Necla ablanın elinde bir CD ile içeri
girmesi pek normal değildi. O gün yine semt pazarı günüydü. Kadınların
doluşacağı belliydi. Necla abla da hazırlıklı gelmiş, eğlenmek için ortamı
yaratıyordu.
“Takın kızlar. Bugün Nil'in yüzünü
güldüreceğiz.”
“Gülmüyor muyum?”
“Kızım, biz senin ne zaman gülüp ne
zaman hüzünlendiğini biliriz. Bugün güleceksin. Aa o senin kıymetini
bilemediyse senin ne suçun var? Hadi bakalım. Gül biraz.” Necla Abla, Hakan’a
Cenk ile görüştüğünü söylediği günden beri aralarının bozuk olduğunu biliyor,
kendini suçluyordu. Nil defalarca aksini söylese de fikri değişmiyordu.
Müzik setine CD konmuş, Bertuğ
döktürmeye başlamıştı bile. Ona uyan iki kadın daha kendini kuaförün orta
bölümüne attı.
Handan kapıdan girdiğinde gördüğü
manzara ile ağzı açık kaldı. Bir sürü kadın ellerinde fileler poşetler, ortada
döne döne oynayanları izliyor bir kısmı da el çırpıyordu. Bertuğ onların tempo
tutuşu ile iyice coşmuştu.
Handan müzik sesinden zorlukla duyduğu
telefonunu açtığında Hakan'ın ne diyeceğini merakla bekledi.
“Sen neredesin? Düğüne mi gittin bu
saate?”
“Ne düğünü? Kuaföre geldim ama burada
çılgın bir eğlence var.”
“Nil'in dükkânında mısın? Neden gittin?
Seninle konuşuyor mu?”
“Evet, dükkandayım. Saçımı yaptırmaya
geldim. Henüz beni görmedi ama umarım konuşur.”
“Ne bu müzik alkışlar?”
“Nil’in nişanı var desem?”
“Handan, saçmalama. Nil öyle şey
yapmaz.”
“Sen biraz daha yavaş olursan yapar.
İşin doğrusu kadınlar bugün eğlence günü düzenlemiş.”
“Nil de eğleniyor mu?”
“Öyle gözüküyor!” derken Nil'e
bakıyordu. Aslında Nil'in eğlenmediği ama eğlenenleri izlediğini söylese belki
daha iyi olabilirdi ama madem uymuştu Nil'e, devam etmesi gerekiyordu.
“Bu kadın ne yapmak istiyor? Beni
hayatından hepten çıkarttığını mı anlatmaya çalışıyor?”
“Sanmam. Ama senin güven problemini
halletmen gerekiyormuş.”
“Güven sorunum mu? Bunu ne zaman
söyledi?” Konuşmuşlar mıydı? Kendisine söylemeden görüşmüş olabilirler miydi?
Handan, ağzından kaçırdığını fark edince
hemen toparladı. “Anımsamıyorum. Belki de ben öyle anlamışımdır!”
Hakan, içini çektikten sonra kısık ve
üzgün sesi ile , “Ben o çılgın kadına güveniyorum. Asıl o bana güvenmiyor!”
dedi.
Handan, yine içinin yandığını hissetti.
Doğruları söylememek için kendini dizginledi. “Burası çok kalabalık ve
gürültülü… Üstelik saçımı yapması gereken kişi şu an dansözleri kıskandıracak
kadar kıvrak hareketlerle dans ediyor ve benim acelem var. Hadi görüşürüz.”
diyerek kapattı telefonu. Yeterince işkence etmişti!
Acelesi yoktu. Üstelik işi de yoktu.
Sadece mazeretti söyledikleri... Handan ile Nil bir süre sonra eğlenenleri bırakıp
arka bahçeye indi. Zaten kadınların da az sonra geleceği yer orasıydı.
İki arkadaş önden inip az önceki
konuşmayı paylaştılar. Nil’in keyfi şimdi yerine gelmişti işte. Hakan kızmıştı.
Acı çekmediğini sanmıştı. Ohh dedi... Sonra bir hafta daha dedi... Bir hafta
daha uğraş...
“Yolladığı çiçekler bunlar mı? Saksı
çiçeği yolladı diye kızmıştım ama sen normal biri değilsin ki! Adam haklı.
Taflanlar çok güzel olmuş. Bu mor salkım tutarsa ben de bahçeye ekeceğim.”
“Bana o gün bir düzine gül gönderse, bir
orkide yollasa, ya da çiçekçiyi kapıma yığsa diyelim... Asla bunları gördüğüm
kadar mutlu olmazdım. Beni sevdiğini anlatıyor. Beni kandırmak için değil,
bana, benim zevklerime göre davrandığını göstermek için o çiçekleri yolladığını
biliyorum.”
“Eh işte, bozacı ile şıracısınız.”
“Öyle.”
Biraz sonra kadınların bir kısmı
ellerindeki poşetlerle inmişti bahçeye. Kızlar çayları taşıyordu. Ardından
gelen iki kadın da ellerinde tepsilerle kurabiyeleri ve börekleri getirdi.
En son inen Hüsniye’ydi. Elinde büyük
bir cam kase vardı. İçinde ise tepeleme kısır doluydu. Handan, “Bu ne gün mü
var?” dediğinde Nil, “Bizimkilerin ortak karar aldığı belli. Beni
eğlendirecekler ya. Gerçi bu kadar geniş çalışmayı beklemiyordum ama hoşuma da
gitmedi değil. Görsün Hakan Bey. Benim arkamda koca bir mahalle var.”
“Bilmez mi? Onun uzun zamandır
farkında.”
Necla abla da bahçeye gelmişti. Nil’e
şöyle bir baktı. Sonra Handan’a döndü.
“Bana bak, o ağabeyin olacak haytaya
söyle, bizim kızımız sahipsiz değil. Onu buralarda görürsem söyleyeceğim bir
çift laf var.”
“Necla abla gerek yok. Handan...”
“Gerek var yok, sen bizim kızımızsın.
Handan da Hakan mıdır nedir ona söyleyecek... Kimse seni üzemez.”
“O inanın çok pişman. Ama Nil de az
değil. Affetmiyor!”
“Affetmesini mi bekliyor? Çok bekler!
Değil mi Nil?” Nil’in yüzüne baktı. Kendisine doğruları söyleyeceğinden emindi.
Nil, derin derin nefes aldıktan sonra
ellerini kucağında birleştirip yanıtladı. “Daha ne kadar dayanırım bilmiyorum
ama biraz daha üzmeye ve ders vermeye niyetim var.”
“Yani affedeceksin öyle mi?”
“Onu seviyorum.” Bu kadar yalındı yanıt…
“Eh o zaman o da akıllı davransın!”
“İnşallah!”
Necla abla iki genç kadına baktı. Bu
kadınların yakınlığı hoşuna gidiyordu. Nil’i Nehir'in emaneti sayardı. O yüzden
analık yapmak istiyordu. Fakat şu an yapılacak pek bir şey yoktu.
“Handan, polis sınavlarına girecek bir
tanıdığım var. Gerçi ağabeyine kızgınım ama..
Ağabeyinle bir konuşsa, sınavda nasıl sorular çıkar, nelere çalışsın
diye bir sorsa? Ayıp olur mu?”
“Neden ayıp olsun? Yardım edebileceği
bir şey varsa yapar.”
“Benim numaramı mı verirsin ona, yoksa
onun numarasını mı verirsin? Bir konuşsam?”
“Büro telefonunu vereyim. Biz onu
cebinden aramayız. Katilleri kaçırmasın diye!”
“A bak hiç akıl etmemiştim. Çok doğru.
Ver büroyu. Yoksa da not bırakırım. Kibar biri o. Arar beni.”
“Elbette.”
Necla abla telefon numarasını not
ettikten sonra çay almak için masaya gitti.
“Ne yapacak acaba o numarayı?”
“Sen de mi inanmadın?”
“Hakan'ı arayacak ama sınav için değil!”
“Kesinlikle.”
“Benim onu affedeceğimi söyler mi
acaba?”
“Söyleyelim hiç bahsetmesin. Ama böyle
dediğimizde ters teper mi? Gidip anlatırsa?”
O sırada çayı ile döndü Necla abla.
Kızlar kendisine dikkatli bakıyordu. “Necla abla, az önce Nil’le konuştuk ya.
Affedecek ama bunu Hakan ağabeyim bilmesin lütfen. Nil’i çok üzdü. Ben de Nil’i
tutuyorum.”
“Belli. Ama yok zaten asla söylemem öyle
bir şey. Ben de Nil’i tutuyorum çünkü.”
“Çok teşekkürler. Hadi soğumadan için şu
çaylarınızı. Kadınlar hamamına çevirdiniz yine dükkanımı.”
Üst kattakiler saç yapıyor, alt
kattakiler dedikodu yapıyor, ortam her geçen an biraz daha ısınıyordu. Necla
abla vedalaşırken Handan’ı da öpmüştü.
“Seni de sevdi.”
“Evet. Aslında ne kadar anaç bir kadın!”
“Anaç dedin de. Artık bebek düşünüyor
musunuz?”
“Hazırlıklara başladık bile. Cenk bebek
olunca ondan iyice uzaklaşacağımı düşünüp istemiyormuş. Şimdi ise en kısa
sürede baba olmak istediğini söyleyip duruyor.”
“Artık aranızda gizli saklı olmamalı.
Bir daha sizi barıştıracağım diye Hakan’la aramı bozamam.”
“Barıştınız da!”
“Ya hakikaten ne yapacağız? Bu adam bir
şeyler yapmalı ama nerdeee. Baksana dükkan telefonlarını aramıyor bile.”
“Sanırım o da senin cep telefonunu
açmanı onu affetmeye bir adım olarak alıyor. Sen ne zaman hattını açacaksın o
da o zaman rahatlayacak.”
“Hım, demek ki pazartesi açabilirim.”
“Neden pazartesi?”
“O gece nöbetçi değil mi?”
“Nereden biliyorsun?”
“Takvime göre öyle olmalı. Nöbette
olduğuna göre de kalkıp gelemez.”
“Bu daha önce onu durdurmadı.”
“Ama o zaman kabul edileceğini
biliyordu. Şimdi ise kesin bir şey yok.”
“Haklısın.”
Biraz daha oturdular bahçede, sonra
dağıldı kalabalık. Handan da Cenk ile buluşacaktı. Cenk'in o gün toplantısı
vardı. Şimdi ise karısını alıp akşam yemeğine gidecekti. Keyifli bir gece için
çıktı dükkandan.
*****
O gece eczane nöbetçiydi. Mert ile Nil
kalacaktı. Eczanenin bölümüne geçtiğinde Yağmur'un üstünü giydiğini gördü.
“Çıkıyor musun? İlhan mı alacak?”
“Ayrıldık Nil abla!” Sesi dümdüzdü.
Ayrılık pek üzmüş gibi değildi.
“A ne zaman? Neden anlatmadın?”
“Sen zaten üzgündün. Bir de benim saçma
ilişkimi mi konuşacaktık? Haklıymışsın zengin insanlarla olmuyor.”
“Öyle deme. Bak Handan ile Cenk’e!
Onların da gelir düzeyleri eşit değil ama çok mutlular.”
“Ama bu istisna. İlhan iyi biriydi. Ama
çevresi ile uyum sağlamam mümkün değil. Eğitimim, kültürüm yetmedi. Daha
kendime uygun birilerini sevmem lazımmış bunu biraz geç anladım sanırım.”
“Yağmur, hiç de geç değil. Senin de
hayatın yeniden düzene girecek. Ben umutluyum canım. Ayrıca, parayı değil ama
kültürel eksikliği gidermek kolay. Kendini eğit. Dükkanda boş bulduğun
vakitlerde oku. Ama bunu zengin koca için değil, kendin için yap.”
“Tamam. Yapacağım. Okuyamamış olmamın
acısını çıkartacağım. Teşekkür ederim.”
“Bana değil, kendine... Çünkü bu dersi
almanı sağlayan sensin.”
“Haklısın.”
Yağmur, Mert ile vedalaşıp dükkandan
çıktı. Mert arkasından bir süre seyretti. Nil, Mert’in yüzüne bakmadan
konuşmaya başladı.
“İlhandan ayrılmış.”
“Biliyorum.”
“Sanırım aşık da değilmiş.”
“Onu bilmiyorum.”
“Umarım bu kez doğru insanı bulur.”
“Umarım.”
Nil, Mert ile daha uzun konuşmak istiyordu
ama Mert bu akşam pek havasında değildi.
Nil eline kitabını aldı. Uzun bir süre
hiç müşteri gelemeyince o da rahat rahat kitap okudu. Arada bir okuduğu bir
cümleden ya da kitapta geçen bir yerden dolayı aklına Hakan geliyordu ama hemen
kovalıyordu. O gece düşünmeyecekti.
*****
Saat dokuz buçukta eczanenin kapısı
açıldı. İçeri giren genç adam bir elinde kese kağıdından bir paket diğer elinde
ise iki sıcak kahve tutuyordu.
“İyi akşamlar Nil Hanım siz misiniz?”
“Evet. Onlar bize mi? Biz sipariş
vermedik.” Yanıt pek etkilememişti genç adamı. Tezgahın üstüne bıraktı ve
kapıya yürüdü.
“Size. Afiyet olsun.”
Nil, kağıdı açarken burnuna gelen
kokulardan, üzümlü kurabiye olduğunu anlamıştı. Ve tabii kimden geldiğini de...
İşte bu adamı bunun için seviyordu...
Küçük ama düşündüğünü belli eden jestler ile gösteriyordu sevgisini...
Bu gece nöbetçi olduğunu nereden
biliyordu?
Acaba???
Hemen kapıya yürüdü ama sokak boştu. Ya
daha önce gelip görmüştü ya da Handan söylemişti. Ama Handan’ın haberi yoktu
ki!
Hakan ise korkakça davrandığını
biliyordu. Köşede saklanıyordu. Ama bu kadar uzaktan bile Nil’in kendisini
arayan gözlerini ve elinde tuttuğu kurabiyeyi ısırışını görmüştü... O gece
biraz daha rahat uyuyacaktı...
Küçük sürprizler güzel sonuçlara neden oluyor sanırım 😍
YanıtlaSilDüşünmek kadar kıymetli bir hediye yok bence. :))
Sil