Sigorta
şirketinin eksperi binanın tüm resmini çekmiş, aletlerin ve eşyaların hasar
durumlarını tek tek yazmıştı. Detaylı bir rapor tutacağı belliydi. Ece olayı
anlattığında poliçenin grev lokavt, halk hareketi gibi tüm suçları da
kapsadığını o nedenle patlamayı başka birisinin tehdit maksadıyla yaptığını
ispatlamaları halinde parasını alacağını söyledi. Eksperi gönderdikten sonra
iyice yapraklanmış bağların arasında dolaşmaya başladı. İşçiler bağların da
başına bir şey gelmemesi için nöbet tutmayı teklif etmişti. Ece onların bu
teklifini minnetle karşıladı. Suçlu yakalanana kadar tedbirli olmakta fayda
vardı.
Önceki
gün Toprak ile ahıra giderken yanan binanın önünden geçmiş ve geceden beri yapmayı
akılndan bile geçirmediği şeyi yapmış, ağlamıştı. Her ne kadar yananların
yerine konmasının çaresi olsa da, insanın malının başına gelenler üzücüydü.
Bunu şimdi daha iyi anlıyordu. Olayın sıcağı geçince yaşananların çok ürkütücü
olduğunu idrak etmişti. Toprak onun ağladığını anlamış ve yine geceki gibi
kolunu omzuna atmıştı. Ece de başını o omza yaslamış bir süre daha ağlayıp
rahatlamıştı. Saat geç olmasına rağmen atlara antrenman yaptırmışlardı. Ece,
Gümüş Kanat’a binmiş, atı deli gibi koşturmuştu. Süreyi bu kez Toprak tutmuş
böylece iki seyis ile birlikte yarışmıştı. Gümüş Kanat’ın her geçen gün sürati
artıyordu. Yarışması için az bir zaman kalmıştı. İşte asıl o zaman talibi
artacaktı ama satmayacaktı.
Toprak
İzmir’e dönecekti. O ayrılmadan önce kısa süre başbaşa kalacakları bir yer
aradılarsa da her yerde işçiler çalışıyordu. “Seni öpmeden mi gideceğim?” diye
sorduğunda Ece onu yanık binanın arkasına götürdü. “Bu binayı bu hali ile değil
seni öptüğüm yer olarak anımsamak istiyorum.” Diyerek boynuna doladığı kolları
ile öpüşmeye hazırlanmıştı.
Arabaya
binmeden önce Ece İspanya’ya gideceği tarihi söylemiş, yeni bir bomba
patlatmıştı. “Bir ay sonra mı? Kaç gün kalacaksın?”
“Bir
hafta kalacağım sanırım.”
“Bir
hafta mı? Birkaç saatlik mesafede olduğunu bilirken bile ayrı kalmak canımı
sıkıyordu, o kadar uzakta olman hiç hoşuma gitmiyor. Gitmesen olmaz mı?”
“Olmaz.
Şaraplarımdan götüreceğim. Yeni şarabım için ön bilgi vereceğim.”
“Ah
inadın ve sen. Tamam ama bari şu binanın elden geçmesi için Murat birilerini
ayarlasın. Hem temiz hem de ucuz iş yaparlar.”
“Buna
hayır dememi beklemiyorsun değil mi? Çok sevinirim. Ama benim haber vereceğim
zamana kadar kimseyi yollamasınlar. Sigorta şirketi ‘tamam yıkın yapın’ diyene
kadar elimi sürmeyeceğim.”
“Elbette,
bekleriz o zamana kadar. Murat şimdiden ayarlar birilerini. Zaten en fazla bir
haftaya kadar araştırma biter.”
“Ana
binanın çoğu duruyor. Bir kapı kısmı büyük zarar görmüş. İçerideki yanan ve
patlayanların ardından iyi bir bakıma ihtiyaç var.”
“Sen
işi saydıkça bana fenalık geliyor. Hadi aşkım ben artık kendi işlerim ile
ilgilenmek üzere yola çıkayım. Bundan sonraki buluşma İzmir’de unutma.”
“Evet
bu seferki piyangodan çıktı.”
“Ama bir daha böyle bir nedenden dolayı gelmeyeyim
buraya.”
“İnşallah canım. Dikkatli git.”
“Sen de dikkatli ol. Tedbiri elden bırakmayın.
İlkay da Mehmet Ali de buralara göz kulak olacakmış ama aklım yine de sende
kalacak.”
“Rahatla artık. Bak kaç türlü koruma var! Hem zaten
jandarma çoktan konuşturmuştur Recep’i. Eli kulağındadır, yakalanır o şerefsiz
puşt.”
“Senin ağzın ne kadar da bozukmuş böyle. Ama bir
kadının küfür edişi tahrik edici olacak deselerdi asla inanmazdım. Sen küfür
ettikçe o dudakları öpmek geliyor içimden.”
“Öp ve git o zaman.”
Toprak ile böyle vedalaşmış, bir gece önce
yaşananlar sanki hiç yaşanmamış gibi işlere gömülmüştü. Elbette gün boyu gelip
gidip olanları yeniden anlatmasını sağlayan köylü sık sık anımsatmıştı. Onların
ilgisinden memnundu. Ama artık bilenler bilmeyenlere anlatsın ve kendisini
rahat bıraksın istiyordu.
*****
Perşembe
sabahı İzmir’e ulaştı. Tay yarışlarına aylar önce satamadığı iki tayını sokacaktı.
Böylece yarışmamış tek tay Gümüş Kanat kalacaktı. Onun da bir ay sonra ilk
yarışı olacaktı. İspanya dönüşü büyük bir heyecan bekliyordu Ece’yi.
Taylar
her zamanki gibi bir gün önceden gelmiş ve dinlenmeye alınmıştı. Yarış gece
olacağı için, Ece Didem de kalacak, ertesi gün dönecekti. Toprak ile gündüz
görüşebileceklerdi. Yarıştan sonra geç olacağı için restoranına gitmeyi
düşünmüyordu.
“Geldim
canım. Nerede buluşalım?”
“Nerede
istersen! İstersen buraya gel, yemek yer çıkarız.”
“Bugün
ben sana yemek ısmarlasam? Başka bir yere gitsek, nasıl olur?”
“Saçma
olur. Hadi gel. Bizim yemeklerden sıkılmış olamazsın. Aşçılarım küser
gelmezsen.”
“Farkında
mısın Toprak, hep senin restoranda yiyoruz. Çok ucuza geliyordur bu.”
“Ah
bir tanem, benim lokantamdaki yemeklerin maliyeti senin gideceğin herhangi bir
restoranın maliyetinden çok daha yüksektir. Üstelik bu maliyet sadece ürün ve
hizmetten kaynaklanmıyor, bir de ben varım değeri yükselten.”
“Kendinle
ne kadar övünüyormuşsun! Hak ediyorsun gerçi. Tamam hadi geliyorum. Bedavacı
seni…”
“İnatçı
seni…”
Ece
zahmet vermek istemediği için şaka yollu bir davet yapmış ve aslında tahmin
ettiği gibi karşılanmıştı. Sanki Toprak’ın iyi niyetini suiistimal ediyormuş
gibi hissediyordu. Öyle düşünmesini engellemek için küçük de olsa bir çaba
göstermiş ama kırmamak için de çok ısrar etmemişti.
Restoranın
parkına girdiğinde hemen kapısını biri açıp inmesine yardım etti. Tüm
çalışanlar onu tanıyordu artık. Bundan da memnundu. Kendisinin İzmir’de
olmadığı zamanlar başkalarının bu şekilde ağırlanıp ağırlanmadığını merak
ediyordu. Soramayacağı soruları kısa süre için beyninin gerilerine attı. Belki
başka bir yolla öğrenirdi.
Toprak
en alt katta kapıya çıkmış bekliyordu kendisini. Ece yaklaşırken o da iki
basamağı inip karşıladı. İstediği kadar sıcak ve sıkı bir sarılma olmasa da en
azından kollarına alabilmişti. “Hoş geldin inatçı aşkım. Yoruldun mu?”
“Şu
an hiç yorgunluk hissetmiyorum. Hatta açlık da hissetmiyorum. Burada kalabilir
miyim böyle?”
“Elbette
kalabilirsin ama bir süre sonra böyle durmak yetmez. O zaman da benim
yapacaklarım seni utandırır.”
“Çok
utanmazsın sen. Hadi girelim, bir anda acıktım.”
“Korkak”
Ece
gülerek kapıdan geçerken görevliler de gülümseyerek bekliyordu ikisini. “Hoş
geldiniz Ece Hanım. Sizi görmek çok güzel. Burada mı üst katta mı yemek
istersiniz?”
“Hoş
bulduk. Bugün üst katta yersem darılmazsınız değil mi?”
“Size
darılmak mümkün değil. Buyurun lütfen.” Ece, üst katın merdivenlerini gösteren
şef garsonu takip etti. Toprak da elemanlarının ilgisinden memnun takip etti
sevgilisini.
Masalarına
geçtikten sonra yemeklerini sipariş ettiler ve birbirlerini özlem dolu gözlerle
süzerek bir süre sessiz oturdular. Sessizliği Toprak bozdu. “Çok güzel
gözüküyorsun. Seni çok özlemişim. Bakmaya doyamıyorum dersem inanır mısın?”
“İnanırım
tabii. Ben de özledim ve baktıkça rahatlıyorum.”
“Bazen
senin bu kadar açık sözlü olmana şaşırıyorum. Kadınlar iltifat almayı sever ama
pek iltifat etmez.”
“Gerçekleri
iltifat olarak algılamamak lazım. Ben güzelim, kabul, seni özledim, bu gerçek,
sen de özlemişsin, bu da kabul. Bunlar gerçek değilse söylememek lazım değil
mi?”
“Hepsi
gerçek.” Siparişlerinin bir kısmı masaya gelince sustular. Toprak, ellerini
ovuşturan Ece’ye baktı. “Yarış için mi heyecanlısın?”
“Evet,
iki tay birden yarışacak bugün. İlk yarışları. Kara Kurşun sorun çıkartmıyor
ama Elbeylim start boxa girerken de çıkarken de inatlaşmasını sürdürüyor. Son
antrenmanda çıkışları biraz daha iyiydi ama yine de gecikmeli çıkıyor.”
“Yarışta
seni şaşırtabilir. Hem çıktıktan sonra iyi gidiyor.”
“Ya
rakipleri de öyleyse? İşte o zaman tayın alacağı derece çok önemli olacak. İyi
bir soyu var ama atalarında olmayan bir de sorunu var. Bakalım ne olacak?”
“Umutsuz
musun sen? Hiç yakıştıramadım.”
“Dalga
geçme. O tayların satışını engelleyenlerin yüzlerini görmek için başarılı
olmalarını istiyorum.”
“Biliyorum.
Ve ben de senin o yüzleri görebilmeni istiyorum. Çok düşünme emin ol
başaracaklar. Aynı anda mı yarışacak iki tay?”
“Evet
eküri olacaklar yarışta. Yani ahırdaşlar… Aaa ben senin atlar ile ilgili çok
şey bildiğini unutuyorum hep.” Sesi biraz kızgın çıkmıştı. Toprak korku ile
baktı yüzüne “Yine mi kavga edeceğiz?”
“Biz
kavga etmedik. Aslında edebilirdim ama bazı şeyleri çok uzatmanın ve
güvensizliği körüklemenin gereği yok. Bir daha benden bir şey gizlemezsin olur
biter.”
“Bu
güvenmek mi oluyor? Ya bazı sırlarım varsa ve onları sana anlatmak istemiyor
kendime saklıyorsam? Ne olacak bu durumda? Yine kavga ve küslük mü yaşanacak?”
“Benim
de sırlarım var. Her şeyi anlatacağız demedim. Birbirimiz ile ilgili yalana
gerek yok demek istedim.”
“Biraz
rahatladım. Çünkü geçmişte yaşanmış ve benim anlatmayı unuttuğum bir olayın
aramıza girmesini istemem. Ya da sana daha sonra söylemek istediğim bir şeyin
de sevgimize gölge düşürmesini istemem. Bunları tartışabilmeliyiz.”
“Şu
an tartışmak değil bu mis kokulu yemekleri yemek istiyorum.” Garsonların
bıraktığı tabaklardakileri bir müddet sessizce yediler. Artık yavaşlaması
gerektiğini düşündüğü zaman Toprak’ın daha esmer gözüktüğünü fark etti. Bunu
nasıl anlamamıştı? “Sen yanmışsın! Denize mi gittin?”
“Hayır,
havuza. Murat ile birlikteydik önceki gün. Onun evinin havuzunda biraz keyif
yaptık. Sen açtın mı havuz mevsimini?”
“Dalga
mı geçiyorsun? Uyumaya vakit yok bu aralar. Hereklere bağlama yapıyoruz. Sizin
bağlarınkiler de devam ediyor. Ve ne yazık ki canım, onları yapacak makine daha
yok. Varsa da ben bilmiyorum.”
“Her
işi makineler yaparsa insanlar ne yapacak?” Toprak’ın yüzü düşmüştü. Ece pot
kırdığını fark edip düzeltmeye çabaladı. “Öyle ama havalar ısındı ve o güneşte
uğraşmak artık daha güç. Gerçi her sene aynı şeyi söylüyor sonra üzümleri
toplamaya başlayınca hepsini unutuyorum. Az önce sizin bağlar dediğimde üzmek
istemedim. Yetişsinler oradan da ürün satın alacağım. Şimdilik durumları çok
iyi.”
“Şaraphane
yetişecek mi?”
“Evet,
sigorta biraz sorun çıkarttı ama jandarma raporu ile sorun çözüldü. Tabii yenilemeyi
yaparken daha yüksek bir prim çıkacak bana. Yine de hasarımın karşılanması
güzel bir duygu. Sigortaya verilen paranın hep sokağa atıldığını düşünürdüm.
Öyle olmadığını başa gelince anlıyor insan.”
“Çok
iyi bir karar vermişsin yaptırmakla.”
“Zorunluydum
ama iyi ki yaptırmışım. Evi ve araziyi de yaptırmıştım. Ve tabii atlarımı da!”
“Jandarmadan
haber var mı? Recep konuşmuş mu?”
“Hayır.
Ne inatçıymış. O kadar sıkıştırmışlar da nuh demiş peygamber dememiş. Jandarma
komutanı, çok korktuğunu söylüyor. Kimmiş bu belalı hapisteki çocuğu bile
korkutmaya yetiyor namı?”
“Öğrenirler.
Bir dava başlasın, savcı bilmem kaç yıl hapis istesin de bak bakalım hâlâ
susuyor mu? Kolay değil hapis yatmak.”
“Ah
işte bir sır. Sen nerden biliyorsun hapis yatmayı? Kaç sene yattın?”
“Bilirim
tabii, kaç kere nezarette sabahladım biliyor musun sen?”
“O
sayılmaz. Ama neden sabahladın bilmek isterim.”
“Neden
olacak kavgadan. İki üç kez saçma sapan kavgaya karıştım. Sonra uzak doğu
sporlarını öğrenmem için ısrar eden babam sayesinde sinirlerimi yatıştırmayı
öğrendim. Ama şu Recep’i tutan herifi elime geçirdiğimde asla sinirlerimi
yatıştırmaya uğraşmayacağım.”
“Mehmet
Ali’ye saldırdığında anlamıştım sinirlenince ne olduğunu.”
“Hatırlatmasan
olmaz mı? Ayıp ettim zaten çocuğa. Ama o da senin etrafında dolanmasaydı.”
“Kıskanç!”
“Evet,
kıskancım.” Konuyu hemen değiştirmek için aklına gelen ilk soruyu sordu. “Nöbetleşe
bekleyen adamlar isyan etmeye başladı mı?”
“Hayır,
gerçek suçlu yakalanana kadar onlara fazladan para ödeyeceğim. O yüzden şikayet
eden yok şimdilik.”
“Baban
nasıl oldu?” Ece hafta içi acil olarak doktor çağırmıştı eve. Sonra da birlikte
hastaneye gitmişler, sabaha da eve dönmüşlerdi. Yine de herkes korkmuştu.
“Biraz
daha iyi ama korkuttu bizi. Dönüşü yok… İyileşmeyecek ama yine de insan bir
umut bekliyor işte. Toprak… İyi ki bıraktın sigarayı. O kadar mutlu oldum ki
anlatamam. Senin de bir gün öyle hastalanabileceğini düşünmek bile canımı
yakıyordu. Elbette neler yaşanacak bilinmez ama insanın bile bile kendini böyle
zehirlemesi de akla sığmıyor.”
“Babanın
durumunu gördükten sonra neden bu kadar kızdığını anlıyor insan. Yine de sizler
için zararın bir yerinden dönülmüş. Keza ben de öyle. Bile bile devam edenlere
söyleyecek söz yok.”
“Öyle…”
Yemeği bitmişti. “Bir kahve içerim şimdi. Bol köpüklü ve şekersiz lütfen.”
“Emredersiniz
küçükhanım.” Toprak boşları toplayan çocuklara kahveleri de söyledi. Beklerken
konuşmaya devam ettiler. “Onurum nasıl oldu? Toparlandı mı? Geçen gelişimde
göremedim onu.”
“Onu
soracağını biliyordum. Al bak bu da resmi.” Çantasından çıkarttığı telefonunda
aradığı resmi bulup uzattı. Toprak ilk doğduğunda çelimsiz olan tayın kısacık
sürede nasıl toparlandığını görüp sevindi. Çok yakışıklı bir at olacaktı. Resme
sevgiyle bakıyordu. Ece onun artık bu hastalıktan kurtulamayacağını biliyordu.
Bir insanın at binmesi ile at sahibi olması arasındaki büyük farkı şimdi
anlıyordu Toprak. Ece o doğum anında aklına geleni uyguladığı için daha da
mutluydu artık.
“Teşekkür
ederim. Hastalanan atlar kesin kurtuldu mu?”
“Evet,
Recep onlar için de hapis yatacak. İki atımı kasıtlı öldürmeye teşebbüs etmiş.”
“Öyle
bir ceza var mı?”
“Bilmiyorum.
Avukatlarla Eray ilgileniyor. Ben dilekçemi verdim. Tüm olanları yazdım tek
tek.”
“O
pisliğe ne ceza verseler benim içimi soğutmaz. Asıl onu evire çevire dövmek
istiyorum.”
Bir süre o geceden bahsettiler. Sonra bir
diğer konuya Didem ile Murat’a geçtiler. “İyi anlaşıyorlar. Murat zaten ilk gördüğü an
çarpılmıştı. Sizin dört kız geldiğiniz akşam benim yolumu kesmişti. Ertesi gün
konuştuğumuzda çok beğendiğini söylemişti. Hâlâ gözlerinin içine bakıyor. Didem’i
üzecek diye aklı gidiyor. Sanırım arkadaşım, arkadaşına aşık oldu. Ama sakın
söyleme. Bırak kendileri konuşsun.”
“Didem
için de aynısı geçerli ama sen de söylemeyeceksin.”
“Söylemem.
Sevil abla da farkında. Biliyor musun bağların oradan kendine ve Murat’a devre
mülk gibi dönem satın almak istiyor. Sahi sen o fikri sevdin mi gerçekten?”
“Evet,
neden olmasın? Köye gelen misafirler için bizim eski evi misafirhane yapmıştık.
Ama gelenler genelde tanıdık olunca mutlaka evlerimizde ağırlamak istiyoruz. Tabii
gelenler de yük olmamak için arkadaşlarını getiremiyor. O yüzden bence iyi bir
fikir. En azından yabancılara kısa süreli kiralama yapılabilir.”
“Orada
çalışacak insanlara ihtiyaç olacak. Yatak çarşaflarının havluların değişmesi
yıkanması, yemek yapılması gibi işler olacak.”
“Bazı
kadınlarla anlaşılabilir. Müşteri çıkınca çalışırlar. Hem hep oraya tıkılıp
kalmazlar, hem de ek kazanç sağlarlar. Yani ne bileyim birileri o işe
kalkışacaksa bunları düşünmek zorunda. Çünkü yılın her günü asla müşteri
bulamaz. Sadece yazın…”
“O
kadarı bizi ilgilendirmez. Müşteri çekmek için yolları da onlar düşünsün. Şu
İspanya işi canımı sıkıyor biliyor musun?”
“Neden?”
“Yakışıklı
İspanyolları düşününce keyif kalmıyor bende.”
“Ah
bak işte ben de onları düşünüyorum. Çok yakışıklı erkekler var orada. Esmer
uzun ve yapılı. Süperler.” Toprak’ın ela gözleri simsiyah olmuştu. “Dua et
kahve bitti. Yoksa kafana boşaltırdım.” Ece, masum bir ifade ile “Aa ne kadar
kabasın. Ben birilerinin davetlisi olmasam sana da gel derdim. Ama neyse ki
diyemiyorum. Sen yanımda olunca rahat rahat bakamam yakışıklılara.” dedi.
Toprak dişlerini sıkıp tısladı. “Ece uğraşma benimle. Köydeyken rahatım orada
senin aklını çelecek kimse yok ama İspanya gezisi hiç hoş değil. Hem de hiç…”
“Kıskançlık
bir aşkın olmazsa olmazı ama sen böyle konuşunca benim aklım bulanıyor. Ben de
seni burada bırakıyorum. Her akşam barda bir sürü güzel kadın var ve sen burada
tek başınasın. Onların sana göz koyduğundan eminim. Hele de alkol biraz fazla
alınınca daha da artıyordur ilgi. Peki ben ne yapacağım bu durumda? Başının
etini mi yiyeceğim senin? Güzel kadınlar yüzünden kara yaslar mı bağlayacağım?
Acaba bu gece biri ile birlikte mi diye düşünerek saçlarıma aklar mı
düşüreceğim? Yoksa arkandan iş çevirip çalışanlarına rüşvet verip onların
ağzından laf almaya mı çalışacağım? Bence konuyu kapat sen zararlı çıkarsın.”
Toprak
arkasına yaslandı, bıyık altından bir gülümseme yolladı. “İşe yaramaz…”
“Ne
işe yaramaz?”
“Rüşvet…
Onlara ne verirsen ver konuşturamazsın.”
“Demek
ki kabahatin var ve saklıyorlar.”
“Asla…Konuşmazlar
çünkü anlatacakları bir şey yok.”
“İnanayım
mı?”
“Off
insanın kendini aklamaya çalışması ne kadar zor. Gerçekten anlatacakları bir
şey yok. Çünkü aklım fikrim sende. Ne seni tedirgin eden güzelleri görüyor
gözüm ne de asılanlara aklım takılıyor.” Masaya eğilip gözlerini gözlerine dikti.
“Seni seviyorum. Başkasının önemi yok canım. Hem de hiç yok.”
“Ben
de seni seviyorum. İçin rahat etsin. Benim de gözüm kimseyi görmeyecek.”
“Şimdi
rahatladım işte.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder