Denizli sokaklarında gezmeye başladı.
Tanıdığı yerleri görünce seviniyordu. Yine de değişim büyüktü. Denizli’nin yeni
düzenlenmiş meydanını gezerken keyiflendi. Aklında uçuşan fikri gerçekleştirmek
için bir adım atmak üzereydi. Henüz kimseye bahsetmediği için fikrin
olgunlaşmasını ve ailenin alacağı kararın şekillenmesini beklemeliydi. Alınacak
kararlar belki yapacaklarını değiştirebilirdi. Yine de ön hazırlıklara
başlamalıydı.
Belediye binasının bulunduğu alanda yer
bulabilirse lokanta açabileceğine karar verdi. Sonra bunun çok klasik bir
yatırım olacağını düşünüp başka yerleri de gezmek için yoluna devam etti. Çok
bilindik bir ortamdan ziyade ilginç bir mekân yaratmak, orada yöresel tatlardan
çok turistlere yönelik yiyecek sunmak daha akıllıca olacaktı. Yollarda gezdikçe
fikir şekilleniyordu.
Bir yere girip karnını doyurdu. Etrafa
bakınırken duvardaki resim aklına başka bir fikir getirdi. Pamukkale yolu
üstünde bir yer bulmak daha cazip gelmeye başladı. Arabaya biner binmez yönünü Pamukkale
yoluna çevirdi. Yol üstünde gördüğü yerleri izleyerek bir süre gitti.
Travertenlere yaklaşmadan dönmeye karar verdi. Yolun diğer tarafına geçtiğinde
gördüğü satış ilanı yüzünden arabayı sağa çekip durdu ve ilandaki telefonları
not etti.
Artık aklında uçuşanlar değişim
göstermişti. Arazi almak ve üstünde lokantayı inşa etmek! Öncelik bunların
hesaplarının yapılması olacaktı elbet. Yeni fikirler birbirini kovalıyordu.
Toprak, daha fazla dayanamayacağını
hissedip, arabayı tekrar sağa çekip durdu. Not ettiği telefonu arayarak arsa
sahibi ile konuşmaya başladı. Duyduğu rakam tahmininden biraz fazlaydı.
Piyasayı bilmediği için pazarlık kısmını sonraya bıraktı. Yine arayacağını
söyleyerek telefonu kapattı. Denizli’ye döndüğünde gözüne kestirdiği büyük bir
emlak ofisine girdi. Arsa fiyatlarını öğrendiğinde artık pazarlık yapabilecek
durumdaydı.
Köye dönerken aklında o arsaya nasıl
bir yer yaptıracağının planları oluşmuştu bile. Tek kat ahşap bir yer, belki de
iki katlı. Masrafların çıkartılmasından sonra buna karar verecekti. Ama ilk
önce tek kat için plan yapacak, o katta ayrı bölmeler oluşturacaktı. Bunu
konuşacağı bir arkadaşının olması çok iyiydi. Fikirleri ile boğuşurken yolun
bittiğini fark etmedi. Dededen kalma evine yaklaşırken aklına Ece geldi. Ne
yapıyordu acaba?
Araba ile bağların arasına
giremeyeceğini öğrenmişti. Merakını
gidermek yerine eve gidip araştırma yapmak daha doğruydu. Zaten hava kararmak
üzereydi. Babası ile konuştuğu konuyu akşam aile ile konuşacaktı. Belki de yeni
fikirlerini anlattığında ailenin kararları da değişebilirdi.
*****
Ece, eve girdiğinde yorgunluktan
yıkılmak üzereydi. Yağışlar başlamadan işleri bitirmişti. Sürülmemiş bağ
kalmamıştı. Böylece yağmur yağsa da artık sadece ekim işleri kalmıştı. Omcaların
ekimi de ertesi gün biteceği için yatağa rahat girecekti. Duş yapıp giyindikten
sonra babası ile günü paylaşmak için aşağı indi. Babasının kaldığı odaya
giderken annesi yemeğin hazır olduğunu söyledi.
“Beş dakikaya gelirim.” diyerek
babasının odasına girdi.
“Baba, haber vereyim dedim. Krizmalar
bitti. Omcaların temizlenmesi de bitti. Yeni omcaların ekileceği iki dönümlük
yer kaldı. O da yarın biter.”
Hırıltılı bir sesle yanıt verdi babası.
“Eline sağlık kızım.” Bu kadar konuşmak bile zorlamıştı. Bazı günler daha güç
nefes alıyordu. İşte yine öyle bir gün yaşıyordu. Yanıtı bilse de sormadan
yapamadı. “Yemeğe gelecek misin?”
“Gelirim.” Yanıta şaşıran Ece sevinçle
babasının yataktan kalkmasını bekledi. Seyyar makineyi eline alıp koluna girdi.
Küçüklerin genelde çok konuştuğu akşam
yemekleri, babaları masaya oturunca yerini sessizliğe bırakıyordu. Üçü de
sessizce yemeklerini yiyor, Ece ise babasının sorularını bekliyordu. Yemekten
sonra biraz daha rahatlamış gibiydi. Ailesinin yanında olmak moral veriyordu
Osman Beye.
“Yeni bağda iş çok mu?”
“Yok baba. Hallettik oraları.”
“Hasan’ın cenazesi kalabalık mıydı?”
“Evet baba, tüm köy gelmişti.”
“Halil’i gördün mü?”
“Gördüm, selamı var sana. Geçmiş olsun
dedi.”
“Yalan söyleme, o selamsız bana mı
selam söyleyecek?”
“Öyle deme, biraz mesafeli biri ama
selamsız değil. Cenaze günü sordu. Geçmiş olsun dedi.” Aslında babası haklıydı.
Halil amca pek konuşmayı sevmiyordu. Hele konu babası olduğunda asla selam
söylemeyeceğini hepsi biliyordu. Ama ölüm insanların davranışlarını değiştiriyordu.
Annesi masanın bir ucunda gülüyordu.
“Ece, babanın aklını bulandırma. Halil
bey bize günahını vermez.”
“Anne sen de yangına körükle gitme. O
kadar da değil. Gerçekten sordu. Yengem de şahit.”
İkinci tabak yemekler servis edilirken
Ece yorgunluğun iyice üstüne bastığını hissetti. Yemek biter bitmez odasına
çıktı. Erkenden uyuyacaktı. Artık ağır işler bitmişti. Bu kadar yorulmayacağı
bir dönem başlıyordu.
*****
Aile meclisi kesin karar vermişti. Aileye
ait on dönüm kalacak, geri kalan her yer satılacaktı. Yengenin üstüne yapılmış
yerler kalacaktı bir de. O satılmasını
istemiş ama güvencesi olsun, kendini rahat hissetsin diye Halil bey itiraz
etmişti. Kimse o araziden gelecek paralarla yengeye bakılacağını düşünmüyordu.
Onun ne ihtiyaçları ne de harçlığı belirsiz bir gelire bırakılmayacaktı.
Ailenin geliri ona bakmaya yeter de artardı. Toprak, köye belki bir daha gelmem
diye düşünürken, kendini bir anda yengenin bakımı için sık sık gelmesi
gerektiğini düşünürken buldu.
Amca öleli bir hafta olmadan ailenin
topraklarını satma kararı alması belki başkalarını rahatsız ederdi ama hepsi
uzakta olunca arazinin değer yitirmeden satılması önem kazanıyordu. Ekim
alanının üstündeki ürünlerle satılması ve değerini bulması için hızlı hareket
edeceklerdi. Halil beyin yıllardır düzenli olarak biriktirdiği paraların faizi ve
emekli maaşı rahatlıkla geçimini sağlayacak kadardı.
Satıştan kazanılacak paraları
çocuklarına pay edecekti. Babası bu kararı verip Serap ile Toprak’a
açıkladığında ikisi de başı ile onayladı. Diğer ablalarının da itiraz edeceğini
sanmıyordu.
Toprak zaten gerektiğinde ailesine
destek olabilecek bir gelire sahipti. Yeni yatırımları planlaması elindeki
birikimleri biraz eritecekti ama iki ayrı lokantadan kazanacağı paralar ile çok
daha fazla gelire sahip olacaktı. Hem babasının dağıtacağı pay ile tahmininden
daha büyük bir yer yapma imkânı da olacaktı. Bu da daha çok gelir demekti.
Toprak, o gün yaptığı planları ve
görüşmeleri aktardı. Babası neden daha önce anlatmadığını sorup biraz kızsa da
sonra o da planlara dahil oldu. Hatta ortak olarak adı geçerse satılan
yerlerden kendine düşen payı lokantaya ekleyeceğini söyledi.
Annesinin “Eliniz sıkışırsa haberim
olsun” demesi ile Toprak daha da rahatladı. İnşaatın ne kadar paraya mâl
olacağı belirsizdi. Aklındakileri yapabilmek için elinin rahat olması gerekiyordu.
Kendi parasının yetmeyeceğini düşündüğü an arkasında bir destek olduğunu bilmek
büyük rahatlıktı. Aslında tüm o paraları teminat olarak gösterip kredi ile
inşaatı yapmak da çok mantıklıydı. Böylece kimsenin parasını da kullanmış
olmayacaktı. Hem paralar faiz almaya devam edecek hem kendisi kredi ile
gerektiğinde rahatlıkla işlerini çevirecekti. Düşündüklerini kâğıda dökmeye
başladı. Biraz sonra evin içinde kendini daralmış hissetti.
Montunu alıp evden çıkarak biraz
bağların arasında gezindi. İkinci sigarasını yakarken Ece’nin tepkisi geldi
aklına. Yine de yaktı sigarayı. Son nefesi çektiğinde artık eve dönmesi
gerektiğini biliyordu. Gece gündüze göre çok daha soğuktu. Yıldızlar da
gözükmüyordu. Ertesi gün yağabileceğini bilmek yine aklına Ece’yi getirdi.
Yağmurdan önce işleri bitirmeleri gerektiğini söylemiş ve Toprak ne derse desin
işleri kendi bildiği gibi yapmıştı.
Aslında Denizli’de açacağı restoran
sayesinde onu da sık göreceğini biliyor ve bu kendisine tuhaf bir zevk
veriyordu.
*****
Yeni gün yoğun bulutların verdiği
grilik ile başladı. İki evde de yeni günün soğuğunu kırmak için sobalar
erkenden yakılmış, kahvaltılar hazırlanmıştı.
O gün Toprak son kez bağlara gidecek ve
öğlen gibi İzmir’e dönecekti. Kahvaltıdan sonra biraz daha kalın giyinmiş olmak
için iki kazağı üst üste giyerek evden çıktı. Soğuk iliklerine işlemiş ve
üstündeki miskinliği alıp götürmüştü. Bağlara doğru gitmek için evin dar taşlık
yolunu geçtiğinde uzaktan yaklaşan bir karaltı gördü. Ne olduğunu anlayana
kadar karaltı oldukça yakınına gelmişti. Çok zayıf bir attı bu. Üstünde ise
tanıdık biri vardı.
Ece, atı ile bağlar arasında gezinti
yapıyordu. Koşturmaktan ziyade bacakları rahatlasın diye yapılan bu gezide
sürpriz bir karşılaşma yaşamıştı.
“Günaydın. Erkencisin.” Toprak, cümlesi
biter bitmez saçmaladığını anladı. Bu saat erken değildi ki. Neredeyse sekiz
olmuştu ve köy için günün başlamasının üstünden en az iki saat geçmişti.
“Günaydın. Erken sayılır. Biraz
geziyoruz. Yağmur yağmadan bacakları açılsın istedim.”
“Eve dönebilecek mi?”
“Niye öyle dedin?”
“Çünkü çok zayıf ve her an seni düşürecekmiş
gibi duruyor.” Atın görüntüsü tedirgin
etmişti. Konuşmayı uzatmak da istiyordu. Ece’nin kendisine küsmemiş olması
hoşuna gitmişti.
“Düşürmez. Zayıf olduğuna bakma,
toparlıyor artık. Kötü durumdayken aldım ve yakında tanıyamayacaksın.” Cümlesi
bittiğinde sanki ileride yine gelecekmiş ve kendisini atın üstünde görecekmiş
gibi konuştuğunu fark etti.
“Demek hâlâ at yetiştirmekten
vazgeçmedin.”
“At yetiştirdiğimi biliyor muydun?”
Buna şaşırmıştı gerçekten.
“Sanırım amcam söylemişti. Geçici bir heves
olduğunu düşünmüştüm. Vazgeçtiğini sanıyordum.”
“Neden vazgeçeyim? Aksine bir sürü atım
var. Kendim de yetiştiriyorum, satın da alıyorum. Ve yenilerini almaya devam
edeceğim.”
“O kadar atla ne yapacaksın?”
“Senin, bizler hakkında bu kadar az şey
bildiğini unutuyorum.”
“Bu ne demek?”
“Ben atlarımı yarıştırıyorum. Üstelik
oldukça da iyi atlarım var.”
Toprak, bu kez sesini çıkartmadı. Onun
at yetiştirdiğini de yarışlara girdiğini de gayet iyi biliyordu ama bunu
söylemeyecekti. Muhabbeti arttırmak için bazı şeyleri belli etmemesi gerektiğine
karar verdi. Böylece aralarında yeni bir konu oluşacaktı. Keyifle devam etti, “Tebrik
ederim seni. Arada dereceye giriyorlar mı?” Dalga geçmek istememişti ama
sorunun şekli öyle olmuştu. Ece’nin tepkisini beklerken tedirgin oldu.
“Arada dereceye girmiyorlar.” Ece
gülerek vermişti yanıtını. Rahatladı Toprak. Bu kez de verilen yanıtın
tuhaflığı şaşırttı. “Anlayamadım?”
“Bazen, kötü günlerinde olurlarsa ilk
dörde giremeyebiliyorlar. Yani çoğu zaman tabela yapıyorlar. Üç şampiyonum var.
Birinciliklerimin sayısını unuttum. Yetiştirip sattıklarımın en kötüsü tabela
yapıyor. Ve bu gördüğün at… İşte bu at dört ay sonra yeni birincim olacak.
Üstelik öyle başarılı olacak ki dört yaşında Triple Crown yapacak.”
“Anlayacağım dilde konuş.” Toprak
keyifle konuşunca Ece’de küçük bir kahkaha attı. “Arap atlarının katıldığı
büyük üç yarış vardır. İşte bu zayıf dediğin yakışıklım o üç büyük yarışı
kazanacak. Hem de aynı sene. Bu atın başarıları tarihe geçecek.”
Toprak,
Ece’nin sesindeki gururu ve tepeden bakışı hissettiğinde kendisinin tavrının
onu buna yönelttiğini biliyordu. İnatçı tarafı harekete geçmişti. Yine de bu
atın ona hissettirdiklerini anlıyordu. Toprak da atlardan anlardı ama bunu ona
söylemeyecekti. En iyisi konuyu değiştirmekti. “Dün akşam bir karar verildi.
Bağları satıyoruz. O yüzden artık bizim bağlar için uğraşmana gerek kalmayacak.”
Önceki konuşmadaki terslik yoktu sesinde. Bu kez minnet duyduğu birisine, artık
yorulmamasını söylüyordu. Ece, bunu algılasa da asıl üzüldüğü artık köy ile
bağlarının tamamen kopacak olmasıydı. “Satıyor musunuz?”
“Evet.”
“Şarap
işini ne yapacaksınız?”
“Babam
artık o işlerle uğraşmak istemiyor. Benim zaten lokantam var ve bağlar bana
uzak. Yengemi söylememe bile gerek yok.”
“Hiç
mi toprağınız kalmayacak burada?”
“Evi
ve etrafındaki on dönümlük bir alanı bırakacağız. Torunlarımızın bile o eve
sahip çıkmasını istiyoruz.”
Ece,
bu cümlenin içini bu kadar yakmasını beklemiyordu. Onun kız arkadaşı olduğunu
tahmin ediyordu ama evlenmek üzere olduğunu düşünmemişti. Düşünmek istememişti.
“Torunlarınızın mı? Evleniyorsun o zaman!”
Toprak, genç kızın gözlerinde bir
şeyler bulmak istedi. Ne aradığını bilmese de görmek istiyordu. “Henüz yok öyle
bir planım ama olacak eninde sonunda.” Bu doğruydu.
“Olacak tabii. Ben artık devam edeyim.
Hayırlısı olsun. Siz satana kadar bağın iyi durumda kalması için işleri takip
ederim.” Az önce tam tersini söylemiş olsa da Toprak onun böyle diyeceğini
biliyordu. Ata biraz daha yaklaşıp gözlerini Ece’nin yeşil gözlerine dikti. “Sana
ters davrandığım için özür dilerim. Yengem ve babam hatamı anlamamı sağladı. Gerçekten
artık şehirli olmuşum. Çünkü şehirde böyle şeyler karşılıksız yapılmaz. Köy
hayatına bu kadar uzak kaldığımı fark etmemiştim.”
“Ben de senin unuttuğunu bildiğim için
lafını önemsemedim.” Bir kez daha gülümsedi, böylece karşısındaki erkeğe
sorunların çözüldüğünü belli etti. “Sonra görüşürüz. Hava soğuk ve biz terliyiz.
Hasta olacağız.” Biraz daha durursa terden değil ama hissettiklerinden dolayı
hastalanacaktı.
“Dikkat
et kendine, hastalanma.”
Ben
hiç hastalanmam, demedi. Kendini şu an farklı sebeplerden dolayı iyi hissetmediği
için bunu söylemek doğru gelmiyordu. Fakat işin gerçeği Ece çocuk hastalıkları
hariç hiç hastalanmamıştı. Başının ağrıdığını bile bilmezdi. “Ederim. Sen de
dikkat et, buranın havası İzmir’e benzemez.”
Toprak,
“Bugün dönüyorum. Neredeyse on derece fark var. Biraz ısınırım İzmir’e
gidince.” dedi. Bunları söylerken Ece’nin yüzüne masumca bakıyordu. O
dudaklardan neyin dökülmesini bekliyordu? Gitme demesini mi? Neden diyecekti? ‘Gitme’
demek yerine “İyi yolculuklar sana.” dedi Ece. Toprak beklentilerinin
gerçekleşmemesi üzerine içini çekip başını salladı. Saçmalamıştı zaten.
Artık görüşemeyeceklerinden emindi.
Bağları da sattıktan sonra köy evine kısa süre içinde tekrar geleceklerini
sanmıyordu. Belki de şu an son kez bakıyordu Ece’ye. Aklına kazımak ister
gibiydi. Başında yine bir yazma vardı. Kahverengi saçlarının kalın örgüsü gözüküyordu.
At bindiği için üstünde binici pantolonu olması normaldi. Küçük ayaklarında
çizmeler vardı. Onu böyle anımsamak için yine bakışlarını yüzüne çevirdi. ‘Yok’
dedi kendi kendine. ‘Bu son gelişim değil. Yengemi ziyarete geleceğim. Yaşlı
kadını kontrol etmem gerek. Serap’la da öyle konuşmadık mı?’ İçi rahatlamıştı düşündüklerinden
sonra.
Ece ona son kez bakıp çizmeleri ile
hafifçe dürttü atını. Birkaç adım uzaklaşmıştı ki telefonu çaldı. Bu kadar
erken saate arayan ağabeylerinden başkası olamazdı. Ama ekranda bilmediği bir
numara görünce merakla açtı. Atın dizginlerini çekerek durdurdu.
“Alo… A evet, nasılsın İsmail? Hayırdır
çok erkencisin! Ah anladım. Tamam yaz o
zaman. Ecekılıc@.....com İsmail… Çok teşekkür ederim.”
Toprak, tüm konuşmayı duymuş ama tek
taraflı dinlediği için ne konuşulduğunu anlamamıştı. Ece’nin bu saatte uyanık
olacağını bilen biriydi. Köyden olsa telefon açmazdı. Açar mıydı? Zaten köyden
olmadığı belliydi. E-posta adresini isteyecek köylü var mıydı? İyi de nasıl
öğrenecekti bu İsmail’in kim olduğunu? Ela gözlerinin gökyüzündeki bulutların
rengine dönüştüğünden habersiz eve doğru yürümeye başladı. “ecekılıc@...com
demek ki. Bu adres benim ne işime yarayacak ki?” Yine de aklına kazınmıştı bile
adres.
Ece, kendisini duyduğundan habersiz
olduğu Toprak’ı arkasında bırakıp atı ile bağların arasında tırıs gitmeye
başladı. Şaraphane için gerekecek ne varsa alabileceğini söylemişti İsmail’in arkadaşı. Listeyi kendisine yollamak
için e-posta adresini istemişti. İsmail’in sesi sıcacıktı. Teşekkürünü
ilettiğinde verdiği cevap da ilginçti. “Şehre indiğinde bana yemek ısmarlarsın.
Teşekkür etmiş olursun.” Bu buluşma için bir mazeretti. Ece bunu biliyordu. Ama
arkasında bıraktığı Toprak ile yaptığı konuşmalar kafasını bulandırırken doğru
düzgün düşünememiş ‘olur’ demişti.
Toprak,
evlenmeyi düşündüğünü ve köydeki toprakların satılacağını çok net söylemişti.
Artık, kurduğunu bile bilmediği hayallerin yerlerini gerçeklerin alması gerekiyordu.
Yakında Denizli’de yakışıklı bir erkekle güzel bir yemek yiyecekti. Mutlu
olmalıydı. İşi ile ilgili güzel haberler almıştı. İyi de neden canı sıkkındı?
Atını
biraz daha hızlandırdı. Hız düşünmesine engel değildi. Toprak’ın sözlerini
düşünmek yerine işleri düşünmek en iyisiydi. Bağlar satılacaktı. Aslında almak
istiyordu. Fakat iki engel vardı. Birincisi ihtiyaçları yoktu, ikincisi ve daha
önemlisi babası istemeyeceğini belli etmişti. Acaba bağların yeni sahibi kim
olacaktı? Kendisinin olmayacağı kesindi. Zaten şaraphane için gerekiyordu o
para. Eski şaraphane için noksanları tamamlarken epey masraf yapacaktı. Bu işe
kalkışırken ailenin kazancından pay ayırmak yerine tamamen kendi imkânlarını
kullanmaya karar vermişti. Eğer istediği gibi başarılı olamazsa kimsenin
parasına dokunmuş olmayacaktı. Yetmediği yerde satacağı iki atın parasını da
ilave ederdi. Yaz başında yetişecek türde üzüm yetiştirmiyordu. Hepsi sene
sonuna doğru toplanacağı ve o zaman şarap için fıçılanacağından acelesi yoktu. Neredeyse
bir yıl vardı tüm bu işler için.
Atın
yönünü boxlara çevirdi. Hava iyice kötülemeden evde olmak istiyordu. İlk
damlalar düşmeye başlamıştı bile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder