2 Ağustos 2015 Pazar

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 27. Bölüm


Handan ile Cenk birlikte eve geldiklerinde saat sekizdi. Evdeki hizmetliler yemekleri hazırlamış ve gitmişti. Handan hemen üstünü değiştirip mutfağa girdi. Yemekleri ısıtmak ve masaya koymaktan başka şey yapmayacaktı. Evlendiklerinden beri düzen böyleydi. Arada bir kendisi de mutfağa giriyordu ama genelde hazır olurdu yemekleri.

Cenk, duş almış üstüne rahat bir pantolon ile keten gömlek giymişti. Yaz geldiğinden beri hafta sonları yazlıkta güneşleniyorlardı. Böylece ikisi de tatil yapmadan bronzlaşmıştı. Şimdi de üstündeki krem rengi gömlek ile çok yakışıklı duruyordu. Handan onun kendisine bakmadığı zamanlarda kocasını izliyordu.

“Masa hazır.”

“Geliyorum.”


İşte bu kadar! İki soğuk cümle...

Yemeğin sonuna doğru Handan sessizliği bozdu.

“Tatile Nil'i davet edeceğim.”

Cenk, memnun olmuştu bundan. Demek ki başka bir erkekle gitmek değildi amacı! Zaten Handan yapmazdı öyle şey. Onun etrafındaki erkeklerle gülümseyerek konuştuğunu bile görmemişti o güne kadar.

“Çok iyi olur. Ama çok tanımıyorsun. Anlaşamazsanız tatil zehir olmasın?”

“Çok tanımıyorum ama ondan rahatsız olmayacağımı da yanımda istediğimi de biliyorum.”

“O zaman sorun yok. Ne yapacaksınız? Nereye gideceksiniz?”

“Bilmiyorum. Nil ile konuşup ona göre karar vereceğim. Belki o gelemez. O yüzden karar vermedim henüz.”

“Bir an önce sor bence. O da tatil yapmaktan bahsediyordu.”

“Tamam, yarın ararım. Sen ne zaman gidiyorsun?”

“İlk toplantı çarşamba günü, en geç yarın akşam uçmam lazım. Sonra bir süre buralardayım. Ondan sonra da şu Almanya ve Fransa seyahati var.”

“İyi. İstersen sonra da sen tatile çıkarsın.” İçinden cümlesine devam etti. 'Nasılsa bensiz gezmeyi tercih ediyorsun!'

Cenk, Handan'ın cümlesinden sonra ona bakmıştı ama Handan yemeği ile oynuyordu. Ne cevap verecekti ki? Zaten tüm planları bozan o değil miydi? Handan şu an inat yapıyordu ve kendince de haklıydı. En iyisi konuyu uzatmamaktı.


*****



“Sen ne arıyorsun burada?”

“Sen bana neden anlatmıyorsun neler olduğunu?”

“Yarın anlatacaktım!”

“Yarın? Ben sana, neden telefonda anlatmadığını da sormadım. Ben sana olay olduğunda ya da hemen ardından neden beni aramadığını sordum.”

“Ne diye arayacaktım seni?”

“Nil, sen kaç yaşındasın Allah aşkına? On altı mı? Sen de, ben de, neler hissettiğimizi bilecek yaşlardayız. Senden çok hoşlandığımı daha nasıl anlatacaktım? Yazılı mı verecektim? Bir erkek, hele ki polis ise kız arkadaşının başına gelenleri ilk öğrenmek ister. En son değil!” Hakan, sinirle ve nefes almadan saymıştı hepsini. Nil ise onun o sinirli haline aldırmadı. İçinden tek bir cümleyi seçip aldı. Çünkü o an konuşmak istediği şey ne gündüz yaşananlardı ne de Hakan'ın kendisine kızmış olması...

“Ben senin kız arkadaşın mıyım?”

Hakan, karşısında masum bir yüzle kendisine bakan ve yumuşak bir sesle sorusunu yönelten Nil'e “Şimdilik.” diye yine sert yanıt verdi.

“Ne demek şimdilik?” Nil gerçekten şaşırmıştı.

“Sonrasını bilmiyorum ama bu işler önce arkadaşlıkla başlar benim bildiğim.”

“Evet, ama ben alışkın değilim öyle şeylere.”

“Alış o zaman.” Hakan sesindeki sertliği yok edemiyordu. İş için Sahrayıceditdeydi. İşi bitince nöbetin devamı için karşıya geçmeden önce aramıştı Nil'i. Onun sesinden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Şoförüne dükkânın adresini vermiş, sonra da bir iki telefon konuşması yapmıştı. Kendisine o gün yaşananlar hakkında bilgi verilmişti. İlk duyduğu andan beri midesindeki ağırlık geçmiyordu. Sanki taş yutmuş gibiydi. Tüm bunların ne anlama geldiğini bilse de adlandıramıyordu.

Şimdi ise ona bir şey olabileceğinin korkusu sarmıştı içini. İlk kez ailesinin dışında biri için korkmuştu. Üstelik tanışmalarının üstünden henüz üç gün geçmemiş biri içindi o hissettiği büyük korku! Duygularını analiz edemeyecek kadar kızgındı o an. Tek bildiği, Nil'in kendisine telefonda bile olayı anlatmamış olmasıydı.

“Sen neden bu kadar sinirlisin? Bir şey mi oldu?”

“Ya sen deli misin? Bir de soruyorsun Nil. Sana bir şey olacaktı! Üstelik bu önemsizmiş gibi sustun.”

“Hakan, önemsiz değil. Çok korktum. O kadar korktum ki içimin titremesini geçiremedim. Ama sana anlatamazdım. O an ağlarsam sonunu getiremem diye korktum. Ondan sustum. Ya araba kullanıyorsan? Ya işin varsa? Ya benim yüzümden sana bir şey olsa?” Nil de farkında değildi ama o da Hakan'ı düşündüğünü, ona bir şey olacak korkusu ile hareket ettiğini itiraf etmişti.

Hakan, o kahverengi gözlerde gördüğü korkuyu iliklerinde hissetti. Bir adımda kapattı aralarındaki mesafeyi. Sımsıkı sarıldı. Nil'in kucağındakilerin bedenlerine batmasına aldırmadı.

“Gerçekten korktum. Sana bir şey olacak düşüncesi çok acı verdi. Sakın ama sakın bir daha kahramanlık yapma. Aklımı başımdan aldın.” Hakan, hissettiklerini gizlemeye gerek duymuyordu. Nil onun için çok önemli bir yere oturmuştu. Bunu saklamaya gerek de yoktu. Nil de bilsin hissettiklerimi, diyordu. Nil, kendisini biraz geri çekerek Hakan'a baktı. “Hakan, bize neler oluyor?”

“Sen biliyorsan bana da söyle. Ben polisim. Anlamam böyle şeylerden. Ama seni kaybetmek istemediğimi biliyorum.” Sözleri bittiğinde yeniden sarılmış, şakaklarına küçük öpücükler konduruyordu.

“Ben de anlamam ama bildiğim tek şey, benim de seni kaybetmekten korktuğum.” Bu kez de Nil, dudaklarını hizasında olan çeneye öpücüklerini bırakmaya başladı. Dışarıdan görünmekten korkmadan sarılmışlardı. Bir süre sonra ikisi de durumlarının farkına varıp uzaklaştı.

Nil, hemen tezgâhın arkasındaki koltuklara doğru yürüdü. Hakan da onu izledi. Koltuğa oturduğunda hala rahatlamış değildi Hakan.

“Nil, camcılar işini bitirinceye kadar buradayım ama sonra işe dönmem lazım. Sen tek kalabilecek misin? Handan'ı arayayım mı?”

“Hayır. Sakın arama. Ben tek kalırım. Zaten birazdan eve gideceğim. Ayrıca korkular ile yaşanmaz. Evet, adamdan korktum ama bu benim yaşamımı engellemeyecek. Hem karakol da benim buraları sık sık devriye gezerek kontrol edecek.”

“Nöbetin ne zaman?”

“Üç gün sonra! Ama sen böyle yaparsan ben o zaman korkarım. Lütfen sen bari rahat ol.”

“Tamam. Olmaya çalışırım. Hadi bir şeyler içelim. Soğuk bir şeyler var mı?”

“Var. Gazoz mu, meyve suyu mu?”

“Gazoz olsun. Kola bulmam mümkün değil gibi.”

“Bulunmaz. Ama ihtiyacın olursa diye söylüyorum bol bol mide ilacım var. Bu kadar kola içersen yakında ilaçlara ihtiyaç duyacaksın.”

“Ben daha çok kola içip, ilaç alma bahanesi ile sık sık gelmeyi planlıyordum.”

Nil, arka tarafa doğru yürürken yanıta gülüyordu.  Hakan da ellerini cebine sokmuş, rafları inceliyordu. Rafların hepsinde ilaç vardı. Vitrinde ise birkaç ortopedik terlik ve boyunluk sergileniyordu.  Bir sürü eczanenin çocuk oyuncağından, makyaj malzemesine kadar farklı ürün koyduğu vitrinler bu dükkânda hala aslını korumaktaydı.

Nil'in ayak seslerini duyduğunda ondan tarafa döndü. Elindeki tepside iki bardak, bir tabak iki de kapaklı kutu vardı.

“Bunlar üzümlü kurabiyen. Ama nöbete gideceğin için oradakiler sana bırakmaz diye düşündüm. Onlar içinde fındıklılardan koydum.”

“Zahmet etmeseydin.”

“Zahmet değil. Zaten sabah dükkân için pişiriyordum. Bir tepsi de üzümlü yaptım. Ama hepsini sana vermedim. Biz de yedik.”

“Afiyet olsun.” Tepsideki tabağa uzandı. Isırdığı kurabiyenin tadını çok beğenmişti. 

“Araban nerede?”

“Şoför tur atıyordur. Mahallede park ederse dikkat çeker diye ben köşede indim.”

“Senin üç beş dedikodudan korkacağını hiç düşünmezdim.”

“Ben korkmam ama sen üzülme isterim.”

“Teşekkür ederim.”

Onlar konuşurken kapı tıklatılmış, camcılar gelmişti. Kapının alt camını değişirken Nil, camcılara da meyve suyu ile kurabiye ikram etmişti. Annesi de öyleydi. Kim gelirse gelsin mutlaka bir şeyler ikram edilirdi. Kapıya gelen boş gönderilmezdi.

Hakan, Nil’in işçilerle konuşmasını izledi. Ne kadar doğal geliyordu hareketleri.  Her geçen dakika daha çok beğenecek bir yanını görüyordu. Camcılara yiyecek getirirken kendi şoförüne de paket hazırlamıştı. Zaten Adil bugün kendisini aptal aptal sırıtırken görmüştü. Sonra telefon konuşmalarını duymuş ve apar topar buraya gelmişlerdi. Şimdi de elinde ev yapımı kurabiyelerle emniyete döneceklerdi. Eh neler olduğunu anlaması için daha ne bilmesi gerekiyordu?

Camcılar işlerini bitirene kadar Hakan oturdu. Camın parasını vermeyi düşündü ama Nil’in kızacağını tahmin ederek sustu. Daha o kadar yakın değillerdi!

Nil, kapıları kilitleyip evin kapısına döndüğünde Hakan da yanındaydı. Sokakta yürüyen birkaç kişi şöyle bir bakmıştı ikiliye. Daha fazla dikkat çekmemek için elini uzatıp hafifçe Nil’in elini sıktı.

“Yarın görüşürüz. Alırım seni.”

“Tamam. Görüşürüz.”  Hakan basamakları inip kaldırıma adım attığında Nil seslendi. Hakan dönüp baktığında ellerini kavuşturmuş utanarak bakan bir Nil beklemiyordu.

“İyi ki geldin. Teşekkür ederim.”

“Bir şey değil.”


Hakan, elindeki eczane poşeti ile arabaya doğru yürüdü. Şoför poşeti görünce merakla “Hasta mısınız, amirim?” diye sordu.

“Yok Adil. Burada sana bir paket var.” Poşetin içindeki kurabiye poşetini uzattı. Diğerleri de bana ve nöbettekilere.

Adil, şaşkınlıkla alelacele geldikleri yerden kurabiye almış olmasına anlam yüklemeye çalıştı. Sonra vazgeçti. Amirinin özel hayatına karışacak değildi ya! Üstelik sert yüzlü adamın yüzünün gülmesini sağlayan bir kadınsa bundan memnun olması gerekirdi.

*****

          
Cenk ile Handan sessiz bir gecede televizyon izliyordu. Arada sadece izledikleri ile ilgili konuşuyorlardı. Çalan telefon bu sinir bozucu ortamı bozmuştu.

Merhaba anne.”
...”
Teşekkür ederiz. Siz nasılsınız?”
...”
Elbette. Handan'a soruyorum hemen.” Cenk, Handan'ın zaten kendisini dinlediğini biliyordu. “Yarın akşama yemeğe çağırıyorlar. Gidelim mi?”
Annene karşı gelmek ne mümkün? Elbette onaylayacağız.” Handan, kısık sesle konuşuyordu. Çünkü kayınvalidesinin şimşeklerini üstüne çekmek istemezdi.
Yarın akşam müsaidiz. Görüşmek üzere. Sayın babama da selamlarımı iletin.”
Handan, sinirlendiğini hissediyordu. Cenk, anne ve babası ile siz diyerek konuşurdu. Onlardan birinin adını anması gerekse sayın derdi. Bir arada iken bir kez bile sarıldıklarını görmemişti. Böyle bir aileden Cenk gibi birinin çıkmış olması mucize bile sayılırdı. Gerçi Cenk de çok fazla duygu gösterilerinde bulunan biri değildi ama anne babası kadar da soğuk değildi. En azından gülmeyi ve güldürmeyi bilirdi.

Handan, yarın akşam birkaç saat bile olsa yine o soğuk insanlara katlanacak olmanın sıkıntısını yaşamaya başlamıştı. Cenk de onlarla olmaktan mutlu değildi. Ama yine de kendi ailesiydi. Oldukları gibi kabul etmişti.
Bir süre daha televizyon izledi. Sonra iyi geceler dileyerek odasına çıktı. Cenk o yattıktan sonra bir kadeh viski koydu kendisine. Yudumlamak yerine kafasına dikti. Sonra ikinci kadehi de koydu. Onu biraz daha yavaş yudumladı. Handan odalarına çıkalı en fazla on dakika olmuştu. Arkasından gitti. Yanılmamıştı! Yatmış ama henüz uyumamıştı karısı. Alkolün de etkisi ile üstündekileri bir çırpıda çıkarttı. Günlerdir sevişmemişlerdi. Canı istiyordu. Ama Handan'ın mesafeli duruşu yüzünden o da yakınlaşmamıştı. Artık uzak durmayacaktı!
Yatağın bir ucunda arkası dönük yatan karısına yaklaştı. Beline sarılıp boynuna bir öpücük kondurdu. Handan, isteksizdi. Ama o boynuna aldığı öpücükten sonrası da gelince içinde uyanan isteği bastıramadı. Alkol kokusunu aldığında çoktan sevişmeye başlamışlardı. Ama o koku düşüncelerini değiştirmişti. Kocası kendisi ile sevişebilmek için alkol almak zorunda kalıyordu. Çok aşağılayıcı bir histi bu.
Cenk, tatmin olduğunda karısındaki soğukluğu ancak algıladı. Ne olmuştu? Acaba seks hayatları da artık karısına yeterli gelmiyor muydu? Başka bir erkekle mi açlığını gideriyordu?
Arkasını dönüp yastığına bir yumruk attı. Sonra zorla da olsa gözlerini kapattı. Ama Handan'ın uyumadığını, kesik kesik soluduğunu duyuyordu.

***** 


Tüm yolu, az önce hissettiklerinin yorumunu yaparak geçirdi. İlk kez birisi için bu kadar büyük bir korku hissetmişti. Karakoldan bilgi aldığında Nil’in son derece soğukkanlı olduğunu kendisini tehlikeye atmayacak şekilde konuştuğunu öğrenmişti ama yine de içi rahat değildi.
Büroya geldiğinde Aliye nöbetteydi. Hakan ona da elindekilerden verip masasına geçmiş işlere gömülmüştü. O gece gelen bir ihbar ile verilen adrese gittiklerinde karşılarında ev arkadaşını yemek sırası yüzünden öldürmüş bir üniversite öğrencisi vardı. Delikanlının ellerine kelepçe vurulduğunda adli tıp da cesedi olay yerinden almıştı.
Başka olay olmayınca nöbet de rahat geçmiş, bazı dosyaları gecenin sessizliğinde inceleme fırsatı bulmuştu. Eve gittiğinde duş alıp yatağına uzandı.
Uykuya dalmadan önce aklındaki tek şey akşam göreceği Nil'di!

*****


Akşam için üstüne yeni konumuna uygun bir kıyafet geçirdi. Cenk'in anne ve babası akşam yemeğine de özel giyinen kişilerdi. Onların bu yaşamı Handan’a göre değildi.
Handan, kendilerini her zamanki gibi hizmetçilerin karşılamasına gülümsedi. En azından onların yüzü kendisini görünce gülüyordu.
Salona alındıklarında Nesrin Hanım ve Talha Bey koltuklarında oturuyordu. Yaklaştıklarında nezaketen ayağa kalkmış ve el sıkışmışlardı. İkisinin de üstünde akşam için özel seçildiği belli kıyafetler vardı. Handan, bu saçmalıklara gülüyor, tatsızlık çıkmasın diye uyuyordu. Kısa süre hatır soran konuşmalardan sonra yemek masasına geçilmişti. Akşam yemeğine mutlaka saat yedide oturulurdu.
Handan, masada eşinin karşısına oturduğunda başının ağrımaya başladığını hissetti. Cenk’e uygun bir zamanda söylemeyi ve daha erken kalkmayı planlıyordu.
Konu, sizli bizli muhabbetler yüzünden asla derinleşmezdi. Yine öyle olmuş sadece Cenk'in yurt dışı seyahati konuşulabilmişti. Nesrin Hanım, azametle çevirdiği başı ile Handan'a bakmış, sen gitmiyor musun? diye sormuştu. Handan, işte şimdi bomba patlayacak dedi içinden.

Anneciğim, ben o tarihlerde arkadaşlarım ile tatil yapacağım. Cenk elemanının kaza geçirmesi yüzünden çıkıyor. O zorunlu ama ben değilim. Biraz eğleneceğim.” dediğinde kimin bu yanıta daha çok şaşırdığını anlayamamıştı. Nesrin hanım mı? Yoksa karısının ağzından ilk kez bu kadar alaycı bir yanıt duyan Cenk mi?



***** 

Eczane kapanmıştı ama kuaför hala açıktı. Henüz onlara Hakan’dan bahsetmek istemiyordu. O yüzden sessizce üst kata çıktı. Hakan’ı aradığında onun da yolda olduğunu öğrendi.

“Ben biraz geciksem mahsuru olur mu? İstersen sen lokantaya git. Ben arabayla gelirim.”

“Ne oldu?”

“Kuaför kapanmadı hala! Onların yanında çıkmak istemiyorum.”

“Ne o gizli mi buluşacağız?” Hakan gülüyordu.

“Dalga geçme. Onlar bir sürü soru sormasın istiyorum.”

“Tamam. Sorun değil. Ben sen gel diyene kadar bir yerde beklerim. Seni evinden almak istiyorum. Anlaştık mı?”

“Anlaştık.”

Nil, evden çıkabilecek duruma geldiğinde aradan tam yirmi dakika geçmişti.  Nil, mor penye, üstü bol, sırtı V şeklinde açık, etek kısmı basenlerini saran mini elbisesi içinde çok güzeldi.  Hakan içeriden kapıyı açmıştı. Nil oturunca da hemen gaza bastı.

“Çok acıktın sanırım?”

“O kadar aç değilim ama bir gören olursa arabadan atlarsın falan diye korktum. Kaçırıyorum seni.”

“AA dalga geçiyorsun benimle.”

“Elbette. Bu ne tedbir anlamadım.”

“Öyle olması daha iyi!”

“Eh o zaman biraz sürat yapmaktan zarar gelmez. Polis çevirirse söylerim suçun sende olduğunu.”

“Ne çabuk sattın beni. Sanırım bu beklemenin intikamı.”

“Yok değil. Beklemenin intikamını beklediğim süre kadar eve geç bırakarak alacağım.”

“Ya ben geç bırakılmaktan memnun kalırsam? O zaman nasıl ödeşmiş olacağız?”

“Başka bir yol bulurum. Ama eninde sonunda intikamımı alacağım.”

“Eh ne yapalım. Cezamızı çekeriz.”

“Çok uysalsın!”

“Çünkü dün seni üzdüm. Bugün beklettim. Yani haklısın ne diyeyim.”

“Bu kadar üzgün sesle söyleyince insanın affedesi geliyor.”

“Bunu gerçek suçlular duymasın o zaman.”

Konuşurken Nil rahat rahat izliyordu Hakan’ın yüzünü. Hakan ise kısa süreli kaçamak bakışlar atıyordu. O sırada trafik ışığı kırmızı olmuş, Hakan da rahatlıkla izlemeye başlamıştı Nil’i. Kısa bir süre yanıt vermedi, sonra,

“Gerçek suçluların beni bu kadar etkileyen gözleri yok.”

“Demek ki olsa kurtulacaklar.”

“Sen benim damarıma basıp illa ceza istiyorsun sanırım.”

“Yoo, sadece konuşuyorum. Ne yiyeceğiz?”

“Ne istiyorsun?”

“Fark etmez. Sahilde bir sürü yer var. Girelim birine.”

“Acıkan sensin sanırım.”

“Kesinlikle haklısın. Çok açım. Akşam sen yemek ısmarlayacaksın diye öğlende bir şey yemedim. Çok yiyeceğim hepsini sana ödeteceğim.” Gülerek söyleniyordu Nil.

Hakan, kısa bir bakış attıktan sonra, “Kime benziyorsun?” diye sordu. 

“Ne alakasız bir soru. Ben çok açım, çok yiyeceğim diyorum.”

“Kime benziyorsun? Kim bu kadar şakacı ve doğaldı? Annen mi baban mı?”

“Sanırım hepsi. Bu bizim ailenin normal hali. Yani komik olmaya çalışmıyoruz. Biz zaten komiğiz.” Ukalaca burnunu havaya dikmişti. “Doğallıktan kastın da bunları böyle ulu orta söylemekse o konuda anneme daha çok benziyorum.” Hakan önce bu şirin hallerine güldü. Sonra da yumuşak bir sesle, Nil’in sevgi dolu cümlelerle bahsettiği annesini andı.

“Ona teşekkür edebilmek hoş olurdu. Çok tatlısın.”

“Tırnaklarımı görene kadar fikrini kendine sakla.”

“Bu tatlı olmanı değiştirmiyor. “ Bu arada arabayı yanaştırmıştı kontağı kapattığı halde inmeye niyetlenmeyince Nil de inmedi.

“Nil, bu yemek aslında tüm yardımların için bir teşekkür yemeği de olacaktı. Ama ben teşekkür kısmını burada halletmek istiyorum. Yemek ikimiz için özel olsun, olur mu?”

“Daha önce de söyledim. Teşekküre gerek yok. Ben isteyerek yapıyorum bu yardımı.”

“Ama bilmediğin bir olay var. Hani şu pazarda patlayan bomba! İşte o olay bizim masanın işi olmadığı halde, biz çözdük. Bu yüzden bana ve tüm elemanlarıma teşekkür plâketi verildi. Ama o taltif aslında senin hakkındı.”

“Aldım sayılır. Bu konuyu kapat lütfen. Benim amacım ne teşekkür ne plâket! Ben işler çözülsün katiller sokakta dolaşmasın istiyorum.”

“Bunu da çok güzel başarıyorsun. Senin verdiğin en can alıcı bilgiler bizi katile çok hızlı ulaştırıyor. Hem bana da klima kazandırıyor. En az bir yılda alacağım klimayı bir haftada bağlattım. Bunun için de özel bir teşekkürüm var.”

“Oh ne güzel serin serin otur. Çok sevindim.”

“Artık teşekkür edebilir miyim?”

“Ettin ya!” cümlesi bittiğinde Hakan, eğilmiş küçücük bir öpücük bırakmıştı dudaklarına. “Halka açık yerde bu kadar! Sonra daha uygun teşekkür ederim.”

Nil, tek kelime edemeden Hakan arabadan indi. Kapısını açtığında Nil ancak toparlanmıştı. Küçük ama bu kadar etkili öpmeyi nasıl başarıyordu?

Nil, uzatılan eli tutarak indi. Elbisesinin eteklerini düzeltti. Hakan'ın bacaklarına bakmasından hoşnuttu. Zaten daha önce mayo ile görmüştü.

“Çok şık ve güzelsin. Bu renk bir kıyafet birisine bu kadar mı yakışır?” Bu arada kolunu uzatmış, Nil’in koluna girmesini sağlamıştı.

“Mor benim rengim sanırım. Gerçi, yeşil, pembe ve mavi de benim rengim. AA sarı da! Ya galiba her renk benim rengim.”

“Seni ilk gördüğümde üstünde mavi ile pembe vardı. Seni çingene güzeli diye tanımlamıştım. Hatta saçlarında bir de çiçek hayal etmiştim.” Nil lokantaya giden yürüme yolunun ortasında durup Hakan’a ters ters baktı. “Yok, daha neler. Son üç yıldır saçıma çiçek takmıyorum artık.” Sözü bittiğinde gözlerinde kahkaha izleri uçuşuyordu. Yeniden yürümeye başladılar.

“Eskiden takıyordun yani?” Bu kez Hakan gerçekten şaşırmıştı. Nil’in doğallığının altında çılgın tarafları olduğunu anlamıştı ama çiçek takacağını gerçekten düşünmemişti.

“Evet, bayılırdım. Anneme her gün başka bir çiçek taktırdığım günlerim vardı.”

“Sana yakıştığından eminim.” Bu arada kapıdaki garsonun kendilerini yönlendirdiği masaya kadar ulaşmışlardı. Hakan sandalyesini çekip oturmasını bekledi. Sonra da üstündeki yazlık ceketi çıkartarak sandalyesinin arkasına astı. Kot pantolon üstüne, beyaz gömlek giymişti. Hafif yanık tenine çok yakışmıştı.

“Sen de çok şıksın. Seni ilk kez gömlekle görüyorum.”

“Sana güzel gözükmek istedim.”

“Penyelerinle de güzeldin.”

“Teşekkür ederim.”

Yemeğin ısmarlanması ve ardından gelen yemeklerin yenmesi süresince birbirlerini tanıdılar. Akılarına gelen her soruyu sordular. Nil birkaç soruyu üst üste sorunca Hakan, “Seni bizim sorgulara da alalım. Benden betersin.” demişti.

“Sen, iyi polis misin, kötü polis mi?”

“İkisi de. Yerine göre karar veriyoruz. Sen hangisi olmak istersin?”

“Sanırım ben bu kafamla ne iyi ne kötü olamam. Dümdüz olurum. Suçlular da bana bir şey söylemez.”

“Sen sor da gör bak nasıl söylüyorlar.”

“Bu iltifat mı?”

“Öyle olmalıydı. Ama sanırım anlaşılamadı. Tatlı ister misin?”

“Burada istemem. Başka yerde yiyelim. Seni dondurmanın en güzeline götüreyim.”

“Tamam. Hemen hesabı ödüyorum.”

Restorandan çıktıktan sonra yavaş adımlarla yürüdüler. Hava nihayet serinlemişti. Nil'in sırtı açık elbisesi içinde üşümesinden korkan Hakan ceketini teklif etmişti. Ama üşümüyordu Nil.

“Teşekkür ederim ama iyiyim böyle.”

“Ben iyi değilim. Gözüm takılıyor.” Genç kadının kendisine sapık demesinden korkuyordu. Gözlerini ne uzun bacaklarından ne de sırt dekoltesinden alamıyordu. Aklından geçenleri dağıtmakta güçlük çekiyordu.

“Aha anladım. Ama yine de istemiyorum ceketini. Hadi gel.” Hakan'ı ara sokağa soktu.

“Daha ne kadar var?”

“Yoruldun mu? Masa başına alışkınsın galiba. Yürü biraz. Üç sokak var daha.”

“Yorulmadım ama neden arabayla gitmedik anlamadım.”

“Çünkü yiyeceğimiz koca dondurmaların kalorisini ancak geri dönüş yolunda yakarız.”

“Anlaşıldı bu formu neye borçlu olduğun. Tamam, hadi devam edelim.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder