Handan ile Cenk birlikte eve geldiklerinde saat sekizdi. Evdeki
hizmetliler yemekleri hazırlamış ve gitmişti. Handan hemen üstünü değiştirip
mutfağa girdi. Yemekleri ısıtmak ve masaya koymaktan başka şey yapmayacaktı.
Evlendiklerinden beri düzen böyleydi. Arada bir kendisi de mutfağa giriyordu
ama genelde hazır olurdu yemekleri.
Cenk, duş almış üstüne rahat bir pantolon ile keten gömlek
giymişti. Yaz geldiğinden beri hafta sonları yazlıkta güneşleniyorlardı.
Böylece ikisi de tatil yapmadan bronzlaşmıştı. Şimdi de üstündeki krem rengi
gömlek ile çok yakışıklı duruyordu. Handan onun kendisine bakmadığı zamanlarda
kocasını izliyordu.
“Masa hazır.”
“Geliyorum.”
İşte bu kadar! İki soğuk cümle...
Yemeğin sonuna doğru Handan sessizliği bozdu.
“Tatile Nil'i davet edeceğim.”
Cenk, memnun olmuştu bundan. Demek ki başka bir erkekle gitmek
değildi amacı! Zaten Handan yapmazdı öyle şey. Onun etrafındaki erkeklerle
gülümseyerek konuştuğunu bile görmemişti o güne kadar.
“Çok iyi olur. Ama çok tanımıyorsun. Anlaşamazsanız tatil zehir
olmasın?”
“Çok tanımıyorum ama ondan rahatsız olmayacağımı da yanımda
istediğimi de biliyorum.”
“O zaman sorun yok. Ne yapacaksınız? Nereye gideceksiniz?”
“Bilmiyorum. Nil ile konuşup ona göre karar vereceğim. Belki o
gelemez. O yüzden karar vermedim henüz.”
“Bir an önce sor bence. O da tatil yapmaktan bahsediyordu.”
“Tamam, yarın ararım. Sen ne zaman gidiyorsun?”
“İlk toplantı çarşamba günü, en geç yarın akşam uçmam lazım. Sonra
bir süre buralardayım. Ondan sonra da şu Almanya ve Fransa seyahati var.”
“İyi. İstersen sonra da sen tatile çıkarsın.” İçinden cümlesine
devam etti. 'Nasılsa bensiz gezmeyi tercih ediyorsun!'
Cenk, Handan'ın cümlesinden sonra ona bakmıştı ama Handan yemeği
ile oynuyordu. Ne cevap verecekti ki? Zaten tüm planları bozan o değil miydi?
Handan şu an inat yapıyordu ve kendince de haklıydı. En iyisi konuyu
uzatmamaktı.
*****
“Sen ne arıyorsun burada?”
“Sen bana neden anlatmıyorsun neler olduğunu?”
“Yarın anlatacaktım!”
“Yarın? Ben sana, neden telefonda anlatmadığını da sormadım. Ben
sana olay olduğunda ya da hemen ardından neden beni aramadığını sordum.”
“Ne diye arayacaktım seni?”
“Nil, sen kaç yaşındasın Allah aşkına? On altı mı? Sen de, ben de,
neler hissettiğimizi bilecek yaşlardayız. Senden çok hoşlandığımı daha nasıl
anlatacaktım? Yazılı mı verecektim? Bir erkek, hele ki polis ise kız
arkadaşının başına gelenleri ilk öğrenmek ister. En son değil!” Hakan, sinirle
ve nefes almadan saymıştı hepsini. Nil ise onun o sinirli haline aldırmadı. İçinden
tek bir cümleyi seçip aldı. Çünkü o an konuşmak istediği şey ne gündüz
yaşananlardı ne de Hakan'ın kendisine kızmış olması...
“Ben senin kız arkadaşın mıyım?”
Hakan, karşısında masum bir yüzle kendisine bakan ve yumuşak bir
sesle sorusunu yönelten Nil'e “Şimdilik.” diye yine sert yanıt verdi.
“Ne demek şimdilik?” Nil gerçekten şaşırmıştı.
“Sonrasını bilmiyorum ama bu işler önce arkadaşlıkla başlar benim
bildiğim.”
“Evet, ama ben alışkın değilim öyle şeylere.”
“Alış o zaman.” Hakan sesindeki sertliği yok edemiyordu. İş için
Sahrayıceditdeydi. İşi bitince nöbetin devamı için karşıya geçmeden önce
aramıştı Nil'i. Onun sesinden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Şoförüne dükkânın
adresini vermiş, sonra da bir iki telefon konuşması yapmıştı. Kendisine o gün
yaşananlar hakkında bilgi verilmişti. İlk duyduğu andan beri midesindeki
ağırlık geçmiyordu. Sanki taş yutmuş gibiydi. Tüm bunların ne anlama geldiğini
bilse de adlandıramıyordu.
Şimdi ise ona bir şey olabileceğinin korkusu sarmıştı içini. İlk
kez ailesinin dışında biri için korkmuştu. Üstelik tanışmalarının üstünden
henüz üç gün geçmemiş biri içindi o hissettiği büyük korku! Duygularını analiz
edemeyecek kadar kızgındı o an. Tek bildiği, Nil'in kendisine telefonda bile
olayı anlatmamış olmasıydı.
“Sen neden bu kadar sinirlisin? Bir şey mi oldu?”
“Ya sen deli misin? Bir de soruyorsun Nil. Sana bir şey olacaktı!
Üstelik bu önemsizmiş gibi sustun.”
“Hakan, önemsiz değil. Çok korktum. O kadar korktum ki içimin
titremesini geçiremedim. Ama sana anlatamazdım. O an ağlarsam sonunu getiremem
diye korktum. Ondan sustum. Ya araba kullanıyorsan? Ya işin varsa? Ya benim
yüzümden sana bir şey olsa?” Nil de farkında değildi ama o da Hakan'ı
düşündüğünü, ona bir şey olacak korkusu ile hareket ettiğini itiraf etmişti.
Hakan, o kahverengi gözlerde gördüğü korkuyu iliklerinde hissetti.
Bir adımda kapattı aralarındaki mesafeyi. Sımsıkı sarıldı. Nil'in
kucağındakilerin bedenlerine batmasına aldırmadı.
“Gerçekten korktum. Sana bir şey olacak düşüncesi çok acı verdi.
Sakın ama sakın bir daha kahramanlık yapma. Aklımı başımdan aldın.” Hakan,
hissettiklerini gizlemeye gerek duymuyordu. Nil onun için çok önemli bir yere
oturmuştu. Bunu saklamaya gerek de yoktu. Nil de bilsin hissettiklerimi,
diyordu. Nil, kendisini biraz geri çekerek Hakan'a baktı. “Hakan, bize neler
oluyor?”
“Sen biliyorsan bana da söyle. Ben polisim. Anlamam böyle
şeylerden. Ama seni kaybetmek istemediğimi biliyorum.” Sözleri bittiğinde
yeniden sarılmış, şakaklarına küçük öpücükler konduruyordu.
“Ben de anlamam ama bildiğim tek şey, benim de seni kaybetmekten
korktuğum.” Bu kez de Nil, dudaklarını hizasında olan çeneye öpücüklerini
bırakmaya başladı. Dışarıdan görünmekten korkmadan sarılmışlardı. Bir süre
sonra ikisi de durumlarının farkına varıp uzaklaştı.
Nil, hemen tezgâhın arkasındaki koltuklara doğru yürüdü. Hakan da
onu izledi. Koltuğa oturduğunda hala rahatlamış değildi Hakan.
“Nil, camcılar işini bitirinceye kadar buradayım ama sonra işe
dönmem lazım. Sen tek kalabilecek misin? Handan'ı arayayım mı?”
“Hayır. Sakın arama. Ben tek kalırım. Zaten birazdan eve
gideceğim. Ayrıca korkular ile yaşanmaz. Evet, adamdan korktum ama bu benim
yaşamımı engellemeyecek. Hem karakol da benim buraları sık sık devriye gezerek
kontrol edecek.”
“Nöbetin ne zaman?”
“Üç gün sonra! Ama sen böyle yaparsan ben o zaman korkarım. Lütfen
sen bari rahat ol.”
“Tamam. Olmaya çalışırım. Hadi bir şeyler içelim. Soğuk bir şeyler
var mı?”
“Var. Gazoz mu, meyve suyu mu?”
“Gazoz olsun. Kola bulmam mümkün değil gibi.”
“Bulunmaz. Ama ihtiyacın olursa diye söylüyorum bol bol mide
ilacım var. Bu kadar kola içersen yakında ilaçlara ihtiyaç duyacaksın.”
“Ben daha çok kola içip, ilaç alma bahanesi ile sık sık gelmeyi
planlıyordum.”
Nil, arka tarafa doğru yürürken yanıta gülüyordu. Hakan da ellerini cebine sokmuş, rafları
inceliyordu. Rafların hepsinde ilaç vardı. Vitrinde ise birkaç ortopedik terlik
ve boyunluk sergileniyordu. Bir sürü
eczanenin çocuk oyuncağından, makyaj malzemesine kadar farklı ürün koyduğu
vitrinler bu dükkânda hala aslını korumaktaydı.
Nil'in ayak seslerini duyduğunda ondan tarafa döndü. Elindeki
tepside iki bardak, bir tabak iki de kapaklı kutu vardı.
“Bunlar üzümlü kurabiyen. Ama nöbete gideceğin için oradakiler
sana bırakmaz diye düşündüm. Onlar içinde fındıklılardan koydum.”
“Zahmet etmeseydin.”
“Zahmet değil. Zaten sabah dükkân için pişiriyordum. Bir tepsi de
üzümlü yaptım. Ama hepsini sana vermedim. Biz de yedik.”
“Afiyet olsun.” Tepsideki tabağa uzandı. Isırdığı kurabiyenin
tadını çok beğenmişti.
“Araban nerede?”
“Şoför tur atıyordur. Mahallede park ederse dikkat çeker diye ben
köşede indim.”
“Senin üç beş dedikodudan korkacağını hiç düşünmezdim.”
“Ben korkmam ama sen üzülme isterim.”
“Teşekkür ederim.”
Onlar konuşurken kapı tıklatılmış, camcılar gelmişti. Kapının alt
camını değişirken Nil, camcılara da meyve suyu ile kurabiye ikram etmişti.
Annesi de öyleydi. Kim gelirse gelsin mutlaka bir şeyler ikram edilirdi. Kapıya
gelen boş gönderilmezdi.
Hakan, Nil’in işçilerle konuşmasını izledi. Ne kadar doğal
geliyordu hareketleri. Her geçen dakika
daha çok beğenecek bir yanını görüyordu. Camcılara yiyecek getirirken kendi
şoförüne de paket hazırlamıştı. Zaten Adil bugün kendisini aptal aptal
sırıtırken görmüştü. Sonra telefon konuşmalarını duymuş ve apar topar buraya
gelmişlerdi. Şimdi de elinde ev yapımı kurabiyelerle emniyete döneceklerdi. Eh
neler olduğunu anlaması için daha ne bilmesi gerekiyordu?
Camcılar işlerini bitirene kadar Hakan oturdu. Camın parasını
vermeyi düşündü ama Nil’in kızacağını tahmin ederek sustu. Daha o kadar yakın
değillerdi!
Nil, kapıları kilitleyip evin kapısına döndüğünde Hakan da
yanındaydı. Sokakta yürüyen birkaç kişi şöyle bir bakmıştı ikiliye. Daha fazla
dikkat çekmemek için elini uzatıp hafifçe Nil’in elini sıktı.
“Yarın görüşürüz. Alırım seni.”
“Tamam. Görüşürüz.” Hakan
basamakları inip kaldırıma adım attığında Nil seslendi. Hakan dönüp baktığında
ellerini kavuşturmuş utanarak bakan bir Nil beklemiyordu.
“İyi ki geldin. Teşekkür ederim.”
“Bir şey değil.”
Hakan, elindeki eczane poşeti ile arabaya doğru yürüdü. Şoför
poşeti görünce merakla “Hasta mısınız, amirim?” diye sordu.
“Yok Adil. Burada sana bir paket var.” Poşetin içindeki kurabiye
poşetini uzattı. Diğerleri de bana ve nöbettekilere.
Adil, şaşkınlıkla alelacele geldikleri yerden kurabiye almış
olmasına anlam yüklemeye çalıştı. Sonra vazgeçti. Amirinin özel hayatına
karışacak değildi ya! Üstelik sert yüzlü adamın yüzünün gülmesini sağlayan bir
kadınsa bundan memnun olması gerekirdi.
*****
Cenk
ile Handan sessiz bir gecede televizyon izliyordu. Arada sadece izledikleri ile
ilgili konuşuyorlardı. Çalan telefon bu sinir bozucu ortamı bozmuştu.
“Merhaba
anne.”
“...”
“Teşekkür
ederiz. Siz nasılsınız?”
“...”
“Elbette.
Handan'a soruyorum hemen.” Cenk, Handan'ın zaten kendisini dinlediğini
biliyordu. “Yarın akşama yemeğe çağırıyorlar. Gidelim mi?”
“Annene
karşı gelmek ne mümkün? Elbette onaylayacağız.” Handan, kısık sesle
konuşuyordu. Çünkü kayınvalidesinin şimşeklerini üstüne çekmek istemezdi.
“Yarın
akşam müsaidiz. Görüşmek üzere. Sayın babama da selamlarımı iletin.”
Handan, sinirlendiğini hissediyordu.
Cenk, anne ve babası ile siz diyerek konuşurdu. Onlardan birinin adını anması
gerekse sayın derdi. Bir arada iken bir kez bile sarıldıklarını görmemişti.
Böyle bir aileden Cenk gibi birinin çıkmış olması mucize bile sayılırdı. Gerçi
Cenk de çok fazla duygu gösterilerinde bulunan biri değildi ama anne babası
kadar da soğuk değildi. En azından gülmeyi ve güldürmeyi bilirdi.
Handan, yarın akşam birkaç saat bile
olsa yine o soğuk insanlara katlanacak olmanın sıkıntısını yaşamaya başlamıştı.
Cenk de onlarla olmaktan mutlu değildi. Ama yine de kendi ailesiydi. Oldukları
gibi kabul etmişti.
Bir süre daha televizyon izledi. Sonra
iyi geceler dileyerek odasına çıktı. Cenk o yattıktan sonra bir kadeh viski
koydu kendisine. Yudumlamak yerine kafasına dikti. Sonra ikinci kadehi de
koydu. Onu biraz daha yavaş yudumladı. Handan odalarına çıkalı en fazla on
dakika olmuştu. Arkasından gitti. Yanılmamıştı! Yatmış ama henüz uyumamıştı
karısı. Alkolün de etkisi ile üstündekileri bir çırpıda çıkarttı. Günlerdir
sevişmemişlerdi. Canı istiyordu. Ama Handan'ın mesafeli duruşu yüzünden o da
yakınlaşmamıştı. Artık uzak durmayacaktı!
Yatağın bir ucunda arkası dönük yatan
karısına yaklaştı. Beline sarılıp boynuna bir öpücük kondurdu. Handan,
isteksizdi. Ama o boynuna aldığı öpücükten sonrası da gelince içinde uyanan
isteği bastıramadı. Alkol kokusunu aldığında çoktan sevişmeye başlamışlardı.
Ama o koku düşüncelerini değiştirmişti. Kocası kendisi ile sevişebilmek için
alkol almak zorunda kalıyordu. Çok aşağılayıcı bir histi bu.
Cenk, tatmin olduğunda karısındaki
soğukluğu ancak algıladı. Ne olmuştu? Acaba seks hayatları da artık karısına
yeterli gelmiyor muydu? Başka bir erkekle mi açlığını gideriyordu?
Arkasını dönüp yastığına bir yumruk
attı. Sonra zorla da olsa gözlerini kapattı. Ama Handan'ın uyumadığını, kesik
kesik soluduğunu duyuyordu.
*****
Tüm yolu, az önce hissettiklerinin
yorumunu yaparak geçirdi. İlk kez birisi için bu kadar büyük bir korku
hissetmişti. Karakoldan bilgi aldığında Nil’in son derece soğukkanlı olduğunu
kendisini tehlikeye atmayacak şekilde konuştuğunu öğrenmişti ama yine de içi
rahat değildi.
Büroya geldiğinde Aliye nöbetteydi.
Hakan ona da elindekilerden verip masasına geçmiş işlere gömülmüştü. O gece
gelen bir ihbar ile verilen adrese gittiklerinde karşılarında ev arkadaşını
yemek sırası yüzünden öldürmüş bir üniversite öğrencisi vardı. Delikanlının
ellerine kelepçe vurulduğunda adli tıp da cesedi olay yerinden almıştı.
Başka olay olmayınca nöbet de rahat
geçmiş, bazı dosyaları gecenin sessizliğinde inceleme fırsatı bulmuştu. Eve
gittiğinde duş alıp yatağına uzandı.
Uykuya dalmadan önce aklındaki tek şey
akşam göreceği Nil'di!
*****
Akşam
için üstüne yeni konumuna uygun bir kıyafet geçirdi. Cenk'in anne ve babası
akşam yemeğine de özel giyinen kişilerdi. Onların bu yaşamı Handan’a göre
değildi.
Handan,
kendilerini her zamanki gibi hizmetçilerin karşılamasına gülümsedi. En azından
onların yüzü kendisini görünce gülüyordu.
Salona
alındıklarında Nesrin Hanım ve Talha Bey koltuklarında oturuyordu.
Yaklaştıklarında nezaketen ayağa kalkmış ve el sıkışmışlardı. İkisinin de
üstünde akşam için özel seçildiği belli kıyafetler vardı. Handan, bu
saçmalıklara gülüyor, tatsızlık çıkmasın diye uyuyordu. Kısa süre hatır soran
konuşmalardan sonra yemek masasına geçilmişti. Akşam yemeğine mutlaka saat
yedide oturulurdu.
Handan,
masada eşinin karşısına oturduğunda başının ağrımaya başladığını hissetti.
Cenk’e uygun bir zamanda söylemeyi ve daha erken kalkmayı planlıyordu.
Konu,
sizli bizli muhabbetler yüzünden asla derinleşmezdi. Yine öyle olmuş sadece
Cenk'in yurt dışı seyahati konuşulabilmişti. Nesrin Hanım, azametle çevirdiği
başı ile Handan'a bakmış, sen gitmiyor musun? diye sormuştu. Handan, işte şimdi
bomba patlayacak dedi içinden.
“Anneciğim, ben o tarihlerde arkadaşlarım
ile tatil yapacağım. Cenk elemanının kaza geçirmesi yüzünden çıkıyor. O zorunlu
ama ben değilim. Biraz eğleneceğim.” dediğinde kimin bu yanıta daha çok
şaşırdığını anlayamamıştı. Nesrin hanım mı? Yoksa karısının ağzından ilk kez bu
kadar alaycı bir yanıt duyan Cenk mi?
*****
Eczane
kapanmıştı ama kuaför hala açıktı. Henüz onlara Hakan’dan bahsetmek istemiyordu.
O yüzden sessizce üst kata çıktı. Hakan’ı aradığında onun da yolda olduğunu
öğrendi.
“Ben
biraz geciksem mahsuru olur mu? İstersen sen lokantaya git. Ben arabayla
gelirim.”
“Ne
oldu?”
“Kuaför
kapanmadı hala! Onların yanında çıkmak istemiyorum.”
“Ne o
gizli mi buluşacağız?” Hakan gülüyordu.
“Dalga
geçme. Onlar bir sürü soru sormasın istiyorum.”
“Tamam.
Sorun değil. Ben sen gel diyene kadar bir yerde beklerim. Seni evinden almak
istiyorum. Anlaştık mı?”
“Anlaştık.”
Nil,
evden çıkabilecek duruma geldiğinde aradan tam yirmi dakika geçmişti. Nil, mor penye, üstü bol, sırtı V şeklinde
açık, etek kısmı basenlerini saran mini elbisesi içinde çok güzeldi. Hakan içeriden kapıyı açmıştı. Nil oturunca
da hemen gaza bastı.
“Çok
acıktın sanırım?”
“O kadar
aç değilim ama bir gören olursa arabadan atlarsın falan diye korktum.
Kaçırıyorum seni.”
“AA
dalga geçiyorsun benimle.”
“Elbette.
Bu ne tedbir anlamadım.”
“Öyle
olması daha iyi!”
“Eh o
zaman biraz sürat yapmaktan zarar gelmez. Polis çevirirse söylerim suçun sende
olduğunu.”
“Ne
çabuk sattın beni. Sanırım bu beklemenin intikamı.”
“Yok
değil. Beklemenin intikamını beklediğim süre kadar eve geç bırakarak alacağım.”
“Ya
ben geç bırakılmaktan memnun kalırsam? O zaman nasıl ödeşmiş olacağız?”
“Başka
bir yol bulurum. Ama eninde sonunda intikamımı alacağım.”
“Eh
ne yapalım. Cezamızı çekeriz.”
“Çok
uysalsın!”
“Çünkü
dün seni üzdüm. Bugün beklettim. Yani haklısın ne diyeyim.”
“Bu
kadar üzgün sesle söyleyince insanın affedesi geliyor.”
“Bunu
gerçek suçlular duymasın o zaman.”
Konuşurken
Nil rahat rahat izliyordu Hakan’ın yüzünü. Hakan ise kısa süreli kaçamak
bakışlar atıyordu. O sırada trafik ışığı kırmızı olmuş, Hakan da rahatlıkla
izlemeye başlamıştı Nil’i. Kısa bir süre yanıt vermedi, sonra,
“Gerçek
suçluların beni bu kadar etkileyen gözleri yok.”
“Demek
ki olsa kurtulacaklar.”
“Sen
benim damarıma basıp illa ceza istiyorsun sanırım.”
“Yoo,
sadece konuşuyorum. Ne yiyeceğiz?”
“Ne
istiyorsun?”
“Fark
etmez. Sahilde bir sürü yer var. Girelim birine.”
“Acıkan
sensin sanırım.”
“Kesinlikle
haklısın. Çok açım. Akşam sen yemek ısmarlayacaksın diye öğlende bir şey
yemedim. Çok yiyeceğim hepsini sana ödeteceğim.” Gülerek söyleniyordu Nil.
Hakan,
kısa bir bakış attıktan sonra, “Kime benziyorsun?” diye sordu.
“Ne
alakasız bir soru. Ben çok açım, çok yiyeceğim diyorum.”
“Kime
benziyorsun? Kim bu kadar şakacı ve doğaldı? Annen mi baban mı?”
“Sanırım
hepsi. Bu bizim ailenin normal hali. Yani komik olmaya çalışmıyoruz. Biz zaten
komiğiz.” Ukalaca burnunu havaya dikmişti. “Doğallıktan kastın da bunları böyle
ulu orta söylemekse o konuda anneme daha çok benziyorum.” Hakan önce bu şirin
hallerine güldü. Sonra da yumuşak bir sesle, Nil’in sevgi dolu cümlelerle
bahsettiği annesini andı.
“Ona
teşekkür edebilmek hoş olurdu. Çok tatlısın.”
“Tırnaklarımı
görene kadar fikrini kendine sakla.”
“Bu
tatlı olmanı değiştirmiyor. “ Bu arada arabayı yanaştırmıştı kontağı kapattığı
halde inmeye niyetlenmeyince Nil de inmedi.
“Nil,
bu yemek aslında tüm yardımların için bir teşekkür yemeği de olacaktı. Ama ben
teşekkür kısmını burada halletmek istiyorum. Yemek ikimiz için özel olsun, olur
mu?”
“Daha
önce de söyledim. Teşekküre gerek yok. Ben isteyerek yapıyorum bu yardımı.”
“Ama
bilmediğin bir olay var. Hani şu pazarda patlayan bomba! İşte o olay bizim
masanın işi olmadığı halde, biz çözdük. Bu yüzden bana ve tüm elemanlarıma
teşekkür plâketi verildi. Ama o taltif aslında senin hakkındı.”
“Aldım
sayılır. Bu konuyu kapat lütfen. Benim amacım ne teşekkür ne plâket! Ben işler
çözülsün katiller sokakta dolaşmasın istiyorum.”
“Bunu
da çok güzel başarıyorsun. Senin verdiğin en can alıcı bilgiler bizi katile çok
hızlı ulaştırıyor. Hem bana da klima kazandırıyor. En az bir yılda alacağım
klimayı bir haftada bağlattım. Bunun için de özel bir teşekkürüm var.”
“Oh
ne güzel serin serin otur. Çok sevindim.”
“Artık
teşekkür edebilir miyim?”
“Ettin
ya!” cümlesi bittiğinde Hakan, eğilmiş küçücük bir öpücük bırakmıştı
dudaklarına. “Halka açık yerde bu kadar! Sonra daha uygun teşekkür ederim.”
Nil,
tek kelime edemeden Hakan arabadan indi. Kapısını açtığında Nil ancak
toparlanmıştı. Küçük ama bu kadar etkili öpmeyi nasıl başarıyordu?
Nil,
uzatılan eli tutarak indi. Elbisesinin eteklerini düzeltti. Hakan'ın
bacaklarına bakmasından hoşnuttu. Zaten daha önce mayo ile görmüştü.
“Çok
şık ve güzelsin. Bu renk bir kıyafet birisine bu kadar mı yakışır?” Bu arada
kolunu uzatmış, Nil’in koluna girmesini sağlamıştı.
“Mor
benim rengim sanırım. Gerçi, yeşil, pembe ve mavi de benim rengim. AA sarı da!
Ya galiba her renk benim rengim.”
“Seni
ilk gördüğümde üstünde mavi ile pembe vardı. Seni çingene güzeli diye
tanımlamıştım. Hatta saçlarında bir de çiçek hayal etmiştim.” Nil lokantaya
giden yürüme yolunun ortasında durup Hakan’a ters ters baktı. “Yok, daha neler.
Son üç yıldır saçıma çiçek takmıyorum artık.” Sözü bittiğinde gözlerinde
kahkaha izleri uçuşuyordu. Yeniden yürümeye başladılar.
“Eskiden
takıyordun yani?” Bu kez Hakan gerçekten şaşırmıştı. Nil’in doğallığının
altında çılgın tarafları olduğunu anlamıştı ama çiçek takacağını gerçekten
düşünmemişti.
“Evet,
bayılırdım. Anneme her gün başka bir çiçek taktırdığım günlerim vardı.”
“Sana
yakıştığından eminim.” Bu arada kapıdaki garsonun kendilerini yönlendirdiği
masaya kadar ulaşmışlardı. Hakan sandalyesini çekip oturmasını bekledi. Sonra
da üstündeki yazlık ceketi çıkartarak sandalyesinin arkasına astı. Kot pantolon
üstüne, beyaz gömlek giymişti. Hafif yanık tenine çok yakışmıştı.
“Sen
de çok şıksın. Seni ilk kez gömlekle görüyorum.”
“Sana
güzel gözükmek istedim.”
“Penyelerinle
de güzeldin.”
“Teşekkür
ederim.”
Yemeğin
ısmarlanması ve ardından gelen yemeklerin yenmesi süresince birbirlerini
tanıdılar. Akılarına gelen her soruyu sordular. Nil birkaç soruyu üst üste
sorunca Hakan, “Seni bizim sorgulara da alalım. Benden betersin.” demişti.
“Sen,
iyi polis misin, kötü polis mi?”
“İkisi
de. Yerine göre karar veriyoruz. Sen hangisi olmak istersin?”
“Sanırım
ben bu kafamla ne iyi ne kötü olamam. Dümdüz olurum. Suçlular da bana bir şey
söylemez.”
“Sen
sor da gör bak nasıl söylüyorlar.”
“Bu
iltifat mı?”
“Öyle
olmalıydı. Ama sanırım anlaşılamadı. Tatlı ister misin?”
“Burada
istemem. Başka yerde yiyelim. Seni dondurmanın en güzeline götüreyim.”
“Tamam.
Hemen hesabı ödüyorum.”
Restorandan
çıktıktan sonra yavaş adımlarla yürüdüler. Hava nihayet serinlemişti. Nil'in
sırtı açık elbisesi içinde üşümesinden korkan Hakan ceketini teklif etmişti.
Ama üşümüyordu Nil.
“Teşekkür
ederim ama iyiyim böyle.”
“Ben
iyi değilim. Gözüm takılıyor.” Genç kadının kendisine sapık demesinden
korkuyordu. Gözlerini ne uzun bacaklarından ne de sırt dekoltesinden
alamıyordu. Aklından geçenleri dağıtmakta güçlük çekiyordu.
“Aha
anladım. Ama yine de istemiyorum ceketini. Hadi gel.” Hakan'ı ara sokağa soktu.
“Daha
ne kadar var?”
“Yoruldun
mu? Masa başına alışkınsın galiba. Yürü biraz. Üç sokak var daha.”
“Yorulmadım
ama neden arabayla gitmedik anlamadım.”
“Çünkü
yiyeceğimiz koca dondurmaların kalorisini ancak geri dönüş yolunda yakarız.”
“Anlaşıldı
bu formu neye borçlu olduğun. Tamam, hadi devam edelim.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder