Sigarasından derin bir nefes aldı. Sonra
ancak yarısına gelmiş olduğu sigarayı sinirle yere atıp ezdi. Tadı kaçmıştı.
Biraz sağa sola bakındı. Bağ köklerinin durumlarını anlamaya çalıştı. Gördüğü
kadarıyla iyi durumdaydılar. On dakika kadar sonra işçilerin yanına dönüp neler
yaptıklarını sordu. Yıllar önceki bilgilerini de anımsamaya uğraşıyordu.
İşçilerden biri anlatmaya başladı. “Ece
hanım bugün toprağı bellemeyi bitirecekti. Şimdi o gittiğine göre bizlerden
birinin yapması lazım. Traktörü alırız birazdan, Ece Hanımdan. O zaman da bağ
çubuk dikimi gecikecek. Yarına kadar bitmesi gerekiyor.” Rüzgârdan sesini zor
duyuyordu. Herkesin başı sarılmıştı. Kulaklarını örten şapkalar ya da atkılarla
rüzgârın etkisini azaltıyorlardı. Toprak da montunun yakasını iyice kaldırmış
boğazını ve kulaklarını kapatmaya çalışmıştı.
İşte bu rüzgâr ve kulaklarının kapalı
olması yüzünden iyi duyamadığı için işçilerin söylediklerini yanlış anladığını
sandı. Neden Ece toprağı belleyecekti ki? Yanlış anlamıştı herhalde. Kendi
traktörleri de vardı, işçileri de. Gerçi etrafta eskisi kadar çok işçi yoktu
ama birileri mutlaka traktör kullanabilirdi. Zaten köyde herkes önce traktör
kullanmayı öğrenmiyor muydu? “Neden Ece yapıyor bu işi? Bizim traktörle yapın
biriniz.”
“Küçük traktör bozuk beyim. Amcanız
hastalanmadan az bi zaman önce bozulmuştu ama Ece Hanım yardım ettiği için
tamire götürmediler.”
“Büyük traktörle yapın o zaman.” İşçiler
bu cümleden sonra gülüp başlarını çevirince hata yaptığını anladı. “O çok büyük
değil mi? Bağları yerle bir eder, haklısınız.” Artık eskisi kadar çok şey
bilmiyordu. Bunu anlayınca biraz canı sıkılsa da üstünde durmadı. Bağlar onun
işi değildi zaten. Her detayı anımsaması gerekmiyordu!
“Öyle beyim. Başka komşuların da var
küçük traktörleri ama herkes bugün bağlarındadır. Yine de bildiklerimize
sorarız.”
“Bugün bulamazsak yarın yaparız biz
de.”
“Geç olur, beyim. Bugün son kalan az
bir yeri bitirecektik. Keşke gitmeseydi.”
Toprak, bir günden ne çıkacağını
anlamadan ısrarını sürdürdü. “Bir gün gecikmenin ne zararı var? Yarın buluruz
küçük traktör, çözeriz.”
“Bak ağam, yukarı bak. Ne görüyorsun?
Bulut di mi? He işte o yüzden bugün işlerin büyük kısmı bitmeliydi. Yarın
yağacak mübarek ve her yer çamur olacak. Kuruyup da bellenmesi için bir hafta
on gün geçmesi gerekecek. Çünkü en az üç gün yağmur yağar.”
Toprak ancak anlayabilmişti işçilerin
neden acele ettiğini. Geç kalacak bağ ekimi ürünün de geç alınması demekti. O
zaman da şaraplık üzümlerin tatları bozulacak belki rengi istedikleri gibi
olmayacaktı. Eskiden daha çok şey bilirdi işler hakkında ama uzun süre ara
verince çoğu şeyi unutmuştu. En çok yaz aylarında burada olduğu için kışın
yapılan işleri zaten pek bilmiyordu. Babası da kendisinden farklı değildi. Yıllardır
bağlarda çalışmamıştı. Toprak ne yapacağını düşünmeye başladı. Yeni bir traktör
almak mı, eskiyi tamir ettirmek mi? Yeni traktörün alınıp gelinmesi de akşamı
belki de yarını bulacaktı. Tamir zaten bir günde bitecek iş olsaydı
yaptırılırdı şimdiye kadar. Anlık bir kızgınlıkla bu yılın ürününü tehlikeye
atmış olabilirdi. Yağmurun yağmamasını istemek mümkün olamayacağına göre o
zaman traktör bulması şarttı. Az önce komşulara soracağını söyleyen işçiye
dönüp traktör aramasını rica etti.
On dakika sonra kimsenin o gün yardıma
gelemeyeceğini öğrenmişti. Tek seçenek Ece ve traktörüydü. Onu yeniden çağırmak istemiyordu. O küçük kız
kendisine açıklama yapmadan çekip gitmişti. Zaten her zaman inatçıydı. Hiç
açıklama beklemezdi. Bir karar verir ve aksinin olabileceğini bile düşünmezdi. Utangaç
kızın inatçılıklarını çok iyi anımsıyordu. En iyisi olayı büyütmemek ve bir
nevi özür dilemekti.
Toprak, Ece’yi düşünmek istemese de
genç kız dönüp dolaşıp aklına bir şekilde yer ediyordu. İlk gençlik yıllarında âşıktı
ona… Aradan geçen o kadar yıla rağmen, o çocukluk aşkının altından çok sular
akmış olmasına rağmen yine de onu gördüğü zaman o yaşlara geri döndüğünü
hissediyordu. Babalarının küslüğü yüzünden köye geldiği ilk yıllarda konuşmamışlar,
sonraki yıllarda Toprak dayanamayarak konuşmaya başlamıştı. Zaten yazdan yaza
görüyordu. O süre içinde uzaktan bakmak yetmemeye başlamıştı. Yazın amcasının
yanına gelmesinin ardında yatan asıl nedendi Ece. Sırf onu görmek için geliyor,
ona yakın olmak için bağlarda çalışıyor, işi kapıp Ece ile konuşacak konular
yaratıyordu. O zamanlar konuşmak şimdiki kadar zor gelmiyordu.
Toprak Ece ile nasıl konuşacağını
düşünürken aklı yine geçmişe takıldı. İki abisi de kardeşlerine olan ilgisinin
farkına varıp gözünü korkutmaya çalışana kadar duygularını gizlediğini
sanıyordu. Üniversiteyi kazandığı yaz son kez gelmişti. İki önemli olayın
yaşandığı son yazdı o. Onu öpmüş ve onun kırıldığını görmüştü…
Ece’yi o yıldan sonra iki kez İzmir’de
görmüştü. Onun kendisini görmediğini biliyordu. İlk gördüğünde o kadar şaşırmıştı ki gerçekten
Ece olduğunu anlayamadan, genç kız otobüse binip gitmişti. Aslında o an bir
taksiye atlayıp takip edebilirdi ama ne diyecekti? İkinci kez gördüğünde
yanında bir sürü yaşıtı genç kız ve erkek vardı. Ece’nin iki yanındaki erkekler
ilgisini çekmek için şaklabanlık yapıyordu. Ece de ikisine birden gülücükler
dağıtıyordu. O zaman hissettiği kıskançlık şu an bile midesine sancı
yapabiliyordu. Yine de anlayamadığı bir şey vardı. O kalın şapkanın
altındakinin Ece olduğuna nasıl karar vermişti? Ya başkası ise? Yine kendi
düşüncesini kendi yalanladı. O olduğundan emindi. Kafasındaki soru
işaretlerinin yeri ve zamanı değildi. Şimdi inatçı cadıyı bulması ve traktörünü
ödünç istemesi gerekiyordu.
Bağın çıkışına doğru yürüdü. Yol
üstünden arabasını alıp, yavaş hareketlerle geri geri çıktı. Yine bir kez
altını vurmuştu. Tam çıkışa geldiğinde, üç sıra ötede büyük bir karaltı gördü.
Arabasını park edip indi. Hızlı adımlarla karaltıya yürüdü. Sanki ikna etmek
için onu arayan kendisi değilmiş gibi hızlı hızlı konuşmaya başladı. “Sen
burada ne yapıyorsun?” Sesini duyurmak için bağırıyordu.
Ece, traktörü diğer sıraya sokuyordu. Onun
geldiğini görmüştü zaten. İstifini bozmadan yanıtladı. “Ne yapıyormuş gibi
gözüküyorum?” Toprak, sakinleşip sesini de yumuşattı. Hatta özür diler gibi bir
tonlamayı da ihmal etmedi. “Az önce evine gittiğini sanmıştım. Ben de seni
bulmaya geliyordum.”
Ece bu konuşmanın altındaki özrü fark
edecek durumda değildi. Biraz önceki kızgınlığı geçmemişti. Kaşlarını çatarak
ve sesini hırçınlaştırarak, “Burada, şehirlilerin lafları ile hareket etmiyoruz,
Toprak ağabey. Bu tarlanın sürülmesi bugün bitmeli. Ve benden başka kimse bugün
bu işi yapamaz. Zaten son iki sıram kaldı. Şimdi çekil de işimi bitireyim.”
“Hala inatçısın. Şehirli olmadığımı
biliyorsun. Ben de bu köyde doğdum.”
“Doğdun ama büyümedin. Yıllardır da
yoksun. Yani sen artık şehirlisin. O yüzden, senin lafın burada hükümsüz. Hadi
çekil de bitsin bu iş.” Toprak, onun söylediklerine yanıt veremeden traktör
hareket etti. Yeni sıraya başlamadan Ece başını çevirip “Araban bile şehir
için, biraz daha zorlarsan ne motor kalacak ne ön takım. Burada yedek parça
bulamazsın. İstersen yürüyerek ulaşmayı dene sağa sola.” diye bağırdı.
Toprak, onun küçük traktörün üstündeki
narin bedenine baktı. Sözleri doğruydu. Hem ‘artık şehirli’ olduğu hem de ‘arabasını
kaybetmek’ üzere olduğu. Bir başka doğru daha vardı. O da lafının Ece’ye geçmeyeceği…
*****
Yeniden işçilerin yanına kadar yürümeyi
göze alamayınca arabasına binip evin yolunu tuttu. İşçiler zaten kısa sürede
Ece’yi traktör tepesinde görecekti. Üstünde adlandıramadığı bir sinir vardı.
Ece ile yaşadığı sahne bunu tetiklemişti. Aslında bir yandan onun söz
dinlememiş olmasından mutluluk duyduğunu da itiraf ediyordu. Bu hâlâ eski Ece
olduğunun kanıtı gibiydi. Diğer yandan da kendilerine ait topraklardaki
işlerden bihaber olmasının sıkıntısı vardı.
Mutfakta çalışan Serap’ın yanından
selam verip geçti. Yeğeninin kendisine kollarını uzattığını bile fark
etmemişti. Yengesi odasında Kur-an okuyordu. Onun kitabı kapatmasını beklerken
yanında sessizce oturdu. Siniri hala yatışmamıştı. Aslında yatışmasına kendi
izin vermemişti.
“Oğlum, hayır olsun? Nefes nefese
kalmışsın.”
“Yenge, bizim toprakları neden Ece
sürüyor? Amcam, ona yer mi sattı?”
“Yavaş yeğen, bir soluk al. Bir yeri
satmadık. Babanla konuştulardı bir vakitler. Ne karar verdiler bilmiyorum ama
daha satılan yer yok. Ece, amcan hastalandığından beri bizim işçilerin de
başında duruyor. Zamanında işin bitmesini sağlıyor. İşçiler de çalışıyor işte.”
Yengesini dinlerken az önce işçilerinde uzun süredir Ece’nin o işlerin başında
olduğunu söylediğini hatırladı. O an ne demek istediklerini çok da anlamadığını
fark etti. Nedense bugün bazı şeyleri kavramakta güçlük çekiyordu.
“Neden bize söylemediniz?”
“A be oğul, ne yapacaktın? İşini
kapatıp buraya mı gelecektin? Baban bile kalkıp gelmezken sen ne yapacaktın?
Hem zaten Ece kızım kimseyi aratmıyor. O her işe yetiyor.” Bu sözlerde biraz
kinaye vardı. Haklıydı da. İşin ağırını onlar yapıyordu. Yine de Ece’nin bu
işlerin başında olmasını sevmemişti. Babasının küslüğü kendisini
ilgilendirmiyordu, fakat bu işler de böyle yürümemeliydi. Amcası belki normal
karşılıyordu ama babasının normal karşılayacağını sanmıyordu. “Karşılığında ne
veriyoruz? Ürün mü, para mı?”
“Sus bakayım, o ne biçim lakırdı öyle?
Ece para falan istemez. O bizi sevdiği için yardım ediyor.” Hayatında ilk kez,
yengesinin yüzündeki ifadenin korkutucu olduğunu düşündü. Gerçekten kızmıştı. O
yüzden ne demek istediğini açıkladı. “Yenge, tamam burası köy yeri, şehirdeki
gibi değil işler ama o kızın da emeği var. Karşılıksız olur mu?”
“Olur, burada olur. Desem ki, bozumu da
sen yap, girer üzümü de toplar. Hiç gocunmaz ki. Hem zaten çoğunu da o yapıyor.
Yeni makine aldı. Çoğu bağı o topluyor. Bizimkini de toplar bu sene. Ben derim
ona.”
Toprak, ters bir yanıt verecekti tuttu
kendisini. Yengesinin çok normal karşıladığı işleri onun yapmasını
sindiremiyordu. Bir şeyler bulmak istese de çabalamaktan vazgeçti. Yengesinin haklı
olduğunu biliyordu. Demek Ece ailesine uzun zamandır yardım ediyordu! İyi ama
neden? Başka kimse yok muydu koca köyde yardım edecek? Amcasının komşuları ile
uzak akrabaları ile sorun yaşadığını sanmıyordu. Halası ile eniştesi neden
yardım etmemişti? Aklı karışmış vaziyette oturmaya devam etti.
Yengesinin kızgınlığını geçirmek için
konuşacakken kapının çalınması ile sustu. Üç genç kız girdi içeri. Yengesine
başsağlığı dilemek için gelen kızlar, bakışlarını Toprak’a çevirmişlerdi.
“Gelin, güzel kızlarım.” Üç kız da
Toprak’a bakıp gülümseyerek yengeye yaklaştılar. “Yengem, başın sağ olsun.”
“Sizler sağ olun. Allah sizlerin
acısını göstermesin bizlere.”
Toprak, bir yandan yengesinin elini
öpen, bir yandan da utangaç bakışlarla kendisine bakan bu küçük kızların kim
olduğunu bilmiyordu. Yengesi tanıştırdı. Üçü de köyün aşağısındaki evlerde
oturuyorlardı. Zeynep, Hümeyra ve Kübra! Ellerinde getirdikleri tepsilerde
yemekler olduğu belliydi. Zeynep, “Börek yaptım yenge. Peynirli börek sever
misiniz?” diye sorduğunda Toprak soruya şaşırmıştı. Cenaze evine gelenin sevilip
sevilmemesi önemli miydi? Başını kaldırıp konuşan kıza baktığında onun
kendisine baktığını gördü. Soru kendisine sorulmuştu. Ayıp olmasın diye konuştu
“Severim. Elinize sağlık.”
Zeynep, diğer kızların elindeki
tencereleri gösterip, “Fatma teyzem yaprak sarmış, Asiye teyzem de tandır yollamış.”
Yenge hepsine teşekkür etti. Zeynep, diğer kızlar gibi değildi. Daha konuşkan
ve daha rahat hareket eden biriydi. Sık sık da soruları ile Toprak’ın
konuşmasını sağlıyordu. Kızlar biraz daha oturdular. Üzüntülerini belirttikten
sonra yine uğrayacaklarını söyleyerek kalktılar. Yenge, “Toprak, oğlum sen
geçiriver kızları.” dedi. Toprak yengesini kırmamak için kapıya kadar kızların
ardından gitti. Bu kez kapıda konuşan Hümeyra oldu.
“Sevdiğiniz bir şey varsa söyleyin,
yapıp getiririm. Yengeme zahmet olmasın.”
“Teşekkürler zahmet etmeyin. Annem ve
ablam burada nasılsa onlar yapar.” Bu sözün üstüne kızların söyleyeceği
kalmayınca kalın hırkalarına sarınıp evin bahçesinde hızlı hızlı yürümeye
başladılar. Bir yandan da konuşuyor, başlarını çevirip arkaya bakıyor ve
gülüyorlardı. Toprak sinirlendiğini hissetti. Neyin ne zaman olacağını
bilemeyen yeni yetmelere söylenip geri döndü. Yengenin yanına gittiğinde
onlardan hiç bahsetmeden sözü yine bağlara getirdi.
“İşçilerin başında adam yok mu, yenge?
O ne işe yarıyor?” Yengesi sabır çeker gibi yapıp yanıtladı. “Cevat var.” Sonra
da sinirle devam etti. “O biraz başına buyruk. Ece kızımı üzüyor bazen.”
Az önce sanki kendisi de Ece’ye
kızmamış gibi kalfaya sinirlendiğini hissetti. O kızabilirdi ama bir başkasının
böyle bir hakkı yoktu. “Nasıl üzüyor?” Ece ile ne derdi vardı ki, kalfanın?
“Nasıl olacak, sözünü dinlemiyor. Ece
biraz uğraşsa da sonunda istediğini yaptırıyor. İnadı kimseye benzemiyor o
kızın.”
“Biliyorum. Çok inatçı. Gerçi adam da
onu ufak tefek diye dinlemiyordur.”
“İri yarı da olsa dinlemez. Erkek değil
diye dikleniyor. Kızımı üzüyor.” Toprak, Ece’nin üzüldüğünü duydukça Cevat’a
öfkelendiğini fark ediyordu. Ne hakla üzüyordu onu? Yengesi anlamasın diye
konuşmayı başka yöne çevirdi. “Yenge seni duyan da Ece gerçekten kızın sanacak.
Ağzından kızımdan başka kelime çıkmıyor.”
“Ece’m çok vefalı Toprak. Amcanın
hastalandığını duyduğundan beri kimseye tek laf etmeden işlere girişti. Kimseye
meydan bırakmadı. Geçen sene üzümleri o yolladı. Babanla da konuşan oydu.
Demedi mi sana?” Toprak duyduğu her cümle ile bir merakını yatıştırırken, bir
başka merak konusu yakalıyordu. “Babam mı? Yoo bir şey söylemedi. Babam biliyor
muydu Ece’nin buralarla ilgilendiğini?”
“Bilmez mi? Biliyordu elbet.”
Toprak ne düşüneceğini şaşırmıştı.
Babası, Ece’nin babası ile konuşmuyor kızı ile iş yapıyor, kendi topraklarının
ürünleri için telefonla iş bitiriyordu. İyi de neden kendisinin hiç haberi
olmamıştı?
Düşünceli şekilde yengesinin yanından
ayrılıp babasını aramaya başladı. Eski evin etrafındaki otlar tamamen kurumuş,
iki üç ağaçtan başka yeşillik kalmamıştı. Yaza doğru her yerin yemyeşil
olacağını biliyordu. O zamana kadar çok şeyin değişeceğini, belki bir daha hiç
buralara ayak basmayacağını düşünüyordu. Evin arka tarafına doğru yürümeye devam
ederken babasını gördü. Kümesten çıkan adamın kucağında altı tane yumurta
vardı.
“Baba, biraz konuşalım mı?”
“Konuşmak için randevu mu istiyorsun?
İş mi görüşeceğiz?”
“Öyle sayılır. Bağlar ile ilgili
konuşacaktım.” Babası kızgın bir ifade ile baktı. Daha akşam konuşulmuştu. “Satarız
dedik ya. Vaz mı geçtin? Sen mi ekeceksin?”
“Hayır, vazgeçmedim ama kafam karışmadı
değil. Bir seneden fazla zamandır Ece Kılıç bizim bağların başındaymış. Üstelik
sen bunu biliyormuşsun. Neden bana söylemedin?”
“Evet, Ece kızımız ilgilendi. Ve evet,
ben sana bunu söylemedim. Ne yapacaktın? İşçiler iyi çalışıyor mu diye sen mi
gelip bakacaktın? Hem Ece çok da bir şey yapmadı ki. Ara sıra yengeme uğramış,
bir de benim için şarapların teslimatını yaptı. Bu kadar işi sana haber vermem
gerektiğini nereden çıkarttın?” Babasının da çok fazla bilgisi yoktu. Bunu
anlayınca az önceki siniri yatışmıştı.
“Baba, Ece senin söylediğin kadar bir
iş yapmamış. Bir seneden fazla zaman, bizim bağların tüm işlerini denetlemiş.
Bağbozumunun başında durmuş ve bunlar yetmemiş bugün de bağların arasında
traktörü ile krizma yapıyordu.”
“Ece bağı mı sürüyordu? Neden?”
“Ben de bunu merak ediyorum baba,
neden?”
“Ben ne bileyim? O kadar adam var, biri
traktörü kullanmayı bilmiyor mu?”
“Ah o da ayrı bir sorun. Bizim küçük
traktörümüz bozukmuş. O yüzden Ece Hanımın traktörü ile sürülüyor bağlar.”
“Burada işler ne hale gelmiş? Ben de bu
kadarını bilmiyordum. Ev ve çevresindeki on dönüm arazi kalsın, kalanını hemen
satışa çıkartalım. Bu kadar araziyi tek bir kişiye satmak zor. İlan verelim de
parsel parsel satalım, işler hızlansın.”
Babasının dedikleri midesine ağrı
girmesine sebep olmuştu. Dün akşamki konuşma bile şu anki kadar etkilememişti.
Babası ciddi olarak satalım dediği an atalarından kalma yerlerden ayrılacak
olmanın hüznü çökmüştü. Sonra kendisini rahatlattı. İlk arabasını satarken de
böyle olmuş ama sonra yenisini aldığında eskiyi unutmuştu. “Acele karar
vermeyelim baba. Yengemin bakımı için ne gerekiyorsa yaparız. O konuda sorun
yok. Ama bu işler böyle ayak üstü olmaz. Satmayalım der belki. Ya da paylaşalım
size kalanı satın der.” Babası oğlunun ne demek istediğini tam anlayamamıştı.
Dün akşam satış için onay veren Toprak, şimdi mazeretler bulmaya çalışıyordu.
Oğlu dâhil kimsenin bilmediği bir gerçeği anlatmaya başladı. “Toprak, biz
buraları zaten paylaştık. Amcan, hastalığı ağırlaşınca beni aradı. Ben öldükten
sonra uğraşma, dedi. Yaz başında yaptırdı paylaşımı. Yengemle de konuşmuş, çocukları
yok diye toprağının büyük bölümünü benim üstüme geçirdi. Karısının bakımını
karşılayacak kadar ürün verecek bağı yengemin üstüne geçirdi. Bu evin olduğu
yer benim üstüme yapıldı. Yengem istediği sürece burada yaşayacak. Derse ki
daha küçük ev istiyorum, o zaman istediği gibi bir yer buluruz.”
Toprak her duyduğu ile biraz daha
bozulduğunu anlıyordu. Bu kadar uzak mı kalmıştı ailesinden? “Benim ne çok
şeyden haberim yokmuş.”
“Lokantanla ve kızlarla fazla vakit
geçirdiğin için olmasın? Ne zaman gelsen yarım saat oturup çıkıyorsun. Yüzüne
hasret kalıyoruz. O kadar sürede sana bağları mı anlatacaktım?”
“Bana laf sokma fırsatını yine
kaçırmadın baba. Ama yine de tüm bunları ailece konuşmamız lazım. Ben öğleden
sonra Denizli’ye ineceğim. Akşam herkes bir araya gelsin yeniden konuşalım
derim. Ona göre ne yapacağımıza karar verelim. Şarap işi ne olacak? Ablamlar ne
istiyor onları da arar sorarız.”
“Onlarla konuşurum ben. Sen ne
yapacaksın Denizli’de?”
“Biraz gezeceğim. Geçen gün indiğimde
dolaşamadım. Devlet dairelerinde işim çok uzun sürdü.”
“İyi git bakalım.”
Toprak, yanında yürüyen babası ile
konuşmadan eve kadar geldi. Kafası daha da karışmıştı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder