7 Eylül 2015 Pazartesi

DOĞRU ERKEK NASIL BULUNUR? 19. Bölüm

Çok düşündüm, bu sabah bölüm yollamak sanırım en son istediğim şeydi. Bu kadar eve ateş düşmüşken, insanların acılarını önemsemiyormuş gibi hikaye paylaşmak tuhaf geldi. Sonra, herkes işini yapmaya devam etti ve edecek diye düşündüm. Sayısını bilmediğimiz kayıplarımız varken TV'lerin yayınlarında değişiklik olmamasını düşündüm. 
Benim okuyucumun en azından bölümü yarın öbür gün okumayı tercih etme hakkı var, dedim ve yayınladım. 
Allah ölen askerlerimize, polislerimize rahmet eylesin, ailelerine, sevenlerine sabır versin. 
****************************************************************************************
Tayfun, arada alnını ya da elini tutuyor ateşinin yükselip yükselmediğini kontrol ediyordu. Keşke ona dokunmak için ‘ne neden olursa olsun’ demeseydim diye pişmanlık yaşıyordu. Çağla çok hastaydı ve ateşi daha da yükselmişti.


Özel bir hastaneye gittiler. Kısa sürede doktor muayene etmiş soğuk algınlığını onaylayarak ilaçlarını yazmıştı. En yakın eczaneden ilaçlarını alan Tayfun, arabaya döndüğünde yine ateşini kontrol etmek için elini uzatmış, bu kez sadece alnına değil, yanaklarına da dokunmuştu. Doktorun muayeneden sonra verdiği ilaç etkisini göstermeye başlamış, az da olsa ateşi düşmüştü.
Çağla, onun yaptıklarını minnetle izliyordu. Kısa sürede nasıl bu kadar kötülediğini anlamamıştı. Ama başını kaldıracak hali kalmamıştı.
“Başını yasla gözlerini de kapat. Biraz uyusan iyi gelebilir.” 
“Zaten siz araba kullanırken hep uyuyorum.”
“Bu iyi bir şey. Güveniyor ve rahat ediyorsun demektir.”
“Kesinlikle öyle. Ben kullanırken siz uyumadınız ama!” Hastayken bile laf mı sokuyordu bu adama? Ve yine hastayken fark ettiği bir başka gerçeğe kaydı düşünceleri. Ona gerçekten güveniyordu. Arabasına çok binmişti ve ilk günden beri hep korkmadan oturmuştu arabada. Tayfun hep destek olan biriydi. Bunu hem iş hayatında hem özel hayatta hissettiriyordu. Bürodan arabaya, arabadan hastaneye, sonra tekrar arabaya giderken hep kolundan tutarak destek vermişti. Bunun ne kadar önemli olduğunu yaşamadan anlayamayacağını düşünüyordu. Sahiplenilmek güzeldi…
“Uyumak istemediğimdendi o!”
“Uykunuz geldi ama uyumamak için kendinizi zorladınız yani! Ben de uyumayacağım.” Çağla, bu lafları söylese de birazdan uyuyacağını biliyordu.
Tayfun arabayı kullanırken sessizdi. Hem Çağla uyusun istiyor hem de konuşursa kızgınlığı belli olacak diye çekiniyordu. Çağla’nın söz dinlememesi ve daha da kötü hastalanması keyfini iyice kaçırmıştı. Doktorun neden daha önce gelmediklerini sorması ile canı iyice sıkılmıştı. Diyememişti ki ‘benim sevdiğim kadın inatçıdır, ne benim sözümü dinler, ne beni görür…’
 Bir diğer sıkıntısı ise pazar gününden beri Nurgül’ün aralıksız devam eden taciz telefonlarıydı. Güne o telefonlar ile başlıyor, benzer telefonlarla günü sonlandırıyordu. Bugün de aramaya devam etmişti. Bürodayken defalarca telefonun ret tuşuna basmıştı. Doktordan çıktıklarından beri ikinci kez çalan telefonu reddederek tekrar cebine koydu. Zaten titreşime almış ve Çağla’nın uyuması için fırsat yaratmaya çalışmıştı. Bir yandan araba kullanıyor bir yandan da yanındaki koltukta gözleri kapalı oturan Çağla’yı izliyordu. Ne kadar güzeldi! Esmer ve iri gözlü oluşu o güne kadar kendi hayatındaki kadınlarla zıttı. Kumral ve sarışınlarla birlikte olmuştu ama özel olarak seçmemişti. Çağla gibi kesin kuralları yoktu. Oysa artık biliyordu sevdiği, aşık olduğu kadın esmerdi. Koyu kahverengi saçları, siyaha yakın gözleri ve koyu buğday ten rengi ile kendisini delirtiyordu. Şimdi ise tüm çektirdiklerinden habersiz yanında gözleri kapalı oturuyordu.
Cep telefonundan bir kez daha gelen titreşim ile dudaklarının arasından dökülen laneti engelleyemedi. Sıkmıştı artık. Ekrana baktığında arayan konusunda yanılmadığını anladı.
“Kimse o arayan, istenmeyenler listesine atsanıza!”
“Ne?” Çağla’nın uyanık olduğunu ve telefonları fark ettiğini anlayınca sinirlendi. Lanet kadın uzaktan bile kendisini rahatsız etmeyi başarıyordu. Çağla, iki öksürük arasında “Telefonunuzda istemediğiniz kişilerin aramalarını engelleyen özellik vardır. Neden kullanmıyorsunuz?” diyebildi.
“Çağla, bunu kimse duymasın. Öyle bir özellik olduğunu bilmiyordum.” Tayfun ciddiydi. Hiç okumamıştı telefonun özelliklerini. Eski modellerde kullandığı ekranlar nelerse bunda da onu kullanıyordu. Zaten son teknoloji olmasının tek nedeni işiydi. Yoksa çok da gerekli değildi üstündeki özellikler. Ama o işi yapan birinin hala eski model telefon kullanması pek yakışık almıyordu.
Çağla, çatallaşan sesi ile “Biraz daha iyi olsaydım gülerdim size ama şimdi gülemeyeceğim. Nasıl bilmezsiniz?”
“İşi gücü bilişim olan ben, cep telefonunda gerekli olduğunu düşündüğüm özelliklere bakarım. Daha önce kimsenin aramasını engelleme ihtiyacı hissetmemiştim. Versem sen yapar mısın? Son arayan numarayı engelle lütfen.”
Çağla, telefonu alıp ayarların içinden gerekli işlemleri kısa sürede tamamlayıp telefonu iade etti.
“Teşekkür ederim.”
“Önemli değil.” Aslında önemliydi. Arayan numarada isim yazılı değildi. Kimi engellediğini bilmiyordu. Çok da merak ediyordu ama soramazdı. Tayfun beyin spor arabasında başını koltuğa yaslayıp evine kadar biraz daha dinlenmek istiyordu. Bir anda başlayan öksürük tüm planlarını altüst etti. Boğuluyormuş gibi öksürüyor, öksürdükçe boğazları yırtılıyordu. Tayfun en sonunda arabayı bir büfenin önünde durdurup hemen indi. Arabaya geri döndüğünde elinde su şişesi vardı.
“Küçük yudumlarla iç. Boğazın kurumasın. Öksürüğü keser.”
“Teşekkür ederim.”
“Teşekkür edip durma.” O an birilerinin sevdiği için nasıl canını verebileceğini söylemesini anlamıştı. Çağla’nın iyileşmesi için tek çare kendisinin hastalanması olsa bunu seve seve kabul ederdi.
Cumartesi trafiğinde yol daha da uzun sürecekti. Adım adım gidiyorlardı. Bir an önce eve gitmek ve daha fazla zahmet vermemek isteyen Çağla, trafikte takıldıkça ofluyordu. Yeniden trafikte durunca çekingen bir bakış attı küçük patrona. O halinden memnundu. Ya da öyle gözüküyordu. Çağla, biraz rahatlayarak başını yeniden koltuğa yasladı.
Koluna dokunan elin verdiği sıcaklık ile kendine geldi. Uyumuştu! İşte yine uyumuştu! Arabadan inip kapıyı kapatmak için döndüğünde arka koltuktaki oyuncağı gördü. “Sizin için değildir herhalde?”
“Kuzenimin oğluna aldım. Bu akşam onun doğum günü.”
“Dedesi ile yakınmış tarihler.”
“Evet, kuzen biraz daha sabırlı olsaydı babasının doğum gününde doğurabilirdi.”
“Tutamamıştır içeride.”
Tayfun o söze gülerek yanıt verdi. “Aslında çok inatçıdır kuzen. İnat etseydi tutardı ama oğlu ondan beter inat çıktı. Üç yaşına giriyor. Sarı saçları yüzünden sarı inat diyoruz.”
“Sarışın mı? Kime benzemiş?” Bunu sorarken Tayfun’un da kime benzediğini anlamak istiyordu. Süleyman Bey kumraldı. Tayfun da sarışın ya da kumral olsaydı aslında tam kendi tipiydi…
“Babasına daha çok ama annesine de benzer. O kumraldır.”
“Sizin esmerliğiniz annenizden mi?” Bu arada asansöre kadar gelmişti ikili.
“Annem esmerdir. Babam da kumraldı. Bizler anneme daha çok benziyoruz.”
“Kız kardeşleriniz okuldalar değil mi?”
“Evet, Melis üniversitede, Selin lisede. Melis’e Adana’da ev tuttuk orada kalıyor, Selin de İskenderun da yatılı okuyor. Hafta sonları da ablasının yanına gidiyor. Okul tatil olduğu için buradalar artık.”
“Benim erkek kardeşim olduğunu biliyorsunuz değil mi?” Neden sorma gereği hissetmişti? Kendisi ile ilgili neleri bildiğini merak ettiği için mi? Tayfun onu yine yanıltmamıştı. “Çağdaş. Evet biliyorum.”
Kata gelince ikisi de indi. İnerken yine belinden tutmuş, sonra da kolundan tutarak destek vermişti. Kapıyı Tayfun çaldı. Annesinin meraklı bakışları altında Çağla’nın kolunu bıraktı. Annesine elini uzatarak, “Merhaba, Ben Tayfun Demir. Çağla, biraz kötüledi ama doktor ilaçlarını kullanırsa kısa sürede toparlanacağını söyledi.” diye kısaca bilgi verdi. Hale hanım şaşkınlıkla bakıyordu. Tayfun elindeki ilaç poşetini de uzattı. “Üstlerinde nasıl kullanılacakları yazılı, daha kötü olmasına izin vermeyin.” Sesindeki sevecen tonu yok edemeden konuştuğunu fark etmişti. Şaşkınlıkla ikisine bakan kadının anlamadığını umdu.
Hale Hanım kızının yanındaki adamın küçük patron olduğunu biliyordu. Çağla, ayakta duramayacağının bilincinde başını hafifçe çevirip “Çok teşekkür ederim” diyerek odasına doğru küçük adımlarla yürüdü. Tayfun’a zaten yeterince rezil olduğunu düşünüyordu. Hasta hali ile kaç saattir katlanıyordu kendisine. Adamın bir an önce gitmek istediğinden emindi.
Hale Hanım ise Çağla’nın düşündüklerinin aksine genç adamı içeri davet ederek bir çay içmesini önerdi. Zaten çay hazırdı!
Çağla hemen odasına gitmiş ve üstündekileri çıkartıp ince pijamalarını giymişti. Kendi odasında yatmak istemiyordu. İnce bir battaniye alıp yastığını da kolunun altına sıkıştırıp sarsak adımlarlar salona girdi. Üçlü koltuğa doğru giderken tekli koltukta oturan Tayfun’u görüp donup kaldı. 
Kapıda Tayfun, Hale hanım ile konuşmuş ve girmemek için diretmişti ama Hale Hanım kendisinden baskın çıkmıştı. Bu kabulün ardında elbet Çağla’nın ailesine duyduğu merak da vardı. Şimdi çok sevinmişti içeri girdiğine. Çağla üstündeki pijamaları ile çok güzel, çok şirin gözükmüştü gözüne.
Aynı anda balkonda çamaşır asan teyzesi de işi bitip içeri girdiğinde evde yaşanan şaşkınlıklar arttı. Pijamalı Çağla, elinde yastık ve battaniyesi ile ayakta duruyor, tanımadığı bir yakışıklı erkek de ona bakıyordu. Hande, ortamdaki garipliği yok etmek için kendini tanıttı.
 “Hoş geldiniz. Ben Hande, Çağla’nın teyzesiyim.”
“Ben de Tayfun, çok memnun oldum.” Çağla, kim olduğunu, yani patronu olduğunu söylemediğini fark edince sevindi. İşte erkek dediğin böyle olmalı, diyerek beğenisini kendine sakladı. Elindeki battaniye ve yastığın ne yapacağını bilmez bir şekilde üçlü koltuğa oturdu. O koltuğa uzanmak şu an yapamayacağı tek şeydi.
Tayfun, Çağla’nın hemen uyumasını istese de diğer kadınların çay ve börek ikramlarını geri çevirmedi. “Çağla, lütfen bana aldırma ve uzan oraya. Başın düşecek şimdi.”
“İyiyim ben.”
“Çağla, Tayfun beyin sözünü dinle canım. Uzan sen, ya da şöyle yarım otur. Sonra yatarsın.”
Çağla, annesinin dediği gibi yaptı. Koltuğun kenarına dayadığı yastığına sırtını dayadı. Üstünü de örttükten sonra biraz daha rahatlamıştı. O sırada Tayfun da Hande hanımın sorularını yanıtlıyordu.
Genelde ailesi ile ilgili bilgiler istiyordu iki kadın. Onun da rahatlıkla yanıtlayacağı sorulardı bunlar. En sonunda Hande, evli olup olmadığını sordu.
“Bekarım.” dedi kısaca. Aslında bu yanıttan sonra Çağla, meraklı teyzesinin hayatında biri olup olmadığını da sormasını bekledi ama teyzesi beklentilerini karşılamadı. Üstelik teyzesi onun bekar olduğunu biliyordu. Neden başka şey sormamıştı ki? Bunları düşünürken yeniden öksürük nöbeti tutmuştu. Yanındaki küçük şişeden bir yudum su içti. Tayfun’un aldığı suyu yanındaki sehpaya koymuştu. Böylece öksürüğünü kısa sürede kesti.
Onun öksürmesi yüzünden yine içi acıyan Tayfun, artık gitmesi gerektiğini, Çağla’nın da yatmasını söyleyip ayağa kalktı. Çağla oturduğu yerden onu inanmayan gözlerle izliyordu. Tayfun, Çağla’nın yanına gidip alnına küçük bir öpücük kondurmayı çok istese de uzaktan veda etti. Kapıya yürürken iki kadın da uğurlamak için kalktı.
Antreye çıktıklarında, büyük boy aynasını, yanındaki uzun kablosu ile eski tip duvar telefonunu ve düzenli mutfağın bir kısmını görmüştü. Kısa konuşma sonunda Hale Hanımın yüzündeki şaşkınlık ve merak büyüdü. Konuşmalarının sonunda, “Çok teşekkür ederim. Size zahmet vermişiz.” diyebildi.
“Asla zahmet değil. İyice iyileşmeden sakın işe yollamayın.”
“Tamam. Merak etmeyin.”
Tayfun asansöre binerken son kez kapıya bakıp başı ile selam verdi. İki kız kardeş de aynı şekilde yanıtladıktan sonra içeri girdiler. Salona girmeden önce kısacık bir an birbirlerine baktılar. Sonra gülümseyerek yine birbirlerine sus işaret yaptılar. Hale fısıltı ile “Hande, bu adam gerçek miydi? Üstelik bizim kıza aşık mı?”
“Evet,  hem de bizim kıza!”
“Aman sus adama cephe almasın. Göründüğü kadar aşıksa kendine de aşık etmeyi başarır.”
“Ben de bahse girsem Tayfun Beye bire on verirdim.”
“Bahis mi? Sen bahis de mi oynuyorsun?”
“Ay abla lafın gelişi.”
“Gelmesin o laf öyle. Bak, evinin rızkını kumara bağlayan adamlara dönersin.”
“Aman abla ya, sana da bir şey söylenmiyor. Şakaydı vallahi.”
“Ben anlamam. Bir daha duymayayım. Hem ben olsam bire yüz verirdim.”
İki kardeş kıkırdayarak girdi salona.
Çağla, çoktan uyumuştu.

***** 

 İki kadın sessizce mutfağa geçti.  Oradaki oturma grubunda biraz daha Tayfun’dan bahseden iki kardeş bir saat kadar sonra içeriden gelen televizyon sesi ile konuşmalarına noktayı koydular. Hande kendi evine döndükten sonra Hale de akşam için yemek yapmaya koyuldu. Çağla için tavuk suyuna çorba yapacaktı. Buzdolabındaki tavuk suyu kavanozunu çıkarttı. Bir gün önce haşlamıştı tavukları. İyi ki saklamıştı suyu. Şehriye çorbasını ocağa koyduktan sonra limon çıkartmak için sebzeliği açtı. Limon kalmamıştı. İçeride sessiz şekilde televizyon izleyen kızına kapıdan bakıp, “Çağla, ben bakkala iniyorum. Limon kalmamış.” dedi.
“Bakkal da kalmadı anne. Market onun adı.”
“Hastasın, sus ve yat. Marketmiş. Biz onun bakkallığını biliriz. Biraz duvarları büyüdü diye market mi oldu?” Çağla annesine gülmeye başladı ama hemen ardından gülmesi öksürük ile kesildi.
“Allahın sopası yok ki anne ile dalga geçenin kafasına kafasına vursun. Yat da iyileş.”
Çağla, cumartesi girdiği yataktan salı günü ancak çıkabildi. Üç gün ateşli bir şekilde yattı. Dördüncü gün ateşi tamamen düşmüş öksürüğü kesilmişti. Pazartesi hasta olduğunu öğrenen iş arkadaşları ve kızlar aramış, sık sık hatırını sormuştu. Sadece Tayfun Bey aramamıştı. Çağla, şaşkındı. Onu eve patronu bırakmıştı. Ve bir kere bile arayıp hatırını sormamıştı. Ona güvenmek konusundaki düşünceleri biraz darbe almıştı. Bu durum aklına doğru erkek listesi için bir madde getirdi.
28- Hastalıkta-sağlıkta yanımda olmalı;  hasta iken aramayan iyi iken hiç aramasın.
Aklına geleni diz üstü bilgisayarını açıp hemen not etti. Maddeleri hayatında nasıl birini istediğini çok daha iyi anlatıyordu. Sonra bir madde daha geldi aklına
29- Kendi çocuklarına ve etrafındaki çocuklara iyi davranmalı,
Maddeyi yazdıktan sonra devamına bir de ilave yaptı…
29- Kendi çocuklarına ve etrafındaki çocuklara iyi davranmalı, herkese iyi davranmalı
Bu hali daha iyiydi.
Maddeleri yazıp bilgisayarını kapatırken aklına gelen şeyle canı biraz sıkıldı. Son eklediği maddeler hep Tayfun Bey sayesinde oluşan maddelerdi. Biri iyi biri kötü olsa da iki madde de onun yüzünden yazılmıştı.

*****

Çarşamba işe gittiğinde herkes kendisinden önce gelmişti. Masasında çiçeklerle karşılanmıştı. Gerberalarla yapılmış sepetler masasını doldurmuştu. Gerbera iyimserlik anlamı taşıyordu. İyileşmesi için iyimser dileklerin çiçekçi tarafından vazolara taşındığından emindi. Bu erkeklerin çiçek anlamı bilmeyeceklerini düşünüyordu. Yine de hepsinin üstündeki kartları alıp teşekkür etti.
Tayfun beyden çiçek de yoktu!
Çağla, iki günlük işlerin yetişmesi için ekranını açtı. Ekran açılışı tamamlandığında Tayfun beyden mesaj geldiğini gördü. Biraz kırgındı patronuna. Bir kere bile aramamıştı. İşe geldiğini görünce anımsamıştı hasta olduğunu. Yine de gelen maile bakmaması imkansızdı. Merakla açtığı mail ile gülümsemeye başladı. Güzel bir karikatür ile ‘Geçmiş olsun, masana hoş geldin’ yazıyordu.
Affetmişti patronunu.
Çağla, çalan telefonuna yanıt vermek için çantasından cep telefonunu çıkarttı. Yeşim’di arayan. Konuşmaları bittiğinde çekmecesini çekip el yordamı ile telefonunu oraya koymak istedi. Eli bir şeye çarptı. Kağıt ve kalemle pek işleri olmayan kişilerdi. O yüzden çekmeceleri genelde boştu. Başını çevirip kendisini engelleyen şeyin ne olduğuna baktı. Bir kese kağıdı vardı. Eline alıp merakla açtı. Leblebi üzüm vardı. Kimden olduğunu anlamak için arkadaşlarına baktı. Kimse ilgilenmiyordu. Bu kimden olabilir, diye düşünürken aklına isim belirtmeden böyle şey yapacak tek kişi geldi. Tayfun bey…
30- Küçük jestler ile büyük mutluluklar yaratabilmeli
Çağla, son yazdığı maddenin yine Tayfun Beyin yaptığı ile ilgili olduğunu fark edince kendini sorgulamaya başladı. Neden son maddeler hep onun yaptıkları ya da yapmadıkları ile ilgiliydi? Onun hareketlerini bu kadar önemli kılan neydi?
Çünkü son günlerde etrafında sadece o vardı. O yüzden maddelerinin kökeni hep Tayfun Beydi.
Leblebi üzüm için teşekkür etmeliydi. Mesaj ekranını açtı. hiç düşünmeden cümleyi yazıp yolladı. 
“Leblebi üzümümü paylaşabilirim. Çok teşekkürler.” 
Tayfun mesajı okuduğunda yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Anlamıştı! Daha da önemlisi Çağla, kimse ile paylaşmadığı bir şeyi kendisi ile paylaşmayı önermişti.
Bir şeyleri aşıyorlardı. Bunu hissediyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder