19 Temmuz 2015 Pazar

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 13. Bölüm

Nil, güzel bir güne başlamanın mutluluğu ile açtı dükkânları. Mert zaten köşede gözükmüştü bile. Yağmur da birazdan gelir dedi kendi kendine. Ama dikkatli bakınca Yağmur'un da Mert ile birlikte yürüdüğünü gördü. Nasıl olup da ikisi de aynı zamanda geliyordu? Mert'in Yağmur'u evinden ya da duraktan aldığından emindi. Bu çocuk sevgisini bu kadar belli ettikçe kız onu parmağında oynatacaktı. Çok üzülüyor ama Mert'i değiştiremiyordu. İlk aşkını yaşayan genç bir erkeğin söz dinlemesini zaten beklemiyordu.

Mert kapıyı tuttu. Yağmur cilveli bir gülücük atıp içeri girdi. Selam verip üstüne gömleğini geçirmek için arka tarafa geçti.  Nil onlar yerini alınca kuaför salonuna geçti.


Zaten son günlerde eczaneden daha çok kuaför salonunda vakit geçiriyordu. Gazeteleri alıp koltuğa oturduğunda kapının üstündeki zil çaldı. Ayşegül ve kızlar birlikte girmişti içeri. Bu sabah tüm çalışanlar aynı anda geliyordu. Onlara günaydın dedikten sonra gazeteye döndü. Sürmanşette dünkü canlı bomba olayı vardı. Gazeteler en kötü resimleri basmaktan vazgeçmiyordu. Gencecik biri nasıl canına kıyardı ki? Hem de başkalarının da canını almak için! Nil, daha fazla tahammül edemedi resimlere... İç sayfalarda kısaca göz attı. En sonunda takip ettiği köşe yazarlarını okumaya başladı.


*****


Öğlene doğru Necla abla geldi.

İki hafta önce Nil ile Bedia'nın oğlu için konuştuğundan beri pek sık gelmiyordu. Nil'in evliliği düşünmediğini söylemesine canı sıkılmıştı. Alışkın değildi hayır yanıtına. Nil ise sevmediği biri ile evlenmeyi düşünmediğini söylemiş, bir görüş belki seversin muhabbetlerine katlanamayacağı için kısaca, daha evlenmeyi düşünmüyorum demişti. Kırmak da istemiyordu annesinin de bunca yıllık arkadaşını ama onu da anlamaları gerekirdi. Kapıdan girdiğini gördüğünde onun da kendisine kırılmadığını bilmek mutlu etmişti Nil'i.

O da daha fazla uzak kalmaya dayanamamıştı. Yine elinde bir tabak vardı. Bu kez acıbadem kurabiyesi yapmıştı. Dükkânda ondan başka üç müşteri daha vardı. Selamlaşıp koltuğa oturdu. Ayşegül'e dönüp, aynı renkten istiyorum, dedi. Ayşegül'ün saçı bu kez kırmızıydı.

“Ciddi misin Necla abla? Bak sonra pişman olma. Çok akar bu renk.”

“Aksın, çok güzel olmuş. O renk istiyorum.”

Bertuğ, “Necla Ablam, aksın sen gel ben boyarım hemen. Genç kız gibi olacaksın valli.” dediğinde Bedia'yı aratmayan Necla, “Valli değil vallahi” diye düzeltti.

“Ay ablam, bi rahat ol ya. Bedia yok burda. Sözlüde değiliz. Sefiyom valli demeyi.”

“Bertuğ, sefiyom da değil seviyorum.” Necla düzelttikçe Bertuğ inadına yanlış söylüyordu. Gülmeye başlayınca Necla abla, elindeki yelpazesini ona doğru fırlattı. Bertuğ çevik bir şekilde tutup, seri bir hareketle açıp kendine doğru sallamaya, yelpazenin üstünden gözlerini kırpıştırmaya başladı. Onun bu neşeli halleri ortamdaki hafiflemiş soğukluğu hepten yok etmişti.

Necla ablanın saçlarına boya sürülürken bu kez kapıyı açan köşedeki marketin güzel kızı Füsun'du. Saçını ördürmek istiyordu. Füsun, Bertuğ için sıra beklerken kahve istemişti. Nil fal için istediğini biliyordu. Ama o gün canı hiç fal bakmak istemiyordu. Üstünde sıkıntı vardı. Sabahtan beri ruh hali değişmemişti. Ama kızı da kırmadı. Kahveyi Aydan yapıp getirdi. Füsun kahvesini aceleyle içip kapattı. Nil de bu arada elini yüzünü yıkayıp gelmişti. Üstündeki sıkıntıyı atıp kıza güzel şeyler söylemek istiyordu.

Çalan telefona da baktıktan sonra fincanı eline aldı. Tahmininden güzeldi kızın fincanı.  “Yakında bir düğün gözüküyor. Sen değilsin ama evlenen. Sanırım davetlisin. Neden mutsuzsun?” daha sözü bitmeden kız ağlamaya başlamıştı. Necla abla da kızın arkasındaki koltuktan kaşını gözünü oynatıyordu Nil'e. Ama bir şey anlamayan Nil ne yapacağını şaşırmıştı.

Füsun, “Yeter Nil abla, daha bakma.” dediğinde Nil de zaten bırakmak üzereydi. Tabağı da alıp mutfağa gitti. Tam suya tutacağı an, tabaktaki şekiller dikkatini çekti. Bir süre baktı. Sonra tabağı suya tuttu, lavaboya bıraktı, yavaş adımlarla üst kata çıktı. Yatak odasına girdikten sonra kapıyı kapattı. Telefonu eline aldığında derin bir nefes çekti içine. Yeni başkomiser ile ilk kez konuşacaktı. Telefonun çalışını dinledi.

Uzun uzun çalan telefonu kapatacakken karşıdan nefes nefese birinin alo dediğini duydu. Tekrar kulağına götürdü...

“Hakan Çevik ile mi görüşüyorum?”

“Evet benim.” Tanımadığı genç bir kadın sesiydi karşısındaki ses.

“Hakan Başkomiserim, dünkü patlama terör eylemi değil. Cinayet! Kırmızı bir minibüs var! Katil o minibüsün sahibi!”

Hakan, duyduklarının şaşkınlığı ile kalmıştı telefonun ucunda. Sonra toparlanıp sert bir sesle sordu, “Sen ne diyorsun? Kimsin sen?”

“Fevzi başkomiserim size beni anlatmadı mı?” Nil şaşırmıştı. Anlatmamış olabilir miydi? Telefonun ucundaki ses biraz daha sertleşmişti şimdi.

“Sen? Sen o falcı mısın?”




***** 




“Falcı mı? Ben falcı değilim!”

Hakan, şaşkınlığını üstünden atamamıştı. Farkında olmadan kaşları da çatılmıştı.  Falcının kadın olduğunu bilmiyordu. Hep erkek olarak düşünmüş, hatta kafasında sapık bir üfürükçü modeli bile çizmişti. Ama kendisini yanıtlayan ses genç bir kadın sesiydi. Üstelik de kızgın bir sesti...

“Bana, falcı olduğun söylendi.”

“Birincisi ben falcı değilim, fal bakarım. İkincisi ise şu an önemli olan pazardaki olayın cinayet olması. Terör eylemi gibi gözüküyor ama değil.”

Hakan, onun dediklerini dikkate almak istemiyordu ama daha önce verdiği bilgilerin de doğruluğu ispatlandığı için ister istemez söylediklerini not etti. Yine de yüz vermek istemediği için ters bir sesle yanıtladı. 

“Tamam, biz ilgileniriz.” dedikten sonra başka söyleyeceği bir şey var mı diye bekledi. Karşısındaki sadece 'iyi günler' dedi ve yavaşça telefonu kapattı. Ama nefes alış verişinden ses tonunun aksine onun da sinirli olduğu belli oluyordu.

Hakan, bu telefon konuşmasından sonra onun aramalarının sona ermesi gerektiğine karar verdi. Bu kadının nasıl bir çıkarı olduğunu öğrenecek ve tüm pisliklerini ortaya çıkartacaktı. Ama şimdi son verdiği bilgiyi bir şekilde araştırmalıydı.  Hüseyin'i yanına çağırdı.

“Hüseyin, bana pazardaki patlamada ölenler hakkında ne bulursan getir.   Ama şimdilik kimseye bir şey söyleme.”

“Emredersiniz, amirim.”

Hüseyin odadan çıkarken, Hakan, Fevzi amirinin bu falcı hakkında söylediklerini düşünüyordu. Kim olduğu hakkında hiç bilgi vermediğini anımsadı. Ama mutlaka onun hakkında araştırma yapmış olmalıydı. İşi yoğun olduğu için henüz içinde ne olduğuna bakmadığı iki dolap vardı. O dosyalarda falcı kadın hakkında bir şeyler bulacağından emindi. Sonraya bırakmaktansa hemen yerinden kalkıp dolapların yakın olanına gitti.

İlk dolaptaki dosyalar eski ama kapanmamış uzun yıllardır bekleyen işlerle ilgiliydi. Her dosyanın içine göz attı. Kimisi yirmi yıl önceden kalmaydı. Aslında zaman aşımına uğrayan dosyalar bile vardı. Yine de boş vakit bulunduğunda o dosyalara bakmak ve çözümü bulmak, tüm polislerin hayali gibiydi. Ama Hakan şu an o tarz hayaller kuramıyordu. Zaten işi başını aşmıştı. İstanbul'un çok yoğun olacağını biliyordu ama bu kadarını tahmin etmemişti. Kendisine gazetelerin üçüncü sayfasında bile yer bulamayan bir sürü olay oluyordu.

İlk dolaptaki on kadar dosyadan sonuncusuna bakarken kapısı çalındı. Hüseyin elinde kâğıtlarla odaya girdi.  Hakan, dolabın yakınındaki koltukta oturduğu için ilk anda görememişti amirini. Sonra yanına gidip selam verip,

“Amirim, eski haberlerle ilgili bazı yazıları e-posta olarak yolladım. Bunları da hastane ve terör masasındakilerden toparladım.”

“Teşekkürler, masama bırak onları. Şimdi bakarım.”

“Başka emriniz var mı, amirim.”

“Şu çaycı çocuğa söyle de bana güzel bir çay getirsin. Ne çok açık ne koyu! Kaç hafta geçti öğrenemedi.”

“Öğretirim, amirim.”

Hakan, Hüseyin'in lafına gülerken, polis memuru çoktan çıkmıştı odadan.  Son dosyayı da taramış, falcı ile ilgili bir şey bulamamıştı. Diğer dolaba daha sonra bakacaktı. Masasına geçtiğinde kapısı vuruldu. İçeriye elinde çay tepsisi ile giren çaycı başı ile selam verip masaya çayı bıraktı.

“Öğretmiş.”

Çaycı şaşkın bakışlarla başkomisere baktı.

“Hüseyin sana çayın nasıl olması gerektiğini öğretmiş. Kahve yapmayı da bilir misin?”

“Bilirim.”

“İyi, bir gün denerim.”

“İsterseniz yemekten sonra yapıp getiririm amirim.”

“Olur, orta severim.”

Hakan, çayının bitmesi ile yine tüm dikkatini elindeki dosyaya verdi. Ama aklında az önce sesini duyduğu kadın vardı. Söylediklerinin mantıklı bir tarafı yoktu ki. Küçük bir çocuk üstüne bağlanmış bombayı pazarın orta yerinde patlatmıştı. Nasıl cinayet olacaktı? Canlı bombalar bir kişi için kullanılmazdı ki. Yanılıyordu. Daha önce yanılmamış olması bu kez yanılmayacağını göstermezdi.

Ciddi ciddi falcının dediklerini düşünürken bulmuştu kendisini. Fevzi amirinin dediklerini anımsadı. Demek ki onlar da aynı yollardan geçmişti. Yine de bu böyle devam etmeyecekti.

Şimdilik ön yargılarını bırakıp falcı kadının dediklerine yoğunlaşacaktı.

Ölenlerin kökenlerini incelemeye başlayınca ikisinin de, canlı bomba gibi Elazığlı olduklarını ama kan bağlarının olmadığını anladı. Yaralananların ise, üçü İstanbul, biri Mersin, biri Yozgat, diğer ikisi de Bitlisliydi. Acaba? Aklına gelenin doğru olmayacağını düşündü. Sonra yine kendisine ön yargılı olduğu uyarısını yaptı ve Bitlislilerin kimler olduğunu, töre cinayetine farklı bir yolla mı bulaştıklarını anlamak için dosyalarını yeniden eline aldı.

Bitlislilerin neden İstanbul'a geldiğini sorgulamak için hem Bitlis emniyeti ile irtibat geçecek hem de ekip yollayacaktı. Ama bunu terör masasından gizli yapmalıydı. Ölenlerin töre ile ilgisi olmamalı diye düşünüyordu. Elazığ da töre ile ilgili olay pek olmazdı. Ama bu olmayacağı anlamına gelmiyordu.

Hüseyin'i yeniden çağırdı.

“Amirim?”

“Hüseyin, Elazığlı ve Bitlislilerin incelemelerini detaylandır. Elazığlılar ölenler, Bitlisliler yaralananlar. Bu işin ardında töre olabilir.”

“Amirim, töre cinayeti mi diyorsunuz?”

“Olabilir, bakacağız ne çıkacak bu olayın ardından?”

“Amirim, ne oldu da şüphelendiniz diye sorsam?”

“Hüseyin, içime doğdu desem!” Nasıl diyecekti kim olduğunu bilmediğim bir falcı kadın söyledi diye...

Hüseyin çıktıktan sonra bakmadığı son dosyayı eline aldı.

Son dosyada da bir şey bulamamıştı. Fevzi Beyden kalan başka evrak var mı diye etrafına bakarken telefonu çaldı. Kız kardeşi hafta sonunu anımsatıyordu. Kısa bir konuşmadan sonra telefonu kapattı.

Bakmadığı dosya kalmamıştı ama falcı olmadığını söyleyen falcı ile ilgili kayda rastlamamıştı. En iyisi kendi araştırmasını kendi yapmaktı. Kendisini arayan numarayı çevirdi. Uzun uzun çalmış kimse açmamıştı. Numarayı internetten araştırdığında ev adresine kadar ulaşmıştı. Nil Aydıner. Telefon bu isme kayıtlıydı. Ama işin tuhafı numaraların peş peşe geldiği üç hat aynı isme kayıtlıydı. Neden üç hattı vardı? Ev numarasından sonra geleni aradığında ikinci çalışta karşıdan ses geldi,

“Yosun Güzellik Merkezi”

“Affedersiniz, sanırım yanlış aradım, numaranız... ” diyerek çevirdiği numaranın son rakamını değiştirerek söylemiş ve sanki yanlış numara çevirmiş gibi yapmıştı.

“Evet, yanlış olmuş. Önemli değil.”

“Kusura bakmayın. İyi günler.” diyerek telefonu kapattı.

'Yosun Güzellik Merkezi'

Falcının adresini bulmuştu! Falcı Nil'i de! Yanıt veren sesi tanımıştı. Sesi artık sinirli gelmiyordu!

Sonra üçüncü numarayı da çevirdi. Bu kez genç bir erkek sesi “Nil Eczanesi” diyerek telefonu açmıştı. Nil eczanesi! Yine yanlış numara diyerek kapattı. Bu üç hattında aynı yerde, hatta belki de aynı binada olduğundan emindi. Tek adres vardı. Adresi not etti ve yeniden işlerine döndü. O adresi ziyaret etmek iyi olacaktı.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder