6 Eylül 2015 Pazar

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 18. Bölüm

Tayfun odasına girerken personele baktı. Hepsi başları ekranlarına dönük çalışıyordu. Çağla’nın da ekrana eğilmiş olduğunu gördü. Tam ona bakarken bir anda başını kaldırması ile göz göze geldiler. Çağla o kısa bakıştan sonra başını eğince Tayfun’un yüzü biraz daha asıldı. Bu kızın kendisini bu kadar umursamaması canını çok sıkıyordu.
Başını çevirip odasına girdi. Kapıyı kapatmıştı arkasından. Ekranının başına geçtiğinde yapılacak işlerini sıraladı. O yokken çoğu iş yapılmıştı ama bazıları yine de onun kontrolü ile bitecekti. Böylece kafasını meşgul edecekti. Ne de olsa aklına gelen şeylerden pek memnun değildi.
Çağla ise o bakışın devamını getiremeyeceğinin bilincinde eğmişti kafasını. Yine de o kısacık anda elindeki tabağı görmüştü.
Kısa süre sonra ekranlara Süleyman Beyin doğum günü daveti düştü. Tüm şirketi ellinci yaşını kutlamaya çağırıyordu.

Tayfun, mesajı okuduktan sonra ajandasına not aldı. Sonra işe başlama yerine aklındakini yaptı. Telefonunu eline aldı. Arkadaşları ile uzun zamandır görüşememişti. En iyisi akşam için çocuklarla bir araya geleceği bir organizasyon yapmaktı.
Üç telefon konuşmasından sonra her şey tamamdı.

*****

Bir saat kadar sonra dışarıdan gelen seslerle başını işinden kaldırdı. Sesler kesilmeyince merakına engel olamadı. En çok Çağla’nın sesi geliyordu. Diğer erkeklerin bir talebine itiraz ediyordu. Ne olduğunu anlamak için masasının başından kalktı. Bugün üstünde takım elbise vardı. Gömleğinin kollarını kıvırmıştı. Kapıya doğru yürürken birazdan katılacağı toplantı için kollarını düzeltiyordu. Odanın kapısından çıkarken en son kravatını da düzeltti.
Dışarıda komik bir görüntü vardı. Beş tane erkek Çağla’nın masasının önünde ayakta duruyor ve elinde tuttuğu bir şeyi istiyordu. Çağla’dan yükselen tek ses “Vermem, benim, vermem” kelimeleriydi. Tayfun sinirlendiğini hissetti. Erkekleri o masanın başından uzaklaştırmak istiyordu. Kendini tutup “Hayırdır beyler?” dedi. Çağla, gözlerinde kızgın bakışlarla erkeklere bakıyor, neyi sakladığını Tayfun’a da göstermiyordu.
“Tayfun Bey, inat ediyor. Ne olur biraz verse?” Yakup’un cümlesini diğerleri de destekledi. Tayfun duyduğu cümle ile daha da sinirlendi yin de kendini biraz daha dizginledi. “Sorun ne beyler? Ne istiyorsunuz Çağla’dan?” duyacağı yanıtın ne olacağına dair aklından bir sürü kötü senaryo geçiyordu.  Üstelik bunları düşünürken saçmaladığını da biliyordu.
“Leblebi üzümümü istiyorlar”
Çağla yanıtlamıştı. Hem de dünyanın en kıymetli mücevherini saklamaya çalışıyormuş gibi söylemişti bunu.
“Leblebi üzüm mü?” Tayfun yanlış duyduğunu sandı.
“Evet. Ama vermem. Gitsinler alsınlar. Ben kendime aldım.”
“Beyler, çok istiyorsanız kendinize alın. Kız haklı. Size vermek zorunda değil.” Sesi istediğinden sert çıkmıştı. Başka bir şey söylemeden odasından ceketini alıp kapıya yöneldi. Kapıdan çıkmadan önce son gördüğü kese kağıdını göğsüne saklayıp “Vermem” diyen Çağla idi. Asansöre bindikten sonra gülmeye başladı. Bu kız gerçekten deliydi. O kadar tantana leblebi üzüm içindi… Demek ki sevdiği şeyleri paylaşmamak gibi bir özelliği vardı. O kadar arkadaş canlısı dışa dönük biriydi ki böyle bir hareket beklemiyordu.
Büroda ise Çağla, Tayfun beyden aldığı güçle leblebilerini ağzına atarak diğerlerine nispet yapıyordu.
Erkekler masasının başından ayrılınca ekranına döndü. İlk iş Doğru Erkek listesini açmak oldu.
25- Leblebi üzümü mümkünse sevmesinSeviyorsa da bana hep daha çoğunu bıraksın
Yazdığına gülerek dosyayı kapattı. Sevmişti bu doğru erkek listesini.

***** 

Aslında, zamanı azalırken hayatında kalıcı bir erkek olmadığı için üzgün olmalıydı ama değildi. Arkadaşları sayesinde tanıştığı erkeklerden sıkılmıştı. Kendisi birisini bulmak istiyordu. Ayrıca bulacağı erkek ile Süleyman Beyin doğum gününe gitmek, onun erkek arkadaşı olduğunu söylemek istiyordu. Bunun için duygularına güvenecek ve en başta iyi şeyler hissetmediği birisi ile çıkmayacaktı. Aycan için de böyle düşünmüş ama sonra şans vermek istemişti. Aklına gelen yeni bir maddeyi eklemek için dosyayı yeniden açtı.
 26- Ayrıntılara dikkat eden biri olmalı.
Çağla gibi her ayrıntıyı aklına ya da listelere yazan birinin hayatındaki kişi de ayrıntılara dikkat etmeli. Hem bir erkek kadınları desteklemeli. Evet, bu da yeni bir madde olmalı, Aycan’ın konuşurken erkeklerin daha başarılı olduğunu laf aralarına sokuşturması aklına gelmişti.
27- İş ve özel hayatta destek olmalı. Başarım ile gurur duymalı.

Bu maddeden sonra aklına gelenler hep kendisinin takdir edildiği ve desteklendiği sahnelerdi. Yaptığı güzel işlerden sonra özellikle Tayfun beyin kendisini takdir ettiği zamanlardı bunlar. Çok hoşuna gidiyordu o takdirler. İşte öyle bir erkek olmalıydı hayatındaki. Tabii sarışın olacaktı!

*****

Saat üç olduğunda Tayfun toplantıdan döndü. Yorgun gözüküyordu. Çağla, mutfağa geçerek, ayırdığı keki tabağa koydu. Yanına bir de kahve yaparak Tayfun beyin kapısını çaldı. Bu hareketinin ne anlama geleceğini hiç düşünmemişti. Sadece onun yorgunluğunu giderecek bir hareketti kendisi için bu.
“Size torpil yapıyorum.”
Tayfun o anda kalkıp öpebilirdi Çağla’yı. Üstelik bundan büyük de bir zevk alırdı. İçindeki umudu bastırmaya çalıştı. “Pazar günün boş muydu?” Yanıtı beklerken midesi yanmaya başlamıştı.
“Bu gidişle hep boş kalacak.” Çağla, ifadesiz bir sesle söylemişti. En azından Aycan’dan ayrıldığı için bir şey hissetmediğini böyle anlatabilirdi.
“Efendi birine benziyordu.” Sanki adamın yüzüne baktım da, tek görebildiğim belini tutan eliydi.
“Efendi olabilir ama bana göre değildi.”
Çağla başka bir şey söyleyecekken sustu. “Leblebilerimi kurtardığınız için teşekkür ederim.” dedi ve gülümseyerek çıktı.
Tayfun, ardından baktı. Efendi ama ona göre değil! Ne demek istemişti? Üzülmüş olsa bu kadar neşeli olmazdı. Demek ki başka bir uyumsuzluk vardı aralarında. Eh o zaman bana bol şans, diyerek kekinden koca bir parça kesip attı ağzına.
Bu kek artık onun gerçekten umuduydu.

***** 

“Sen şimdi bu kıza aşık mısın?”
“Abi daha kaç kez soracaksın? Çocuk aşığım diyor işte. Önemli olan o kızı kendine nasıl aşık edecek? Buna yoğunlaşsana.”
“Çılbır, beni delirtme. Bu adamın aşık olmayacağına bire yüz bahse girerdim. Ama bak şimdi karşıma geçmiş “Ben fena aşığım, ama kız beni sevmiyor” diye zırlıyor.”
“Zırlamıyorum.”
“İyi utanma bir de ağla bari. Oğlum kim bu kız? Neden seni böyle üzüyor? Nasıl olur da senin aşkına karşılık vermez?”
“Kim olduğu önemli değil. Önemli olan o beni görmüyor bile. Ben ne yapabilirim hiç bilmiyorum.”
“Al kızı karşına konuş. Söyle ona aşık olduğunu. Eğer o seni gerçekten sevmiyorsa bir daha görmezsin onu olur biter.”
“Hakikaten çılbırsın ha. Ne kadar kolay söylüyorsun. Al konuş olmadı görme. Müthiş öneri.”
“Bana çılbır demeyin. Benim adımı unuttunuz zaten.”
“Seni şu an o yumurtalar gibi kaynayan suya atmayı nasıl isterdim. Dua et ki çocukluk arkadaşımsın da kıyamıyorum. Bak Volki, ben o kızla konuşamam. Yani konuşurum da bunu söyleyemem. Çünkü sonrasında hiç istemediğim şeyleri yaşamak zorunda kalabilirim. Başka bir önerin yoksa sus.”
Tayfun, neredeyse kundaktan beri arkadaşı olan Volkan, Ediz ve Noyan ile eskiden beri takıldıkları bardaydı. Onlara Çağla’yı çok detaya girmeden anlatmıştı. Hiç biri yanında çalışan olduğunu bilmedikleri için uygulanamaz fikirlerini sıralıyorlar, Tayfun’u daha da sinirlendiriyorlardı.
Volkan’a küçükken evlerinde çok sık çılbır yapıldığı için o ismi takmışlardı. En basit öneriler hep ondan gelirdi.
Ediz böyle konulara hiç karışmazdı. Yine bir kenarda sessizce üçlüyü izliyordu.
Noyan ise her türlü fikre açık biriydi. Üstelik bir sürü de öneri sıralayabilirdi.
“Tayfun, istersen şöyle sekiz kişilik bir ortam yapalım. Bizim kızları da görünce belki uyanır bir şeylere. Ne dersin?”
“Olmaz. Belki sonra ama şimdi olmaz.”
“O zaman ilgini belli edecek kadar konuşmaktan başka çaren mi var? Yemeğe falan götürmüşsündür zaten. Ne kalıyor geriye? Billboardlarla ilanı aşk da çok demode oldu.”
“Yuh olsun. Daha neler artık.”
“Ne yani yemeğe de gitmedin mi kızla?”
“Gittim ama özel bir yemek değildi. Zaten lafım billboardaydı.”
“O olmaz zaten. Geçti onun modası. Acaba bir balona falan mı yazdırsan?”
“Saçmalayacaksan hiç fikir üretme. Bak ben kıza kendimi nasıl göstereceğimi soruyorum. İlan kısmını değil.”
“Kız seni nasıl görmüyor? Bu yakışıklılıkla hepimizi gölgede bırakıyorsun. Şuraya oturduğumuzdan beri kaç kadın sana alıcı gözü ile baktı. Ama sen ne diyorsun, ‘Bu kız beni görmüyor’ Kör mü?”
“Sarışınlardan hoşlanıyor.”
Üçü de kahkahayı basmıştı. Tayfun bozulsa da onların tepkisini normal buluyordu.
“Hiç şansın yokmuş.”
“Hakikaten, sen kendine başka kız bul. Bu kız seni kesinlikle görmez.”
“Siz geyiğe devam edin. Ben gidiyorum.”
Tayfun kalkmaya çalışırken Ediz durdurdu arkadaşını. “Otur şuraya ve anlat doğru düzgün. Önce bu kızın adından ve nerede tanıştığından bahset. Sonra da mantıklı bir şeyler bulmaya çalışalım.”
“Zaten asıl sorun bu. Biz tanışmadık. Ben onu iki yıldır tanıyorum. O da beni tabii.”
“İki yıl mı? Nurgül varken de var mıydı?” Volkan bu soruyu sorarken diğerleri de yanıtı merakla bekliyordu.
“Evet ama ben ona aşık olduğumu yeni anladım.”
“Şunu en başından anlat Tayfun. Bilmece gibi konuşmaktan vazgeç.”
Tayfun, en doğrusunun bu olduğunu biliyordu. Anlatmaya başlamadan önce içkileri tazeletti. Sonra derin bir nefes alıp Çağla’yı anlattı.
Birer kadeh daha bittiğinde onun da anlatacakları bitmişti.
“Şimdi; yanında iki yıldır çalışan Çağla’ya aşıksın. Ama kız seni görmüyor. Çünkü sarışınlardan hoşlanıyor. Üstelik yapacağın her hamle kız tarafından taciz olarak nitelenebilir. Çözümü kolay. Kızı işten at ama sonra da saçlarını sarıya boyatarak karşısına çık ve “seni seviyorum” de. Bu kadar basit.”
“Çok basit evet. Ben bunu neden hiç düşünemedim? Biriniz Volkan’ı susturun yoksa ben susturacağım. Onu nasıl işten atarım? Ayrıca neredeyse en iyi elemanım. Ve ben saçımı boyatmam.”
“Sevmesen de atamazsın yani. Onu anladık. Saçını niye boyatamıyorsun? Esmer teninle iyi giderdi.” Tayfun’un gözlerindeki kıvılcımları görünce hemen lafını tamamladı. “İyi o zaman. Diğer taktiği uygula. Her fırsatta yoluna çık. Seni görmesini sağla.”
“Zaten hep bir aradayız.”
“O anlamda değil. Gittiği yerleri öğren, sen de oralara git. Onu güldür. Eğlendir. İltifat et. Ve en önemlisi sevgini belli edecek şekilde bak.”
“Bunu deneyeceğim.”
Söylemek kolaydı ama uygulamak aynı derecede kolay değildi. Onun kendisini görmemesi yüzünden hep suratı asık geziyordu. Nasıl güldürecekti onu?
Bu buluşmanın tek faydası artık arkadaşlarının da aşık olduğunu öğrenmesiydi. Ve hepsi Nurgül olayının bitmesinden memnundu!

*****

Hafta boyunca Tayfun’un yüzü yine de pek gülmedi. Gülecek bir şey bulamıyordu. Çağla ve etrafındakilerin neşeli halini izlemek sinirlerini bozuyordu.  Hafta sonuna doğru Çağla da gülmez oldu. Biraz öksürüyordu. Cumartesi şirkete gelecekti. Cuma akşamı Tayfun gelmemesini söyleyerek şirketten çıktı. Çağla’nın kendisini dinlemeyeceğini biliyordu. Aslında o halsiz gözüktüğü için eve bırakmayı düşünmüştü ama tuhaf kaçacağını bildiği için sormamıştı.
Cumartesi sabahı büroya geldiğinde onu masasında görünce yanılmadığını anladı. Masasının yanına gitti. Solmuş yüzüne baktı. İçi kıyılmıştı bu haline. Tüm duygularını yansıtan sesle, “Gelme demiştim.” dedi. Artık kendini gizlemeye çalışmıyordu. Zaten sadece Caner vardı o gün şirkette. O da şu an telefonla konuşuyordu.
Çağla, boğazının acısına aldırmadan “İyiyim.” dedi ama öksürük ile boğulurmuş gibi sesler çıkartmaya başladı.
“Belli. Ne var elinde? Bu kadar önemli ve acil iş yok. Bence hiç oyalanma git evine dinlen.” İnat etmesine kızıyordu. Halsiz ve renksiz halini görmek üzüyordu. Hafta boyunca neşeli halini izlemek içini sıkmıştı sözde. Oysa o halini bu haline binlerce kez tercih ederdi. Büroda başkası olmasa çoktan elini uzatacak ve ateşini ölçecekti. Ona dokunmayı çok istiyordu. Sebebi ne olursa olsun artık ona dokunmak istiyordu.
“Geldim artık çalışayım biraz sonra giderim.” Böyle söylese de kendine kızıyordu. Ne vardı ki gelecek. Tayfun Bey ve Caner çalışacaklarını söyleyince o da daha kötü olmadan elindeki yarım işleri bitirmek ve evde oturup annesi ile teyzesinin dırdırını dinlememek için kaçmıştı. 
Tayfun olumsuz anlamda başını hafifçe sallayarak odasına geçti. Kapısını kapatmadı. Arada bir yüksek sesle konuşarak öğlene kadar çalıştılar. Tayfun, Çağla’nın sıklaşan öksürüklerini dinliyordu. Öğlen evine gitmesini söylediğinde çok az işi kaldığını söyleyerek çıkmamakta inat etmişti.
“Daha kötü olacaksın.” Tayfun ilgisini saklamaya çalışmıyordu. Caner’in kısa bakışını görse de umurunda değildi. İstediğini düşünebilirdi. Çağla hastaydı ve söz dinlemiyordu.
“Eve gidince dinlenirim, pazartesiye bir şeyim kalmaz. Şimdi de sıcak bir çorba içerim, rahatlarım.”
Dediğini de yaptı öğlen yemeğinde kendisine çift porsiyon çorba söyledi. Üçünden başka kimse olmadığı için mutfakta yemeyi tercih ettiler. Çorbası boğazlarını yumuşatmıştı.
Tayfun onun zorla yutkunmasını izledikçe omzuna atıp evine götürmeyi düşünüyordu. Alt tarafı pazartesiden itibaren tüm şirket neler olduğunu anlardı. Umurunda bile değildi!

*****

Öğleden sonra biraz daha çalıştı Çağla. Saat üç olduğunda sırtının ve bacaklarının ağrımaya başladığını, boğazının ise yanmasının arttığını hissetti. Ekrandaki işlerini kayıt ettikten sonra masasını topladı. Daha fazla çalışamayacaktı.
Çantasını alıp ayağa kalktı. Tayfun Beyin odasına uğrayıp çıktığını haber verecekti. İki adım attığında başının da döndüğünü fark etti. Keşke öğlen çıksaydı. Kapıya yaklaştığında sendeledi. Onun halini fark eden Tayfun ve Caner hemen yerlerinden fırlayıp kolundan tuttu.
“Gel şuraya otur.”
“İyiyim biraz başım döndü.”
“İyi değilsin. Söz dinlemiyorsun. Bekle biraz. Seni doktora götüreceğim.”
“Gerek yok. Biraz dinlenirsem düzelirim.”
“Bekle dedim.” Tayfun odaya geri dönüp işlerini hızlı bir şekilde toparladı. Masasının üstünden telefonunu alıp cebine koyduktan sonra Çağla’nın kolunu tutup ayağa kaldırdı. Çağla, yiğitlik yapıyordu ama ayağa kalktığı an gerçekten kötü durumda olduğunu kabullendi.
“Sanırım doktor teklifinizi kabul edeceğim.”
“İkinci kez sormayacaktım zaten. Önce doktora sonra evine gideceksin.” Sonra Caner’e döndü. “Ben de dönmem. Sen de çık istersen.”
“Tamam, toparlar çıkarım. Çok geçmiş olsun.”
“Teşekkürler” diyerek asansöre doğru yürümeye başladı. Tayfun, kolundan tutuyor, düşmesini engelliyordu. Başka bir nedenle bile olsa ona dokunmak çok hoşuna gitmişti. Çağla da aynı şeyleri hissediyordu. Onun kendini koruması çok güzeldi. Üstelik bu hafta bunu ikinci kez yapıyordu.
 
Caner, ikisinin arkasından bakarken patronun çoktan abayı yakmış olduğunu anlamıştı. Üstelik diğerleri gibi sadece elde etme çabası değildi o aşıktı ve bunu artık saklayamıyordu. Gülümsedi ve deli kızın bunu anladığında ne yapacağını merak etti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder