27 Eylül 2015 Pazar

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 40. Bölüm

Düğün sabahı her şey tıkır tıkır işliyordu. Çağla, Tayfun’un kız kardeşleri ile kendi arkadaşlarının da bir arada olduğu kuaförde eğlenerek saçını yaptırıyordu. Gelinliğini evde giyecekti. Duvağının takılması için sade bir topuz yaptırdı. Duvağı çok uzundu. Ama yüzünü örten bir parçası olmadığı için o parçanın arkadan salınarak gelmesinden memnundu. Etek kısmı düz iniyordu. Asıl parça ise, üst kısma belinden tutturulmuş kuyruktu. Çağla, bu kuyruk kısmının sonradan elbiseden söktürecekti. Elbise olarak çok güzel bir modeldi. Uzun boylu gösteren, vücudu saran model, dar etekleri ile de tam zevkine göre olmuştu. Annesi ve Ümran hanım müthiş bir iş çıkartmıştı. Kendileri için diktikleri elbiseler de son güne kalmış olsa bile yetişmişti. Dünürler düşman çatlatacak gibiydi! Birinin haki yeşil elbisesi, diğerinin mürdüm elbisesi ile yarışıyordu.
“Kınanız nasıl geçti? Hiç anlatmıyorsun?” Gelin başını yaparken bir yandan da konuşuyorlardı.
“Bedia abla, o kadar çok güldüm ki kınayı anlamadım vallahi.”
“Neden güldün?”
“Sorma ya, annemin çıkından kırmızı bindallı çıktı.”
“Bunun nesi komik?”
“Benim üstümde bindallı, tüm konuklarımın üstünde, yani şu arkadaki kızları kastediyorum... Onlarda mini etekler, kısacık şortlar... Komşuların yüzlerini görmeliydin.”
“Yaşlılar varsa tahmin etmek güç değil.”
“O kadarla kalsa iyi... Elime kına yapılacak, demezler mi altına bir şeyler koyalım da eline izi çıkmasın!”
“O ne demek ya?”
“Benim sivri akıllı arkadaşlarım elimde kına izi istemeyeceğimi sanmış.”
“Aç bakayım elini!”
“Ay Bedia abla var işte, üstelik iki avcuma da yaptırdım. Ama onların bu sivri fikirlerinden çok beni kına türküsü güldürdü.”
“Ah ben kınamda zırıl zırıl ağlamıştım. Sen nasıl gülebildin o türküye?”
“Çünkü tam yarım saat aynı türkünün aynı yeri söylendi. İnsan bir yerlerden sözlerini öğrenirde gelir. Tek duyduğum, 'Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar,  aşrı aşrı memlekete kız vermesinler' kısmıydı. Devamı yok mu dedikçe bunu söylediler. İçim bulandı inan. Sanki uzağa gidiyorum.” Hem Bedia abla, hem de tırnaklarına ojesini süren çırak kız gülmeye başladılar.
“Kaynanan ne verdi elini açman için?”
“Çok şekerdi. Hem cumhuriyet, hem de güzel bir yüzük koydu. Yüzük aile yadigarıymış. Kendi hiç takmamış, beğenmemiş ama saklamış, bana da 'koy bir kenara kaybolmasın, ben kurtuldum, darısı başına' demez mi?”
“Ay asıl buymuş komik! Gerçekten çirkin mi?”
“Çirkin demeyelim de çok demode diyelim.” Çağla bunu dese de yüzüğün çirkinliğini ve Ümran annesinin yüzünün ifadesini anımsayınca yine gülmeye başladı. Komik kadındı kaynanası!
Çağla, duvağı takıldıktan sonra kızları da yanına alıp eve gitti. Tayfun’un evden almasını istemişti.
Askıdaki gelinliğine baktı. “Bu kadın bu işi biliyor ya” diye söylendi. Makyajını yenilemesi için gerekecek malzemeleri hazırladı. Yedek çorap maddesini zaten önceden silmişti. İhtiyacı yoktu. Ayakkabılarını da zaten iki gündür evdeki her anında giyiyordu. Tayfun’un cebinde olması gereken zarfları hazırlamıştı.
Oturma planı ile ilgili son bilgileri şirketin görevlendirdiği kişiye ulaştırmıştı.
-                      Gelinlik seçilecek
-                      Ev tutulacak
-                      Mobilyalar seçilecek
-                      Evlilik hediyeleri için liste hazırlanacak
-                      Damatlık seçilecek.
-                      Kuaförde saç modeli önceden denenecek
-                      Nikah şekerleri seçilecek
-                      Davetiyeler seçilecek
-                      Bahşişler ayarlanacak
-                      Fotoğrafçı ayarlanacak
-                      Ayakkabı seçilecek.
-                      Çağdaş, çiçekler ve kutlama mesajları için görevlendirilecek
-                      Yedek çorap, makyaj malzemeleri yanımda olacak
-                      Davetli listesi hazırlanacak
-                      Düğün pastası seçilecek
-                      Müzisyenler konusunda karar verilecek
-                      Nikah memurunun tekneye gelişi organize edilecek
-                      Nikah şahitleri seçilecek
-                      Üç gün önce güzellik salonuna gidilecek.
-                      Gelin arabası ayarlanacak
-                      Üç gün önce ayakkabılar evde giyilecek (Tayfuna da söylenecek)
-                      Davetlilerin oturuş düzeni ayarlanacak
-                      Şehir dışından ya da yurt dışından konuk gelecek mi? Nerede kalacak ayarlamak lazım.
-                      Balayı  
Böylece tüm maddeler tamamlanmıştı. Artık gelinliğini giyip damadı bekleyebilirdi. Tayfun gelecek, fotoğrafçıya gidilecekti. Daha vakit vardı. Üstelik onları tekneye götürmeden önce telli babaya götürecekti şoför. Çağla, orada dilek dilemek istiyordu. Nerden aklına estiğini bilmese de iki üç gündür içinde hep oraya gitme isteği vardı. Tayfun’a söylediğinde ilk cümlesi “Senin böyle inançların mı var?”  olmuş, önce biraz garipsemiş ama sonra kabul etmişti.
Erkek tarafı geldiğinde herkes hazırdı. Tayfun, Çağla’yı gördüğü an donup kalmıştı. Karısının güzel olduğunu biliyordu ama biraz asi ruhlu, biraz deli doluydu. Oysa şu an karşısındaki genç kadının o deli dolu kadınla uzak yakın ilgisi yoktu. Aksine çok ağırbaşlı bir görüntüsü vardı. Gelinlik çok güzel duruyordu üstünde. Yutkunarak konuşabilmiş “Tek kelime bile edemeyeceğim. Müthiş demek yetersiz.” diyebilmişti.
Babası kırmızı kurdele bağlamak için hareketlenmişti. Kapıdan çıkmadan önce biraz gözler dolmuş ama Çağla, “Oyalamayın da düğünümüze geç kalmayalım hadi teknede görüşürüz.” diyerek kendini Tayfun’un kolunda kapıdan dışarı atmıştı. Arkadaşları da kapıdaydı. Kızlar da erkek arkadaşları ile kendilerini takip etti. Fotoğrafçıda geçen bir saatten sonra konvoy bu kez Sarıyer’e doğru yola çıktı. Çağla telli babada tel alıp türbeye girdi. Başka bir telden iki uzun tel kesti. Elindeki orkidenin sapına bağladı. Sonra kesip dağıtacaktı arkadaşlarına.
Türbeden çıktıktan sonra Ortaköy’e doğru yol aldılar. Diğer arabalar öne geçmiş, gelin arabası en arkada kalmıştı. Devamlı insanlar el sallıyor, korna çalıyordu. Çağla da üstü açık arabanın arka koltuğundan prensesler gibi el sallayarak kendilerine yanıt veriyordu.
“Çağla, yeter artık herkese gülüp el salladığın. Kıskanıyorum ama.”
“Kıskanmasana deli. Herkese havamı atıyorum. Yanımdaki yakışıklı benim, gözü olanın bu tırnaklarımla gözünü oyarım, diyorum.”
“Yani sen beni kıskandığın için el sallıyorsun öyle mi?”^
“Elbette. Yoksa deli miyim kraliyet ailesi gibi halkı selamlayayım. Maksat tırnak göstermek.”
“İyi tamam inandım.”
“Aa ne demek yarım ağız inandım demek? Ben hiç seni kandırır mıyım?”
“Kandırmazsın aşkım. Asla aksini iddia etmem. Düğünümüze giderken kavga edemem.”
“Tayfun… nikah memuru gecikmez inşallah.”
“Gecikmez hayatım. Onu tekneye getirecekler ve tekrar geri götürecekler.”
“Bir şeyler ters gidecek diye korkuyorum.”
“Her şeyi listeledin. Adım adım da yaptın. Korkma artık. Bir ay bir haftada her şeyi hallettik. Şimdi de nihayet düğünüzü yapıyoruz. Rahatla artık.”
“Haklısın.”
“Haklıyım tabii. Gel de şu güzel dudakların bir tadına bakayım. Unuttum tadını.”
“Unuttun, öyle mi? Benim dudaklarımın tadını unuttun ha? Bittin sen.”
“Hayatım, öpmek için dedim.”
“Öpemezsin. Düğünden sonra da öpemezsin. Tadını unutmuşmuş.”
“Çağla, bunun için saçma bir kavga yapmayacağız değil mi?” Tayfun bunu korku ile sormuştu. Çağla daha fazla dayanamayıp gülmeye başladı.
“Yapmayacağız aşkım. Gel de öp. Bir daha da tadımı unutma.”
“Unutmamam için sık sık öpmem lazım.”
Arabadaki özel şoför, arkadaki konuşmaları gülümseyerek dinliyordu.  En özel anların tadını çıkartan çift ise farkında bile değildi.
Ortaköy’e geldiklerinde düğünün yapılacağı tekne de iskeleye gelmişti. Şoförün kapıyı açması ile önce Tayfun indi. Sonra da Çağla’nın inmesine yardımcı oldu.  Gelinliğin eteğini ve duvağını düzelttikten sonra tekneye doğru yürüdüler. Herkes teknenin arkasında durmuş onlara el sallıyordu. Çağla ve Tayfun yüzlerinde kocaman gülümsemeler ile konuklarına baktılar. El sallayarak lila rengi tüllerle süslenmiş iskeleden tekneye bindiler.
Teknenin kapalı ve açık alanı aynı renk tüllerle süslenmişti. İlk gördükleri alt kattaki masalardı. Sandalyeler beyaz giydirilmiş yine lila saten kuşaklarla şıklıkları tamamlanmıştı. Beyaz örtülü masalarda mor orkideler tam Çağla’nın istediği gibi el çiçeği ile uyumluydu. Her şey istediği gibi olmuş gözüküyordu.  Müzik eşliğinde teknenin üst kata çıkan merdivenlerini tırmandılar. Konuklar erken geldiği için onlar biner binmez tekne demir almıştı. Organizasyon firması geciken misafir olduğu takdirde tekneye ulaştırılmak üzere gerekli ayarlamaları yapmıştı.
Tüm gün havanın kötü olmasından ve düğünün kapalı alanda yapılacak olma ihtimalinden korkan Çağla, çok güzel bir yaz gecesinde evleniyordu. Tüm konuklar ayakta, merdivenin başında gözüken çifti alkışlıyordu. Çağla kalbinin kulaklarında attığından emindi. Etrafındaki tüm sesleri uğultu olarak algılıyordu.  Nihayet nikahın kıyılacağı masaya yöneldiler. Nikah memuru yan tarafta başka bir masada bekliyordu. Çift yerine oturur oturmaz nikah şahidi olacak aile büyükleri olarak Çağla’nın teyzesi ile Tayfun’un amcası yerlerini aldı. Aslında önce arkadaşlarından birileri olsun istemişti ikisi de ama birini seçse diğerini kıracağını düşünüp vazgeçmişlerdi.
Nikah memuru da yerini aldıktan sonra merasim başladı. İkisi de heyecanlıydı. Evet’ler söylendiğinde büyük bir alkış kopmuş, imzalardan sonra konuklar ayağına bas diye bağırmış ikisi de daha önce anlaştıklarını yapıp, ayaklarını masanın altında birbirine yapıştırmış ama basmamıştı. İzleyiciler hala bağırsalar da ikili onlara inat basmadan ayağa kalktılar. Tayfun önce alnından öptü. Sonra dayanamayıp dudaklarına da küçük bir öpücük bıraktı. Aslında uzun uzun öpmeyi çok istese de birkaç saniye önce karısı olan kadını utandırmak istemiyordu.
Nikah bittikten sonrası daha güzel ve keyifliydi.  Gençler pisti hiç boş bırakmamış, dans müziği, hareketli parça demeden hepside çılgınca eğlenmişti.
Dans pistinde Berna ile Fatih, Elif ile Doğan da vardı ve aileleri kızlarının yanlarındaki erkeklerin onlar için özel kişiler olduğunu anlamıştı artık. Çağla, gelinliğinin rahatlığını en çok pistte hissetmişti. Çok ağırbaşlı bir gelinlik ile çok çılgın danslar yapması onun için normaldi.
Yemek, pasta ve müzik… hepsi istediği gibiydi. Çağla çok mutluydu.
“Her şey kusursuz!”
“Her şeyi sen kusursuz yapıyorsun. Çok güzel bir düğün oldu.”
“Evet, buna asla hayır demem. Katıldığım en güzel düğün kendi düğünüm oldu.”
“Çok fazla taraf tutmuşsun gibi geldi bana.”
“Senin anımsadığın daha güzel bir düğün var mı, Tayfun?”
“Hayır canım. Olamaz da.”

“Tamam, o zaman bu güzel düğünün müziklerini boşa harcamayalım.”

Saat on iki olduğunda Avrupa yakasında oturan konukların inmesi için iskeleye yanaşılmıştı. Resimler ve vedalaşmalarla iskeleden ayrılmak yarım saati bulmuştu. Anadolu yakasına yanaşana kadar resim çektirmeye devam ettiler. Nihayet yanaşıldı ve onları eve götürmek için bekleyen arabaya binene kadar tüm arkadaşları tarafından tekrar öpüldüler. En sonunda evlerine doğru yola çıktıklarında saat bir buçuk olmuştu.
“Canım karım, çok yorgun gözüküyorsun!”
“Numara yapıyorum. Hiç de yorgun değilim.”
“İyi de bunu derken bile esniyorsun.”
Çağla utanmasa omzuna yaslanıp uyuyacaktı gerçekten. Çok yorulmuştu. Ama o gecenin önemini bildiği ve birazdan neler yaşanacağını düşünerek ayılmaya çalıştı. Evet, ayılması lazımdı çünkü bir sürü şampanya içmişti. Sarhoş değildi ama çakırkeyifti. Biraz kafasının yerine gelmesi çok daha iyi olacaktı. Hem zaten okuduğu listede ne vardı? Koyu kahve… Evet kahve içmesi gerekiyordu. Eve giderlerse kahve içmeyi akıl etmesi pek mümkün gözükmüyordu.
“Canım, bu saatte bir yerlerde kahve içebilir miyiz?”
“Kahve mi içmek istiyorsun?”
“Biraz açılsam iyi olacak. Sorun olur mu?”
“Neden olsun?” Şoföre eğilip kahve içecek bir yerde durmalarını söyledi. Kısa süre sonra arabayı denizi tepeden gören yirmi dört saat açık bir çay bahçesinde durdurdu. Kapıyı açıp yeni evli çiftin inmesini bekledi. Onların geldiğini gören iki garson çay bahçesinin kapısına kadar geldiler. Bir tarafta adalar, bir tarafta ise Kumkapının ışıkları gözüküyordu. Denizde demir atmış gemilerin ışıkları da manzaralarını tamamlıyordu.
“İki tane sütsüz kahve, lütfen.”
“Hemen getiriyoruz. Bu arada size mutluluklar dileriz. Hayırlı olsun. Bir yastıkta kocayın.”
“Çok teşekkürler.” Tayfun kibarca teşekkür etmişti. Çağla sesini çıkartmamıştı.
“Neden suskunsun?”
“Ağzımı açarsam güleceğim de ondan.”
“Neden gülüyorsun güzelim?”
“Ya artık tek yastık yok ki. Nasıl olacak da tek yastıkta kocayacağız? Herkes öyle diyor ama artık herkes kendi yastığında yatıyor.”
“Sen bu durumun dışında olacaksın!”
“Niye? Ben yastıksız mı yatacağım?”
“Hayır, seni göğsümde uyutmayı düşünüyorum.”
“AAAA Aman Allahım! Yoksa bu cümleyi söyleyenler bunu mu kastediyor? Ben mi yanlış anladım?” Çağla gecenin karanlığında bile fark edilecek kadar kızarmıştı. Tayfun bir an onun şaka yaptığını düşündü. Asıl komik olan Çağla’nın ciddi oluşuydu. En sonunda dayanamayarak kahkahayı basan Tayfun oldu.
“Niye gülüyorsun?”
“Ah canım, inan ilk anladığın hali doğru. O kadar utanma. Ama bil, biz tek yastık kullanacağız.”
“Ya ben deli uyurum. Rahat edemezsin sen.”
“O zaman düşünürüm.” Kahveleri geldiğinde ikisinin de yorgunluğu dağılmaya başlamıştı. Yirmi dakika kadar sonra kalktıklarında garsonlar ücret almayacaklarını, mutluluk dilediklerini ve sık sık beklediklerini söyleyerek uğurladılar.
“Bu akşam para vermediğimiz tek şey şu iki kahve oldu. Ne güzel hiç unutmayacağım bedava kahveyi.”
“Sık sık geliriz o zaman bu gece almadıkları parayı çıkartırlar.”
“Çok hesapçı gördüm sizi Tayfun Bey. Siz şimdi benim maaşımı da kesersiniz. Ne de olsa ikinci kez izin yapıyorum. Sendikam bile yok. Evlilik izni demez kesersin sen maaşımdan.”
“İyi ki hatırlattın. İş başı yaptığımızda keseyim ben maaşını.”
“Demek öyle, demek keseceksin maaşımı, demek bu kadar maddiyatçısın ha?” Çağla güzel yüzünü asmış söyleniyordu. Tayfun da ona inat gülerek yanıtlıyordu.
“Ben değildim ama biri anımsatınca mantıklı geldi. Hadi o kadar yavaş yürüme. Artık evimize gitmek istiyorum.”
“Evimiz.” Bir an sustu. “Böyle söylemek ne kadar güzel. Evimiz. Bizim evimiz. Benim kocam.”
“Bunu da ben yazacağım bir kenara. Önce ev sonra ben geliyorum öyle mi?”
“Tabii. Dünya kira ödeyeceğiz. O kadar mobilya aldık. Bir sürü boya badana halı masrafı. Elbette o öncelikli.”
“Kimmiş asıl maddiyatçı olan?”
“Çünkü benim kocam bana güzel sözler söylemek yerine maaşımı kesmekten bahsediyor.”
“Çünkü benim karım az önce uyukluyordu ve yorgundu. Öpsem, aşkımı söylesem anlamayacaktı. Ben de en uyandıracak şeylerden bahsettim.” Kulağına eğilip “Şimdi gece için hazır sayılırsın. En azından yorgun gözükmüyorsun.”
“Değilim.” Tek kelimelik yanıt yine biraz utanmasına neden olmuştu. Sonra da kızdı kendisine utandığı için. O değil miydi bu adamla evlenmek için can atan. O zaman neydi bu utangaçlık? O bilmiyor muydu ilk kez sevişeceğini? O bilmiyor muydu, bu gece birlikte olacaklarını? En sonunda silkelendi ve kendine geldi. Evet o bu adamla evlenmişti. Üstelik düğün tarihini bile hamile kalabileceği bir tarihe denk getirmişti. İnşallah bu gece bebeğine hamile kalır da yıllardır içinde olduğu kabustan uyanırdı.
Kendi kendine söyledikleri ile rahatladı. Evlerine kalan kısa yolu sırtını Tayfun’un göğsüne yaslayarak aldı. Tayfun da yine fırsatı kaçırmamış kendisine yaslanmış Çağla’nın saçlarını, şakağını, ensesini, omuz başını öpüp duruyordu. Zaten sağ eli devamlı Çağlanın sağ kolunu okşuyordu. Bu küçük öpücükler, özellikle sırtına ve omuz başına konan öpücükler Çağla’yı deli ediyordu. Artık bir an önce eve gitmek istiyordu.
Araba evin önünde durduğunda ikisi de rahatladı. Asansöre binip kendi katlarına çıkana kadar öpüştüler. Son katlara doğru asansörün camı ve aynası buğulanmaya başlamıştı.
“Seni çok seviyorum. İyi ki beni seçtin. İyi ki evlendik.”
“Ben de seni seviyorum. Hopppp” Çağla korku ile bağırsa da Tayfun çoktan kucağına almıştı genç kızı. Onun panikle hareket etmesi dengesini bir an bozsa da karısını rahatlıkla taşıyordu.
“Şşşiiittt yavaş, komşularımızı uyandıracaksın.”
“Beni yere bırak.” Düşmekten korkuyordu. Düşüp o geceyi kocasının kolları yerine hastanede geçirmekten korkuyordu.
“Ama adet değil mi? Gelin eşikten kucakta geçirilir.” Gülüyordu onun inme çabasına. Kapıyı elindeki anahtarla biraz zorlanarak açtı. Nihayet içeri girdiğinde ayağı ile kaptı.
“Evet öyle ama yine de taşımasaydın. Çok ağırım.”
“Değilsin. Seni yatak odamıza kadar kucağımda taşıyacağım. Şimdi artık itiraz etme de o kollarını boynuma sar.”
Çağla öyle yaptı. Uzun duvağı ve eteğinin ek parçası Tayfun’un bacaklarına biraz dolanıyordu. Dikkatli bir şekilde yatak odasına kadar geldiler. Yatağın yanında indirdi karısını kucağından. Kollarını bedeninden çekmeden kendisine yasladı yeniden. Artık yüz yüze bakıyorlardı. Tayfun artık karısı olan Çağla’nın tüm yüzünü beynine kazımak ister gibiydi. Kısa bir süre daha süzdü, sonra alnından başladı öpmeye. Bir yandan da duvağını çıkartmaya uğraşıyordu. Çağla ellerini başına götürdü. Kuaförünün tarif ettiği gibi kısa yoldan çıkarttı. Duvaktan kurtulan Tayfun öpücüklerine kaldığı yerden devam etti. Adım adım, sağ şakağı, sol şakağı, burnunun ucu, dudaklarının hemen yanı, diğer yanı derken en son nihayet dudaklarına ulaştı.
Dudaklarının tadını biraz aldıktan sonra aşağılara doğru inmeye başladı. Çenesi, boynu, dekolte bölgesi derken elleri de gelinliğin fermuarını açmak için arkaya dolanmıştı bile. Çağla da boş durmuyor ceketini çıkartması için uğraşıyordu. Aceleleri var gibiydiler. Hızlı hareketlerle önce ceketini attı üstünden. Sonra da kravatını çözüp attı. Çağla da gömleğinin düğmelerini açmaya başladı. Tayfun ona yardım etmek yerine dudaklarının yüzünün her noktasında gezdirmeyi sürdürüyordu. Çağla nefesinin kesildiğinin farkındaydı yine de oksijeni ciğerlerine çekecek gücü bulamıyordu kendisinde. Nihayet parmakları güç bela pantolonun içinden gömleği çekip almıştı. Son düğmeleri açtığında artık gömlek de ceketin yanına gidebilirdi.
Çağla farkında değildi ama kendi gelinliğinin askıları çoktan inmiş, üst kısmı açılmıştı bile. Bir süre sonra gelinliği yerde beyaz bir bulut gibi duruyordu.
Sonrasını çok net hatırlamıyordu. Yatağa uzandıklarını ve bir yandan öpüşürken bir yandan çamaşırlarını çıkarttıklarını anımsıyordu. Zaten tatilde birbirini mayo ve bikini ile gördükleri için çamaşırlı hallerinden utanmamıştı. Ama onlar da çıkınca kısa süreli bir utancı yine yaşamış, Tayfun’un fark etmesinden sonra daha da uzayan öpme ve okşamaları ile o hali de kısa sürede geride bırakmıştı.
İlk sevişmelerinden sonrasını daha net hatırlıyordu. Çünkü dünyaya geri dönmüş, normal düşünmeye ve nefes almaya başlamıştı. Üstelik sesi de normale dönmüştü. Az önce duyduğu çığlıkların sahibi kendisiydi galiba…
“Eyvahhhh…”
“Eyvah mı? Ne oldu Çağla?” Tayfun göğsünde yatan karısına korkuyla baktı. Acaba yanlış bir şey mi yapmıştı? Canı mı yanmıştı? Ama sevişmelerinin üstünden uzun süre geçmişti. İyi de neden bağırmıştı bu kadın şimdi?
Çağla yattığı yerden doğrulmuş başını ellerinin arasına almış, öne arkaya sallanıyordu.
“Komşular!”
Tayfun korkmaya başlamıştı. “Çağla ne diyorsun? Ne komşusu?”
“Tayfun daha ne olsun? Ben az önce sanırım çığlık attım.”
“Evet attın. Ne var bunda?” Tayfun yine utançla yüzü kızaran Çağlaya baktı. Az önce yaptıklarından sonra kızarması tuhaftı. Çağla sarınmaya uğraştığı çarşafın sıyrıldığından habersiz Tayfun’a dönmüş “Ama Tayfun sen neden bu kadar rahatsın? Ben yarın o kadar insanın yüzüne nasıl bakacağım?” diyordu.
Tayfun aklı gördükleri ile yeniden karıştığı için Çağla’nın ne demek istediğini anlayamadan yanıtladı. “Kimin yüzüne bakıyorsun yarın? Misafir mi gelecek yoksa?”
Çağla sıyrılan çarşafı yine yukarı çekmiş böylece Tayfun’un görüşü normale dönmüştü.
“Ya ne misafiri? Kapıyı açacağım karşı komşu kapıda. Bana bakacak ve sırıtacak. Çünkü az önce attığım çığlığı kesin duymuş olmalı. Ne yaptığımızı biliyorlar düşünsene.”
Tayfun dudaklarını ısıra ısıra yanıt verdi. KeKendini bıraksa kahkahalarla gülecek, Çağla da kendisi ile dalga geçtiği için alınacaktı. “Çağla, sen deli misin aşkım? Tüm yeni evliler bunu yapar. Üstelik sonra da yapmaya devam eder. Bebekleri leylekler getirmez.”
“Benimle dalga geçme. Burada büyük bir sorun var. Ben rezil oldum.” Çağla inatla konuşuyordu. Tayfun, onun bu ruh halinden kurtulması gerektiğinin bilincinde yanıtladı. “Kimse rezil falan olmadı. Üstelik bu saatte kimse duymamıştır. Herkes kim bilir kaçıncı uykusundadır.”
“Duyulmuştur.”
“Duyulmamıştırrrr.”
“Beni kandırmak için diyorsun.”
“Evet, ben kırmızı başlıklı kızın masalındaki kurdum. Seni de şimdi ham yapacağım o yüzden saçma sapan konuşmanı engellemeye çalışıyorum.”
“Ben o kurttan hiç korkmamıştım.”
“Gel bakayım sen buraya. Nasıl korkmamışsın ifadeni alayım.” Tayfun, az önce yatağın öbür ucuna kaçan karısını yeniden kollarına aldı. Çağla’nın itiraz dolu sesini “Şiiittt komşular duyacak rezil olacağız” diyerek bastırdı. Zaten kısa süre sonra Çağla artık komşuları düşünecek halde değildi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder