O an itibariyle aklındaki
her şeyin alt üst olduğunu anladı. Sadece başına değil karnına da ağrı
girmişti. Sinirlerinin gerildiğini, nefesinin kesildiğini, etrafındakilerin
konuşmalarının uğultu şeklinde kendisine ulaştığını biliyordu. Ayrıca o andan
itibaren canının hiçbir şey yapmak istemediğini de biliyordu. Tek bilmediği tüm
bunların neden olduğu idi…
Uzun zamandır yurt dışında
olan Tayfun Bey yanında çok güzel bir kadınla, ki muhtemelen, tarife uyduğunu
göre, daha önceden görülmüş olan sevgilisi ile kendilerine doğru yürüyordu.
Henüz grubu görmediğinden emindi. Koluna asılmış genç kızın söylediklerini asık
bir yüzle dinliyordu.
Bu adam sevgilisinin
yanında bile asık yüzlüydü!
Çağla, sarışın, uzun boylu
genç kızı uzun uzun inceledi. Aycan'ı tamamen unutmuştu. Tayfun Beyin zevkli
biri olduğunu biliyordu ama bu kız müthişti. Kendi üstündeki kot ile onun
üstündeki kotun duruşu bile farklıydı. Kolundaki güzele rağmen Tayfun Bey
mutsuz gözüküyordu. Acaba seyahati kötü mü geçmişti? Yoksa sevgilisi onu üzmüş
müydü? Belki de o sevgilisini üzdü! Her ne ise kadının yüzünde tatmin olmuş bir
ifade vardı. Yanındaki erkekten gurur duyduğu ve herkese hava attığı belliydi.
Haklı diye düşündü. Tayfun Bey yakışıklı bir erkekti. Evet kabul ediyordu
yakışıklıydı! Boyu ve yapısı ile dikkatleri üstüne çekecek erkeklerdendi. Onun
spor yaptığını biliyordu Çağla. Hatta bir ara squash turnuvalarına katıldığını
duymuştu. Hızlı ve dikkatli olmayı gerektiren bu spor aynı zamanda kas yapısını
da geliştiriyordu. İşe yaradığı ortadaydı.
İkili sinemanın küçük
salonlarından birine doğru yürüyordu. O sırada Fatih, Tayfun Beyi fark edip
seslenince, şaşkınlıkla başını çevirdi. Kalabalık gruba önce boş bakışlarla
baktı. Sonra Çağla’yı görünce yüzünde soru ifadesi oluştu. Çağla, ikisini
birlikte sandığını anladı. En iyisi dikkatleri diğerlerinin üstüne çekmekti.
Bunu da Fatih zaten severek yaptı.
Fatih, önce Berna’yı tanıştırdı.
Sonra hafifçe eğilerek Tayfun’un kulağına doğru fısıldamaya başladı ama
sesi yakınında duran Berna tarafından rahatlıkla duyuluyordu. “Hani Abant
dönüşü biri var demiştim size, işte o! Çağla’nın arkadaşı.” Tayfun, önceden de
tanıştığı Berna’nın elini sıktı. Sadece hayırlı olsun, diye mırıldandı.
Sonra kızları selamladı.
Çünkü Elif hariç hepsi ile daha önce tanışmıştı. Ellerini sıkarken anımsadığını
belli ediyor, işleri hakkında küçük sorular soruyordu. En son Elif ve Doğan ile
de el sıkıştı. Doğan, Elif’i tanıştırmıştı.
Hepsi ile tek tek el
sıkışan Tayfun, yanındaki genç kadını tanıtmaya gerek görmeden, en sona kalan
Aycan’a döndü. Elini uzatmışken Aycan’ın diğer elinin Çağla’nın belinde
olduğunu fark etti. Elini geri çekme isteğini zorlukla bastırdı. O beldeki eli
oradan söküp atmayı çok istiyordu. Hatta sökerken o parmakları kırsa mıydı? İyi
ama hangi sıfatla yapacaktı? Kabul etmeliydi, kendisi yokken yeni biri daha
girmişti hayatına. Bu kız ne zaman durulacaktı? Bu ne kadar sürecekti? Artık erkek arkadaşlarını takip edemiyordu.
Kendisi yurt dışına çıkmadan önce hayatında kimse yoktu. Oysa geri döndüğü gün
yeni erkek arkadaşı ile burun buruna gelmişti. Bundan emin miydi? Belki de
önceden de vardı bu sevimsiz herif. Tatsız başlayan gecesi daha da iğrenç bir
hal aldığından kısa kesmek istedi. Zoraki sıktığı eli bırakıp başı ile herkesi
selamladı. Sadece hoş geldiniz diyen Çağla’ya en son baktı.
Tayfun Beyin gözlerinde bir
an kıvılcımlar gördüğünden emindi Çağla. Acaba Aycan’ı tanıyor muydu? Çağla’ya
göre olmadığını mı düşünüyordu? Eğer öyleyse de zaten üzülmesine gerek yoktu.
Bu akşamdan sonra bir daha görüşmeyecekti. Hem o kendi ilişkisini düzeltmeli,
diye düşündü. Çünkü yanındaki kadını, ne arkadaşları ile tanıştırmış, ne de
kadına gereken saygıyı göstermişti. Gerçi genç kadının da gruptakilerle
tanışmak gibi bir niyeti yoktu. Biraz havalı biriydi. Güzeldi ama soğuktu. Hem
de çok uzun boyluydu. Nerdeyse Tayfun kadar boyu vardı. Bakışlarını ayaklarına
çevirdiğinde buna şaşmadı. Neredeyse on beş santimlik topukların üstünde
duruyordu.
Tayfun, son kez Çağla’ya
baktığında onun da Nurgül’ü dikkatli bakışlarla incelediğini gördü.
Gözlerindeki anlamı çözmeye uğraştı. Sonra kendisine kızdı. Yanında erkek
arkadaşı vardı. Kendi kız arkadaşını merak etmesinin ardında, kadınsı merak
dışında başka bir anlam bulunmuyordu. Zaten kıskanmış biri en azından yüzünden
belli ederdi. Oysa Çağla, sanki çok normalmiş gibi inceliyordu Nurgül’ü.
Nurgül ise kendisine
yönelmiş bakışların farkında değildi. Burnu havada başka yerlere bakıyor, bir
ayağı ile yere vurarak acelesi olduğunu belli ediyordu. Tayfun onun bu tavırlarına zerrece
aldırmıyordu. Sadece daha fazla konuşacak bir şey kalmadığından yanlarından
ayrılmak istiyordu. Böylece canını sıkan ikiliyi de görmeyecekti.
Çağla, merakını
yenemeyerek, uzaklaşan çifti izlemeye devam etti. Genç kadının, Tayfun Beyin
elini tutmak istediğini, onun ise farkında değilmiş gibi elini cebine soktuğunu
gördü. Galiba kavga ederek gelmişlerdi… Şimdi biraz daha iyiydi!
Tayfun üç haftalık yoğun
seyahatten döndüğü gün Nurgül ile buluşup sinemaya gelmeyi hiç istememişti. Çok
sayıda salonun bulunduğu büyük sinemalardan birinde bir festival filmi vizyona
girmiş, Nurgül de kendisi gibi bir grup entel geçinen arkadaşı ile o filmi
izlemek için tam da bu akşama bilet almıştı. Tayfun, amcası ile buluşmayı ve
kendisi yokken neler olduğunu konuşmayı tercih ederdi. Nurgül’ün sinema sonrası
planları içinde eve gitmek de vardı. Bunu az önce kulağına fısıldayarak, filmin
sonrasında ödül vereceğini söylemesi de hoşuna gitmemişti. Neredeyse dört aydır
hiç sevişmemiş olmaları bu akşamı Nurgül için özel kılıyordu. Tayfun için de
özel olacaktı. Çünkü sevişmek değil ayrılmak için o eve gidecekti. En iyi
konuşulacak yer değildi elbette, fakat ayrılık sonrası onu bırakmak zorunda
kalacağı bir yer olmaması kapıyı çekip çıkması için ev idealdi.
Salona girdiklerinde yerlerini
gösteren çocuğa bahşişini verip oturdu. Nurgül’ün dışarıda konuştuğu grubu
sormamış olması kendisini ne kadar önemli gördüğünün bir başka ispatıydı. İnsan
sevgilim dediği erkeğin iş arkadaşlarını tanımak istemez miydi? Üstelik o
erkeklerin hepsinin yanında bir kız arkadaş vardı.
Çağla tarafından
tanıştırılmış kızlar!
Bu kızın etrafındaki
kızların da şirketindeki erkeklere düşkünlüğü tuhaftı. Bu durumda Yakup ile
Ali’den başka Çağla için alternatif kalmamıştı. Onlarla da bu aralar pek vakit
geçirmiyordu. ’Off Tayfun, boşuna kafa
yorma, çünkü yanındaki erkek yüzünden onlarla vakit geçirmiyordur. Nerden
biliyorum ki benim yurt dışına gidişimden önce böyle bir adamın olmadığını?
Aslında hata bende hala düşünüyorum onu. Beni umursamadığını hatta görmediğini
daha nasıl ispatlayacak bana?’
Filmin yarısı olduğunda daha fazla
dayanamayacağını hissetti. “Hadi gidelim. Tahammül edilecek gibi değil.”
“Hayatım, bu filmin
yönetmeni babamın çok yakın arkadaşı. Asla yarım bırakamam. Zaten bizim için
biletleri de temin etti.”
“Nurgül, kör müsün? Senin
sevgili arkadaşlarından başka iki kişi daha var salonda. Seni duyanda bu filme
bilet karaborsa sanır.”
“Ama aşkım, görmüyor musun,
ne kadar güzel anlatmış duyguları. O konuşmadan geçen sahneler ne çok şey
anlatıyor.”
“Benim uykumu getiriyor.
Zaten nerdeyse dört saatlik bir uçak yolculuğundan ve bunca yorgunluktan sonra
şuraya sürükledin. Bir de eziyet ediyorsun. Geliyorsan gel, gelmiyorsan da iyi
seyirler.”
Tayfun, sinemadan çıkmak
için yürümeye başladı. Nurgül’ün arkadaşlarına veda edip, gözlerine yaş
kondurarak koluna asılması kendisini yumuşatmak yerine daha da sinirlendirdi.
“Ama annen ile konuştum ve
senin bu akşam bana katılmanın onlar açısından hiç sakıncası olmadığını
söyledi.”
“Sen annemle bunu mu
konuştun?”
“Biliyorsun çok iyi
geçiniyoruz. Neden konuşmayacak mışım?”
Annesinin destek verdiği
biri olduğunu düşünmek Nurgül’ü biraz fazla cesaretlendirmişti. Oysa annesinin
öyle bir tavrı yoktu. Sadece kibar davranıyordu. Yine de bunu Nurgül’e
söylemedi. Az daha ısrar ederse eve bile gitmeyecek sinemanın kapısında terk
edecekti. Gerçekten çok sıkılmıştı. Şimdi daha çok pişman oluyordu yurtdışına
gitmeden bitirmediğine.
“Nurgül, bak…”
“Tayfun, beni biraz
seviyorsan içeri girer beni arkadaşlarımın yanında rezil etmezsin. Senin kaba
biri olduğunu düşünmelerini istemiyorum.”
Tayfun artık ipin
koptuğunun farkındaydı. Tüm iyi niyetlerini bu son cümle yerle bir etmişti.
Sadece arkadaşlarının yanında itibarını kurtarmak istiyordu. Hem de bir işe
yaramayan üç beş zibidiye karşı…
“Nurgül, yeter artık. Sen
ister gir ister girme ama seni…” cümlesini tamamlayamadan kadının şımarık
sesini duydu. “Hadi aşkımmm ne olursunnnn girelim içeriye. Bak sonra senin
istediğin her şeyi yapacağım! Hadiii beni seviyorsan!”
Tayfun istediğini elde etmek
için kadınlığını kullananlara zaten sinir olurdu. Üstelik bunu kendisine
yapması daha da iğrençti. Artık açık olacaktı. Tahammülü kalmamıştı. Olanca
net ve duygusuz bir sesle ama başkalarına duyurmayacak şekilde “Seni
sevmiyorum. Rahatladın mı? Seni sevmiyorum. Sana bu akşam bunu evde
söyleyecektim. Bu buluşmayı, senin tüm saçmalıklarına ve kaprislerine rağmen
kabul etmemin tek nedeni bunu konuşacak olmamdı. Şimdi yineliyorum ister gir
arkadaşlarınla filmi izle istersen bir taksiye bin evine git. Ama bundan sonra
beni arama. Bitti.”
*****
Çağla, ilk perdesi biten
romantik komediyi izleyemiyordu. Bunun iki nedeni vardı. Önemsiz neden Aycan
ile o akşam ilişkiyi bitirecek olmasıydı. Önemli neden ise az önce gördüğü
çiftin kendi üstünde bıraktığı ve anlamlandıramadığı duygulardı. Kızı çok
beğenmişti. Uzun boyuna rağmen oldukça yüksek topuklularla ne kadar rahat
yürüyordu. Manken miydi acaba? Hiç tanımıyordu ama öyle olduğunu düşünüyordu.
Tayfun beyin de çok sevdiğinden emindi. Bugün yurda dönmüş ve hemen onunla
buluşmuştu. Eh o kadar güzel bir kızdan üç hafta ayrı kalmış olması özlemesine
neden olmuştur tabii. ‘Ben de böyle
sadece beni düşünen bir erkek istiyorum. Dönüş gecesi bana koşacak kadar
yorgunluğunu umursamayacak bir erkeğin bana aşık olmasını istiyorum.’
Aranın bittiğini belli eden
zil sesi ile herkes hareketlendiğinde Çağla hala düşünüyor ve gözleri ile diğer
çifti arıyordu. Salondan çıkmaya bile gerek duymamışlardı demek ki!
Koluna dokunan Elif’in sesi
ile kendine geldi.
“Hadi giriyoruz içeri. Sen gelmiyor musun?”
“Geliyorum.”
İkinci perdeden de bir şey
anlamamıştı. Komedi olduğu için başkaları gülerken o da güldü. Daha önce
okuduğu listeden hangi maddeyi uygulasa da sinir ederek ayrılmasını sağlasa
diye düşünürken Aycan için o maddelerden daha etkili bir şey buldu. Bu adamın
bencil yapısı en sevmediği ama en etkili cümleyi kurdurtacaktı. “Sen benden
daha iyilerine layıksın” işte veda cümlesi bu saçma cümle olacaktı. Kim kimden
iyi, kim biliyordu ki?
“Ben biliyorum”
“Efendim?”
“Yok bir şey Aycan. Sen
filmi izle.”
Çağla, bunu da kafasında
haletlikten sonra karanlık salonda gözlerini gezdirdi. Fatih ile Berna birlikte
mutlu gözüküyordu. Zaten komedi filmi onları yakınlaştırmıştı. Birbirlerine bir
şeyler söyleyerek izliyor, sık sık da bakışıyorlardı. Çağla mutlu oluyordu
onları böyle görmekten. Diğer tarafta, koltuğuna iyice gömülerek arkalarında
oturanların perdeyi görmesini engellememek için çaba harcayan Doğan ile Elif
çok daha rahattı. Arkadaşlarının ara buluculuğunu yapmış olmak ve doğru
kişileri bir araya getirmekten mutluydu. Bir de kendisi için bunu başarsa!
*****
Tayfun, arabasına bindiğinde
kafasının biraz rahatladığını anladı. Evet bu iş kesin olarak bitmişti. Artık
başının ağrısı biraz azalacaktı. Sadece Çağla ağrıtabilecekti başını. O zaten
hiç ara vermiyordu ağrıtmaya. Bu akşam yanındaki zibidi kimdi? Üstelik eli de
belindeydi. İlk kez bir erkeğin Çağla’ya dokunduğunu görmüştü. Belki de o
yüzden sinirleri daha çok bozulmuştu. Hala nefesinin düzelmediğinden emindi. O
sahneyi hatırladıkça cinleri tepesine toplanıyordu. Eve gitmek istemedi.
Babaannesinin ışıklarına bakacak ayaktaysa ona uğrayacaktı. Bu saatte kendi
arkadaşlarını bile çekemezdi.
Birkaç dakika sonra
babaannesinin kapısını çalıyordu. Onun alışkın olduğu bir saatti. Kapıyı
açarken zaten yüzünde torununu rahatlatan gülümsemesi vardı.
“Gel bakalım deli oğlan.
Daha erken gelmeliydin ama öğrendiğime göre eve bile gidememişsin henüz. Neler
oldu anlat.”
“Afife sultan, uykun yoktur
inşallah.”
“Bu suratın yüzünden uykum
kalmadı. Anlat bakalım seni kim bu hale düşürdü mecnun.”
*****
Çağla, pazartesi günü işe
daha huzurlu geldi. Aycan sayfası da kapatılmıştı. Doğru insanı bulamıyordu.
Yirmi ikinci maddeyi bir daha bu kadar geç uygulamayacaktı!
Fatih, kapıdan girerek
doğru Çağla’nın masasına gitti. İki küçük hediye paketi bıraktı. Birinden güzel
bir bileklik çıkmıştı. Gümüş bileklik çok hoşuna gidince hemen koluna taktı.
Diğer kutudan da çikolata çıkmıştı. Çağla, mutlulukla baktı. “Keyfin yerinde!”
“Evet. En azından deneyecek
kadar güvendi bana.” Çağla, pazar günü arayan Berna’dan zaten bunları
öğrenmişti.
“Sen kendine güveniyor
musun?”
“Kesinlikle. İçin rahat
olsun.” Fatih daha genç duruyordu. Haftalardır bozuk olan morali bu hafta sonu
düzelmişti. Yüzünde de büyük bir gülümseme vardı. Çağla arkadaşının bu haline
sevindi. Kendisi de mutlu olacaktı. Umuyordu. Umut etmekten vazgeçmeyecekti…
Çağla, işe başladı. Yarım
saat kadar sonra kapı açıldı ve Tayfun Bey üç hafta sonra ilk kez kapıdan
girdi. Çağla da diğerlerine uyarak sesine verdiği neşeli tonla hoş geldiniz
dedi. O ise kısaca hoş buldum, diyerek odasına yürüdü. Yüzü asıktı. Kimse ne
olduğunu anlayamadığı için herkes kısa bir bakışmanın ardından işine döndü.
*****
Tayfun, az sonra odasından
çıkıp amcasının yanına gitti. Sarıldıktan sonra koltuklara oturup konuşmaya
başladılar. Pazar günü amcası evde olmadığı için görüşememişti.
İşler hakkında zaten
bilgiler almıştı ama yüz yüze konuşmak çok daha farklıydı. Yengesinin ve
kızların nasıl olduğunu da sordu. En sona şirket çalışanlarının neler
yaptıkları kalmıştı. Kimsede bir değişiklik yoktu. Ya da amcasının bildiği bir
şey yoktu. Bu da bir şeydi. O sırada Çağla kapıyı çalmış ve elinde iki tabak ve
iki çay olan tepsi ile odaya girmişti. Dağıtım sırası yine ondaydı.
Tayfun, onu gördüğüne mutlu
oldu. Üstelik tabakta onun yaptığından emin olduğu ıslak kek de vardı. Bu keke
çok mu anlam yüklüyordu? Öyle bile olsa, bugün işe geleceğini biliyordu ve
demek ki dün evindeydi. Bu iki şey yeterince anlamlı gelmişti.
Süleyman Bey, tabaktaki
kekleri görünce gülümsedi. “Tayfun, kaynanan sevecek mi desem. Bak en sevdiğin
kek varmış bugün. Çağla çok alıştırdın biliyor musun, pazartesi sabahları
kahvaltı etmiyorum kek yiyeceğim diye.”
Tayfun, bu konuşmadan geçen
pazar da kek getirdiğini tahmin etti. Demek ki yine evdeydi. Ama bu bir şey
demek olmayabilirdi. Belki o Aycan mıdır, Baycan mıdır, onun işi vardı
buluşamamışlardı. Nasıl daha farklı şeyler düşünüyordu ki? Tadı kaçmıştı. Tam
yemeyeceğini söyleyecekken Çağla, “Tayfun Bey oralarda yiyememiştir diye düşündüm.
Onun için yapmıştım.” dedi. Tayfun kulaklarına inanamadı. Bunu gerçekten
beklemiyordu.
Süleyman Bey,
duyduklarından sonra Tayfun’a dönüp baktı ama tek kelime etmedi. Tayfun yüzündeki
mutluluğu gizlemeye çalışıyordu.
“Teşekkürler Çağla, yine
çok güzel olmuş ve evet çok özlemiştim.” Tayfun bu cümledeki iki anlamında tam
yerinde olduğunun farkındaydı. Onu gerçekten özlemişti. Oysa o, kendisi
uzaklardayken yeni biri ile çıkmaya başlamıştı. Gerçi bu durum şirketteki
erkeklerin hiç biri ile çıkmadığı anlamını da taşıyordu. Çünkü Fatih ile Doğan
onun başka biri ile çıktığını bilirken Çağla şirketten birileri ile çıkmazdı.
Bari işin bu kısmı beni rahatlatsın, diye düşündü. Artık bu kadar küçük
şeylerle umutlarını arttırıyordu.
Çağla, tebessüm ederek
çıkmıştı odadan. Tayfun onun arkasından bakarken dalgınlıkla bir lokma daha
attı ağzına. Süleyman Bey, gülerek onun bu halini izledi. Sonra “Yengen bana
doğum günü yapıyor. İki hafta sonra cumartesiye başka plan yapma.”
Tayfun duyduğuna adapte
olmak için kendisini zorladı. “Yapmam da sen nasıl razı oldun?”
“Ellinci yaş günüm olunca
itirazım yeterli olmadı. O benden çok daha ısrarcıydı.”
“Yengem, yendi seni yani.”
“Öyle. Annem de ondan yana
olunca benim hiç şansım kalmadı.”
“Yokmuş.” Tayfun dünden
beri ilk kez gülmüştü. “Başka bir şey yoksa ben işime başlayayım.”
“Yok şimdilik.”
Amcasının odasından
çıkarken ailesini düşünüyordu.
Babaannesi ile saatlerce
konuşmuştu ama ona doğum gününden bahsetmemişti. İlginç bir kadındı Afife
Sultan. Babasından on yıl sonra amcasını doğurmuş, kocasının genç yaşta
kaybından sonra iki oğlunu tek başına büyütmüştü. Aileyi hala o idare ederdi.
Kendi babasının ölümünden sonra annesinin de uzaklaşmasına izin vermemiş,
gelinini her zaman yakınında tutmuştu. Tayfun’un annesine defalarca kez
evlenmek isteyip istemediğini de sormuştu. Tayfun, annesinin ikinci kez
evlenmeye hiç yanaşmadığını biliyordu. Babasına olan aşkından sonra bir
başkasını hayatına sokamamıştı.
Kendisi de böyle bir aşk
istiyordu. Artık, ‘aşk’ hayatında çok daha önemli bir yer edinmişti.
Karşılıksız olmasına rağmen Çağla’ya olan aşkının her geçen gün büyüdüğünün
farkındaydı. Sabırla onun da kendisini fark etmesini bekleyecekti. Şimdi
önceliği onun hayatındaki şu erkeğin ne olduğu idi. Acaba Fatih ile konuşsa
mıydı? Ama bunun için çok erkendi. Ona soramazdı.
İnsanların duygularını
harekete geçirmeyen, sadece tutku ve şehvetle hareket ettiği ilişkilerden
sıkılabileceğini asla aklına getirmezdi. Şimdi ise öyle bir ilişkiyi yaşamayı
aklından bile geçiremiyordu. Aylardır hayatı işi ve evi arasında geçiyordu.
Galiba büyüyordu!
İki gündür cep telefonuna
gelen mesajları ve aramaları artık kanıksamıştı. Mesajların hiç birini
açmamıştı. Nurgül’ün ne yazdığını zerrece merak etmiyordu. Telefonlarını da
açmadan kapatıyordu. Büro telefonlarının, arayan numarayı gösterenlerden olması
çok işine yaramıştı. Tanımadığı numaraları da açmayarak kendisini gereksiz
konuşmalardan uzak tutuyordu.
Tek tesellisi Nurgül’ün
büroya gelmeyeceğini bilmekti. Çünkü onun egosu bu kadar insan içinde
reddedilmeyi kaldıramazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder