13 Ağustos 2015 Perşembe

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 38. Bölüm

Nil, gözlerindeki kızarıklıkların geçmediğini görünce aşağı inmekten vazgeçti. Ayşegül’ün telefonunu çaldırdı. Kısaca canının sıkkın olduğunu, yorgun olduğunu inmeyeceğini söyledi.

Ayşegül elindeki işi bitirince yanına çıkacağını söyleyip kapattı telefonu. En az yarım saatlik daha işi vardı. Ama meraktan çıldıracaktı. Hızlı hızlı yapmaya devam etti topuzu. Yirmi dakika sonra Nil’in yanındaydı.
           
Nil kısaca anlattı yaşananları. Bir yandan ağlıyor bir yandan anlatıyordu ama Ayşegül sadece dinliyordu.

“E yani neyin ne olduğunu anladığında ne olacak?”

“Hiç.”


“Tabii ya ‘hiç’… Sen onu külahıma anlat. O adam inatçı ve gururlu. Ama bu durumda hangisi ağır basacak görelim. İnadı mı, gururu mu?” Ayşegül, sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi yanıtlıyordu Nil’i.

“Sen ne diyorsun?” O an bilmece çözemeyecek kadar kafası karışıktı. Ayşegül, ayağa kalktı. Nil’in karşısına geçti. Bedia Hanım’ın taklidini yaparak,

“Pişman bir Hakan nasıl süründürülür? Ders bir... Sessiz kalınarak.”  dedi.

Nil gözyaşlarını silerken bir yandan gülmeye başlamıştı.

Ayşegül’ün dizi sevdaları işe mi yarıyordu ne? Dizilerde de aylarca basit bir cümle söylenmediği için aşıklar acı çekmez miydi?

Haklıydı galiba?


 ***** 



“Ne dedin?”

Handan da aynı şekilde fısıltı ile sormuştu. Cenk de fısıltı ile devam etti.

“Beni bırakma dedim.”

Hâlâ, Handan’ın sırtı Cenk’e dönüktü. Cenk de aralarındaki birkaç santimin daha fazla artmasına izin vermeyecek şekilde duruyordu. Handan, içinde uyanan umudu bastırdı. Neden bunu istediğini bilmiyordu. Yeniden hayal kırklığı yaşamak istemiyordu. 

“Doğru duymuşum. Ben seni terk etmiyorum. Senden boşanıyorum.”

“Benden boşanma. Lütfen Handan. Bunu bize yapma. Benim hatalarımı sen tekrarlama.” Cenk, artık belli bir çizgiyi geçmişti. Bundan sonra durması değil yola devam etmesi gerektiğini biliyordu.

“Neymiş senin hataların?” Handan artık yüzünü dönmüştü Cenk'e. Yüzleri bir birine çok yakındı. Gözlerine bakıyor, orada izler arıyordu. Cenk de gözlerini ondan ayırmadan yanıtladı.

“Konuşmamak... Duygularını söylememek... Sevdiğini kaybetmek için hata üstüne hata yapmak... Daha sayayım mı?”

Handan ilk kez o gözlerde sevgi görüyordu. İlk kez sadece ikisi varken kendisine böyle bakıyordu. Yine de emin olamadı. Sesinin zorla çıktığının farkındaydı. Ama sorması gerekiyordu.

“Sevdiğini kaybetmek mi?”

“Sevdiğimi kaybetmemek için artık hata yok. Seni seviyorum. Lanet olsun seni seviyorum.” Cenk, hayatında ilk kez duygularını böyle ifade ediyordu. Onca yıl sakladığı hislerini bir kez dile getirdikten sonrası çok kolay gözüküyordu. Handan, onun tüm yüzüne özlemle baktığının farkında değildi.

“Beni sevdiğin için mi lanet olsun?”

Handan içinde yükselen sevincin büyüklüğü karşısında ruhunun bile şımardığını hissediyordu. Cenk onu seviyordu. Asla duymayacağını sandığı şeylerdi bunlar. İnanamıyordu. Cenk de onun gözlerindeki soru işaretlerinin farkındaydı. Devam etti konuşmaya. Nasılsa artık hayatındaki en önemli insana hayatının en önemli cümlesini söylemişti.

“Sana bunları seni evlenmeye ikna ederken söylemediğim için lanet olsun. Bunca zaman seni üzdüğüm için lanet olsun. Aptalın tekiyim ben. Lütfen beni terk etme Handan!”

“Aptalsın tabii. Seni neden terk ediyordum ben? Bunu anlayamıyor musun? Aptalsın işte. Seni o kadar çok seviyorum ki canım acıyordu. Evliliğin içinde olmak ama bunları sana söyleyememek nasıl bir şey biliyor musun?”

“Biliyorum…Çok iyi biliyorum. Seni hep sevdim ama söyleyemedim. Sadece iki kelimeyi söylersem her şeyi kaybedeceğim sandım. Ben ailemde görmedim bunları. Seninle Hakan arasındaki sevgiyi gördükçe imrendim ama beceremedim. Sanki duygularımı söylersem güçsüz düşecek, kırılacaktım.”

“Başkalarının yanında sevgi gösterisi yapıyorsun sanıyordum.”

“Sadece o zaman gerçek ben oluyordum. Senin yalan sandığın o anlar benim en dürüst olduğum anlardı.”

“Benim ise en kızdığım zamanlardı.”

 “Kızacağına o anda benim gibi sevgini göstersen belki de daha önce çözerdik sorunumuzu. Sen de beni sevdiğini belli etmeyince saklamak zorunda kaldım. Beni affet. Beni sevmeye devam et.”

“Bir tek saniye bile vazgeçmedim ki.” Daha fazla konuşmaya gerek yoktu. Cenk mi kısacık mesafeyi kapatmıştı yoksa Handan mı? Hiç önemi yoktu! Artık kimin kimi öptüğünün, kimin kimi daha çok sevdiğinin zerrece önemi kalmamıştı. İkisi de aşıktı. Sevgilerini tartıya koymayacak, verebildikleri tüm sevgiyi karşısındakine aktaracaktı.

Dakikalar sonra ayrıldılar. Ayların hatta yılların hasreti ile öpüşmüşlerdi. Eve, evlerine gitmek ve saatlerce sevişmek istiyordu ikisi de. Ama önce yapmaları gereken bir görüşme vardı.


 ***** 


Nil, telefonu kapattığında yüzündeki gözyaşlarının izlerine yeniler eklenmişti. Nihayet falları çıkmıştı. Aptal âşıklar bir araya gelmişti. Onun bu kez mutlulukla ağlamasına Ayşegül de şaşırmıştı.

“Neler oluyor?”

“Handan ile Cenk barışmış. Boşanmıyorlar.”

“Sen zaten bilmiyor muydun?”

“Ben onların tek derdinin konuşamamak olduğunu biliyordum ama ne yazık ki bunu da ancak ayrı kalınca anlayacaklarını da biliyordum. Fallar sağ olsun. İkisini de fallarım ile işledim. Bazen noksan bıraktım gördüklerimi, bazen de kızdıracak sahneler ekledim. İyi niyetliydim ama kötü bir şey yapıyordum. Tek avuntum ikisinde de aslında kısa süreli iki ayrılık sonrası barışma görmüş olmam. Sadece hız kattım onlara. Cenk ile buluştuğumda da, bir şansı olduğunu, son falda boşanma olmadığını ama buna Handan’ı sadece kendisinin ikna edeceğini söyledim. Aptal aşık da Handan’ı ikna etmiş. Seslerini duymalıydın. Nasıl boşa zaman geçirdiler. Hakikaten aşk insanı biraz aptal yapıyor. Bak, Hakan nasıl da aptallaştı.”

“Akıllanır. Sabırlı ol.”

“Keşke kendime fal bakabilseydim. Gerçi bizim Emine de fena değil. O Hakan’ı görmüştü falda. Ona mı baktırsam?”

O sırada Ayşegül, Nil’i dinlemiyor, aklından hesap kitap yapar gibi hareketlerle geziniyordu odada.

“Sen ne yapıyorsun?”

“Bak, bir dükkân daha açıyoruz. Orada fal bakıyorsun. Ben de ortağım. Kahveleri yapıyorum. Paraya para demiyoruz. Anlaştık mı? Emin ol iki dükkândan da çok kazanır.”

“A evet. Ama kendime faydası yok. Bak hala aramadı Hakan!”

“Arar.”

Daha cümlesi bitmeden telefonu çalmaya başlayınca ikisi de güldüler.

“Aradı işte. Ama ne yapıyorsun? Açmıyorsun!”

“Açmıyorum.”



***** 


Hakan, Handan ile konuştuğunda başından aşağı kaynar sular dökülmüştü. Kafasını odasındaki camın pervazına vurup duruyordu. Nasıl yanılmıştı? Nasıl söylemişti o aptalca cümleleri? Nil’den nasıl şüphelenmişti?

Gördükleri neydi?

“Sen bir polissin. Göründüğü gibi olamayacağını en iyi bilmesi gereken kişisin ve hayatının en önemli olayında büyük hata yaptın.”

Hakan, hatasını nasıl telafi edeceğini bilmiyordu. Telefonu hemen çevirmişti. Ama açılmayacağını biliyordu.

Yanılmamıştı... Açmıyordu…

Nil'i çok kırmıştı...


***** 


Handan ile Cenk uzun aradan sonra ilk kez sevişmişti. İşe gitmeyeceğini haber veren Cenk, Elçin ile kısa bir görüşme yapmıştı. Handan, Elçin hakkında düşündüklerini söyleyip söylememekte tereddüt etmiş ama yeni hayatına pürüzlerle başlamamak için en sonunda sormuştu.

“Elçin ile ilişkim olduğunu mu sandın? Sen deli misin? O kadın kadar hükmedici bir yaratık daha görmedim. Patron falan dinlemez beni de ezer geçer diye korkuyordum.”

“Saçmalama. Onunla hep aranız iyiydi.”

“Evet, Elçin'i çok severim ama iyi bir arkadaş olarak. Zaten o uzun zamandır İzmir de bir adama âşık. Adamın makineye bağlı bir karısı var. Üç yıldır ilişkileri uzaktan uzağa sürüyor. İkisi de birbirinden vazgeçemiyor ama Elçin, sevdiği erkeğin, bir zamanlar sevdiği kadını terk etmesini de kabullenemiyor. Hasta olmasa belki olaylara böyle bakmazlardı ama şu an ellerinden gelen tek şey fırsat buldukça bir araya gelmek.”

“Sen bunları nereden biliyorsun?”

“Elçin anlatmıştı. Siz onunla hiç yakın olmadınız. Ama inan o iyi biridir. Biraz havaidir, biraz süse düşkündür ama hepsinin nedeni var. O da kendini böyle avutuyor. Sevdiği erkekle izin için ailesinin yanına gittiğinde tanışmış. Benden akıl istemişti”

“İzmir’e onu bu yüzden mi çağırdın? Sevgilisi ile görüşsün diye mi?”

“Elbette. Çok mutlu oldu. Hesapta olmayan bir buluşmaydı onlar için.”

“Oysa ben neler düşündüm. Şu an utanıyorum demek bile yetersiz. Bir daha ne olursa olsun konuş lütfen. Ben de konuşacağım. Bir kez daha böyle bir hata yapmak istemiyorum.”

“Sensiz olmaya da, seninle olmaya da dayanamıyordum aşkım. Seni görmek, sana dokunmak ama sevdiğimi söylemeden yanımda kalmanı sağlamak... Mümkün olmadığını anladığımda çaresizce kaldım. Sanki sevgimi söylediğimde elimde ne varsa kaybedecektim. Tüm benliğimi sana sunmuş olacaktım. Senin bir nevi kölen olacaktım.”

“Ne değişti? Neden söyledin?”

“Aptal kadın. Söylemesem ne değişiyordu? Ben zaten sana aittim. Tüm benliğimle ruhumla senindim. Sevgimi söylemesem, boşansak ve ben seni bir daha göremesem de bu değişmeyecekti ki. İşte o zaman bu aptal kocan ancak algıladı. Seni asla kaybetmek istemiyordum. Eğer bu benim tüm benliğimi yok edecek olsa da seninle olmak istiyordum.”

“Şimdi ne düşünüyorsun?”

“Saçmaladığımı… Artık seni sevdiğimi söylemeden gün geçmeyecek. Böylece benliğimi kaybetmeyeceğim aksine bulacağım.”

“Ben de senin yanında kendimi buluyorum.”Bunları söylerken kocasının göğsünün üstüne doğru uzanmıştı. Saçları yüzünün bir kısmını kapatınca Cenk elleri ile saç tutamlarını kulağının arkasına attı.

“Yeni saç modelini çok beğendiğimi hiç söylemedim değil mi?”

“Fark etmedin sanmıştım.”

“Etmez miyim. Ama o kadar güzel olmuştu ki, kuru bir beğendim ile bunu ifade etmek mümkün gözükmüyordu. O yüzden sustum.”

“Artık susmak yok. Çok vakit kaybettik. Çok gereksiz üzüntü yaşadık. Artık sadece mutluluk olsun hayatımızda.”

 “Şu an o kadar mutluyum ki nasıl anlatacağımı bilmiyorum.”

“Ben biliyorum.”

“Nasıl?”

“Az önce yaptıklarını bir kez daha yaparak!”

“Vayyy benim yatağımda tam bir ateş parçası varmış.”

“O ateş parçasının sönmesini istemiyorsan ne yapacağını biliyorsun…”


 ***** 


Hakan, odasından çıkmak istemiyordu. Hem çalışanlarını terslemişti hem sevdiğini. Berbat bir gün geçiriyordu. Tüm bunlar yetmemiş gibi müdürü travesti cinayetinde neler yaptıklarını sormak için odasına çağırmıştı.

Sinir bozucu, yarı fırça atılır gibiydi konuşma. Savcı da odasındaydı. İkisi de iki koldan Hakan’a saldırmıştı. Sinirleri bozuk olan Hakan’ın iyice tepesi atmıştı. Müdürün odasından çıktıktan sonra Adil’i aradı. Araba kullanabilecek durumda değildi.

“Adli tıbba gidiyoruz. Altan beyle görüşelim. Çok sıkıldım bu işten!”

“Hemen amirim.”

Altan Ersoy odasında değildi. Danışmaya geri dönüp nerede olduğunu sorduğunda o gün toplantıda olduğunu öğrendi. Yerine bakan kişinin Metin Alagöz olduğunu ve morgda çalıştığını öğrenince o tarafa yürüdü. Metin Beyi daha önceki gelişlerinde tanımıştı.  Kapıdaki görevliye kimliğini gösterip kapıyı açtı. İçerideki ağır koku burnunu doldurmuştu. Metin Bey otopsi yapıyordu. Yüzündeki şeffaf plastik gözlüğü çıkartıp Hakan’a baktı.

“Hayrola Baş Komiserim? Biz işimizi yapamayınca siz mi el atmaya karar verdiniz?” O sırada otopsi yaptığı cesedin yanında duran aletleri gösteriyordu.

“Metin Bey, dört bir koldan sıkıştırıyorlar beni. Bu dava artık iyice canımı sıkmaya başladı. Nasıl olur da cesetlerden tek bir ipucu alamayız?”

“Katilimiz, gerçek bir profesyonel. Büyük ihtimalle plastik eldivenlerle çalışıyor, dikkatli bir temizlik yapıyor. Belki emekli bir polistir.”

“Bir tane daha sanık polis istemiyorum. Bizim meslekten bu kadar çürük elma çıkmasın lütfen!”

“Bir tane daha mı? Kim o?”

“Kızı intihar eden bir baba, emekli polismiş. Bomba uzmanı. Kızının ölümünden sorumlu tuttuğu adamı havaya uçurdu.”

“A hatırladım o olayı. Ama sonucunu okumamışım.

“Bu ara ben de gazete okumuyorum. Tek iyi haber yok.”

“Sizin için ne yapabilirim?”

“Yeni bir bulgu var mı?”

“Hayır sanmıyorum. Sizin olayları inceleyen uzmanlarımız defalarca bilgilerin üstünden geçti ama sonuç değişmedi.”

“Elinizde kan örneklerinden var mı?”

“Olması lazım. Neye bakacağız?”

“Hormon ilaçlarına. Hepsi aynı ilacı mı kullanmış?”

“Buna bakılmıştır zaten. Travestiler ameliyat ile cinsiyet değiştirmeyi istemedikleri için sadece kadınlık hormonu alıyor. Bu kandan tespit edilmiştir ama bir özellik olacağını sanmam. Sonuçta bir sürü ilaç var. Yine de aynı ilacı kullanan var mı araştırırız.”

“Umut işte. Her yere saldırıyoruz şu an. Bir şeyler bulmam lazım. Savcı da dosyayı artık kapatmak istiyor ama ipucu olmadan kapatmak işine gelmiyor. Faili meçhul diyecek halimiz yok bu kadar cinayete.”

“Olur mu öyle şey? Onca cinayet işleyecek ama elini kolunu sallayarak gezecek. Kim buna izin verir ki?”

“Ben değil.”

“Hakan Baş Komiserim, ilaçlarını yeniden araştırtırım. Özel bir şey var mı diye bakarlar. Ama çok umutlu değilim.”

“Ben de...” Hakan’ın umutsuzluğu sadece dava için de değildi. Nil ile olanlar yine aklına üşüşmüştü.

“Kolay gelsin. “

“Görüşürüz.”

Adli tıbbın kokusu üstüne sinmiş gibiydi. Evine gitmek uzun süre duş almak istiyordu. Ne kadar kötü bir gün olmuştu. Üstelik yarasının yeri ağrıyordu. Durup dururken neden ağrı yapmıştı?

“Bir eczaneye uğrayalım.”

“Olur amirim.”

Eczane dediği an yine Nil gelmişti aklına. Ne yapacaktı? Nasıl gönlünü alacaktı? Handan ile konuşmalıydı. Ama o gün değil. Kardeşinin sesi hiç duymadığı kadar neşeliydi. Boşanmayacağını söylediğinde sanki dünyalar ona bağışlanmıştı. Cenk'in de sesi geliyordu yanından. “Her şeyi sevgiline borçluyuz. O deli kadın beni ikna etmeseydi ben bu inatçı kardeşinin ayrılık kararını kabullenmek zorunda kalabilirdim” demişti.

Onun için kapışmışlar, ondan kavga ediyor gibi gözükmüşler, sonra da kurtulan evliliği için Nil'e sarılıp teşekkür etmişti.

Aklındaki tek şey Nil'i çok sevdiğiydi. Sevgisi yüzünden kıskançlık yapmış ve aklını kullanamadan hareket etmişti. Bunları nasıl düzeltecekti? Bir yol bulacaktı mutlaka.

Yarın Handan’ı arayacaktı.


***** 


O gece iki evde büyük mutsuzluk vardı.

Üçüncü evde ise büyük bir mutluluk yaşanıyordu. Üstelik diğer iki evin neler yaşadığı hakkında hiç fikirleri yoktu.

Hakan sabaha kadar uyuyamamıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Sabah erkenden Handan’ı aradı. O sabah işe geç gitmeye karar veren Cenk de evdeydi. Hakan’ın da işe geç gitmesini söylediler ve kahvaltıya çağırdılar. Ona Nil ile olan konuşmayı, Nil'in onlar için neler yaptığını anlatmak istiyorlardı.

Hakan ise onların akıllarından geçenlerden habersiz yaptığı hatayı nasıl telafi edeceği konusunda yardım isteyecekti.

Ters yöne sakin olan trafik sayesinde sahil yolundan kısa sürede Dragos'a ulaşmıştı. Evin kapısını, karşısında birbirine sarılmış şekilde duran çift açmıştı.

“Sizi böyle görmeyi sevdim. İkinizin de yüzü nihayet gerçekten gülüyor.”

Mutfağa doğru yürürken Cenk konuşmaya başladı.

“Hakan, aslında bir şey yapmadığımı sandığım ama onu üzdüğüm, dolaylı yoldan seni üzdüğüm günler için özür dilerim.”

“Cenk sen hiç özür dileme. Dün ben öyle bir hata yaptım ki asıl benim senden özür dilemem lazım.” İkisi masaya oturmuş,

“Dün hata mı yaptın? Ne hatası?”

“Senle Nil’i gördüm!”

“Benimle Nil’i mi gördün? Nerede? Ne zaman? AAA çay bahçesinde gördün, değil mi? İyi de...” Cenk, onun neler düşünmüş olabileceğini anlayıp sustu.

“Seninle onu önce kavga ederken, sonra da birbirinize sarılmış şekilde görünce...” Bu kez Hakan cümlesini bitirmeden sustu, karı koca aynı anda,

“Hakan...”

“Ağabey...”

“Hep bir ağızdan konuşmayın. Biliyorum bunun affı yok ama olmalı. Nil'in beni affetmesi lazım...”

Handan, ayağa fırlamış, Hakan’ın tepesine dikilmişti. “Sen Nil'den nasıl şüphe edersin? Onun seni sevdiğini bildiğin halde hem de? ”

Hakan, başını önüne eğdi. “Ben de onu seviyorum ama dün ikisini öyle görünce...”

“Beynin durdu değil mi?” Soran Cenkti. Başka zaman olsa kayınbiraderine kızabilirdi ama pişmanlığı yüzünden okunduğu için, kendisini suçlamasını hemen unutmayı tercih etti.

“Aynen öyle oldu. O kadar kıskandım ki, düşünemedim.” Bu kadar basitti açıklama… Gerçekten düşünemeyecek kadar beyni durmuştu.

Cenk, Handan’a göre daha anlayışlı davranıyordu.

“Nil, en başından beri bizim bir araya gelememe nedenimizin konuşamamak olduğunu söyledi. Oysa ben de onu dün karımla aramın iyice açılmasına neden olduğunu düşündüğüm için çağırdım. O kadar sinirliydim ki onu dinlemeden sert bir konuşma yaptım. Oysa o sadece dinledi ve en sonunda ‘Ben fallarda boşanma görmedim ama sen ikna edeceksin Handan’ı dedi.’ Bir de… ‘Neden benimle konuştuğun gibi Handan’la da konuşmuyorsun? Neden bana olan nefretini kustuğun gibi karına olan sevgini de bağırarak anlatmıyorsun?’ dedi. O kadar haklıydı ki! Ne kaybedecektim? Zaten Handan beni boşamaya karar vermişti. Nil’in ne demek istediğini anladığımda dünyalar benim oldu. O kadın var ya nadide bir elmas... Ve sen onu kırmışsın.”

“Teşekkür ederim sanki ben yeterince ezilmiyordum aptallığımın altında. Şimdi iyice yerle bir oldum.” Hakan gerçekten bitik vaziyetteydi.

“Ol tabii. Sen nasıl benim arkadaşımı böyle bir şeyle suçlarsın? Ben şimdi onunla nasıl arkadaşlığıma devam edeceğim?” Handan, Nil’i kaybettiğini düşünüyordu. Hakan’a hem o kadar iyi birini elinden kaçırdığı için hem de arkadaşlığını bozduğu için kızıyordu.

Hakan, bu fırsata hemen atlamıştı. “Benimle arasının düzelmesini sağlayarak...”

“Hiç sanmıyorum. Onun için hayatta en önemli şey güvendi. Ve sen onun güvenini yok ettin. Artık benimle de görüşmez. Of ya neden insanın hayatında her şey güzel gitmiyor ki. Tam tüm hayatım düzene girdi derken en istemeyeceğim şey oldu.”

Handan neredeyse ağlayacaktı. Hakan iyice umutlarını yitirmişti. Handan da haklıydı. Nasıl o güveni geri kazanacaktı? İçindeki boşluk her geçen an büyüyordu. Bir daha normal nefes alabilecek miydi? Canı yanmadan! Bunun için Nil’in yeniden hayatına girmesi gerekiyordu. Başka yolun olmadığını biliyordu.

Biraz sonra işe gitmek için evden çıkan iki erkeğin arkasından el sallıyordu Handan. O gün işi çoktu.

İlk işi ise Nil'e gitmekti...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder