Çok düşündüm, bu sabah bölüm yollamak sanırım en son istediğim şeydi. Bu kadar eve ateş düşmüşken, insanların acılarını önemsemiyormuş gibi hikaye paylaşmak tuhaf geldi. Sonra, herkes işini yapmaya devam etti ve edecek diye düşündüm. Sayısını bilmediğimiz kayıplarımız varken TV'lerin yayınlarında değişiklik olmamasını düşündüm.
Benim okuyucumun en azından bölümü yarın öbür gün okumayı tercih etme hakkı var, dedim ve yayınladım.
Allah ölen askerlerimize, polislerimize rahmet eylesin, ailelerine, sevenlerine sabır versin.
****************************************************************************************
Tayfun, arada alnını ya da
elini tutuyor ateşinin yükselip yükselmediğini kontrol ediyordu. Keşke ona
dokunmak için ‘ne neden olursa olsun’ demeseydim diye pişmanlık yaşıyordu.
Çağla çok hastaydı ve ateşi daha da yükselmişti.
Özel bir hastaneye
gittiler. Kısa sürede doktor muayene etmiş soğuk algınlığını onaylayarak
ilaçlarını yazmıştı. En yakın eczaneden ilaçlarını alan Tayfun, arabaya
döndüğünde yine ateşini kontrol etmek için elini uzatmış, bu kez sadece alnına
değil, yanaklarına da dokunmuştu. Doktorun muayeneden sonra verdiği ilaç
etkisini göstermeye başlamış, az da olsa ateşi düşmüştü.
Çağla, onun yaptıklarını
minnetle izliyordu. Kısa sürede nasıl bu kadar kötülediğini anlamamıştı. Ama
başını kaldıracak hali kalmamıştı.
“Başını yasla gözlerini de
kapat. Biraz uyusan iyi gelebilir.”
“Zaten siz araba
kullanırken hep uyuyorum.”
“Bu iyi bir şey. Güveniyor
ve rahat ediyorsun demektir.”
“Kesinlikle öyle. Ben
kullanırken siz uyumadınız ama!” Hastayken bile laf mı sokuyordu bu adama? Ve
yine hastayken fark ettiği bir başka gerçeğe kaydı düşünceleri. Ona gerçekten
güveniyordu. Arabasına çok binmişti ve ilk günden beri hep korkmadan oturmuştu
arabada. Tayfun hep destek olan biriydi. Bunu hem iş hayatında hem özel hayatta
hissettiriyordu. Bürodan arabaya, arabadan hastaneye, sonra tekrar arabaya
giderken hep kolundan tutarak destek vermişti. Bunun ne kadar önemli olduğunu
yaşamadan anlayamayacağını düşünüyordu. Sahiplenilmek güzeldi…
“Uyumak istemediğimdendi
o!”
“Uykunuz geldi ama uyumamak
için kendinizi zorladınız yani! Ben de uyumayacağım.” Çağla, bu lafları söylese
de birazdan uyuyacağını biliyordu.
Tayfun arabayı kullanırken
sessizdi. Hem Çağla uyusun istiyor hem de konuşursa kızgınlığı belli olacak
diye çekiniyordu. Çağla’nın söz dinlememesi ve daha da kötü hastalanması
keyfini iyice kaçırmıştı. Doktorun neden daha önce gelmediklerini sorması ile
canı iyice sıkılmıştı. Diyememişti ki ‘benim sevdiğim kadın inatçıdır, ne benim
sözümü dinler, ne beni görür…’
Bir diğer sıkıntısı ise pazar gününden beri
Nurgül’ün aralıksız devam eden taciz telefonlarıydı. Güne o telefonlar ile
başlıyor, benzer telefonlarla günü sonlandırıyordu. Bugün de aramaya devam
etmişti. Bürodayken defalarca telefonun ret tuşuna basmıştı. Doktordan
çıktıklarından beri ikinci kez çalan telefonu reddederek tekrar cebine koydu.
Zaten titreşime almış ve Çağla’nın uyuması için fırsat yaratmaya çalışmıştı.
Bir yandan araba kullanıyor bir yandan da yanındaki koltukta gözleri kapalı
oturan Çağla’yı izliyordu. Ne kadar güzeldi! Esmer ve iri gözlü oluşu o güne
kadar kendi hayatındaki kadınlarla zıttı. Kumral ve sarışınlarla birlikte
olmuştu ama özel olarak seçmemişti. Çağla gibi kesin kuralları yoktu. Oysa
artık biliyordu sevdiği, aşık olduğu kadın esmerdi. Koyu kahverengi saçları,
siyaha yakın gözleri ve koyu buğday ten rengi ile kendisini delirtiyordu. Şimdi
ise tüm çektirdiklerinden habersiz yanında gözleri kapalı oturuyordu.
Cep telefonundan bir kez
daha gelen titreşim ile dudaklarının arasından dökülen laneti engelleyemedi.
Sıkmıştı artık. Ekrana baktığında arayan konusunda yanılmadığını anladı.
“Kimse o arayan,
istenmeyenler listesine atsanıza!”
“Ne?” Çağla’nın uyanık
olduğunu ve telefonları fark ettiğini anlayınca sinirlendi. Lanet kadın uzaktan
bile kendisini rahatsız etmeyi başarıyordu. Çağla, iki öksürük arasında
“Telefonunuzda istemediğiniz kişilerin aramalarını engelleyen özellik vardır.
Neden kullanmıyorsunuz?” diyebildi.
“Çağla, bunu kimse
duymasın. Öyle bir özellik olduğunu bilmiyordum.” Tayfun ciddiydi. Hiç
okumamıştı telefonun özelliklerini. Eski modellerde kullandığı ekranlar nelerse
bunda da onu kullanıyordu. Zaten son teknoloji olmasının tek nedeni işiydi.
Yoksa çok da gerekli değildi üstündeki özellikler. Ama o işi yapan birinin hala
eski model telefon kullanması pek yakışık almıyordu.
Çağla, çatallaşan sesi ile
“Biraz daha iyi olsaydım gülerdim size ama şimdi gülemeyeceğim. Nasıl
bilmezsiniz?”
“İşi gücü bilişim olan ben,
cep telefonunda gerekli olduğunu düşündüğüm özelliklere bakarım. Daha önce
kimsenin aramasını engelleme ihtiyacı hissetmemiştim. Versem sen yapar mısın?
Son arayan numarayı engelle lütfen.”
Çağla, telefonu alıp
ayarların içinden gerekli işlemleri kısa sürede tamamlayıp telefonu iade etti.
“Teşekkür ederim.”
“Önemli değil.” Aslında
önemliydi. Arayan numarada isim yazılı değildi. Kimi engellediğini bilmiyordu.
Çok da merak ediyordu ama soramazdı. Tayfun beyin spor arabasında başını
koltuğa yaslayıp evine kadar biraz daha dinlenmek istiyordu. Bir anda başlayan
öksürük tüm planlarını altüst etti. Boğuluyormuş gibi öksürüyor, öksürdükçe
boğazları yırtılıyordu. Tayfun en sonunda arabayı bir büfenin önünde durdurup
hemen indi. Arabaya geri döndüğünde elinde su şişesi vardı.
“Küçük yudumlarla iç.
Boğazın kurumasın. Öksürüğü keser.”
“Teşekkür ederim.”
“Teşekkür edip durma.” O an
birilerinin sevdiği için nasıl canını verebileceğini söylemesini anlamıştı.
Çağla’nın iyileşmesi için tek çare kendisinin hastalanması olsa bunu seve seve
kabul ederdi.
Cumartesi trafiğinde yol
daha da uzun sürecekti. Adım adım gidiyorlardı. Bir an önce eve gitmek ve daha
fazla zahmet vermemek isteyen Çağla, trafikte takıldıkça ofluyordu. Yeniden
trafikte durunca çekingen bir bakış attı küçük patrona. O halinden memnundu. Ya
da öyle gözüküyordu. Çağla, biraz rahatlayarak başını yeniden koltuğa yasladı.
Koluna dokunan elin verdiği
sıcaklık ile kendine geldi. Uyumuştu! İşte yine uyumuştu! Arabadan inip kapıyı
kapatmak için döndüğünde arka koltuktaki oyuncağı gördü. “Sizin için değildir
herhalde?”
“Kuzenimin oğluna aldım. Bu
akşam onun doğum günü.”
“Dedesi ile yakınmış
tarihler.”
“Evet, kuzen biraz daha
sabırlı olsaydı babasının doğum gününde doğurabilirdi.”
“Tutamamıştır içeride.”
Tayfun o söze gülerek yanıt
verdi. “Aslında çok inatçıdır kuzen. İnat etseydi tutardı ama oğlu ondan beter
inat çıktı. Üç yaşına giriyor. Sarı saçları yüzünden sarı inat diyoruz.”
“Sarışın mı? Kime
benzemiş?” Bunu sorarken Tayfun’un da kime benzediğini anlamak istiyordu.
Süleyman Bey kumraldı. Tayfun da sarışın ya da kumral olsaydı aslında tam kendi
tipiydi…
“Babasına daha çok ama
annesine de benzer. O kumraldır.”
“Sizin esmerliğiniz
annenizden mi?” Bu arada asansöre kadar gelmişti ikili.
“Annem esmerdir. Babam da
kumraldı. Bizler anneme daha çok benziyoruz.”
“Kız kardeşleriniz okuldalar
değil mi?”
“Evet, Melis üniversitede,
Selin lisede. Melis’e Adana’da ev tuttuk orada kalıyor, Selin de İskenderun da
yatılı okuyor. Hafta sonları da ablasının yanına gidiyor. Okul tatil olduğu
için buradalar artık.”
“Benim erkek kardeşim
olduğunu biliyorsunuz değil mi?” Neden sorma gereği hissetmişti? Kendisi ile
ilgili neleri bildiğini merak ettiği için mi? Tayfun onu yine yanıltmamıştı.
“Çağdaş. Evet biliyorum.”
Kata gelince ikisi de indi.
İnerken yine belinden tutmuş, sonra da kolundan tutarak destek vermişti. Kapıyı
Tayfun çaldı. Annesinin meraklı bakışları altında Çağla’nın kolunu bıraktı.
Annesine elini uzatarak, “Merhaba, Ben Tayfun Demir. Çağla, biraz kötüledi ama
doktor ilaçlarını kullanırsa kısa sürede toparlanacağını söyledi.” diye kısaca
bilgi verdi. Hale hanım şaşkınlıkla bakıyordu. Tayfun elindeki ilaç poşetini de
uzattı. “Üstlerinde nasıl kullanılacakları yazılı, daha kötü olmasına izin
vermeyin.” Sesindeki sevecen tonu yok edemeden konuştuğunu fark etmişti.
Şaşkınlıkla ikisine bakan kadının anlamadığını umdu.
Hale Hanım kızının
yanındaki adamın küçük patron olduğunu biliyordu. Çağla, ayakta duramayacağının
bilincinde başını hafifçe çevirip “Çok teşekkür ederim” diyerek odasına doğru
küçük adımlarla yürüdü. Tayfun’a zaten yeterince rezil olduğunu düşünüyordu.
Hasta hali ile kaç saattir katlanıyordu kendisine. Adamın bir an önce gitmek
istediğinden emindi.
Hale Hanım ise Çağla’nın
düşündüklerinin aksine genç adamı içeri davet ederek bir çay içmesini önerdi.
Zaten çay hazırdı!
Çağla hemen odasına gitmiş
ve üstündekileri çıkartıp ince pijamalarını giymişti. Kendi odasında yatmak
istemiyordu. İnce bir battaniye alıp yastığını da kolunun altına sıkıştırıp sarsak
adımlarlar salona girdi. Üçlü koltuğa doğru giderken tekli koltukta oturan
Tayfun’u görüp donup kaldı.
Kapıda Tayfun, Hale hanım
ile konuşmuş ve girmemek için diretmişti ama Hale Hanım kendisinden baskın
çıkmıştı. Bu kabulün ardında elbet Çağla’nın ailesine duyduğu merak da vardı.
Şimdi çok sevinmişti içeri girdiğine. Çağla üstündeki pijamaları ile çok güzel,
çok şirin gözükmüştü gözüne.
Aynı anda balkonda çamaşır
asan teyzesi de işi bitip içeri girdiğinde evde yaşanan şaşkınlıklar arttı.
Pijamalı Çağla, elinde yastık ve battaniyesi ile ayakta duruyor, tanımadığı bir
yakışıklı erkek de ona bakıyordu. Hande, ortamdaki garipliği yok etmek için
kendini tanıttı.
“Hoş geldiniz. Ben Hande, Çağla’nın
teyzesiyim.”
“Ben de Tayfun, çok memnun
oldum.” Çağla, kim olduğunu, yani patronu olduğunu söylemediğini fark edince
sevindi. İşte erkek dediğin böyle olmalı, diyerek beğenisini kendine sakladı.
Elindeki battaniye ve yastığın ne yapacağını bilmez bir şekilde üçlü koltuğa
oturdu. O koltuğa uzanmak şu an yapamayacağı tek şeydi.
Tayfun, Çağla’nın hemen
uyumasını istese de diğer kadınların çay ve börek ikramlarını geri çevirmedi.
“Çağla, lütfen bana aldırma ve uzan oraya. Başın düşecek şimdi.”
“İyiyim ben.”
“Çağla, Tayfun beyin sözünü
dinle canım. Uzan sen, ya da şöyle yarım otur. Sonra yatarsın.”
Çağla, annesinin dediği
gibi yaptı. Koltuğun kenarına dayadığı yastığına sırtını dayadı. Üstünü de
örttükten sonra biraz daha rahatlamıştı. O sırada Tayfun da Hande hanımın
sorularını yanıtlıyordu.
Genelde ailesi ile ilgili
bilgiler istiyordu iki kadın. Onun da rahatlıkla yanıtlayacağı sorulardı
bunlar. En sonunda Hande, evli olup olmadığını sordu.
“Bekarım.” dedi kısaca.
Aslında bu yanıttan sonra Çağla, meraklı teyzesinin hayatında biri olup
olmadığını da sormasını bekledi ama teyzesi beklentilerini karşılamadı. Üstelik
teyzesi onun bekar olduğunu biliyordu. Neden başka şey sormamıştı ki? Bunları
düşünürken yeniden öksürük nöbeti tutmuştu. Yanındaki küçük şişeden bir yudum
su içti. Tayfun’un aldığı suyu yanındaki sehpaya koymuştu. Böylece öksürüğünü
kısa sürede kesti.
Onun öksürmesi yüzünden
yine içi acıyan Tayfun, artık gitmesi gerektiğini, Çağla’nın da yatmasını
söyleyip ayağa kalktı. Çağla oturduğu yerden onu inanmayan gözlerle izliyordu.
Tayfun, Çağla’nın yanına gidip alnına küçük bir öpücük kondurmayı çok istese de
uzaktan veda etti. Kapıya yürürken iki kadın da uğurlamak için kalktı.
Antreye çıktıklarında,
büyük boy aynasını, yanındaki uzun kablosu ile eski tip duvar telefonunu ve
düzenli mutfağın bir kısmını görmüştü. Kısa konuşma sonunda Hale Hanımın
yüzündeki şaşkınlık ve merak büyüdü. Konuşmalarının sonunda, “Çok teşekkür
ederim. Size zahmet vermişiz.” diyebildi.
“Asla zahmet değil. İyice
iyileşmeden sakın işe yollamayın.”
“Tamam. Merak etmeyin.”
Tayfun asansöre binerken
son kez kapıya bakıp başı ile selam verdi. İki kız kardeş de aynı şekilde yanıtladıktan
sonra içeri girdiler. Salona girmeden önce kısacık bir an birbirlerine
baktılar. Sonra gülümseyerek yine birbirlerine sus işaret yaptılar. Hale
fısıltı ile “Hande, bu adam gerçek miydi? Üstelik bizim kıza aşık mı?”
“Evet, hem de bizim kıza!”
“Aman sus adama cephe
almasın. Göründüğü kadar aşıksa kendine de aşık etmeyi başarır.”
“Ben de bahse girsem Tayfun
Beye bire on verirdim.”
“Bahis mi? Sen bahis de mi
oynuyorsun?”
“Ay abla lafın gelişi.”
“Gelmesin o laf öyle. Bak,
evinin rızkını kumara bağlayan adamlara dönersin.”
“Aman abla ya, sana da bir
şey söylenmiyor. Şakaydı vallahi.”
“Ben anlamam. Bir daha
duymayayım. Hem ben olsam bire yüz verirdim.”
İki kardeş kıkırdayarak
girdi salona.
Çağla, çoktan uyumuştu.
*****
İki kadın sessizce mutfağa geçti.
Oradaki oturma grubunda biraz daha Tayfun’dan bahseden iki kardeş bir
saat kadar sonra içeriden gelen televizyon sesi ile konuşmalarına noktayı
koydular. Hande kendi evine döndükten sonra Hale de akşam için yemek yapmaya
koyuldu. Çağla için tavuk suyuna çorba yapacaktı. Buzdolabındaki tavuk suyu
kavanozunu çıkarttı. Bir gün önce haşlamıştı tavukları. İyi ki saklamıştı suyu.
Şehriye çorbasını ocağa koyduktan sonra limon çıkartmak için sebzeliği açtı.
Limon kalmamıştı. İçeride sessiz şekilde televizyon izleyen kızına kapıdan
bakıp, “Çağla, ben bakkala iniyorum. Limon kalmamış.” dedi.
“Bakkal da kalmadı anne.
Market onun adı.”
“Hastasın, sus ve yat.
Marketmiş. Biz onun bakkallığını biliriz. Biraz duvarları büyüdü diye market mi
oldu?” Çağla annesine gülmeye başladı ama hemen ardından gülmesi öksürük ile
kesildi.
“Allahın sopası yok ki anne
ile dalga geçenin kafasına kafasına vursun. Yat da iyileş.”
Çağla, cumartesi girdiği
yataktan salı günü ancak çıkabildi. Üç gün ateşli bir şekilde yattı. Dördüncü
gün ateşi tamamen düşmüş öksürüğü kesilmişti. Pazartesi hasta olduğunu öğrenen
iş arkadaşları ve kızlar aramış, sık sık hatırını sormuştu. Sadece Tayfun Bey
aramamıştı. Çağla, şaşkındı. Onu eve patronu bırakmıştı. Ve bir kere bile
arayıp hatırını sormamıştı. Ona güvenmek konusundaki düşünceleri biraz darbe
almıştı. Bu durum aklına doğru erkek listesi için bir madde getirdi.
28- Hastalıkta-sağlıkta yanımda olmalı; hasta iken aramayan iyi iken hiç aramasın.
Aklına geleni diz üstü
bilgisayarını açıp hemen not etti. Maddeleri hayatında nasıl birini istediğini
çok daha iyi anlatıyordu. Sonra bir madde daha geldi aklına
29- Kendi çocuklarına ve etrafındaki çocuklara iyi davranmalı,
Maddeyi yazdıktan sonra devamına
bir de ilave yaptı…
29- Kendi çocuklarına ve etrafındaki çocuklara iyi davranmalı, herkese iyi
davranmalı
Bu hali daha iyiydi.
Maddeleri yazıp
bilgisayarını kapatırken aklına gelen şeyle canı biraz sıkıldı. Son eklediği
maddeler hep Tayfun Bey sayesinde oluşan maddelerdi. Biri iyi biri kötü olsa da
iki madde de onun yüzünden yazılmıştı.
*****
Çarşamba işe gittiğinde
herkes kendisinden önce gelmişti. Masasında çiçeklerle karşılanmıştı.
Gerberalarla yapılmış sepetler masasını doldurmuştu. Gerbera iyimserlik anlamı
taşıyordu. İyileşmesi için iyimser dileklerin çiçekçi tarafından vazolara
taşındığından emindi. Bu erkeklerin çiçek anlamı bilmeyeceklerini düşünüyordu.
Yine de hepsinin üstündeki kartları alıp teşekkür etti.
Tayfun beyden çiçek de
yoktu!
Çağla, iki günlük işlerin
yetişmesi için ekranını açtı. Ekran açılışı tamamlandığında Tayfun beyden mesaj
geldiğini gördü. Biraz kırgındı patronuna. Bir kere bile aramamıştı. İşe
geldiğini görünce anımsamıştı hasta olduğunu. Yine de gelen maile bakmaması
imkansızdı. Merakla açtığı mail ile gülümsemeye başladı. Güzel bir karikatür
ile ‘Geçmiş olsun, masana hoş geldin’ yazıyordu.
Affetmişti patronunu.
Çağla, çalan telefonuna
yanıt vermek için çantasından cep telefonunu çıkarttı. Yeşim’di arayan.
Konuşmaları bittiğinde çekmecesini çekip el yordamı ile telefonunu oraya koymak
istedi. Eli bir şeye çarptı. Kağıt ve kalemle pek işleri olmayan kişilerdi. O
yüzden çekmeceleri genelde boştu. Başını çevirip kendisini engelleyen şeyin ne
olduğuna baktı. Bir kese kağıdı vardı. Eline alıp merakla açtı. Leblebi üzüm
vardı. Kimden olduğunu anlamak için arkadaşlarına baktı. Kimse ilgilenmiyordu.
Bu kimden olabilir, diye düşünürken aklına isim belirtmeden böyle şey yapacak
tek kişi geldi. Tayfun bey…
30- Küçük jestler ile büyük mutluluklar yaratabilmeli
Çağla, son yazdığı maddenin
yine Tayfun Beyin yaptığı ile ilgili olduğunu fark edince kendini sorgulamaya
başladı. Neden son maddeler hep onun yaptıkları ya da yapmadıkları ile
ilgiliydi? Onun hareketlerini bu kadar önemli kılan neydi?
Çünkü son günlerde
etrafında sadece o vardı. O yüzden maddelerinin kökeni hep Tayfun Beydi.
Leblebi üzüm için teşekkür
etmeliydi. Mesaj ekranını açtı. hiç düşünmeden cümleyi yazıp yolladı.
“Leblebi üzümümü
paylaşabilirim. Çok teşekkürler.”
Tayfun mesajı okuduğunda yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Anlamıştı! Daha da önemlisi Çağla, kimse ile paylaşmadığı bir şeyi
kendisi ile paylaşmayı önermişti.
Bir şeyleri aşıyorlardı.
Bunu hissediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder