2 Ağustos 2015 Pazar

Kar Yağıyor Aşkıma



Kar Yağıyor Aşkıma


-Biz de şans olsa şu kurabiye hırsızı hikayesindeki gibi bir olay yaşardık ama sonunu bildiğimiz için de kurabiyemizi çalmakla suçlamazdık.

-Sen etrafı kesip duracağına koreografiye çalışsana. Bu büyük gösteri ve hatasız olmazsan sahneye, yerleri süpürmek için çıkarsın ancak.

-O niyeymiş? Benden iyi kaç dansçı var?

-Sayayım mı?

-Çok kötüsün. Evet kendimi vermediğimde kötü dans ediyorum ama bu sefer öyle olmayacak.

-Muzaffer hoca öyle demiyor ama Zuhalciğim.


-Ayşıl, Muzaffer hoca kendisinden başka kimi beğeniyor söyler misin? Duyan da dünyanın en iyi hocası sanacak.

-Biraz daha devam edersen o seni duyacak. Buraya doğru geliyor.

-Duymadı değil mi?

-O duymadı ama ben duydum, küçük hanım.

Konuşan, karşı koltuktaki genç adamdı. İlgiyle bizi izlediğinin farkındaydım ama konuşmalarımızı dinlediğini belli edecek kadar rahat davranacağını düşünmemiştim. Zuhal, utanarak baktı adama,

-Siz de söylemezsiniz olur biter. Dediğinde adam bir süre baktı. Sonra bana döndü, kısa sürede bana baktı ve başını olur anlamında salladı.

Bu arada Muzaffer hoca yolunu kesen diğer dansçılarla konuşmaya başladı. Bir süre daha yanımıza gelemeyecek. İyi hoş ama çok geveze biri. Aynı sahneyi beş farklı açıdan anlatması ile meşhur. Çoğunda ilkinde anlıyoruz ama üçüncüden sonra karıştırıyoruz. Bunu bir o anlamadı ne yazık ki. Hala beş kereden az anlatmıyor!

Yine düşüncelerim karşı koltuktaki adama gitti. Ne kadar rahattı gerçekten. Ölçmüş tartmış ve karar vermiş gibiydi. Zuhal, Muzaffer hocadan tarafa kısa bir bakış attıktan sonra karşımızdaki adama döndü ve minnettar bir ifade ile gülüp başını eğdi. Bu kız adamı beğendi galiba. Gerçi beğenilmeyecek gibi değil ama ne de olsa bir yabancı. Bu kadar belli etmesi doğru mu? Kıskandım sanırım. Ayıp ediyorum. Arkadaşım birini beğendi ve ben o beğendiği adamı beğendiğim için kıskançlık duyuyorum. En iyisi az önce yaptığıma dönmek. Koreografiyi aklımda çalışmak.

Bu göründüğü kadar kolay değil. Çünkü sizi uzaktan izleyen biri deli olduğunuzu düşünebilir. En iyisi kulaklıklarımı da takmak ve müzik dinlediğim için kafamı salladığımı sanmalarını sağlamak…

İşte yine ayaklarım ve başım harekete geçti. Sahneye girişimiz, atılacak adımlar, sayılar, dönüşler… hepsini adım adım tekrarlamak en güzeli.

Zuhal kolumu tutup sarstı.

-Ne var?
-Dünyadan Ayşıla… Kızım duymadın mı anonsu?

-Duymadım.

-En az iki saat daha rötar yapacakmış uçak.

-Ciddi misin? Zaten bir saat yapacak denmişti. Bir saat daha mı bekleyeceğiz?

-Yok canım. İki saat daha bekleyeceğiz. İlk bir saat doldu geçti gittiiii

-İnanmıyorum. Kar da yağacak günü buldu. İki saat sonra başlasaydı şimdi çoktan Kıbrıstaydık.

-Sağ sağlım gidelim de geç gidelim.

-Zuhal, senin popon uyuşmadı mı? sandalyeler berbat. Adamlar saatlerce oturulsun diye yapmamış ki.

-Senin narin poponu düşünmemişler mi hayatım. Benim gibi yap. Altına kalın eşofman ya da havlu koy. Rahat edersin biraz.

-Keşke karşı taraftaki koltuklara otursaymışız. Onlar yumuşak.

-Ve doğal olarak dolu. Kimse kalkmıyor ki yer kapalım.

-Ben de orada otursam tuvalete bile gitmek için kalkmazdım.

-Tuvalet dedin de, ben gidiyorum. Sen yerimi tut. Bir şeyler alayım mı dönüşte?

-Kurabiye ve kahve. Lütfennnnn

-Kurabiye yiyerek poponu bu kısa sürede büyütemezsin.

-Taktın popoma. Kızım sen şöyle tatlı kurabiye al da şekerim düşüp gırtlağını sıkmayayım. Hadi naşşşş

-Naşladım.

Seviyorum bu deli dolu kızı. Üç yıldır aynı dans grubundayız. Turnelerde de oda arkadaşıyız. Onunla anlaşmak kolay. Sanırım o yüzden seviyorum onu. İnsanı zorlamayan bir yapısı var. Bugüne kadar hiç kavga etmedik. Bundan sonra da olmaz inşallah. Allahım annem gibi konuşmaya başladım. Birazdan da maşallah derim. Ama karşımdaki adamın gerçekten maşallahı var. Tu tu tu nazar değmesin… eh bu kadar saçmalığı aklımdan geçirince doğal olarak gülmeye başladım. Kulağımın dibinde bir ses “Neye gülüyorsun?” dediğinde sıçradım.

-Tolgacığım, seni zerre ilgilendirmez.

Bu çocuk her fırsatta dibimde bitmekten vazgeçmiyor. Grupta ne kadar kız varsa flört ettiği için kimse ciddiye almıyor. Yine de o denemekten vazgeçmiyor. Hakkında bir de dedikodu var ama ispatlanamadı. Kızlardan birini hamile bırakıp sonra da kızı başından atmış. Kız da kürtaj yaptırmış. Mışlı anlatıyorum çünkü ben gruba girmeden önce yaşanmış olaylar. Çok fazla bilgi yok ama bu kadarı bile ondan uzak durmak için yeterli. Gerçi baş erkek dansçı olduğu için benim uzak durmam mümkün değil. Yine de dansın haricinde yanıma yaklaştırmamayı tercih ediyorum.

Biz konuşurken karşımızdaki adam bizi izlemeye başladı. Daha doğrusu bizi izlemeyi hiç bırakmamış gibiydi. Tolga da fütursuzca konuşmaya devam ediyordu.

-Nedenmiş o ışıldağım.

-Senin ışıldağın değilim ve neye güldüğümü söyleyeceğim en son kişi sensin. Git başka kızlara takıl.

-Başka kız istemiyorum. Neden anlamak istemiyorsun? Sen beni pervane gibi kendine çeken ışıksın. Ateşinde yanacağımı biliyor ama yine de geliyorum.

-Romantiğe bağladın ama unutma seni üç yıldır tanıyor ve bu sözleri herkese söylediğini biliyorum. Hadi arkadaşım, başka kızlara.

-Ayşıl, ciddi olduğumu anladığında tüm bu sözlerin için özür dileyeceksin.

-O gün gelsin düşünürüm. Şimdi bunu asla dert edinemem.

Biraz daha oturdu ama Zuhal’in geldiğini görünce kalktı.  Henüz Zuhal yerine ulaşmadan karşımdaki adam yine laf attı.

-Belki ciddiydi? Neden şans vermedin?

-Teşekkürler almayayım.

-Neden? Aynı gruptansınız. Hayatında kimse yok ki, gelip sana teklif edebiliyor. Yakışıklı da. Gerçi biraz havai gibi. Yine de adam edebilirsin!

-Bayım, siz kendi işinize baksanız ve bizi izlemekten vazgeçseniz, nasıl olur? Ayrıca şunu da söyleyeyim. O yedisi, yirmi yedisi ve yetmiş yedisinde asla değişmeyecek erkeklerden. Üstelik kimseyi adam etmeye niyetim yok.

-Açıklama için teşekkürler.

Ne kadar saçma sapan bir muhabbet. Etrafımızda bir sürü insan var. Çoğu bizim farkımızda bile değil. Bir kısmı da uyuyor. Ama biz iki birbirini tanımaz insan aradaki iki metrelik mesafeye rağmen muhabbet ediyoruz. Daha doğrusu birbirimize laf sokuyoruz. O sırada Zuhal de yerine oturmuş bize bakıyordu. Kısık sesle, neler oluyor, diye sordu. Aynı şekilde yanıt verdim. Yok bir şey!

Kahve ve kurabiyelerimizi afiyetle yemeye başladık. Az önceki anonsun üstünden sadece on dakika geçmişti. İki saat nasıl geçecekti? Kitabımı çıkartıp okumaya karar verdim. Sırt çantamın içinde ne ararsanız var. İyi vakit geçirmeyi seviyorum. Müzikten kitaba, sihirli küpten, katlanmış satranç takımına kadar her şey sırt çantamda. Tedbirli olmak iyidir. Önce biraz kitap okuyayım. Sonra belki satranç oynarız.

Benim kitap okuma maceram on beş dakika sürdü. Yani ben öyle tahmin ediyorum. Çünkü kitabım kucağımdan düşünce uyandım. Allahım rezilliğe bakar mısınız? Uyumuşum. Başım önüme düşmüş. Saat daha on bile olmadı. Ne uykusu bu? Kötü hava, kapalı mekan, uğultu ve sıkıcı kitap uykusu. Başka mazerete gerek var mı?

Ben kendimi toparlayıp kitabımı alana kadar karşı koltuktaki adam almış bana uzatıyordu bile. Benim kadar seri dans edebilen biri için ne kadar utanç verici bir yavaşlık bu. Acaba bilinçaltım mı yavaşlattı beni? Ne yapacağını mı merak ettim? Bu mümkün. Çünkü uyuduğumu anlar anlamaz ilk yaptığım ona bakmak oldu.

Zuhal ne yapıyor? O da bakıyor mu adama?

Uyuyor.

Kitabımı alırken aklımdan geçen onlarca düşünceye rağmen teşekkür etmeyi unutmadım.

-Önemli değil. Sıkıcı galiba? Hemen uyuttuğuna göre.

-Biraz öyle. Ama tek mazeret kitap değil. Ortam da ne yazık ki uyutuyor.

-Yeni bir kahve ya da çay iste misin? Deminki bitmeden uyudun!

-Teşekkür ederim.

-Teşekkür ederim ne? İster misin, istemez misin?

-İstemiyordum ama şu an burnuma mis gibi kokuyor.

-Yerime göz kulak olursan hemen alır gelirim.

-Olurum.

Bu adam bana asılıyor. Ve ben bu adamın bana asılmasına çanak tutuyorum. Yeniden Zuhal’e baktım. Aramıza bir erkek girsin istemem ama bu adam çok ilgimi çekiyor. Üstelik o da benimle ilgileniyor gibi. Ne olduğunu bilmeden arkadaşıma sırtımı dönmek doğru mu? Doğru nedir? Bilmiyorum. Çünkü kendimce hayaller kurmaya başlamamın önüne geçemiyorum. Üstelik bu hayalleri kurmamak gereken tek yerdeyiz. O bir yana ben bir yana gideceğim. Bir daha ne arar ne sorarız. Yani bu masum bir vakit geçirme flörtünden öteye geçmeyecek bir yakınlık. O zaman zararsız!

Koltuğuna montunu bırakmıştı. Yine de oturmak isteyenler olunca müdahale ettim. Görev adamıyım işte. Bana verilen işi en iyi şekilde yaparım. Bunun alt tarafı bir koltuğu korumak olması önemsiz bir ayrıntı.

Kahvenin yanına iki tane de ayçöreği almış. Ne kadar severim bu tadı… tatlı ile az tuzlunun karışımı. Minnetle baktım yüzüne. Uzun zamandır yememiştim. Uzun zaman da yemeyeceğim. Bu akşam istisna. Yediklerimize dikkat etmemiz gerekiyor. Gerçi bizim kadar hareket eden kişiler ne yese yakar ama yine de özen şart!

-Senin de sevmen iyi oldu. Görünce dayanamadım. Önce sana almayayım dedim ama benimkinden istersen vermek zorunda kalırım diyerek fazla aldım.

-Kesin isterdim. Çok seviyorum çünkü.

-Neyse ki kendiminkini kurtardım. Afiyet olsun.

Yerine geçip oturdu. Ben keyifle ayçöreğimi ikiye böldüm. Önce tombik kısımlarındaki kekli yerleri yedim. İki ucu sona bıraktım. Dondurma külahının dibi gibi, bu sert uçları en son yemek de çok keyifli.

Kahvem biraz sertti ama tatlıyla iyi gitmişti. Demek ki sert kahveden hoşlanıyordu.

Kahveyi nasıl sevdiğini öğrenmiştim. Ayçöreğini paylaşmayacak kadar çok sevdiğini de biliyordum. Ama adını hala bilmiyordum. Kendi kendime gülmeye başladım.

-Neye güldüğünü sorarsam, az önceki arkadaşın gibi tersler misin?

-Sen de güleceksin. Sert kahveyi, ayçöreğini, başkalarının konuşmalarını dinlemeyi sevdiğini biliyorum ama adını bilmiyorum.

-Senin adına çok yakın. Aydın

-Benim adıma mı?

-Ayşıl ile Aydın nerdeyse aynı anlamda.

-Evet, ama nedense aklıma Aydın ili geldiği için bağdaştıramadım.

-Dolunay zamanı doğmuşum. Ay çok aydınlatmış her yeri. Dedem de adımı Aydın koymuş.

-Benimki değişik olsun diye konan isimlerden. Hikayesi yok.

-Eminim, gözlerindeki ışığı görüp koymuşlardır.

Bu adam iltifat etmeyi biliyor. Keyfim iyice yerine geldi. Fakat bu cümleden sonra dakikalarca tek kelime etmedi. O sırada yine anons yapıldı. Zaten daha bir saat bile dolmamıştı. Uçağın gece ikide kalkması planlanıyordu. Zuhal hala uyuyordu. Uyandırmanın gereği yok. Kulaklıklarımı takıp müzik dinlemeye başladım. Arada bir karşımdaki adamı da inceliyordum. Tabii o bana bakmıyorsa bunu yapıyor, başını çevirdiği an ben de bakışlarımı kaçırıyordum.

Nereye gidecek acaba? Ve en önemlisi birisine mi gidecek? Tüm uçuşlar ertelendiği için hangi uçuşu beklediğini de anlamıyorum. Pür dikkat hareketlerini takip ediyorum.

Havaalanı bir anda hareketlendi. Umutla yerimden doğruldum ama hareketin sebebi kısa sürede anlaşıldı. Beklemekten sıkılan biri görevlilerle kapışmış.

Zaten kar yağması o hain görevlilerin suçu(!)

Hem üstelik onların koltukları da yumuşak.

Kız tabii. Hatta döv. İçin rahatlasın.

Kardeşim, Allah’ın karı için kimi suçluyorsun? Asıl kabahatli olan bugüne bilet alan sensin. Olayı neden bu açıdan düşünmüyorsun?

Ben hareketin nedenini anlayınca koltuğuma yeniden gömüldüm. Bu arada altıma kalın bir şeyler koyduğum için artık daha az rahatsız oluyor, daha çok sıkılıyorum. Zuhal ile satranç mı oynasam? Hala uyuyor! O kadar sese uyanmadı. Müzik dinlemeye devam edeyim.

Saat ilerledikçe kar yağışı artıyor. Uzunca bir süre camdan dışarıya baktım. Havaalanının ışıkları altında kar çok güzel yağıyor. Şu an hayatımdan birkaç saati çalsa da güzel olay kar yağışı. Keyfini çıkartmak için bakmaya başlayınca tüm beklediğim saatler uçtu gitti aklımdan.

Biraz daha seyrettikten sonra başımı koltuğun arkasına yasladım. Biraz uyumak istiyorum. Saat on iki oldu.

Aydın da uyuyor.

Fırsat bu fırsat dedim ve onu rahatlıkla incelemeye başladım. Kahverengi saçları biraz uzun. Alnına dökülen kısmı yüzünü çok güzel gösteriyor. Allahım ne kadar güzel bir burnu var! Benim burnumun yanında mükemmel duruyor. Dudakları da güzel. Alt dudağı biraz daha dolgun. Sakalı bıyığı yok ama saatlerin etkisi ile sakllarının uzamaya başladığı belli oluyor. Kirli sakal da yakışır. Gözlerini kitabımı verirken yakından görmüştüm. Uzun kirpikleri var. Gözleri de badem şeklinde! Bir kadının kendisinde isteyeceği güzellikte hatları var. Ama bu hatlar çok erkeksi bir hava vermiş. Omuzları da geniş. Spor yapıyor belli. Kazağın altından bile belli oluyor kasları. Çok çekici bir erkek. Uzun zamandır beğenerek baktığım tek erkek.

-İncelemen bitti mi?

Korkuyla sıçradım. Zuhal uyanmış. Neye baktığımı fark etmiş, dalga geçmeye başlamıştı.

-Zuhal, bir şey sorabilir miyim?

-Sor

-Senin de beğendiğinin farkındayım. O beni seçse bozulur musun?

-Neden bozulayım? Adam çekici. Kabul. Fakat tek taraflı ilgilerin sonucu hüsran olur. Ayrıca… benim onu beğendiğimi nereden çıkarttın? Adam en başından beri sana bakıyordu. Ben de yakışıklı bulduğum için şöyle bir baktım o kadar…

-Ciddi misin?

-Ciddiyim. İçin rahat olsun.

-Ya işin doğrusu Aydın’ın beni beğenmesinin ne önemi var ki? Bir daha görüşmeyeceğiz.

-Aydın mı? Ne zaman tanıştınız?

-Sen uyurken.

-Eee neler konuştunuz?

Kısaca anlattım. Zaten kısa konuşmuştuk. Daha da kısa anlatınca bir şey kalmadı geriye.

-Bu kadar mı?

-Evet.

-Boş ver o zaman Ayşıl. O kadar fırsat yaratmışsın o devam ettirmemiş. Evlidir belki.

Aydın hala uyuyordu. Ellerine bakmak istedim ama göğsünde kavuşturduğu için parmaklarını göremedim. Kitabımı ve kahveyi uzatırken ellerine bakmamıştım.

-Bilmiyorum. Haklısın boş vermek lazım.

İçim sıkıldı. Umut etmişim demek ki! Zuhal koluma girip başını omzuma yasladı.

-Uyu hadi sende.

-Haklısın. Sabaha kadar buradayız sanırım. Bu saatten sonra uçak kalkmaz.

Gecenin üçü olduğunda yeniden uyandım. Omzum uyuşmuş. Zuhal hala uyuyordu ama ben kıpırdayınca uyandı. Karşımda ise yine bizi izleyen Aydın oturuyordu. Bacaklarını uzatmış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Onun da artık sıkıldığı her halinden belli. Kar yağışı da devam ediyor. Tüm uçuşlarda ertelemeler yanıp sönüyor. Anonslar da seyreldi iyice. Artık personel de umudu kesmiş vaziyette. Evlere dönmek de dert olacağı ve ne zaman uçulacağı belirsiz olduğundan havaalanı işkencemiz devam edecek.

Koltuktan kalktım. Biraz daha hareket etmezsem koltuk şekli alacağım. Bu kez ben içecek bir şeyler alıp geleceğim. Ama önce ihtiyaç molası!

Adım atmak çok güç. Sadece omzum değil bacaklarım da uyuşmuş. Nihayet normal yürümeye başladığımda en az on adım atmıştım.

Tuvalet boş. Çıkınca ellerimi sıcak su ile yıkadım. Sonra yüzümü, boynumu da aynı şekilde yıkayıp biraz kan dolaşımımı hızlandırdım. Artık daha iyiyim. Saat kahve için biçimsiz. En iyisi çay içmek! Üç tane çay aldım. Yiyecek olarak fazla tatlı tüketmiştim. Bu kez tuzlu tercih ettim. Sonra da dayanamayıp bir kesekağıdı dolusu kurabiye aldım.

Tepsiyle taşıdığım çaylardan ilkini Aydın’a verdim. Teşekkür ederek aldı. Hakkına düşen tuzluları da plastik tabağı ile uzattım. Keyifle gülümsedi. Tek şeker attı çayına. İşte onun hakkında bir küçük bilgi daha!

Zuhal ile aramıza koyduğumuz tepsiden hem yedik hem içtik. Bitirdiğimizde tepsiyi yere koydum. Zuhal yine uyuma pozisyonu alınca Aydın seslendi.

-Siz burada uyuyun isterseniz. Daha yumuşak burası!

Yumuşak koltuğu Zuhal’e teklif etti!

Ah salak kafam. Neden buna bozuluyorum ki? Adam böylece benim yanıma oturacak. İlk aklımdan geçeni hemen yok ettim. Çünkü Zuhal sevinçle kıvrılmıştı bile yeni yerine. Aydın da yanıma otururken mutlu gözüküyordu.

-Rahatsız etmem değil mi?

-Hayır.

-Yine de uykun geldiğinde söylemen yeterli.

-Gelirse söylerim.

-Arkadaşınla çok yakınsın galiba?

-Evet, üç yıldır bir aradayız.

-Çok uzun bir süre değilmiş.

-Ne için?

-Sağlam bir arkadaşlık için.

-Bazı şeyler için uzun süre geçmesine ihtiyaç duymuyor insan. Onu ilk gördüğümde kanım ısınmıştı.

-İlk görüşte aşk gibi!

-Sayılır. Bizimki daha çok arkadaşlık.

-Elbette. Aksini düşünmek bile istemem.

İmaya ikimiz de güldük. Çok merak ediyordum ama bir türlü soramadım. Nereye gidiyor acaba? Neden soramıyorum?

Çünkü yanıttan korkuyorum. Çünkü bir kez daha görmemekten korkuyorum. Çünkü öğrenirsem terk edilmiş gibi hissetmekten korkuyorum.

-Aklından neler geçiyor?

Söyleyemem. Ama yanıt vermem lazım.

-Satranç bilir misin?

-Biraz bilirim.

Şüpheyle baktım. O güzel saçların altındaki kaşları alaycı bir kalkış mı sergiledi? Gözleri ise olabildiğince ciddi duruyor.

-Ben de biraz bilirim. Oynayalım mı?

Bir saat kadar oynadık. İkimiz de birazdan fazla biliyormuşuz. Üstelik Zuhal gibi yavaş oynamıyor. Çok hızlı karar veriyor. Ben de hızlıyımdır. Keyfi de öyle çıkıyor. O kadar düşünerek oynayınca kazanırsın tabii. Hindi gibi düşünmeye ne gerek var. Babam duymasın. Bana öğretirken hızlı ve hatalı oynadığım her hamleden sonra bana düşün biraz, derdi. Ben de ona, hindiler düşünsün, derdim. Tabii genelde de beni yenerdi.

Şimdi ise ikimiz de çok keyifle oynuyoruz. Kesekağıdındaki kuru pastalar ise çok işe yaradı. Sandalyenin üstünde duran kesekağıdına genelde sıra ile ellerimizi sokup alıyorduk. Bazen o sıra karışıyor ve ellerimiz birbirine dokunuyordu. İşte o dokunuşlar benim çok hoşuma gidiyordu. Son kalanı ikimizde almak için hamle yaptık. O daha önce elini sokunca ben geri çekildim. Son kuru pastayı çıkarttı. Yüzüme gülümseyerek baktı ve ortadan ikiye bölüp yarısını ağzıma uzattı.

Bu kadar yakınlık fazla geldi. Ter içinde kaldım bir anda. Alt tarafı dudaklarımın arasına küçük bir parça kuru pasta bıraktı. Beni gören de saatlerce öptü sanır.

Ben hayallere dalmışken o yeni bir hamle daha yaptı bile. Piyonları kaptırmaktan korkmayan bir savaşçı var karşımda. Yan oturmaktan biraz belim ağrıdı. Ben gayet zayıfım ama o yapılı. Yanımda oturunca daha da iyi anladım ebat farklılığını. Çok geniş omuzları var. Orada uyumak nasıl olur acaba?

Hoppsss ben nerelere daldım yine? Tabii bu düşünceler dalgınlığa, dalgınlık yanlış hamleye, yanlış hamle de oyunu vermeme neden oldu. Olsun düşünce suçu işlemekten yediğim cezaya sayarım.

-Bir kez daha oynayalım mı, sıkıldın mı?

-Sıkılmadım ama uyuştum. Biraz yürüyeyim. Gelirim.

-Sen dönünce de ben bacaklarımı biraz açarım.

Hızlı adımlarla ve ufak germe hareketleri ile kaslarımı yeniden çalıştırmaya başladım. Bekleme salonunu iki kez turladığımda tüm vücudumda kan akışım hızlanmıştı.

Geri döndüğümde saat sabaha karşı beşe çeyrek vardı. Aydın beni görünce yerinden kalktı.

-Koltuğumu kaptırma kimseye. Zuhal’e bile. Dedi.

Yerinden memnun demek ki. Oyun oynarken bekar olduğunu öğrendim. Ama hala nereye gideceğini soramıyorum. Çok komik bu. İsterse yeniden görüşebiliriz. Ben isterim. Önemli olan, onun benim isteyeceğimi bilmesi. Bunu ona anlatmam lazım.

Yirmi dakika sonra geldi. Onun da yüzüne renk gelmiş. Ben bu arada saçlarımın artık çok kötü gözüktüğüne karar verip dans ederken de kullandığım üç kat saç bandımı başıma takmıştım.

-Yüzünün tüm güzelliği ortaya çıkmış.

-Teşekkür ederim.

-Gruptan birileri daha uyanmış. Sanırım saat dokuzda kalkabilecekmiş uçak.

-Çok kötü oldu bu. Akşam ilk gösteri var ve prova yapacak hal kalmadı kimsede. Sadece kostümlü provayı yapabiliriz.

-Burada yapın.

-Burada mı?

-Evet. Havaalanı güvenliğine söyleriz. Madem bizi gideceğimiz yere yollayamıyorlar o zaman iyi ağırlasınlar.

-Muzaffer hoca izin vermez.

-Verir.

-Nereden biliyorsun?

-Ağabeyimi iyi tanırım. Çok konuşur ama dans edeceği fırsatları asla kaçırmaz.

Tek duyduğum ‘ağabeyim’ kelimesiydi. Aydın, Muzaffer hocanın kardeşi miydi? Ama yaş farkları çoktu!

-Ağabeyin mi?

-Evet.

-Allahım, bu gerçek bir kabus. Zuhal ile neler konuştuk öyle.

Düşünüyorum ama aklıma gelmiyor söylediklerimiz. Yüzüme bakıp pis pis sırıtmaya başladı.

-Eğer, benimle yarın öğlen yemeğine çıkarsan ağabeyime bir şey anlatmam.

-Şantaj mı yapıyorsun?

İşte bunu beklemiyordu. Gülmeye başladı.

-Evet.

Yüzü ne kadar güzel oluyordu güldüğünde. Evet beni şantaj yaparak yemeğe davet ediyordu ama bunu yaparken kesinlikle ciddi değildi. O zaman ben de dürüst olmalıydım.

-Niye ki? Şantajsız da teklif etsen kabul ederdim.

-İşimi şansa bırakmak istemedim.

Artık sormama gerek kalmadı. Bizimle aynı uçağı bekliyormuş!

-Sana sormaktan korkmuştum.

-Neyi?

-Nereye uçacağını

-Neden korktun?

-Yanıtı sevmemekten.

-Aynı uçaktayız. Aynı yere uçuyoruz. Aynı otelde kalacağız. Yarın, tabii uçabilirsek, seni Kıbrıs’taki en güzel lokantaya götüreceğim. Üç gün sonra yine aynı uçakla döneceğiz ve ben seni burada görmeye devam edeceğim. Bu yanıtı sevdin mi?

-Sevdim.

Evet, çok sevdim. Etrafımızda herkes uyurken biz yeni bir aşka yelken açtığımızın farkındaydık. Artık konuşmalarımız daha çok birbirimizi tanımaya yönelikti. Muzaffer hocanın kardeşi olması bir yana iyi bir dansçı olduğunu da öğrendim. Artık aynı grupta dans edeceğiz. O henüz baş dansçı olmayacak. Çünkü gösteride baş dansçı belli ve son anda değişmez. Zamanla roller değişecektir. Bu benim için çok güzel çünkü kadın baş dansçılardan biri de benim. Belki bir gün onunla dans edeceğim. Tabii tüm bunlar olurken neler yaşayacağımızı bilmiyorum. Tek istediğim gerçekten sevmeye değer birisini bulmuş olmak…

-Ağabeyim güvenlik ve yetkililerle konuşmuş. Saat yedi gibi prova yapılmasına izin vereceklermiş.

Ben düşüncelere dalmışken o telefonla konuşmuş. Hiç fark etmedim. Gülümseyerek döndüm ona. O da gülüyordu. Yüz hatları ne kadar çok duyguyu yansıtıyordu.

-Seninle ilk kez dans edeceğiz. Üstelik havaalanında. Bunu hiç unutmayacağımızdan eminim.

-Ben de. Bu geceyi asla unutmayacağım.

Saat altı olduğunda biz hala konuşuyorduk. Bir ara esnedim. Hemen koltuğa sırtını yasladı. Bir kolunu omzuma sarıp az önce hayal ettiğim omza başımı yasladı.

-Biraz daha uyu. Prova öncesi güç toplaman lazım.

O omza yaslanmak ne kadar normaldi. Sanki tüm hayatım boyunca orada uyumayı beklemişim gibi.

-Aydın…

-Efendim?

-Yok bir şey.

-Söyle

-Uykum var.

-Uyu o zaman ama sonra alacağım söylemediğin cümleyi senden.

Çok zor o. Birkaç saat önce bu omuzlarda uyumanın ne kadar güzel olacağını düşündüğümü söyleyecek değilim. Aramızda kol koyma yerinin bile olmaması sayesinde biraz daha yaklaştı.

-Kar hala yağıyor!

-Yağsın.

-Üşümüyorsun değil mi?

-Üşümüyorum.

-Uyumayacak mısın?

-Uyuyacağım. Sen burada mı olacaksın? İstersen omzunu rahat bırakayım?

-Ben burada olacağım.

Yarım saat sonra Zuhal ikimizi de uyandırdı. Yüzünde aptal bir sırıtmayla bize bakıyordu. Muzaffer hoca onu uyandırmış, bizi uyandırmasını istemiş. Kızardım mı? Galiba kızardım. Babama yakalansam bu kadar utanmazdım.

Aydın, benim aksime çok rahattı.

-Ağabeyim kızmaz merak etme.

-Nereden biliyorsun? Daha önce de yakalandın sanırım?

-Kıskançlık yok. Ağabeyim de yaşadı bunları. Yengem dansçıydı.

-Tamam kıskançlık yapmam.

Bakalım az sonra provada sen ne yapacaksın Aydın bey? Tolga ile dansımı izle de sonra konuş.

Zuhal hala gülüyordu bana.

-Bu gece neler olduğunu bana tek tek anlatacaksın.

-Anlatırım. Ama gördüğün gibi çok güzel şeyler oldu.

-Tamam şu provamızı yapalım. Çantaları da alacağız. Sonra oturmaya yer bulamayız ama ne yapalım. Gösteri her şeyden önemli.

-Prova bir saatten uzun sürerse zaten oturman gerekmez. Uçuşlar başlayabilir.

Bayanlar tuvaletinde üstümüzü değiştik. Taytlarımızın üstüne bol paçalı pantolonlarımızı giydik. Gösterideki eteklere yakın olsun diye böyle çalışıyoruz. Erkeler de tayt giyiyor. Üstlerinde ise penyeleri var. Havaalanı sıcak ama bu kadar ince giyimler için değil. Bize oldukça geniş bir alan açmışlar. Müzisyenlerimiz yanımızda ama onların çalması mümkün değil. Müzik yayını yapamıyorlar. O yüzden yanımızdaki seti kullanacağız. Tedbirli hocamız!

Güvenlik amiri, biraz kızgın ama en azından sıkıntıdan patlayan yolcuların kafaları dağılacak diye ses çıkartmıyor. Etrafımızda geniş bir güvenlik şeridi oluştu. Önce ısınma hareketlerimizi yaptık. Tabii bunu izleyenler sıkıldı. Aydın hemen arkamda. Tolga da onun yanında. İkisinin de vücudu gelişmiş olunca izleyicilerin gözleri hep üstlerinde. Gerçi diğer erkek dansçılarımız da öyleler. Bu da onlara ilginin artması demek! Nihayet ısınma hareketlerimiz bitti. Artık figür çalışacağız. Sonra da prova başlayacak.

Nihayet müzik başladı. Önce diğer dansçılar çıktı. Aydın da onlarla dans ediyor. En arka sırada ama ben izleyicilerin onu nasıl takip ettiğini görüyorum. Hele genç kızlar yiyecek gibi bakıyor. Sıra bize geliyor. Sözde sahnenin iki tarafından gelerek dansa başlıyoruz. Tolga ile uzun zamandır dans ediyorum. O yüzden uyumumuz çok iyi. Yine öyle oldu ve figürlerimizi neredeyse hatasız tamamladık. Dansın özellikle son kısmında yine bir araya geleceğiz ve erotik denebilecek bir gösteri sunacağız.

Bu arada grup kendi danslarını tamamlamak üzere… sahnede sadece erkekler kalacak ve biz son dans için çıkacağız.

Önce ben geliyorum. Dönerek çıktığım sahnede kendi dansımı yapıyor ve Tolga’yı bekliyorum. İşte geliyor. Ve bizim müthiş dansımız adım adım izleyiciyi sarıyor. Tüm çalışma boyunca konuşmalar vardı ama son sahneyi izlerken herkes susmuştu. Neredeyse öpüşür gibi bitirdiğimizde sessizlik alkışlarla bozuldu.

Sanki her saniye yükseliyordu alkış. Herkes bizi kutluyordu. Bizim dansçılar da birbirini kutluyordu. Bundan sonra sahnede tek bir kostümlü prova ile gösteriye hazır olacaktık. Çok mutlu bir yüzle arkamı döndüm. Aydın’ı aradım ama yok ortalıkta. Biraz daha bakınınca erkekler tuvaletine doğru yürüdüğünü gördüm. Ben de hemen üstümü değişmek için bayanlar tuvaletine girdim. Sırılsıklam olmuştu üstümüzdekiler.

Dışarı çıktığımda Aydın’ı ağabeyi ile konuşurken gördüm. Yan yana durunca yüzlerinin benzediğini fark ediyor insan. Ama Muzaffer hoca Aydın’dan en az on beş yaş büyük. Yanlarına gidemeyeceğim için dansı nasıl bulduğunu sonra soracağım.

-Sakın… sakın…

Sesi duyunca arkamı döndüm. Aydın yüzü sinirle gerilmiş bir şekilde bana bakıyordu.

-Na… Nasıl buldun diyemedim. Sesim çıkmadı. O kadar kızgındı ki…

-Ayşıl, o adam sahne haricinde yanına yaklaşırsa…

Gülmeye başladım. Hem de kahkahalarla gülüyordum. Ben güldükçe yüzü asıldı.

-Çok komik demek ki. Ya benim de diğer dansçılarla böyle yakın danslarım olursa?

İçim katıldı. Gülmem bir anda bitti. Sakin bir yüzle konuşmaya başladım.

-Olacak zaten. Bir sonraki gösteri çok daha fazla yakın dans içeriyor. Mümkün olursa seni izlememeyi tercih ederim.

-Bunun çözümü var ama şimdi olmaz.

-Neymiş o çözüm.

-Seninle dans edecek tek dansçının ben olması…

-Aydın…

-Ne var?

-Hoppsss bu ne sinir? Önce sakin ol. Sonra da yaptığımız işi düşün. Bizim işimiz bu. Defalarca kez böyle dans gösterileri yaptın değil mi?

-Hayır. Havaalanında ilk kez gösteri yapıyorum.

Sesi sakinleşmiş, ilk siniri geçmişti. Yaptığını fark ettiği belliydi.

-Ben de öyle. Ama seni izlemek çok güzeldi.

-Ben de aynı şeyi söyleyebilsem keşke. Sen çok güzel dans ediyordun ama o Tolga mıdır nedir? Tamam… Tamam sustum.

-Saat sekiz oldu. Seni göreli tam on iki saat oldu.

-Ne alakası var şimdi bunun?

-On iki saat önce varlığını bile bilmediğim biri ile şu an kıskançlık üstüne konuşuyorum.

-On iki saattir ben senin hayatının bir parçasıyım. Sen de benim hayatımdasın artık. Üstelik evet kıskanıyorum.

-Ben de seni izleyenlerden kıskanmıştım. Ödeştik mi?

-Komiksin. Ödeşmemiz mümkün değil. Beni izleyenler bana, senin Tolga’ya yaklaştığın kadar yaklaştığında ödeşiriz.

-Asla olmaz.

-Neden?

-Olmaz işte.

-Neymiş o olmayan?

Zuhal ikimizin ayakta durarak tartışmasını izlemiş, sonra da yanımıza gelip müdahale etmeye karar vermişti.

-Yok bir şey.  Dedik ikimiz de aynı anda. Sonra yine birbirimize bakmaya başladık.

-Aslında… Senin benim sevgilim olduğunu bilseler fena olmaz.

-Sevgilin mi?

-Evet. Çok hızlı geldiyse erkek arkadaşın olurum. Ama nasılsa kısa sürede sevgili olacağız. Bunu bilsin herkes.

-Ne yapacaksın? Anons mu ettireceksin?

-Çok bilindik bir sahne. Havaalanında aşk anonsu… daha iyi bir fikrim var.

Sonra o fikri uyguladı. Beni kendine çekip öptü. Öylece… Uluorta bir yerde… kimseye aldırmadan! Herkes bizi şaşkınlıkla izlerken…

O fikri uygularken yeni bir anons yapılmış… Biz hiç duymadık… Duyanlar söyledi…

 -717 sefer sayılı Türk Hava Yollarına ait Kıbrıs seferini yapacak uçağımız saat 09.00 da uçuşa hazırdır. Yolcularımızın 5 nolu kapıya gelmeleri rica olunur…



SON















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder