22 Eylül 2015 Salı

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 34. Bölüm

Düğünün devamı oldukça eğlenceli geçti. Gelin ile damadın gelişi, nikahın kıyılması ve ardından danslarını yapmasından sonra ortalık daha da hareketlenmişti. Jülide ile Ali çok yakışan bir çift olmuştu. Onlar da Çağla ile Tayfun’u görünce şaşırdılar ama kendi heyecanları baskın çıktı.
Çiftler gece boyunca bol bol dans etti. Çalan hareketli müziklerde pisti hiç boş bırakmadılar. Gecenin sonu gelmeden annesi Çağla’ya eve döneceklerini söyledi. Çağdaş da kendi arkadaşları ile döneceği için annesi ile babası ayrılıyordu düğünden. Tayfun u düzenlemeden dolayı çok mutluydu.
Düğünün sonlarına doğru Elif ile Çağla tuvalete gittiğinde Berna ile Yeşim konuşmaya daldı. Yakınlarında olan Tayfun’un farkına varamayan ikili Çağla’nın bebek sahibi olmak için elini çabuk tutması gerektiğinden bahsediyordu. Tayfun önce dinlememek için oradan uzaklaşmak istese de Çağla’nın adını duyunca durakladı. Neler olduğunu anlamadığı konuşmayı biraz dinlemeye çalıştı. Duyabildiği hemen hamile kalmak, yaşının geçiyor olması ve erken menopozdu. Bunlardan anladığı bir şeyler vardı ama hiç hoşuna gitmemişti.

Çağla’nın bir sorunu vardı ve bunu kendisinden gizlemişti. Erken menopoz ile ilgili kafası biraz karışmıştı. Çağla’dan mı başkasından mı bahsediliyordu? Çağla’nın henüz yaşı çok gençti. Başkası olmalıydı ama cümleler bu düşüncesini yalanlar vaziyetteydi. Ne olduğunu anlayamamak sinirlerini bozdu. Çağla ile bir an önce konuşmak istiyordu.
Çağla ile Elif geldiğinde ikisi de keyifliydi. Tayfun düğün bitene kadar konuyu unutmaya karar verdi. Tadını kaçırmayacaktı. Belki de tadın kaçmasına gerek yoktu ama bunu şimdi sorup ortamı geremezdi.
Gece yarısı olduğunda düğün dağılmaya başlamıştı. Kızlar erkek arkadaşları ile birlikte eğlenmeye devam etmek istiyordu. Ama ailelerinin olduğu bir ortamda birlikte çıkmaları mümkün değildi. Tayfun ve Çağla kızların yanlarında olacağını söyleyerek gecenin devamını sağladı. Erkekler de onlarla birlikte salondan çıkıp sabaha karşı üçe kadar eğlenmeye devam ettiler.
Tüm bu süre içinde Tayfun hep Çağla’yı izledi. Kendisine olan davranışlarının ardında başka nedenler mi vardı? Aşk sandığı acaba aşk değil miydi? Çağla’nın davranışları aslında bir amaca mı hizmet ediyordu? Saatlerdir bunları düşünmekten başı ağrıyordu. Eğlenmeye gitme fikri o yüzden hiç hoşuna gitmemiş ama kimseyi kıramamıştı.
Kızları erkek arkadaşları ile yolladıktan sonra ikili arabalarına doğru yürüdüler. Tayfun, direksiyona geçmek yerine ön tarafına doğru yürüdü.  Çağla’yı da kendine çekti. “Seninle konuşmamız lazım.” Ne sesi ne de omzuna attığı kolu sevecenlik yansıtmıyordu. Sanki uzaklaşmasını engellemek için yapmıştı bu hareketi. Çağla şaşkın yüzle baktı.
“Konuşalım canım. Ne oldu?”
Arabanın kaportasına yaslanıp Çağla’yı da yanına çekti.
Tayfun nasıl konuşacağını bilemez bir şekilde sustu. Ama kafasının saatlerdir meşgul olduğu konuyu açtı. “Bana neler olduğunu sen anlatacaksın. Kızlar konuşurken duydum ama tam anlayamadım. Senin ne derdin var?”
“Nasıl ne derdim var?” Çağla anlamamıştı. Neyi soruyordu? Yoksa!
“Senin bir derdin var. Hemen hamile kalman lazımmış. Erken menopoz dendiğini de duydum ama seninle bağlantı kuramadım. Daha doğrusu kurdum da bundan hoşlanmadım.” Daha açık nasıl anlatabileceğini bilemiyordu. Tuhaf bir cümle kurduğunun da farkındaydı ama bu konu tuhaftı zaten.
Çağla, sıcacık bir gecede bu kadar nasıl üşüdüğünü bilmiyordu. Ama dünyası buz tutmuştu. Gözlerinin yaşarmasını engelleyemedi. Günlerdir hissettiği kaybetme duygusu tüm yoğunluğu ile kalbine çöreklenmişti. “Bu konuşmayı yapacağımız günün geleceğini biliyordum ama bu gece olmasını hiç istemezdim. Her şey çok güzeldi.”
“Neler oluyor Çağla? Nedir bu duyduklarım.” Tayfun, Çağla’nın neden bu ruh haline büründüğünü anlayamasa da artık bir şeyler olduğundan emindi. İyi de neydi bu kadar önemli olan?
“Önce bana yanıt verir misin? Çocuk istiyor musun?” Çağla, hem vakit kazanmak hem de belki onu ikna etmek için soruyordu.
“Elbette istiyorum. Bunu daha önce de söylemiştim.” Sanki çok saçma bir soruymuş gibi çıkmıştı sesi.
“Kaç tane?” Sesi her soruda biraz daha kısılıyordu. Yüzünde de artık korkunun izleri yoğunlaşmıştı.
“En çok iki! Neden soruyorsun? Tüm bunları sormuştun ve ben yanıtlamıştım!” Bu soruların anlamı neydi? Yoksa Çağla’nın çocuğu mu olmuyordu? Menopoza giren Çağla’mıydı? Ama kızlar hemen çocuk yapmaktan bahsetmişti. O halde…
“Hemen çocuk sahibi olmak istiyor musun? Yoksa kendine koyduğun bir süre var mı?”
“Çağla neden soruyorsun bunları?”
“Yanıtlar mısın?”
“En azından bir süre sonra baba olmayı düşünüyorum demiştim. Sanırım en fazla iki sene sonra olur! ”
Çağla aldığı yanıttan sonra dolan gözlerini saklamak için başını eğdi. İki çocuk sahibi olması uzak da olsa bir ihtimaldi ama iki sene sonrası için hiç şansı yoktu. Kesinlikle normal yollarla hamile kalamayacaktı. Belki de Tayfun bu gece tüm gerçeği öğrenince kendisini terk edecekti. Parmaklarını birbirine geçirmiş sinirle büküp duruyordu. Sanki her şeyin sorumlusu parmaklarıymış gibi uğraşıyordu.
Tayfun onun yaşadıklarını hissediyordu. Bu kadar üzülmesinin nedeni neydi? Kendini zorlayarak aklına gelen soruyu sordu, “Çağla tüm bu soruların anlamı ne? Senin çocuğun mu olmuyor?”
“Eğer öyle olsaydı ne yapardın?”
“Bana yanıt ver önce. Neler oluyor?”
Çağla, omzundaki kolun altından kaçtı. Dayandığı arabanın kaportasından kalkıp Tayfun’un karşısına geçti. Tayfun’un soru dolu yüzüne uzun uzun baktı. Önce derin bir nefes aldı. Sonra sesli bir şekilde verdi. Yeniden nefes aldı ve bekleyen Tayfun’u yanıtladı. “Şöyle söyleyeyim. Eğer benimle evlenirsen, iki sene de beklersen benden normal yollarla çocuğunun olması mümkün değil.”
Tayfun duyduklarını algılamakta zorlanıyordu. “Bana anlayacağım şekilde anlat.”
Onun sesindeki tını Çağla’nın içinde bir şeylerin kopmasına neden oldu.
“Üzgünüm Tayfun. Çok üzgünüm. Ben senin hayallerini gerçekleştireceğin kişi değilim.”
Tayfun ilk kez sesini sertleştirerek yanıtladı. “Bırak da ona ben karar vereyim. Şimdi bana her şeyi anlat.”

*****

Çağla, tüm olayları tek tek anlattı. Anneannesinden bugüne kadar olan olayları doktorların neler söylediğini aktardı. Tayfun hiç sesini çıkartmadan dinliyordu. Duydukları ile içi parçalanmıştı. Çağla farkında değildi ama anlatırken tüm üzüntüsünü yansıtıyordu sesine.
“Anlamadım? Sen eğer kısa sürede aşkı bulmasaydın sperm bankasından sperm mi alacaktın?”
“Öyle bir düşüncem vardı. Sevmediğim biri ile evlenmek istemiyordum. Bebeğimin babasının bizi sevmesini istiyordum. Olmazsa da en azından benim onu çok seveceğim bir bebeğim olmasını istiyordum.” Kendini anlatabilmek için çırpınıyordu. Fakat söylediklerinin bir erkeğe mantıklı gelmeyeceğinin farkındaydı. Hele de kendisini seven bir erkeğin asla kabul edebileceği şeyler değildi duydukları.
“Çıktığın onca adam, bebek sahibi olmak için miydi? Sen baba mı arıyordun?”
Böyle bakıldığı zaman ne kadar kötü oluyordu. Ama yanıtı dolaylı olarak veremezdi. “Evet.”
“Yani sen…?” devam edemedi. Onların Çağla’ya dokunmuş olmalarını düşünmeye bile katlanamıyordu.
“Ben ne?”
“Onlarla?” Tayfun tamamlayamadı sorusunu. Bunu dillendirmek dünyanın en zor işiydi. Çağla ne sormak istediğini anladığında hışımla başını kaldırıp yanıtladı. “Neee? Hayır. Sen beni ne sanıyorsun?”
Tayfun verdiği yanıttan biraz rahatlasa da sinirin tamamını üstünden atamamıştı. Beyni patlayacak gibiydi. “Şu an bana sinirlenebilecek konumda değilsin. O kadar çok erkekle çıktın ki bunu düşünmem çok normal. Üstelik onlarla ilgili konuşmamı yasakladın.”
“Çünkü o zamanlar yaptığımdan utanıyordum. Bana bir sürü alternatif sunuldu. Kimseyi istemedim.” İşte bu yalın gerçekti. Kendisi farkında olmasa bile o zamanlar da Tayfun’a aşıktı ve bilinç altı kendisinden çok daha akıllı hareket edip onları uzaklaştırmıştı.
“Ya ben?”
“Sana aşığım. Bu kadar basit.”
“Bu kadar basit değil. Ya bana aşık olmasaydın? O zaman başka bir erkekten çocuk mu doğuracaktın?”
“Hayır. En son kararım, yani seni sevdiğimi anladıktan sonra verdiğim karar, senden olmazsa kimseden çocuk istemediğimdi. Bu kararım hala geçerli. Seni seviyorum. Senin çocuğunu doğurmak istiyorum. Ama iki yıl bekleyebilir miyim bilmiyorum. Belki yumurtamı dondurup daha sonra tüp bebek ile hamile kalabilirim. Ne kadar yüksek bir ihtimal bilinmiyor. Bazı denemeler başarılı olmuş ama yüzdesel başarı çok yüksek değil.”
“Bir dakika. Bu son söylediğin nedir hiç anlamadım. Yumurtalar dondurulabiliyor mu? Böylece sonra da çocuk sahibi olabileceksin öyle mi? Öyle ise nedir bu acil bebek yapma durumu?” Çağla yanıt veremeden Tayfun yeniden konuşmaya başladı. “Bak, tüm bunları düşünmem lazım. Bu akşam kucağıma bomba bıraktın. Tüm bunların hazmedilmesi gerektiğinin farkındasın değil mi? Yalansız bir ilişkimiz var sanıyordum.” Tayfun söylediklerinde çok ciddiydi. Kafası bulanmış, düşünceleri birbirini kovalamaya başlamıştı.
Çağla son cümle ile kırılmıştı. “Sana yalan söylemedim.”
“Gerçekleri sakladın. Bu da yalan sayılır.”
Doğru söylüyordu. Bazen gerçeklerin saklanması da yalan söylemekti. Ve Tayfun yalandan nefret ediyordu. En korktuğu soruyu sordu. “Ne yapacaksın? Ayrılacak mıyız?” Yine gözleri dolmuştu. Ağlamamak için kendini zorluyordu.
Ayrılık kelimesi Tayfun’un da canını yaktı. “Öyle bir şey demedim. Ama biraz düşünmem kafamı toparlamam lazım.”
Çağla, bu cümlenin ardında yatanın ayrılık olduğunu biliyordu. Keşke en başta anlatsaydım, daha az acı çekerdim, diye düşündü. Sonra aklına gelen düşünce ‘biraz daha vaktim olsaydı kendime daha çok aşık ederdim, böylece beni bırakamazdı’, oldu. Ama olmamıştı…
“Biraz daha vakit olsaydı…” Bunu mırıldandığında Tayfun şaşırdı. “Ne için?”
“Beni daha çok sevmen için. Bana daha çok aşık olman için. Benden vazgeçemeyecek kadar bana bağlanman için.”
“Bak Çağla, sana bundan daha çok aşık olabilir miyim bilmiyorum. Ama bu yaptıklarını, gizlediklerini kabul edeceğim anlamına gelmiyor.” Bu söyledikleri gerçekti. İçinde büyük bir kırıklık vardı. En başta kendisine anlatmalıydı.
“Sana hep anlatmak istedim. Ama beni terk etmenden korktum. Hem ne zaman anlatacaktım? Hangi sıfatla anlatacaktım. Sevgilimsin ama aramızda resmileşen başka ne var ki?”
“Bunu duymamış olayım. Kendi hatanı örtmek için beni suçlamaya kalkma. İlk andan beri evlenmek istediğimi biliyordun. Ayrıca söylediklerine nasıl inanacağım? Beni sevdiğine nasıl inanacağım? Benimle sadece çocuk için birlikte olmadığına nasıl inanacağım? Beni ne hale getirdiğinin farkında mısın?”
Yanıt veremedi. Ne yapacaktı? En son aklına gelene sarıldı. Tüm samimiyeti ile “Tayfun, sana olan aşkımın ispatı olacaksa, eğer çözümü bu olacaksa iki sene sonrasına kadar beklerim seni. Bu aydan itibaren tüm yumurtalarımı dondururum. Nasılsa birileri tutacaktır. Yüzdesi ne kadar düşük olursa olsun bu şansımı deneyeceğim. Çocuğum olmasa da seni istediğimi kanıtlamak için. Sen olmadıktan sonra ne kıymeti var ki? Ama senin çocuk istediğini hem de en az iki tane istediğini bile bile benimle evlenmeni, bu süreyi beklemeni isteyemem senden. İsteyeceğim tek şey sevgime güvenmen.”
Söylediklerine hak verse de o an karar veremiyordu. Kalbi ve başı çok ağrıyordu. Çağla’nın gözlerine diktiği gözlerini kırpmadan baktı. Hayır o an yanıt vermeyecekti. Büyükler önemli kararların bir gece düşünülmesi gerektiğini söylerlerdi. O zaman düşünecekti bu gece. Sevgi her şeyin ilacı olacak mıydı? Bunu tartması gerekiyordu.
“Düşünmem lazım. Seni eve bırakayım.”
“Yarın görüşecek miyiz?” Şansını zorladığının farkındaydı.
“Sanmıyorum. Biraz düşünmem bunu yaparken de senden uzak durmam lazım.”
Tayfun, Çağlayı eve bırakırken tek laf etmedi. Kapının önüne geldiğinde başını çevirmedi. Ona bakarsa kendini tutamayacağını biliyordu. “Asansöre binene kadar buradayım.” dedi. Çağla gözlerini kırpıştırarak indi arabadan. Ağlamayacaktı. Kendine verdiği sözü tutacak, Tayfun’u onu sevdiğine ikna edecekti. “İyi geceler. Her ne düşünürsen düşün Tayfun. O düşüncelerinin bir yerine hep şunu ekle. Ben seni çok seviyorum.”
“İyi geceler Çağla, iyi uykular.”
“İyi geceler.”

*****

Çağla, o geceyi uykusuz geçirdi. Neler olacağı konusunda hiç fikri yoktu. Bir iyi bir kötü düşünüyordu. Sabah erkenden kalktı. Eli telefonda devamlı arayıp aramamak konusunda tereddüt yaşıyordu. Saat daha sekiz olmamıştı. O saatte ararsa uyuyan Tayfunu uyandırıp daha da kızdırabilirdi. Pazar gününü ıslak kek yaparak ve kara kara düşünerek geçirdi.
Tayfun’dan ise hiç ses yoktu. Annesi neler olduğunu sorunca ona gece olanları anlatmıştı. Hale hanım müstakbel damadına güveniyordu. Onun da şu an ikilemleri olabileceğini anlıyordu. Elbette bunları kızına söylemek yerine destek oldu. “Bırak biraz kendini toparlasın. Ona gerçekten zor bir karar verdireceksin. O yüzden iyi düşünmesi lazım.”
“Biliyorum ama ya ayrılmak istediğini söylerse? Nasıl dayanırım?”
“İlk aşk acısı çeken sen değilsin. Sonuncu da olmayacaksın. Biraz üzülürsün ama zamanla geçer.”
“Anne ben geçmesini değil, Tayfun’un benimle birlikte olmasını istiyorum.”
“Sabırlı ol. Bırak biraz kendi başına düşünsün.”

*****

Pazartesi sabahı elindeki kek kutusu ile işe gitti. Tayfun geldiğinde mutfakta ona ayırdığı keki tabağa koyup odasına götürdü.  Yüzü biraz asıktı. Ama çok da sert değildi. En azından sevgili olmadan önceki kadar sertti yüzü. Daha beter olabilirdi.
“Günaydın. Sana ıslak kek yaptım.”
“Teşekkür ederim. Ama aç değilim.”
“Tayfun, lütfen yapma bunu.”
“Bir şey yapmıyorum. Sadece önceki gece konuştuğumu uyguluyorum. Biraz izin ver bana.”
“Tamam.”
Tabağı bırakıp çıktı odadan. Elinde yenmemiş tabakla çıkmak istememişti. Dışarıdaki meraklı gözlere ne diyeceğini bilemiyordu. Masasına geçip çalışmak için dosya açtı ekrana.
Düğüne gelmemiş olan Ali ile Yakup Fatih’ten öğrenmişti Çağla ile Tayfun arasındaki ilişkiyi. İkisinin de yüzü asıktı. Çağla onları üzdüğünü biliyordu. Aslında bir dönem aklından geçirmiş olsa da ikisi ile de asla evlenemeyeceğini şu an görüyordu. Onların ilgisinin de elde etmeye yönelik olduğunu tahmin ediyordu. Çünkü aşık insanın ruh hali yoktu onlarda. Sadece kendilerine uygun buldukları biriydi kendisi. Bunu anlamak içini biraz daha rahatlattı. İkisi için de güzel eşler diledi.
Öğlen olmuş ama hala elindeki işin küçücük bir kısmı bile bitmemişti. Çok uğraşsa da istediği gibi gitmiyordu. En sonunda kapatıp biraz dinlenmeye karar verdi.
Yemeğe giderken gözü Tayfun’un masasındaki tabağa takıldı. En azından yarısını yemişti! Bundan duyduğu mutluluğu kime anlatsa deli gözü ile bakardı. ‘Kim deli derse desin, yemiş işte!’
Ne o gün öğleden sonra, ne de diğer günler Tayfun’un tavrı değişmedi. Diğerlerinin yanında normal konuşsa da baş başa oldukları anlarda tavrı sertleşiyordu.
Fatih ile Doğan Çağla ile konuşmaya çalışmış ama o da anlatmayınca kurcalamamıştı. Elbette kızlar da sevgililerine anlatmamıştı neler olduğunu.
Hafta içinde kızlarla buluşup düğünden sonra olanları anlatmış, sonra da neler yapması gerektiğini sormuştu. Hepsinin tek yanıtı vardı.
“Sabırlı ol. Gerçekten seviyorsa seni, mutlaka dönecektir.”

*****

Hafta boyunca Tayfunun tavrı değişmedi. Her gün özellikle giyimine özen gösteriyor, makyajını özel olarak yapıyordu. Ama tüm çabası boşunaydı. Tayfun masasından tarafa bakmıyordu bile.
Cuma günü son gündü, akşama izne çıkacaktı. Araları düzelmeden izne gidecek olmak çok canını sıkıyordu. Tüm haftayı bir iki saatlik kötü uykularla geçirmişti. Artık gözlerinin altına kapatıcı sürmeden makyaj yapamıyordu. Annesi evde sabırlı olmasını söylüyordu. Kızlar telefonda sabırlı olmasını söylüyordu. Ama o daha fazla sabredemeyecekti.
Cuma öğleden sonra Tayfun’un odasına girip kapıyı arkasından kapattı. Masasının önüne gelip yüzüne baktı. Tayfun yüzünde hiç ifade olmadan onu izliyordu. 
“Böyle gidemem.”
“Nereye gidemezsin?”
“Böyle izne gidemem. Lütfen bir karara vardır şu işi. Ya affedersin ya bitirirsin. Bir karar ver lütfen.”
“Bir süre izin ver dedim sana. Neden acele ediyorsun?”
“Bir hafta oldu. Daha ne kadar düşüneceksin? Eğer bugün de karar vermezsen iki hafta daha bu belirsizlik ile yaşayacağım.”
“İki hafta çok uzun bir süre değil. Hem böylece kararlarımız da daha sağlıklı olur.”
“Of Tayfun inan beni öldüreceksin.” Masanın önündeki koltuğu ilişmişti. Tayfun masasına dayadığı kollarına yaslanarak ona doğru eğildi.
“Çağla, bunu benden tüm hayatımızı ilgilendiren şeyleri saklarken düşünecektin. Ya saklamaya devam edersen? Ya çok önemli konuları en son öğrenen ben olursam? Ben seninle evlenmeyi düşünüyorum, sen benden ne çok şeyi gizliyorsun. ”
“Saklamam. Söz veriyorum. Bir daha asla senden bir şey saklamayacağım. Lütfen artık barışalım.” Başkası yaparken kızmamış olsa o an şımarıklık yapıp şirin olmaya çalışabilirdi. Son anda kendini durdurdu. Tayfun’u saçma şımarıklıklarla ikna edemezdi.
“Küs değiliz ki. Nasıl barışacağız?”
“Ya tamam küs değiliz ama aramız bozuk işte. Bir haftadır öpmedin bile beni. Daha ne olsun.” Can alıcı nokta buydu. Çok özlemişti onun öpücüklerini. O öpücüklerle aklını başından almasını çok özlemişti…
“Çağla aklımı karıştırmaktan vazgeç. Ben zaten çıkıyorum. İşim var. İki hafta sonra görüşürüz.”
“Çıkıyor musun? Şimdi mi? Ama daha hiçbir şey çözülmedi.”
“Bak tatlım, şu an çözebileceğimiz bir şey yok. Beni kısa süre rahat bırak. Sonra ne yapacağımıza karar verelim.” Ayağa kalkıp telefonunu cebine soktu. Anahtarlarını da aldı. Güneş gözlüklerini eline aldığında Çağla daha fazla oturamadı. Yüzünde gerçek bir kırgınlıkla yanıtladı. “Öyle olsun. O zaman iki hafta sonra görüşürüz.”
“Tamam. İyi eğlen. İyi tatiller.”
“Sana da.” Kapıya yürüdü… tokmağı tuttu, yeniden geri döndü. Karşısında durdu. Başını yukarı kaldırıp dudaklarını dudaklarına değdirdi. Daha derin bir öpücüğü alamayacağını bildiği için uzatmadı. “Seni seviyorum.” dedi. Tekrar kapıya döndü ve hızlı adımlarla dışarı çıktı.
Tayfun arkasından bakarken eli istemsizce dudaklarına gitti.

Çok özlemişti o dudakları…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder