Seyis Ali, hızlı adımlarla yanına
gelirken Ece anlamıştı kötü bir şey olduğunu. Bir hafta sonra atların açık
arttırmada satışı vardı. Ne olmuş olabilirdi? Kesinlikle kötü bir şeyler
olmuştu. Yüzü ele veriyordu. Aralarında on adım kadar kaldığında “Ece Hanım, veteriner çağırdım. Atlar…”
Ece, cümlenin sonunu beklemeden koşmaya
başladı. Ahırdan içeri girdiğinde gözlerine inanamadı. İki atı da yerde
yatıyordu. Bir hafta sonra satılacak taylar hastalanmıştı. Hemen adsızın yanına
gitti. Onun da gözleri kısa süre sonra hastalanacağını haber veriyordu.
“Ne zaman bu hale geldiler?”
“Bir saat olmadı. Önce fazla yediler
sandım. Baktığımda yemlerinin çoğu duruyordu.” Adam o kadar üzgün gözüküyordu
ki Ece sesini yumuşatma ihtiyacı hissetti.
“Ne yaptın o yemleri?”
“El arabasına topladım. Yemde bir sorun
olmalı. Diğer atlarda bir şey yok. Ama bu üç at 12-24* lükten besleniyor. Bu yemde
sorun olmalı.” Ali seyis aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu. Ece, iki atının
başlarını kaldırma çabalarını üzgün gözlerle izledi. Yapabilecekleri bir şey
yoktu. Mutlaka veterinerin görmesi gerekiyordu. Yirmi dakika sonra adsız da
yere uzandı. Zaten bekliyordu bunu. Aslında onun daha önce tepki vermesini
bekliyordu. Çünkü hala çok zayıftı bünyesi.
Veterinerin cipinin sesi duyulduğunda
aradan bir saate yakın zaman geçmişti. Müfit amca kapının önüne geldiğinde sert
bir frenle durdurdu aracını ve hemen çantası ile atladı arabadan.
Ece, geç kalınmamış olması için bildiği
tüm duaları peş peşe okuyordu. Kısa bir
muayene ve yemlerdeki koku nedeni ile zehirlendiklerini anlayan Müfit amca,
gerekli ilaçları hazırlamaya başlamıştı bile. Ece, onun yüzündeki rahat ifadeyi
görene kadar kendisini sıkmıştı. “Yarın ayaklanırlar hiç merak etme.”
“Emin misin?”
“Elbette eminim. Bu ilaç onların midesini
temizleyecek. Kısa sürede bir şeyleri kalmaz. Ama sen yem aldığın yeri ara ve
sor bakalım kimseden iade ya da şikâyet gelmiş mi? Yemler bozuk. Bana bir parça
ver de tahlil ettireyim.”
“Hemen bir poşete koyalım. Firmayı da
arayacağım tabii.” Bir an durup yerde halsiz yatan atlarını seyretti. Sonra
veterinere dönüp “Müfit amca, bir hafta sonra İzmir’e götürebilir miyim? Tay
satışlarına katılacaktım.” diye sordu.
Yıllardır hayvanlarını emanet ettiği
Müfit amca gülümseyerek “Sorun olmaz, götürürsün. İzmir’den ne getireceksin
bana?” dedi.
“Selam getiririm.”
“Tamam, en çok selama ihtiyacım var
zaten. Uğrarsın değil mi?”
“Uğramaz mıyım? Çok özledim zaten.”
*12-24
lük yem; atların yaşlarına göre beslenmelerinde kullanılan yemler
değişir. İki yaşına kadar olan atlar 12-24 lük besin grubundan beslenir.
*****
Ece, geceyi boxlarda geçirdi. Seyis
Ali, Yakup ve Recep de onunla birlikte kaldılar. Atlar gecenin üçünde
toparlanmaya başlamıştı. Veterinerin bıraktığı diğer ilaçları da saatlerine
göre verdiler.
Sabah
ilk iş firmayı arayacak ve hesap soracaktı. Haber aldığı andan itibaren
neredeyse yirmi saattir atların başından ayrılmamıştı. Çok yorgun ve uykusuzdu.
Üzüntüsünü kelimelerle tarif edemezdi. Atları satmayı planladığında üzüntü
yüreğine çörekleniyordu. Kendi büyütüp yetiştirdiği atları sattığında
üzülüyordu ama biliyordu ki bulundukları yerlerde iyi bakılıyorlar. Hiç at
kaybetmemişti. Eğer onlara bir şey olsaydı, biri bile ölseydi ne kadar
üzüleceğini de şu birkaç saatte anlamıştı. Bu acıya dayanmak çok zor olurdu.
*****
“Yenge nasılsın?”
“İyiyim oğlum, sen nasılsın?”
“İyiyim ben de. Pazartesi geleceğim de
haber vereyim dedim.”
“Haber mi vermen lazım? Gel oğlum.
Annenler gelecek mi?”
“Yok yenge, ben tapuları alıp ilanları
vereceğim. O işleri halledeceğim. Evde noksan bir şey var mı? Gelirken
getireyim.”
“Deli çocuk, ne noksan olacak? Halloluyor
o işler.”
Toprak dilinin ucuna gelen ‘Ece mi
hallediyor?’ sorusunu zorlukla yuttu. “Tamam yenge, hadi görüşürüz iyi bak
kendine.”
Telefonu kapatıp arkasına yaslandı. İki
haftadır aklından çıkmayan genç kızı görebilecek miydi?
Görmek istiyor muydu?
İstiyordu, hem de çok istiyordu, her
şeye rağmen istiyordu...
*****
Toprak, bu kez altı yüksek bir cip
kiralamayı tercih etmişti. Kendi arabası ile gelse motora zarar vermekten
korkuyordu. Kiralamak ucuza gelecekti bu durumda.
Yengesinin evine ulaştığında bakışları
uzaklardaydı. Ece’yi görebilmek umudu ile etrafa bakındığını itiraf etmeliydi. İki
haftadır merak içini kemiriyordu. Telefonda konuştuğunun kim olduğunu merak
ediyordu. Hayatında biri olup olmadığını merak ediyordu. Kendisi hakkında neler
düşündüğünü, daha doğrusu neler hissettiğini merak ediyordu. Ama merak ettiği
şeyleri kimseye sorup öğrenemiyordu.
En son irtibatları o saçma sapan
e-postalar olmuştu. Sinirini bozmaktan öteye gitmeyen yazışmalar…
Cipten inip arka koltuktaki poşetleri
aldı. Bir kez daha gelip kalanları da almalıydı.
*****
İki konteynır peş peşe yola çıktı. Ece,
arabaya valizini koydu. Babası ile vedalaşmıştı. Kardeşlerini öptü. Annesine
sarıldı ve arabanın yanında bekleyen Duman’ı sevdi.
“Üç gün sonra görüşürüz. Acil bir şey
olursa arayın.” diyerek arabayı çalıştırdı. Atların durumu gayet iyiydi.
Bağların işleri de neredeyse bitmişti. Artık zamanı geldikçe ilaçlamaların
yapılması, vitaminlerin verilmesi gerekiyordu. İşçileri ile görüşmüş ve
talimatlarını vermişti. Cevat kalfa bile bu aralar sakince işini yapıyordu.
Önceki gün uğramış ve işlerin yolunda olduğunu anlayıp rahatlamıştı. Yağmur da
beklenmiyordu. İçi rahatlamış olarak yoluna devam etti.
Yengenin evine doğru yöneldi. Onunla da
vedalaşacak, bir isteği olup olmadığını soracaktı. Eve yaklaştığında kapıda
tanımadığı bir araç olduğunu gördü. “Hayırdır inşallah. Kim bu yengeye gelen?” Sahipsiz
yaşlı kadının başına kötü bir şey gelmesinden korkarak evin önünde sert bir
frenle durdu. Onun bu fren sesine evden iki kişi çıktı. Biri yengeydi, diğeri
ise Toprak!
Ece
onları görünce rahatlamış olarak açtı aracın kapısını. Yenge, “Hayırdır kızım
ne bu sürat?”
“Yengem, araba yabancı geldi. Merak
ettim. Hoş geldin Toprak ağabey.” Hiç beklemediği anda karşısında görünce biraz
afallamıştı. Yengenin gülen yüzüne bakıp o da gülümsedi. Az önceki heyecanı
yatışmıştı.
Yenge ufak tefek ve yaşlı bir kadındı.
Yanında ev işlerini yapan biri vardı ama o da ufak tefek bir kadındı. Yabancı
biri saldırsa iki kadının da mücadele etmesi mümkün değildi. İçi korku ile
ürperdi. O sırada sinirli bir sesle yanıt geldi Toprak’tan.
“Hoş buldum. Merak etme yengemi ziyarete
geldim.”
Ece, kızmasına anlam verememişti. “İyi
yaptın. Kusura bakma bu arabayı tanımıyordum.”
“Tavsiyeni dinledim. Bunu kiraladım.
Altı yüksek!” Açıklama yaparken bile sesi sinirliydi. Ece de aynı tonla
yanıtladı. “İyi yapmışsın.” Sonra yengeye dönüp, “İzmir’den bir istediğin var
mı diye uğramıştım.”
“Yok kızım sağ olasın. Zaten Toprak
almış dünyaları gelmiş.”
“Neden gidiyorsun İzmir’e?” Toprak
şaşkındı. Hem ummadığı anda karşısına çıktığı için, hem İzmir’e gittiği için,
hem de kendisine yine ağabey dediği için… Ağabey kelimesine neden bu kadar
sinirleniyordu ki? Kız gayet doğal söylüyordu oysa. Ece onun çatık kaşlarına
aldırmadan “Yarışlar var. Perşembe yarışlara katılacağım.” diye yanıtladı.
“Neden bu kadar erken gidiyorsun?”
Acaba o İsmail ile mi buluşacaktı? Aklı karışmıştı. Merakını yenemeden sormuştu
sorusunu. Sabırla yanıtladı genç kız, “Erken değil. Yarın tay satışı var. Perşembe
de yarış. Cuma döneceğim.”
“Ben yarın dönüyorum İzmir’e. Tay
satışları nerede yapılıyor, gelip izleyeyim.” Nereden çıkmıştı bu teklif?
Toprak bir anda sorduğu soru ile iki kadının da dikkatini çekmişti. Ece onun
talebi karşısında gülmeye başladı. “At mı alacaksın? Apartmanda bakmak serbest
mi?” Toprak, onun gülümsemesinden cesaret alarak gülümsedi. Sanki az önce kendisini
iki sözü ile sinir eden bu değildi. Bir gülümsemesi ile tüm siniri uçup
gitmişti. Bu tatlı havasını bozmayı hiç istemiyordu.
“Dalga geçme benimle. Sadece merak
ettim. Kimler at alıyor, nasıl seçiyorlar, izlemek isterim. Hem bana bilgi
verecek biri de olacak yanımda.” Toprak bu fırsatı yarattığı için kendisini
kutlarken Ece soru dolu gözlerle bakıyordu. Sakin bir sesle “Hipodromda
yapılıyor. Orada kime sorsan gösterirler satış yerini. Sabah onda başlayacak.
Bugün TJK TV de taylar hakkında bilgiler veriliyordur. Vakit bulursan izlersin.
Atların otlaklarda koştururken çekilmiş kısa görüntüleri vardır.”
“İzlerim. Saat onda mı? Yetişirim
sanırım.” Toprak neden gitmek istediğini sorsalar yanıt veremezdi. Çünkü o an
sadece gitmek istediğini biliyordu. Buna ad koymak mümkün değildi. Az önce
saydıklarının sadece mazeret olduğunu da biliyordu. Ece’ye yakın olmak,
görüşmedikleri zamanlarda hayatlarında nelerin değiştiğini anlamak istiyordu.
Onların konuşmasını yüzünde gülümseme
ile izleyen yenge “Hayırlı satışlar olsun güzel kızım, ben giriyorum içeri.
Dikkatli sür arabayı.” dedi.
“Sürerim yengem. Var mı bir istediğin?”
“Yok kızım, yok. Hadi sana iyi
yolculuklar. Allaha emanet ol.” dedi ve yavaş adımlarla içeri girdi.
Onlar konuşurken Toprak aklından
geçenleri gizlemeye uğraşıyordu. Üç gün nerede kalacaktı? Acaba İzmir de
tanıdığı birisinin yanında mı kalıyordu? Öyleyse bu tanıdık kimdi? Erkek mi?
Konuşurken kendisine, doğru düzgün bakmamıştı bile. Bunun nedeni de belli ki az
önce düşündükleriydi. İzmir de birisi vardı! Bir erkek… Düşündükleri doğruysa
bile geri adım atmayacaktı. Ece onun köylüsü ve çocukluk arkadaşıydı. Hatta
belki de ilk gençlik aşkıydı. O zaman onunla vakit geçirmek istemesinde bir
tuhaflık yoktu. “Seni orada nasıl bulacağım? Numaranı ver istersen!”
Ece ikiletmeden “Tamam, yaz…” deyip
numarasını söyledi. Sakıncası olacağını hiç düşünmemişti. Madem o satışlara
gelmek istiyordu, o zaman bu fırsatı değerlendirmek lazımdı. Kendi
cüretkârlığına gülümseyerek bindi kamyonetine.
Yola koyulduğunda Toprak hâlâ ardından
bakıyordu.
*****
Ece, İzmir’e gelir gelmez üniversiteden
arkadaşı Didem’i aradı. “Yarım saat sonra Deniz’deyim tatlım. Gelebilecek
misin?”
“Sen git, işin biterken ara beni. Şu an
çok yoğunum.”
Didem Hukuk Fakültesinde okurken okulun
kantininde tanışmışlar ve üç sene boyunca aynı evi paylaşmışlardı. İzmir’e
gittiğinde mutlaka onda kalır, eski günleri anar ve bol bol konuşurlardı. Tabii
ara sıra saçlarını düzelttirmek için yine Didem’in tanıştırdığı kuaför arkadaşı
Deniz’e uğrardı. Yine bir kuaför günüydü. Uçlarını düzelttirmek için saçlarını
emanet edecekti. Ve yine korkarak çok fazla kesmemesi için dua edecekti. Deniz
onu her seferinde korkutuyordu. “Çok uzun saçların var, bunları şöyle kulak
hizanda kesersek yüzüne daha çok yakışır.” diyordu. Elbette o işin uzmanıydı ve
Ece biliyordu ki doğru söylüyordu ama yine de uzun saçlarından vazgeçmesi
mümkün değildi. Hem seviyor hem de sanılanın aksine rahat kullanıyordu.
Didem’in sesinden yorgun ve biraz da sinirli olduğunu anlamıştı. “Tamam, avukat
hanım benim işim uzun zaten, sen rahat rahat işlerini toparla, öğleden sonra
benimlesin. Sana şöyle güzel bir kahve ısmarlarım.”
“Asıl sen benimlesin. Hadi sen
güzelleş. Beni aramayı unutmayın. O Deniz çenesini açtı mı beni unutuyorsun.”
“Ah canım seni unutmam mümkün mü?
Sadece bazen arayacağım zamanı geciktiriyorum. Hadi ben biraz kadına benzemeye
gidiyorum. Öptüm seni.”
Ece, Didem ile kısa konuşmanın ardından
Deniz’e gitti. Kapıdan girer girmez sarılmıştı ikili. Deniz, sıcak içten
biriydi ve onunla çalışmak çok hoşuna gidiyordu. Ne istediğini rahatlıkla anlatıyor,
işi bittiğinde istediğini almış oluyordu. Tabii korkularının izin verdiği
ölçüde!
İki arkadaş önce çay içip hasret
giderdi. Sonra Ece’nin kaşları düzeltildi, saçlarının uçları toparlandı, bakımı
yapıldı ve nihayet son olarak saçlarına modern bir örgü uygulandı.
“Beline kadar saçın olup da neden hep
örersin anlamam.”
“Umarım bu örgü yarın beni idare eder.
Çünkü senin o açık bırak dediğin saçlarla yarın bir tay satışına, perşembe günü
de yarışlara katılacağım. Rüzgar berbat, hava nemli ve soğuk. Kafamda koca bir
bere olacak. Açık saç akıllıca mı?”
“Anlaşıldı, örgü ya da kısacık saçlar!”
Deniz sinsi bir gülümseme ile elindeki makası açıp kapıyordu.
“Örgü tabii ki! Kestirmek istemiyorum.
Sırf şu kesme korkum yüzünden kuaför değiştireceğim.”
“İşte o çok zor. Benim tadımı alan
vazgeçemez.”
“Aman Allah’ım, senin bu laflarını
duyan cinsel tercihlerin hakkında korkuya kapılabilir.”
“Sen ne anlarsın cinsellikten. Kapattın
kendini köye, erkek sineklerle, a yok atlarla ve bağlara dadanan arılarla
uğraşıyorsun. Bak o arılardan ders al. Bir kraliçe arı kaç işçiyi kendine köle
ediyor.”
“Ben bir tanesine de razıyım. Aman boş
ver bağlarla uğraşmak erkeklerle uğraşmaktan kolay.”
“Bu sene şarap tanıtımına gelecek
misin?”
“Neredeyse bir sene var tanıtıma. Neden
sordun?”
“O gelişinde, kesinlikle saçlarını açık
bırakacaksın. Şu tanıtımlara yakışıklı bekarlar katılmıyor mu?”
“Katılıyor. Ne olmuş onlar
katılıyorsa?”
“Sen o gün çok havalı olacaksın ve
artık birisini bulacaksın.”
“Kim bilir belki o zamana kalmadan
bulurum birini!”
“AA kimmiş o bulacağın?”
“Birisi ile tanıştım. Bir iki kez
yazıştık. Aslında daha bir şey yok ama olabilirmiş gibi geliyor.” Deniz ile
bunları konuşurken içinden kendini tekmelemek geliyordu. Çünkü İsmail’i
anlatıyor ama Toprak’ı düşünüyordu. Olmayacağını bildiği çocukluk aşkını
unutmak için birilerini kullanmak hoş değildi, lakin gerekliydi. En azından
kendi ruh sağlığı için!
Deniz, o andan sonra tüm sahneleri tek
tek anlattırdı. Zaten tanışmaları ve şarap üretimi ile ilgili yazışmalarının
toplamını anlatmak on dakika kadar sürmüştü. Yine de Deniz umutlanmıştı. Ece,
gözlerinden bunu anlıyordu. Çünkü Deniz, Toprak ve onunla ilgili duygularından
habersizdi.
Onlar konuşurken Didem de kapıdan
girmişti. İki genç kız Didem ile sarılıp yeni çaylar eşliğinde konuşmaya devam
etti. Uzun zamandır bir araya gelemedikleri için laf lafı açıyordu. Ece,
yarışlar ya da satışlar için geldiği zamanlarda uğruyordu. Son gelişinin
üstünden üç ay geçtiği için özlemişti kızlar birbirini.
“Deniz, akşama gelsene. Ece bende
kalıyor nasılsa. Evde devam ederiz.”
“Bu akşam olmaz tatlım. Benimki ile
randevulaştım. Bilseydim söz vermezdim ona. Ama Çarşamba da buradaymış nasılsa,
o akşam biraz eğlenelim mi?”
“Bana uyar, ya sana Ece?”
“Ben misafirim bulduğumu yerim.”
“Tamam kızlar, çarşamba akşamı kız kıza
eğleniyoruz. Kardeşimi de getiririm.”
“E o zaman biz üst baş alalım. Kotlarla
eğlenilmez.”
“Neden eğlenilmiyormuş? Kotumun nesi
var?”
“Kotunun bahanesi var canım. Bu bahane
ile bir şeyler alalım. Yoksa sana elbise giydirmek ne mümkün.”
“Ah Deniz, bu kız ne anlıyor elbiseden
bir de ben anlasam. Okuldan beri dilinde bu var. Beni hep elbise ile görmek
istiyor. Bağda mı, ahırlarda mı giyeceğim elbiseyi?”
“Didem, sen uyma bu kıza, alın güzel
bir elbise. Akşam da giysin. Şöyle şık bir gece kulübüne gideriz bizde.”
“Ah bu da şıracının şahidi çıktı. Ya
sonra ne olacak o elbise? Bana bunu söylesenize. Dolapta bir sürü giyemediğim
kıyafetim var. Yeni elbise de öyle olacak işte.”
“Ece, en son ne zaman kendini
şımarttın?” Didem eli belinde bakıyordu. Ece onun inat edeceğini anlayınca
kendi inadını bir yana bıraktı. “Anlaşıldı kaçış yok. Tamam, alırız.”
Nihayet planlar yapılmış, Çarşamba günkü
buluşma planlanmıştı. Deniz nişanlısı ile daha önce gittiği bir lokantaya
götürecekti kızları. Üst katında güzel bir barı olan lokanta nezih bir yerdi. Kızların
rahat rahat eğleneceğine, aynı zamanda muhabbet edebileceğine inanıyordu.
Kızların ortak zevki daha sakin ortamlarda müzik dinlemek ve muhabbet etmekti.
Deniz kararından memnun planları yapmıştı.
Didem ile Ece vedalaşıp dükkandan
çıktı. Yeni hedef mağazalardı. İzmir’li olan Didem, kendi alışveriş yaptığı
mağazaları gezmeye başlamıştı bile. Ece, Burcu’nun mağazasına gitmeyi teklif
edince Didem onayladı. En sonunda istedikleri gibi bir elbiseyi Burcu’nun
mağazasında buldular. Sol bacağının üstünde çok derin olmayan yırtmacı, yine
kollarının üstünde omuzdan bilekteki manşete kadar olan yırtmaçları ile asker
yeşili elbisenin içinde kendini iyi hissediyordu. Elbise boyunu da daha uzun
göstermişti.
Elbette botları uygun olmadığı için bir
de ayakkabı masrafı yapmıştı ikili. Planladıkları kahve içme programı yerine
alışveriş yapılmış ve çok eğlenmişlerdi. Burcu ile içtikleri kahvelerle
yetinmişlerdi. Didem de kendine bir iki parça yeni giysi alınca eve
döndüklerinde kolları dolu, ayakları ağrımış durumdaydılar. Akşam için
aldıkları çerez ve meyvelerle kendilerini biraz daha şımartacaklardı. Çünkü Ece
arkadaşına özel şaraplardan iki şişe getirmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder