Zeytinyağlıların
ve böreklerin de olduğu kahvaltı öğle yemeği saatine kadar uzamıştı. Böyle pazar
kahvaltılarını şehirdekilerin hemen her pazar yaptığını, köydekilerin de bunu
özel bir gün olarak kutlamalarının güzel olduğunu düşünüyordu. Bir Eray ile
karısı yoktu. Onlar da daha önceden başka bir arkadaşlarına söz verdikleri için
gelememişti. Masaya daha en az altı kişi oturabilirdi. Toprak büyük masanın
etrafındaki kalabalığı keyifle izledi.
Yemeğin
sonunda kahveler yudumlanırken Toprak sessizlikten faydalanıp konuşmaya
başladı. “Ece, Murat’ın annesi ile geleceği bir gün ayarlarsak, sizin evi
gezmeleri uygun olur mu? Yapacakları evin sizin evinize benzemesi güzel
olabilir.”
“O evi büyük
bir aile mi yaptırıyor?”
“Evet, büyük
ve daha da büyümeye niyetli bir aile yaptırıyor.
Hülya Teyze, sizin bahçeniz de örnek olabilir. Kime yaptırdınız bahçenin
düzenini?” Bu cümle içinde büyük bir iltifat gizliydi. Hülya Hanım da bunun
farkında yanıtladı Toprak’ı. “O ne demek, Toprak? Benim bahçeme başkası ne
karışacak? Ben yaptım hepsini.”
“Of
pot kırdım değil mi? Ama o kadar güzel ki. Usta bir elin yaptığı belli. Karnım
acıkmış olmasa saatlerce durabilirdim orada.”
Tatlı
dil ile annesinin gönlünü almış, hatta beğeni ile bakılmaya bile başlanmıştı.
Bilinçli mi yaptı acaba diye düşünürken gülümsediğini fark etti Ece. Evet
annesinin gönlünü kazanmak için yapmıştı. Aşkta ve savaşta her şey mubahtır
diyen boşa dememişti. Toprak bu savaşa önde başlamıştı.
“Biraz
sabır ve biraz emek ile oluyor hepsi. Çimenler de Ece’nin fikriydi. Her yer
toprak ve yeşillik olsun, kalanında çiçekler açsın dedi.”
“O
yürüyüş yolu çimenler arasında kaybolmuş taşlarla çok doğal gözüküyor. Sanki
hep varmış gibi.” Hülya Hanım gülmeye başladı. “Var sayılır. O taşlar da bizim
taşlık bağdan çıkanlarla yapıldı zaten. Sadece biraz düzeltip basılacak hale
getirmeye çalıştık. Gerçi çoğu taşı paramparça edip ziyan ettik ama
düzelttiklerimiz bize yetti.” O günleri anımsayan aile gülmeye başladı.
Herkesin elinde bir keser, sanki ustaymış gibi taşları düzeltmeye uğraşıyor ama
her fazla kaçan darbe taşın parçalanmasına, ufalmasına neden oluyordu. Sonunda
yolu yapacak kadar taşı kırabilmişler ve kendilerini büyük iş başarmış mimarlarla
eş değer görmüşlerdi. Osman Bey bile gülümseyince Toprak kendini iyi hissetti.
İsmail
ise annesine eğilmiş bir şeyler konuşuyordu. Kendini dışlanmış ve umursanmayan
kişi olarak gördüğü belliydi. Ece insanlara kötü davranmayı sevmezdi ama bir
şey yaşanmamış birisinin böyle emrivaki yapması da hoş değildi. Elbette tüm
kabahat İsmail’in değildi. Kendisine danışmadan alıp gelen İlkay ve her şeyi
saklayan Asude de suçluydu. Bu kahvaltı onlara iyi birer ders olmuştu.
Kahveler
bittikten sonra İlkay, “Ece, İsmail ile annesine bağları gezdirelim biraz. Atlarını
da görmek istiyorlardı.” dedi.
“Tamam,
hadi gidelim.” Ece, yerinden kalkarken cep telefonunun titreşimini hissetti.
Gece Toprak ile konuşabileceğini tahmin edip titreşime almış öyle de unutmuştu.
Cebinden çıkarttığı telefonun ekranında bilinmeyen numara yazıyordu. Merakla
açtı. Mutfaktaki kapıdan bahçeye çıkmış diğerlerinin kendisini takip etmesini
bekliyordu. Eli ile onları yönlendirirken kendisi de telefondaki kişiyi
dinliyordu.
“Ece
hanım merhaba. Ben Elazığ’dan arıyorum. Ertuğrul Vural. Satılık taylarınız
varmış. Bir arkadaşım tavsiye etti. Salı günü Antalya’da bir işim var. Oradan
sizin oraya gelsem atları görsem olur mu?” O kadar hızlı konuşmuştu ki Ece
araya girememişti. Cümlesi bitince Ece asıl merak ettiği soruyu sordu.
“Ertuğrul Bey, arkadaşınız kim?”
Erkeğin
hiç duraklamadan yanıt vermesi Ece’yi rahatlatacağına daha da rahatsız etti. Bu
soruya hazırlıklı mıydı? “İzmir’den bir yetiştirici. Ondan istedim ama satılık
tayı yokmuş, sizi önerdi.”
“Anladım,
şu an benim de satacak tayım yok. Sizi yönlendiren hangi arkadaşım acaba,
ilgisine teşekkür etmek isterim.” Ece, adamı zorlamayı biliyordu. Bu tarz
telefonlar artmıştı. Fakat karşısındaki de en az kendisi kadar hazırlıklıydı. “Ah
adını söyleme iznim var mı bilmiyorum. Üzüldüm satılık tayınız olmamasına. Üç
dört tane taya ihtiyacım vardı. Ben yine ararım sizi.” Telefonu hemen
kapatmıştı. Ece son iki hafta içinde üçüncü kez satılık taylar için aranıyordu.
Üstelik hep gizli numaralardan aranıyor ve benzer konuşmalar yapıyordu. Fakat
bu kez çok hazırcevap biriydi hattın ucundaki. Önceki konuşmalardan dolayı
hazırlıklı olduğunu tahmin ediyordu. Atlarını almak isteyen birisinin yoklama
yaptığını biliyordu. Artık rahatsızlık veriyordu bu telefonlar.
“Kimdi
o?” Toprak, Ece’nin ses tonundan sinirlendiğini anlamıştı.
“Taylarımı
almak isteyen biri.”
“Satacak
mısın?”
“Hayır.”
“Neden
bu kadar kesin hayır dedin? Satacaktın neden vazgeçtin?”
“Yarın
da buradasın değil mi? Gel de izle onları. Ama sabah altı da gelmen lazım.”
“Uyandır
beni, gelirim.”
“Uyandırırım.”
Başı
ile önden yürüyen adamı işaret ederek, “Yazık değil mi adama? Neden gelmelerini
engellemedin?” diye sordu. Aslında aklındakiler başkaydı. Sorunun yanıtından
çok onun karakterini merak eder olmuştu. Eskiden tanıdığı Ece inatçı ve biraz
başına buyruktu. Ara sıra acımasız olduğunu bile düşünürdü. Şimdiki Ece ise
hayatına karışanlara verdiği tepkilerle eskiye gönderme yapsa da daha
kuvvetliydi. Ve hala acımasızdı!
“Üzülüyor
musun onun için? Ben gelmelerini istemedim. Bana kimse sormadı. Emrivakilerden nefret
ederim. Bana soru sorulmasını, fikrimin alınmasını tercih ederim.”
“Yani
tek kızdığın sana sorulmamış olması öyle mi? Sorsalardı kabul edecek miydin?”
Sesindeki titreşimler Ece’yi uyarıyordu. Nihayet saklayamıyordu. Gülümseyerek “Kıskançlık
mı seziyorum?” dedi.
“Kıskanç
olmadığımı söylüyordun ya. Artık yanıldığını biliyorsundur.”
“Yanılmak
bazen insanın hoşuna gidiyor. Zaten kıskanç olduğunu biliyordum. O gün niye
öyle konuştum emin değilim. Sanırım senden daha açık olmanı bekledim. Hadi gel
yetişelim şunlara. Bir an önce sorularını yanıtlayalım ve bu saçmalığı
sonlandıralım. Öğleden sonra ne yapacaksın?”
“Onlar
gidene kadar buradayım. Sonra inşaata gideceğim. Neden sordun? Planın mı var?”
ilk cümle, her ne kadar Ece’nin yaptıkları hoşuna gitse de meydanı boş
bırakmayacağını anlatıyordu. Ece, o cümleye gülümseyerek sorusuna yanıt verdi. “Üzgünüm
canım, bugün biraz işim var. İşim bittiğinde yanına uğrarım.”
Yüzündeki
aşk dolu ifade Toprak’ı daha da mutlu etti. “Tamam tatlım. Hadi yetişelim
şunlara.”
Onlar en arkadan gelirken Asude ile İlkay
misafirlerini ağırlamanın derdinde konuşup duruyorlar, İsmail ile annesinin
hayal kırıklığını gidermeye uğraşıyorlardı. Ece, yetiştiği gruba bağlar
hakkında bilgiler vermeye, neler yapıldığını, neler yapılacağını anlatmaya
başlamıştı. Bunu da zorunlu yaptığını belli etmekten çekinmiyordu. Toprak onun
sesini dinlemekten keyif alıyor, o kadının kendisine ait olduğunu bilmenin
mutluluğunu yaşıyordu.
Gezi şaraphane ve mahzen ile devam ediyordu. Ece, İsmail
ile arkadaşından aldığı aletler hakkında konuştu biraz. Tüm tavrı arkadaşçaydı.
Mesafesini koruyor ve asla başka bir düşünceye meydan bırakmıyordu. Toprak,
onun iki bağın işçilerini nasıl idare ettiğini çok iyi anlıyordu. Ufak tefek
yapısına rağmen karşısındakini ürkütecek bir tavrı vardı. Bunu istediğinde
ortaya çıkartmasından hoşnuttu. Kendi yanında ise kedi yavrusu gibiydi. Masum,
sevimli ve meraklıydı. Üstelik o masumiyet ve sevimlilik çok da seksi
olabiliyordu. Aklı başka yerlere kaymaya başlamıştı. En iyisi serin mahzene
inmekti.
Tam
kapıdan girecekken Ece, herkese duyuracak şekilde “Toprak, sen istediğin bir
şişeyi al. Ben de işim bitince inşaata gelip neler yapılmış bakmak istiyorum.
Murat ne zaman gelir?” diye sordu. Duyanların şüphelerini giderecek kadar ima
dolu bir konuşmaydı. Serin yere girmeden Toprak, çalan telefonunu eline aldı. “Ah
iyi adam lafının üstüne ararmış. Bir dakika… Alo Murat, şimdi Ece seni
soruyordu. Ne zaman geleceksin?”
Toprak
konuşurken İlkay kardeşinin yanına gelip kısık sesle kulağına “Neler oluyor
Ece? Ne bu samimiyet?”
“Ne
olacak? O bizim köylü değil mi? Benim arkadaşım değil mi?”
“Ece,
sen beni aptal mı sandın? İkinizin nasıl bakıştığınızı gördüm. O herif senin
peşinde mi?” İlkay, kaşlarını çatmış bakıyordu. Ece o ana kadar birikmiş tüm
siniri ile dişlerinin arasından tıslar gibi konuşmaya başladı. “Bak sen bile
söyledin. Nasıl bakıştığımızı görmüşsün. Yani tek taraflı bir durum yok. Ve
umarım o herif dediğin adam hep peşimde olur.”
“Sen
saçmalıyorsun. Babama ne diyeceksin?” İlkay, geri adım atması gerektiği
zamanları bilirdi. Şu an da kardeşinin inat damarının kabardığını görüyordu. En
iyisi asıl engelleyecek kişiyi ortaya sürmekti. Ece, onun ne yapmak istediğinin
farkındaydı. “O zamana kadar diyecek bir şeyler bulurum umarım. Yoksa babamla
ilk kez ters düşeceğim.”
“Bunu
göze alabilecek misin?” İlkay artık mağlubiyeti kabul etmişti. Ece bunu
anlayınca sesini yumuşattı. “Sizler babama karşı geldiğinizde kıyamet koptu mu?
Ben de karşı gelebilirim. Kim bilir belki gerek bile kalmaz.”
“Ne
demek istiyorsun?”
“Babam
babası ile küs. Oğluna belki karşı çıkmaz. Kahvaltıda aralarında bir sorun
görmedim. Annem zaten yumuşadı bile. Hem zaten daha o aşamaya gelmedik. Bunları
düşünmek için çok erken.”
“Bana
pek öyle gelmedi. Asude sana çok kızgın. Ona anlatmadığın için küsmüş.”
“Sen
o karına de ki, arkamdan iş çevireceğine bir telefon açsaydı. Ebru biliyor, o
da öğrenirdi.”
“Ebru
biliyor dersem daha da kötü olur. Hem o nerden biliyor?”
“Kardeşine koca arayan tek ağabey sen değilsin. Ne
olduysa bu aralar herkes bana koca arıyor. Onlar hepten sürpriz yaptı ama
sizinki önceden planlanmış. O yüzden artık herkes benle uğraşmayı kesene kadar
isteyen küsebilir.”
“Artık seninle uğraşmayacağız. Zaten gerek de
kalmamış.” İlkay, hak verdiğini belli ediyordu. Onlara ne olmuştu da bu kadar
gizli saklı planlarla iş çevirmeye kalkışmışlardı? Ece’yi tanımıyorlar mıydı?
Yaptıkları hatayı bilerek tavrını çoktan değiştirmişti. Ece de onun
söylediklerinden hoşlanmıştı. “İnşallah gerek kalmamıştır. Ve sevgili ağabeyim,
sakın ha bu kez de gözünü korkutabileceğinizi sanmayın. Bu kez olmaz.”
Onlar konuşurken Toprak da Murat ile konuşmasını
bitirmişti. İnşaat hakkında arkadaşının sorularını yanıtlamış, çekeceği
fotoğraflar hakkında bir sürü talimat dinlemişti. Annesi ile kendisini davet
ettiklerini de iletmeyi unutmamıştı. Murat bu davetten memnun olduğunu en kısa
sürede geleceklerini söylemişti. Toprak keyifle Ece’nin yanına giderken onun
İlkay ile konuştuğunu görüp, yavaşladı. Ne konuştuklarını merak etse de
konuşmalarının bitmesini beklemeliydi. Tüm çabasına rağmen son cümleyi
duymuştu. Ece’nin ağabeylerini yola getirdiğini anlayıp mutluluğu iliklerinde
hissetti.
“Murat’ın selamı var. Davetini ilettim. Çok memnun
oldu. İnşaatı da görmek için gelecekmiş. Annesini de getirecek.”
“Çok
iyi oldu bu. Didem’i de arasam mı acaba? Aman neyse ben daha fazla
karışmayacağım.”
“Gelemez
zaten çünkü çarşambaya gelme niyetleri var. Sizin için de uygun mudur?”
“Uygundur
tabii. Hadi artık seç şu şarabı da çıkalım buradan. Üşüdüm.”
Dışarıda
bu kez yanına gelen Asude oldu. “Küsmüşsün bana. Şimdi de barışmaya mı
geliyorsun?”
“Bana
bak görümce, sen nasıl bunu benden saklarsın?”
“Neyi
saklamışım? Sordun da anlatmadım mı?”
“Ne
biliyorum ki ne soracağım? İnsan arar anlatır.”
“Bilmen
gerekmiyor yenge! Sana birini görücü getireceğiz, müsait misin, diye sorman
lazım.”
“Aman
kızım istemiyorsun söylediğimiz zaman. Hem İlkay, çocuğu beğendiğini söyleyince
ben de sormaya gerek duymadım.”
“Sormaya
korktun sen. Ama asıl şimdi hiddetimden kork. Bir de küsmüşsün! Asıl ben sana
küstüm.”
“Ben
küsmedim, yeğenin üzülürdü küsseydim. Sen de küsemezsin, yeğenin üzülür.”
“Sen
beni doğmamış veletle mi korkutmaya çalışıyorsun? Hiç şansın yok.”
“Yeğenin
de yumuşatamadıysa eyvahhh, çekeceğim var senden. İyi ama ben nasıl
öğreneceğim, aranızda neler olduğunu?”
“Ahha
işte asıl bu iyi bir ceza sana. Öğrenemeyeceksin!”
“Ece,
çatlarım. Anlat hadi. Hem bir şey diyeyim mi? Bu adam çok yakışıklı olmuş.
Yıllardır görmüyordum. Tam sert erkek suratına bürünmüş. Boyu posu da süper!
Aaa sen yanında çok kısa kalmıyor musun?”
“Asude,
sen böyle konuşursan ben sana bir şey anlatır mıyım sanıyorsun?”
“Ya
tamam, şaka da yapılmıyor sana. Vallahi çok yakışıyorsunuz. Yan yana yürürken
baktım da bayıldım, bayıldım. Evlenme teklif etti mi?”
“O
kadar ilerlemedik daha.”
“Çok
da uzak değilsiniz gibi geliyor bana.” Asude son cümleyi söylerken koluna
girmişti arkadaşının. Ece de daha fazla üzmemek için gülümseyerek “İnşallah.”
dedi.
Son
durak atların yanıydı. İsmail ve annesi ahırların dışında dolaşan atların
yanlarına yaklaşmasından ürkmüştü. Ahırlara yaklaştıklarında koku burunlarına
ulaşmıştı. Önce annesinin burnunu kırıştırıp eli ile kapattığını gördü, Ece.
Benzer hareketi bir dakika kadar sonra İsmail de yapınca daha fazla
oyalanmadılar eve döndüler. İkisinin de böyle bir ortamda yaşama ihtimali
yoktu. Toprak ise atlarının kokusunu duymuyordu bile. Sırf bu bile yeterliydi kimin
uygun olduğunu anlamaya… Ki zaten buna ihtiyaç duymuyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder