3 Ağustos 2015 Pazartesi

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 28. Bölüm


Saat çok geçti ama Agop usta kendisini kırmamış, dükkânını açık tutmuştu. Gündüz aksilikler üst üst gelince perukları alamamıştı. Ama artık o da tamamdı. Çeki uzatıp teşekkür ettikten sonra kutuları yüklendi. Ardından Agop Usta da kalan kutular ile dışarı çıktı.

Dükkânın önündeki son model spor arabasının küçük bagajı ile arka koltuğuna kutuları doldurdu. Tüm peruklarını buradan alırdı. Şimdi de defilesi için yine Agop usta ile çalışmıştı. Kızların hepsi başka renk peruk takacaktı. Yola çıktıktan sonra bet sesi ile bağıra bağıra şarkı söylemeye başlamıştı. Radyodan gelen ses ile kendi sesi çarpıştıkça ortaya kötü sesler yayılıyordu ama bu keyfini kaçıracak son şeydi. İki gün sonra tüm hayatı değişecekti...





Bu ilk tek başına düzenlediği defilesiydi. O kadar heyecanlıydı ki! Elleri hala titriyordu. Arka koltuktaki kutular hareketlenince bir eli ile onları düzeltti. Şekillerini bozmadan butiğe ulaşmalıydı. Arkaya yaptığı hamle ile başındaki peruk kaydı. Zaten tutturmamış öylece kafasına oturtmuştu.

Kendi başındaki kızıl peruk da yeniydi. Adam işinin ustası diye düşündü. Sanki kendi saçıydı. Defilede giyeceği,  derin göğüs dekolteli kıyafetin üstünde bu peruk çok güzel duracaktı. Mutluydu... Çok mutlu...

Bir süre sonra Beşiktaş'a ulaştı. Butiği, Ortaköy'de babadan kalma evinin alt katındaydı. Dışarıdan bakıldığında küçük camlardan bile içeride kadın eli değmiş bir ortam yaratıldığı belliydi. Butiğinin adı kırmızı ile yazılmıştı. Tabelanın yan tarafındaki öpücük veren dudak görüntüsü rüzgâr ile hareketlenen ve kırmızıyı daha da canlı hale sokan pullarla yapılmıştı.

Artık bu adı da o dudakları da herkes tanıyacaktı. İki gün sonra büyük gündü. Elinde peruk kutuları ile kapıyı açtı. Elemanları atölyedeydi. Son hazırlıklar yapılıyordu. Bunları oraya götürüp kirletemezdi.

İçeri girdiğinde arkasından birinin geldiğini duydu. Başını çevirdiğinde güneş gözlüğü olan bir erkek ile karşılaştı. Adamın eleri cebindeydi. Tek omzuna asılı çantası ile o mağazaya uyduğu söylenemezdi. Üstelik bu sıcakta uzun kollu gömlek giymiş, başına bandana bağlamıştı.

“Hoş geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?”

“Yoğunsunuz sanırım. Elinizdekileri bırakın bir soluk alın ondan sonra konuşalım. Sizin ardınızdan hemen içeri girdim ama dışarısı çok sıcak olduğu için gölgeye kaçmak istedim.”

“Çok haklısınız. Klima şimdi serinletir. Ben soğuk bir su alacağım siz de ister misiniz?”

“Çok iyi olur. Zahmet olmazsa!”

“Ne zahmeti.” Arkadaki küçük mutfağa doğru yürürken adamın dükkânı incelediğini bazı elbiselere yakından baktığını gördü. Ama hiç birini eline almıyordu. Sadece bazılarına eğilip bakıyordu. Mutfağın ön taraftan gözükmeyen kısmına yürüyüp iki bardak aldı. Evin arka bahçesine bakan mutfak biraz zeminin altında kalırdı. Kot farkından kaynaklanan bu durum boydan boya yapılmış pencereler ile telafi edilmeye çalışılmıştı. Hava karanlıktı ama binaların arka bahçelerinde ışıklandırma gündüzü aratmıyordu. Arka bahçeden giren hırsızlar yüzünden tedbir amaçlı yapılmıştı ışıklandırma.

Bahçeye baktığında kimsenin olmadığını gördü. Genelde yemek saatinde boşalırdı bahçeler. Sonra başındaki peruğa uygun zarif bir kadınsılıkla eğilip mini buzdolabından sürahiyi çıkarttı. İki bardağı da doldurup eline aldı.

Arkasını dönmeden adamın kendisine yaklaştığını hissetti. Soyguncu muydu acaba diye aklından geçirirken yanış bir şey yaparsa sürahiyi kafasına indirmeyi planladı. Ama planını gerçekleştiremeden adamın elindekinin kalbine battığını gördü. Bir şey hissetmiyordu. Aklındaki son düşünce ile yere yığıldı...

Defilesi olmayacaktı...


***** 



Gece, çok lezzetli dondurmaların eşliğinde devam etmişti. İkisi de çikolata ile kaymak sevdiklerini ama farklı lezzetleri de tattıklarını itiraf ettiler. Geçen her dakika birbirlerini daha iyi tanıyorlardı. Küçük bilgiler edinmek bunlarda ortak noktalar bulmak daha da hoşlarına gidiyordu. Doğru bir birlikteliğin başlangıcında olduklarını hissediyorlardı.

Dondurmacı Hasan ustanın küçük dükkânından çıktıklarında Hakan rahat bir tavırla elini tutmuştu Nil'in. Nil de memnundu bu yakınlıktan. Yine yavaş adımlarla arabaya döndüler. Saat on bir olmuştu. Daha erkendi.

“Bu saatte eve gitmeyi düşünmezsin değil mi?”

“Sen yarın erken işe gitmeyecek misin?”

“Evet, ama gündüz uyudum. O yüzden geç saate kadar seninle olmayı tercih ederim.”

“Tamam, o zaman. Şimdi de senin istediğin bir yere gidelim.” Hakan, kısacık baktı o gözlere. Sonra aklından geçenden uzak bir yanıt verdi…

“O halde gel şu ileride kahve içelim. Umarım kahvesi güzeldir.”

“Bilmiyorum. Ama benim kahvem güzel.” Nil, çok basit bir şey gibi söylemişti.

“Bu bir davet mi?”

“İşi şansa bırakmamak için söylüyorum. Bilmediğim yer hakkında sorguya çektin. Ya yanlış bir şey söylemişsem! Ceza almaktan korktum.”

“Tamam. Hadi sana gidelim.”

“Ama bak bu kahve daveti Amerikan filmlerindekilere benzemez. Sadece kahve için davet edildin.” Nil, Hakan’ın yüzündeki değişime bakıyordu. Biraz bozulmuştu Hakan.

“Nil, erkek olsan sana koca bir yuh derdim.”

“Ben baştan söyleyeyim de. Yanlış anlaşılmayayım.”

“Yanlış anlamamıştım zaten. Seni az da olsa tanıyorum artık. O yüzden sen de rahat ol.”

“Hadi o zaman. Yolu tarif etmemi beklemiyorsun herhalde.” Bu arada yolu bitirmiş arabaya ulaşmışlardı.

Eve gelene kadar nostalji kanalında müzik dinlediler. Zaten yol sadece on dakika sürmüştü. Komşularının dedikoduyu sevdiğini ama gözetleme huyları olmadığını bildiğinden rahattı.

Arabayı kilitledikten sonra basamakları çıktılar. Nil, evin eski ahşap kapısını açtı. Arka taraftaki bahçeye geçebilmek için ortak kullanılan mutfağa geçilmesi ve oradaki kapıdan inilmesi gerekiyordu. Nil yolu göstermiş Hakan'ın inmesini bekliyordu. Ama Hakan onunla kalıp kahve yapmasını izledi. Nil, Hakan ile mutfağının biraz daha küçülmesinden rahatsız değildi. Tepsiye fincanları koyarken küçük mutfakta hareket ettikçe Hakan ile yakınlaşıyordu. İkisi de memnundu bu yakınlıklardan.

Kahveler piştikten sonra tepsiyi elinden alıp bahçeye inen basamaklara yöneldi. Bahçedeki asmayı gördüğünde yüzüne gülümseme yayılmıştı.

“Bahçen muhteşem. İyi ki davet ettin. Gecelerin burada mı geçiyor?” Bu arada asmanın altındaki masaya götürmüştü tepsiyi. Tahta sandalyelerden birini çekmiş bir diğerini de ayaklarını dayamak için karşısına almıştı. Rahatça yerleşmişti sandalyeye

“Çoğu zaman. Kuaför bölümünde televizyonum var. Onu dışarı çeviriyorum. Burada yemek yiyorum, kitap okuyorum.”

“Sineklerden nasıl korunuyorsun?”

“Fesleğenlerim ve sinek kovucularım ile. Rahatsız ederlerse masadaki fesleğeni elinle şöyle bir karıştır.”

“Çok severim fesleğeni.” Hemen elini uzatıp avuçlarını çiçeklere sürdü. Sonra sandalyesinde arkasına yaslandı. Kahvesini yudumlarken sandalyenin arka ayakları üstünde öne arkaya hareket etmeye başlamıştı. Nil her arkaya doğru hareket etmesinde yüreğinin ağzına geldiğini hissediyordu. En sonunda dayanamadı,

“Yapma şunu”

“Neyi?”

“Sallanma, düşeceksin!”

“Pardon, yapmayacağım.” Hakan hemen sandalyesinde düzgün oturmuştu. Nil'in yüzünde korkuyu görmüştü.

“Kusura bakma tepkim ani oldu ama korkuyorum düşeceksin diye.”

“Fark ettim. Korkma. Kendimi bildim bileli yaparım ve hiç düşmedim.”

“Olsun yine de yapma.”

“Yapmam.” Nil'in gerçekten korktuğunu anladığından beri onun bu basit korkusunu yok etmek istiyordu. Tek yapabildiği sandalyesini yaklaştırmak ve elini tutmak oldu. Fazlası Nil'in yanlış anlamasına neden olabilirdi.

İki elin parmakları birbirine sarıldığında Nil korkusunun geçtiğini hissetti. Artık neden korktuğunu anlatmalıydı.

“Ben düşmüştüm. Başımın arkasında yara izim var.”

“Ciddi misin? Anladım neden bu kadar korktuğunu. Söz bir daha yapmayacağım.”

“Yosun ile ikimiz, en çok kim arkaya yatacak diye yarış yapıyorduk. Ben inat ettim ve düştüm. Yosun çok korkmuştu. Ben de o korkunca korkmuştum. Başımın kanadığını bile fark etmedim. Annemin çığlığını anımsıyorum. Sonra biz de çığlık atmaya başlamıştık. Komşular eve doluşmuştu.”

Hakan, Nil’in sesindeki özlemi fark etmişti. Ablasından ve annesinden bahsetmek üzüyordu onu. Yüzüne baktığında üzüntünün fiziki etkilerini de gördü. Yanağından yavaşça inen tek damla yaşı boştaki elinin başparmağı ile sildi. Yüzleri yaklaşmıştı. O kadar ki nefeslerini hissediyorlardı. Biraz daha yaklaşıp burunları birbirine değerken durdu. “Şimdi seni öpersem, davetini kötüye kullanmış olur muyum?”

“Hayır.”

Tek kelimelik yanıtın ardından dudakları birleşmişti.

Başlarda birbirini tartan, tadına varmaya çalışan dudaklar bir süre sonra daha da derinleşmiş, eller de devreye girmişti. Sırtı açık elbisenin boşluğunda dolaşan eller tüm vücuduna ürpertilerini yolluyordu. Nil ilk kez korkusuzca ve istekle karşılık veriyordu. Hakan da gördüğü ilk andan beri okşamak istediği o pürüzsüz sırtta parmaklarını dolaştırıyor, elbisenin üstünden göğüslerini okşuyordu. Dakikalar sonra titreyen bir sesle ve zorlukla konuştu Hakan...

“Çok güzelsin. İnsanı delirtecek kadar güzelsin. Ben şimdilik aklımı başımda tutmalı hemen evden çıkmalıyım.” Nil, yüzünü görmese konuşanın başkası olduğunu sanabilirdi. O kadar boğuklaşmıştı Hakan’ın sesi. Kendi sesinin de ona benzeyeceğinden emin, yutkunduktan sonra yanıt verdi. “Galiba benim aklım artık başımda değil. Sana kal demek istiyorum.”

“Henüz değil. Bir gün... Ama bugün değil.”

Nil, onun dudaklarından dökülen her kelimeden sonra kendini daha da değerli hissediyordu. Hakan oturduğu sandalyeden kalktığında Nil de onunla birlikte kalktı. İki adımlık yolu bile elini tutmadan yürümemişti, Hakan. Sokak kapısına geldiklerinde elini beline sarıp biraz çekti kendine. Bu kez küçük bir öpücük bıraktı. İkisi de konuşamıyordu. Sadece iyi geceler, diyebildiler.


***** 

Kapıdan içeri girdiğinde Cenk patlamak üzereydi. Handan ilk kez annesi ile ters konuşmuştu. Üstelik bunu o kadar doğal yapmıştı ki annesinin hiddetten kızaran yüzüne başka zaman olsa gülebilirdi Cenk. Oysa bunu, tatile tek başına, daha doğrusu arkadaşları ile gitmek için yapmıştı. Handan'ın yeni huyları çıkıyordu.

“Bu konuyu konuşalım.”

“Neyi?”

“Şu tatil konusunu! Bekle ben dönünce birlikte gidelim.”

Handan, kapıdan girer girmez konuşmaya başlayan Cenk'e gülerek baktı. “Geç kaldın. Kararımı verdim. Gelirse Nil ile gelmezse tek başıma gidiyorum.”

“Sıkılırsın tek başına”

“Neden sıkılayım? Yeni arkadaşlar edinirim. Vaktin nasıl geçtiğini anlamam.”

“Kararlısın yani?”

“Evet. İyi geceler. Çok uykum var.”

Handan, yatak odasına girdiğinde belki de ilk kez kendisini iyi hissediyordu. Cenk, kendisini sevmese de sahipleniyordu. Ama bu işe yaramayacaktı. Cenk o tatile elinde olmayan nedenlerle gidemeyecek de olsa bu Handan'ın sinirlenmesine engel değildi. Çünkü bu zaten çok uzun zamandır yaşadıklarının sonucuydu. Elemanlarını yollasaydı işler için şimdi kendisi gitmek zorunda kalmayacaktı.

Cenk, salonda tur atıp duruyordu. Ne kadar rahat karar vermiş ve uygulamaya koymuştu. Elbette bunda evliliklerinin içinde bulunduğu durum çok etkiliydi. Artık karısı da kendisine hesap verme gereği ya da sözünü dinleme ihtiyacı hissetmiyordu. Aralarındaki küçücük bağın bile koptuğu belliydi.

Handan, yatağına uzandığında kazandığı küçük zaferin keyfini sürdü. İlk kez kendisini iyi hissediyordu. Belki de böyle böyle ayrılığa hazırlanıyordu. Belki de canı daha az yanacaktı...

Kim bilir...

Belki de..........


***** 


Evine yaklaştığında cep telefonu çalmaya başladı. O saatte normal bir telefon olamayacağını bildiği için kendisini kötü habere alıştırdı.

“Amirim, uyandırmadım umarım.”

“Uyandırmadın. Ne oldu?”

“Bir travesti daha öldürülmüş amirim.”

“Adresi ver.”

Hakan, çok güzel geçen gecenin böyle sonuçlanmasından son derece rahatsız olmuştu. Tek istediği evine gitmek ve Nil'i düşünmekti.

Şimdi ise arabasını birinci köprü yoluna doğru sürüyordu. Saat geçti ve trafik bir nebze azalmamıştı. Ortaköy'deki adrese ulaşması bir saatini aldı. Bir sürü polis arabası, ambulans ve magazinci oradaydı. Üstelik onlar yetmezmiş gibi Türkiye'nin sayılı mankenlerinden dört tanesi de olay yerindeydi.

Haberciler ile magazinciler görüntü almak için birbirini itip kakarken Hakan kimliğini gösterip zor bela dükkâna doğru yürüdü. O sırada onun yetkili bir polis olduğunu anlayan gazeteciler ondan tarafa dönünce ilgi odağı olmuştu. Kimseye yanıt vermeyerek butiğin kapısına ulaştı.

Butiğin kapısının açık olduğunu fark eden bir komşunun polise hırsız ihbarı yapması ile cinayet olduğu anlaşılmıştı. Hakan’a olayın saat dokuz civarında olduğu bildirildi. Yine kalbine tek darbe ile delici bir alet sokulmuştu. Her yer ıslaktı. Yerde kırık sürahi parçaları vardı. Bazı camların ütünde kn olması cinayet aleti şüphesi uyandırsa da, Hakan onların sadece sıçramış kan izleri olabileceğini düşünüyordu.

Parmak izi ekipleri buldukları parmak izlerinin sistemden araştırmasını yapacaktı ama Hakan biliyordu ki yine ipucu yoktu. Bulunan bilgilerin tamamı kendisine aktarılacaktı. Ambulansa konulan cesedin ardından bakarken etrafını yine gazeteciler sarmıştı. Hiç birine yanıt vermiyordu. Biri kolundan tutup kendisine doğru çevirene kadar aklından onlarca düşünce geçmişti. Kolunu tutan kadın gözyaşları arasında konuşuyordu.

“Ona bunu yapanı bulun lütfen. Tercihleri ne olursa olsun dünyanın en iyi insanıydı. Ona bunu yapanı bulun.”

“Elimden gelenin en iyisini yapacağım içiniz rahat olsun.” diye yanıtlamıştı. Ama ne yapacağı hakkında en ufak fikri yoktu.


***** 

Nil, o sabah, önce eczanede durmaya karar verdi. Yüzündeki gülümsemeyi kuafördekilerden saklaması imkânsızdı. Eczanede ise, kendi dertleri ile meşgul olan iki genç nasılsa bir şey anlamayacaktı.

Bir saat sonra cep telefonu çaldı. Heyecanla ekrana baktığında Handan’ın adını gördü.

“Merhaba, nasılsın Nil?”

“İyiyim Handan sen nasılsın?”

“Sesinden dün geceki yemeğin iyi geçtiğini anlamalıyım değil mi? Bir daha ne zaman buluşacaksınız?”

“Dün gece çok güzel geçti ama bir daha ne zaman görüşürüz bilmiyorum.”

“Gerçi Hakan da haklı! Zaman konusunda asla net olamıyor. Ama görüşeceksiniz değil mi?”

“Sanırım.”

“Sanır mısın? Hakan'a ulaşamadım ama sanmam aksini düşünsün!”

“Ben de sanmam dersem çok mu kendime güvenmiş olurum.” Nil gülüyordu. Handan da ona uydu. “Nil seni asıl başka şey için aradım. Benim tatil ile senin tatili çakıştırsak da birlikte gitsek? Tabii başka planın yoksa?”

“Cenk gelemiyor mu? Kesinleşti mi?”

“Hayır. Gelemiyor. Umurumda da değil zaten. Şöyle iki kadın kafamızı dinlesek?”

“Çok güzel olur ama başka arkadaşını istersen...” Cümlesini bitirmeden Handan lafa girdi. “Ben seninle olmayı tercih ederim.”

“Çok sevinirim. Ne zaman nereye gidecektin?”

“İki hafta sonra Marmaris istiyordum. Ama sen başka plan yaptıysan bana da uyar.” Nil’in yurt dışına çıkmak istemeyeceğinden çekinmiş, Marmaris planı yapmıştı.

“Benim için de uygun Marmaris.”

“Tamam, o zamana kadar netleşir her şey. Çok sevindim.”

“Handan, olur da Cenk'in işleri yoluna girerse bana söylemeye sakın çekinme. Sizin birlikte gitmenizi çok isterim.”

“Biliyorum. İçin rahat olsun istemez zaten benimle gelmeyi.”

“Öyle değil ama o da sanırım zorunlu oldu toplantılar yüzünden.”

“Biraz öyle ama o toplantıları başına saran da o. Neyse ne, boş verelim. Şimdiden keyfim yerine geldi. Çok güzel bir tatil yapacağız.”

Nil de öyle umuyordu. Aslında iki haftalık bir süreyi Hakan'dan uzak geçirecekti. İşin bu boyutu canını sıkıyordu. Gerçi Hakan ile ilişkilerinin nereye gideceğini, iki hafta sonra nerede olacağını bilmesi mümkün değildi.

Telefonu kapattıktan sonra Hakan'ın aramasını beklemişti ama bir saat daha geçtiği halde arayan olmamıştı. O da arayamıyordu. Korkuyordu aradığında biçimsiz bir zamanlama ile başını derde sokmaktan.

Öğlene kadar eczanede oturdu. Gelmeyen telefon yüzünden suratı asılmaya başlamıştı. O sırada Mert sadece işi ile ilgilenmiş Yağmur ise erkek arkadaşı ile iki kez konuşmuştu.

Tam öğle saatinde eczaneye giren genç kız ile Yağmur ilgilenmek istemiş ama genç kız doğruca Mert'in olduğu yere yürümüştü. Mert ise her zamanki kibarlığı ile genç kızla ilgilenmiş istediği ilaçları poşete koymuştu. Nil, kızın gözünü ayırmadan Mert'e bakmasından memnundu. Yağmur da izliyordu kızın hareketlerini. Bir şey anlamayan Mert ise işini tamamlamış para üstünü uzatıyordu. Genç kız avucuna konan paraları alırken sanki istemeden olmuş gibi elini erken kapatmış parmaklarını Mert'in parmaklarına değdirmişti. O an kafasını kaldırıp baktı Mert. Genç kızın kendisine gülümseyerek baktığını görünce o da gülümsedi.

“Teşekkür ederim.”

“Rica ederim.”

İki kibar cümle! Ama söylenişleri farklıydı. Mert, genç kızın ilgisini nihayet fark etmişti. Nil de onların halini fark edip gülümsedi.

‘Nihayet’ dedi. ‘Nihayet Mert gözünü açıp etrafa bakmaya başladı’

Yağmur ise kapıdan salınarak çıkan kızın arkasından hiç de hoş olmayan bakışlar atıyordu.


***** 



Nil, kuaför tarafına geçtiğinde sabahki neşeli halinden eser kalmamıştı. Necla Ablanın içeride olduğunu görünce yüzünü asmaktan vazgeçti. Onun soruları ile ağzından bir şeyler kaçırmaktan korktu. Gerçi çok memnun olurdu çoğu ama ya yürümezse Hakan ile olan ilişkileri? O zaman da aşk acısı çeken kişi konumuna düşecek ve soruların muhatabı olacaktı. Bunu istemiyordu… Sesine neşeli ton vererek seslendi,

“Necla abla nasılsın?”

“İyiyim güzelim. Bugün şu boyamı yenileteyim istiyorum. Kırmızı gerçekten çok akıyor. Yastık kılıflarımı ve havlularımı yeniledim.”

“Ama sana çok yakıştı bu renk. Az insan iyi taşır böyle renkleri.”

“Sen de boyatsana!”

“Yok istemem. Ben kahverengimden memnunum. Hadi senin rengini ayarlayayım.”

Nil, arka tarafa doğru yürürken Ayşegül yolunu kesti.


“Nil, lazer epilasyon için müşteri randevu aldı. Başlıyoruz inşallah!”

“Çok güzel haber bu Ayşegül! Bizim estetiysen diplomaları işe yarayacak.”

“Öyle. Sen mi yaparsın ben mi yapayım?”

“Sen yap. İlki senin olsun.”

“Tamam.”

Bu güzel haberdi. Ama içinde beklediği kadar sevinç yoktu. Hatta hiç tadı yoktu. Arka odada notlara göre renkleri karıştırırken cep telefonu çaldı. Heyecanla elini uzattığında yine hayal kırıklığına uğramamak için dua etti. Ekrandaki adı okuduğunda tüm olumsuz düşünceleri aklından uçup gitmişti.

“Merhaba Nil, nasılsın?”

“Ben iyiyim sen nasılsın?”

“Acayip yoğun ve sinirliyim. Dördüncü cinayet de işlendi. Ve bil bakalım durum ne?”

“Hiç iz yok.”

“Aynen öyle. Neyse boş ver. Senin sesinle sinirlerim yatıştı. Sabah aramayı düşünüyordum ama basın ve amirler ile görüşmeler çok vaktimi aldı.”

“İşin olduğunu tahmin ettim ama yine de aramanı bekledim. Saatler geçtikçe de moralim bozuldu. Ama şimdi anladım ki sen de beni düşünmüşsün.”

“Elbette düşündüm ama arayamadım. Bak, benim saatlerim gerçekten çok belirsiz. Dün senden çıktıktan sonra yoldayken haber geldi ve doğrudan olay yerine gittim. O saatten beri de olayla ilgileniyorum. Böyle zamanlar olacak. Yaptığımız programlar iptal olacak. Kızma olur mu?”

Nil, böyle bir cümleden sonra nasıl kızabilirdi? İleriye dönük planlarının içinde olduğunu bilmek, şimdiden o planlar için özür dilemesi... Hepsi çok güzeldi.

“Kızmam.” sesi artık neşeliydi. Hattın ucunda Hakan da keyiflenmişti.

“Nil! Kötü şeyler düşünme. O güzel kafanın içinden saçma düşünceler geçmesin. Aklımdasın!”

“Bu çok güzel bir kelime! Sen de benim aklımdasın. Kendine dikkat et.”

Vedalaşıp kapattıklarında ikisinin de düşünceleri aynıydı.

Onlar artık sevgiliydi!

Nil, ön tarafa geçtiğinde yüzündeki ifadeyi saklaması mümkün değildi. Soranlara tatil planı yaptığını anlattı. Herkes bu mutlu ifadenin tatil yüzünden olduğunu kabul etmişti.


Aradan geçen iki saatte herkes işini yapmıştı. Televizyon yine açıktı. Kanallar karıştırılmış haberler açılmıştı. Nil, ekranda Hakan'ı gördüğünde bir an şaşkınlıkla nefesini tuttu. Hakan, resmi giyimli polislerle konuşuyordu. Kameralar onu çekiyordu. Ama o hiç farkında değildi.

Tüm kuafördekiler ekrana kilitlenmişti. Seri cinayetler herkesin ilgisini çekiyordu. Bertuğ, travestilerin öldürülmesine zaten sinirleniyordu. Dördüncü cinayet olması iyice canını sıkmış televizyona arkasını dönmüştü. Nil ise gözünü kırpmadan Hakan'ı izlemeye devam ediyordu. Yanındaki polisler uzaklaştıktan sonra görüntüye uzun boylu bir kadın girdi. Hakan'a yaklaştı, kolunu tutarak bir şeyler söyledi. Hakan da yüzündeki yatıştıran ve ikna edici ifade ile ona bir şeyler söyledi.

Kimdi bu kadın?

Öldürülen kişinin yakını mıydı? Biraz daha dikkatli bakınca kadının iki senedir sık sık defilelerde adını duyduğu bir manken olduğunu anladı. Ağlamaktan gözleri şişmişti ama güzelliğini yitirmemişti. Nil, içinde kıpırdanan kıvılcımların nedenini anlamaya çalışıyordu. Sahiplenme ve kıskançlık...

O kadını kıskanmıştı...


*****


“Çevik Kuvvet, televizyona çıkmışsın!”

“Tarkan, sana kaç kere söyleyeceğim? Deme şunu!”

“Oğlum telefonda da mı söyleyemeyeceğim? Hadi boş ver onu da meşhur oldun. Tüm kanallar seni gösteriyor.”

“Neden?” dediği an dün geceki kameraları anımsadı. “Cinayet mahalinden mi yayın yapılıyor?”

“Evet. Yanındaki manken de bir içim suymuş. Telefonunu aldın mı?”

“Tarkan, sana söyleyecek çok söz var ama terbiyemi bozmayacağım.”

“Oğlum, alsaydın numarayı, sonra bana verseydin ne olurdu ki? Hiç düşünmüyorsun arkadaşını!”

“Ne oldu? Biri yüz vermedi sanırım sana?” Yıldız’ı kastediyordu. Yine kendisine musallat olmasından korkuyordu. Hele ki, Nil hayatına girdikten sonra başka kimseyle uğraşmak istemiyordu.

“Naz yapıyor. Ama kırılır inadı.”


“Kalbini kırma da inadını kırayım derken!”
“Nasıl kıracağım o inadını bilmiyorum. Kaç kez aradım bir kere bile kabul etmedi tekliflerimi.”

“Ya ısrarcı ol ya vazgeç. Kaçan kovalanır derler. Belki o zaman kıymetin olur?”

“Deneyeceğim. Ama bana bak beni uzaklaştırıp sakın sen asılma!”

“Ben asılmam. Zaten artık istesem de asılmam.”

“Vayy, büyük laf. Kim bu lafı ettirten?”

“Seninle asla tanıştırmayacağım biri!”

“Desene elinden alacağımdan eminsin?”

“Elimden alamazsın. Ama seni görüp tüm arkadaşlarım sen gibi sanıp benden uzaklaşır diye korkarım.”

“Ağır konuştun be abi. Nasıl kalkılır bu lafın altından?”

“Uslanarak.”

“Anlaşıldı. Sen televizyona falan çıktın havalandın. Ben kaçar. Bu arada taktiğini uygulayacağım. Bakalım bir süre aramayınca etkisi olacak mı?”

“Tamam. Tarkan...”

“Efendim?”

“Olur, da seninle ilgili bir şeyler sorarsa iyi şeyler söylerim.”

“Helal sana be arkadaşım. İşte Çevik Kuvvet!”

“Pişman etme.”

Gülerek kapattı ikisi de...

Hakan, televizyona daha önceden de çıkmıştı. Bazı olayların çözümünde kısa bilgi bile aktarmıştı. Ama bu kez tedirgindi. Nedense Nil ile konuşma ihtiyacı hissetti. Fakat çalan telefonlar buna engel oldu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder