Tayfun odasına girerken personele
baktı. Hepsi başları ekranlarına dönük çalışıyordu. Çağla’nın da ekrana eğilmiş
olduğunu gördü. Tam ona bakarken bir anda başını kaldırması ile göz göze
geldiler. Çağla o kısa bakıştan sonra başını eğince Tayfun’un yüzü biraz daha
asıldı. Bu kızın kendisini bu kadar umursamaması canını çok sıkıyordu.
Başını çevirip odasına girdi. Kapıyı
kapatmıştı arkasından. Ekranının başına geçtiğinde yapılacak işlerini sıraladı.
O yokken çoğu iş yapılmıştı ama bazıları yine de onun kontrolü ile bitecekti. Böylece kafasını meşgul edecekti. Ne de olsa aklına gelen
şeylerden pek memnun değildi.
Çağla ise o bakışın
devamını getiremeyeceğinin bilincinde eğmişti kafasını. Yine de o kısacık anda
elindeki tabağı görmüştü.
Kısa süre sonra ekranlara
Süleyman Beyin doğum günü daveti düştü. Tüm şirketi ellinci yaşını kutlamaya
çağırıyordu.
Tayfun, mesajı okuduktan
sonra ajandasına not aldı. Sonra işe başlama yerine aklındakini yaptı.
Telefonunu eline aldı. Arkadaşları ile uzun zamandır görüşememişti. En iyisi
akşam için çocuklarla bir araya geleceği bir organizasyon yapmaktı.
Üç telefon konuşmasından
sonra her şey tamamdı.
*****
Bir saat kadar sonra
dışarıdan gelen seslerle başını işinden kaldırdı. Sesler kesilmeyince merakına
engel olamadı. En çok Çağla’nın sesi geliyordu. Diğer erkeklerin bir talebine
itiraz ediyordu. Ne olduğunu anlamak için masasının başından kalktı. Bugün
üstünde takım elbise vardı. Gömleğinin kollarını kıvırmıştı. Kapıya doğru
yürürken birazdan katılacağı toplantı için kollarını düzeltiyordu. Odanın
kapısından çıkarken en son kravatını da düzeltti.
Dışarıda komik bir görüntü
vardı. Beş tane erkek Çağla’nın masasının önünde ayakta duruyor ve elinde
tuttuğu bir şeyi istiyordu. Çağla’dan yükselen tek ses “Vermem, benim, vermem”
kelimeleriydi. Tayfun sinirlendiğini hissetti. Erkekleri o masanın başından
uzaklaştırmak istiyordu. Kendini tutup “Hayırdır beyler?” dedi. Çağla,
gözlerinde kızgın bakışlarla erkeklere bakıyor, neyi sakladığını Tayfun’a da
göstermiyordu.
“Tayfun Bey, inat ediyor.
Ne olur biraz verse?” Yakup’un cümlesini diğerleri de destekledi. Tayfun
duyduğu cümle ile daha da sinirlendi yin de kendini biraz daha dizginledi. “Sorun
ne beyler? Ne istiyorsunuz Çağla’dan?” duyacağı yanıtın ne olacağına dair
aklından bir sürü kötü senaryo geçiyordu.
Üstelik bunları düşünürken saçmaladığını da biliyordu.
“Leblebi üzümümü
istiyorlar”
Çağla yanıtlamıştı. Hem de
dünyanın en kıymetli mücevherini saklamaya çalışıyormuş gibi söylemişti bunu.
“Leblebi üzüm mü?” Tayfun
yanlış duyduğunu sandı.
“Evet. Ama vermem.
Gitsinler alsınlar. Ben kendime aldım.”
“Beyler, çok istiyorsanız
kendinize alın. Kız haklı. Size vermek zorunda değil.” Sesi istediğinden sert
çıkmıştı. Başka bir şey söylemeden odasından ceketini alıp kapıya yöneldi.
Kapıdan çıkmadan önce son gördüğü kese kağıdını göğsüne saklayıp “Vermem” diyen
Çağla idi. Asansöre bindikten sonra gülmeye başladı. Bu kız gerçekten deliydi.
O kadar tantana leblebi üzüm içindi… Demek ki sevdiği şeyleri paylaşmamak gibi
bir özelliği vardı. O kadar arkadaş canlısı dışa dönük biriydi ki böyle bir
hareket beklemiyordu.
Büroda ise Çağla, Tayfun
beyden aldığı güçle leblebilerini ağzına atarak diğerlerine nispet yapıyordu.
Erkekler masasının başından
ayrılınca ekranına döndü. İlk iş Doğru Erkek listesini açmak oldu.
25- Leblebi üzümü mümkünse sevmesin… Seviyorsa da bana hep daha çoğunu bıraksın
Yazdığına gülerek dosyayı
kapattı. Sevmişti bu doğru erkek listesini.
*****
Aslında, zamanı azalırken
hayatında kalıcı bir erkek olmadığı için üzgün olmalıydı ama değildi.
Arkadaşları sayesinde tanıştığı erkeklerden sıkılmıştı. Kendisi birisini bulmak
istiyordu. Ayrıca bulacağı erkek ile Süleyman Beyin doğum gününe gitmek, onun
erkek arkadaşı olduğunu söylemek istiyordu. Bunun için duygularına güvenecek ve
en başta iyi şeyler hissetmediği birisi ile çıkmayacaktı. Aycan için de böyle
düşünmüş ama sonra şans vermek istemişti. Aklına gelen yeni bir maddeyi eklemek
için dosyayı yeniden açtı.
26- Ayrıntılara
dikkat eden biri olmalı.
Çağla gibi her ayrıntıyı
aklına ya da listelere yazan birinin hayatındaki kişi de ayrıntılara dikkat
etmeli. Hem bir erkek kadınları desteklemeli. Evet, bu da yeni bir madde
olmalı, Aycan’ın konuşurken erkeklerin daha başarılı olduğunu laf aralarına
sokuşturması aklına gelmişti.
27- İş ve özel hayatta destek olmalı. Başarım ile gurur duymalı.
Bu maddeden sonra aklına
gelenler hep kendisinin takdir edildiği ve desteklendiği sahnelerdi. Yaptığı güzel
işlerden sonra özellikle Tayfun beyin kendisini takdir ettiği zamanlardı
bunlar. Çok hoşuna gidiyordu o takdirler. İşte öyle bir erkek olmalıydı
hayatındaki. Tabii sarışın olacaktı!
*****
Saat üç olduğunda Tayfun
toplantıdan döndü. Yorgun gözüküyordu. Çağla, mutfağa geçerek, ayırdığı keki
tabağa koydu. Yanına bir de kahve yaparak Tayfun beyin kapısını çaldı. Bu
hareketinin ne anlama geleceğini hiç düşünmemişti. Sadece onun yorgunluğunu
giderecek bir hareketti kendisi için bu.
“Size torpil yapıyorum.”
Tayfun o anda kalkıp
öpebilirdi Çağla’yı. Üstelik bundan büyük de bir zevk alırdı. İçindeki umudu
bastırmaya çalıştı. “Pazar günün boş muydu?” Yanıtı beklerken midesi yanmaya
başlamıştı.
“Bu gidişle hep boş
kalacak.” Çağla, ifadesiz bir sesle söylemişti. En azından Aycan’dan ayrıldığı
için bir şey hissetmediğini böyle anlatabilirdi.
“Efendi birine benziyordu.”
Sanki adamın yüzüne baktım da, tek
görebildiğim belini tutan eliydi.
“Efendi olabilir ama bana
göre değildi.”
Çağla başka bir şey
söyleyecekken sustu. “Leblebilerimi kurtardığınız için teşekkür ederim.” dedi
ve gülümseyerek çıktı.
Tayfun, ardından baktı.
Efendi ama ona göre değil! Ne demek istemişti? Üzülmüş olsa bu kadar neşeli
olmazdı. Demek ki başka bir uyumsuzluk vardı aralarında. Eh o zaman bana bol
şans, diyerek kekinden koca bir parça kesip attı ağzına.
Bu kek artık onun gerçekten
umuduydu.
*****
“Sen şimdi bu kıza aşık
mısın?”
“Abi daha kaç kez
soracaksın? Çocuk aşığım diyor işte. Önemli olan o kızı kendine nasıl aşık
edecek? Buna yoğunlaşsana.”
“Çılbır, beni delirtme. Bu
adamın aşık olmayacağına bire yüz bahse girerdim. Ama bak şimdi karşıma geçmiş
“Ben fena aşığım, ama kız beni sevmiyor” diye zırlıyor.”
“Zırlamıyorum.”
“İyi utanma bir de ağla
bari. Oğlum kim bu kız? Neden seni böyle üzüyor? Nasıl olur da senin aşkına
karşılık vermez?”
“Kim olduğu önemli değil.
Önemli olan o beni görmüyor bile. Ben ne yapabilirim hiç bilmiyorum.”
“Al kızı karşına konuş.
Söyle ona aşık olduğunu. Eğer o seni gerçekten sevmiyorsa bir daha görmezsin
onu olur biter.”
“Hakikaten çılbırsın ha. Ne
kadar kolay söylüyorsun. Al konuş olmadı görme. Müthiş öneri.”
“Bana çılbır demeyin. Benim
adımı unuttunuz zaten.”
“Seni şu an o yumurtalar
gibi kaynayan suya atmayı nasıl isterdim. Dua et ki çocukluk arkadaşımsın da
kıyamıyorum. Bak Volki, ben o kızla konuşamam. Yani konuşurum da bunu
söyleyemem. Çünkü sonrasında hiç istemediğim şeyleri yaşamak zorunda
kalabilirim. Başka bir önerin yoksa sus.”
Tayfun, neredeyse kundaktan
beri arkadaşı olan Volkan, Ediz ve Noyan ile eskiden beri takıldıkları
bardaydı. Onlara Çağla’yı çok detaya girmeden anlatmıştı. Hiç biri yanında
çalışan olduğunu bilmedikleri için uygulanamaz fikirlerini sıralıyorlar,
Tayfun’u daha da sinirlendiriyorlardı.
Volkan’a küçükken evlerinde
çok sık çılbır yapıldığı için o ismi takmışlardı. En basit öneriler hep ondan
gelirdi.
Ediz böyle konulara hiç karışmazdı.
Yine bir kenarda sessizce üçlüyü izliyordu.
Noyan ise her türlü fikre
açık biriydi. Üstelik bir sürü de öneri sıralayabilirdi.
“Tayfun, istersen şöyle
sekiz kişilik bir ortam yapalım. Bizim kızları da görünce belki uyanır bir
şeylere. Ne dersin?”
“Olmaz. Belki sonra ama
şimdi olmaz.”
“O zaman ilgini belli
edecek kadar konuşmaktan başka çaren mi var? Yemeğe falan götürmüşsündür zaten.
Ne kalıyor geriye? Billboardlarla ilanı aşk da çok demode oldu.”
“Yuh olsun. Daha neler
artık.”
“Ne yani yemeğe de gitmedin
mi kızla?”
“Gittim ama özel bir yemek
değildi. Zaten lafım billboardaydı.”
“O olmaz zaten. Geçti onun
modası. Acaba bir balona falan mı yazdırsan?”
“Saçmalayacaksan hiç fikir
üretme. Bak ben kıza kendimi nasıl göstereceğimi soruyorum. İlan kısmını
değil.”
“Kız seni nasıl görmüyor?
Bu yakışıklılıkla hepimizi gölgede bırakıyorsun. Şuraya oturduğumuzdan beri kaç
kadın sana alıcı gözü ile baktı. Ama sen ne diyorsun, ‘Bu kız beni görmüyor’
Kör mü?”
“Sarışınlardan hoşlanıyor.”
Üçü de kahkahayı basmıştı.
Tayfun bozulsa da onların tepkisini normal buluyordu.
“Hiç şansın yokmuş.”
“Hakikaten, sen kendine
başka kız bul. Bu kız seni kesinlikle görmez.”
“Siz geyiğe devam edin. Ben
gidiyorum.”
Tayfun kalkmaya çalışırken
Ediz durdurdu arkadaşını. “Otur şuraya ve anlat doğru düzgün. Önce bu kızın
adından ve nerede tanıştığından bahset. Sonra da mantıklı bir şeyler bulmaya
çalışalım.”
“Zaten asıl sorun bu. Biz
tanışmadık. Ben onu iki yıldır tanıyorum. O da beni tabii.”
“İki yıl mı? Nurgül varken
de var mıydı?” Volkan bu soruyu sorarken diğerleri de yanıtı merakla
bekliyordu.
“Evet ama ben ona aşık
olduğumu yeni anladım.”
“Şunu en başından anlat
Tayfun. Bilmece gibi konuşmaktan vazgeç.”
Tayfun, en doğrusunun bu
olduğunu biliyordu. Anlatmaya başlamadan önce içkileri tazeletti. Sonra derin
bir nefes alıp Çağla’yı anlattı.
Birer kadeh daha bittiğinde
onun da anlatacakları bitmişti.
“Şimdi; yanında iki
yıldır çalışan Çağla’ya aşıksın. Ama kız seni görmüyor. Çünkü sarışınlardan
hoşlanıyor. Üstelik yapacağın her hamle kız tarafından taciz olarak
nitelenebilir. Çözümü kolay. Kızı işten at ama sonra da saçlarını sarıya
boyatarak karşısına çık ve “seni seviyorum” de. Bu kadar basit.”
“Çok basit evet. Ben bunu
neden hiç düşünemedim? Biriniz Volkan’ı susturun yoksa ben susturacağım. Onu
nasıl işten atarım? Ayrıca neredeyse en iyi elemanım. Ve ben saçımı boyatmam.”
“Sevmesen de atamazsın
yani. Onu anladık. Saçını niye boyatamıyorsun? Esmer teninle iyi giderdi.”
Tayfun’un gözlerindeki kıvılcımları görünce hemen lafını tamamladı. “İyi o
zaman. Diğer taktiği uygula. Her fırsatta yoluna çık. Seni görmesini sağla.”
“Zaten hep bir aradayız.”
“O anlamda değil. Gittiği
yerleri öğren, sen de oralara git. Onu güldür. Eğlendir. İltifat et. Ve en
önemlisi sevgini belli edecek şekilde bak.”
“Bunu deneyeceğim.”
Söylemek kolaydı ama
uygulamak aynı derecede kolay değildi. Onun kendisini görmemesi yüzünden hep
suratı asık geziyordu. Nasıl güldürecekti onu?
Bu buluşmanın tek faydası
artık arkadaşlarının da aşık olduğunu öğrenmesiydi. Ve hepsi Nurgül olayının
bitmesinden memnundu!
*****
Hafta boyunca Tayfun’un
yüzü yine de pek gülmedi. Gülecek bir şey bulamıyordu. Çağla ve
etrafındakilerin neşeli halini izlemek sinirlerini bozuyordu. Hafta sonuna doğru Çağla da gülmez oldu.
Biraz öksürüyordu. Cumartesi şirkete gelecekti. Cuma akşamı Tayfun gelmemesini
söyleyerek şirketten çıktı. Çağla’nın kendisini dinlemeyeceğini biliyordu. Aslında
o halsiz gözüktüğü için eve bırakmayı düşünmüştü ama tuhaf kaçacağını bildiği
için sormamıştı.
Cumartesi sabahı büroya
geldiğinde onu masasında görünce yanılmadığını anladı. Masasının yanına gitti.
Solmuş yüzüne baktı. İçi kıyılmıştı bu haline. Tüm duygularını yansıtan sesle,
“Gelme demiştim.” dedi. Artık kendini gizlemeye çalışmıyordu. Zaten sadece
Caner vardı o gün şirkette. O da şu an telefonla konuşuyordu.
Çağla, boğazının acısına
aldırmadan “İyiyim.” dedi ama öksürük ile boğulurmuş gibi sesler çıkartmaya
başladı.
“Belli. Ne var elinde? Bu
kadar önemli ve acil iş yok. Bence hiç oyalanma git evine dinlen.” İnat
etmesine kızıyordu. Halsiz ve renksiz halini görmek üzüyordu. Hafta boyunca
neşeli halini izlemek içini sıkmıştı sözde. Oysa o halini bu haline binlerce
kez tercih ederdi. Büroda başkası olmasa çoktan elini uzatacak ve ateşini
ölçecekti. Ona dokunmayı çok istiyordu. Sebebi ne olursa olsun artık ona
dokunmak istiyordu.
“Geldim artık çalışayım
biraz sonra giderim.” Böyle söylese de kendine kızıyordu. Ne vardı ki gelecek.
Tayfun Bey ve Caner çalışacaklarını söyleyince o da daha kötü olmadan elindeki yarım işleri bitirmek ve evde oturup annesi ile
teyzesinin dırdırını dinlememek için kaçmıştı.
Tayfun olumsuz anlamda
başını hafifçe sallayarak odasına geçti. Kapısını kapatmadı. Arada bir yüksek
sesle konuşarak öğlene kadar çalıştılar. Tayfun, Çağla’nın sıklaşan
öksürüklerini dinliyordu. Öğlen evine gitmesini söylediğinde çok az işi
kaldığını söyleyerek çıkmamakta inat etmişti.
“Daha kötü olacaksın.”
Tayfun ilgisini saklamaya çalışmıyordu. Caner’in kısa bakışını görse de
umurunda değildi. İstediğini düşünebilirdi. Çağla hastaydı ve söz dinlemiyordu.
“Eve gidince dinlenirim, pazartesiye bir şeyim kalmaz. Şimdi de sıcak bir çorba içerim, rahatlarım.”
Dediğini de yaptı öğlen
yemeğinde kendisine çift porsiyon çorba söyledi. Üçünden başka kimse olmadığı
için mutfakta yemeyi tercih ettiler. Çorbası boğazlarını yumuşatmıştı.
Tayfun onun zorla
yutkunmasını izledikçe omzuna atıp evine götürmeyi düşünüyordu. Alt tarafı
pazartesiden itibaren tüm şirket neler olduğunu anlardı. Umurunda bile değildi!
*****
Öğleden sonra biraz daha
çalıştı Çağla. Saat üç olduğunda sırtının ve bacaklarının ağrımaya başladığını,
boğazının ise yanmasının arttığını hissetti. Ekrandaki işlerini kayıt ettikten
sonra masasını topladı. Daha fazla çalışamayacaktı.
Çantasını alıp ayağa
kalktı. Tayfun Beyin odasına uğrayıp çıktığını haber verecekti. İki adım
attığında başının da döndüğünü fark etti. Keşke öğlen çıksaydı. Kapıya
yaklaştığında sendeledi. Onun halini fark eden Tayfun ve Caner hemen
yerlerinden fırlayıp kolundan tuttu.
“Gel şuraya otur.”
“İyiyim biraz başım döndü.”
“İyi değilsin. Söz
dinlemiyorsun. Bekle biraz. Seni doktora götüreceğim.”
“Gerek yok. Biraz
dinlenirsem düzelirim.”
“Bekle dedim.” Tayfun odaya
geri dönüp işlerini hızlı bir şekilde toparladı. Masasının üstünden telefonunu
alıp cebine koyduktan sonra Çağla’nın kolunu tutup ayağa kaldırdı. Çağla,
yiğitlik yapıyordu ama ayağa kalktığı an gerçekten kötü durumda olduğunu
kabullendi.
“Sanırım doktor teklifinizi
kabul edeceğim.”
“İkinci kez sormayacaktım
zaten. Önce doktora sonra evine gideceksin.” Sonra Caner’e döndü. “Ben de
dönmem. Sen de çık istersen.”
“Tamam, toparlar çıkarım.
Çok geçmiş olsun.”
“Teşekkürler” diyerek
asansöre doğru yürümeye başladı. Tayfun, kolundan tutuyor, düşmesini
engelliyordu. Başka bir nedenle bile olsa ona dokunmak çok hoşuna gitmişti.
Çağla da aynı şeyleri hissediyordu. Onun kendini koruması çok güzeldi. Üstelik
bu hafta bunu ikinci kez yapıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder