumda? Başının etini mi yiyeceğim senin? Güzel kadınlar yüzünden kara yaslar mı bağlayacağım? Acaba bu gece biri ile birlikte mi diye düşünerek saçlarıma aklar mı düşüreceğim? Yoksa arkandan iş çevirip çalışanlarına rüşvet verip onların ağzından laf almaya mı çalışacağım? Bence konuyu kapat sen zararlı çıkarsın.”
Toprak arkasına yaslandı, bıyık altından bir gülümseme yolladı. “İşe yaramaz…”
“Ne işe yaramaz?”
“Rüşvet… Onlara ne verirsen ver konuşturamazsın.”
“Demek ki kabahatin var ve saklıyorlar.”
“Asla…Konuşmazlar çünkü anlatacakları bir şey yok.”
“İnanayım mı?”
“Off insanın kendini aklamaya çalışması ne kadar zor. Gerçekten anlatacakları bir şey yok. Çünkü aklım fikrim sende. Ne seni tedirgin eden güzelleri görüyor gözüm ne de asılanlara aklım takılıyor.” Masaya eğilip gözlerini gözlerine dikti. “Seni seviyorum. Başkasının önemi yok canım. Hem de hiç yok.”
“Ben de seni seviyorum. İçin rahat etsin. Benim de gözüm kimseyi görmeyecek.”

“Şimdi rahatladım işte.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder