14 Ağustos 2015 Cuma

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 39. Bölüm



Nil, kötü bir geceden sonra asık bir yüzle aşağı indi. Ayşegül erken gelmişti. Nil’in geceyi kötü geçireceğini biliyordu. Her ne kadar dün bazı kararlar aldıysa da bugün düşünceleri değişmiş olabilir.

Ayşegül, Nil'in yüzüne bakınca orada kararlı bir ifade gördü. Rahatlamıştı. Oğlumuz, kendini uzun süre affettiremeyecekti. Bu anlaşılmıştı. İçi rahatlamıştı. Taktiklerini birinin üzerinde uygulamak hoş olacaktı. Ama sonunda aralarının düzeleceğinden emindi.

Nil, eczaneyi açtığında saat dokuzdu. Mert ile Yağmur da aynı anda dükkân girmişti.

Uzun zamandır yapılmayan işlemleri toparladı. Bilgisayarın başında uzun süre oturduktan sonra yerinden kalktı. Belini biraz esnetmeye çalıştı. Hakan’ın kendisine cep telefon ile ulaşmasını engellemişti. O yüzden rahattı. Çünkü adını gördüğünde yumuşamaktan korkuyordu.


Handan onda eczanenin kapısından girdi. Nil’in yüzüne baktı. Nil onun geldiğini görüp yerinden kalkmış hemen yanına gelmişti. Sımsıkı sarıldı arkadaşına.

“Handan, çok mutluyum sizin için. Nihayet çözdünüz saçma sapan sorununuzu.”
Handan, bu kadına şaşırmaya devam ediyordu. Ağabeyi yüzünden kötü davranacağını sandığı ikinci olayda da Nil çok başka davranmıştı…

“Bizim sorun çözüldü ama sizin aranız bozulmuş. Hakan çok kötü...”

Nil, arkaya doğru yürürken yanıt verdi. “Ben de çok kötüyüm. Ama bu bir şey ifade etmiyor. Nasıl öyle düşünür?”

“Ne desen haklısın. Ama biliyorsun seni çok sevdiği için kıskandığından öyle bir hata yapmış.”

Bu arada bahçeye inmişti ikisi de. Nil, divana oturdu. Handan da yanına oturmuştu. Handan’a dönüp yanıtladı.

“Beni sevdiğini biliyorum.”

“O zaman onu affedeceksin.” Handan ümitlenmişti. Yüzü gülmeye başladı.

“Handan, elbette affedeceğim. Ama o zamana kadar da süründüreceğim. Ve sen de bana yardım edeceksin!”

“Nasıl? Sana yardım mı edeceğim? Ne yani ağabeyime karşı ittifak mı kuracağız?”

“Eh aksi halde barışmam ağabeyinle.” Nil, hemen yüzünü asmıştı. Handan, koluna girip güldü. “Tamam, ittifaksa ittifak! Ne yapacağım?” Sonunda iki aşığı kavuşturmak da vardı. Neden o an politik davranmayacaktı?

“Şimdilik sadece onun dedikodusunu yaparak başlayabilirsin. Ne konuştunuz?”

“Bu sabah saat daha yediydi aradığında. Kahvaltıya çağırdım. Biraz konuştuk. Çok pişman ama aşktan gözünün kör olduğunu ve büyük bir günah işlediğini söylüyor. Senin onu affetmen için ne yapması gerektiğini sorup duruyor.”

“Cenk’in yüzüne nasıl baktı? Utanmaz adam.”

“Ondan da özür diledi. Hallettiler o kısmı. Senin aşkından hata yaptığını söyledi. Cenk de hemen kabul etti. Sen de biliyorsun neden öyle davrandığını.”

“Biliyorum ama yine de hemen affetmeyeceğim.”

“Ya, üzme ağabeyimi.”

“O beni üzdü ama! Biraz o da üzülsün!”

“Üzülüyor.”

“Yetmez.”

“Tamam, anladım inat edeceksin.”

“Aynen o dediğinden. Bakalım ağabeyin de inat mı? Yoksa pes edecek mi?”

“Pes etmez.”.


“Umarım...”


***** 


Doktorların sorguları bitmek üzereydi. Henüz bilinen doktorlar arasında öldürülen travestilerin ilaçlarını temin eden doktora ulaşılamamıştı. Ya da izlerini iyi saklıyor ve sorguda hata yapmıyordu.

Hakan sorguları emniyette yapmaya başlamıştı. Tüm doktorların getirilmesi ve sorgulanması ile bizzat ilgileniyordu. Nil’in günlerdir telefonlarına çıkmaması ve kapıyı açmaması sinirlerini iyice bozmuştu. Tüm hırsını ellerindeki dosyalardan çıkartıyordu.

Sorgulardaki sakin tavırları gitmiş, yerine sert, sinirli ve hiç duymadıkları kadar küfreden biri gelmişti. Hakan da kendi hallerinin farkındaydı ama sakinleşemiyordu. Bu sabah işe giderken bir çiçekçiden Nil'e çiçek göndermişti. Ama vazoda solacağını bildiği çiçekler yerine arka bahçeye ekmesi için alacalı taflanlardan on tane ve mor salkımdan da bir kök yollamıştı.

Nil çiçekleri kabul etmiş ama yine telefonlarına çıkmamıştı. Sonra Handan’ı aramış ve öyle çiçeklerle asla affetmeyeceğini ama çiçekçinin de bunları geri almayacağını ya da kıymet bilmez Hakan’ın elinde çürüyeceklerini düşünüp ekme kararı aldığını anlatmıştı. Bir daha böyle hediye istemediğini de belirtmişti.

Handan ağabeyine Nil’in asla bir hediye daha kabul etmeyeceğini, bunları da sadece kıymadığı için kabul ettiğini söylemişti.

Nil o günü taflanlarla mor salkımına özel bir köşe yaparak geçirmişti. Bir sonraki baharda açtıklarında müthiş olacaklardı.


*****  


Hakan güllerin ya da orkidelerin kesin işe yaramayacağını biliyordu ama bunları kabul etmesini bile bir adım olarak almıştı.

Sonraki adımın ne olacağını bilmiyordu. Kafa patlatıyor ama bulamıyordu.

Sinirleri biraz yatışmıştı.

O gün, emniyete getirilen doktorlardan biri olay çıkartmış gelmek istememiş polise karşı gelmişti. En sonunda tutuklanarak getirilmişti. Tepkilerinden sonra arama izni çıkartılmış, muayenehanesinde bulunan dosyaları incelendiğinde ölen travestilerin hepsinin hastası olduğu anlaşılmıştı.

Hakan, nihayet büyük bir adım attıklarının farkındaydı. Soruşturma bitene kadar tutuklu kalacaktı.

“Sizi, beş ayrı cinayetten tutukluyoruz.” haklarını okuduklarında doktorun tepkisi kendisini günah keçisi ilan ettikleri oldu. ‘Suçsuzum. Hiçbir cinayeti ben işlemedim. Ben sadece ilaçlarını yazdım’ diyordu. Ama ölenlerin hepsi de kalplerine saplanan buz ile öldürülmüştü. Tıp bilgisi olmadan tek hareket ile onları öldürmek mümkün değildi.

“Bakın, tüm maktuller sadece sizin hastalarınız. Eğer cinayetlerin olduğu gecelerde nerede olduğunuzu ispatlayabilirseniz sorun yok ama şu an tek zanlı sizsiniz.”

“Ben katil değilim. Neden öldüreyim ki?”

“Biz de bunu merak ediyoruz. Neden öldürdünüz?”

“Ben öldürmedim.”

Bu sorgunun çok uzun süreceği belliydi.

Hakan elindeki tüm dosyalar ile adamın karşısında sorularını sıralıyordu.

***** 

Ertesi gün gazeteler ve televizyon travestilerin katilinin, doktorları olduğunu belirtiyordu.

Nihayet katil yakalanmıştı.

Hakan, içi rahat olmasa da katili içeriye tıkmış olmanın hafifliğini yaşıyordu. Adam cinayetlerin işlendiği gecelerde hep evinde olduğunu, karısının da buna şahit olduğunu söylemişti ama bu ne yazık ki çok önemli bir kanıt değildi. Bunca zamandır elinde kapanmayı bekleyen dosya nihayet sonuca ulaşmıştı.

Diğer işlere daha çok vakit ayıracaktı.

Özellikle Nil’e...


 ***** 


Nil'in sevgilisinden ayrıldığını duymayan kalmamıştı. Hepsi üzüntüsünü paylaşmak için geliyor, daha çok üzüp gidiyordu. Ama yine de komşularından vazgeçemezdi.

Hüsniye de gelmişti. Karnı hala belli olmuyordu. Zaten daha ikinci ayı yeni tamamlamıştı. Hava serindi. Hüsniye üşümesin diye bahçeye inmemiş, üst kata çıkartmıştı.

“Nil, ne oldu da bitti be hayatım? Ne güzel yakışıyordunuz.”

“Önemli değil Hüsniye. Yürümedi işte.”

“İstersen yürür. Bir şans daha versen!” Arkadaşının haline çok üzüldüğü belliydi.

“Şu an ne yapıyorum sanıyorsun? O şansı doğru değerlendirirse kazanır. Aksi halde keyfi bilir. Beni kaybeder.”

“Aman ne kadar da alçakgönüllüsün.”

“Öyleyim değil mi?”

“Sen pek üzgün gözükmüyorsun. Sevmiyor musun yoksa?”

“Deli misin? Seviyorum tabii ama görümcem olacak cadı ile ortak iş çeviriyoruz. Ondan Hakan’ın nasıl üzgün olduğunu dinliyor ve keyifleniyorum.”

“İnanmıyorum.”

“İnan. Beni çok kızdırdı. Bir daha asla böyle bir hata yapmamalı.”

“Hakan sana evlenme teklif etti mi?”

“Hayır. Henüz etmedi.”

“EE nasıl görümcen oluyor?”

“Burnunu sürttürmem bittiğinde nasılsa evlenmek isteyecek. Şimdiden biz iki kadın birbirimize destek oluyoruz. Gerçi görümcem arada bir ağabeyine üzülse de ben de onun evliliği için çok çaba harcadım. Borç ödüyor.”

“Senin bu kadar hesapçı olduğunu hiç bilmezdim. Korktum vallahi.”

“Aşkta ve savaşta her şey mubahsa ben de elimden geleni yaparım. Ama bunu da beni üzdüğü kadar üzerek yaparım.”

“Ya vazgeçerse?”

“A bak o zaman da eski bir sözü anımsarım. O zaten hiç benim olmamış, derim.”

“Ama çok üzülürsün.”

“Hem de ölesiye üzülürüm ama bana güvenmeyen bir adam yerine üzülmeyi tercih ederim.”

“Anladım. Ya hep, ya hiç!”

“Aynen öyle canım... Aynen öyle.”

Hüsniye'ye fal bakmaya başladığında yine o her zamanki fallardan biri çıkmıştı karşısına. Bir doktor vardı. Elinde sivri uçlu bir şey vardı. Bir doktor daha vardı. Sanki elini hapishane demirlerinin arasından uzatmış gibiydi...

Nil, ne yapacağını şaşırmıştı. Nasıl arayacaktı Hakan’ı. İşte bu hiç olmamıştı. Araması gerekiyordu ama Hakan’ı arayıp da bir şey yokmuş gibi konuşmak, ya da eskisi gibi fal bildirmek, yapabileceği bir şey değildi.

Ne yapacaktı? Her şeyi göze alarak arayacak mıydı?



***** 


Hakan, çalan hattı görünce yüreğinin kanatlandığını hissetti. Nihayet dedi.

Nil arıyordu!

Sesinin çıkabilmesi için yutkundu. Ondan yeniden özür dileyecekti. Telefonu ikinci çalışında açtı.

“Efendim?” Sıcacık bir sesle konuşmuştu.

“Ağabey, ben Handan... Sana iletmem gereken bir not var.” Hakan kalmıştı hattın ucunda. Bu kadar büyük hayal kırıklığını ummamıştı.

“Handan? Sen neden bu hattan arıyorsun? Nil neden aramıyor?”

“Sence neden aramıyor? Zaten beni de aramıyor ama sana bunları söyleyebilecek tek kişi olduğum için mecbur kalmışmış. O yüzden unutmadan aktarayım sana notu.”

Hakan büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. “Aktar.”

“Birini tutuklamışsınız. O katil değilmiş. Ama bir başka doktor varmış. Asıl katil oymuş. Elinde sivri uçlu bir şey varmış.”

“Başka?”

“Bu kadar. Ha dur bir de büyüteç gibi bir şey görmüş ama emin olamamış. Hatta bağlantılı mı onu bile bilmiyormuş.”

“Başka?”

“Bu kadar.”

“Benimle ilgili bir şey söylemedi mi?”

“Hayır, sadece Baş Komisere bunları iletir misin dedi ve bitirince hemen kapattı.”

“Anladım. Teşekkürler.”

Telefonu kapattığında canı sıkılmıştı. Doktor gerçekten suçsuz muydu? Zaten adamın hastaları olmasından başka delil yoktu elerinde. Ne termos ne buz kalıpları ne başka bir şey…

Nil’in aramaması ve onun hakkında bir şey söylememesi çok canını sıkmıştı. Bu kadın ne istiyordu? Vazgeçmesini mi?

Asla vazgeçmeyecekti.


***** 


Gazetelerin yazdıkları tebessümle okudu. Biliyordu zaten yanlış yola sapacaklarını. Yakında doktorun suçsuz olduğu anlaşılacak ve hapisten çıkacaktı. Acaba o arada başka bir doktora mı gitseydi? Gerek yoktu. Zaten kendisini bulmaları mümkün değildi. Ama bir süre ara verse iyi olacaktı. Doktoru izlemeye alacakları kesindi.

Kendisini aptal mı sanıyordu bu Baş Komiser? Kimin daha akıllı olduğunu yakında anlayacaklardı. Bir süre sessiz olmak yeterliydi.


***** 


Hakan, doktorun dosyalarını ve cinayet geceleri yaptıklarını araştırmaya başladı. Sıra modacının dosyasına geldiğinde, dosyaya eklenen kamera görüntüleri ile doktorun resmini karşılaştırdı. İşte bu dosya doktoru da Nil’i de haklı çıkartıyordu. Boyu posu kilosu uyuyordu ama... Kemikli bir burun ile düz bir burun ciddi bir fark demekti.

Hakan içinin yine sıkıldığını hissetti. Neden işleri yoluna girmiyordu?

İşiyle ilgili ne olursa olsun, Nil’i bir kez kollarına alsa rahatlayacağını biliyordu. Onun kendisini sevdiğini yeniden duysa aklındaki tüm olumsuzluklar uçup gidecekti. Ama ne yazık ki bu isteği de olmuyordu.

Cep telefonunu yeniden tuşladı. Kendisi için en kötü gün olan o günden beri yaptığı bu hareket yine aynı yanıt ile karşılandı...

‘Aradığınız numaraya ulaşılamıyor’

Ne zaman açacaktı hattını? Ne zaman sesini duymasına izin verecekti?


***** 


Sabah haberleri bir önceki gece salıverilen doktorun haberini veriyordu. Nil zaten bekliyordu bunu. Hakan onun söylediğinin doğru olduğunu biliyordu ama mutlaka bir başka sağlam delil olmalıydı. Aksi halde fala göre salmazdı zaten. Yine de bu kadar hızlı bulmasına sevindi.

Günlerdir cep telefonu kapalıydı. Açarsa hala arayıp aramadığını anlardı. Ama ya arıyorsa? Çok özlemişti Hakan’ı…

Sesini duymak istiyordu. Hatta sabah haberlerde tüm kanalları karıştırmış, belki emniyetten açıklamayı Hakan yapar diye beklemişti. Ama Hakan yapmadı açıklamayı. Müdürüydü basına bilgi veren.

Sesini duymayı istiyordu ama ya telefonu açar ve Hakan onu aramazsa ne yapacaktı?

Kahrolurdu!

Bu kadar çabuk kendisinden vazgeçtiği için kahrolurdu. Açmamaya karar verdi.

En azından kahrolmayacaktı. Bu da ne kadar doğru bir kararsa?



*****  


“Nil, hala açmamışsın telefonunu. Biri iyi olup olmadığını kontrol etmemi istedi!”

Handan’ın sesini ve söylediklerini duyduğunda içi mutlulukla kabarmıştı. Ama sanki şaşırmış gibi sordu. “Hala arıyor mu?”

Handan, gülerek, “Ne sanıyorsun? Aramayacak mı? O kadar büyük kabahatten sonra kapında yatması lazım.”

“Ama yatmadı!” Sanki çok mantıklıymış gibi bu davranış!

“Kapında sabahlasa affedeceğini bilse yapar.”

“Dalga geçme. Seninle konuştuğumuzu bilmese daha iyi değil mi? Hiç olmazsa biraz daha acı çeker ve ben de daha çabuk affederim.”

“Özledin mi?”

“Evet.”

“O zaman aç telefonunu. Aradığında konuş.”

“Olmaz. Onun bana güvendiğini ispatlaması lazım.”

“Kızım, nasıl ispatlayacak? Seni adamın biri ile görecek ve yok o yapmaz mı diyecek?”

“Onu zaten biliyor artık. Of ya aklıma bir şey gelmiyor ki! Ben kıskançlıkla ölçü almak istemiyorum… O çok klişe olur. Başka bir şey olmalı.”

“Sen daha ne istediğini bilmiyorsun. Hakan ne yapsa ikna olmayacaksın belki de.”

“Bulsun işte ikna edecek şeyi.” Çocukçaydı sanki artık tavrı. Ama kendine de mani olamıyordu. Ömür boyu garanti alamayacağını bilse de, bir tarafı bunu bekliyordu.

“Bana bak, sana sonra görümcelik yapacağımı unutma. Canına okurum senin.”

“Sen mi? Hadi oradan. Sen ancak benimle birlik olup Hakan’ın canına okursun.”

İkisi de bu aşkın evliliğe gideceğinden emin konuşuyordu. Ama ortada ne erkek, ne teklif vardı. Kendi kendilerine gelin görümce oluyorlardı. Nil kendi düşüncelerine gülerken, Handan da ona hak veriyordu.

“Ne yazık ki haklısın. Ama gerçekten ona çok üzülüyorum. Üstelik ben onu affedeceğini bilirken o bunu da bilmiyor.”

“Bak sakın ona bir şey söyleme. Yemin ettin. Söylemeyeceksin.”

“Ne ara boş bulundum da o yemini ettim bilmem.”

“Aklın kocandaydı da ondan ettin. Ama ettin artık dönemezsin.”

“Haklısın. Yarın dükkâna geleceğim. Saçlarımı yaptırmalıyım. Akşama kocamla baş başa yemeğe gideceğim.” Bunu söylerken bile mutluluğu sesine yansıyordu.

“Bana nispet yapma. Gel. Bertuğ alır seni. Kaçta?”

Randevu saatini yazıp vedalaşıp kapattı telefonu. Rahatlamıştı.

Hakan hala vazgeçmemişti...


***** 


Yeterince tatil yapmıştı. Yeni bir görevi vardı. Bir haftadır sabırla bekliyordu. Artık yeni bir hedef bulması istenmişti.

Cumartesi sabahı bir yere oturup kahvaltı yapacaktı. Ama oturacağı yer kapıyı görmeliydi. Aksi gibi her zaman oturduğu yerde masalar doluydu. Gözleri ile masaları taradığında iki genç delikanlının oturduğu bir masayı gözüne kestirdi. Onların yanına yürüdü. “Gençler, kusura bakmayın ama bir süre yanınızda oturabilir miyim? Daha yeni bel fıtığı ameliyatı oldum. Ayakta uzun süre kalmamam lazım ama nişanlım beni bekletmeyi alışkanlık haline getirdi.”

“Buyurun tabii.” diyerek yer gösterdi delikanlılardan biri. Ama onun gösterdiği sandalyeye değil karşısındakine oturdu. Böylece istediği gibi kapıyı görebilecekti.

Bir süre çocukların konuşmalarını yarım kulak dinleyerek oturdu. Sonra delikanlılar kalkınca, o masada oturmaya devam etti. Bu arada kahve, çay ve yine kahve içmişti. Aptallık mı etmişti? Karnı ağrıyordu. Üstelik ilk kez bunca saat geçmesine rağmen ne gelen ne de giden vardı. Elbette ya... Doktorun müşterileri, tutuklama kararından sonra hala oraya gidecek değildi ya!

Şansına lanet ederek kalktı. Bir hafta daha bekleyecekti. Son görevinin gecikmesi rahatsız ediciydi. Ama affedileceğini umuyordu. Doktoru tutuklayan o değildi ki!

Hepsi o polis bozuntusunun başının altından çıkıyordu.


1 yorum:

  1. Sürünsün Hakan evet , bu son kısım merakımı arttırdı 😳

    YanıtlaSil