16 Ekim 2015 Cuma

YAKIŞIKLI 12. Bölüm

Denizli sokaklarında gezmeye başladı. Tanıdığı yerleri görünce seviniyordu. Yine de değişim büyüktü. Denizli’nin yeni düzenlenmiş meydanını gezerken keyiflendi. Aklında uçuşan fikri gerçekleştirmek için bir adım atmak üzereydi. Henüz kimseye bahsetmediği için fikrin olgunlaşmasını ve ailenin alacağı kararın şekillenmesini beklemeliydi. Alınacak kararlar belki yapacaklarını değiştirebilirdi. Yine de ön hazırlıklara başlamalıydı.
Belediye binasının bulunduğu alanda yer bulabilirse lokanta açabileceğine karar verdi. Sonra bunun çok klasik bir yatırım olacağını düşünüp başka yerleri de gezmek için yoluna devam etti. Çok bilindik bir ortamdan ziyade ilginç bir mekân yaratmak, orada yöresel tatlardan çok turistlere yönelik yiyecek sunmak daha akıllıca olacaktı. Yollarda gezdikçe fikir şekilleniyordu.  
Bir yere girip karnını doyurdu. Etrafa bakınırken duvardaki resim aklına başka bir fikir getirdi. Pamukkale yolu üstünde bir yer bulmak daha cazip gelmeye başladı. Arabaya biner binmez yönünü Pamukkale yoluna çevirdi. Yol üstünde gördüğü yerleri izleyerek bir süre gitti. Travertenlere yaklaşmadan dönmeye karar verdi. Yolun diğer tarafına geçtiğinde gördüğü satış ilanı yüzünden arabayı sağa çekip durdu ve ilandaki telefonları not etti.
Artık aklında uçuşanlar değişim göstermişti. Arazi almak ve üstünde lokantayı inşa etmek! Öncelik bunların hesaplarının yapılması olacaktı elbet. Yeni fikirler birbirini kovalıyordu.
Toprak, daha fazla dayanamayacağını hissedip, arabayı tekrar sağa çekip durdu. Not ettiği telefonu arayarak arsa sahibi ile konuşmaya başladı. Duyduğu rakam tahmininden biraz fazlaydı. Piyasayı bilmediği için pazarlık kısmını sonraya bıraktı. Yine arayacağını söyleyerek telefonu kapattı. Denizli’ye döndüğünde gözüne kestirdiği büyük bir emlak ofisine girdi. Arsa fiyatlarını öğrendiğinde artık pazarlık yapabilecek durumdaydı.
Köye dönerken aklında o arsaya nasıl bir yer yaptıracağının planları oluşmuştu bile. Tek kat ahşap bir yer, belki de iki katlı. Masrafların çıkartılmasından sonra buna karar verecekti. Ama ilk önce tek kat için plan yapacak, o katta ayrı bölmeler oluşturacaktı. Bunu konuşacağı bir arkadaşının olması çok iyiydi. Fikirleri ile boğuşurken yolun bittiğini fark etmedi. Dededen kalma evine yaklaşırken aklına Ece geldi. Ne yapıyordu acaba?
Araba ile bağların arasına giremeyeceğini öğrenmişti.  Merakını gidermek yerine eve gidip araştırma yapmak daha doğruydu. Zaten hava kararmak üzereydi. Babası ile konuştuğu konuyu akşam aile ile konuşacaktı. Belki de yeni fikirlerini anlattığında ailenin kararları da değişebilirdi.


*****


Ece, eve girdiğinde yorgunluktan yıkılmak üzereydi. Yağışlar başlamadan işleri bitirmişti. Sürülmemiş bağ kalmamıştı. Böylece yağmur yağsa da artık sadece ekim işleri kalmıştı. Omcaların ekimi de ertesi gün biteceği için yatağa rahat girecekti. Duş yapıp giyindikten sonra babası ile günü paylaşmak için aşağı indi. Babasının kaldığı odaya giderken annesi yemeğin hazır olduğunu söyledi.
“Beş dakikaya gelirim.” diyerek babasının odasına girdi.
“Baba, haber vereyim dedim. Krizmalar bitti. Omcaların temizlenmesi de bitti. Yeni omcaların ekileceği iki dönümlük yer kaldı. O da yarın biter.”
Hırıltılı bir sesle yanıt verdi babası. “Eline sağlık kızım.” Bu kadar konuşmak bile zorlamıştı. Bazı günler daha güç nefes alıyordu. İşte yine öyle bir gün yaşıyordu. Yanıtı bilse de sormadan yapamadı. “Yemeğe gelecek misin?”
“Gelirim.” Yanıta şaşıran Ece sevinçle babasının yataktan kalkmasını bekledi. Seyyar makineyi eline alıp koluna girdi.  Küçüklerin genelde çok konuştuğu akşam yemekleri, babaları masaya oturunca yerini sessizliğe bırakıyordu. Üçü de sessizce yemeklerini yiyor, Ece ise babasının sorularını bekliyordu. Yemekten sonra biraz daha rahatlamış gibiydi. Ailesinin yanında olmak moral veriyordu Osman Beye.
“Yeni bağda iş çok mu?”
“Yok baba. Hallettik oraları.”
“Hasan’ın cenazesi kalabalık mıydı?”
“Evet baba, tüm köy gelmişti.”
“Halil’i gördün mü?”
“Gördüm, selamı var sana. Geçmiş olsun dedi.”
“Yalan söyleme, o selamsız bana mı selam söyleyecek?”
“Öyle deme, biraz mesafeli biri ama selamsız değil. Cenaze günü sordu. Geçmiş olsun dedi.” Aslında babası haklıydı. Halil amca pek konuşmayı sevmiyordu. Hele konu babası olduğunda asla selam söylemeyeceğini hepsi biliyordu. Ama ölüm insanların davranışlarını değiştiriyordu. Annesi masanın bir ucunda gülüyordu.
“Ece, babanın aklını bulandırma. Halil bey bize günahını vermez.”
“Anne sen de yangına körükle gitme. O kadar da değil. Gerçekten sordu. Yengem de şahit.”
İkinci tabak yemekler servis edilirken Ece yorgunluğun iyice üstüne bastığını hissetti. Yemek biter bitmez odasına çıktı. Erkenden uyuyacaktı. Artık ağır işler bitmişti. Bu kadar yorulmayacağı bir dönem başlıyordu.


*****


Aile meclisi kesin karar vermişti. Aileye ait on dönüm kalacak, geri kalan her yer satılacaktı. Yengenin üstüne yapılmış yerler kalacaktı bir de.  O satılmasını istemiş ama güvencesi olsun, kendini rahat hissetsin diye Halil bey itiraz etmişti. Kimse o araziden gelecek paralarla yengeye bakılacağını düşünmüyordu. Onun ne ihtiyaçları ne de harçlığı belirsiz bir gelire bırakılmayacaktı. Ailenin geliri ona bakmaya yeter de artardı. Toprak, köye belki bir daha gelmem diye düşünürken, kendini bir anda yengenin bakımı için sık sık gelmesi gerektiğini düşünürken buldu.
Amca öleli bir hafta olmadan ailenin topraklarını satma kararı alması belki başkalarını rahatsız ederdi ama hepsi uzakta olunca arazinin değer yitirmeden satılması önem kazanıyordu. Ekim alanının üstündeki ürünlerle satılması ve değerini bulması için hızlı hareket edeceklerdi. Halil beyin yıllardır düzenli olarak biriktirdiği paraların faizi ve emekli maaşı rahatlıkla geçimini sağlayacak kadardı.
Satıştan kazanılacak paraları çocuklarına pay edecekti. Babası bu kararı verip Serap ile Toprak’a açıkladığında ikisi de başı ile onayladı. Diğer ablalarının da itiraz edeceğini sanmıyordu.
Toprak zaten gerektiğinde ailesine destek olabilecek bir gelire sahipti. Yeni yatırımları planlaması elindeki birikimleri biraz eritecekti ama iki ayrı lokantadan kazanacağı paralar ile çok daha fazla gelire sahip olacaktı. Hem babasının dağıtacağı pay ile tahmininden daha büyük bir yer yapma imkânı da olacaktı. Bu da daha çok gelir demekti.
Toprak, o gün yaptığı planları ve görüşmeleri aktardı. Babası neden daha önce anlatmadığını sorup biraz kızsa da sonra o da planlara dahil oldu. Hatta ortak olarak adı geçerse satılan yerlerden kendine düşen payı lokantaya ekleyeceğini söyledi.
Annesinin “Eliniz sıkışırsa haberim olsun” demesi ile Toprak daha da rahatladı. İnşaatın ne kadar paraya mâl olacağı belirsizdi. Aklındakileri yapabilmek için elinin rahat olması gerekiyordu. Kendi parasının yetmeyeceğini düşündüğü an arkasında bir destek olduğunu bilmek büyük rahatlıktı. Aslında tüm o paraları teminat olarak gösterip kredi ile inşaatı yapmak da çok mantıklıydı. Böylece kimsenin parasını da kullanmış olmayacaktı. Hem paralar faiz almaya devam edecek hem kendisi kredi ile gerektiğinde rahatlıkla işlerini çevirecekti. Düşündüklerini kâğıda dökmeye başladı. Biraz sonra evin içinde kendini daralmış hissetti.
Montunu alıp evden çıkarak biraz bağların arasında gezindi. İkinci sigarasını yakarken Ece’nin tepkisi geldi aklına. Yine de yaktı sigarayı. Son nefesi çektiğinde artık eve dönmesi gerektiğini biliyordu. Gece gündüze göre çok daha soğuktu. Yıldızlar da gözükmüyordu. Ertesi gün yağabileceğini bilmek yine aklına Ece’yi getirdi. Yağmurdan önce işleri bitirmeleri gerektiğini söylemiş ve Toprak ne derse desin işleri kendi bildiği gibi yapmıştı.
Aslında Denizli’de açacağı restoran sayesinde onu da sık göreceğini biliyor ve bu kendisine tuhaf bir zevk veriyordu.  

*****

Yeni gün yoğun bulutların verdiği grilik ile başladı. İki evde de yeni günün soğuğunu kırmak için sobalar erkenden yakılmış, kahvaltılar hazırlanmıştı.
O gün Toprak son kez bağlara gidecek ve öğlen gibi İzmir’e dönecekti. Kahvaltıdan sonra biraz daha kalın giyinmiş olmak için iki kazağı üst üste giyerek evden çıktı. Soğuk iliklerine işlemiş ve üstündeki miskinliği alıp götürmüştü. Bağlara doğru gitmek için evin dar taşlık yolunu geçtiğinde uzaktan yaklaşan bir karaltı gördü. Ne olduğunu anlayana kadar karaltı oldukça yakınına gelmişti. Çok zayıf bir attı bu. Üstünde ise tanıdık biri vardı.
Ece, atı ile bağlar arasında gezinti yapıyordu. Koşturmaktan ziyade bacakları rahatlasın diye yapılan bu gezide sürpriz bir karşılaşma yaşamıştı.
“Günaydın. Erkencisin.” Toprak, cümlesi biter bitmez saçmaladığını anladı. Bu saat erken değildi ki. Neredeyse sekiz olmuştu ve köy için günün başlamasının üstünden en az iki saat geçmişti.
“Günaydın. Erken sayılır. Biraz geziyoruz. Yağmur yağmadan bacakları açılsın istedim.”
“Eve dönebilecek mi?”
“Niye öyle dedin?”
“Çünkü çok zayıf ve her an seni düşürecekmiş gibi duruyor.”  Atın görüntüsü tedirgin etmişti. Konuşmayı uzatmak da istiyordu. Ece’nin kendisine küsmemiş olması hoşuna gitmişti.
“Düşürmez. Zayıf olduğuna bakma, toparlıyor artık. Kötü durumdayken aldım ve yakında tanıyamayacaksın.” Cümlesi bittiğinde sanki ileride yine gelecekmiş ve kendisini atın üstünde görecekmiş gibi konuştuğunu fark etti.
“Demek hâlâ at yetiştirmekten vazgeçmedin.”
“At yetiştirdiğimi biliyor muydun?” Buna şaşırmıştı gerçekten.
“Sanırım amcam söylemişti. Geçici bir heves olduğunu düşünmüştüm. Vazgeçtiğini sanıyordum.”
“Neden vazgeçeyim? Aksine bir sürü atım var. Kendim de yetiştiriyorum, satın da alıyorum. Ve yenilerini almaya devam edeceğim.”
“O kadar atla ne yapacaksın?”
“Senin, bizler hakkında bu kadar az şey bildiğini unutuyorum.”
“Bu ne demek?”
“Ben atlarımı yarıştırıyorum. Üstelik oldukça da iyi atlarım var.”
Toprak, bu kez sesini çıkartmadı. Onun at yetiştirdiğini de yarışlara girdiğini de gayet iyi biliyordu ama bunu söylemeyecekti. Muhabbeti arttırmak için bazı şeyleri belli etmemesi gerektiğine karar verdi. Böylece aralarında yeni bir konu oluşacaktı. Keyifle devam etti, “Tebrik ederim seni. Arada dereceye giriyorlar mı?” Dalga geçmek istememişti ama sorunun şekli öyle olmuştu. Ece’nin tepkisini beklerken tedirgin oldu.
“Arada dereceye girmiyorlar.” Ece gülerek vermişti yanıtını. Rahatladı Toprak. Bu kez de verilen yanıtın tuhaflığı şaşırttı. “Anlayamadım?”
“Bazen, kötü günlerinde olurlarsa ilk dörde giremeyebiliyorlar. Yani çoğu zaman tabela yapıyorlar. Üç şampiyonum var. Birinciliklerimin sayısını unuttum. Yetiştirip sattıklarımın en kötüsü tabela yapıyor. Ve bu gördüğün at… İşte bu at dört ay sonra yeni birincim olacak. Üstelik öyle başarılı olacak ki dört yaşında Triple Crown yapacak.”
“Anlayacağım dilde konuş.” Toprak keyifle konuşunca Ece’de küçük bir kahkaha attı. “Arap atlarının katıldığı büyük üç yarış vardır. İşte bu zayıf dediğin yakışıklım o üç büyük yarışı kazanacak. Hem de aynı sene. Bu atın başarıları tarihe geçecek.”
Toprak, Ece’nin sesindeki gururu ve tepeden bakışı hissettiğinde kendisinin tavrının onu buna yönelttiğini biliyordu. İnatçı tarafı harekete geçmişti. Yine de bu atın ona hissettirdiklerini anlıyordu. Toprak da atlardan anlardı ama bunu ona söylemeyecekti. En iyisi konuyu değiştirmekti. “Dün akşam bir karar verildi. Bağları satıyoruz. O yüzden artık bizim bağlar için uğraşmana gerek kalmayacak.” Önceki konuşmadaki terslik yoktu sesinde. Bu kez minnet duyduğu birisine, artık yorulmamasını söylüyordu. Ece, bunu algılasa da asıl üzüldüğü artık köy ile bağlarının tamamen kopacak olmasıydı. “Satıyor musunuz?”
“Evet.”
“Şarap işini ne yapacaksınız?”
“Babam artık o işlerle uğraşmak istemiyor. Benim zaten lokantam var ve bağlar bana uzak. Yengemi söylememe bile gerek yok.”
“Hiç mi toprağınız kalmayacak burada?”
“Evi ve etrafındaki on dönümlük bir alanı bırakacağız. Torunlarımızın bile o eve sahip çıkmasını istiyoruz.”
Ece, bu cümlenin içini bu kadar yakmasını beklemiyordu. Onun kız arkadaşı olduğunu tahmin ediyordu ama evlenmek üzere olduğunu düşünmemişti. Düşünmek istememişti. “Torunlarınızın mı? Evleniyorsun o zaman!”
Toprak, genç kızın gözlerinde bir şeyler bulmak istedi. Ne aradığını bilmese de görmek istiyordu. “Henüz yok öyle bir planım ama olacak eninde sonunda.” Bu doğruydu.
“Olacak tabii. Ben artık devam edeyim. Hayırlısı olsun. Siz satana kadar bağın iyi durumda kalması için işleri takip ederim.” Az önce tam tersini söylemiş olsa da Toprak onun böyle diyeceğini biliyordu. Ata biraz daha yaklaşıp gözlerini Ece’nin yeşil gözlerine dikti. “Sana ters davrandığım için özür dilerim. Yengem ve babam hatamı anlamamı sağladı. Gerçekten artık şehirli olmuşum. Çünkü şehirde böyle şeyler karşılıksız yapılmaz. Köy hayatına bu kadar uzak kaldığımı fark etmemiştim.”
“Ben de senin unuttuğunu bildiğim için lafını önemsemedim.” Bir kez daha gülümsedi, böylece karşısındaki erkeğe sorunların çözüldüğünü belli etti. “Sonra görüşürüz. Hava soğuk ve biz terliyiz. Hasta olacağız.” Biraz daha durursa terden değil ama hissettiklerinden dolayı hastalanacaktı.
“Dikkat et kendine, hastalanma.”
Ben hiç hastalanmam, demedi. Kendini şu an farklı sebeplerden dolayı iyi hissetmediği için bunu söylemek doğru gelmiyordu. Fakat işin gerçeği Ece çocuk hastalıkları hariç hiç hastalanmamıştı. Başının ağrıdığını bile bilmezdi. “Ederim. Sen de dikkat et, buranın havası İzmir’e benzemez.”  
Toprak, “Bugün dönüyorum. Neredeyse on derece fark var. Biraz ısınırım İzmir’e gidince.” dedi. Bunları söylerken Ece’nin yüzüne masumca bakıyordu. O dudaklardan neyin dökülmesini bekliyordu? Gitme demesini mi? Neden diyecekti? ‘Gitme’ demek yerine “İyi yolculuklar sana.” dedi Ece. Toprak beklentilerinin gerçekleşmemesi üzerine içini çekip başını salladı. Saçmalamıştı zaten.  
Artık görüşemeyeceklerinden emindi. Bağları da sattıktan sonra köy evine kısa süre içinde tekrar geleceklerini sanmıyordu. Belki de şu an son kez bakıyordu Ece’ye. Aklına kazımak ister gibiydi. Başında yine bir yazma vardı. Kahverengi saçlarının kalın örgüsü gözüküyordu. At bindiği için üstünde binici pantolonu olması normaldi. Küçük ayaklarında çizmeler vardı. Onu böyle anımsamak için yine bakışlarını yüzüne çevirdi. ‘Yok’ dedi kendi kendine. ‘Bu son gelişim değil. Yengemi ziyarete geleceğim. Yaşlı kadını kontrol etmem gerek. Serap’la da öyle konuşmadık mı?’ İçi rahatlamıştı düşündüklerinden sonra.  
Ece ona son kez bakıp çizmeleri ile hafifçe dürttü atını. Birkaç adım uzaklaşmıştı ki telefonu çaldı. Bu kadar erken saate arayan ağabeylerinden başkası olamazdı. Ama ekranda bilmediği bir numara görünce merakla açtı. Atın dizginlerini çekerek durdurdu.
“Alo… A evet, nasılsın İsmail? Hayırdır çok erkencisin!  Ah anladım. Tamam yaz o zaman. Ecekılıc@.....com İsmail… Çok teşekkür ederim.”
Toprak, tüm konuşmayı duymuş ama tek taraflı dinlediği için ne konuşulduğunu anlamamıştı. Ece’nin bu saatte uyanık olacağını bilen biriydi. Köyden olsa telefon açmazdı. Açar mıydı? Zaten köyden olmadığı belliydi. E-posta adresini isteyecek köylü var mıydı? İyi de nasıl öğrenecekti bu İsmail’in kim olduğunu? Ela gözlerinin gökyüzündeki bulutların rengine dönüştüğünden habersiz eve doğru yürümeye başladı. “ecekılıc@...com demek ki. Bu adres benim ne işime yarayacak ki?” Yine de aklına kazınmıştı bile adres.
Ece, kendisini duyduğundan habersiz olduğu Toprak’ı arkasında bırakıp atı ile bağların arasında tırıs gitmeye başladı. Şaraphane için gerekecek ne varsa alabileceğini söylemişti İsmail’in arkadaşı. Listeyi kendisine yollamak için e-posta adresini istemişti. İsmail’in sesi sıcacıktı. Teşekkürünü ilettiğinde verdiği cevap da ilginçti. “Şehre indiğinde bana yemek ısmarlarsın. Teşekkür etmiş olursun.” Bu buluşma için bir mazeretti. Ece bunu biliyordu. Ama arkasında bıraktığı Toprak ile yaptığı konuşmalar kafasını bulandırırken doğru düzgün düşünememiş ‘olur’ demişti.  
Toprak, evlenmeyi düşündüğünü ve köydeki toprakların satılacağını çok net söylemişti. Artık, kurduğunu bile bilmediği hayallerin yerlerini gerçeklerin alması gerekiyordu. Yakında Denizli’de yakışıklı bir erkekle güzel bir yemek yiyecekti. Mutlu olmalıydı. İşi ile ilgili güzel haberler almıştı. İyi de neden canı sıkkındı?
Atını biraz daha hızlandırdı. Hız düşünmesine engel değildi. Toprak’ın sözlerini düşünmek yerine işleri düşünmek en iyisiydi. Bağlar satılacaktı. Aslında almak istiyordu. Fakat iki engel vardı. Birincisi ihtiyaçları yoktu, ikincisi ve daha önemlisi babası istemeyeceğini belli etmişti. Acaba bağların yeni sahibi kim olacaktı? Kendisinin olmayacağı kesindi. Zaten şaraphane için gerekiyordu o para. Eski şaraphane için noksanları tamamlarken epey masraf yapacaktı. Bu işe kalkışırken ailenin kazancından pay ayırmak yerine tamamen kendi imkânlarını kullanmaya karar vermişti. Eğer istediği gibi başarılı olamazsa kimsenin parasına dokunmuş olmayacaktı. Yetmediği yerde satacağı iki atın parasını da ilave ederdi. Yaz başında yetişecek türde üzüm yetiştirmiyordu. Hepsi sene sonuna doğru toplanacağı ve o zaman şarap için fıçılanacağından acelesi yoktu. Neredeyse bir yıl vardı tüm bu işler için.

Atın yönünü boxlara çevirdi. Hava iyice kötülemeden evde olmak istiyordu. İlk damlalar düşmeye başlamıştı bile. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder