20 Temmuz 2015 Pazartesi

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 14. Bölüm

“Yeni cihazı ne zaman kullanacağız?”

“Sen ve ben eğitimi tamamlayıp sertifikamızı alınca.”

“Ama daha bir hafta var. Şimdiden başlasak? Zaten üç ders kaldı.”

“Evet, ama epilasyon önemli bir şey. Eğitimimiz bitmeden o cihaz açılmayacak. Hafta sonu istersen başlarız kullanmaya. İlk hasta sen olursun. Ben de sana epilasyon yaparım. Olur mu?”

“Neden ilk bana yapılıyor?”

“Ayşegül, ilk sana yapayım ki bir şey olursa sana olsun. Yoksa hastaların mı canını yakalım?”

“Hani bu can yakmıyordu?”

“Can falan yakmıyor. Ama ilk önce biz birbirimize yapalım. Denemeden müşterilere açmayız, tamam mı?”

“Tamam.” Sesi tedirgin çıkınca Nil kahkahayı patlattı.

Nil, öğlenden beri Ayşegül ile uğraşıyordu. O gün, epilasyon makinesi gelmiş, üst kattaki odalardan biri yeniden düzenlenmişti.  Şimdi o odada ikisi konuşuyordu.  Yakında neredeyse yatmak için tek odası kalacaktı. Ama işleri iyi gittikçe daha fazla yeni hizmet gerekiyordu.


Üstündeki askılı tuniğinin eteklerini sallayarak kendisini serin hava yaratmaya çalıştı. Üst katta klima yoktu. O yüzden öğlen saatlerinde itibaren çok sıcak oluyordu. Klimaya gerek olmayacaktı aslında. Çünkü makine zaten soğutacaktı odayı. Son kez etrafına baktı. Bir iki ufak noksanı aklına not edip alt kata indi. Ayşegül de arkasından gelip mutfağa doğru yürüdü.

Çay saati gelmişti.

*****

İki gündür, yeni yatak arkadaşının yanında kalıyordu. Daha fazla yük olmak istemediğini söyleyerek kendi evine geçmek için en uygun zamandı. Çünkü artık planı hazırdı. Yan apartmanda yaşayan kadının son saatleri gelmişti.

Sırt çantasını kapatırken etrafına bakındı. Bir şey unutmamak için dikkatli gözleri odayı ikinci kez taradı. Evine davet eden ve iki gün boyunca yatağından çıkmayan kadını son kez öptü. “Hafta sonu görüşürüz.” dedi. Hafta sonu kendisinde kalmasını istediğini söylemiş, birlikte havuza gitmekten söz etmişti. Üstelik tüm planların yarın iptal olacağını bilerek!

Kapıdan çıktı. Yan apartmanın önüne geldiğinde saatine baktı. Hızlı adımlarla yürümeye başladı. Üç sokak sonra arabasının olduğu yere geldiğinde saatine tekrar baktı. Sadece yedi dakika sürmüştü. Zamanlama yeterliydi. Önemli olan işini sessiz halletmekti. Çığlık atmadığı sürece, yedi dakika, polisler gelmeden kaçmak için fazlaydı bile.

Arabasına binip yola çıktığında etrafı yeniden gözden geçirdi. Tüm kameralı iş yerlerini tek tek zihnine not etti. Yeniden ormanda olmak için neler vermezdi ama hep ormana gideni bulmak kolay olmuyordu.

Evine geldiğinde kapısının önündeki çiçeğin toprağının kuruduğunu gördü. Eve girer girmez bir sürahi su ile yeniden çıktı. Ölmesine dayanamazdı. Suladıkça rahatladı. Ölmeyecekti!

Tüm öğleden sonrasını yeniden planını gözden geçirerek tamamladı. Gece yarısı olduğunda mutfağa gitti. Termosunun kapağını sıkıca kapattı sırt çantasındaki özel bölüme koydu. Diğer termosuna da kahvesini koydu. Hemen eve gelmeyebilirdi. Bu kez kahve aramak istemiyordu sokaklarda. Sokaklar tehlikeliydi gece...

Artık çok hızlı olmalıydı. Öyle de yaptı. Gece yarısını biraz geçe yeni sevgilisinin yan apartmanındaydı. Işık yakmadan ikinci kata çıktı. Ameliyat eldivenlerini giymişti. İz bırakacak ne varsa temizleyecekti ama yine de şansa bırakamazdı. Polislerin nelere bakacağını biliyor tedbir alıyordu.

Kapıyı çaldıktan sonra koridorun ışığını yaktı. Böylece kimse dışarıdan içeriye giren birini görmemiş oldu. Kapının açılmasını beklerken içi heyecanla dolmuştu. İşte yine tatmin olacaktı.

Uyku mahmurluğunu yansıtır şekilde sürüyerek yürüyen ayak sesi kapıya yaklaştı. Göz deliğinden bakıp gelen kişiyi tanıyınca hemen kapı açıldı.

Zaten biliyordu böyle olacağını. İki günü boşuna o kadınla geçirmemişti. Arkadaşı ile tanışmak ve kapıyı çaldığında açtırmak içindi tüm yaptıkları. Elleri ceplerinde bekliyordu kapının önünde. Kadın, onun bu rahat tavrından daha da etkilenmişti.

“Ne oldu da bana geldin? Seni yataktan mı attı?” Yataktan yeni kalkmıştı ama saçı başı şuh bir dağınıklık ile seksilik katıyordu genç kadına. Onu tepeden tırnağa süzdükten sonra bakışlarını dudaklarına dikip kendi dudaklarını yaladı. Kadın onun istekli yüzüne bakarken daha da keyiflendi. Kadınlar kendilerini bir şey sanıyor ama erkeği ellerinde tutmayı bilmiyordu. 

“Beni yatağından atacağına inanıyor musun? Sadece senin için gelmiş olamaz mıyım? Hem bu geceyi sende geçireceğimi bilse beni o kadar rahat evime yollar mı? ”

“Gel aslanım, gel. O karı da kıymet bilmediğiyle kalsın.”

Genç kadın salına salına yatak odasına doğru yürümeye başladı. “Çantanı masaya bırak. Hatta vakit kaybetme yolda soyun.” Kendisi bu arada üzerine geçirdiği sabahlıktan kurtuluyordu. Beyaz sabahlık uçuşarak yere düştü. Arkasından yürürken sabahlığa basmadan üstünden atladı. Kumaş çok fazla delili üstünde barındırırdı. Önünde çıplak vücuduna giydiği kısa gecelik ile yürüyen kadını takip etti. Yatak odasına girdiğinde her şey hazırdı.

Fısıltı ile yanıtladı kadını… “Sen soyarsın.”

Sesini kulağının dibinde duyan kadın cilveli bir şekilde arkasını döndü. Arkasındaki adamın elindekini gördüğünde bağırmaya bile fırsat bulamadı.

Eldivenli sol eli ile ağzını kapatmış diğer elindekini kalbine saplamıştı. Kısa bir direnç gösterisinden sonra kadın kanlar içinde yere doğru kaydı. Yavaşça yere bıraktı. Genç kadının boğazından hırıltılar çıkarken önce kadının tırnak içlerini kontrol etti. Ne kumaş ne de kendisine ait deri olmadığını görüp rahatladı.  Sonra sol elinin yüzük parmağının üstündeki deriyi alyans büyüklüğünde kesti. Genç kadına son kez baktı. Ölmüştü...

Önce evde sonra da apartmanın koridorunda kendisine ait iz kalmaması için küçük çapta bir temizlik yaptı. Üstünde zaten tüylü bir şey yoktu. Yaz sıcağında naylon ağırlıklı kıyafetler giymişti. Görevi bitmeden polisin onu yakalamasını istemiyordu. Ayakkabılarından dökülmüş bir şey olmadığından emin olmak için yerleri iyice temizledi.

Apartmanın iç ışığını yine yakmadan indi. Bu eski apartmanların kapılarının bu kadar kolay açılması kapanması çok güzeldi. Sakin adımlarla yürüdü.

Sokakta kimse yoktu. Sokağı bitirdiğinde hızlandı. Şimdi daha seri adımlarla ilerliyordu. Arabasını gündüz aldığı yere bırakmıştı. Eski model arabaların en güzel tarafı kapılarının her açılıp kapanmasında dikkat çekecek sesler çıkartan o saçma alarmlarının olmamasıydı. İşte yine sessizce kapıya anahtarını takmış ve kimseye duyurmadan binmişti arabasına. Motor sesini duysalar da gecenin karanlığında farsız bir arabanın plakasını bu sokakta kimse okuyamazdı. Kendini akıllı sananlar, asıl akıllının kim olduğunu anlayacaktı... Kimse onunla boy ölçüşemezdi...

*****

Gazete manşetleri Hakan'ın sinirini bozuyordu. Bir ay arayla ikinci travesti cinayeti işlenmişti. Yine kaburgaların arasından sokulmuş, ne olduğu tespit edilememiş bir cisim ile öldürülmüş bir kadın cesedi evinde arkadaşları tarafından bulunmuştu.  Ölenin travesti olduğu anlaşıldıktan sonra da bir önceki cinayetin de henüz çözülmediği, ikisinin de aynı şekilde işlendiği yazılmaya başlamıştı. İki gece önce işlenen cinayetin olay yeri incelemesinde bizzat bulunmuş ama yine en ufak bir ize rastlayamamıştı. Bu adam gerçekten akıllıydı.

Gazeteciler cinayetleri travestilerin ölmesi yüzünden birbirine bağlıyordu ama onların bilmediği asıl ortak nokta sol yüzük parmağındaki kesikti.

Tüm ekibi odaya topladı. Göreve atandığından beri ikinci kez herkesi aynı anda karşısında istemişti. Bu da ekibin tedirgin olmasına yetmişti. Çünkü kiminle işi varsa sadece onları çağırırdı ama bu kez durum farklıydı.

“Hepimiz, bu travesti cinayetleri için çalışacağız. Karşımızda çok akıllı bir katil var. Ne olay yeri inceleme ne adlı tıp bize yararlı bilgi veremiyor. Bu durumda bizlere daha çok iş düşüyor. Tüm komşularını bir kez daha sorguya çekelim. Kimsenin bir şey görmemiş olması bana normal gelmiyor. Eve zorla girilmemiş. Maktulün tanıdığı birine kapı açtığını düşünüyorum. Gerçi hayat kadını olarak çalıştığı düşünülürse tanımadığına da açmış olabilir. Hepinizden isteğim tüm mesainizi öncelikle bu iki cinayete harcamanız. Yeni işleri daha sonra bölüştürürüm. Sorunuz var mı?”

Soru olmayınca herkes masasına geri döndü.

Akın, hem masasına yürüyor hem de gülüyordu. Hüseyin merakla bakınca “Ölen travestiye hayat kadını demek ne kadar doğru? Hayat travestisi mi denmeli acaba?”

Onun soğuk şakasını duyan Deren, “Sen bir şey demesen ne iyi olur.”

“Kızma ya. Zaten hepimiz sinirliyiz biraz rahatlayalım dedim. Baksana bizim Çevik kuvvet bile sinirlendi. Adam geldiğinden beri duygusuz biri gibiydi. Meğer sinirleniyormuş.”

“Amma abarttın. Elbette duyguları var. Ama sana gösterme gereği duymamıştır.”

Akın, bu yanıtın ardında yatanın ne olduğunu anlayamamıştı. Acaba Hakan Baş komiserin Deren’e ilgisi mi vardı? Deren’in yüzüne baktı. Gördüğü az önceki sulu şakasına olan siniriydi. Masasına oturduğunda o da münasebetsiz şakasına pişman olmuştu.


Hakan yaslandığı masasından doğruldu. Odası kendisini sıkıyordu. İki gündür gitmek istediği adrese bir türlü gidememiş olmak da ayrı bir sıkıntıydı. Her cinayete lafı olan kadının bu kez hiç sesi çıkmıyordu. Demek ki o kadar da iyi değildi. Kendine gülmeye başladı. Sanki o bir şey söylese işler çözülecekti.

Falcıyı düşününce pazar cinayeti aklına geldi. Dahili hattan Hüseyin’i aradı.

“Hüseyin, ne oldu pazardaki bomba dosyası?”

“Son bir bilgi bekliyorum. Elazığ emniyetinden gelecek amirim.”

“Tekrar anımsat. Eminim yoğunluktan unutmuşlardır.”

“Emredersiniz amirim.”

Telefonu kapattığında Hüseyin de Hakan da unutulmadığını ama savsaklandığını düşünüyordu. El elin eşeğini türkü çığırarak ararmış...

Yarım saat sonra Hüseyin elinde kâğıtlarla odaya girdi. Gelen bilgilerde, kırk sekiz yıl önce kan davasından bir ailenin, valilik tarafından İstanbul'a yollandığı, orada mahkeme kararı ile soyadlarını değiştirdiklerini ve yeni bir hayat kurduklarını yazıyordu Elazığ emniyeti.

“Kırk sekiz yıl önce mi? Bunca yıl sessiz duran aile neden şimdi cinayet işlesin ki? Bu ailenin adresini bul. Bakalım aradıklarımız onlar mı?” Hüseyin başı ile selam verip çıkacakken bir daha durdurdu. “Bir de bak bakalım üstlerine kayıtlı ne var?” Kırmızı minibüs var mı, diyememişti. O kadarını söylerse Hüseyin'in en azından muhbirden şüpheleneceğini biliyordu. Gerçi akıllı bir polis olan Hüseyin, işin içinde bir ihbar olduğunu zaten ilk saniyede anlamıştı

Bir saat kadar sonra masasında ailenin tüm bilgileri vardı. Göçen bir karı kocaydı. O zamanlar yirmili yaşlarında olan çift şimdi çok yaşlı olmalıydı. Tabii hala hayattalar ise.  Gelen bilgiler arasında kırmızı minibüse ait bilgi yoktu.  Adrese baktı. Yine bir varoş mahallesi, dedi içinden. İnsanları ölmeye de öldürmeye de en kolay ikna edenler hep oralarda mı yaşıyordu? Adresi alıp emniyetten ayrıldığında saat daha on olmamıştı.

Yanında bu kez Deren vardı. Ardında Akın’ı karamsar düşünceleri ile baş başa bıraktığını bilmiyordu.

Adil adresi verdi ve arkasına yaslandı. Deren ön koltukta oturuyordu. Arkada düşüncelere daldı. Hafta sonu iki gün dinlenecekti. Kardeşi Bayramoğlu’ndaki evinin anahtarını alabileceğini söylemiş o da kendisi de gelirse gideceğini aksi halde tek gitmeyeceğini belirtmişti. O zaman Handan, kız arkadaşını götür demişti.

Kız arkadaş!

Otuz iki yaşındaydı. Artık kız arkadaşa değil kalıcı birine ihtiyacı vardı. Ama böyle birini tanıyacak kadar vakti yoktu. Onun zaman mefhumu olmayan hayatına ayak uyduracak kimse yoktu. Daha önce kendi işi de saatlere bağlı olmayan bir kadın tanımış ama onu Ankara'da bırakmıştı. Sık sık buluştuğu ama İstanbul'a gelirken sadece kuru bir hoşça kal, dediği kadın... Şimdi düşündüğünde yine aynı kararı veriyordu. O kadınla olmazdı. Onun kadar rahat biri ile kalıcı ilişki yaşanmazdı.

Emniyetteki kadınların kendisine nasıl baktığının farkındaydı. Halen onlara ilginç ve ilgi çekici geliyordu. Ama bu da zamanla değişecekti. Benzer şeyleri önceki iş yerlerinde de yaşamıştı. Bir süre etrafında dolaşırlar sonra yeni avlara yönelirlerdi. Diğer ekipteki Yıldız sık sık kendisine yaklaşıyor, ilgisini çekmek için çaba harcıyordu. Uzak tutmak istedikçe o daha çok ısrar ediyordu. Ama aynı ortamdan birileri ile ilişki yaşamak kendisine göre değildi. Zaten daha ne kadar olmuştu İstanbul'a geleli. Yakında birileri ile çıkmaya başlardı. Daha eski arkadaşlarını arama fırsatı bile bulamamıştı. Ankara'da işler yoğun derlerdi ama İstanbul şimdiden katlamıştı iş yoğunluğu olarak. 

Araba durunca verdiği adrese geldiklerini anladı. Kapısını açıp indiğinde etrafta koşturan çocuklar durmuş ona bakmaya başlamıştı. Bunda uzun boyunun ve yapılı vücudunun etkisi çoktu.

Çocukların meraklı bakışlarına aldırmadan karşısındaki evin bahçesine girdi. Tek katlı evin dış boyası yer yer dökülmüştü. Bahçede bir sürü paslı teneke üst üste yığılmıştı. Bir başka köşede ocak vardı. Kırık çatı kaplamalarının farklı renkleri ile yapılmış gölgelik, kötü görüntüsüne rağmen çok davetkârdı. Hava nefes alınamayacak kadar sıcak ve nemliydi. Kapıya ulaşmadan evin kapısı açıldı. Bu tek katlı evin içinden beli bükülmüş yaşlı bir kadın çıktı. Elinde içi boş yağ tenekeleri vardı. Belli ki onları hurdacılara satıp para kazanıyorlardı. Kadın karşısında Hakan'ı görünce ne şaşırmış ne korkmuştu.

“Buyur delikanlı, adres mi soracaktın?”

“Hayır, ben Memet Çoban'ı arıyordum.”

“Sen kimsin?”

“Ben polisim. Memet bey evde mi?”

“Polisle ne işi olacak ki Memet'in? Sen yanlış geldin zağar.”

“Kendisi ile konuşsam? Bir iki soru soracaktım.” Yaşlı kadın, bükük belini biraz doğrultup Hakan'ın karşısında durdu. Tepeden tırnağa bir daha süzdü. Sonra eli ile geç işareti yaptı. Bir yandan da Deren'e bakıyordu.

“Geç, hanım kızımı da al. Sıcakta beklemesin. Ev daha serin.”

Deren ile Hakan kapıdan girdiklerinde evin içinde ağır bir koku vardı. Çok zor şartlarda yaşadıkları belliydi. Yaşlı kadın yavaş adımlarla evin iki odasından biri olan yatak odasına götürdü ikiliyi. Ortada bir yatak, içinde zayıflıktan tüm kemikleri sayılan çok yaşlı bir adam vardı. Zorlukla nefes alıyordu. Hakan, olayla direkt bağlantısı olmadığından emin olduğu bu karı kocayı rahatsız ettiğini düşünüyordu ama yine de olayın onların geçmişi ile ilgisi olabileceğinden şüpheleniyordu.

“Kendinde mi eşiniz? Bizi duyabiliyor mu?”

“Söyleneni anlıyor ama konuşamıyor. Felç geçireli iki yıl oldu. O zamandan beri böyle.”

Deren dayanamamış “Siz nasıl bakabiliyorsunuz ona, gücünüz yetiyor mu?” diye sormuştu.

“Konu komşu hala iyi burada. Geliyorlar yardıma. Allaha şükür idare ediyoruz işte. Allah ona sağlık versin de ben bakarım.”

Hakan, duyduklarını gördüklerini hazmetmeye çalışıyordu. İki yaşlı insanın bu şartlarda yaşaması çok üzücüydü. Daha fazla rahatsız etmemek için hemen konuya girdi.

“Elazığ'daki kan davasını biliyoruz. Bize anlatabileceğiniz bir şeyler var mı? Geçenlerde bir bomba patladı ve iki kişi öldü. Sizinle ilgisi olabilir mi?”

“Bildim o olayı. Televizyonda gösterdilerdi. Ama Memet'in köyden mi ki onlar? Ben tanımam ki? Memet de tanısa da diyemez. Hem dava biteli çok oldu. Onu İstanbul’a kaçırmışlar, saklamışlar, kimse de izini bulamamış. Hem zaten kan davası olsa ya Memet ölürdü ya da oğlu. Ama oğlu ölseydi ben bilirdim.”

Kadın o kadar rahat konuşuyordu ki Hakan kaşlarını çattı.

“Oğlu sizin de oğlunuz değil mi?”

“Yok delikanlı, ben Memet'in ikinci hanımıyım. İlk hanımı oğlu ile terk etti gitti. Sonra başkasıyla evlendi. Ama çok oldu. O kadın da ölmüş galiba. Yine de Allah rahmet eylesin. Memet'imi çok üzmüş zamanında.”

“Nasıl üzmüş?” Hakan, hala doğru yerde olup olmadıklarından emin değildi. Yaşlı kadının yorgun sesi, kocasının eski eşinden ve oğlundan bahsederken biraz daha canlanıyordu. Kızgınlığı bunca yıl sonra bile kendini belli ediyordu. İki polis de şimdi anlıyordu bu yaşlı kadının yaşama amacının içeride yatan adam olduğunu.

“Evinden, memleketinden ayrılmayı hep Memet'ten bilmiş. Anasını babasını göremediği için hep Memet'e kızmış. Sonra beş yaşındaki oğlunu almış ve terk etmiş benim adamı. Sonra evlenmiş başka biriyle.”

“Oğlu nerde? Biliyor musunuz?” Hakan, emniyetteki kayıtlarda bu çocuktan hiç bahsedilmemesini anlamamıştı.

“Bilmem. Bir adını bilirim. Selami adı. Ama anasının ikinci eşinin adını bilmiyorum. Onun nüfusuna geçmişti, Selami. Babasını ne arar ne sorar.” İşte yine kızgındı o titrek ses. Hakan, elinde olmadan bu kadına üzüldüğünü hissetti. Neler yaşadılar, nelere göğüs gerdiler bilemese de o sesten hepsini duyabiliyordu.

“Siz bize çok yardımcı oldunuz. Biz buluruz sonrasını. Merak etmeyin.”

Evden çıktıklarında içerinin ağır kokusundan sonra mahallenin tozlu kokusu bile daha güzel gelmişti. Arabaya doğru yürürken Deren, “Amirim, bu çocuk mu acaba davayı devam ettiren?”

“Olabilir de olmayabilir de ama çok tuhaf şeyler olmuş. Araştırmayı derinleştir. Kimmiş, neymiş öğren.”

Arabaya biner binmez telefonu çalınca ekrana baktı. Bürodan arıyorlardı.

“Efendim, Akın?”

Akın, emniyet müdürünün kendisini çağırdığını söyledi. Bu davetin ikinci travesti cinayeti ile ilgili olduğunu tahmin ediyordu. “Tamam, birazdan ordayız.”

Deren, Akın'ın adını duyunca kulak kabartmış ama sonraki konuşmayı anlayınca yine camdan dışarıya bakmaya başlamıştı. Amiri eğer anlarsa kendisini gönderir korkusu ile tüm hareketlerine dikkat ediyordu. Zaten Akın'ın ona karşı ilgisi yoktu ki. Neden kendi kendine gelin güvey oluyordu? Çünkü gönül söz dinlemiyordu. Dinlese çoktan vazgeçmişti Akın'dan...

Hakan, telefonu kapattıktan sonra diğer davasını düşünmeye başladı.  Polisin tekniklerini iyi bilen biri vardı karşılarında. Hiç iz bırakmaması bunun kanıtıydı. Ama polislerin de bildiği bir şey vardı... Kusursuz cinayet olmaz... Eninde sonunda bir ipucu bulacaklardı.

Biraz gözlerini dinlendirmek için başını arkaya yasladı. Emniyetin önüne geldiklerinde kısa sürede beynini dinlendirmiş bir Hakan indi arabadan. Tam merdivenlere yönelmişti ki telsizden yeni bir cinayet haberi geldi.

“Deren, sen bekle ben Akın'ı yolluyorum. Birlikte gidin.”

“Emredersiniz amirim.” Deren, sesinin normal çıktığından emin değildi...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder