Düştükleri
yerden kalkarken eski fabrika binasının alev alev yandığını, içerdeki bir sürü
eşyanın parçalandığını kocaman açılmış gözlerle izlediler.
Ece,
aylardır hayalini kurduğu şaraphanenin gözlerinin önünde yok oluşunu izledi. İçerideki
kazanların belki çelik olanları kurtulabilirdi ama tüm ahşap fıçılar yok
olmuştu. Bundan emindi. Yatırımı, hayalleri eriyip gidiyordu.
Toprak, onun
tüm vücudunu kontrol etmiş yaralanmadığını anlayınca sevinmişti. Az önce yumruk
attığı adama hayatlarını borçluydular. Bunu asla unutmayacaktı.
Ece,
yaşadığı şoktan çıktıktan sonra Toprak’a baktı. “İyisin değil mi?” derken o da
nihayet onun vücudunu kontrol etmeye başlamıştı. “İyiyim canım. Mehmet Ali’ye
bir özür ve iki can borçlandık sanırım.”
“Mehmet Ali?
Sen nasılsın? Yaralandın mı?”
“Hayır, ben
sizden bayağı arkadaydım.”
“Aman
şükürler olsun.”
İlkay ile
adamlardan ikisi geri dönmüştü. Yangını seyretmekten
başka yapılacak bir şey yoktu. Rüzgârsız gece alevlerin dağılmasını
engelliyordu. Toparlanan adamlar etraftaki su dolu kovaları bulmaya uğraştılar.
Tüm kovalar boşaltılmıştı. Yangını söndürmek imkânsızdı. Yapılacak tek şey kum
kovalarındaki kumu binanın etrafına döküp alevlerin başka yerlere sıçramasını
önlemekti. En büyük şansları da binanın etrafında ağaç ya da yanacak saman
balyası olmamasıydı. Binanın ahşapları yanıp bittiğinde geriye yıkık bir çatı
ile patlamış camlar kalmıştı. İçeriye girilmesi imkansızdı. Bu süreçte tüm köy
su kovaları ve yangın söndürücüler ile koşup gelmişti.
“Ece,
ne yapacaksın şimdi? Sen burası için kredi almıştın. Ne olacak?” Mehmet Ali
üzgündü. Akşam vakti bir sürü sorun üst üste yaşanmıştı. Ece, Toprak’a
yaslanmış yerde oturuyordu. Artık dumanı tüten binaya bakıyor ve gülümsüyordu. “Ah
düşünmeyin bunları. Hallolur o işler. En kısa sürede yeniden kuracağım
fabrikamı. Ahşaplar yandı, camlar patladı. İçindekiler yeniden alınır. Üzümler
yetiştiğinde fabrika da hazır olacak. Beni kimse istediğim şeyi yapmaktan
alıkoyamaz.”
“İnadı
tuttu yine.” Toprak onun bu rahatlığı karşısında içindeki mutluluğun arttığını
hissetti. Ece dayanıklıydı.
İlkay
da yanlarında oturuyordu. Toprak ile Ece kimseyi umursamadan birbirlerine
sarılarak izliyordu tüten dumanı.
İlkay
onlara bakıp “Sen başına aldığın belayı biliyorsun değil mi?” diye sordu.
Toprak, Ece’ye baktı. Yüzü gözü kir içindeydi. Yine de dünyanın en güzel kadını
olduğunu biliyordu. Üzüm gözlerine bakıp yanıtladı, “Hem de çok iyi biliyorum.”
*****
Gecenin
geç saatlerinde gelen jandarma Recep’i tutuklamış, patlayan binanın etrafına
kimseyi yaklaştırmadan gerekli incelemeyi başlatmıştı. Bir asker seyislerin kaldıkları
evden Recep’in cep telefonunu almış, oradaki aramaların kayda alınması için
komutanına vermişti. Eninde sonunda arayan ve talimatı veren kişiyi
bulacaklardı. Recep korku dolu gözlerle jandarma aracına binerken Halime de ona
kızgın gözlerle bakıyordu. Sakin adımlarla
araca doğru yürüdü “Yemek yediğin kaba sıçan şerefsizmişsin. Beni de kullanmak
istedin değil mi? Evden haber almak istedin? Ne anlattın sahibine köpek?” diye
bağırdı. Kimse yadırgamamıştı bu tepkiyi. İçindeki nefreti üç beş cümle ile
kusmasının ardından içi rahatlamış olarak eve giren Halime, mutfağa geçip
saatlerdir ayakta aç susuz dolanan kalabalık için çay koydu. Hazırdaki
böreklerden çıkarttı. Domatesleri salatalıkları keserken bir de türkü tutturdu.
Sibel,
Sinem ve Ersin olayın şokunda pencere önünde yaşananları izliyordu. Osman Bey
patlamanın sesi ile uyanmış, korku ile yatağından kalkmaya uğraşırken karısının
rahatlatması ile yeniden yatmıştı. Ama uyumamıştı bir daha. Olayların sonucunu
bekliyordu. Heyecan ve korku nefes alışını zorlaştırdığı için Hülya Hanım
yanından ayrılmıyordu.
Her
şey bittiğinde ev biraz daha sakinleşmişti. Artık herkes masanın etrafındaydı.
Ayşe Hanım Halime’nin hazırladığı masayı görünce rahatlamıştı. Bazı şeylerin
ilacı çalışmaktı. Kendinden biliyordu bunu.
Köyden
patlamayı duyanların meraklı ziyaretleri de devam ediyordu. Ece, fırsatı kaçırmamış, yıllardır karısının
katili diye damga yemiş olan Mehmet Ali’nin nasıl Toprak’la onun hayatını
kurtardığını her yeni gelene anlatmıştı. Mehmet Ali kendisinin kahraman
yapılmasından önceleri sıkılsa da sonra arkadaşının ne yapmak istediğini
anlamıştı. Sabah dokuz olduğunda ortalık sakinleşmiş, masanın etrafındakiler
karınlarını doyurmuş, olay görmeyenlere defalarca anlatılmıştı.
“Şimdi
ne olacak?” diye soran Ayşe abla oldu.
“Jandarma
Recep’i sorgulayacak ve büyük ihtimalle konuşturacak. Kim olduğu anlaşıldıktan
sonra da bir sürü bilmediğimiz suçtan tutuklanacak. Mala zarar vermek, tehdit
ve cana kast etmek bunlardan birkaçı.”
“Ahırdaki
yangını da Recep mi çıkardı acaba?” diyen bu kez İlkay idi. “Olabilir. Hem
kendi çıkartıp, hem söndürmüş böylece korkmamı sağlamaya çalışmış olabilir. Bilmiyorum.”
“Senin
böyle şeylerden korkmayacağını anlamamış onlar.” İlkay gülüyordu. Ece gerçekten
hatalı bir seçimdi.
“Kadın
kısmını korkak sanmak en büyük hataları olmuş. Yanlış insana çattılar. Her kim
ise atımın peşine düşen, sürünecek! Mahvedeceğim onu.” Hırsı sesine yansıyor,
dinleyenlere korku salıyordu.
Asude
ve Eray aramış, onlar da olayları öğrendikten sonra geleceklerini
söylemişlerdi. Bin bir ısrar ile Asude’nin gelmesi engellenmişti. Ece, Eray abisinin
kendisine kızgın olduğunu biliyordu. O İlkay’a haber vermiş, İlkay Eray’ı
çağırma gereği duymamıştı. Kendi kabahati değildi ki bu! Gönlünü almak kolay
olacaktı. Yine de onun da gelmesini engellemişlerdi.
İlkay
ve arkadaşları Denizli’ye dönmek için yola çıkmıştı. Jandarma iki askeri
bağların başına bırakacaktı. Böylece yeni bir saldırının önlenmesi söz
konusuydu. Hem zaten gün içinde belki de suçlu yakalanacaktı.
Ece kimsenin uyuyamayacağını biliyordu. En iyisi
biraz babam ile oturayım, onun üzüntüsünü gidereyim diyerek odasına gitti.
Babası annesi ile sessizce konuşuyordu. Kısa bir an dinlemeyi düşündü ama sonra
vazgeçti. Kapıyı iyice açıp içeri girdi. “Anne sen de yat dinlen biraz, ben
otururum babamla.” Hülya hanım hiç öyle düşünmüyordu. Yanındaki boş yeri işaret
edip kızını çağırdı. Osman Bey gözlerindeki yaş izleri ile yatıyordu. Kısık
sesi ile “Bu işler senin yapman gereken işler değildi. Keşke sana bu kadar yük
yükleyeceğime şu mereti ağzıma sürmeseydim.”
“Keşke
sürmeseydin ama artık bunun için geç. Fakat, işlerin benim harcım olmadığını
söyleyemezsin. Tam da benim harcım. Benim toprağıma, hayvanıma ve fabrikama
uzanacak elleri kırarım ben. Hele de ailemi böyle üzecekler. Onların başına
beteri gelecek için rahat olsun baba.”
Osman
Bey, kısık sesi ile “Çok masraf yaptın, çok uğraştın, bankadan kredi aldın.
Şimdi ne olacak? Hepsi yok oldu. Bankanın kredisini nasıl ödeyeceksin?” dedi.
Yaşlı adamın yine gözünden yaş akıyordu.
“Ah
babam buna mı dertlenmiş? Baba fabrika da bağlar da atlar da sigortalandı. Bana
sigorta yapmayı sen öğretmiştin. Ev de dâhil her şeyimizin sigortası var. Benim
ve ailemin kasıtlı hareketleri hariç her türlü tehlikeyi kapsıyor poliçeler.
Jandarma ve mahkeme orayı benim patlatmadığımı ispatlayacak. Ben de her
kuruşumu geri alacağım. Sen bunu düşünme. Hem zaten aldığım kredinin karşılığı
bankada var. Bilmiyor musun sen para durumumuzu? Allaha şükür durumumuz iyi
baba. Ben krediyi ağabeylerimden öğrendiğim için kullanıyorum. Uzun vadeye
yaymak için. Her durumda benim borcum ödenir.”
“Sigorta
ha? İyi düşünmüşsün.” Osman Bey rahatlamıştı. Bu hemen yüzüne ve sesine
yansıdı. Ece de, o rahatlayınca rahatladı. “Ben düşünmedim. Banka zorlamıştı
beni. Kredi almak için şartmış. Benim de işime geldi. Her şeyi güvence altına
aldım. Ahırların yanması korkutmuştu beni. Şimdi sadece sevdiğim şeylere
gelecek zararlara üzülürüm. Bunu yaşamamak için de tedbir aldım. Atlar güvende.
Bağların en altında iki asker nöbette. Evde Toprak var. Daha ne olsun?”
“Toprak
buradaymış, duydum. Neden burada demeyeceğim. Ne düşündüğümü biliyorsun.
İlkay’a gitme derdim ama Asude çok korkmuş. Kıyamam gelinime. Torunumu da
korkutur yoksa. O buraya geleceğine İlkay’ı yolladım. ”
“İyi yaptın baba. Toprak konusunu konuşalım artık
seninle. Biliyorsun sanırım. Ben onu seviyorum. O da beni seviyor. Babasıyla
olan küslüğünüz ikimizi de üzüyor ama siz küssünüz diye biz ayrılmayacağız. O
buraya taşınacak ya da onun gibi bir şeyler yapacak. Benim buradan
ayrılmayacağıma aklı yattı. O bir çözüm bulacak. O zaman da biz evlenecek ve
buralarda bir yerlerde yaşayacağız.” Henüz teklif yok demedi, kendi kendime
gelin güvey oluyorum demedi. Çünkü o teklif gelmese de evleneceklerini
biliyordu.
Osman Bey, uzun, çok uzun bir süre kızına baktı.
Onun inatla havaya kalkmış burnuna ve sevgi ile parlayan gözlerine bakıp “Bana
sormak yerine söylüyorsun. Öyle olsun bakalım. Ama çok iyi bil ben babası ile
aynı ortama girmem.” Ece buna hazırlıklıydı. Gülümseyerek “İstemeye
geldiklerinde ne yapacaksın? Beni sen vermeyecek misin?” diye sordu.
Osman Bey kızına yine uzun bakışlarından attı. Tek
laf etmeden eli ile çıkın dedi. Ece babasının yanıt bulamadığını ve zamanla
kızının isteklerini yerine getireceğini biliyordu. Yerinden kalkıp babasının
yanağını öptükten sonra odadan çıktı. Annesi de arkasından geliyordu. Mutfakta
oturan Toprak Ece’yi görünce rahatladı. Ayakta sadece Toprak ile Ayşe Hanım kalmıştı.
Çocuklar çoktan bölünen uykularına devam etmek için yataklarına çekilmişti.
“Osman
Amca iyi mi? O da çok korktu.” derken aslında kendisi ile ilgili bir şeyler
konuşulduğunu tahmin etmenin tedirginliği vardı sesinde. Ela gözleri ile Ece’nin
yüzünü inceliyordu. “İyi, bizi kovdu odadan.” dedi Ece. Toprak şaşkınlıkla “Neden?”
diye sordu.
“Beni
istemeye geldiğinizde, beni kim verecek diye sordum.”
Toprak
bir anda kıpkırmızı olmuştu. Hülya ve Ayşe Hanımın yanında böyle bir konuşmayı
beklemiyordu.
Ece
küçük kahkahasının ardından “Kızardın mı sen? Ah neyse üzülme vazgeçersen babam
buna çok sevinir.” dedi. Zaten olmayan bir teklifin nesinden bahsediyorlardı?
Toprak bu kez Ece’ye dönüp gülümsedi. Yüzü normal rengine dönmüştü. “Vazgeçmem,
baban için üzgünüm. Hiç kaçacak yerin yok, Ece. Ama bir anda sen öyle
söyleyince şaşırdım.”
“Ben
pratik bir insanım. Bunu öğrenemedin mi? Ayşe abla, bana bir bardak daha çay
versene saat nerdeyse on olacak. Birazdan atların yanına gideceğim. Uykum iyice
açılsın bari. Ya da dur ya ne çayı şöyle koyu bir kahve ver. Toprak sen uyumak
istersen hemen bir oda hazırlayalım.” O kadar olayın ardından aklı çalışmaktaydı.
“Ayşe ablan bana da bir kahve versin ama koyu olmasın. Az önce tüm uykum açıldı
zaten. Ben de seninle gelirim.”
“Anlaştık.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder