Nil, kötü bir geceden sonra asık bir yüzle aşağı
indi. Ayşegül erken gelmişti. Nil’in geceyi kötü geçireceğini biliyordu. Her ne
kadar dün bazı kararlar aldıysa da bugün düşünceleri değişmiş olabilir.
Ayşegül, Nil'in yüzüne bakınca orada kararlı bir
ifade gördü. Rahatlamıştı. Oğlumuz, kendini uzun süre affettiremeyecekti. Bu
anlaşılmıştı. İçi rahatlamıştı. Taktiklerini birinin üzerinde uygulamak hoş
olacaktı. Ama sonunda aralarının düzeleceğinden emindi.
Nil, eczaneyi açtığında saat dokuzdu. Mert ile
Yağmur da aynı anda dükkân girmişti.
Uzun zamandır yapılmayan işlemleri toparladı.
Bilgisayarın başında uzun süre oturduktan sonra yerinden kalktı. Belini biraz
esnetmeye çalıştı. Hakan’ın kendisine cep telefon ile ulaşmasını engellemişti.
O yüzden rahattı. Çünkü adını gördüğünde yumuşamaktan korkuyordu.
Handan onda eczanenin kapısından girdi.
Nil’in yüzüne baktı. Nil onun geldiğini görüp yerinden kalkmış hemen yanına
gelmişti. Sımsıkı sarıldı arkadaşına.
“Handan, çok mutluyum sizin için.
Nihayet çözdünüz saçma sapan sorununuzu.”
Handan, bu kadına şaşırmaya devam
ediyordu. Ağabeyi yüzünden kötü davranacağını sandığı ikinci olayda da Nil çok
başka davranmıştı…
“Bizim sorun çözüldü ama sizin aranız
bozulmuş. Hakan çok kötü...”
Nil, arkaya doğru yürürken yanıt verdi.
“Ben de çok kötüyüm. Ama bu bir şey ifade etmiyor. Nasıl öyle düşünür?”
“Ne desen haklısın. Ama biliyorsun seni
çok sevdiği için kıskandığından öyle bir hata yapmış.”
Bu arada bahçeye inmişti ikisi de. Nil,
divana oturdu. Handan da yanına oturmuştu. Handan’a dönüp yanıtladı.
“Beni sevdiğini biliyorum.”
“O zaman onu affedeceksin.” Handan
ümitlenmişti. Yüzü gülmeye başladı.
“Handan, elbette affedeceğim. Ama o
zamana kadar da süründüreceğim. Ve sen de bana yardım edeceksin!”
“Nasıl? Sana yardım mı edeceğim? Ne yani
ağabeyime karşı ittifak mı kuracağız?”
“Eh aksi halde barışmam ağabeyinle.”
Nil, hemen yüzünü asmıştı. Handan, koluna girip güldü. “Tamam, ittifaksa
ittifak! Ne yapacağım?” Sonunda iki aşığı kavuşturmak da vardı. Neden o an
politik davranmayacaktı?
“Şimdilik sadece onun dedikodusunu
yaparak başlayabilirsin. Ne konuştunuz?”
“Bu sabah saat daha yediydi aradığında.
Kahvaltıya çağırdım. Biraz konuştuk. Çok pişman ama aşktan gözünün kör olduğunu
ve büyük bir günah işlediğini söylüyor. Senin onu affetmen için ne yapması
gerektiğini sorup duruyor.”
“Cenk’in yüzüne nasıl baktı? Utanmaz
adam.”
“Ondan da özür diledi. Hallettiler o
kısmı. Senin aşkından hata yaptığını söyledi. Cenk de hemen kabul etti. Sen de
biliyorsun neden öyle davrandığını.”
“Biliyorum ama yine de hemen
affetmeyeceğim.”
“Ya, üzme ağabeyimi.”
“O beni üzdü ama! Biraz o da üzülsün!”
“Üzülüyor.”
“Yetmez.”
“Tamam, anladım inat edeceksin.”
“Aynen o dediğinden. Bakalım ağabeyin de
inat mı? Yoksa pes edecek mi?”
“Pes etmez.”.
“Umarım...”
*****
Doktorların sorguları bitmek üzereydi. Henüz bilinen
doktorlar arasında öldürülen travestilerin ilaçlarını temin eden doktora
ulaşılamamıştı. Ya da izlerini iyi saklıyor ve sorguda hata yapmıyordu.
Hakan sorguları emniyette yapmaya başlamıştı. Tüm
doktorların getirilmesi ve sorgulanması ile bizzat ilgileniyordu. Nil’in
günlerdir telefonlarına çıkmaması ve kapıyı açmaması sinirlerini iyice
bozmuştu. Tüm hırsını ellerindeki dosyalardan çıkartıyordu.
Sorgulardaki sakin tavırları gitmiş, yerine sert,
sinirli ve hiç duymadıkları kadar küfreden biri gelmişti. Hakan da kendi
hallerinin farkındaydı ama sakinleşemiyordu. Bu sabah işe giderken bir
çiçekçiden Nil'e çiçek göndermişti. Ama vazoda solacağını bildiği çiçekler
yerine arka bahçeye ekmesi için alacalı taflanlardan on tane ve mor salkımdan
da bir kök yollamıştı.
Nil çiçekleri kabul etmiş ama yine
telefonlarına çıkmamıştı. Sonra Handan’ı aramış ve öyle çiçeklerle asla
affetmeyeceğini ama çiçekçinin de bunları geri almayacağını ya da kıymet bilmez
Hakan’ın elinde çürüyeceklerini düşünüp ekme kararı aldığını anlatmıştı. Bir
daha böyle hediye istemediğini de belirtmişti.
Handan ağabeyine Nil’in asla bir hediye
daha kabul etmeyeceğini, bunları da sadece kıymadığı için kabul ettiğini
söylemişti.
Nil o günü taflanlarla mor salkımına
özel bir köşe yaparak geçirmişti. Bir sonraki baharda açtıklarında müthiş
olacaklardı.
*****
Hakan güllerin ya da orkidelerin kesin
işe yaramayacağını biliyordu ama bunları kabul etmesini bile bir adım olarak
almıştı.
Sonraki adımın ne olacağını bilmiyordu.
Kafa patlatıyor ama bulamıyordu.
Sinirleri biraz yatışmıştı.
O gün, emniyete getirilen doktorlardan
biri olay çıkartmış gelmek istememiş polise karşı gelmişti. En sonunda
tutuklanarak getirilmişti. Tepkilerinden sonra arama izni çıkartılmış,
muayenehanesinde bulunan dosyaları incelendiğinde ölen travestilerin hepsinin
hastası olduğu anlaşılmıştı.
Hakan, nihayet büyük bir adım
attıklarının farkındaydı. Soruşturma bitene kadar tutuklu kalacaktı.
“Sizi, beş ayrı cinayetten
tutukluyoruz.” haklarını okuduklarında doktorun tepkisi kendisini günah keçisi
ilan ettikleri oldu. ‘Suçsuzum. Hiçbir cinayeti ben işlemedim. Ben sadece
ilaçlarını yazdım’ diyordu. Ama ölenlerin hepsi de kalplerine saplanan buz ile
öldürülmüştü. Tıp bilgisi olmadan tek hareket ile onları öldürmek mümkün
değildi.
“Bakın, tüm maktuller sadece sizin
hastalarınız. Eğer cinayetlerin olduğu gecelerde nerede olduğunuzu
ispatlayabilirseniz sorun yok ama şu an tek zanlı sizsiniz.”
“Ben katil değilim. Neden öldüreyim ki?”
“Biz de bunu merak ediyoruz. Neden
öldürdünüz?”
“Ben öldürmedim.”
Bu sorgunun çok uzun süreceği belliydi.
Hakan elindeki tüm dosyalar ile adamın
karşısında sorularını sıralıyordu.
*****
Ertesi gün gazeteler ve televizyon
travestilerin katilinin, doktorları olduğunu belirtiyordu.
Nihayet katil yakalanmıştı.
Hakan, içi rahat olmasa da katili
içeriye tıkmış olmanın hafifliğini yaşıyordu. Adam cinayetlerin işlendiği
gecelerde hep evinde olduğunu, karısının da buna şahit olduğunu söylemişti ama
bu ne yazık ki çok önemli bir kanıt değildi. Bunca zamandır elinde kapanmayı
bekleyen dosya nihayet sonuca ulaşmıştı.
Diğer işlere daha çok vakit ayıracaktı.
Özellikle Nil’e...
*****
Nil'in sevgilisinden ayrıldığını
duymayan kalmamıştı. Hepsi üzüntüsünü paylaşmak için geliyor, daha çok üzüp
gidiyordu. Ama yine de komşularından vazgeçemezdi.
Hüsniye de gelmişti. Karnı hala belli
olmuyordu. Zaten daha ikinci ayı yeni tamamlamıştı. Hava serindi. Hüsniye
üşümesin diye bahçeye inmemiş, üst kata çıkartmıştı.
“Nil, ne oldu da bitti be hayatım? Ne
güzel yakışıyordunuz.”
“Önemli değil Hüsniye. Yürümedi işte.”
“İstersen yürür. Bir şans daha versen!”
Arkadaşının haline çok üzüldüğü belliydi.
“Şu an ne yapıyorum sanıyorsun? O şansı
doğru değerlendirirse kazanır. Aksi halde keyfi bilir. Beni kaybeder.”
“Aman ne kadar da alçakgönüllüsün.”
“Öyleyim değil mi?”
“Sen pek üzgün gözükmüyorsun. Sevmiyor
musun yoksa?”
“Deli misin? Seviyorum tabii ama görümcem
olacak cadı ile ortak iş çeviriyoruz. Ondan Hakan’ın nasıl üzgün olduğunu
dinliyor ve keyifleniyorum.”
“İnanmıyorum.”
“İnan. Beni çok kızdırdı. Bir daha asla
böyle bir hata yapmamalı.”
“Hakan sana evlenme teklif etti mi?”
“Hayır. Henüz etmedi.”
“EE nasıl görümcen oluyor?”
“Burnunu sürttürmem bittiğinde nasılsa
evlenmek isteyecek. Şimdiden biz iki kadın birbirimize destek oluyoruz. Gerçi
görümcem arada bir ağabeyine üzülse de ben de onun evliliği için çok çaba
harcadım. Borç ödüyor.”
“Senin bu kadar hesapçı olduğunu hiç
bilmezdim. Korktum vallahi.”
“Aşkta ve savaşta her şey mubahsa ben de
elimden geleni yaparım. Ama bunu da beni üzdüğü kadar üzerek yaparım.”
“Ya vazgeçerse?”
“A bak o zaman da eski bir sözü
anımsarım. O zaten hiç benim olmamış, derim.”
“Ama çok üzülürsün.”
“Hem de ölesiye üzülürüm ama bana
güvenmeyen bir adam yerine üzülmeyi tercih ederim.”
“Anladım. Ya hep, ya hiç!”
“Aynen öyle canım... Aynen öyle.”
Hüsniye'ye fal bakmaya başladığında yine
o her zamanki fallardan biri çıkmıştı karşısına. Bir doktor vardı. Elinde sivri
uçlu bir şey vardı. Bir doktor daha vardı. Sanki elini hapishane demirlerinin
arasından uzatmış gibiydi...
Nil, ne yapacağını şaşırmıştı. Nasıl
arayacaktı Hakan’ı. İşte bu hiç olmamıştı. Araması gerekiyordu ama Hakan’ı
arayıp da bir şey yokmuş gibi konuşmak, ya da eskisi gibi fal bildirmek,
yapabileceği bir şey değildi.
Ne yapacaktı? Her şeyi göze alarak
arayacak mıydı?
*****
Hakan, çalan hattı görünce yüreğinin
kanatlandığını hissetti. Nihayet dedi.
Nil arıyordu!
Sesinin çıkabilmesi için yutkundu. Ondan
yeniden özür dileyecekti. Telefonu ikinci çalışında açtı.
“Efendim?” Sıcacık bir sesle konuşmuştu.
“Ağabey, ben Handan... Sana iletmem
gereken bir not var.” Hakan kalmıştı hattın ucunda. Bu kadar büyük hayal
kırıklığını ummamıştı.
“Handan? Sen neden bu hattan arıyorsun?
Nil neden aramıyor?”
“Sence neden aramıyor? Zaten beni de
aramıyor ama sana bunları söyleyebilecek tek kişi olduğum için mecbur
kalmışmış. O yüzden unutmadan aktarayım sana notu.”
Hakan büyük bir hayal kırıklığı
yaşıyordu. “Aktar.”
“Birini tutuklamışsınız. O katil
değilmiş. Ama bir başka doktor varmış. Asıl katil oymuş. Elinde sivri uçlu bir
şey varmış.”
“Başka?”
“Bu kadar. Ha dur bir de büyüteç gibi
bir şey görmüş ama emin olamamış. Hatta bağlantılı mı onu bile bilmiyormuş.”
“Başka?”
“Bu kadar.”
“Benimle ilgili bir şey söylemedi mi?”
“Hayır, sadece Baş Komisere bunları
iletir misin dedi ve bitirince hemen kapattı.”
“Anladım. Teşekkürler.”
Telefonu kapattığında canı sıkılmıştı.
Doktor gerçekten suçsuz muydu? Zaten adamın hastaları olmasından başka delil
yoktu elerinde. Ne termos ne buz kalıpları ne başka bir şey…
Nil’in aramaması ve onun hakkında bir
şey söylememesi çok canını sıkmıştı. Bu kadın ne istiyordu? Vazgeçmesini mi?
Asla vazgeçmeyecekti.
*****
Gazetelerin yazdıkları tebessümle okudu.
Biliyordu zaten yanlış yola sapacaklarını. Yakında doktorun suçsuz olduğu
anlaşılacak ve hapisten çıkacaktı. Acaba o arada başka bir doktora mı gitseydi?
Gerek yoktu. Zaten kendisini bulmaları mümkün değildi. Ama bir süre ara verse
iyi olacaktı. Doktoru izlemeye alacakları kesindi.
Kendisini aptal mı sanıyordu bu Baş
Komiser? Kimin daha akıllı olduğunu yakında anlayacaklardı. Bir süre sessiz
olmak yeterliydi.
*****
Hakan, doktorun dosyalarını ve cinayet
geceleri yaptıklarını araştırmaya başladı. Sıra modacının dosyasına geldiğinde,
dosyaya eklenen kamera görüntüleri ile doktorun resmini karşılaştırdı. İşte bu
dosya doktoru da Nil’i de haklı çıkartıyordu. Boyu posu kilosu uyuyordu ama...
Kemikli bir burun ile düz bir burun ciddi bir fark demekti.
Hakan içinin yine sıkıldığını hissetti.
Neden işleri yoluna girmiyordu?
İşiyle ilgili ne olursa olsun, Nil’i bir
kez kollarına alsa rahatlayacağını biliyordu. Onun kendisini sevdiğini yeniden
duysa aklındaki tüm olumsuzluklar uçup gidecekti. Ama ne yazık ki bu isteği de
olmuyordu.
Cep telefonunu yeniden tuşladı. Kendisi
için en kötü gün olan o günden beri yaptığı bu hareket yine aynı yanıt ile
karşılandı...
‘Aradığınız numaraya ulaşılamıyor’
Ne zaman açacaktı hattını? Ne zaman
sesini duymasına izin verecekti?
*****
Sabah haberleri bir önceki gece
salıverilen doktorun haberini veriyordu. Nil zaten bekliyordu bunu. Hakan onun
söylediğinin doğru olduğunu biliyordu ama mutlaka bir başka sağlam delil
olmalıydı. Aksi halde fala göre salmazdı zaten. Yine de bu kadar hızlı
bulmasına sevindi.
Günlerdir cep telefonu kapalıydı. Açarsa
hala arayıp aramadığını anlardı. Ama ya arıyorsa? Çok özlemişti Hakan’ı…
Sesini duymak istiyordu. Hatta sabah
haberlerde tüm kanalları karıştırmış, belki emniyetten açıklamayı Hakan yapar
diye beklemişti. Ama Hakan yapmadı açıklamayı. Müdürüydü basına bilgi veren.
Sesini duymayı istiyordu ama ya telefonu
açar ve Hakan onu aramazsa ne yapacaktı?
Kahrolurdu!
Bu kadar çabuk kendisinden vazgeçtiği
için kahrolurdu. Açmamaya karar verdi.
En azından kahrolmayacaktı. Bu da ne
kadar doğru bir kararsa?
*****
“Nil, hala açmamışsın telefonunu. Biri
iyi olup olmadığını kontrol etmemi istedi!”
Handan’ın sesini ve söylediklerini
duyduğunda içi mutlulukla kabarmıştı. Ama sanki şaşırmış gibi sordu. “Hala
arıyor mu?”
Handan, gülerek, “Ne sanıyorsun?
Aramayacak mı? O kadar büyük kabahatten sonra kapında yatması lazım.”
“Ama yatmadı!” Sanki çok mantıklıymış
gibi bu davranış!
“Kapında sabahlasa affedeceğini bilse
yapar.”
“Dalga geçme. Seninle konuştuğumuzu
bilmese daha iyi değil mi? Hiç olmazsa biraz daha acı çeker ve ben de daha
çabuk affederim.”
“Özledin mi?”
“Evet.”
“O zaman aç telefonunu. Aradığında
konuş.”
“Olmaz. Onun bana güvendiğini
ispatlaması lazım.”
“Kızım, nasıl ispatlayacak? Seni adamın
biri ile görecek ve yok o yapmaz mı diyecek?”
“Onu zaten biliyor artık. Of ya aklıma
bir şey gelmiyor ki! Ben kıskançlıkla ölçü almak istemiyorum… O çok klişe olur.
Başka bir şey olmalı.”
“Sen daha ne istediğini bilmiyorsun.
Hakan ne yapsa ikna olmayacaksın belki de.”
“Bulsun işte ikna edecek şeyi.”
Çocukçaydı sanki artık tavrı. Ama kendine de mani olamıyordu. Ömür boyu garanti
alamayacağını bilse de, bir tarafı bunu bekliyordu.
“Bana bak, sana sonra görümcelik
yapacağımı unutma. Canına okurum senin.”
“Sen mi? Hadi oradan. Sen ancak benimle
birlik olup Hakan’ın canına okursun.”
İkisi de bu aşkın evliliğe gideceğinden
emin konuşuyordu. Ama ortada ne erkek, ne teklif vardı. Kendi kendilerine gelin
görümce oluyorlardı. Nil kendi düşüncelerine gülerken, Handan da ona hak
veriyordu.
“Ne yazık ki haklısın. Ama gerçekten ona
çok üzülüyorum. Üstelik ben onu affedeceğini bilirken o bunu da bilmiyor.”
“Bak sakın ona bir şey söyleme. Yemin
ettin. Söylemeyeceksin.”
“Ne ara boş bulundum da o yemini ettim bilmem.”
“Aklın kocandaydı da ondan ettin. Ama
ettin artık dönemezsin.”
“Haklısın. Yarın dükkâna geleceğim.
Saçlarımı yaptırmalıyım. Akşama kocamla baş başa yemeğe gideceğim.” Bunu
söylerken bile mutluluğu sesine yansıyordu.
“Bana nispet yapma. Gel. Bertuğ alır
seni. Kaçta?”
Randevu saatini yazıp vedalaşıp kapattı
telefonu. Rahatlamıştı.
Hakan hala vazgeçmemişti...
*****
Yeterince tatil yapmıştı. Yeni bir
görevi vardı. Bir haftadır sabırla bekliyordu. Artık yeni bir hedef bulması
istenmişti.
Cumartesi sabahı bir yere oturup
kahvaltı yapacaktı. Ama oturacağı yer kapıyı görmeliydi. Aksi gibi her zaman
oturduğu yerde masalar doluydu. Gözleri ile masaları taradığında iki genç
delikanlının oturduğu bir masayı gözüne kestirdi. Onların yanına yürüdü.
“Gençler, kusura bakmayın ama bir süre yanınızda oturabilir miyim? Daha yeni
bel fıtığı ameliyatı oldum. Ayakta uzun süre kalmamam lazım ama nişanlım beni
bekletmeyi alışkanlık haline getirdi.”
“Buyurun tabii.” diyerek yer gösterdi
delikanlılardan biri. Ama onun gösterdiği sandalyeye değil karşısındakine
oturdu. Böylece istediği gibi kapıyı görebilecekti.
Bir süre çocukların konuşmalarını yarım
kulak dinleyerek oturdu. Sonra delikanlılar kalkınca, o masada oturmaya devam
etti. Bu arada kahve, çay ve yine kahve içmişti. Aptallık mı etmişti? Karnı
ağrıyordu. Üstelik ilk kez bunca saat geçmesine rağmen ne gelen ne de giden
vardı. Elbette ya... Doktorun müşterileri, tutuklama kararından sonra hala
oraya gidecek değildi ya!
Şansına lanet ederek kalktı. Bir hafta
daha bekleyecekti. Son görevinin gecikmesi rahatsız ediciydi. Ama
affedileceğini umuyordu. Doktoru tutuklayan o değildi ki!
Hepsi o polis bozuntusunun başının
altından çıkıyordu.
Sürünsün Hakan evet , bu son kısım merakımı arttırdı 😳
YanıtlaSil