21 Eylül 2015 Pazartesi

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 33. Bölüm

“Çağla’nın evleneceği erkek burada.”
Kocasının kapıda donup kalması ile amacına ulaşmıştı. İlk tepkiyi sokak kapısında atlattıktan sonrası daha kolay olacaktı.
“Ne demek evleneceği erkek? Kim o? Biz neden şimdi öğreniyoruz?”
“Çünkü daha çok yeni ve o adamı biliyoruz aslında. Hani küçük patron diye anlatıyordu ya, işte o delikanlı.” Annesi sesini kısarak yanıtlamıştı. Murat Bey de sesini kısıp yanıtladı, “Patronu mu? Nasıl bir yerde çalışıyor bu kız?”
“Hadi tatlım abartma. Gir içeri de tanış. Bak çok efendi biri o. Seveceksin.”
“Senden geçer not almış.”
“Aldı kesinlikle. Kızımıza aşık. Daha ne olsun?”


Tayfun ile Çağla o sırada salona geçmiş tanışma anını bekliyordu.  Çağdaş, bu manzara kaçmaz diyerek hepsinden önce salondaki yerini almıştı. Babası kapıdan girerken yüzüne baktı Çağla. Neyse ki kaşları çatık değildi. Sadece merakla bakıyordu. Tayfun hemen elini uzatıp “Murat Bey, sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Ben Tayfun Demir.”
“Ben de memnun oldum Tayfun Bey.”
“Murat Bey, lütfen bana Tayfun deyin.”
“Elbette. Ne de olsa kızımla evlenecekmişsin.” Murat Bey, genç erkeği tepeden tırnağa süzdü. Tayfun o bakışlardan çekinmeyerek ciddiyetini ortaya koydu.
“İzniniz olursa, efendim.”
Murat Bey, Çağla’nın babası olduğunu ispatlayan bir cümle kurdu. “Bakarız. Daha karar vermedim. Ben açım. Önce karnımızı doyuralım. Sonra konuşuruz.”

***** 

Çağla, babasının tavırlarından sonra rahatlamıştı. Annesinin kısacık sürede babasını nasıl bu hale getirdiğini bilmiyordu ama olanlardan memnundu. Elbette Tayfun gittikten sonra sorguya çekilecekti. Yine da razıydı o kadarına. Masayı hazırlayan annesine yardım ederken babası ile Tayfun’u baş başa bıraktı. Onların neler konuşacağını merak etse de yanlarında olmak o an doğru gelmiyordu. Tayfun’un babası ile başa çıkacağından emindi. Hem zaten sonra Çağdaş’tan neler konuşulduğunu öğrenirdi.
“Merak etme. Baban onu yemeyecek.”
“Anne, sen de gerçekten sevdin değil mi?” Yanıtı ne kadar heyecanla beklediği sesinden ve dolanan ellerinden belliydi.
“Sevdim. Seni sevdiğini görünce daha çok sevdim. Mutlu olacaksınız tatlım. Hadi şunları masaya götür de oturalım artık.”
Masada Çağdaş’ın takılmaları, babasının soruları ile keyifli bir yemek yendi. Çağdaş, “Salata Tayfun Beyin, baba!” dediğinde Murat Bey şaşkınlıkla baktı. Bir şey söylemese de hoşuna gittiği belliydi. Tayfun ise o sırada Çağdaş’a bakıp, “Sen neden bana Tayfun Bey diyorsun? Abi desene!”
“Tamam, şimdilik abi derim!” Tayfun güldü, “Anlaşıldı sonra değiştirirsin istersen!”
Çağla, yemekten sonra çay servisi yaparken kendisinin istenme törenini hayal ettiğini fark etti. Bu akşam elleri titremiyordu ama o akşam neler olacağını düşünmek bile istemiyordu. Acaba ne zaman geleceklerdi? Acaba gelecekler miydi? Hala konuşmadığı şeyler vardı. Ya sonra işler değişirse?
Kötü düşünmeyecekti. Bunu yapmayacaktı. Gülümseyerek çayını yudumladı.
Akşam ilginç başlamış, güzel bitmişti. Babası Tayfun ile bol bol konuşmuş, onu beğendiğini belli etmişti.
Tayfun, saat çok geç olmadan kalkmış ve kapıda hepsi ile vedalaşıp evinin yolunu tutmuştu. Elbette arabasına binip biraz uzaklaştığında telefonu eline alıp Çağla’yı aradı.
“Hayatım, durum nasıl?”
“Çok iyi.”
“Sınavı geçtik yani.”
“Yıldızlı pekiyi ile desem?”
“Takdir aldık desene…”
“Seni seviyorum demiş miydim?”
“Kaç saattir duymadım. O yüzden bir kere daha söyle.”
“Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”
Çağla telefonu kapatıp ailesinin yanına gitti. Babası, “Neyse ki mazeret bulamayacağım kadar iyi bir kısmetle çıktın karşıma. Yoksa kimselere vermezdim seni.” dedi. Kızına başka şey söylemeden iyi geceler dileyerek odasına gitti.
Annesi ile kardeşine, kızların henüz bir şey bilmediğini söyledi. “Onlardan önce bizim öğrendiğimiz bir şeyler var ha? Abla sen yaşlanıyor musun?”
“Çağdaş, kızlara bu hafta sonu söyleyeceğim. Bu akşam da inan kendiliğinden gelişti. Annemle görüşmek istedi. Nasılsa babam yok diye kabul ettim ama sonra babamla da tanışmasına karar verildi ve işte böyle bir gece yaşandı!”
“Hazır başlamışken nişanı da yapsaydık.” Çağdaş gülüyordu.
“O kadar da değil.”
“Ablanı beşinciye evlendirmiyoruz. O neymiş öyle hepsi bir arada? Yaparız kısa aralıklarla. Hele o zaman bir gelsin de.”
“Ben öyle adetlere katlanamam anne. Nikah yapar getiririm gelinini.”
“Ben senden nikah bile beklemiyordum. Buna da şükür.”
“AA sen razıysan ben nikahsız da otururum.”
“Çağdaş, kafanı kırmadan atış alanımdan çık oğlum. Akşam akşam sinir etme beni.”
“Anne ne güzel işte ne stres yapacaksınız ne de masraf.”
“Bunlar yapılmasından keyfi alınan masraflar. Adetleri saymıyorum bile. Hadi gözüm daha fazla görmesin seni.”
“Yemem Hale Hanım. Kızınla dedikodu yapmak için kovalıyorsun beni.”
“Çağdaş, vallahi terliği yiyeceksin. Çık şuradan.”
Çağdaş odadan çıktıktan sonra annesi elindeki telefona bakan Çağla’ya dönüp, “Şimdi bunlar ne zaman istemeye gelecek?”
“Sanırım üç hafta sonra falan olur isteme… Ben izne çıkıyorum, sonra Tayfun çıkıyor, o döndükten sonraki hafta olur herhalde. Sıkboğaz etmek istemiyorum. Hem zaten şu menopoz olayını anlattığımda hala evlenmek isteyecek mi bilmiyorum.”
“Seni bu kadar severken neden dert etsin? Hem zaten nerdeyse iki yılın var. Üstelik yumurtalarını da dondurabileceksin. Belki sonra bile çocuk yaparsın. Neden bu kadar sorun ettin bunu?”
“Çünkü ben bunu en başta anlatmadığım için bir nevi yalancı durumuna düşüyorum. O da yalandan hiç hoşlanmıyor.”
“Bunun nedenini anlar. Bu öyle he denilince erkeklerle konuşulacak konu değil.”
“İnşallah anne. Ama çok korkuyorum.”
“Zamana bırak bazı şeyleri. Yine de istemeye gelmeden önce anlat ona. Hadi yatalım. Geç oldu. İyi geceler.”
Söylemesi kolaydı. Evet anlatması gerektiğini o da biliyordu ama bunu bir türlü başaramıyordu. Ya… Dili varmadı düşündüklerini seslendirmeye.
“Sana da iyi geceler anne. Ve teşekkür ederim.”

***** 

Çağla ertesi gün iş yerinde çok daha rahattı. Son iş günüydü. Düğünde herkes öğrenecekti. Saat on olduğunda hala ekrandan mesajlaşıyordu Tayfun ile. Sonra ayağa kalktı. Eline bir CD aldı. Küçük patronun kapısını çalıp açtı ve içeri girdi. Arkasından yine kapattı kapıyı. Tayfun onu yanına çağırmış olmasına rağmen bu kadar çabuk karşısında görünce mutlu oldu. Hemen yerinden kalkıp yarı yolda karşıladı.
Çağla, duraksamadan yanına gitti kollarını boynuna doladı ve dudaklarına uzandı. Tayfun da aynı istekle eğilmişti. Onun hafif dolgun dudaklarını kendi dudakları ile araladı. Uzun bir süre ayrılmadılar. İkisi de bedenlerindeki değişimini farkındaydı. Tayfun’un elleri pantolonunun üstünden kalçalarına kadar indiğinde Çağla nefes almak için uzaklaştı. “Çıldıracaktım. İyi geldi bu.”
“İş yerinde beni taciz ettiniz hanımefendi.” Kollarını beline dolayarak kendisine yaslamıştı. Çağla onun bu sözlerine burnunu havaya dikerek yanıt verdi.
“Ettimse ettim. Şikayetin var mı?”
“Asla. Her gün beni taciz eder misin?”
“Bayıla bayıla. Ama yarından sonra hepsi aramızdakileri öğrenecek. O zaman bu kadar rahat dalamam odana. Ne olduğunu anlarlar.”
“Kovulmak istemiyorlarsa anlamazlıktan gelirler.”
“Sen çok fena oldun. Her iki lafın biri kovmak oldu. Kendi yerimden korkmaya başladım.”
“Senin yerin çok sağlam hayatım. Bak sana ‘hayatım’ diyorum… Boşa demiyorum bunu. Sensizlik ölüm gibi geliyor. Düşünmek bile canımı sıkıyor.”
“Aman kötü sözler söyleme. Hadi ben yerime geçeyim. Yüzüm gözüm düzgün mü?”
“Rujun yok oldu biraz ama olsun… Biri dudaklarına bakacak kadar canına susamamıştır herhalde?”

*****

Günün geri kalanı iş yaparak geçti. Öğlen yemeğini Süleyman Bey ısmarlamıştı. Tüm ekibi yeni bir lokantaya götürmüş, Çağla’yı sağına oturtmuştu. Tayfun da solunda oturduğu için karşı karşıya gelmişlerdi. Herkesin yemeğe daldığı bir an biraz eğilerek kulağına “Sizin için çok seviniyorum, kızım. Hayırlı olsun.” demişti. Çağla o an nedense gözlerinin dolduğunu fark etti. Tayfun’un ailesinin kendisini böyle kabullenmesinden çok mutlu oluyordu. Süleyman beyi zaten hep sevmişti.
Öğleden sonra kimse başını kaşıyacak vakit bulamamıştı. Ertesi gün düğün olduğu için kimse çalışmayacaktı ama ellerindeki işleri bitirmeleri gerekiyordu. Böylece saatlerin nasıl geçtiğini anlamadılar.
Akşam çıkarken herkesle vedalaştı. Cumartesi günü düğünde görüşmek üzere dedi ve el sallayarak asansöre yürüdü. Son yazışmalarına göre Tayfun’un kendisini beklediği yere doğru yürümeye başladı.

*****

Cumartesi öğlene doğru kızlarla kuaförde buluştu. Saçlarını dağınık toplattı. Makyajını da uzun süre dayanacak şekilde kuaförde yaptırdı. Giyeceği şeker pembesi elbiseye uygun bir ruj götürmüştü yanında. Farının da tonu yakındı. Ama gözlerinin üstüne güzel bir gölge olarak uygulandığından çok fazla durmuyordu.
Kızlarla konuşurken gizlemek için epey ter dökmüştü. Aslında anlatmayı çok istese de yüzlerindeki şaşkınlığı görmeyi daha çok istiyordu. Kızların kendi aşk hayatları o kadar güzel ve hareketliydi ki konu kendisine pek gelmemişti. İlk kez az konuşmaktan memnundu.
İşleri bitip akşam için buluşma sözü verip ayrıldılar. Kızların hepsi aileleri ile gidecekti. Erkek arkadaşları ile salonda buluşacaklardı. Neyse ki anneler durumları bildiği için babaları idare edecekti. Hem zaten hepsi Çağla’nın ortak arkadaşıydı. Bu da iyi bir bahaneydi! 
Tayfun’un kendisini alacağı saat yaklaşınca elbisesini giymek için odasına gitti. Ailesi kendi arabaları ile gidiyordu. Babası düğün sonuna kadar kalmamak için öyle istemişti. Bu da Çağla için daha iyi olmuştu. Tayfun alacak ve bırakacaktı. Annesi babası ve Çağdaş kısa süre önce yola çıkmıştı.
Çağla geç gidecek böylece herkesin tepkisini görecekti.
Annesinin diktiği elbise çok güzeldi. Göğüslerini saran, derin dekoltesinden hiçbir şey göstermeyen,  ayakkabılarını bile örtecek kadar uzanan etekleri ile müthiş bir şifon elbiseydi. Üstelik büyük adım atmadıkça kendini belli etmeyen yan yırtmacı dizlerinin oldukça üstüne kadar bacaklarını sergiliyordu. Annesinin bu yırtmaç merakı bir gün başını derde sokacaktı!
Ayakkabısı ve çantasını alıp içindekileri kontrol etti. Listesindekilerin hepsinin tamamlandığını görüp üstlerini çizdi. Nihayet hazırdı. Beş dakika sonra telefonu çaldı. “Hemen iniyorum.”
“Sana da merhaba.”
“Dur Tayfun şimdi daha önemli bir sorunum var.”
“Neymiş o?”
“Kızların beni öldürmesini nasıl önleyeceğimi düşünüyorum”
“Ben seni korurum.”
“Teşekkürler aşkım. Asansöre bindim kapat hadi.”
Tayfun arabadan inmiş bekliyordu. Çok şıktı. Üstünde siyah takım elbise içindeki beyaz gömlek ile çok yakışıklıydı. Çağla, o güne kadar aşkını fark etmemiş olsaydı kesinlikle şu an gördüğü Tayfun’a aşık olurdu. Bu adam kendisini defalarca kez çarpmıştı. Hala da çarpmaya devam ediyordu. Sesi kesilmiş şekilde arabaya doğru yürüdü. Aynı anda “Müthişsin” dediler. İkisi de birbirini tepeden tırnağa süzdü.
“Çağla, bu renk sana ne kadar yakışmış. Hayatım inan nefes alamadım.”
“Sen de o kadar yakışıklısın ki ne söyleyeceğimi bilemedim.”
“Söyledin işte. Hadi gidelim de büyük karşılaşmayı atlatalım.”
Düğünün yapılacağı otele geldiklerinde kapıdaki valeler hemen arabanın kapılarını açtı. İkisi de araçtan indi. Tayfun hızlı adımlarla yanına gelip elini uzattı. Çağla o parmaklara kendi parmaklarını geçirip gülümsedi. “Savaşa hazırım aşkım. Hadi görsünler bizi artık.”
Düğünün yapılacağı havuz başına doğru yürüdüler. Daha düğün başlamadığı için herkes gelenleri izliyordu. Çağla arkadaşlarını uzaktan görmüştü. Kızlar çoktan erkek arkadaşları ile bir araya gelmişti. Sözde kimseye belli etmeden konuşuyorlardı. Aslında hepsinin ne amaçla bir arada olduğu uzaktan bile anlaşılıyordu. Çağla bakışlarını onlardan ayırmadan Tayfun’un yanında yürümeye devam etti. Az sonra başına geleceklere hazırlanıyordu. Babası ile Tayfun’un tanışmasında bile bu kadar korkmamıştı.
Önce Doğan, sonra sırası ile Elif, Berna, Yeşim, Fatih gözleri kocaman açılmış olarak kapıdan el ele giren çifte bakıyordu. Hepsinin yüzündeki şaşkınlık ifadesi neredeyse aynıydı. Çağla o an başına geleceklerden korkmasa kahkahalarla gülebilirdi.
“Gördüler hayatım.”
“Farkındayım. Gözleri o kadar büyüdü ki mumların ışıkları ortalığı daha da aydınlattı.”
“O aydınlık senden geliyor tatlım. Buradaki en güzel kız sensin bunu biliyorsun değil mi?”
“Bu kadar kızı ne zaman süzdün de en güzelin ben olduğumu anladın?”
“Kimseyi süzmedim. Ben eminim, en güzeli sensin.”
“Yağcısın.”
“Evet ama haklıyım da. Üstelik o elbisenin yırtmacını gördüğümden beri gözlerim kamaşmış durumda. Aman ha dikkat edeceksin o yırtmaç açılmayacak. Anlaştık mı?”
“Söz veremem ama dikkat ederim.”
“Bu elbiseyi annenin diktiğinden emin misin?”
“Elbette. Çok başarılı bir elbise. İstemeseydim o yırtmacı asla görmezdin. Merak etme açılmaz.”
“Benim aklımı başımdan almak için o yırtmacı açmana gerek yoktu.”
“Kim demiş? Aklın başka yerlere kaymasın diye uğraşıyorum şurada.”
“Seni seviyorum demiş miydim? Yani başkasına aklım kaymaz!”
Onlar konuşarak gruba doğru yürürken kızların ve erkeklerin yüzünde değişimler yaşanıyordu. Önce şaşkınlık, sonra merak ve en son kızgınlık yerleşmişti. Üstelik bu duygu geçişleri aynı zamanda Fatih ve Doğan’da da gözüküyordu. Bir anda hepsi etraflarını sardı. Çağla’nın tek duyduğu “Çağlaaa” nidalarıydı. Hepsi adını seslenerek imalarını belirtiyordu.
Tayfun, Çağla’nın beline kolunu sararak kendine çekti. Tüm gruba dönerek, “Biraz sakin olun hanımlar. Evet, Çağla ile ben bir süredir birlikteyiz. Bu akşama kadar sakladık çünkü Çağla benden emin değildi. Artık onun da içi rahat.” Tayfun suçu üstüne almış Çağla’yı bir nebze de olsun kızların hışmından kurtarmıştı.
“Tayfun Bey, ne zaman oldu bu?” “Nasıl oldu?” “Biz neden bir şey öğrenemedik?” “Bunca zaman çıktığı her erkeği bize anlatan Çağla nasıl sustu?”
“Çok zor olduğunu biliyorum. Az öncesine kadar hep söylememiş olmanın pişmanlığını yaşadı.”
“Az önce ne oldu?” Yeşimdi soran.
“Sizlerin yüzünüzde hem şaşkınlığı, hem merakı, hem kızgınlığı gördük. Ama en çok da onun için ne kadar sevindiğinizi izledik. İşte bunu görmek için değermiş beklemeye!”
Çağla kırk yıl düşünse böyle bir cümle kuramazdı. Hepsinin yüzünden kızgınlıkları silinmişti. Artık merak vardı. Ve Tayfun’un dediği gibi mutluluk da okunuyordu gözlerinde. Kızlar birbirine sarılırken Tayfun da erkeklerin ellerini sıkıyordu. 
Fatih “Ben neden anlamadım bunca zaman?” diye kendi kendine sordu.
“Evet sen anlamalıydın. Sana açıkça sormuştum.”
“Evet ama hiç fark etmedim. Saf bir tarafıma denk geldi sanırım. Ya da Çağla’nın sarışın erkek tercih ettiğini bildiğim için kondurmadım.” Bir an pot kırdığını düşünüp ağzını kapattı. Tayfun gülerek yanıtladı onu,
“Gördüğün gibi tercihleri çok değişti.”
“Evet, değişmiş ama çok yakışmışsınız. Tebrik ederim sizi.”
“Teşekkürler Fatih. Doğan sen neden konuşmuyorsun?” O ana kadar sessiz ve düşünceli bakışlarla kendisini süzen Doğan’a bakıyordu.
Doğan biraz dikleştikten sonra “Tayfun Bey, iş yerinde patronumsunuz ama olur da Çağla’yı üzerseniz ben de sizi üzerim.” dedi. Tayfun, “Vayyy, bak bunu hiç beklemiyordum. Ama korkmuyorum. Üzmem onu. Sen de Elif’i üzemezsin. Çünkü onu üzersen Çağla’da üzülür. O üzülürse ben de seni üzerim.”
“Anlaştık.” Doğan artık gülerek bakıyordu Tayfun beye. Sonra elini uzattı kendine çekerek yarım bir şekilde sarıldı. “Tebrik ederim. Aramıza hoş geldiniz.”
“Teşekkürler. Ben de sizleri tebrik ederim. Bu kızın etrafındaki herkesi bir şekilde yönettiğinin farkındayım. Yine de bizleri bu kadar parmağında oynattığını ikinizin başına gelenleri gördüğümde anlayabildim.”
“Evet kesinlikle bizi istediği şekilde yönlendirdi.” Fatih Çağla’ya verdiği sözleri düşünüp güldü.
Erkekler konuşurken kızlar çoktan Çağla’yı sorguya almıştı. Üçünün de yüzü zoraki bir kızgınlıkla bakıyordu.
“Tayfun’un ağzı iyi laf yapabilir ama bu seni affettiğimiz anlamına gelmiyor. Nasıl bizden gizlersin?” Elif uzun boyunun avantajı ile başına dikilmişti.
“Kızlar lütfen anlayın bizi. Size söylesem Doğan ile Fatih mutlaka öğrenecekti. Onlar öğrenince biz şirkette rahat davranamayacaktık. Kısa da olsa bir süreye ihtiyaç duyduk. Kendimizden emin olmamız gerekiyordu. Lütfen üzmeyin beni. Ben çok mutluyken bu bana yapılır mı?”
“Biz senin için üzülürken sen on gündür çok mutluymuşsun.” Elif hala başında dikiliyordu.
“Üstelik bunu bize söyleme gereği duymamışsın.” Yeşim de Elif’in yanına gelerek diklenmişti. En sona Berna kalmıştı. “Şimdi de seni affetmemizi istiyorsun öyle mi?”
En masum ve sevgi dolu yüzünü takınarak yanıtladı kızları “Evet, çok şey mi istiyorum?”
“Hayır aptal, affediyoruz tabii ki. Çok mutlu gözüküyorsun.” Berna sarılmıştı ilk önce.
“Evlenecek misiniz? El ele geldiniz ve babanla annen son derece hoşnut bakışlarla sizi izliyordu. Onlar Tayfun ile tanıştı mı?”
Çağla bu tuzak soruyu geçiştiremezdi. Yeni fırtınaya kendini hazırladı. Abartılı bir nefes aldı ve bir solukta yanıtladı. “Tanıştılar ve sevdiler birbirlerini.”
Berna bir hışım açtı ağzını yumdu gözünü, “Ailen bile biliyor öyle mi? Dua et düğündeyiz. Yoksa seni paralardım şurada. Ne bu ya? En son bize bilgi veriliyor.”
“Ya kaç kere açıklayacağım. Tek derdimiz, birbirimize olan duygularımızı netleştirmekti. İkimizde aşığız ve bundan şüphemiz yok.”
“Neyse ki çok güzel bir haber bu. Ne zaman evleniyorsunuz?” Merakla soran Yeşim idi.
“Daha teklif etmedi. Ama aileme evleneceğimizi söyledi. Belki de teklif etmem, diyor.” Bunu kızlara söylerken biraz sıkılmıştı.
“AA acaba teklif ederse, hayır demenden mi korkuyor? Oldu bittiye getirecek seni?”
“Sanmam, Berna. Belki evlenmekten bu kadar konuşunca teklife ihtiyaç duymamıştır. Biz şu tatile gidip gelelim de sonra bakarız. Zaten o da benden sonraki hafta izne çıkıyor. İki hafta görüşemeyeceğiz. Sonra oturur konuşuruz herhalde neler yapacağımızı. Bilmiyorum şu an neler olacak!”
Elif şaşırmıştı duyduklarına, “Aynı yerde çalışmanın zararı sanırım bu. Doğan izne çıkıyor ama Tayfun çıkamıyor öyle mi?”
“İzinleri ayarlarken daha aramızda bir şey yoktu. O da benden sonraki haftayı alıp en azından iki hafta benden uzak olmak istemiş. Böylece belki bana karşı olan duygularını yenebileceğini sanmış.” Bu küçük detay kızların onların ilişkisine daha net bakmasını sağlamıştı.
Berna, “O kadar kolay mı? Şimdi iki hafta seni göremesin de alsın boyunun ölçüsünü.” diyerek kızdırdı Çağla’yı.
“Ama ben de onu görmeyeceğim. Bana acıyan yok mu?”
“Ne acıyacağız sana? Sen bizden gizlerken düşünecektin bunları.”
Çağla onlara kızamıyordu. Yanında birini hissettiğinde erkeklerin yanlarına geldiğini anladı.
Kızların artık Çağla’yı daha fazla sıkıştırmasına izin vermeyecekti Tayfun. Gelip elini beline koyarak kendisine biraz yaklaştırdı. “Bitti mi seninle uğraşmaları?”
“Daha değil ama neyse ki sen gelip gözlerini korkuttun.”
“Bunların korkmuş hali bu mu? Benim elemanları biraz uzak tutmak lazım. Bu kızlar felaket.”
“Hepsi dünya tatlısıdır. Gönül rahatlıkları ile elemanlarını teslim edebilirsin.”
“Anlaşıldı biriniz hepiniz için…”
“Aynen öyle tatlım.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder