“Yeni
cihazı ne zaman kullanacağız?”
“Sen
ve ben eğitimi tamamlayıp sertifikamızı alınca.”
“Ama
daha bir hafta var. Şimdiden başlasak? Zaten üç ders kaldı.”
“Evet,
ama epilasyon önemli bir şey. Eğitimimiz bitmeden o cihaz açılmayacak. Hafta
sonu istersen başlarız kullanmaya. İlk hasta sen olursun. Ben de sana epilasyon
yaparım. Olur mu?”
“Neden
ilk bana yapılıyor?”
“Ayşegül,
ilk sana yapayım ki bir şey olursa sana olsun. Yoksa hastaların mı canını
yakalım?”
“Hani
bu can yakmıyordu?”
“Can
falan yakmıyor. Ama ilk önce biz birbirimize yapalım. Denemeden müşterilere
açmayız, tamam mı?”
“Tamam.”
Sesi tedirgin çıkınca Nil kahkahayı patlattı.
Nil,
öğlenden beri Ayşegül ile uğraşıyordu. O gün, epilasyon makinesi gelmiş, üst
kattaki odalardan biri yeniden düzenlenmişti.
Şimdi o odada ikisi konuşuyordu.
Yakında neredeyse yatmak için tek odası kalacaktı. Ama işleri iyi
gittikçe daha fazla yeni hizmet gerekiyordu.
Üstündeki
askılı tuniğinin eteklerini sallayarak kendisini serin hava yaratmaya çalıştı.
Üst katta klima yoktu. O yüzden öğlen saatlerinde itibaren çok sıcak oluyordu.
Klimaya gerek olmayacaktı aslında. Çünkü makine zaten soğutacaktı odayı. Son
kez etrafına baktı. Bir iki ufak noksanı aklına not edip alt kata indi. Ayşegül
de arkasından gelip mutfağa doğru yürüdü.
Çay
saati gelmişti.
*****
İki gündür, yeni yatak arkadaşının yanında kalıyordu. Daha fazla
yük olmak istemediğini söyleyerek kendi evine geçmek için en uygun zamandı.
Çünkü artık planı hazırdı. Yan apartmanda yaşayan kadının son saatleri
gelmişti.
Sırt çantasını kapatırken etrafına bakındı. Bir şey unutmamak için
dikkatli gözleri odayı ikinci kez taradı. Evine davet eden ve iki gün boyunca
yatağından çıkmayan kadını son kez öptü. “Hafta sonu görüşürüz.” dedi. Hafta
sonu kendisinde kalmasını istediğini söylemiş, birlikte havuza gitmekten söz
etmişti. Üstelik tüm planların yarın iptal olacağını bilerek!
Kapıdan çıktı. Yan apartmanın önüne geldiğinde saatine baktı.
Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Üç sokak sonra arabasının olduğu yere
geldiğinde saatine tekrar baktı. Sadece yedi dakika sürmüştü. Zamanlama
yeterliydi. Önemli olan işini sessiz halletmekti. Çığlık atmadığı sürece, yedi
dakika, polisler gelmeden kaçmak için fazlaydı bile.
Arabasına
binip yola çıktığında etrafı yeniden gözden geçirdi. Tüm kameralı iş yerlerini
tek tek zihnine not etti. Yeniden ormanda olmak için neler vermezdi ama hep
ormana gideni bulmak kolay olmuyordu.
Evine
geldiğinde kapısının önündeki çiçeğin toprağının kuruduğunu gördü. Eve girer
girmez bir sürahi su ile yeniden çıktı. Ölmesine dayanamazdı. Suladıkça
rahatladı. Ölmeyecekti!
Tüm
öğleden sonrasını yeniden planını gözden geçirerek tamamladı. Gece yarısı
olduğunda mutfağa gitti. Termosunun kapağını sıkıca kapattı sırt çantasındaki
özel bölüme koydu. Diğer termosuna da kahvesini koydu. Hemen eve
gelmeyebilirdi. Bu kez kahve aramak istemiyordu sokaklarda. Sokaklar
tehlikeliydi gece...
Artık
çok hızlı olmalıydı. Öyle de yaptı. Gece yarısını biraz geçe yeni sevgilisinin
yan apartmanındaydı. Işık yakmadan ikinci kata çıktı. Ameliyat eldivenlerini
giymişti. İz bırakacak ne varsa temizleyecekti ama yine de şansa bırakamazdı.
Polislerin nelere bakacağını biliyor tedbir alıyordu.
Kapıyı
çaldıktan sonra koridorun ışığını yaktı. Böylece kimse dışarıdan içeriye giren
birini görmemiş oldu. Kapının açılmasını beklerken içi heyecanla dolmuştu. İşte
yine tatmin olacaktı.
Uyku
mahmurluğunu yansıtır şekilde sürüyerek yürüyen ayak sesi kapıya yaklaştı. Göz
deliğinden bakıp gelen kişiyi tanıyınca hemen kapı açıldı.
Zaten
biliyordu böyle olacağını. İki günü boşuna o kadınla geçirmemişti. Arkadaşı ile
tanışmak ve kapıyı çaldığında açtırmak içindi tüm yaptıkları. Elleri ceplerinde
bekliyordu kapının önünde. Kadın, onun bu rahat tavrından daha da etkilenmişti.
“Ne
oldu da bana geldin? Seni yataktan mı attı?” Yataktan yeni kalkmıştı ama saçı
başı şuh bir dağınıklık ile seksilik katıyordu genç kadına. Onu tepeden tırnağa
süzdükten sonra bakışlarını dudaklarına dikip kendi dudaklarını yaladı. Kadın
onun istekli yüzüne bakarken daha da keyiflendi. Kadınlar kendilerini bir şey
sanıyor ama erkeği ellerinde tutmayı bilmiyordu.
“Beni
yatağından atacağına inanıyor musun? Sadece senin için gelmiş olamaz mıyım? Hem
bu geceyi sende geçireceğimi bilse beni o kadar rahat evime yollar mı? ”
“Gel
aslanım, gel. O karı da kıymet bilmediğiyle kalsın.”
Genç
kadın salına salına yatak odasına doğru yürümeye başladı. “Çantanı masaya
bırak. Hatta vakit kaybetme yolda soyun.” Kendisi bu arada üzerine geçirdiği
sabahlıktan kurtuluyordu. Beyaz sabahlık uçuşarak yere düştü. Arkasından
yürürken sabahlığa basmadan üstünden atladı. Kumaş çok fazla delili üstünde
barındırırdı. Önünde çıplak vücuduna giydiği kısa gecelik ile yürüyen kadını
takip etti. Yatak odasına girdiğinde her şey hazırdı.
Fısıltı
ile yanıtladı kadını… “Sen soyarsın.”
Sesini
kulağının dibinde duyan kadın cilveli bir şekilde arkasını döndü. Arkasındaki
adamın elindekini gördüğünde bağırmaya bile fırsat bulamadı.
Eldivenli
sol eli ile ağzını kapatmış diğer elindekini kalbine saplamıştı. Kısa bir
direnç gösterisinden sonra kadın kanlar içinde yere doğru kaydı. Yavaşça yere
bıraktı. Genç kadının boğazından hırıltılar çıkarken önce kadının tırnak
içlerini kontrol etti. Ne kumaş ne de kendisine ait deri olmadığını görüp
rahatladı. Sonra sol elinin yüzük
parmağının üstündeki deriyi alyans büyüklüğünde kesti. Genç kadına son kez
baktı. Ölmüştü...
Önce
evde sonra da apartmanın koridorunda kendisine ait iz kalmaması için küçük
çapta bir temizlik yaptı. Üstünde zaten tüylü bir şey yoktu. Yaz sıcağında
naylon ağırlıklı kıyafetler giymişti. Görevi bitmeden polisin onu yakalamasını
istemiyordu. Ayakkabılarından dökülmüş bir şey olmadığından emin olmak için
yerleri iyice temizledi.
Apartmanın
iç ışığını yine yakmadan indi. Bu eski apartmanların kapılarının bu kadar kolay
açılması kapanması çok güzeldi. Sakin adımlarla yürüdü.
Sokakta
kimse yoktu. Sokağı bitirdiğinde hızlandı. Şimdi daha seri adımlarla
ilerliyordu. Arabasını gündüz aldığı yere bırakmıştı. Eski model arabaların en
güzel tarafı kapılarının her açılıp kapanmasında dikkat çekecek sesler çıkartan
o saçma alarmlarının olmamasıydı. İşte yine sessizce kapıya anahtarını takmış
ve kimseye duyurmadan binmişti arabasına. Motor sesini duysalar da gecenin
karanlığında farsız bir arabanın plakasını bu sokakta kimse okuyamazdı. Kendini
akıllı sananlar, asıl akıllının kim olduğunu anlayacaktı... Kimse onunla boy
ölçüşemezdi...
*****
Gazete
manşetleri Hakan'ın sinirini bozuyordu. Bir ay arayla ikinci travesti cinayeti
işlenmişti. Yine kaburgaların arasından sokulmuş, ne olduğu tespit edilememiş
bir cisim ile öldürülmüş bir kadın cesedi evinde arkadaşları tarafından
bulunmuştu. Ölenin travesti olduğu
anlaşıldıktan sonra da bir önceki cinayetin de henüz çözülmediği, ikisinin de
aynı şekilde işlendiği yazılmaya başlamıştı. İki gece önce işlenen cinayetin
olay yeri incelemesinde bizzat bulunmuş ama yine en ufak bir ize
rastlayamamıştı. Bu adam gerçekten akıllıydı.
Gazeteciler
cinayetleri travestilerin ölmesi yüzünden birbirine bağlıyordu ama onların
bilmediği asıl ortak nokta sol yüzük parmağındaki kesikti.
Tüm
ekibi odaya topladı. Göreve atandığından beri ikinci kez herkesi aynı anda
karşısında istemişti. Bu da ekibin tedirgin olmasına yetmişti. Çünkü kiminle
işi varsa sadece onları çağırırdı ama bu kez durum farklıydı.
“Hepimiz,
bu travesti cinayetleri için çalışacağız. Karşımızda çok akıllı bir katil var.
Ne olay yeri inceleme ne adlı tıp bize yararlı bilgi veremiyor. Bu durumda
bizlere daha çok iş düşüyor. Tüm komşularını bir kez daha sorguya çekelim.
Kimsenin bir şey görmemiş olması bana normal gelmiyor. Eve zorla girilmemiş.
Maktulün tanıdığı birine kapı açtığını düşünüyorum. Gerçi hayat kadını olarak
çalıştığı düşünülürse tanımadığına da açmış olabilir. Hepinizden isteğim tüm
mesainizi öncelikle bu iki cinayete harcamanız. Yeni işleri daha sonra
bölüştürürüm. Sorunuz var mı?”
Soru
olmayınca herkes masasına geri döndü.
Akın,
hem masasına yürüyor hem de gülüyordu. Hüseyin merakla bakınca “Ölen travestiye
hayat kadını demek ne kadar doğru? Hayat travestisi mi denmeli acaba?”
Onun
soğuk şakasını duyan Deren, “Sen bir şey demesen ne iyi olur.”
“Kızma
ya. Zaten hepimiz sinirliyiz biraz rahatlayalım dedim. Baksana bizim Çevik
kuvvet bile sinirlendi. Adam geldiğinden beri duygusuz biri gibiydi. Meğer
sinirleniyormuş.”
“Amma
abarttın. Elbette duyguları var. Ama sana gösterme gereği duymamıştır.”
Akın,
bu yanıtın ardında yatanın ne olduğunu anlayamamıştı. Acaba Hakan Baş komiserin
Deren’e ilgisi mi vardı? Deren’in yüzüne baktı. Gördüğü az önceki sulu şakasına
olan siniriydi. Masasına oturduğunda o da münasebetsiz şakasına pişman olmuştu.
Hakan
yaslandığı masasından doğruldu. Odası kendisini sıkıyordu. İki gündür gitmek
istediği adrese bir türlü gidememiş olmak da ayrı bir sıkıntıydı. Her cinayete
lafı olan kadının bu kez hiç sesi çıkmıyordu. Demek ki o kadar da iyi değildi.
Kendine gülmeye başladı. Sanki o bir şey söylese işler çözülecekti.
Falcıyı
düşününce pazar cinayeti aklına geldi. Dahili hattan Hüseyin’i aradı.
“Hüseyin,
ne oldu pazardaki bomba dosyası?”
“Son
bir bilgi bekliyorum. Elazığ emniyetinden gelecek amirim.”
“Tekrar
anımsat. Eminim yoğunluktan unutmuşlardır.”
“Emredersiniz
amirim.”
Telefonu
kapattığında Hüseyin de Hakan da unutulmadığını ama savsaklandığını
düşünüyordu. El elin eşeğini türkü çığırarak ararmış...
Yarım
saat sonra Hüseyin elinde kâğıtlarla odaya girdi. Gelen bilgilerde, kırk sekiz
yıl önce kan davasından bir ailenin, valilik tarafından İstanbul'a yollandığı,
orada mahkeme kararı ile soyadlarını değiştirdiklerini ve yeni bir hayat
kurduklarını yazıyordu Elazığ emniyeti.
“Kırk
sekiz yıl önce mi? Bunca yıl sessiz duran aile neden şimdi cinayet işlesin ki?
Bu ailenin adresini bul. Bakalım aradıklarımız onlar mı?” Hüseyin başı ile
selam verip çıkacakken bir daha durdurdu. “Bir de bak bakalım üstlerine kayıtlı
ne var?” Kırmızı minibüs var mı, diyememişti. O kadarını söylerse Hüseyin'in en
azından muhbirden şüpheleneceğini biliyordu. Gerçi akıllı bir polis olan
Hüseyin, işin içinde bir ihbar olduğunu zaten ilk saniyede anlamıştı
Bir
saat kadar sonra masasında ailenin tüm bilgileri vardı. Göçen bir karı kocaydı.
O zamanlar yirmili yaşlarında olan çift şimdi çok yaşlı olmalıydı. Tabii hala
hayattalar ise. Gelen bilgiler arasında
kırmızı minibüse ait bilgi yoktu. Adrese
baktı. Yine bir varoş mahallesi, dedi içinden. İnsanları ölmeye de öldürmeye de
en kolay ikna edenler hep oralarda mı yaşıyordu? Adresi alıp emniyetten
ayrıldığında saat daha on olmamıştı.
Yanında
bu kez Deren vardı. Ardında Akın’ı karamsar düşünceleri ile baş başa
bıraktığını bilmiyordu.
Adil
adresi verdi ve arkasına yaslandı. Deren ön koltukta oturuyordu. Arkada
düşüncelere daldı. Hafta sonu iki gün dinlenecekti. Kardeşi Bayramoğlu’ndaki
evinin anahtarını alabileceğini söylemiş o da kendisi de gelirse gideceğini
aksi halde tek gitmeyeceğini belirtmişti. O zaman Handan, kız arkadaşını götür
demişti.
Kız
arkadaş!
Otuz
iki yaşındaydı. Artık kız arkadaşa değil kalıcı birine ihtiyacı vardı. Ama
böyle birini tanıyacak kadar vakti yoktu. Onun zaman mefhumu olmayan hayatına
ayak uyduracak kimse yoktu. Daha önce kendi işi de saatlere bağlı olmayan bir
kadın tanımış ama onu Ankara'da bırakmıştı. Sık sık buluştuğu ama İstanbul'a
gelirken sadece kuru bir hoşça kal, dediği kadın... Şimdi düşündüğünde yine
aynı kararı veriyordu. O kadınla olmazdı. Onun kadar rahat biri ile kalıcı
ilişki yaşanmazdı.
Emniyetteki
kadınların kendisine nasıl baktığının farkındaydı. Halen onlara ilginç ve ilgi
çekici geliyordu. Ama bu da zamanla değişecekti. Benzer şeyleri önceki iş
yerlerinde de yaşamıştı. Bir süre etrafında dolaşırlar sonra yeni avlara
yönelirlerdi. Diğer ekipteki Yıldız sık sık kendisine yaklaşıyor, ilgisini
çekmek için çaba harcıyordu. Uzak tutmak istedikçe o daha çok ısrar ediyordu.
Ama aynı ortamdan birileri ile ilişki yaşamak kendisine göre değildi. Zaten
daha ne kadar olmuştu İstanbul'a geleli. Yakında birileri ile çıkmaya başlardı.
Daha eski arkadaşlarını arama fırsatı bile bulamamıştı. Ankara'da işler yoğun
derlerdi ama İstanbul şimdiden katlamıştı iş yoğunluğu olarak.
Araba
durunca verdiği adrese geldiklerini anladı. Kapısını açıp indiğinde etrafta
koşturan çocuklar durmuş ona bakmaya başlamıştı. Bunda uzun boyunun ve yapılı
vücudunun etkisi çoktu.
Çocukların
meraklı bakışlarına aldırmadan karşısındaki evin bahçesine girdi. Tek katlı
evin dış boyası yer yer dökülmüştü. Bahçede bir sürü paslı teneke üst üste
yığılmıştı. Bir başka köşede ocak vardı. Kırık çatı kaplamalarının farklı
renkleri ile yapılmış gölgelik, kötü görüntüsüne rağmen çok davetkârdı. Hava
nefes alınamayacak kadar sıcak ve nemliydi. Kapıya ulaşmadan evin kapısı
açıldı. Bu tek katlı evin içinden beli bükülmüş yaşlı bir kadın çıktı. Elinde
içi boş yağ tenekeleri vardı. Belli ki onları hurdacılara satıp para
kazanıyorlardı. Kadın karşısında Hakan'ı görünce ne şaşırmış ne korkmuştu.
“Buyur
delikanlı, adres mi soracaktın?”
“Hayır,
ben Memet Çoban'ı arıyordum.”
“Sen
kimsin?”
“Ben
polisim. Memet bey evde mi?”
“Polisle
ne işi olacak ki Memet'in? Sen yanlış geldin zağar.”
“Kendisi
ile konuşsam? Bir iki soru soracaktım.” Yaşlı kadın, bükük belini biraz
doğrultup Hakan'ın karşısında durdu. Tepeden tırnağa bir daha süzdü. Sonra eli
ile geç işareti yaptı. Bir yandan da Deren'e bakıyordu.
“Geç,
hanım kızımı da al. Sıcakta beklemesin. Ev daha serin.”
Deren
ile Hakan kapıdan girdiklerinde evin içinde ağır bir koku vardı. Çok zor
şartlarda yaşadıkları belliydi. Yaşlı kadın yavaş adımlarla evin iki odasından
biri olan yatak odasına götürdü ikiliyi. Ortada bir yatak, içinde zayıflıktan
tüm kemikleri sayılan çok yaşlı bir adam vardı. Zorlukla nefes alıyordu. Hakan,
olayla direkt bağlantısı olmadığından emin olduğu bu karı kocayı rahatsız
ettiğini düşünüyordu ama yine de olayın onların geçmişi ile ilgisi
olabileceğinden şüpheleniyordu.
“Kendinde
mi eşiniz? Bizi duyabiliyor mu?”
“Söyleneni
anlıyor ama konuşamıyor. Felç geçireli iki yıl oldu. O zamandan beri böyle.”
Deren
dayanamamış “Siz nasıl bakabiliyorsunuz ona, gücünüz yetiyor mu?” diye
sormuştu.
“Konu
komşu hala iyi burada. Geliyorlar yardıma. Allaha şükür idare ediyoruz işte.
Allah ona sağlık versin de ben bakarım.”
Hakan,
duyduklarını gördüklerini hazmetmeye çalışıyordu. İki yaşlı insanın bu
şartlarda yaşaması çok üzücüydü. Daha fazla rahatsız etmemek için hemen konuya
girdi.
“Elazığ'daki
kan davasını biliyoruz. Bize anlatabileceğiniz bir şeyler var mı? Geçenlerde
bir bomba patladı ve iki kişi öldü. Sizinle ilgisi olabilir mi?”
“Bildim
o olayı. Televizyonda gösterdilerdi. Ama Memet'in köyden mi ki onlar? Ben
tanımam ki? Memet de tanısa da diyemez. Hem dava biteli çok oldu. Onu
İstanbul’a kaçırmışlar, saklamışlar, kimse de izini bulamamış. Hem zaten kan
davası olsa ya Memet ölürdü ya da oğlu. Ama oğlu ölseydi ben bilirdim.”
Kadın
o kadar rahat konuşuyordu ki Hakan kaşlarını çattı.
“Oğlu
sizin de oğlunuz değil mi?”
“Yok
delikanlı, ben Memet'in ikinci hanımıyım. İlk hanımı oğlu ile terk etti gitti.
Sonra başkasıyla evlendi. Ama çok oldu. O kadın da ölmüş galiba. Yine de Allah
rahmet eylesin. Memet'imi çok üzmüş zamanında.”
“Nasıl
üzmüş?” Hakan, hala doğru yerde olup olmadıklarından emin değildi. Yaşlı
kadının yorgun sesi, kocasının eski eşinden ve oğlundan bahsederken biraz daha
canlanıyordu. Kızgınlığı bunca yıl sonra bile kendini belli ediyordu. İki polis
de şimdi anlıyordu bu yaşlı kadının yaşama amacının içeride yatan adam
olduğunu.
“Evinden,
memleketinden ayrılmayı hep Memet'ten bilmiş. Anasını babasını göremediği için
hep Memet'e kızmış. Sonra beş yaşındaki oğlunu almış ve terk etmiş benim adamı.
Sonra evlenmiş başka biriyle.”
“Oğlu
nerde? Biliyor musunuz?” Hakan, emniyetteki kayıtlarda bu çocuktan hiç
bahsedilmemesini anlamamıştı.
“Bilmem.
Bir adını bilirim. Selami adı. Ama anasının ikinci eşinin adını bilmiyorum.
Onun nüfusuna geçmişti, Selami. Babasını ne arar ne sorar.” İşte yine kızgındı
o titrek ses. Hakan, elinde olmadan bu kadına üzüldüğünü hissetti. Neler
yaşadılar, nelere göğüs gerdiler bilemese de o sesten hepsini duyabiliyordu.
“Siz
bize çok yardımcı oldunuz. Biz buluruz sonrasını. Merak etmeyin.”
Evden
çıktıklarında içerinin ağır kokusundan sonra mahallenin tozlu kokusu bile daha
güzel gelmişti. Arabaya doğru yürürken Deren, “Amirim, bu çocuk mu acaba davayı
devam ettiren?”
“Olabilir
de olmayabilir de ama çok tuhaf şeyler olmuş. Araştırmayı derinleştir. Kimmiş,
neymiş öğren.”
Arabaya
biner binmez telefonu çalınca ekrana baktı. Bürodan arıyorlardı.
“Efendim,
Akın?”
Akın,
emniyet müdürünün kendisini çağırdığını söyledi. Bu davetin ikinci travesti
cinayeti ile ilgili olduğunu tahmin ediyordu. “Tamam, birazdan ordayız.”
Deren,
Akın'ın adını duyunca kulak kabartmış ama sonraki konuşmayı anlayınca yine
camdan dışarıya bakmaya başlamıştı. Amiri eğer anlarsa kendisini gönderir
korkusu ile tüm hareketlerine dikkat ediyordu. Zaten Akın'ın ona karşı ilgisi
yoktu ki. Neden kendi kendine gelin güvey oluyordu? Çünkü gönül söz
dinlemiyordu. Dinlese çoktan vazgeçmişti Akın'dan...
Hakan,
telefonu kapattıktan sonra diğer davasını düşünmeye başladı. Polisin tekniklerini iyi bilen biri vardı
karşılarında. Hiç iz bırakmaması bunun kanıtıydı. Ama polislerin de bildiği bir
şey vardı... Kusursuz cinayet olmaz... Eninde sonunda bir ipucu bulacaklardı.
Biraz
gözlerini dinlendirmek için başını arkaya yasladı. Emniyetin önüne
geldiklerinde kısa sürede beynini dinlendirmiş bir Hakan indi arabadan. Tam
merdivenlere yönelmişti ki telsizden yeni bir cinayet haberi geldi.
“Deren,
sen bekle ben Akın'ı yolluyorum. Birlikte gidin.”
“Emredersiniz
amirim.” Deren, sesinin normal çıktığından emin değildi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder