6 Kasım 2015 Cuma

YAKIŞIKLI 34. Bölüm

Zeytinyağlıların ve böreklerin de olduğu kahvaltı öğle yemeği saatine kadar uzamıştı. Böyle pazar kahvaltılarını şehirdekilerin hemen her pazar yaptığını, köydekilerin de bunu özel bir gün olarak kutlamalarının güzel olduğunu düşünüyordu. Bir Eray ile karısı yoktu. Onlar da daha önceden başka bir arkadaşlarına söz verdikleri için gelememişti. Masaya daha en az altı kişi oturabilirdi. Toprak büyük masanın etrafındaki kalabalığı keyifle izledi.
Yemeğin sonunda kahveler yudumlanırken Toprak sessizlikten faydalanıp konuşmaya başladı. “Ece, Murat’ın annesi ile geleceği bir gün ayarlarsak, sizin evi gezmeleri uygun olur mu? Yapacakları evin sizin evinize benzemesi güzel olabilir.”
“O evi büyük bir aile mi yaptırıyor?”
“Evet, büyük ve daha da büyümeye niyetli bir aile yaptırıyor. Hülya Teyze, sizin bahçeniz de örnek olabilir. Kime yaptırdınız bahçenin düzenini?” Bu cümle içinde büyük bir iltifat gizliydi. Hülya Hanım da bunun farkında yanıtladı Toprak’ı. “O ne demek, Toprak? Benim bahçeme başkası ne karışacak? Ben yaptım hepsini.”
“Of pot kırdım değil mi? Ama o kadar güzel ki. Usta bir elin yaptığı belli. Karnım acıkmış olmasa saatlerce durabilirdim orada.”
Tatlı dil ile annesinin gönlünü almış, hatta beğeni ile bakılmaya bile başlanmıştı. Bilinçli mi yaptı acaba diye düşünürken gülümsediğini fark etti Ece. Evet annesinin gönlünü kazanmak için yapmıştı. Aşkta ve savaşta her şey mubahtır diyen boşa dememişti. Toprak bu savaşa önde başlamıştı.
“Biraz sabır ve biraz emek ile oluyor hepsi. Çimenler de Ece’nin fikriydi. Her yer toprak ve yeşillik olsun, kalanında çiçekler açsın dedi.”
“O yürüyüş yolu çimenler arasında kaybolmuş taşlarla çok doğal gözüküyor. Sanki hep varmış gibi.” Hülya Hanım gülmeye başladı. “Var sayılır. O taşlar da bizim taşlık bağdan çıkanlarla yapıldı zaten. Sadece biraz düzeltip basılacak hale getirmeye çalıştık. Gerçi çoğu taşı paramparça edip ziyan ettik ama düzelttiklerimiz bize yetti.” O günleri anımsayan aile gülmeye başladı. Herkesin elinde bir keser, sanki ustaymış gibi taşları düzeltmeye uğraşıyor ama her fazla kaçan darbe taşın parçalanmasına, ufalmasına neden oluyordu. Sonunda yolu yapacak kadar taşı kırabilmişler ve kendilerini büyük iş başarmış mimarlarla eş değer görmüşlerdi. Osman Bey bile gülümseyince Toprak kendini iyi hissetti.
İsmail ise annesine eğilmiş bir şeyler konuşuyordu. Kendini dışlanmış ve umursanmayan kişi olarak gördüğü belliydi. Ece insanlara kötü davranmayı sevmezdi ama bir şey yaşanmamış birisinin böyle emrivaki yapması da hoş değildi. Elbette tüm kabahat İsmail’in değildi. Kendisine danışmadan alıp gelen İlkay ve her şeyi saklayan Asude de suçluydu. Bu kahvaltı onlara iyi birer ders olmuştu.
Kahveler bittikten sonra İlkay, “Ece, İsmail ile annesine bağları gezdirelim biraz. Atlarını da görmek istiyorlardı.” dedi.
“Tamam, hadi gidelim.” Ece, yerinden kalkarken cep telefonunun titreşimini hissetti. Gece Toprak ile konuşabileceğini tahmin edip titreşime almış öyle de unutmuştu. Cebinden çıkarttığı telefonun ekranında bilinmeyen numara yazıyordu. Merakla açtı. Mutfaktaki kapıdan bahçeye çıkmış diğerlerinin kendisini takip etmesini bekliyordu. Eli ile onları yönlendirirken kendisi de telefondaki kişiyi dinliyordu.
“Ece hanım merhaba. Ben Elazığ’dan arıyorum. Ertuğrul Vural. Satılık taylarınız varmış. Bir arkadaşım tavsiye etti. Salı günü Antalya’da bir işim var. Oradan sizin oraya gelsem atları görsem olur mu?” O kadar hızlı konuşmuştu ki Ece araya girememişti. Cümlesi bitince Ece asıl merak ettiği soruyu sordu. “Ertuğrul Bey, arkadaşınız kim?”
Erkeğin hiç duraklamadan yanıt vermesi Ece’yi rahatlatacağına daha da rahatsız etti. Bu soruya hazırlıklı mıydı? “İzmir’den bir yetiştirici. Ondan istedim ama satılık tayı yokmuş, sizi önerdi.”
“Anladım, şu an benim de satacak tayım yok. Sizi yönlendiren hangi arkadaşım acaba, ilgisine teşekkür etmek isterim.” Ece, adamı zorlamayı biliyordu. Bu tarz telefonlar artmıştı. Fakat karşısındaki de en az kendisi kadar hazırlıklıydı. “Ah adını söyleme iznim var mı bilmiyorum. Üzüldüm satılık tayınız olmamasına. Üç dört tane taya ihtiyacım vardı. Ben yine ararım sizi.” Telefonu hemen kapatmıştı. Ece son iki hafta içinde üçüncü kez satılık taylar için aranıyordu. Üstelik hep gizli numaralardan aranıyor ve benzer konuşmalar yapıyordu. Fakat bu kez çok hazırcevap biriydi hattın ucundaki. Önceki konuşmalardan dolayı hazırlıklı olduğunu tahmin ediyordu. Atlarını almak isteyen birisinin yoklama yaptığını biliyordu. Artık rahatsızlık veriyordu bu telefonlar.
“Kimdi o?” Toprak, Ece’nin ses tonundan sinirlendiğini anlamıştı.
“Taylarımı almak isteyen biri.”
“Satacak mısın?”
“Hayır.”
“Neden bu kadar kesin hayır dedin? Satacaktın neden vazgeçtin?”
“Yarın da buradasın değil mi? Gel de izle onları. Ama sabah altı da gelmen lazım.”
“Uyandır beni, gelirim.”
“Uyandırırım.”
Başı ile önden yürüyen adamı işaret ederek, “Yazık değil mi adama? Neden gelmelerini engellemedin?” diye sordu. Aslında aklındakiler başkaydı. Sorunun yanıtından çok onun karakterini merak eder olmuştu. Eskiden tanıdığı Ece inatçı ve biraz başına buyruktu. Ara sıra acımasız olduğunu bile düşünürdü. Şimdiki Ece ise hayatına karışanlara verdiği tepkilerle eskiye gönderme yapsa da daha kuvvetliydi. Ve hala acımasızdı!
“Üzülüyor musun onun için? Ben gelmelerini istemedim. Bana kimse sormadı. Emrivakilerden nefret ederim. Bana soru sorulmasını, fikrimin alınmasını tercih ederim.”
“Yani tek kızdığın sana sorulmamış olması öyle mi? Sorsalardı kabul edecek miydin?” Sesindeki titreşimler Ece’yi uyarıyordu. Nihayet saklayamıyordu. Gülümseyerek “Kıskançlık mı seziyorum?” dedi.
“Kıskanç olmadığımı söylüyordun ya. Artık yanıldığını biliyorsundur.”
“Yanılmak bazen insanın hoşuna gidiyor. Zaten kıskanç olduğunu biliyordum. O gün niye öyle konuştum emin değilim. Sanırım senden daha açık olmanı bekledim. Hadi gel yetişelim şunlara. Bir an önce sorularını yanıtlayalım ve bu saçmalığı sonlandıralım. Öğleden sonra ne yapacaksın?”
“Onlar gidene kadar buradayım. Sonra inşaata gideceğim. Neden sordun? Planın mı var?” ilk cümle, her ne kadar Ece’nin yaptıkları hoşuna gitse de meydanı boş bırakmayacağını anlatıyordu. Ece, o cümleye gülümseyerek sorusuna yanıt verdi. “Üzgünüm canım, bugün biraz işim var. İşim bittiğinde yanına uğrarım.”
Yüzündeki aşk dolu ifade Toprak’ı daha da mutlu etti. “Tamam tatlım. Hadi yetişelim şunlara.”
Onlar en arkadan gelirken Asude ile İlkay misafirlerini ağırlamanın derdinde konuşup duruyorlar, İsmail ile annesinin hayal kırıklığını gidermeye uğraşıyorlardı. Ece, yetiştiği gruba bağlar hakkında bilgiler vermeye, neler yapıldığını, neler yapılacağını anlatmaya başlamıştı. Bunu da zorunlu yaptığını belli etmekten çekinmiyordu. Toprak onun sesini dinlemekten keyif alıyor, o kadının kendisine ait olduğunu bilmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Gezi şaraphane ve mahzen ile devam ediyordu. Ece, İsmail ile arkadaşından aldığı aletler hakkında konuştu biraz. Tüm tavrı arkadaşçaydı. Mesafesini koruyor ve asla başka bir düşünceye meydan bırakmıyordu. Toprak, onun iki bağın işçilerini nasıl idare ettiğini çok iyi anlıyordu. Ufak tefek yapısına rağmen karşısındakini ürkütecek bir tavrı vardı. Bunu istediğinde ortaya çıkartmasından hoşnuttu. Kendi yanında ise kedi yavrusu gibiydi. Masum, sevimli ve meraklıydı. Üstelik o masumiyet ve sevimlilik çok da seksi olabiliyordu. Aklı başka yerlere kaymaya başlamıştı. En iyisi serin mahzene inmekti.
Tam kapıdan girecekken Ece, herkese duyuracak şekilde “Toprak, sen istediğin bir şişeyi al. Ben de işim bitince inşaata gelip neler yapılmış bakmak istiyorum. Murat ne zaman gelir?” diye sordu. Duyanların şüphelerini giderecek kadar ima dolu bir konuşmaydı. Serin yere girmeden Toprak, çalan telefonunu eline aldı. “Ah iyi adam lafının üstüne ararmış. Bir dakika… Alo Murat, şimdi Ece seni soruyordu. Ne zaman geleceksin?”
Toprak konuşurken İlkay kardeşinin yanına gelip kısık sesle kulağına “Neler oluyor Ece? Ne bu samimiyet?”
“Ne olacak? O bizim köylü değil mi? Benim arkadaşım değil mi?”
“Ece, sen beni aptal mı sandın? İkinizin nasıl bakıştığınızı gördüm. O herif senin peşinde mi?” İlkay, kaşlarını çatmış bakıyordu. Ece o ana kadar birikmiş tüm siniri ile dişlerinin arasından tıslar gibi konuşmaya başladı. “Bak sen bile söyledin. Nasıl bakıştığımızı görmüşsün. Yani tek taraflı bir durum yok. Ve umarım o herif dediğin adam hep peşimde olur.”
“Sen saçmalıyorsun. Babama ne diyeceksin?” İlkay, geri adım atması gerektiği zamanları bilirdi. Şu an da kardeşinin inat damarının kabardığını görüyordu. En iyisi asıl engelleyecek kişiyi ortaya sürmekti. Ece, onun ne yapmak istediğinin farkındaydı. “O zamana kadar diyecek bir şeyler bulurum umarım. Yoksa babamla ilk kez ters düşeceğim.”
“Bunu göze alabilecek misin?” İlkay artık mağlubiyeti kabul etmişti. Ece bunu anlayınca sesini yumuşattı. “Sizler babama karşı geldiğinizde kıyamet koptu mu? Ben de karşı gelebilirim. Kim bilir belki gerek bile kalmaz.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Babam babası ile küs. Oğluna belki karşı çıkmaz. Kahvaltıda aralarında bir sorun görmedim. Annem zaten yumuşadı bile. Hem zaten daha o aşamaya gelmedik. Bunları düşünmek için çok erken.”
“Bana pek öyle gelmedi. Asude sana çok kızgın. Ona anlatmadığın için küsmüş.”
“Sen o karına de ki, arkamdan iş çevireceğine bir telefon açsaydı. Ebru biliyor, o da öğrenirdi.”
“Ebru biliyor dersem daha da kötü olur. Hem o nerden biliyor?”
“Kardeşine koca arayan tek ağabey sen değilsin. Ne olduysa bu aralar herkes bana koca arıyor. Onlar hepten sürpriz yaptı ama sizinki önceden planlanmış. O yüzden artık herkes benle uğraşmayı kesene kadar isteyen küsebilir.”
“Artık seninle uğraşmayacağız. Zaten gerek de kalmamış.” İlkay, hak verdiğini belli ediyordu. Onlara ne olmuştu da bu kadar gizli saklı planlarla iş çevirmeye kalkışmışlardı? Ece’yi tanımıyorlar mıydı? Yaptıkları hatayı bilerek tavrını çoktan değiştirmişti. Ece de onun söylediklerinden hoşlanmıştı. “İnşallah gerek kalmamıştır. Ve sevgili ağabeyim, sakın ha bu kez de gözünü korkutabileceğinizi sanmayın. Bu kez olmaz.”
Onlar konuşurken Toprak da Murat ile konuşmasını bitirmişti. İnşaat hakkında arkadaşının sorularını yanıtlamış, çekeceği fotoğraflar hakkında bir sürü talimat dinlemişti. Annesi ile kendisini davet ettiklerini de iletmeyi unutmamıştı. Murat bu davetten memnun olduğunu en kısa sürede geleceklerini söylemişti. Toprak keyifle Ece’nin yanına giderken onun İlkay ile konuştuğunu görüp, yavaşladı. Ne konuştuklarını merak etse de konuşmalarının bitmesini beklemeliydi. Tüm çabasına rağmen son cümleyi duymuştu. Ece’nin ağabeylerini yola getirdiğini anlayıp mutluluğu iliklerinde hissetti.
“Murat’ın selamı var. Davetini ilettim. Çok memnun oldu. İnşaatı da görmek için gelecekmiş. Annesini de getirecek.”
“Çok iyi oldu bu. Didem’i de arasam mı acaba? Aman neyse ben daha fazla karışmayacağım.”
“Gelemez zaten çünkü çarşambaya gelme niyetleri var. Sizin için de uygun mudur?”
“Uygundur tabii. Hadi artık seç şu şarabı da çıkalım buradan. Üşüdüm.”
Dışarıda bu kez yanına gelen Asude oldu. “Küsmüşsün bana. Şimdi de barışmaya mı geliyorsun?”
“Bana bak görümce, sen nasıl bunu benden saklarsın?”
“Neyi saklamışım? Sordun da anlatmadım mı?”
“Ne biliyorum ki ne soracağım? İnsan arar anlatır.”
“Bilmen gerekmiyor yenge! Sana birini görücü getireceğiz, müsait misin, diye sorman lazım.”
“Aman kızım istemiyorsun söylediğimiz zaman. Hem İlkay, çocuğu beğendiğini söyleyince ben de sormaya gerek duymadım.”
“Sormaya korktun sen. Ama asıl şimdi hiddetimden kork. Bir de küsmüşsün! Asıl ben sana küstüm.”
“Ben küsmedim, yeğenin üzülürdü küsseydim. Sen de küsemezsin, yeğenin üzülür.”
“Sen beni doğmamış veletle mi korkutmaya çalışıyorsun? Hiç şansın yok.”
“Yeğenin de yumuşatamadıysa eyvahhh, çekeceğim var senden. İyi ama ben nasıl öğreneceğim, aranızda neler olduğunu?”
“Ahha işte asıl bu iyi bir ceza sana. Öğrenemeyeceksin!”
“Ece, çatlarım. Anlat hadi. Hem bir şey diyeyim mi? Bu adam çok yakışıklı olmuş. Yıllardır görmüyordum. Tam sert erkek suratına bürünmüş. Boyu posu da süper! Aaa sen yanında çok kısa kalmıyor musun?”
“Asude, sen böyle konuşursan ben sana bir şey anlatır mıyım sanıyorsun?”
“Ya tamam, şaka da yapılmıyor sana. Vallahi çok yakışıyorsunuz. Yan yana yürürken baktım da bayıldım, bayıldım. Evlenme teklif etti mi?”
“O kadar ilerlemedik daha.”
“Çok da uzak değilsiniz gibi geliyor bana.” Asude son cümleyi söylerken koluna girmişti arkadaşının. Ece de daha fazla üzmemek için gülümseyerek “İnşallah.” dedi.
Son durak atların yanıydı. İsmail ve annesi ahırların dışında dolaşan atların yanlarına yaklaşmasından ürkmüştü. Ahırlara yaklaştıklarında koku burunlarına ulaşmıştı. Önce annesinin burnunu kırıştırıp eli ile kapattığını gördü, Ece. Benzer hareketi bir dakika kadar sonra İsmail de yapınca daha fazla oyalanmadılar eve döndüler. İkisinin de böyle bir ortamda yaşama ihtimali yoktu. Toprak ise atlarının kokusunu duymuyordu bile. Sırf bu bile yeterliydi kimin uygun olduğunu anlamaya… Ki zaten buna ihtiyaç duymuyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder