Saat çok geçti
ama Agop usta kendisini kırmamış, dükkânını açık tutmuştu. Gündüz aksilikler
üst üst gelince perukları alamamıştı. Ama artık o da tamamdı. Çeki uzatıp
teşekkür ettikten sonra kutuları yüklendi. Ardından Agop Usta da kalan kutular
ile dışarı çıktı.
Dükkânın önündeki
son model spor arabasının küçük bagajı ile arka koltuğuna kutuları doldurdu.
Tüm peruklarını buradan alırdı. Şimdi de defilesi için yine Agop usta ile
çalışmıştı. Kızların hepsi başka renk peruk takacaktı. Yola çıktıktan sonra bet
sesi ile bağıra bağıra şarkı söylemeye başlamıştı. Radyodan gelen ses ile kendi
sesi çarpıştıkça ortaya kötü sesler yayılıyordu ama bu keyfini kaçıracak son
şeydi. İki gün sonra tüm hayatı değişecekti...
Bu
ilk tek başına düzenlediği defilesiydi. O kadar heyecanlıydı ki! Elleri hala
titriyordu. Arka koltuktaki kutular hareketlenince bir eli ile onları düzeltti.
Şekillerini bozmadan butiğe ulaşmalıydı. Arkaya yaptığı hamle ile başındaki
peruk kaydı. Zaten tutturmamış öylece kafasına oturtmuştu.
Kendi
başındaki kızıl peruk da yeniydi. Adam işinin ustası diye düşündü. Sanki kendi
saçıydı. Defilede giyeceği, derin göğüs
dekolteli kıyafetin üstünde bu peruk çok güzel duracaktı. Mutluydu... Çok
mutlu...
Bir
süre sonra Beşiktaş'a ulaştı. Butiği, Ortaköy'de babadan kalma evinin alt
katındaydı. Dışarıdan bakıldığında küçük camlardan bile içeride kadın eli
değmiş bir ortam yaratıldığı belliydi. Butiğinin adı kırmızı ile yazılmıştı.
Tabelanın yan tarafındaki öpücük veren dudak görüntüsü rüzgâr ile hareketlenen
ve kırmızıyı daha da canlı hale sokan pullarla yapılmıştı.
Artık
bu adı da o dudakları da herkes tanıyacaktı. İki gün sonra büyük gündü. Elinde
peruk kutuları ile kapıyı açtı. Elemanları atölyedeydi. Son hazırlıklar
yapılıyordu. Bunları oraya götürüp kirletemezdi.
İçeri
girdiğinde arkasından birinin geldiğini duydu. Başını çevirdiğinde güneş
gözlüğü olan bir erkek ile karşılaştı. Adamın eleri cebindeydi. Tek omzuna
asılı çantası ile o mağazaya uyduğu söylenemezdi. Üstelik bu sıcakta uzun kollu
gömlek giymiş, başına bandana bağlamıştı.
“Hoş
geldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Yoğunsunuz
sanırım. Elinizdekileri bırakın bir soluk alın ondan sonra konuşalım. Sizin
ardınızdan hemen içeri girdim ama dışarısı çok sıcak olduğu için gölgeye kaçmak
istedim.”
“Çok
haklısınız. Klima şimdi serinletir. Ben soğuk bir su alacağım siz de ister misiniz?”
“Çok
iyi olur. Zahmet olmazsa!”
“Ne
zahmeti.” Arkadaki küçük mutfağa doğru yürürken adamın dükkânı incelediğini
bazı elbiselere yakından baktığını gördü. Ama hiç birini eline almıyordu.
Sadece bazılarına eğilip bakıyordu. Mutfağın ön taraftan gözükmeyen kısmına
yürüyüp iki bardak aldı. Evin arka bahçesine bakan mutfak biraz zeminin altında
kalırdı. Kot farkından kaynaklanan bu durum boydan boya yapılmış pencereler ile
telafi edilmeye çalışılmıştı. Hava karanlıktı ama binaların arka bahçelerinde ışıklandırma
gündüzü aratmıyordu. Arka bahçeden giren hırsızlar yüzünden tedbir amaçlı
yapılmıştı ışıklandırma.
Bahçeye
baktığında kimsenin olmadığını gördü. Genelde yemek saatinde boşalırdı
bahçeler. Sonra başındaki peruğa uygun zarif bir kadınsılıkla eğilip mini
buzdolabından sürahiyi çıkarttı. İki bardağı da doldurup eline aldı.
Arkasını
dönmeden adamın kendisine yaklaştığını hissetti. Soyguncu muydu acaba diye
aklından geçirirken yanış bir şey yaparsa sürahiyi kafasına indirmeyi planladı.
Ama planını gerçekleştiremeden adamın elindekinin kalbine battığını gördü. Bir
şey hissetmiyordu. Aklındaki son düşünce ile yere yığıldı...
Defilesi
olmayacaktı...
*****
Gece,
çok lezzetli dondurmaların eşliğinde devam etmişti. İkisi de çikolata ile
kaymak sevdiklerini ama farklı lezzetleri de tattıklarını itiraf ettiler. Geçen
her dakika birbirlerini daha iyi tanıyorlardı. Küçük bilgiler edinmek bunlarda
ortak noktalar bulmak daha da hoşlarına gidiyordu. Doğru bir birlikteliğin
başlangıcında olduklarını hissediyorlardı.
Dondurmacı
Hasan ustanın küçük dükkânından çıktıklarında Hakan rahat bir tavırla elini
tutmuştu Nil'in. Nil de memnundu bu yakınlıktan. Yine yavaş adımlarla arabaya
döndüler. Saat on bir olmuştu. Daha erkendi.
“Bu
saatte eve gitmeyi düşünmezsin değil mi?”
“Sen
yarın erken işe gitmeyecek misin?”
“Evet,
ama gündüz uyudum. O yüzden geç saate kadar seninle olmayı tercih ederim.”
“Tamam,
o zaman. Şimdi de senin istediğin bir yere gidelim.” Hakan, kısacık baktı o
gözlere. Sonra aklından geçenden uzak bir yanıt verdi…
“O
halde gel şu ileride kahve içelim. Umarım kahvesi güzeldir.”
“Bilmiyorum.
Ama benim kahvem güzel.” Nil, çok basit bir şey gibi söylemişti.
“Bu
bir davet mi?”
“İşi
şansa bırakmamak için söylüyorum. Bilmediğim yer hakkında sorguya çektin. Ya
yanlış bir şey söylemişsem! Ceza almaktan korktum.”
“Tamam.
Hadi sana gidelim.”
“Ama
bak bu kahve daveti Amerikan filmlerindekilere benzemez. Sadece kahve için
davet edildin.” Nil, Hakan’ın yüzündeki değişime bakıyordu. Biraz bozulmuştu
Hakan.
“Nil,
erkek olsan sana koca bir yuh derdim.”
“Ben
baştan söyleyeyim de. Yanlış anlaşılmayayım.”
“Yanlış
anlamamıştım zaten. Seni az da olsa tanıyorum artık. O yüzden sen de rahat ol.”
“Hadi
o zaman. Yolu tarif etmemi beklemiyorsun herhalde.” Bu arada yolu bitirmiş
arabaya ulaşmışlardı.
Eve
gelene kadar nostalji kanalında müzik dinlediler. Zaten yol sadece on dakika
sürmüştü. Komşularının dedikoduyu sevdiğini ama gözetleme huyları olmadığını
bildiğinden rahattı.
Arabayı
kilitledikten sonra basamakları çıktılar. Nil, evin eski ahşap kapısını açtı.
Arka taraftaki bahçeye geçebilmek için ortak kullanılan mutfağa geçilmesi ve
oradaki kapıdan inilmesi gerekiyordu. Nil yolu göstermiş Hakan'ın inmesini
bekliyordu. Ama Hakan onunla kalıp kahve yapmasını izledi. Nil, Hakan ile
mutfağının biraz daha küçülmesinden rahatsız değildi. Tepsiye fincanları
koyarken küçük mutfakta hareket ettikçe Hakan ile yakınlaşıyordu. İkisi de
memnundu bu yakınlıklardan.
Kahveler
piştikten sonra tepsiyi elinden alıp bahçeye inen basamaklara yöneldi.
Bahçedeki asmayı gördüğünde yüzüne gülümseme yayılmıştı.
“Bahçen
muhteşem. İyi ki davet ettin. Gecelerin burada mı geçiyor?” Bu arada asmanın
altındaki masaya götürmüştü tepsiyi. Tahta sandalyelerden birini çekmiş bir
diğerini de ayaklarını dayamak için karşısına almıştı. Rahatça yerleşmişti
sandalyeye
“Çoğu
zaman. Kuaför bölümünde televizyonum var. Onu dışarı çeviriyorum. Burada yemek
yiyorum, kitap okuyorum.”
“Sineklerden
nasıl korunuyorsun?”
“Fesleğenlerim
ve sinek kovucularım ile. Rahatsız ederlerse masadaki fesleğeni elinle şöyle
bir karıştır.”
“Çok
severim fesleğeni.” Hemen elini uzatıp avuçlarını çiçeklere sürdü. Sonra
sandalyesinde arkasına yaslandı. Kahvesini yudumlarken sandalyenin arka
ayakları üstünde öne arkaya hareket etmeye başlamıştı. Nil her arkaya doğru
hareket etmesinde yüreğinin ağzına geldiğini hissediyordu. En sonunda
dayanamadı,
“Yapma
şunu”
“Neyi?”
“Sallanma,
düşeceksin!”
“Pardon,
yapmayacağım.” Hakan hemen sandalyesinde düzgün oturmuştu. Nil'in yüzünde
korkuyu görmüştü.
“Kusura
bakma tepkim ani oldu ama korkuyorum düşeceksin diye.”
“Fark
ettim. Korkma. Kendimi bildim bileli yaparım ve hiç düşmedim.”
“Olsun
yine de yapma.”
“Yapmam.”
Nil'in gerçekten korktuğunu anladığından beri onun bu basit korkusunu yok etmek
istiyordu. Tek yapabildiği sandalyesini yaklaştırmak ve elini tutmak oldu.
Fazlası Nil'in yanlış anlamasına neden olabilirdi.
İki
elin parmakları birbirine sarıldığında Nil korkusunun geçtiğini hissetti. Artık
neden korktuğunu anlatmalıydı.
“Ben
düşmüştüm. Başımın arkasında yara izim var.”
“Ciddi
misin? Anladım neden bu kadar korktuğunu. Söz bir daha yapmayacağım.”
“Yosun
ile ikimiz, en çok kim arkaya yatacak diye yarış yapıyorduk. Ben inat ettim ve
düştüm. Yosun çok korkmuştu. Ben de o korkunca korkmuştum. Başımın kanadığını
bile fark etmedim. Annemin çığlığını anımsıyorum. Sonra biz de çığlık atmaya
başlamıştık. Komşular eve doluşmuştu.”
Hakan,
Nil’in sesindeki özlemi fark etmişti. Ablasından ve annesinden bahsetmek
üzüyordu onu. Yüzüne baktığında üzüntünün fiziki etkilerini de gördü.
Yanağından yavaşça inen tek damla yaşı boştaki elinin başparmağı ile sildi.
Yüzleri yaklaşmıştı. O kadar ki nefeslerini hissediyorlardı. Biraz daha
yaklaşıp burunları birbirine değerken durdu. “Şimdi seni öpersem, davetini
kötüye kullanmış olur muyum?”
“Hayır.”
Tek
kelimelik yanıtın ardından dudakları birleşmişti.
Başlarda
birbirini tartan, tadına varmaya çalışan dudaklar bir süre sonra daha da
derinleşmiş, eller de devreye girmişti. Sırtı açık elbisenin boşluğunda dolaşan
eller tüm vücuduna ürpertilerini yolluyordu. Nil ilk kez korkusuzca ve istekle
karşılık veriyordu. Hakan da gördüğü ilk andan beri okşamak istediği o pürüzsüz
sırtta parmaklarını dolaştırıyor, elbisenin üstünden göğüslerini okşuyordu.
Dakikalar sonra titreyen bir sesle ve zorlukla konuştu Hakan...
“Çok
güzelsin. İnsanı delirtecek kadar güzelsin. Ben şimdilik aklımı başımda tutmalı
hemen evden çıkmalıyım.” Nil, yüzünü görmese konuşanın başkası olduğunu
sanabilirdi. O kadar boğuklaşmıştı Hakan’ın sesi. Kendi sesinin de ona
benzeyeceğinden emin, yutkunduktan sonra yanıt verdi. “Galiba benim aklım artık
başımda değil. Sana kal demek istiyorum.”
“Henüz
değil. Bir gün... Ama bugün değil.”
Nil,
onun dudaklarından dökülen her kelimeden sonra kendini daha da değerli
hissediyordu. Hakan oturduğu sandalyeden kalktığında Nil de onunla birlikte
kalktı. İki adımlık yolu bile elini tutmadan yürümemişti, Hakan. Sokak kapısına
geldiklerinde elini beline sarıp biraz çekti kendine. Bu kez küçük bir öpücük
bıraktı. İkisi de konuşamıyordu. Sadece iyi geceler, diyebildiler.
*****
Kapıdan
içeri girdiğinde Cenk patlamak üzereydi. Handan ilk kez annesi ile ters
konuşmuştu. Üstelik bunu o kadar doğal yapmıştı ki annesinin hiddetten kızaran
yüzüne başka zaman olsa gülebilirdi Cenk. Oysa bunu, tatile tek başına, daha
doğrusu arkadaşları ile gitmek için yapmıştı. Handan'ın yeni huyları çıkıyordu.
“Bu
konuyu konuşalım.”
“Neyi?”
“Şu
tatil konusunu! Bekle ben dönünce birlikte gidelim.”
Handan,
kapıdan girer girmez konuşmaya başlayan Cenk'e gülerek baktı. “Geç kaldın.
Kararımı verdim. Gelirse Nil ile gelmezse tek başıma gidiyorum.”
“Sıkılırsın
tek başına”
“Neden
sıkılayım? Yeni arkadaşlar edinirim. Vaktin nasıl geçtiğini anlamam.”
“Kararlısın
yani?”
“Evet.
İyi geceler. Çok uykum var.”
Handan,
yatak odasına girdiğinde belki de ilk kez kendisini iyi hissediyordu. Cenk,
kendisini sevmese de sahipleniyordu. Ama bu işe yaramayacaktı. Cenk o tatile
elinde olmayan nedenlerle gidemeyecek de olsa bu Handan'ın sinirlenmesine engel
değildi. Çünkü bu zaten çok uzun zamandır yaşadıklarının sonucuydu.
Elemanlarını yollasaydı işler için şimdi kendisi gitmek zorunda kalmayacaktı.
Cenk,
salonda tur atıp duruyordu. Ne kadar rahat karar vermiş ve uygulamaya koymuştu.
Elbette bunda evliliklerinin içinde bulunduğu durum çok etkiliydi. Artık karısı
da kendisine hesap verme gereği ya da sözünü dinleme ihtiyacı hissetmiyordu.
Aralarındaki küçücük bağın bile koptuğu belliydi.
Handan,
yatağına uzandığında kazandığı küçük zaferin keyfini sürdü. İlk kez kendisini
iyi hissediyordu. Belki de böyle böyle ayrılığa hazırlanıyordu. Belki de canı
daha az yanacaktı...
Kim
bilir...
Belki
de..........
*****
Evine
yaklaştığında cep telefonu çalmaya başladı. O saatte normal bir telefon
olamayacağını bildiği için kendisini kötü habere alıştırdı.
“Amirim,
uyandırmadım umarım.”
“Uyandırmadın.
Ne oldu?”
“Bir
travesti daha öldürülmüş amirim.”
“Adresi
ver.”
Hakan,
çok güzel geçen gecenin böyle sonuçlanmasından son derece rahatsız olmuştu. Tek
istediği evine gitmek ve Nil'i düşünmekti.
Şimdi
ise arabasını birinci köprü yoluna doğru sürüyordu. Saat geçti ve trafik bir
nebze azalmamıştı. Ortaköy'deki adrese ulaşması bir saatini aldı. Bir sürü
polis arabası, ambulans ve magazinci oradaydı. Üstelik onlar yetmezmiş gibi
Türkiye'nin sayılı mankenlerinden dört tanesi de olay yerindeydi.
Haberciler
ile magazinciler görüntü almak için birbirini itip kakarken Hakan kimliğini
gösterip zor bela dükkâna doğru yürüdü. O sırada onun yetkili bir polis
olduğunu anlayan gazeteciler ondan tarafa dönünce ilgi odağı olmuştu. Kimseye
yanıt vermeyerek butiğin kapısına ulaştı.
Butiğin
kapısının açık olduğunu fark eden bir komşunun polise hırsız ihbarı yapması ile
cinayet olduğu anlaşılmıştı. Hakan’a olayın saat dokuz civarında olduğu
bildirildi. Yine kalbine tek darbe ile delici bir alet sokulmuştu. Her yer
ıslaktı. Yerde kırık sürahi parçaları vardı. Bazı camların ütünde kn olması
cinayet aleti şüphesi uyandırsa da, Hakan onların sadece sıçramış kan izleri
olabileceğini düşünüyordu.
Parmak
izi ekipleri buldukları parmak izlerinin sistemden araştırmasını yapacaktı ama
Hakan biliyordu ki yine ipucu yoktu. Bulunan bilgilerin tamamı kendisine
aktarılacaktı. Ambulansa konulan cesedin ardından bakarken etrafını yine
gazeteciler sarmıştı. Hiç birine yanıt vermiyordu. Biri kolundan tutup
kendisine doğru çevirene kadar aklından onlarca düşünce geçmişti. Kolunu tutan
kadın gözyaşları arasında konuşuyordu.
“Ona
bunu yapanı bulun lütfen. Tercihleri ne olursa olsun dünyanın en iyi insanıydı.
Ona bunu yapanı bulun.”
“Elimden
gelenin en iyisini yapacağım içiniz rahat olsun.” diye yanıtlamıştı. Ama ne
yapacağı hakkında en ufak fikri yoktu.
*****
Nil,
o sabah, önce eczanede durmaya karar verdi. Yüzündeki gülümsemeyi
kuafördekilerden saklaması imkânsızdı. Eczanede ise, kendi dertleri ile meşgul
olan iki genç nasılsa bir şey anlamayacaktı.
Bir
saat sonra cep telefonu çaldı. Heyecanla ekrana baktığında Handan’ın adını
gördü.
“Merhaba,
nasılsın Nil?”
“İyiyim
Handan sen nasılsın?”
“Sesinden
dün geceki yemeğin iyi geçtiğini anlamalıyım değil mi? Bir daha ne zaman
buluşacaksınız?”
“Dün
gece çok güzel geçti ama bir daha ne zaman görüşürüz bilmiyorum.”
“Gerçi
Hakan da haklı! Zaman konusunda asla net olamıyor. Ama görüşeceksiniz değil
mi?”
“Sanırım.”
“Sanır
mısın? Hakan'a ulaşamadım ama sanmam aksini düşünsün!”
“Ben
de sanmam dersem çok mu kendime güvenmiş olurum.” Nil gülüyordu. Handan da ona
uydu. “Nil seni asıl başka şey için aradım. Benim tatil ile senin tatili
çakıştırsak da birlikte gitsek? Tabii başka planın yoksa?”
“Cenk
gelemiyor mu? Kesinleşti mi?”
“Hayır.
Gelemiyor. Umurumda da değil zaten. Şöyle iki kadın kafamızı dinlesek?”
“Çok
güzel olur ama başka arkadaşını istersen...” Cümlesini bitirmeden Handan lafa
girdi. “Ben seninle olmayı tercih ederim.”
“Çok
sevinirim. Ne zaman nereye gidecektin?”
“İki
hafta sonra Marmaris istiyordum. Ama sen başka plan yaptıysan bana da uyar.”
Nil’in yurt dışına çıkmak istemeyeceğinden çekinmiş, Marmaris planı yapmıştı.
“Benim
için de uygun Marmaris.”
“Tamam,
o zamana kadar netleşir her şey. Çok sevindim.”
“Handan,
olur da Cenk'in işleri yoluna girerse bana söylemeye sakın çekinme. Sizin
birlikte gitmenizi çok isterim.”
“Biliyorum.
İçin rahat olsun istemez zaten benimle gelmeyi.”
“Öyle
değil ama o da sanırım zorunlu oldu toplantılar yüzünden.”
“Biraz
öyle ama o toplantıları başına saran da o. Neyse ne, boş verelim. Şimdiden
keyfim yerine geldi. Çok güzel bir tatil yapacağız.”
Nil
de öyle umuyordu. Aslında iki haftalık bir süreyi Hakan'dan uzak geçirecekti.
İşin bu boyutu canını sıkıyordu. Gerçi Hakan ile ilişkilerinin nereye
gideceğini, iki hafta sonra nerede olacağını bilmesi mümkün değildi.
Telefonu
kapattıktan sonra Hakan'ın aramasını beklemişti ama bir saat daha geçtiği halde
arayan olmamıştı. O da arayamıyordu. Korkuyordu aradığında biçimsiz bir
zamanlama ile başını derde sokmaktan.
Öğlene
kadar eczanede oturdu. Gelmeyen telefon yüzünden suratı asılmaya başlamıştı. O
sırada Mert sadece işi ile ilgilenmiş Yağmur ise erkek arkadaşı ile iki kez
konuşmuştu.
Tam
öğle saatinde eczaneye giren genç kız ile Yağmur ilgilenmek istemiş ama genç
kız doğruca Mert'in olduğu yere yürümüştü. Mert ise her zamanki kibarlığı ile
genç kızla ilgilenmiş istediği ilaçları poşete koymuştu. Nil, kızın gözünü
ayırmadan Mert'e bakmasından memnundu. Yağmur da izliyordu kızın hareketlerini.
Bir şey anlamayan Mert ise işini tamamlamış para üstünü uzatıyordu. Genç kız
avucuna konan paraları alırken sanki istemeden olmuş gibi elini erken kapatmış
parmaklarını Mert'in parmaklarına değdirmişti. O an kafasını kaldırıp baktı
Mert. Genç kızın kendisine gülümseyerek baktığını görünce o da gülümsedi.
“Teşekkür
ederim.”
“Rica
ederim.”
İki
kibar cümle! Ama söylenişleri farklıydı. Mert, genç kızın ilgisini nihayet fark
etmişti. Nil de onların halini fark edip gülümsedi.
‘Nihayet’
dedi. ‘Nihayet Mert gözünü açıp etrafa bakmaya başladı’
Yağmur
ise kapıdan salınarak çıkan kızın arkasından hiç de hoş olmayan bakışlar
atıyordu.
*****
Nil,
kuaför tarafına geçtiğinde sabahki neşeli halinden eser kalmamıştı. Necla
Ablanın içeride olduğunu görünce yüzünü asmaktan vazgeçti. Onun soruları ile
ağzından bir şeyler kaçırmaktan korktu. Gerçi çok memnun olurdu çoğu ama ya
yürümezse Hakan ile olan ilişkileri? O zaman da aşk acısı çeken kişi konumuna
düşecek ve soruların muhatabı olacaktı. Bunu istemiyordu… Sesine neşeli ton
vererek seslendi,
“Necla
abla nasılsın?”
“İyiyim
güzelim. Bugün şu boyamı yenileteyim istiyorum. Kırmızı gerçekten çok akıyor.
Yastık kılıflarımı ve havlularımı yeniledim.”
“Ama
sana çok yakıştı bu renk. Az insan iyi taşır böyle renkleri.”
“Sen
de boyatsana!”
“Yok
istemem. Ben kahverengimden memnunum. Hadi senin rengini ayarlayayım.”
Nil,
arka tarafa doğru yürürken Ayşegül yolunu kesti.
“Nil,
lazer epilasyon için müşteri randevu aldı. Başlıyoruz inşallah!”
“Çok
güzel haber bu Ayşegül! Bizim estetiysen diplomaları işe yarayacak.”
“Öyle.
Sen mi yaparsın ben mi yapayım?”
“Sen
yap. İlki senin olsun.”
“Tamam.”
Bu
güzel haberdi. Ama içinde beklediği kadar sevinç yoktu. Hatta hiç tadı yoktu.
Arka odada notlara göre renkleri karıştırırken cep telefonu çaldı. Heyecanla
elini uzattığında yine hayal kırıklığına uğramamak için dua etti. Ekrandaki adı
okuduğunda tüm olumsuz düşünceleri aklından uçup gitmişti.
“Merhaba
Nil, nasılsın?”
“Ben
iyiyim sen nasılsın?”
“Acayip
yoğun ve sinirliyim. Dördüncü cinayet de işlendi. Ve bil bakalım durum ne?”
“Hiç
iz yok.”
“Aynen
öyle. Neyse boş ver. Senin sesinle sinirlerim yatıştı. Sabah aramayı
düşünüyordum ama basın ve amirler ile görüşmeler çok vaktimi aldı.”
“İşin
olduğunu tahmin ettim ama yine de aramanı bekledim. Saatler geçtikçe de moralim
bozuldu. Ama şimdi anladım ki sen de beni düşünmüşsün.”
“Elbette
düşündüm ama arayamadım. Bak, benim saatlerim gerçekten çok belirsiz. Dün
senden çıktıktan sonra yoldayken haber geldi ve doğrudan olay yerine gittim. O
saatten beri de olayla ilgileniyorum. Böyle zamanlar olacak. Yaptığımız
programlar iptal olacak. Kızma olur mu?”
Nil,
böyle bir cümleden sonra nasıl kızabilirdi? İleriye dönük planlarının içinde
olduğunu bilmek, şimdiden o planlar için özür dilemesi... Hepsi çok güzeldi.
“Kızmam.”
sesi artık neşeliydi. Hattın ucunda Hakan da keyiflenmişti.
“Nil!
Kötü şeyler düşünme. O güzel kafanın içinden saçma düşünceler geçmesin.
Aklımdasın!”
“Bu
çok güzel bir kelime! Sen de benim aklımdasın. Kendine dikkat et.”
Vedalaşıp
kapattıklarında ikisinin de düşünceleri aynıydı.
Onlar
artık sevgiliydi!
Nil,
ön tarafa geçtiğinde yüzündeki ifadeyi saklaması mümkün değildi. Soranlara
tatil planı yaptığını anlattı. Herkes bu mutlu ifadenin tatil yüzünden olduğunu
kabul etmişti.
Aradan
geçen iki saatte herkes işini yapmıştı. Televizyon yine açıktı. Kanallar
karıştırılmış haberler açılmıştı. Nil, ekranda Hakan'ı gördüğünde bir an
şaşkınlıkla nefesini tuttu. Hakan, resmi giyimli polislerle konuşuyordu.
Kameralar onu çekiyordu. Ama o hiç farkında değildi.
Tüm
kuafördekiler ekrana kilitlenmişti. Seri cinayetler herkesin ilgisini
çekiyordu. Bertuğ, travestilerin öldürülmesine zaten sinirleniyordu. Dördüncü
cinayet olması iyice canını sıkmış televizyona arkasını dönmüştü. Nil ise gözünü
kırpmadan Hakan'ı izlemeye devam ediyordu. Yanındaki polisler uzaklaştıktan
sonra görüntüye uzun boylu bir kadın girdi. Hakan'a yaklaştı, kolunu tutarak
bir şeyler söyledi. Hakan da yüzündeki yatıştıran ve ikna edici ifade ile ona
bir şeyler söyledi.
Kimdi
bu kadın?
Öldürülen
kişinin yakını mıydı? Biraz daha dikkatli bakınca kadının iki senedir sık sık
defilelerde adını duyduğu bir manken olduğunu anladı. Ağlamaktan gözleri
şişmişti ama güzelliğini yitirmemişti. Nil, içinde kıpırdanan kıvılcımların
nedenini anlamaya çalışıyordu. Sahiplenme ve kıskançlık...
O
kadını kıskanmıştı...
*****
“Çevik
Kuvvet, televizyona çıkmışsın!”
“Tarkan,
sana kaç kere söyleyeceğim? Deme şunu!”
“Oğlum
telefonda da mı söyleyemeyeceğim? Hadi boş ver onu da meşhur oldun. Tüm
kanallar seni gösteriyor.”
“Neden?”
dediği an dün geceki kameraları anımsadı. “Cinayet mahalinden mi yayın
yapılıyor?”
“Evet.
Yanındaki manken de bir içim suymuş. Telefonunu aldın mı?”
“Tarkan,
sana söyleyecek çok söz var ama terbiyemi bozmayacağım.”
“Oğlum,
alsaydın numarayı, sonra bana verseydin ne olurdu ki? Hiç düşünmüyorsun
arkadaşını!”
“Ne
oldu? Biri yüz vermedi sanırım sana?” Yıldız’ı kastediyordu. Yine kendisine
musallat olmasından korkuyordu. Hele ki, Nil hayatına girdikten sonra başka
kimseyle uğraşmak istemiyordu.
“Naz
yapıyor. Ama kırılır inadı.”
“Kalbini
kırma da inadını kırayım derken!”
“Nasıl
kıracağım o inadını bilmiyorum. Kaç kez aradım bir kere bile kabul etmedi
tekliflerimi.”
“Ya
ısrarcı ol ya vazgeç. Kaçan kovalanır derler. Belki o zaman kıymetin olur?”
“Deneyeceğim.
Ama bana bak beni uzaklaştırıp sakın sen asılma!”
“Ben
asılmam. Zaten artık istesem de asılmam.”
“Vayy,
büyük laf. Kim bu lafı ettirten?”
“Seninle
asla tanıştırmayacağım biri!”
“Desene
elinden alacağımdan eminsin?”
“Elimden
alamazsın. Ama seni görüp tüm arkadaşlarım sen gibi sanıp benden uzaklaşır diye
korkarım.”
“Ağır
konuştun be abi. Nasıl kalkılır bu lafın altından?”
“Uslanarak.”
“Anlaşıldı.
Sen televizyona falan çıktın havalandın. Ben kaçar. Bu arada taktiğini
uygulayacağım. Bakalım bir süre aramayınca etkisi olacak mı?”
“Tamam.
Tarkan...”
“Efendim?”
“Olur,
da seninle ilgili bir şeyler sorarsa iyi şeyler söylerim.”
“Helal
sana be arkadaşım. İşte Çevik Kuvvet!”
“Pişman
etme.”
Gülerek
kapattı ikisi de...
Hakan,
televizyona daha önceden de çıkmıştı. Bazı olayların çözümünde kısa bilgi bile
aktarmıştı. Ama bu kez tedirgindi. Nedense Nil ile konuşma ihtiyacı hissetti.
Fakat çalan telefonlar buna engel oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder