Kar Yağıyor Aşkıma
-Biz de şans olsa şu kurabiye hırsızı hikayesindeki gibi bir
olay yaşardık ama sonunu bildiğimiz için de kurabiyemizi çalmakla suçlamazdık.
-Sen etrafı kesip duracağına koreografiye çalışsana. Bu
büyük gösteri ve hatasız olmazsan sahneye, yerleri süpürmek için çıkarsın
ancak.
-O niyeymiş? Benden iyi kaç dansçı var?
-Sayayım mı?
-Çok kötüsün. Evet kendimi vermediğimde kötü dans ediyorum
ama bu sefer öyle olmayacak.
-Muzaffer hoca öyle demiyor ama Zuhalciğim.
-Ayşıl, Muzaffer hoca kendisinden başka kimi beğeniyor
söyler misin? Duyan da dünyanın en iyi hocası sanacak.
-Biraz daha devam edersen o seni duyacak. Buraya doğru
geliyor.
-Duymadı değil mi?
-O duymadı ama ben duydum, küçük hanım.
Konuşan, karşı koltuktaki genç adamdı. İlgiyle bizi
izlediğinin farkındaydım ama konuşmalarımızı dinlediğini belli edecek kadar
rahat davranacağını düşünmemiştim. Zuhal, utanarak baktı adama,
-Siz de söylemezsiniz olur biter. Dediğinde adam bir süre
baktı. Sonra bana döndü, kısa sürede bana baktı ve başını olur anlamında
salladı.
Bu arada Muzaffer hoca yolunu kesen diğer dansçılarla
konuşmaya başladı. Bir süre daha yanımıza gelemeyecek. İyi hoş ama çok geveze
biri. Aynı sahneyi beş farklı açıdan anlatması ile meşhur. Çoğunda ilkinde
anlıyoruz ama üçüncüden sonra karıştırıyoruz. Bunu bir o anlamadı ne yazık ki.
Hala beş kereden az anlatmıyor!
Yine düşüncelerim karşı koltuktaki adama gitti. Ne kadar
rahattı gerçekten. Ölçmüş tartmış ve karar vermiş gibiydi. Zuhal, Muzaffer
hocadan tarafa kısa bir bakış attıktan sonra karşımızdaki adama döndü ve
minnettar bir ifade ile gülüp başını eğdi. Bu kız adamı beğendi galiba. Gerçi
beğenilmeyecek gibi değil ama ne de olsa bir yabancı. Bu kadar belli etmesi
doğru mu? Kıskandım sanırım. Ayıp ediyorum. Arkadaşım birini beğendi ve ben o
beğendiği adamı beğendiğim için kıskançlık duyuyorum. En iyisi az önce
yaptığıma dönmek. Koreografiyi aklımda çalışmak.
Bu göründüğü kadar kolay değil. Çünkü sizi uzaktan izleyen
biri deli olduğunuzu düşünebilir. En iyisi kulaklıklarımı da takmak ve müzik
dinlediğim için kafamı salladığımı sanmalarını sağlamak…
İşte yine ayaklarım ve başım harekete geçti. Sahneye
girişimiz, atılacak adımlar, sayılar, dönüşler… hepsini adım adım tekrarlamak
en güzeli.
Zuhal kolumu tutup sarstı.
-Ne var?
-Dünyadan Ayşıla… Kızım duymadın mı anonsu?
-Duymadım.
-En az iki saat daha rötar yapacakmış uçak.
-Ciddi misin? Zaten bir saat yapacak denmişti. Bir saat daha
mı bekleyeceğiz?
-Yok canım. İki saat daha bekleyeceğiz. İlk bir saat doldu
geçti gittiiii
-İnanmıyorum. Kar da yağacak günü buldu. İki saat sonra
başlasaydı şimdi çoktan Kıbrıstaydık.
-Sağ sağlım gidelim de geç gidelim.
-Zuhal, senin popon uyuşmadı mı? sandalyeler berbat. Adamlar
saatlerce oturulsun diye yapmamış ki.
-Senin narin poponu düşünmemişler mi hayatım. Benim gibi
yap. Altına kalın eşofman ya da havlu koy. Rahat edersin biraz.
-Keşke karşı taraftaki koltuklara otursaymışız. Onlar
yumuşak.
-Ve doğal olarak dolu. Kimse kalkmıyor ki yer kapalım.
-Ben de orada otursam tuvalete bile gitmek için kalkmazdım.
-Tuvalet dedin de, ben gidiyorum. Sen yerimi tut. Bir şeyler
alayım mı dönüşte?
-Kurabiye ve kahve. Lütfennnnn
-Kurabiye yiyerek poponu bu kısa sürede büyütemezsin.
-Taktın popoma. Kızım sen şöyle tatlı kurabiye al da şekerim
düşüp gırtlağını sıkmayayım. Hadi naşşşş
-Naşladım.
Seviyorum bu deli dolu kızı. Üç yıldır aynı dans
grubundayız. Turnelerde de oda arkadaşıyız. Onunla anlaşmak kolay. Sanırım o
yüzden seviyorum onu. İnsanı zorlamayan bir yapısı var. Bugüne kadar hiç kavga
etmedik. Bundan sonra da olmaz inşallah. Allahım annem gibi konuşmaya başladım.
Birazdan da maşallah derim. Ama karşımdaki adamın gerçekten maşallahı var. Tu
tu tu nazar değmesin… eh bu kadar saçmalığı aklımdan geçirince doğal olarak
gülmeye başladım. Kulağımın dibinde bir ses “Neye gülüyorsun?” dediğinde
sıçradım.
-Tolgacığım, seni zerre ilgilendirmez.
Bu çocuk her fırsatta dibimde bitmekten vazgeçmiyor. Grupta
ne kadar kız varsa flört ettiği için kimse ciddiye almıyor. Yine de o
denemekten vazgeçmiyor. Hakkında bir de dedikodu var ama ispatlanamadı.
Kızlardan birini hamile bırakıp sonra da kızı başından atmış. Kız da kürtaj
yaptırmış. Mışlı anlatıyorum çünkü ben gruba girmeden önce yaşanmış olaylar.
Çok fazla bilgi yok ama bu kadarı bile ondan uzak durmak için yeterli. Gerçi
baş erkek dansçı olduğu için benim uzak durmam mümkün değil. Yine de dansın
haricinde yanıma yaklaştırmamayı tercih ediyorum.
Biz konuşurken karşımızdaki adam bizi izlemeye başladı. Daha
doğrusu bizi izlemeyi hiç bırakmamış gibiydi. Tolga da fütursuzca konuşmaya
devam ediyordu.
-Nedenmiş o ışıldağım.
-Senin ışıldağın değilim ve neye güldüğümü söyleyeceğim en
son kişi sensin. Git başka kızlara takıl.
-Başka kız istemiyorum. Neden anlamak istemiyorsun? Sen beni
pervane gibi kendine çeken ışıksın. Ateşinde yanacağımı biliyor ama yine de
geliyorum.
-Romantiğe bağladın ama unutma seni üç yıldır tanıyor ve bu
sözleri herkese söylediğini biliyorum. Hadi arkadaşım, başka kızlara.
-Ayşıl, ciddi olduğumu anladığında tüm bu sözlerin için özür
dileyeceksin.
-O gün gelsin düşünürüm. Şimdi bunu asla dert edinemem.
Biraz daha oturdu ama Zuhal’in geldiğini görünce
kalktı. Henüz Zuhal yerine ulaşmadan
karşımdaki adam yine laf attı.
-Belki ciddiydi? Neden şans vermedin?
-Teşekkürler almayayım.
-Neden? Aynı gruptansınız. Hayatında kimse yok ki, gelip
sana teklif edebiliyor. Yakışıklı da. Gerçi biraz havai gibi. Yine de adam
edebilirsin!
-Bayım, siz kendi işinize baksanız ve bizi izlemekten
vazgeçseniz, nasıl olur? Ayrıca şunu da söyleyeyim. O yedisi, yirmi yedisi ve
yetmiş yedisinde asla değişmeyecek erkeklerden. Üstelik kimseyi adam etmeye
niyetim yok.
-Açıklama için teşekkürler.
Ne kadar saçma sapan bir muhabbet. Etrafımızda bir sürü
insan var. Çoğu bizim farkımızda bile değil. Bir kısmı da uyuyor. Ama biz iki
birbirini tanımaz insan aradaki iki metrelik mesafeye rağmen muhabbet ediyoruz.
Daha doğrusu birbirimize laf sokuyoruz. O sırada Zuhal de yerine oturmuş bize
bakıyordu. Kısık sesle, neler oluyor, diye sordu. Aynı şekilde yanıt verdim.
Yok bir şey!
Kahve ve kurabiyelerimizi afiyetle yemeye başladık. Az
önceki anonsun üstünden sadece on dakika geçmişti. İki saat nasıl geçecekti?
Kitabımı çıkartıp okumaya karar verdim. Sırt çantamın içinde ne ararsanız var.
İyi vakit geçirmeyi seviyorum. Müzikten kitaba, sihirli küpten, katlanmış
satranç takımına kadar her şey sırt çantamda. Tedbirli olmak iyidir. Önce biraz
kitap okuyayım. Sonra belki satranç oynarız.
Benim kitap okuma maceram on beş dakika sürdü. Yani ben öyle
tahmin ediyorum. Çünkü kitabım kucağımdan düşünce uyandım. Allahım rezilliğe
bakar mısınız? Uyumuşum. Başım önüme düşmüş. Saat daha on bile olmadı. Ne
uykusu bu? Kötü hava, kapalı mekan, uğultu ve sıkıcı kitap uykusu. Başka
mazerete gerek var mı?
Ben kendimi toparlayıp kitabımı alana kadar karşı koltuktaki
adam almış bana uzatıyordu bile. Benim kadar seri dans edebilen biri için ne
kadar utanç verici bir yavaşlık bu. Acaba bilinçaltım mı yavaşlattı beni? Ne
yapacağını mı merak ettim? Bu mümkün. Çünkü uyuduğumu anlar anlamaz ilk
yaptığım ona bakmak oldu.
Zuhal ne yapıyor? O da bakıyor mu adama?
Uyuyor.
Kitabımı alırken aklımdan geçen onlarca düşünceye rağmen
teşekkür etmeyi unutmadım.
-Önemli değil. Sıkıcı galiba? Hemen uyuttuğuna göre.
-Biraz öyle. Ama tek mazeret kitap değil. Ortam da ne yazık
ki uyutuyor.
-Yeni bir kahve ya da çay iste misin? Deminki bitmeden
uyudun!
-Teşekkür ederim.
-Teşekkür ederim ne? İster misin, istemez misin?
-İstemiyordum ama şu an burnuma mis gibi kokuyor.
-Yerime göz kulak olursan hemen alır gelirim.
-Olurum.
Bu adam bana asılıyor. Ve ben bu adamın bana asılmasına
çanak tutuyorum. Yeniden Zuhal’e baktım. Aramıza bir erkek girsin istemem ama
bu adam çok ilgimi çekiyor. Üstelik o da benimle ilgileniyor gibi. Ne olduğunu
bilmeden arkadaşıma sırtımı dönmek doğru mu? Doğru nedir? Bilmiyorum. Çünkü
kendimce hayaller kurmaya başlamamın önüne geçemiyorum. Üstelik bu hayalleri
kurmamak gereken tek yerdeyiz. O bir yana ben bir yana gideceğim. Bir daha ne
arar ne sorarız. Yani bu masum bir vakit geçirme flörtünden öteye geçmeyecek
bir yakınlık. O zaman zararsız!
Koltuğuna montunu bırakmıştı. Yine de oturmak isteyenler
olunca müdahale ettim. Görev adamıyım işte. Bana verilen işi en iyi şekilde
yaparım. Bunun alt tarafı bir koltuğu korumak olması önemsiz bir ayrıntı.
Kahvenin yanına iki tane de ayçöreği almış. Ne kadar severim
bu tadı… tatlı ile az tuzlunun karışımı. Minnetle baktım yüzüne. Uzun zamandır
yememiştim. Uzun zaman da yemeyeceğim. Bu akşam istisna. Yediklerimize dikkat
etmemiz gerekiyor. Gerçi bizim kadar hareket eden kişiler ne yese yakar ama
yine de özen şart!
-Senin de sevmen iyi oldu. Görünce dayanamadım. Önce sana
almayayım dedim ama benimkinden istersen vermek zorunda kalırım diyerek fazla
aldım.
-Kesin isterdim. Çok seviyorum çünkü.
-Neyse ki kendiminkini kurtardım. Afiyet olsun.
Yerine geçip oturdu. Ben keyifle ayçöreğimi ikiye böldüm.
Önce tombik kısımlarındaki kekli yerleri yedim. İki ucu sona bıraktım. Dondurma
külahının dibi gibi, bu sert uçları en son yemek de çok keyifli.
Kahvem biraz sertti ama tatlıyla iyi gitmişti. Demek ki sert
kahveden hoşlanıyordu.
Kahveyi nasıl sevdiğini öğrenmiştim. Ayçöreğini
paylaşmayacak kadar çok sevdiğini de biliyordum. Ama adını hala bilmiyordum. Kendi
kendime gülmeye başladım.
-Neye güldüğünü sorarsam, az önceki arkadaşın gibi tersler
misin?
-Sen de güleceksin. Sert kahveyi, ayçöreğini, başkalarının
konuşmalarını dinlemeyi sevdiğini biliyorum ama adını bilmiyorum.
-Senin adına çok yakın. Aydın
-Benim adıma mı?
-Ayşıl ile Aydın nerdeyse aynı anlamda.
-Evet, ama nedense aklıma Aydın ili geldiği için
bağdaştıramadım.
-Dolunay zamanı doğmuşum. Ay çok aydınlatmış her yeri. Dedem
de adımı Aydın koymuş.
-Benimki değişik olsun diye konan isimlerden. Hikayesi yok.
-Eminim, gözlerindeki ışığı görüp koymuşlardır.
Bu adam iltifat etmeyi biliyor. Keyfim iyice yerine geldi.
Fakat bu cümleden sonra dakikalarca tek kelime etmedi. O sırada yine anons
yapıldı. Zaten daha bir saat bile dolmamıştı. Uçağın gece ikide kalkması planlanıyordu.
Zuhal hala uyuyordu. Uyandırmanın gereği yok. Kulaklıklarımı takıp müzik
dinlemeye başladım. Arada bir karşımdaki adamı da inceliyordum. Tabii o bana
bakmıyorsa bunu yapıyor, başını çevirdiği an ben de bakışlarımı kaçırıyordum.
Nereye gidecek acaba? Ve en önemlisi birisine mi gidecek?
Tüm uçuşlar ertelendiği için hangi uçuşu beklediğini de anlamıyorum. Pür dikkat
hareketlerini takip ediyorum.
Havaalanı bir anda hareketlendi. Umutla yerimden doğruldum
ama hareketin sebebi kısa sürede anlaşıldı. Beklemekten sıkılan biri
görevlilerle kapışmış.
Zaten kar yağması o hain görevlilerin suçu(!)
Hem üstelik onların koltukları da yumuşak.
Kız tabii. Hatta döv. İçin rahatlasın.
Kardeşim, Allah’ın karı için kimi suçluyorsun? Asıl
kabahatli olan bugüne bilet alan sensin. Olayı neden bu açıdan düşünmüyorsun?
Ben hareketin nedenini anlayınca koltuğuma yeniden gömüldüm.
Bu arada altıma kalın bir şeyler koyduğum için artık daha az rahatsız oluyor,
daha çok sıkılıyorum. Zuhal ile satranç mı oynasam? Hala uyuyor! O kadar sese
uyanmadı. Müzik dinlemeye devam edeyim.
Saat ilerledikçe kar yağışı artıyor. Uzunca bir süre camdan
dışarıya baktım. Havaalanının ışıkları altında kar çok güzel yağıyor. Şu an
hayatımdan birkaç saati çalsa da güzel olay kar yağışı. Keyfini çıkartmak için
bakmaya başlayınca tüm beklediğim saatler uçtu gitti aklımdan.
Biraz daha seyrettikten sonra başımı koltuğun arkasına
yasladım. Biraz uyumak istiyorum. Saat on iki oldu.
Aydın da uyuyor.
Fırsat bu fırsat dedim ve onu rahatlıkla incelemeye
başladım. Kahverengi saçları biraz uzun. Alnına dökülen kısmı yüzünü çok güzel
gösteriyor. Allahım ne kadar güzel bir burnu var! Benim burnumun yanında
mükemmel duruyor. Dudakları da güzel. Alt dudağı biraz daha dolgun. Sakalı
bıyığı yok ama saatlerin etkisi ile sakllarının uzamaya başladığı belli oluyor.
Kirli sakal da yakışır. Gözlerini kitabımı verirken yakından görmüştüm. Uzun
kirpikleri var. Gözleri de badem şeklinde! Bir kadının kendisinde isteyeceği
güzellikte hatları var. Ama bu hatlar çok erkeksi bir hava vermiş. Omuzları da
geniş. Spor yapıyor belli. Kazağın altından bile belli oluyor kasları. Çok
çekici bir erkek. Uzun zamandır beğenerek baktığım tek erkek.
-İncelemen bitti mi?
Korkuyla sıçradım. Zuhal uyanmış. Neye baktığımı fark etmiş,
dalga geçmeye başlamıştı.
-Zuhal, bir şey sorabilir miyim?
-Sor
-Senin de beğendiğinin farkındayım. O beni seçse bozulur
musun?
-Neden bozulayım? Adam çekici. Kabul. Fakat tek taraflı
ilgilerin sonucu hüsran olur. Ayrıca… benim onu beğendiğimi nereden çıkarttın?
Adam en başından beri sana bakıyordu. Ben de yakışıklı bulduğum için şöyle bir
baktım o kadar…
-Ciddi misin?
-Ciddiyim. İçin rahat olsun.
-Ya işin doğrusu Aydın’ın beni beğenmesinin ne önemi var ki?
Bir daha görüşmeyeceğiz.
-Aydın mı? Ne zaman tanıştınız?
-Sen uyurken.
-Eee neler konuştunuz?
Kısaca anlattım. Zaten kısa konuşmuştuk. Daha da kısa
anlatınca bir şey kalmadı geriye.
-Bu kadar mı?
-Evet.
-Boş ver o zaman Ayşıl. O kadar fırsat yaratmışsın o devam
ettirmemiş. Evlidir belki.
Aydın hala uyuyordu. Ellerine bakmak istedim ama göğsünde
kavuşturduğu için parmaklarını göremedim. Kitabımı ve kahveyi uzatırken
ellerine bakmamıştım.
-Bilmiyorum. Haklısın boş vermek lazım.
İçim sıkıldı. Umut etmişim demek ki! Zuhal koluma girip
başını omzuma yasladı.
-Uyu hadi sende.
-Haklısın. Sabaha kadar buradayız sanırım. Bu saatten sonra
uçak kalkmaz.
Gecenin üçü olduğunda yeniden uyandım. Omzum uyuşmuş. Zuhal
hala uyuyordu ama ben kıpırdayınca uyandı. Karşımda ise yine bizi izleyen Aydın
oturuyordu. Bacaklarını uzatmış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Onun da
artık sıkıldığı her halinden belli. Kar yağışı da devam ediyor. Tüm uçuşlarda
ertelemeler yanıp sönüyor. Anonslar da seyreldi iyice. Artık personel de umudu
kesmiş vaziyette. Evlere dönmek de dert olacağı ve ne zaman uçulacağı belirsiz
olduğundan havaalanı işkencemiz devam edecek.
Koltuktan kalktım. Biraz daha hareket etmezsem koltuk şekli
alacağım. Bu kez ben içecek bir şeyler alıp geleceğim. Ama önce ihtiyaç molası!
Adım atmak çok güç. Sadece omzum değil bacaklarım da
uyuşmuş. Nihayet normal yürümeye başladığımda en az on adım atmıştım.
Tuvalet boş. Çıkınca ellerimi sıcak su ile yıkadım. Sonra
yüzümü, boynumu da aynı şekilde yıkayıp biraz kan dolaşımımı hızlandırdım.
Artık daha iyiyim. Saat kahve için biçimsiz. En iyisi çay içmek! Üç tane çay
aldım. Yiyecek olarak fazla tatlı tüketmiştim. Bu kez tuzlu tercih ettim. Sonra
da dayanamayıp bir kesekağıdı dolusu kurabiye aldım.
Tepsiyle taşıdığım çaylardan ilkini Aydın’a verdim. Teşekkür
ederek aldı. Hakkına düşen tuzluları da plastik tabağı ile uzattım. Keyifle
gülümsedi. Tek şeker attı çayına. İşte onun hakkında bir küçük bilgi daha!
Zuhal ile aramıza koyduğumuz tepsiden hem yedik hem içtik.
Bitirdiğimizde tepsiyi yere koydum. Zuhal yine uyuma pozisyonu alınca Aydın
seslendi.
-Siz burada uyuyun isterseniz. Daha yumuşak burası!
Yumuşak koltuğu Zuhal’e teklif etti!
Ah salak kafam. Neden buna bozuluyorum ki? Adam böylece
benim yanıma oturacak. İlk aklımdan geçeni hemen yok ettim. Çünkü Zuhal
sevinçle kıvrılmıştı bile yeni yerine. Aydın da yanıma otururken mutlu
gözüküyordu.
-Rahatsız etmem değil mi?
-Hayır.
-Yine de uykun geldiğinde söylemen yeterli.
-Gelirse söylerim.
-Arkadaşınla çok yakınsın galiba?
-Evet, üç yıldır bir aradayız.
-Çok uzun bir süre değilmiş.
-Ne için?
-Sağlam bir arkadaşlık için.
-Bazı şeyler için uzun süre geçmesine ihtiyaç duymuyor
insan. Onu ilk gördüğümde kanım ısınmıştı.
-İlk görüşte aşk gibi!
-Sayılır. Bizimki daha çok arkadaşlık.
-Elbette. Aksini düşünmek bile istemem.
İmaya ikimiz de güldük. Çok merak ediyordum ama bir türlü
soramadım. Nereye gidiyor acaba? Neden soramıyorum?
Çünkü yanıttan korkuyorum. Çünkü bir kez daha görmemekten
korkuyorum. Çünkü öğrenirsem terk edilmiş gibi hissetmekten korkuyorum.
-Aklından neler geçiyor?
Söyleyemem. Ama yanıt vermem lazım.
-Satranç bilir misin?
-Biraz bilirim.
Şüpheyle baktım. O güzel saçların altındaki kaşları alaycı
bir kalkış mı sergiledi? Gözleri ise olabildiğince ciddi duruyor.
-Ben de biraz bilirim. Oynayalım mı?
Bir saat kadar oynadık. İkimiz de birazdan fazla
biliyormuşuz. Üstelik Zuhal gibi yavaş oynamıyor. Çok hızlı karar veriyor. Ben
de hızlıyımdır. Keyfi de öyle çıkıyor. O kadar düşünerek oynayınca kazanırsın
tabii. Hindi gibi düşünmeye ne gerek var. Babam duymasın. Bana öğretirken hızlı
ve hatalı oynadığım her hamleden sonra bana düşün biraz, derdi. Ben de ona,
hindiler düşünsün, derdim. Tabii genelde de beni yenerdi.
Şimdi ise ikimiz de çok keyifle oynuyoruz. Kesekağıdındaki
kuru pastalar ise çok işe yaradı. Sandalyenin üstünde duran kesekağıdına
genelde sıra ile ellerimizi sokup alıyorduk. Bazen o sıra karışıyor ve
ellerimiz birbirine dokunuyordu. İşte o dokunuşlar benim çok hoşuma gidiyordu.
Son kalanı ikimizde almak için hamle yaptık. O daha önce elini sokunca ben geri
çekildim. Son kuru pastayı çıkarttı. Yüzüme gülümseyerek baktı ve ortadan ikiye
bölüp yarısını ağzıma uzattı.
Bu kadar yakınlık fazla geldi. Ter içinde kaldım bir anda.
Alt tarafı dudaklarımın arasına küçük bir parça kuru pasta bıraktı. Beni gören
de saatlerce öptü sanır.
Ben hayallere dalmışken o yeni bir hamle daha yaptı bile. Piyonları
kaptırmaktan korkmayan bir savaşçı var karşımda. Yan oturmaktan biraz belim
ağrıdı. Ben gayet zayıfım ama o yapılı. Yanımda oturunca daha da iyi anladım
ebat farklılığını. Çok geniş omuzları var. Orada uyumak nasıl olur acaba?
Hoppsss ben nerelere daldım yine? Tabii bu düşünceler
dalgınlığa, dalgınlık yanlış hamleye, yanlış hamle de oyunu vermeme neden oldu.
Olsun düşünce suçu işlemekten yediğim cezaya sayarım.
-Bir kez daha oynayalım mı, sıkıldın mı?
-Sıkılmadım ama uyuştum. Biraz yürüyeyim. Gelirim.
-Sen dönünce de ben bacaklarımı biraz açarım.
Hızlı adımlarla ve ufak germe hareketleri ile kaslarımı yeniden
çalıştırmaya başladım. Bekleme salonunu iki kez turladığımda tüm vücudumda kan
akışım hızlanmıştı.
Geri döndüğümde saat sabaha karşı beşe çeyrek vardı. Aydın
beni görünce yerinden kalktı.
-Koltuğumu kaptırma kimseye. Zuhal’e bile. Dedi.
Yerinden memnun demek ki. Oyun oynarken bekar olduğunu
öğrendim. Ama hala nereye gideceğini soramıyorum. Çok komik bu. İsterse yeniden
görüşebiliriz. Ben isterim. Önemli olan, onun benim isteyeceğimi bilmesi. Bunu
ona anlatmam lazım.
Yirmi dakika sonra geldi. Onun da yüzüne renk gelmiş. Ben bu
arada saçlarımın artık çok kötü gözüktüğüne karar verip dans ederken de
kullandığım üç kat saç bandımı başıma takmıştım.
-Yüzünün tüm güzelliği ortaya çıkmış.
-Teşekkür ederim.
-Gruptan birileri daha uyanmış. Sanırım saat dokuzda
kalkabilecekmiş uçak.
-Çok kötü oldu bu. Akşam ilk gösteri var ve prova yapacak
hal kalmadı kimsede. Sadece kostümlü provayı yapabiliriz.
-Burada yapın.
-Burada mı?
-Evet. Havaalanı güvenliğine söyleriz. Madem bizi
gideceğimiz yere yollayamıyorlar o zaman iyi ağırlasınlar.
-Muzaffer hoca izin vermez.
-Verir.
-Nereden biliyorsun?
-Ağabeyimi iyi tanırım. Çok konuşur ama dans edeceği
fırsatları asla kaçırmaz.
Tek duyduğum ‘ağabeyim’ kelimesiydi. Aydın, Muzaffer hocanın
kardeşi miydi? Ama yaş farkları çoktu!
-Ağabeyin mi?
-Evet.
-Allahım, bu gerçek bir kabus. Zuhal ile neler konuştuk
öyle.
Düşünüyorum ama aklıma gelmiyor söylediklerimiz. Yüzüme
bakıp pis pis sırıtmaya başladı.
-Eğer, benimle yarın öğlen yemeğine çıkarsan ağabeyime bir şey
anlatmam.
-Şantaj mı yapıyorsun?
İşte bunu beklemiyordu. Gülmeye başladı.
-Evet.
Yüzü ne kadar güzel oluyordu güldüğünde. Evet beni şantaj
yaparak yemeğe davet ediyordu ama bunu yaparken kesinlikle ciddi değildi. O
zaman ben de dürüst olmalıydım.
-Niye ki? Şantajsız da teklif etsen kabul ederdim.
-İşimi şansa bırakmak istemedim.
Artık sormama gerek kalmadı. Bizimle aynı uçağı bekliyormuş!
-Sana sormaktan korkmuştum.
-Neyi?
-Nereye uçacağını
-Neden korktun?
-Yanıtı sevmemekten.
-Aynı uçaktayız. Aynı yere uçuyoruz. Aynı otelde kalacağız.
Yarın, tabii uçabilirsek, seni Kıbrıs’taki en güzel lokantaya götüreceğim. Üç
gün sonra yine aynı uçakla döneceğiz ve ben seni burada görmeye devam edeceğim.
Bu yanıtı sevdin mi?
-Sevdim.
Evet, çok sevdim. Etrafımızda herkes uyurken biz yeni bir
aşka yelken açtığımızın farkındaydık. Artık konuşmalarımız daha çok birbirimizi
tanımaya yönelikti. Muzaffer hocanın kardeşi olması bir yana iyi bir dansçı
olduğunu da öğrendim. Artık aynı grupta dans edeceğiz. O henüz baş dansçı
olmayacak. Çünkü gösteride baş dansçı belli ve son anda değişmez. Zamanla
roller değişecektir. Bu benim için çok güzel çünkü kadın baş dansçılardan biri
de benim. Belki bir gün onunla dans edeceğim. Tabii tüm bunlar olurken neler
yaşayacağımızı bilmiyorum. Tek istediğim gerçekten sevmeye değer birisini
bulmuş olmak…
-Ağabeyim güvenlik ve yetkililerle konuşmuş. Saat yedi gibi
prova yapılmasına izin vereceklermiş.
Ben düşüncelere dalmışken o telefonla konuşmuş. Hiç fark
etmedim. Gülümseyerek döndüm ona. O da gülüyordu. Yüz hatları ne kadar çok
duyguyu yansıtıyordu.
-Seninle ilk kez dans edeceğiz. Üstelik havaalanında. Bunu
hiç unutmayacağımızdan eminim.
-Ben de. Bu geceyi asla unutmayacağım.
Saat altı olduğunda biz hala konuşuyorduk. Bir ara esnedim.
Hemen koltuğa sırtını yasladı. Bir kolunu omzuma sarıp az önce hayal ettiğim
omza başımı yasladı.
-Biraz daha uyu. Prova öncesi güç toplaman lazım.
O omza yaslanmak ne kadar normaldi. Sanki tüm hayatım
boyunca orada uyumayı beklemişim gibi.
-Aydın…
-Efendim?
-Yok bir şey.
-Söyle
-Uykum var.
-Uyu o zaman ama sonra alacağım söylemediğin cümleyi senden.
Çok zor o. Birkaç saat önce bu omuzlarda uyumanın ne kadar
güzel olacağını düşündüğümü söyleyecek değilim. Aramızda kol koyma yerinin bile
olmaması sayesinde biraz daha yaklaştı.
-Kar hala yağıyor!
-Yağsın.
-Üşümüyorsun değil mi?
-Üşümüyorum.
-Uyumayacak mısın?
-Uyuyacağım. Sen burada mı olacaksın? İstersen omzunu rahat
bırakayım?
-Ben burada olacağım.
Yarım saat sonra Zuhal ikimizi de uyandırdı. Yüzünde aptal
bir sırıtmayla bize bakıyordu. Muzaffer hoca onu uyandırmış, bizi uyandırmasını
istemiş. Kızardım mı? Galiba kızardım. Babama yakalansam bu kadar utanmazdım.
Aydın, benim aksime çok rahattı.
-Ağabeyim kızmaz merak etme.
-Nereden biliyorsun? Daha önce de yakalandın sanırım?
-Kıskançlık yok. Ağabeyim de yaşadı bunları. Yengem
dansçıydı.
-Tamam kıskançlık yapmam.
Bakalım az sonra provada sen ne yapacaksın Aydın bey? Tolga
ile dansımı izle de sonra konuş.
Zuhal hala gülüyordu bana.
-Bu gece neler olduğunu bana tek tek anlatacaksın.
-Anlatırım. Ama gördüğün gibi çok güzel şeyler oldu.
-Tamam şu provamızı yapalım. Çantaları da alacağız. Sonra
oturmaya yer bulamayız ama ne yapalım. Gösteri her şeyden önemli.
-Prova bir saatten uzun sürerse zaten oturman gerekmez.
Uçuşlar başlayabilir.
Bayanlar tuvaletinde üstümüzü değiştik. Taytlarımızın üstüne
bol paçalı pantolonlarımızı giydik. Gösterideki eteklere yakın olsun diye böyle
çalışıyoruz. Erkeler de tayt giyiyor. Üstlerinde ise penyeleri var. Havaalanı
sıcak ama bu kadar ince giyimler için değil. Bize oldukça geniş bir alan
açmışlar. Müzisyenlerimiz yanımızda ama onların çalması mümkün değil. Müzik
yayını yapamıyorlar. O yüzden yanımızdaki seti kullanacağız. Tedbirli hocamız!
Güvenlik amiri, biraz kızgın ama en azından sıkıntıdan
patlayan yolcuların kafaları dağılacak diye ses çıkartmıyor. Etrafımızda geniş
bir güvenlik şeridi oluştu. Önce ısınma hareketlerimizi yaptık. Tabii bunu
izleyenler sıkıldı. Aydın hemen arkamda. Tolga da onun yanında. İkisinin de
vücudu gelişmiş olunca izleyicilerin gözleri hep üstlerinde. Gerçi diğer erkek
dansçılarımız da öyleler. Bu da onlara ilginin artması demek! Nihayet ısınma
hareketlerimiz bitti. Artık figür çalışacağız. Sonra da prova başlayacak.
Nihayet müzik başladı. Önce diğer dansçılar çıktı. Aydın da
onlarla dans ediyor. En arka sırada ama ben izleyicilerin onu nasıl takip
ettiğini görüyorum. Hele genç kızlar yiyecek gibi bakıyor. Sıra bize geliyor.
Sözde sahnenin iki tarafından gelerek dansa başlıyoruz. Tolga ile uzun zamandır
dans ediyorum. O yüzden uyumumuz çok iyi. Yine öyle oldu ve figürlerimizi
neredeyse hatasız tamamladık. Dansın özellikle son kısmında yine bir araya
geleceğiz ve erotik denebilecek bir gösteri sunacağız.
Bu arada grup kendi danslarını tamamlamak üzere… sahnede
sadece erkekler kalacak ve biz son dans için çıkacağız.
Önce ben geliyorum. Dönerek çıktığım sahnede kendi dansımı
yapıyor ve Tolga’yı bekliyorum. İşte geliyor. Ve bizim müthiş dansımız adım adım
izleyiciyi sarıyor. Tüm çalışma boyunca konuşmalar vardı ama son sahneyi
izlerken herkes susmuştu. Neredeyse öpüşür gibi bitirdiğimizde sessizlik
alkışlarla bozuldu.
Sanki her saniye yükseliyordu alkış. Herkes bizi kutluyordu.
Bizim dansçılar da birbirini kutluyordu. Bundan sonra sahnede tek bir kostümlü
prova ile gösteriye hazır olacaktık. Çok mutlu bir yüzle arkamı döndüm. Aydın’ı
aradım ama yok ortalıkta. Biraz daha bakınınca erkekler tuvaletine doğru
yürüdüğünü gördüm. Ben de hemen üstümü değişmek için bayanlar tuvaletine
girdim. Sırılsıklam olmuştu üstümüzdekiler.
Dışarı çıktığımda Aydın’ı ağabeyi ile konuşurken gördüm. Yan
yana durunca yüzlerinin benzediğini fark ediyor insan. Ama Muzaffer hoca
Aydın’dan en az on beş yaş büyük. Yanlarına gidemeyeceğim için dansı nasıl
bulduğunu sonra soracağım.
-Sakın… sakın…
Sesi duyunca arkamı döndüm. Aydın yüzü sinirle gerilmiş bir
şekilde bana bakıyordu.
-Na… Nasıl buldun diyemedim. Sesim çıkmadı. O kadar kızgındı
ki…
-Ayşıl, o adam sahne haricinde yanına yaklaşırsa…
Gülmeye başladım. Hem de kahkahalarla gülüyordum. Ben
güldükçe yüzü asıldı.
-Çok komik demek ki. Ya benim de diğer dansçılarla böyle
yakın danslarım olursa?
İçim katıldı. Gülmem bir anda bitti. Sakin bir yüzle
konuşmaya başladım.
-Olacak zaten. Bir sonraki gösteri çok daha fazla yakın dans
içeriyor. Mümkün olursa seni izlememeyi tercih ederim.
-Bunun çözümü var ama şimdi olmaz.
-Neymiş o çözüm.
-Seninle dans edecek tek dansçının ben olması…
-Aydın…
-Ne var?
-Hoppsss bu ne sinir? Önce sakin ol. Sonra da yaptığımız işi
düşün. Bizim işimiz bu. Defalarca kez böyle dans gösterileri yaptın değil mi?
-Hayır. Havaalanında ilk kez gösteri yapıyorum.
Sesi sakinleşmiş, ilk siniri geçmişti. Yaptığını fark ettiği
belliydi.
-Ben de öyle. Ama seni izlemek çok güzeldi.
-Ben de aynı şeyi söyleyebilsem keşke. Sen çok güzel dans
ediyordun ama o Tolga mıdır nedir? Tamam… Tamam sustum.
-Saat sekiz oldu. Seni göreli tam on iki saat oldu.
-Ne alakası var şimdi bunun?
-On iki saat önce varlığını bile bilmediğim biri ile şu an
kıskançlık üstüne konuşuyorum.
-On iki saattir ben senin hayatının bir parçasıyım. Sen de
benim hayatımdasın artık. Üstelik evet kıskanıyorum.
-Ben de seni izleyenlerden kıskanmıştım. Ödeştik mi?
-Komiksin. Ödeşmemiz mümkün değil. Beni izleyenler bana,
senin Tolga’ya yaklaştığın kadar yaklaştığında ödeşiriz.
-Asla olmaz.
-Neden?
-Olmaz işte.
-Neymiş o olmayan?
Zuhal ikimizin ayakta durarak tartışmasını izlemiş, sonra da
yanımıza gelip müdahale etmeye karar vermişti.
-Yok bir şey. Dedik
ikimiz de aynı anda. Sonra yine birbirimize bakmaya başladık.
-Aslında… Senin benim sevgilim olduğunu bilseler fena olmaz.
-Sevgilin mi?
-Evet. Çok hızlı geldiyse erkek arkadaşın olurum. Ama
nasılsa kısa sürede sevgili olacağız. Bunu bilsin herkes.
-Ne yapacaksın? Anons mu ettireceksin?
-Çok bilindik bir sahne. Havaalanında aşk anonsu… daha iyi
bir fikrim var.
Sonra o fikri uyguladı. Beni kendine çekip öptü. Öylece…
Uluorta bir yerde… kimseye aldırmadan! Herkes bizi şaşkınlıkla izlerken…
O fikri uygularken yeni bir anons yapılmış… Biz hiç
duymadık… Duyanlar söyledi…
-717 sefer sayılı
Türk Hava Yollarına ait Kıbrıs seferini yapacak uçağımız saat 09.00 da uçuşa
hazırdır. Yolcularımızın 5 nolu kapıya gelmeleri rica olunur…
SON
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder