Nil, gözlerindeki
kızarıklıkların geçmediğini görünce aşağı inmekten vazgeçti. Ayşegül’ün
telefonunu çaldırdı. Kısaca canının sıkkın olduğunu, yorgun olduğunu
inmeyeceğini söyledi.
Ayşegül elindeki işi
bitirince yanına çıkacağını söyleyip kapattı telefonu. En az yarım saatlik daha
işi vardı. Ama meraktan çıldıracaktı. Hızlı hızlı yapmaya devam etti topuzu.
Yirmi dakika sonra Nil’in yanındaydı.
Nil kısaca anlattı
yaşananları. Bir yandan ağlıyor bir yandan anlatıyordu ama Ayşegül sadece
dinliyordu.
“E yani neyin ne
olduğunu anladığında ne olacak?”
“Hiç.”
“Tabii ya ‘hiç’… Sen
onu külahıma anlat. O adam inatçı ve gururlu. Ama bu durumda hangisi ağır
basacak görelim. İnadı mı, gururu mu?” Ayşegül, sanki çok normal bir şeyden
bahsediyormuş gibi yanıtlıyordu Nil’i.
“Sen ne diyorsun?” O an
bilmece çözemeyecek kadar kafası karışıktı. Ayşegül, ayağa kalktı. Nil’in
karşısına geçti. Bedia Hanım’ın taklidini yaparak,
“Pişman bir Hakan nasıl
süründürülür? Ders bir... Sessiz kalınarak.”
dedi.
Nil gözyaşlarını
silerken bir yandan gülmeye başlamıştı.
Ayşegül’ün dizi
sevdaları işe mi yarıyordu ne? Dizilerde de aylarca basit bir cümle
söylenmediği için aşıklar acı çekmez miydi?
Haklıydı galiba?
“Ne dedin?”
Handan da aynı şekilde
fısıltı ile sormuştu. Cenk de fısıltı ile devam etti.
“Beni bırakma dedim.”
Hâlâ, Handan’ın sırtı
Cenk’e dönüktü. Cenk de aralarındaki birkaç santimin daha fazla artmasına izin
vermeyecek şekilde duruyordu. Handan, içinde uyanan umudu bastırdı. Neden bunu
istediğini bilmiyordu. Yeniden hayal kırklığı yaşamak istemiyordu.
“Doğru duymuşum. Ben
seni terk etmiyorum. Senden boşanıyorum.”
“Benden boşanma. Lütfen
Handan. Bunu bize yapma. Benim hatalarımı sen tekrarlama.” Cenk, artık belli
bir çizgiyi geçmişti. Bundan sonra durması değil yola devam etmesi gerektiğini
biliyordu.
“Neymiş senin
hataların?” Handan artık yüzünü dönmüştü Cenk'e. Yüzleri bir birine çok
yakındı. Gözlerine bakıyor, orada izler arıyordu. Cenk de gözlerini ondan
ayırmadan yanıtladı.
“Konuşmamak...
Duygularını söylememek... Sevdiğini kaybetmek için hata üstüne hata yapmak...
Daha sayayım mı?”
Handan ilk kez o
gözlerde sevgi görüyordu. İlk kez sadece ikisi varken kendisine böyle
bakıyordu. Yine de emin olamadı. Sesinin zorla çıktığının farkındaydı. Ama
sorması gerekiyordu.
“Sevdiğini kaybetmek
mi?”
“Sevdiğimi kaybetmemek
için artık hata yok. Seni seviyorum. Lanet olsun seni seviyorum.” Cenk,
hayatında ilk kez duygularını böyle ifade ediyordu. Onca yıl sakladığı
hislerini bir kez dile getirdikten sonrası çok kolay gözüküyordu. Handan, onun
tüm yüzüne özlemle baktığının farkında değildi.
“Beni sevdiğin için mi
lanet olsun?”
Handan içinde yükselen
sevincin büyüklüğü karşısında ruhunun bile şımardığını hissediyordu. Cenk onu
seviyordu. Asla duymayacağını sandığı şeylerdi bunlar. İnanamıyordu. Cenk de
onun gözlerindeki soru işaretlerinin farkındaydı. Devam etti konuşmaya. Nasılsa
artık hayatındaki en önemli insana hayatının en önemli cümlesini söylemişti.
“Sana bunları seni
evlenmeye ikna ederken söylemediğim için lanet olsun. Bunca zaman seni üzdüğüm
için lanet olsun. Aptalın tekiyim ben. Lütfen beni terk etme Handan!”
“Aptalsın tabii. Seni
neden terk ediyordum ben? Bunu anlayamıyor musun? Aptalsın işte. Seni o kadar
çok seviyorum ki canım acıyordu. Evliliğin içinde olmak ama bunları sana
söyleyememek nasıl bir şey biliyor musun?”
“Biliyorum…Çok iyi
biliyorum. Seni hep sevdim ama söyleyemedim. Sadece iki kelimeyi söylersem her
şeyi kaybedeceğim sandım. Ben ailemde görmedim bunları. Seninle Hakan
arasındaki sevgiyi gördükçe imrendim ama beceremedim. Sanki duygularımı
söylersem güçsüz düşecek, kırılacaktım.”
“Başkalarının yanında
sevgi gösterisi yapıyorsun sanıyordum.”
“Sadece o zaman gerçek
ben oluyordum. Senin yalan sandığın o anlar benim en dürüst olduğum anlardı.”
“Benim ise en kızdığım
zamanlardı.”
“Kızacağına o anda benim gibi sevgini
göstersen belki de daha önce çözerdik sorunumuzu. Sen de beni sevdiğini belli
etmeyince saklamak zorunda kaldım. Beni affet. Beni sevmeye devam et.”
“Bir tek saniye bile
vazgeçmedim ki.” Daha fazla konuşmaya gerek yoktu. Cenk mi kısacık mesafeyi
kapatmıştı yoksa Handan mı? Hiç önemi yoktu! Artık kimin kimi öptüğünün, kimin
kimi daha çok sevdiğinin zerrece önemi kalmamıştı. İkisi de aşıktı. Sevgilerini
tartıya koymayacak, verebildikleri tüm sevgiyi karşısındakine aktaracaktı.
Dakikalar sonra
ayrıldılar. Ayların hatta yılların hasreti ile öpüşmüşlerdi. Eve, evlerine
gitmek ve saatlerce sevişmek istiyordu ikisi de. Ama önce yapmaları gereken bir
görüşme vardı.
Nil, telefonu
kapattığında yüzündeki gözyaşlarının izlerine yeniler eklenmişti. Nihayet
falları çıkmıştı. Aptal âşıklar bir araya gelmişti. Onun bu kez mutlulukla
ağlamasına Ayşegül de şaşırmıştı.
“Neler oluyor?”
“Handan ile Cenk
barışmış. Boşanmıyorlar.”
“Sen zaten bilmiyor
muydun?”
“Ben onların tek
derdinin konuşamamak olduğunu biliyordum ama ne yazık ki bunu da ancak ayrı
kalınca anlayacaklarını da biliyordum. Fallar sağ olsun. İkisini de fallarım
ile işledim. Bazen noksan bıraktım gördüklerimi, bazen de kızdıracak sahneler
ekledim. İyi niyetliydim ama kötü bir şey yapıyordum. Tek avuntum ikisinde de
aslında kısa süreli iki ayrılık sonrası barışma görmüş olmam. Sadece hız kattım
onlara. Cenk ile buluştuğumda da, bir şansı olduğunu, son falda boşanma
olmadığını ama buna Handan’ı sadece kendisinin ikna edeceğini söyledim. Aptal
aşık da Handan’ı ikna etmiş. Seslerini duymalıydın. Nasıl boşa zaman
geçirdiler. Hakikaten aşk insanı biraz aptal yapıyor. Bak, Hakan nasıl da
aptallaştı.”
“Akıllanır. Sabırlı
ol.”
“Keşke kendime fal
bakabilseydim. Gerçi bizim Emine de fena değil. O Hakan’ı görmüştü falda. Ona
mı baktırsam?”
O sırada Ayşegül, Nil’i
dinlemiyor, aklından hesap kitap yapar gibi hareketlerle geziniyordu odada.
“Sen ne yapıyorsun?”
“Bak, bir dükkân daha
açıyoruz. Orada fal bakıyorsun. Ben de ortağım. Kahveleri yapıyorum. Paraya
para demiyoruz. Anlaştık mı? Emin ol iki dükkândan da çok kazanır.”
“A evet. Ama kendime
faydası yok. Bak hala aramadı Hakan!”
“Arar.”
Daha cümlesi bitmeden
telefonu çalmaya başlayınca ikisi de güldüler.
“Aradı işte. Ama ne
yapıyorsun? Açmıyorsun!”
“Açmıyorum.”
*****
Hakan, Handan ile
konuştuğunda başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Kafasını odasındaki camın
pervazına vurup duruyordu. Nasıl yanılmıştı? Nasıl söylemişti o aptalca
cümleleri? Nil’den nasıl şüphelenmişti?
Gördükleri neydi?
“Sen bir polissin. Göründüğü gibi
olamayacağını en iyi bilmesi gereken kişisin ve hayatının en önemli olayında
büyük hata yaptın.”
Hakan, hatasını nasıl telafi edeceğini
bilmiyordu. Telefonu hemen çevirmişti. Ama açılmayacağını biliyordu.
Yanılmamıştı... Açmıyordu…
Nil'i çok kırmıştı...
*****
Handan ile Cenk uzun aradan sonra ilk
kez sevişmişti. İşe gitmeyeceğini haber veren Cenk, Elçin ile kısa bir görüşme
yapmıştı. Handan, Elçin hakkında düşündüklerini söyleyip söylememekte tereddüt
etmiş ama yeni hayatına pürüzlerle başlamamak için en sonunda sormuştu.
“Elçin ile ilişkim olduğunu mu sandın?
Sen deli misin? O kadın kadar hükmedici bir yaratık daha görmedim. Patron falan
dinlemez beni de ezer geçer diye korkuyordum.”
“Saçmalama. Onunla hep aranız iyiydi.”
“Evet, Elçin'i çok severim ama iyi bir
arkadaş olarak. Zaten o uzun zamandır İzmir de bir adama âşık. Adamın makineye
bağlı bir karısı var. Üç yıldır ilişkileri uzaktan uzağa sürüyor. İkisi de
birbirinden vazgeçemiyor ama Elçin, sevdiği erkeğin, bir zamanlar sevdiği
kadını terk etmesini de kabullenemiyor. Hasta olmasa belki olaylara böyle
bakmazlardı ama şu an ellerinden gelen tek şey fırsat buldukça bir araya
gelmek.”
“Sen bunları nereden biliyorsun?”
“Elçin anlatmıştı. Siz onunla hiç yakın
olmadınız. Ama inan o iyi biridir. Biraz havaidir, biraz süse düşkündür ama
hepsinin nedeni var. O da kendini böyle avutuyor. Sevdiği erkekle izin için
ailesinin yanına gittiğinde tanışmış. Benden akıl istemişti”
“İzmir’e onu bu yüzden mi çağırdın?
Sevgilisi ile görüşsün diye mi?”
“Elbette. Çok mutlu oldu. Hesapta
olmayan bir buluşmaydı onlar için.”
“Oysa ben neler düşündüm. Şu an
utanıyorum demek bile yetersiz. Bir daha ne olursa olsun konuş lütfen. Ben de
konuşacağım. Bir kez daha böyle bir hata yapmak istemiyorum.”
“Sensiz olmaya da, seninle olmaya da
dayanamıyordum aşkım. Seni görmek, sana dokunmak ama sevdiğimi söylemeden
yanımda kalmanı sağlamak... Mümkün olmadığını anladığımda çaresizce kaldım.
Sanki sevgimi söylediğimde elimde ne varsa kaybedecektim. Tüm benliğimi sana
sunmuş olacaktım. Senin bir nevi kölen olacaktım.”
“Ne değişti? Neden söyledin?”
“Aptal kadın. Söylemesem ne değişiyordu?
Ben zaten sana aittim. Tüm benliğimle ruhumla senindim. Sevgimi söylemesem,
boşansak ve ben seni bir daha göremesem de bu değişmeyecekti ki. İşte o zaman
bu aptal kocan ancak algıladı. Seni asla kaybetmek istemiyordum. Eğer bu benim
tüm benliğimi yok edecek olsa da seninle olmak istiyordum.”
“Şimdi ne düşünüyorsun?”
“Saçmaladığımı… Artık seni sevdiğimi
söylemeden gün geçmeyecek. Böylece benliğimi kaybetmeyeceğim aksine bulacağım.”
“Ben de senin yanında kendimi
buluyorum.”Bunları söylerken kocasının göğsünün üstüne doğru uzanmıştı. Saçları
yüzünün bir kısmını kapatınca Cenk elleri ile saç tutamlarını kulağının
arkasına attı.
“Yeni saç modelini çok beğendiğimi hiç
söylemedim değil mi?”
“Fark etmedin sanmıştım.”
“Etmez miyim. Ama o kadar güzel olmuştu
ki, kuru bir beğendim ile bunu ifade etmek mümkün gözükmüyordu. O yüzden
sustum.”
“Artık susmak yok. Çok vakit kaybettik.
Çok gereksiz üzüntü yaşadık. Artık sadece mutluluk olsun hayatımızda.”
“Şu an o kadar mutluyum ki nasıl anlatacağımı
bilmiyorum.”
“Ben biliyorum.”
“Nasıl?”
“Az önce yaptıklarını bir kez daha
yaparak!”
“Vayyy benim yatağımda tam bir ateş
parçası varmış.”
“O ateş parçasının sönmesini
istemiyorsan ne yapacağını biliyorsun…”
*****
Hakan, odasından çıkmak istemiyordu. Hem
çalışanlarını terslemişti hem sevdiğini. Berbat bir gün geçiriyordu. Tüm bunlar
yetmemiş gibi müdürü travesti cinayetinde neler yaptıklarını sormak için
odasına çağırmıştı.
Sinir bozucu, yarı fırça atılır gibiydi
konuşma. Savcı da odasındaydı. İkisi de iki koldan Hakan’a saldırmıştı.
Sinirleri bozuk olan Hakan’ın iyice tepesi atmıştı. Müdürün odasından çıktıktan
sonra Adil’i aradı. Araba kullanabilecek durumda değildi.
“Adli tıbba gidiyoruz. Altan beyle
görüşelim. Çok sıkıldım bu işten!”
“Hemen amirim.”
Altan Ersoy odasında değildi. Danışmaya
geri dönüp nerede olduğunu sorduğunda o gün toplantıda olduğunu öğrendi. Yerine
bakan kişinin Metin Alagöz olduğunu ve morgda çalıştığını öğrenince o tarafa
yürüdü. Metin Beyi daha önceki gelişlerinde tanımıştı. Kapıdaki görevliye kimliğini gösterip kapıyı
açtı. İçerideki ağır koku burnunu doldurmuştu. Metin Bey otopsi yapıyordu.
Yüzündeki şeffaf plastik gözlüğü çıkartıp Hakan’a baktı.
“Hayrola Baş Komiserim? Biz işimizi
yapamayınca siz mi el atmaya karar verdiniz?” O sırada otopsi yaptığı cesedin
yanında duran aletleri gösteriyordu.
“Metin Bey, dört bir koldan
sıkıştırıyorlar beni. Bu dava artık iyice canımı sıkmaya başladı. Nasıl olur da
cesetlerden tek bir ipucu alamayız?”
“Katilimiz, gerçek bir profesyonel.
Büyük ihtimalle plastik eldivenlerle çalışıyor, dikkatli bir temizlik yapıyor.
Belki emekli bir polistir.”
“Bir tane daha sanık polis istemiyorum.
Bizim meslekten bu kadar çürük elma çıkmasın lütfen!”
“Bir tane daha mı? Kim o?”
“Kızı intihar eden bir baba, emekli
polismiş. Bomba uzmanı. Kızının ölümünden sorumlu tuttuğu adamı havaya uçurdu.”
“A hatırladım o olayı. Ama sonucunu
okumamışım.
“Bu ara ben de gazete okumuyorum. Tek
iyi haber yok.”
“Sizin için ne yapabilirim?”
“Yeni bir bulgu var mı?”
“Hayır sanmıyorum. Sizin olayları
inceleyen uzmanlarımız defalarca bilgilerin üstünden geçti ama sonuç
değişmedi.”
“Elinizde kan örneklerinden var mı?”
“Olması lazım. Neye bakacağız?”
“Hormon ilaçlarına. Hepsi aynı ilacı mı
kullanmış?”
“Buna bakılmıştır zaten. Travestiler
ameliyat ile cinsiyet değiştirmeyi istemedikleri için sadece kadınlık hormonu
alıyor. Bu kandan tespit edilmiştir ama bir özellik olacağını sanmam. Sonuçta
bir sürü ilaç var. Yine de aynı ilacı kullanan var mı araştırırız.”
“Umut işte. Her yere saldırıyoruz şu an.
Bir şeyler bulmam lazım. Savcı da dosyayı artık kapatmak istiyor ama ipucu
olmadan kapatmak işine gelmiyor. Faili meçhul diyecek halimiz yok bu kadar
cinayete.”
“Olur mu öyle şey? Onca cinayet
işleyecek ama elini kolunu sallayarak gezecek. Kim buna izin verir ki?”
“Ben değil.”
“Hakan Baş Komiserim, ilaçlarını yeniden
araştırtırım. Özel bir şey var mı diye bakarlar. Ama çok umutlu değilim.”
“Ben de...” Hakan’ın umutsuzluğu sadece
dava için de değildi. Nil ile olanlar yine aklına üşüşmüştü.
“Kolay gelsin. “
“Görüşürüz.”
Adli tıbbın kokusu üstüne sinmiş
gibiydi. Evine gitmek uzun süre duş almak istiyordu. Ne kadar kötü bir gün
olmuştu. Üstelik yarasının yeri ağrıyordu. Durup dururken neden ağrı yapmıştı?
“Bir eczaneye uğrayalım.”
“Olur amirim.”
Eczane dediği an yine Nil gelmişti
aklına. Ne yapacaktı? Nasıl gönlünü alacaktı? Handan ile konuşmalıydı. Ama o
gün değil. Kardeşinin sesi hiç duymadığı kadar neşeliydi. Boşanmayacağını
söylediğinde sanki dünyalar ona bağışlanmıştı. Cenk'in de sesi geliyordu
yanından. “Her şeyi sevgiline borçluyuz. O deli kadın beni ikna etmeseydi ben
bu inatçı kardeşinin ayrılık kararını kabullenmek zorunda kalabilirdim”
demişti.
Onun için kapışmışlar, ondan kavga
ediyor gibi gözükmüşler, sonra da kurtulan evliliği için Nil'e sarılıp teşekkür
etmişti.
Aklındaki tek şey Nil'i çok sevdiğiydi.
Sevgisi yüzünden kıskançlık yapmış ve aklını kullanamadan hareket etmişti.
Bunları nasıl düzeltecekti? Bir yol bulacaktı mutlaka.
Yarın Handan’ı arayacaktı.
*****
O gece iki evde büyük mutsuzluk vardı.
Üçüncü evde ise büyük bir mutluluk
yaşanıyordu. Üstelik diğer iki evin neler yaşadığı hakkında hiç fikirleri
yoktu.
Hakan sabaha kadar uyuyamamıştı. Ne
yapacağını bilmiyordu. Sabah erkenden Handan’ı aradı. O sabah işe geç gitmeye
karar veren Cenk de evdeydi. Hakan’ın da işe geç gitmesini söylediler ve
kahvaltıya çağırdılar. Ona Nil ile olan konuşmayı, Nil'in onlar için neler
yaptığını anlatmak istiyorlardı.
Hakan ise onların akıllarından
geçenlerden habersiz yaptığı hatayı nasıl telafi edeceği konusunda yardım
isteyecekti.
Ters yöne sakin olan trafik sayesinde
sahil yolundan kısa sürede Dragos'a ulaşmıştı. Evin kapısını, karşısında
birbirine sarılmış şekilde duran çift açmıştı.
“Sizi böyle görmeyi sevdim. İkinizin de
yüzü nihayet gerçekten gülüyor.”
Mutfağa doğru yürürken Cenk konuşmaya
başladı.
“Hakan, aslında bir şey yapmadığımı
sandığım ama onu üzdüğüm, dolaylı yoldan seni üzdüğüm günler için özür
dilerim.”
“Cenk sen hiç özür dileme. Dün ben öyle
bir hata yaptım ki asıl benim senden özür dilemem lazım.” İkisi masaya oturmuş,
“Dün hata mı yaptın? Ne hatası?”
“Senle Nil’i gördüm!”
“Benimle Nil’i mi gördün? Nerede? Ne
zaman? AAA çay bahçesinde gördün, değil mi? İyi de...” Cenk, onun neler
düşünmüş olabileceğini anlayıp sustu.
“Seninle onu önce kavga ederken, sonra
da birbirinize sarılmış şekilde görünce...” Bu kez Hakan cümlesini bitirmeden
sustu, karı koca aynı anda,
“Hakan...”
“Ağabey...”
“Hep bir ağızdan konuşmayın. Biliyorum
bunun affı yok ama olmalı. Nil'in beni affetmesi lazım...”
Handan, ayağa fırlamış, Hakan’ın
tepesine dikilmişti. “Sen Nil'den nasıl şüphe edersin? Onun seni sevdiğini
bildiğin halde hem de? ”
Hakan, başını önüne eğdi. “Ben de onu
seviyorum ama dün ikisini öyle görünce...”
“Beynin durdu değil mi?” Soran Cenkti.
Başka zaman olsa kayınbiraderine kızabilirdi ama pişmanlığı yüzünden okunduğu
için, kendisini suçlamasını hemen unutmayı tercih etti.
“Aynen öyle oldu. O kadar kıskandım ki,
düşünemedim.” Bu kadar basitti açıklama… Gerçekten düşünemeyecek kadar beyni
durmuştu.
Cenk, Handan’a göre daha anlayışlı
davranıyordu.
“Nil, en başından beri bizim bir araya
gelememe nedenimizin konuşamamak olduğunu söyledi. Oysa ben de onu dün karımla
aramın iyice açılmasına neden olduğunu düşündüğüm için çağırdım. O kadar
sinirliydim ki onu dinlemeden sert bir konuşma yaptım. Oysa o sadece dinledi ve
en sonunda ‘Ben fallarda boşanma görmedim ama sen ikna edeceksin Handan’ı
dedi.’ Bir de… ‘Neden benimle konuştuğun gibi Handan’la da konuşmuyorsun? Neden
bana olan nefretini kustuğun gibi karına olan sevgini de bağırarak
anlatmıyorsun?’ dedi. O kadar haklıydı ki! Ne kaybedecektim? Zaten Handan beni
boşamaya karar vermişti. Nil’in ne demek istediğini anladığımda dünyalar benim
oldu. O kadın var ya nadide bir elmas... Ve sen onu kırmışsın.”
“Teşekkür ederim sanki ben yeterince
ezilmiyordum aptallığımın altında. Şimdi iyice yerle bir oldum.” Hakan gerçekten
bitik vaziyetteydi.
“Ol tabii. Sen nasıl benim arkadaşımı
böyle bir şeyle suçlarsın? Ben şimdi onunla nasıl arkadaşlığıma devam
edeceğim?” Handan, Nil’i kaybettiğini düşünüyordu. Hakan’a hem o kadar iyi
birini elinden kaçırdığı için hem de arkadaşlığını bozduğu için kızıyordu.
Hakan, bu fırsata hemen atlamıştı.
“Benimle arasının düzelmesini sağlayarak...”
“Hiç sanmıyorum. Onun için hayatta en
önemli şey güvendi. Ve sen onun güvenini yok ettin. Artık benimle de görüşmez.
Of ya neden insanın hayatında her şey güzel gitmiyor ki. Tam tüm hayatım düzene
girdi derken en istemeyeceğim şey oldu.”
Handan neredeyse ağlayacaktı. Hakan
iyice umutlarını yitirmişti. Handan da haklıydı. Nasıl o güveni geri
kazanacaktı? İçindeki boşluk her geçen an büyüyordu. Bir daha normal nefes
alabilecek miydi? Canı yanmadan! Bunun için Nil’in yeniden hayatına girmesi
gerekiyordu. Başka yolun olmadığını biliyordu.
Biraz sonra işe gitmek için evden çıkan
iki erkeğin arkasından el sallıyordu Handan. O gün işi çoktu.
İlk işi ise Nil'e gitmekti...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder