18 Ekim 2015 Pazar

YAKIŞIKLI 14. Bölüm

Seyis Ali, hızlı adımlarla yanına gelirken Ece anlamıştı kötü bir şey olduğunu. Bir hafta sonra atların açık arttırmada satışı vardı. Ne olmuş olabilirdi? Kesinlikle kötü bir şeyler olmuştu. Yüzü ele veriyordu. Aralarında on adım kadar kaldığında  “Ece Hanım, veteriner çağırdım. Atlar…”
Ece, cümlenin sonunu beklemeden koşmaya başladı. Ahırdan içeri girdiğinde gözlerine inanamadı. İki atı da yerde yatıyordu. Bir hafta sonra satılacak taylar hastalanmıştı. Hemen adsızın yanına gitti. Onun da gözleri kısa süre sonra hastalanacağını haber veriyordu.
“Ne zaman bu hale geldiler?”
“Bir saat olmadı. Önce fazla yediler sandım. Baktığımda yemlerinin çoğu duruyordu.” Adam o kadar üzgün gözüküyordu ki Ece sesini yumuşatma ihtiyacı hissetti.
“Ne yaptın o yemleri?”

“El arabasına topladım. Yemde bir sorun olmalı. Diğer atlarda bir şey yok. Ama bu üç at 12-24* lükten besleniyor. Bu yemde sorun olmalı.” Ali seyis aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu. Ece, iki atının başlarını kaldırma çabalarını üzgün gözlerle izledi. Yapabilecekleri bir şey yoktu. Mutlaka veterinerin görmesi gerekiyordu. Yirmi dakika sonra adsız da yere uzandı. Zaten bekliyordu bunu. Aslında onun daha önce tepki vermesini bekliyordu. Çünkü hala çok zayıftı bünyesi.
Veterinerin cipinin sesi duyulduğunda aradan bir saate yakın zaman geçmişti. Müfit amca kapının önüne geldiğinde sert bir frenle durdurdu aracını ve hemen çantası ile atladı arabadan.
Ece, geç kalınmamış olması için bildiği tüm duaları peş peşe okuyordu.  Kısa bir muayene ve yemlerdeki koku nedeni ile zehirlendiklerini anlayan Müfit amca, gerekli ilaçları hazırlamaya başlamıştı bile. Ece, onun yüzündeki rahat ifadeyi görene kadar kendisini sıkmıştı. “Yarın ayaklanırlar hiç merak etme.”
“Emin misin?”
“Elbette eminim. Bu ilaç onların midesini temizleyecek. Kısa sürede bir şeyleri kalmaz. Ama sen yem aldığın yeri ara ve sor bakalım kimseden iade ya da şikâyet gelmiş mi? Yemler bozuk. Bana bir parça ver de tahlil ettireyim.”
“Hemen bir poşete koyalım. Firmayı da arayacağım tabii.” Bir an durup yerde halsiz yatan atlarını seyretti. Sonra veterinere dönüp “Müfit amca, bir hafta sonra İzmir’e götürebilir miyim? Tay satışlarına katılacaktım.” diye sordu.
Yıllardır hayvanlarını emanet ettiği Müfit amca gülümseyerek “Sorun olmaz, götürürsün. İzmir’den ne getireceksin bana?” dedi.
“Selam getiririm.”
“Tamam, en çok selama ihtiyacım var zaten. Uğrarsın değil mi?”
“Uğramaz mıyım? Çok özledim zaten.”


*12-24  lük yem; atların yaşlarına göre beslenmelerinde kullanılan yemler değişir. İki yaşına kadar olan atlar 12-24 lük besin grubundan beslenir.


*****

Ece, geceyi boxlarda geçirdi. Seyis Ali, Yakup ve Recep de onunla birlikte kaldılar. Atlar gecenin üçünde toparlanmaya başlamıştı. Veterinerin bıraktığı diğer ilaçları da saatlerine göre verdiler.
Sabah ilk iş firmayı arayacak ve hesap soracaktı. Haber aldığı andan itibaren neredeyse yirmi saattir atların başından ayrılmamıştı. Çok yorgun ve uykusuzdu. Üzüntüsünü kelimelerle tarif edemezdi. Atları satmayı planladığında üzüntü yüreğine çörekleniyordu. Kendi büyütüp yetiştirdiği atları sattığında üzülüyordu ama biliyordu ki bulundukları yerlerde iyi bakılıyorlar. Hiç at kaybetmemişti. Eğer onlara bir şey olsaydı, biri bile ölseydi ne kadar üzüleceğini de şu birkaç saatte anlamıştı. Bu acıya dayanmak çok zor olurdu.


*****


“Yenge nasılsın?”
“İyiyim oğlum, sen nasılsın?”
“İyiyim ben de. Pazartesi geleceğim de haber vereyim dedim.”
“Haber mi vermen lazım? Gel oğlum. Annenler gelecek mi?”
“Yok yenge, ben tapuları alıp ilanları vereceğim. O işleri halledeceğim. Evde noksan bir şey var mı? Gelirken getireyim.”
“Deli çocuk, ne noksan olacak? Halloluyor o işler.”
Toprak dilinin ucuna gelen ‘Ece mi hallediyor?’ sorusunu zorlukla yuttu. “Tamam yenge, hadi görüşürüz iyi bak kendine.”
Telefonu kapatıp arkasına yaslandı. İki haftadır aklından çıkmayan genç kızı görebilecek miydi?
Görmek istiyor muydu?
İstiyordu, hem de çok istiyordu, her şeye rağmen istiyordu...


*****

Toprak, bu kez altı yüksek bir cip kiralamayı tercih etmişti. Kendi arabası ile gelse motora zarar vermekten korkuyordu. Kiralamak ucuza gelecekti bu durumda.
Yengesinin evine ulaştığında bakışları uzaklardaydı. Ece’yi görebilmek umudu ile etrafa bakındığını itiraf etmeliydi. İki haftadır merak içini kemiriyordu. Telefonda konuştuğunun kim olduğunu merak ediyordu. Hayatında biri olup olmadığını merak ediyordu. Kendisi hakkında neler düşündüğünü, daha doğrusu neler hissettiğini merak ediyordu. Ama merak ettiği şeyleri kimseye sorup öğrenemiyordu.
En son irtibatları o saçma sapan e-postalar olmuştu. Sinirini bozmaktan öteye gitmeyen yazışmalar…
Cipten inip arka koltuktaki poşetleri aldı. Bir kez daha gelip kalanları da almalıydı.

 *****

İki konteynır peş peşe yola çıktı. Ece, arabaya valizini koydu. Babası ile vedalaşmıştı. Kardeşlerini öptü. Annesine sarıldı ve arabanın yanında bekleyen Duman’ı sevdi.
“Üç gün sonra görüşürüz. Acil bir şey olursa arayın.” diyerek arabayı çalıştırdı. Atların durumu gayet iyiydi. Bağların işleri de neredeyse bitmişti. Artık zamanı geldikçe ilaçlamaların yapılması, vitaminlerin verilmesi gerekiyordu. İşçileri ile görüşmüş ve talimatlarını vermişti. Cevat kalfa bile bu aralar sakince işini yapıyordu. Önceki gün uğramış ve işlerin yolunda olduğunu anlayıp rahatlamıştı. Yağmur da beklenmiyordu. İçi rahatlamış olarak yoluna devam etti.
Yengenin evine doğru yöneldi. Onunla da vedalaşacak, bir isteği olup olmadığını soracaktı. Eve yaklaştığında kapıda tanımadığı bir araç olduğunu gördü. “Hayırdır inşallah. Kim bu yengeye gelen?” Sahipsiz yaşlı kadının başına kötü bir şey gelmesinden korkarak evin önünde sert bir frenle durdu. Onun bu fren sesine evden iki kişi çıktı. Biri yengeydi, diğeri ise Toprak!
Ece onları görünce rahatlamış olarak açtı aracın kapısını. Yenge, “Hayırdır kızım ne bu sürat?”
“Yengem, araba yabancı geldi. Merak ettim. Hoş geldin Toprak ağabey.” Hiç beklemediği anda karşısında görünce biraz afallamıştı. Yengenin gülen yüzüne bakıp o da gülümsedi. Az önceki heyecanı yatışmıştı.
Yenge ufak tefek ve yaşlı bir kadındı. Yanında ev işlerini yapan biri vardı ama o da ufak tefek bir kadındı. Yabancı biri saldırsa iki kadının da mücadele etmesi mümkün değildi. İçi korku ile ürperdi. O sırada sinirli bir sesle yanıt geldi Toprak’tan.
“Hoş buldum. Merak etme yengemi ziyarete geldim.”
Ece, kızmasına anlam verememişti. “İyi yaptın. Kusura bakma bu arabayı tanımıyordum.”
“Tavsiyeni dinledim. Bunu kiraladım. Altı yüksek!” Açıklama yaparken bile sesi sinirliydi. Ece de aynı tonla yanıtladı. “İyi yapmışsın.” Sonra yengeye dönüp, “İzmir’den bir istediğin var mı diye uğramıştım.”
“Yok kızım sağ olasın. Zaten Toprak almış dünyaları gelmiş.”
“Neden gidiyorsun İzmir’e?” Toprak şaşkındı. Hem ummadığı anda karşısına çıktığı için, hem İzmir’e gittiği için, hem de kendisine yine ağabey dediği için… Ağabey kelimesine neden bu kadar sinirleniyordu ki? Kız gayet doğal söylüyordu oysa. Ece onun çatık kaşlarına aldırmadan “Yarışlar var. Perşembe yarışlara katılacağım.” diye yanıtladı.
“Neden bu kadar erken gidiyorsun?” Acaba o İsmail ile mi buluşacaktı? Aklı karışmıştı. Merakını yenemeden sormuştu sorusunu. Sabırla yanıtladı genç kız, “Erken değil. Yarın tay satışı var. Perşembe de yarış. Cuma döneceğim.”
“Ben yarın dönüyorum İzmir’e. Tay satışları nerede yapılıyor, gelip izleyeyim.” Nereden çıkmıştı bu teklif? Toprak bir anda sorduğu soru ile iki kadının da dikkatini çekmişti. Ece onun talebi karşısında gülmeye başladı. “At mı alacaksın? Apartmanda bakmak serbest mi?” Toprak, onun gülümsemesinden cesaret alarak gülümsedi. Sanki az önce kendisini iki sözü ile sinir eden bu değildi. Bir gülümsemesi ile tüm siniri uçup gitmişti. Bu tatlı havasını bozmayı hiç istemiyordu.  
“Dalga geçme benimle. Sadece merak ettim. Kimler at alıyor, nasıl seçiyorlar, izlemek isterim. Hem bana bilgi verecek biri de olacak yanımda.” Toprak bu fırsatı yarattığı için kendisini kutlarken Ece soru dolu gözlerle bakıyordu. Sakin bir sesle “Hipodromda yapılıyor. Orada kime sorsan gösterirler satış yerini. Sabah onda başlayacak. Bugün TJK TV de taylar hakkında bilgiler veriliyordur. Vakit bulursan izlersin. Atların otlaklarda koştururken çekilmiş kısa görüntüleri vardır.”
“İzlerim. Saat onda mı? Yetişirim sanırım.” Toprak neden gitmek istediğini sorsalar yanıt veremezdi. Çünkü o an sadece gitmek istediğini biliyordu. Buna ad koymak mümkün değildi. Az önce saydıklarının sadece mazeret olduğunu da biliyordu. Ece’ye yakın olmak, görüşmedikleri zamanlarda hayatlarında nelerin değiştiğini anlamak istiyordu.
Onların konuşmasını yüzünde gülümseme ile izleyen yenge “Hayırlı satışlar olsun güzel kızım, ben giriyorum içeri. Dikkatli sür arabayı.” dedi. 
“Sürerim yengem. Var mı bir istediğin?”
“Yok kızım, yok. Hadi sana iyi yolculuklar. Allaha emanet ol.” dedi ve yavaş adımlarla içeri girdi.
Onlar konuşurken Toprak aklından geçenleri gizlemeye uğraşıyordu. Üç gün nerede kalacaktı? Acaba İzmir de tanıdığı birisinin yanında mı kalıyordu? Öyleyse bu tanıdık kimdi? Erkek mi? Konuşurken kendisine, doğru düzgün bakmamıştı bile. Bunun nedeni de belli ki az önce düşündükleriydi. İzmir de birisi vardı! Bir erkek… Düşündükleri doğruysa bile geri adım atmayacaktı. Ece onun köylüsü ve çocukluk arkadaşıydı. Hatta belki de ilk gençlik aşkıydı. O zaman onunla vakit geçirmek istemesinde bir tuhaflık yoktu. “Seni orada nasıl bulacağım? Numaranı ver istersen!”
Ece ikiletmeden “Tamam, yaz…” deyip numarasını söyledi. Sakıncası olacağını hiç düşünmemişti. Madem o satışlara gelmek istiyordu, o zaman bu fırsatı değerlendirmek lazımdı. Kendi cüretkârlığına gülümseyerek bindi kamyonetine. 
Yola koyulduğunda Toprak hâlâ ardından bakıyordu.


*****


Ece, İzmir’e gelir gelmez üniversiteden arkadaşı Didem’i aradı. “Yarım saat sonra Deniz’deyim tatlım. Gelebilecek misin?”
“Sen git, işin biterken ara beni. Şu an çok yoğunum.”
Didem Hukuk Fakültesinde okurken okulun kantininde tanışmışlar ve üç sene boyunca aynı evi paylaşmışlardı. İzmir’e gittiğinde mutlaka onda kalır, eski günleri anar ve bol bol konuşurlardı. Tabii ara sıra saçlarını düzelttirmek için yine Didem’in tanıştırdığı kuaför arkadaşı Deniz’e uğrardı. Yine bir kuaför günüydü. Uçlarını düzelttirmek için saçlarını emanet edecekti. Ve yine korkarak çok fazla kesmemesi için dua edecekti. Deniz onu her seferinde korkutuyordu. “Çok uzun saçların var, bunları şöyle kulak hizanda kesersek yüzüne daha çok yakışır.” diyordu. Elbette o işin uzmanıydı ve Ece biliyordu ki doğru söylüyordu ama yine de uzun saçlarından vazgeçmesi mümkün değildi. Hem seviyor hem de sanılanın aksine rahat kullanıyordu. Didem’in sesinden yorgun ve biraz da sinirli olduğunu anlamıştı. “Tamam, avukat hanım benim işim uzun zaten, sen rahat rahat işlerini toparla, öğleden sonra benimlesin. Sana şöyle güzel bir kahve ısmarlarım.”
“Asıl sen benimlesin. Hadi sen güzelleş. Beni aramayı unutmayın. O Deniz çenesini açtı mı beni unutuyorsun.”
“Ah canım seni unutmam mümkün mü? Sadece bazen arayacağım zamanı geciktiriyorum. Hadi ben biraz kadına benzemeye gidiyorum. Öptüm seni.”
Ece, Didem ile kısa konuşmanın ardından Deniz’e gitti. Kapıdan girer girmez sarılmıştı ikili. Deniz, sıcak içten biriydi ve onunla çalışmak çok hoşuna gidiyordu. Ne istediğini rahatlıkla anlatıyor, işi bittiğinde istediğini almış oluyordu. Tabii korkularının izin verdiği ölçüde!
İki arkadaş önce çay içip hasret giderdi. Sonra Ece’nin kaşları düzeltildi, saçlarının uçları toparlandı, bakımı yapıldı ve nihayet son olarak saçlarına modern bir örgü uygulandı. 
“Beline kadar saçın olup da neden hep örersin anlamam.”
“Umarım bu örgü yarın beni idare eder. Çünkü senin o açık bırak dediğin saçlarla yarın bir tay satışına, perşembe günü de yarışlara katılacağım. Rüzgar berbat, hava nemli ve soğuk. Kafamda koca bir bere olacak. Açık saç akıllıca mı?”
“Anlaşıldı, örgü ya da kısacık saçlar!” Deniz sinsi bir gülümseme ile elindeki makası açıp kapıyordu.
“Örgü tabii ki! Kestirmek istemiyorum. Sırf şu kesme korkum yüzünden kuaför değiştireceğim.”
“İşte o çok zor. Benim tadımı alan vazgeçemez.”
“Aman Allah’ım, senin bu laflarını duyan cinsel tercihlerin hakkında korkuya kapılabilir.”
“Sen ne anlarsın cinsellikten. Kapattın kendini köye, erkek sineklerle, a yok atlarla ve bağlara dadanan arılarla uğraşıyorsun. Bak o arılardan ders al. Bir kraliçe arı kaç işçiyi kendine köle ediyor.”
“Ben bir tanesine de razıyım. Aman boş ver bağlarla uğraşmak erkeklerle uğraşmaktan kolay.”
“Bu sene şarap tanıtımına gelecek misin?”
“Neredeyse bir sene var tanıtıma. Neden sordun?”
“O gelişinde, kesinlikle saçlarını açık bırakacaksın. Şu tanıtımlara yakışıklı bekarlar katılmıyor mu?”
“Katılıyor. Ne olmuş onlar katılıyorsa?”
“Sen o gün çok havalı olacaksın ve artık birisini bulacaksın.”
“Kim bilir belki o zamana kalmadan bulurum birini!”
“AA kimmiş o bulacağın?”
“Birisi ile tanıştım. Bir iki kez yazıştık. Aslında daha bir şey yok ama olabilirmiş gibi geliyor.” Deniz ile bunları konuşurken içinden kendini tekmelemek geliyordu. Çünkü İsmail’i anlatıyor ama Toprak’ı düşünüyordu. Olmayacağını bildiği çocukluk aşkını unutmak için birilerini kullanmak hoş değildi, lakin gerekliydi. En azından kendi ruh sağlığı için!
Deniz, o andan sonra tüm sahneleri tek tek anlattırdı. Zaten tanışmaları ve şarap üretimi ile ilgili yazışmalarının toplamını anlatmak on dakika kadar sürmüştü. Yine de Deniz umutlanmıştı. Ece, gözlerinden bunu anlıyordu. Çünkü Deniz, Toprak ve onunla ilgili duygularından habersizdi.
Onlar konuşurken Didem de kapıdan girmişti. İki genç kız Didem ile sarılıp yeni çaylar eşliğinde konuşmaya devam etti. Uzun zamandır bir araya gelemedikleri için laf lafı açıyordu. Ece, yarışlar ya da satışlar için geldiği zamanlarda uğruyordu. Son gelişinin üstünden üç ay geçtiği için özlemişti kızlar birbirini.
“Deniz, akşama gelsene. Ece bende kalıyor nasılsa. Evde devam ederiz.”
“Bu akşam olmaz tatlım. Benimki ile randevulaştım. Bilseydim söz vermezdim ona. Ama Çarşamba da buradaymış nasılsa, o akşam biraz eğlenelim mi?”
“Bana uyar, ya sana Ece?”
“Ben misafirim bulduğumu yerim.”
“Tamam kızlar, çarşamba akşamı kız kıza eğleniyoruz. Kardeşimi de getiririm.”
“E o zaman biz üst baş alalım. Kotlarla eğlenilmez.”
“Neden eğlenilmiyormuş? Kotumun nesi var?”
“Kotunun bahanesi var canım. Bu bahane ile bir şeyler alalım. Yoksa sana elbise giydirmek ne mümkün.”
“Ah Deniz, bu kız ne anlıyor elbiseden bir de ben anlasam. Okuldan beri dilinde bu var. Beni hep elbise ile görmek istiyor. Bağda mı, ahırlarda mı giyeceğim elbiseyi?”
“Didem, sen uyma bu kıza, alın güzel bir elbise. Akşam da giysin. Şöyle şık bir gece kulübüne gideriz bizde.”
“Ah bu da şıracının şahidi çıktı. Ya sonra ne olacak o elbise? Bana bunu söylesenize. Dolapta bir sürü giyemediğim kıyafetim var. Yeni elbise de öyle olacak işte.”
“Ece, en son ne zaman kendini şımarttın?” Didem eli belinde bakıyordu. Ece onun inat edeceğini anlayınca kendi inadını bir yana bıraktı. “Anlaşıldı kaçış yok. Tamam, alırız.”
Nihayet planlar yapılmış, Çarşamba günkü buluşma planlanmıştı. Deniz nişanlısı ile daha önce gittiği bir lokantaya götürecekti kızları. Üst katında güzel bir barı olan lokanta nezih bir yerdi. Kızların rahat rahat eğleneceğine, aynı zamanda muhabbet edebileceğine inanıyordu. Kızların ortak zevki daha sakin ortamlarda müzik dinlemek ve muhabbet etmekti. Deniz kararından memnun planları yapmıştı.  
Didem ile Ece vedalaşıp dükkandan çıktı. Yeni hedef mağazalardı. İzmir’li olan Didem, kendi alışveriş yaptığı mağazaları gezmeye başlamıştı bile. Ece, Burcu’nun mağazasına gitmeyi teklif edince Didem onayladı. En sonunda istedikleri gibi bir elbiseyi Burcu’nun mağazasında buldular. Sol bacağının üstünde çok derin olmayan yırtmacı, yine kollarının üstünde omuzdan bilekteki manşete kadar olan yırtmaçları ile asker yeşili elbisenin içinde kendini iyi hissediyordu. Elbise boyunu da daha uzun göstermişti.  
Elbette botları uygun olmadığı için bir de ayakkabı masrafı yapmıştı ikili. Planladıkları kahve içme programı yerine alışveriş yapılmış ve çok eğlenmişlerdi. Burcu ile içtikleri kahvelerle yetinmişlerdi. Didem de kendine bir iki parça yeni giysi alınca eve döndüklerinde kolları dolu, ayakları ağrımış durumdaydılar. Akşam için aldıkları çerez ve meyvelerle kendilerini biraz daha şımartacaklardı. Çünkü Ece arkadaşına özel şaraplardan iki şişe getirmişti.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder