Düğün sabahı her şey tıkır
tıkır işliyordu. Çağla, Tayfun’un kız kardeşleri ile kendi arkadaşlarının da
bir arada olduğu kuaförde eğlenerek saçını yaptırıyordu. Gelinliğini evde
giyecekti. Duvağının takılması için sade bir topuz yaptırdı. Duvağı çok uzundu.
Ama yüzünü örten bir parçası olmadığı için o parçanın arkadan salınarak
gelmesinden memnundu. Etek kısmı düz iniyordu. Asıl parça ise, üst kısma
belinden tutturulmuş kuyruktu. Çağla, bu kuyruk kısmının sonradan elbiseden
söktürecekti. Elbise olarak çok güzel bir modeldi. Uzun boylu gösteren, vücudu
saran model, dar etekleri ile de tam zevkine göre olmuştu. Annesi ve Ümran
hanım müthiş bir iş çıkartmıştı. Kendileri için diktikleri elbiseler de son
güne kalmış olsa bile yetişmişti. Dünürler düşman çatlatacak gibiydi! Birinin
haki yeşil elbisesi, diğerinin mürdüm elbisesi ile yarışıyordu.
“Kınanız nasıl geçti? Hiç
anlatmıyorsun?” Gelin başını yaparken bir yandan da konuşuyorlardı.
“Bedia abla, o kadar çok
güldüm ki kınayı anlamadım vallahi.”
“Neden güldün?”
“Sorma ya, annemin çıkından
kırmızı bindallı çıktı.”
“Benim üstümde bindallı,
tüm konuklarımın üstünde, yani şu arkadaki kızları kastediyorum... Onlarda mini
etekler, kısacık şortlar... Komşuların yüzlerini görmeliydin.”
“Yaşlılar varsa tahmin
etmek güç değil.”
“O kadarla kalsa iyi...
Elime kına yapılacak, demezler mi altına bir şeyler koyalım da eline izi
çıkmasın!”
“O ne demek ya?”
“Benim sivri akıllı
arkadaşlarım elimde kına izi istemeyeceğimi sanmış.”
“Aç bakayım elini!”
“Ay Bedia abla var işte,
üstelik iki avcuma da yaptırdım. Ama onların bu sivri fikirlerinden çok beni
kına türküsü güldürdü.”
“Ah ben kınamda zırıl zırıl
ağlamıştım. Sen nasıl gülebildin o türküye?”
“Çünkü tam yarım saat aynı
türkünün aynı yeri söylendi. İnsan bir yerlerden sözlerini öğrenirde gelir. Tek
duyduğum, 'Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar, aşrı aşrı memlekete kız vermesinler'
kısmıydı. Devamı yok mu dedikçe bunu söylediler. İçim bulandı inan. Sanki uzağa
gidiyorum.” Hem Bedia abla, hem de tırnaklarına ojesini süren çırak kız gülmeye
başladılar.
“Kaynanan ne verdi elini
açman için?”
“Çok şekerdi. Hem
cumhuriyet, hem de güzel bir yüzük koydu. Yüzük aile yadigarıymış. Kendi hiç
takmamış, beğenmemiş ama saklamış, bana da 'koy bir kenara kaybolmasın, ben
kurtuldum, darısı başına' demez mi?”
“Ay asıl buymuş komik!
Gerçekten çirkin mi?”
“Çirkin demeyelim de çok
demode diyelim.” Çağla bunu dese de yüzüğün çirkinliğini ve Ümran annesinin
yüzünün ifadesini anımsayınca yine gülmeye başladı. Komik kadındı kaynanası!
Çağla, duvağı takıldıktan
sonra kızları da yanına alıp eve gitti. Tayfun’un evden almasını istemişti.
Askıdaki gelinliğine baktı.
“Bu kadın bu işi biliyor ya” diye söylendi. Makyajını yenilemesi için gerekecek
malzemeleri hazırladı. Yedek çorap maddesini zaten önceden silmişti. İhtiyacı
yoktu. Ayakkabılarını da zaten iki gündür evdeki her anında giyiyordu.
Tayfun’un cebinde olması gereken zarfları hazırlamıştı.
Oturma planı ile ilgili son
bilgileri şirketin görevlendirdiği kişiye ulaştırmıştı.
-
Balayı
Böylece tüm maddeler
tamamlanmıştı. Artık gelinliğini giyip damadı bekleyebilirdi. Tayfun gelecek,
fotoğrafçıya gidilecekti. Daha vakit vardı. Üstelik onları tekneye götürmeden
önce telli babaya götürecekti şoför. Çağla, orada dilek dilemek istiyordu.
Nerden aklına estiğini bilmese de iki üç gündür içinde hep oraya gitme isteği
vardı. Tayfun’a söylediğinde ilk cümlesi “Senin böyle inançların mı var?” olmuş, önce biraz garipsemiş ama sonra kabul
etmişti.
Erkek tarafı geldiğinde
herkes hazırdı. Tayfun, Çağla’yı gördüğü an donup kalmıştı. Karısının güzel
olduğunu biliyordu ama biraz asi ruhlu, biraz deli doluydu. Oysa şu an
karşısındaki genç kadının o deli dolu kadınla uzak yakın ilgisi yoktu. Aksine
çok ağırbaşlı bir görüntüsü vardı. Gelinlik çok güzel duruyordu üstünde.
Yutkunarak konuşabilmiş “Tek kelime bile edemeyeceğim. Müthiş demek yetersiz.” diyebilmişti.
Babası kırmızı kurdele
bağlamak için hareketlenmişti. Kapıdan çıkmadan önce biraz gözler dolmuş ama
Çağla, “Oyalamayın da düğünümüze geç kalmayalım hadi teknede görüşürüz.” diyerek
kendini Tayfun’un kolunda kapıdan dışarı atmıştı. Arkadaşları da kapıdaydı.
Kızlar da erkek arkadaşları ile kendilerini takip etti. Fotoğrafçıda geçen bir
saatten sonra konvoy bu kez Sarıyer’e doğru yola çıktı. Çağla telli babada tel
alıp türbeye girdi. Başka bir telden iki uzun tel kesti. Elindeki orkidenin
sapına bağladı. Sonra kesip dağıtacaktı arkadaşlarına.
Türbeden çıktıktan sonra
Ortaköy’e doğru yol aldılar. Diğer arabalar öne geçmiş, gelin arabası en arkada
kalmıştı. Devamlı insanlar el sallıyor, korna çalıyordu. Çağla da üstü açık
arabanın arka koltuğundan prensesler gibi el sallayarak kendilerine yanıt
veriyordu.
“Çağla, yeter artık herkese
gülüp el salladığın. Kıskanıyorum ama.”
“Kıskanmasana deli. Herkese
havamı atıyorum. Yanımdaki yakışıklı benim, gözü olanın bu tırnaklarımla gözünü
oyarım, diyorum.”
“Yani sen beni kıskandığın
için el sallıyorsun öyle mi?”^
“Elbette. Yoksa deli miyim
kraliyet ailesi gibi halkı selamlayayım. Maksat tırnak göstermek.”
“İyi tamam inandım.”
“Aa ne demek yarım ağız
inandım demek? Ben hiç seni kandırır mıyım?”
“Kandırmazsın aşkım. Asla
aksini iddia etmem. Düğünümüze giderken kavga edemem.”
“Tayfun… nikah memuru
gecikmez inşallah.”
“Gecikmez hayatım. Onu
tekneye getirecekler ve tekrar geri götürecekler.”
“Bir şeyler ters gidecek
diye korkuyorum.”
“Her şeyi listeledin. Adım
adım da yaptın. Korkma artık. Bir ay bir haftada her şeyi hallettik. Şimdi de
nihayet düğünüzü yapıyoruz. Rahatla artık.”
“Haklısın.”
“Haklıyım tabii. Gel de şu
güzel dudakların bir tadına bakayım. Unuttum tadını.”
“Unuttun, öyle mi? Benim
dudaklarımın tadını unuttun ha? Bittin sen.”
“Hayatım, öpmek için
dedim.”
“Öpemezsin. Düğünden sonra
da öpemezsin. Tadını unutmuşmuş.”
“Çağla, bunun için saçma
bir kavga yapmayacağız değil mi?” Tayfun bunu korku ile sormuştu. Çağla daha
fazla dayanamayıp gülmeye başladı.
“Yapmayacağız aşkım. Gel de
öp. Bir daha da tadımı unutma.”
“Unutmamam için sık sık
öpmem lazım.”
Arabadaki özel şoför,
arkadaki konuşmaları gülümseyerek dinliyordu.
En özel anların tadını çıkartan çift ise farkında bile değildi.
Ortaköy’e geldiklerinde
düğünün yapılacağı tekne de iskeleye gelmişti. Şoförün kapıyı açması ile önce
Tayfun indi. Sonra da Çağla’nın inmesine yardımcı oldu. Gelinliğin eteğini ve duvağını düzelttikten
sonra tekneye doğru yürüdüler. Herkes teknenin arkasında durmuş onlara el
sallıyordu. Çağla ve Tayfun yüzlerinde kocaman gülümsemeler ile konuklarına
baktılar. El sallayarak lila rengi tüllerle süslenmiş iskeleden tekneye
bindiler.
Teknenin kapalı ve açık
alanı aynı renk tüllerle süslenmişti. İlk gördükleri alt kattaki masalardı.
Sandalyeler beyaz giydirilmiş yine lila saten kuşaklarla şıklıkları
tamamlanmıştı. Beyaz örtülü masalarda mor orkideler tam Çağla’nın istediği gibi
el çiçeği ile uyumluydu. Her şey istediği gibi olmuş gözüküyordu. Müzik eşliğinde teknenin üst kata çıkan
merdivenlerini tırmandılar. Konuklar erken geldiği için onlar biner binmez
tekne demir almıştı. Organizasyon firması geciken misafir olduğu takdirde
tekneye ulaştırılmak üzere gerekli ayarlamaları yapmıştı.
Tüm gün havanın kötü
olmasından ve düğünün kapalı alanda yapılacak olma ihtimalinden korkan Çağla,
çok güzel bir yaz gecesinde evleniyordu. Tüm konuklar ayakta, merdivenin başında
gözüken çifti alkışlıyordu. Çağla kalbinin kulaklarında attığından emindi.
Etrafındaki tüm sesleri uğultu olarak algılıyordu. Nihayet nikahın kıyılacağı masaya yöneldiler.
Nikah memuru yan tarafta başka bir masada bekliyordu. Çift yerine oturur
oturmaz nikah şahidi olacak aile büyükleri olarak Çağla’nın teyzesi ile
Tayfun’un amcası yerlerini aldı. Aslında önce arkadaşlarından birileri olsun
istemişti ikisi de ama birini seçse diğerini kıracağını düşünüp vazgeçmişlerdi.
Nikah memuru da yerini
aldıktan sonra merasim başladı. İkisi de heyecanlıydı. Evet’ler söylendiğinde büyük bir alkış kopmuş, imzalardan sonra
konuklar ayağına bas diye bağırmış ikisi de daha önce anlaştıklarını yapıp,
ayaklarını masanın altında birbirine yapıştırmış ama basmamıştı. İzleyiciler
hala bağırsalar da ikili onlara inat basmadan ayağa kalktılar. Tayfun önce
alnından öptü. Sonra dayanamayıp dudaklarına da küçük bir öpücük bıraktı.
Aslında uzun uzun öpmeyi çok istese de birkaç saniye önce karısı olan kadını
utandırmak istemiyordu.
Nikah bittikten sonrası
daha güzel ve keyifliydi. Gençler pisti
hiç boş bırakmamış, dans müziği, hareketli parça demeden hepside çılgınca
eğlenmişti.
Dans pistinde Berna ile
Fatih, Elif ile Doğan da vardı ve aileleri kızlarının yanlarındaki erkeklerin
onlar için özel kişiler olduğunu anlamıştı artık. Çağla, gelinliğinin
rahatlığını en çok pistte hissetmişti. Çok ağırbaşlı bir gelinlik ile çok
çılgın danslar yapması onun için normaldi.
Yemek, pasta ve müzik…
hepsi istediği gibiydi. Çağla çok mutluydu.
“Her şey kusursuz!”
“Her şeyi sen kusursuz
yapıyorsun. Çok güzel bir düğün oldu.”
“Evet, buna asla hayır
demem. Katıldığım en güzel düğün kendi düğünüm oldu.”
“Çok fazla taraf tutmuşsun
gibi geldi bana.”
“Senin anımsadığın daha
güzel bir düğün var mı, Tayfun?”
“Hayır canım. Olamaz da.”
“Tamam, o zaman bu güzel
düğünün müziklerini boşa harcamayalım.”
Saat on iki olduğunda
Avrupa yakasında oturan konukların inmesi için iskeleye yanaşılmıştı. Resimler
ve vedalaşmalarla iskeleden ayrılmak yarım saati bulmuştu. Anadolu yakasına
yanaşana kadar resim çektirmeye devam ettiler. Nihayet yanaşıldı ve onları eve
götürmek için bekleyen arabaya binene kadar tüm arkadaşları tarafından tekrar
öpüldüler. En sonunda evlerine doğru yola çıktıklarında saat bir buçuk olmuştu.
“Canım karım, çok yorgun
gözüküyorsun!”
“Numara yapıyorum. Hiç de
yorgun değilim.”
“İyi de bunu derken bile
esniyorsun.”
Çağla utanmasa omzuna
yaslanıp uyuyacaktı gerçekten. Çok yorulmuştu. Ama o gecenin önemini bildiği ve
birazdan neler yaşanacağını düşünerek ayılmaya çalıştı. Evet, ayılması lazımdı
çünkü bir sürü şampanya içmişti. Sarhoş değildi ama çakırkeyifti. Biraz
kafasının yerine gelmesi çok daha iyi olacaktı. Hem zaten okuduğu listede ne
vardı? Koyu kahve… Evet kahve içmesi gerekiyordu. Eve giderlerse kahve içmeyi
akıl etmesi pek mümkün gözükmüyordu.
“Canım, bu saatte bir
yerlerde kahve içebilir miyiz?”
“Kahve mi içmek
istiyorsun?”
“Biraz açılsam iyi olacak.
Sorun olur mu?”
“Neden olsun?” Şoföre
eğilip kahve içecek bir yerde durmalarını söyledi. Kısa süre sonra arabayı
denizi tepeden gören yirmi dört saat açık bir çay bahçesinde durdurdu. Kapıyı
açıp yeni evli çiftin inmesini bekledi. Onların geldiğini gören iki garson çay
bahçesinin kapısına kadar geldiler. Bir tarafta adalar, bir tarafta ise
Kumkapının ışıkları gözüküyordu. Denizde demir atmış gemilerin ışıkları da
manzaralarını tamamlıyordu.
“İki tane sütsüz kahve,
lütfen.”
“Hemen getiriyoruz. Bu
arada size mutluluklar dileriz. Hayırlı olsun. Bir yastıkta kocayın.”
“Çok teşekkürler.” Tayfun
kibarca teşekkür etmişti. Çağla sesini çıkartmamıştı.
“Neden suskunsun?”
“Ağzımı açarsam güleceğim
de ondan.”
“Neden gülüyorsun güzelim?”
“Ya artık tek yastık yok
ki. Nasıl olacak da tek yastıkta kocayacağız? Herkes öyle diyor ama artık
herkes kendi yastığında yatıyor.”
“Sen bu durumun dışında
olacaksın!”
“Niye? Ben yastıksız mı
yatacağım?”
“Hayır, seni göğsümde
uyutmayı düşünüyorum.”
“AAAA Aman Allahım! Yoksa
bu cümleyi söyleyenler bunu mu kastediyor? Ben mi yanlış anladım?” Çağla
gecenin karanlığında bile fark edilecek kadar kızarmıştı. Tayfun bir an onun
şaka yaptığını düşündü. Asıl komik olan Çağla’nın ciddi oluşuydu. En sonunda
dayanamayarak kahkahayı basan Tayfun oldu.
“Niye gülüyorsun?”
“Ah canım, inan ilk
anladığın hali doğru. O kadar utanma. Ama bil, biz tek yastık kullanacağız.”
“Ya ben deli uyurum. Rahat
edemezsin sen.”
“O zaman düşünürüm.”
Kahveleri geldiğinde ikisinin de yorgunluğu dağılmaya başlamıştı. Yirmi dakika
kadar sonra kalktıklarında garsonlar ücret almayacaklarını, mutluluk
dilediklerini ve sık sık beklediklerini söyleyerek uğurladılar.
“Bu akşam para vermediğimiz
tek şey şu iki kahve oldu. Ne güzel hiç unutmayacağım bedava kahveyi.”
“Sık sık geliriz o zaman bu
gece almadıkları parayı çıkartırlar.”
“Çok hesapçı gördüm sizi
Tayfun Bey. Siz şimdi benim maaşımı da kesersiniz. Ne de olsa ikinci kez izin
yapıyorum. Sendikam bile yok. Evlilik izni demez kesersin sen maaşımdan.”
“İyi ki hatırlattın. İş
başı yaptığımızda keseyim ben maaşını.”
“Demek öyle, demek
keseceksin maaşımı, demek bu kadar maddiyatçısın ha?” Çağla güzel yüzünü asmış
söyleniyordu. Tayfun da ona inat gülerek yanıtlıyordu.
“Ben değildim ama biri
anımsatınca mantıklı geldi. Hadi o kadar yavaş yürüme. Artık evimize gitmek
istiyorum.”
“Evimiz.” Bir an sustu.
“Böyle söylemek ne kadar güzel. Evimiz. Bizim evimiz. Benim kocam.”
“Bunu da ben yazacağım bir
kenara. Önce ev sonra ben geliyorum öyle mi?”
“Tabii. Dünya kira
ödeyeceğiz. O kadar mobilya aldık. Bir sürü boya badana halı masrafı. Elbette o
öncelikli.”
“Kimmiş asıl maddiyatçı
olan?”
“Çünkü benim kocam bana
güzel sözler söylemek yerine maaşımı kesmekten bahsediyor.”
“Çünkü benim karım az önce
uyukluyordu ve yorgundu. Öpsem, aşkımı söylesem anlamayacaktı. Ben de en
uyandıracak şeylerden bahsettim.” Kulağına eğilip “Şimdi gece için hazır
sayılırsın. En azından yorgun gözükmüyorsun.”
“Değilim.” Tek kelimelik
yanıt yine biraz utanmasına neden olmuştu. Sonra da kızdı kendisine utandığı
için. O değil miydi bu adamla evlenmek için can atan. O zaman neydi bu
utangaçlık? O bilmiyor muydu ilk kez sevişeceğini? O bilmiyor muydu, bu gece
birlikte olacaklarını? En sonunda silkelendi ve kendine geldi. Evet o bu adamla
evlenmişti. Üstelik düğün tarihini bile hamile kalabileceği bir tarihe denk
getirmişti. İnşallah bu gece bebeğine hamile kalır da yıllardır içinde olduğu
kabustan uyanırdı.
Kendi kendine söyledikleri
ile rahatladı. Evlerine kalan kısa yolu sırtını Tayfun’un göğsüne yaslayarak
aldı. Tayfun da yine fırsatı kaçırmamış kendisine yaslanmış Çağla’nın
saçlarını, şakağını, ensesini, omuz başını öpüp duruyordu. Zaten sağ eli
devamlı Çağlanın sağ kolunu okşuyordu. Bu küçük öpücükler, özellikle sırtına ve
omuz başına konan öpücükler Çağla’yı deli ediyordu. Artık bir an önce eve
gitmek istiyordu.
Araba evin önünde
durduğunda ikisi de rahatladı. Asansöre binip kendi katlarına çıkana kadar
öpüştüler. Son katlara doğru asansörün camı ve aynası buğulanmaya başlamıştı.
“Seni çok seviyorum. İyi ki
beni seçtin. İyi ki evlendik.”
“Ben de seni seviyorum.
Hopppp” Çağla korku ile bağırsa da Tayfun çoktan kucağına almıştı genç kızı.
Onun panikle hareket etmesi dengesini bir an bozsa da karısını rahatlıkla
taşıyordu.
“Şşşiiittt yavaş,
komşularımızı uyandıracaksın.”
“Beni yere bırak.”
Düşmekten korkuyordu. Düşüp o geceyi kocasının kolları yerine hastanede
geçirmekten korkuyordu.
“Ama adet değil mi? Gelin
eşikten kucakta geçirilir.” Gülüyordu onun inme çabasına. Kapıyı elindeki
anahtarla biraz zorlanarak açtı. Nihayet içeri girdiğinde ayağı ile kaptı.
“Evet öyle ama yine de
taşımasaydın. Çok ağırım.”
“Değilsin. Seni yatak
odamıza kadar kucağımda taşıyacağım. Şimdi artık itiraz etme de o kollarını
boynuma sar.”
Çağla öyle yaptı. Uzun
duvağı ve eteğinin ek parçası Tayfun’un bacaklarına biraz dolanıyordu. Dikkatli
bir şekilde yatak odasına kadar geldiler. Yatağın yanında indirdi karısını
kucağından. Kollarını bedeninden çekmeden kendisine yasladı yeniden. Artık yüz
yüze bakıyorlardı. Tayfun artık karısı olan Çağla’nın tüm yüzünü beynine
kazımak ister gibiydi. Kısa bir süre daha süzdü, sonra alnından başladı öpmeye.
Bir yandan da duvağını çıkartmaya uğraşıyordu. Çağla ellerini başına götürdü.
Kuaförünün tarif ettiği gibi kısa yoldan çıkarttı. Duvaktan kurtulan Tayfun
öpücüklerine kaldığı yerden devam etti. Adım adım, sağ şakağı, sol şakağı,
burnunun ucu, dudaklarının hemen yanı, diğer yanı derken en son nihayet
dudaklarına ulaştı.
Dudaklarının tadını biraz
aldıktan sonra aşağılara doğru inmeye başladı. Çenesi, boynu, dekolte bölgesi
derken elleri de gelinliğin fermuarını açmak için arkaya dolanmıştı bile. Çağla
da boş durmuyor ceketini çıkartması için uğraşıyordu. Aceleleri var gibiydiler.
Hızlı hareketlerle önce ceketini attı üstünden. Sonra da kravatını çözüp attı.
Çağla da gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Tayfun ona yardım etmek yerine
dudaklarının yüzünün her noktasında gezdirmeyi sürdürüyordu. Çağla nefesinin
kesildiğinin farkındaydı yine de oksijeni ciğerlerine çekecek gücü bulamıyordu
kendisinde. Nihayet parmakları güç bela pantolonun içinden gömleği çekip
almıştı. Son düğmeleri açtığında artık gömlek de ceketin yanına gidebilirdi.
Çağla farkında değildi ama
kendi gelinliğinin askıları çoktan inmiş, üst kısmı açılmıştı bile. Bir süre
sonra gelinliği yerde beyaz bir bulut gibi duruyordu.
Sonrasını çok net
hatırlamıyordu. Yatağa uzandıklarını ve bir yandan öpüşürken bir yandan
çamaşırlarını çıkarttıklarını anımsıyordu. Zaten tatilde birbirini mayo ve
bikini ile gördükleri için çamaşırlı hallerinden utanmamıştı. Ama onlar da çıkınca
kısa süreli bir utancı yine yaşamış, Tayfun’un fark etmesinden sonra daha da
uzayan öpme ve okşamaları ile o hali de kısa sürede geride bırakmıştı.
İlk sevişmelerinden
sonrasını daha net hatırlıyordu. Çünkü dünyaya geri dönmüş, normal düşünmeye ve
nefes almaya başlamıştı. Üstelik sesi de normale dönmüştü. Az önce duyduğu
çığlıkların sahibi kendisiydi galiba…
“Eyvahhhh…”
“Eyvah mı? Ne oldu Çağla?”
Tayfun göğsünde yatan karısına korkuyla baktı. Acaba yanlış bir şey mi
yapmıştı? Canı mı yanmıştı? Ama sevişmelerinin üstünden uzun süre geçmişti. İyi
de neden bağırmıştı bu kadın şimdi?
Çağla yattığı yerden
doğrulmuş başını ellerinin arasına almış, öne arkaya sallanıyordu.
“Komşular!”
Tayfun korkmaya başlamıştı.
“Çağla ne diyorsun? Ne komşusu?”
“Tayfun daha ne olsun? Ben
az önce sanırım çığlık attım.”
“Evet attın. Ne var bunda?”
Tayfun yine utançla yüzü kızaran Çağlaya baktı. Az önce yaptıklarından sonra
kızarması tuhaftı. Çağla sarınmaya uğraştığı çarşafın sıyrıldığından habersiz
Tayfun’a dönmüş “Ama Tayfun sen neden bu kadar rahatsın? Ben yarın o kadar
insanın yüzüne nasıl bakacağım?” diyordu.
Tayfun aklı gördükleri ile
yeniden karıştığı için Çağla’nın ne demek istediğini anlayamadan yanıtladı.
“Kimin yüzüne bakıyorsun yarın? Misafir mi gelecek yoksa?”
Çağla sıyrılan çarşafı yine
yukarı çekmiş böylece Tayfun’un görüşü normale dönmüştü.
“Ya ne misafiri? Kapıyı
açacağım karşı komşu kapıda. Bana bakacak ve sırıtacak. Çünkü az önce attığım
çığlığı kesin duymuş olmalı. Ne yaptığımızı biliyorlar düşünsene.”
Tayfun dudaklarını ısıra ısıra yanıt verdi. KeKendini bıraksa
kahkahalarla gülecek, Çağla da kendisi ile dalga geçtiği için alınacaktı.
“Çağla, sen deli misin aşkım? Tüm yeni evliler bunu yapar. Üstelik sonra da
yapmaya devam eder. Bebekleri leylekler getirmez.”
“Benimle dalga geçme.
Burada büyük bir sorun var. Ben rezil oldum.” Çağla inatla konuşuyordu. Tayfun,
onun bu ruh halinden kurtulması gerektiğinin bilincinde yanıtladı. “Kimse rezil
falan olmadı. Üstelik bu saatte kimse duymamıştır. Herkes kim bilir kaçıncı
uykusundadır.”
“Duyulmuştur.”
“Duyulmamıştırrrr.”
“Beni kandırmak için
diyorsun.”
“Evet, ben kırmızı başlıklı
kızın masalındaki kurdum. Seni de şimdi ham yapacağım o yüzden saçma sapan
konuşmanı engellemeye çalışıyorum.”
“Ben o kurttan hiç
korkmamıştım.”
“Gel bakayım sen buraya.
Nasıl korkmamışsın ifadeni alayım.” Tayfun, az önce yatağın öbür ucuna kaçan
karısını yeniden kollarına aldı. Çağla’nın itiraz dolu sesini “Şiiittt komşular
duyacak rezil olacağız” diyerek bastırdı. Zaten kısa süre sonra Çağla artık
komşuları düşünecek halde değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder