“Bu
dosya ile ilgili yeni bir gelişme yok mu? Neden hala olay yerinden raporlar
gelmedi?”
Hakan,
fabrikanın otoparkında öldürülen muhasebecinin katilinin hala yakalanmamış olmasına
sinirleniyordu. Aslında bu sinirinin ardında yavaş işleyen bürokrasiden çok,
akşam kardeşi ve eşi ile birlikte olduğu yemeğin de etkisi vardı. Kardeşi mutlu
gözükmeye çalışıyordu. Ama onun gözlerinden elbette kaçmayan durgunluğu ve
eniştesinin saklamaya çalıştığı soğuk davranışları canını çok sıkmıştı. Bir
sorun olduğu ortadaydı ama ne olduğunu anlatmayan kardeşini zorla
konuşturamazdı ki!
“Birazdan
gelecekmiş, amirim. Aradığımda dün yolladıklarını söylediler. Evrakların kaydı
biter bitmez bizde olur.” Bunu duyan hakan sinirle masasından kalktı. Pencereye
doğru yürürken sert bir sesle, “Rıza, hemen kap gel o evrakları. Kayıttakilere
de söyle daha hızlı çalışsınlar.” dedi.
Hakan
da Rıza da kayıttakilerin değişmeyeceğini biliyor ama içlerindekini söyleyip
rahatlıyordu.
İstanbul'a
tayin olduğundan beri iki hafta geçmiş, bir sürü olayı çözmüş ama hala otopark
cinayetini sonuçlandıramamıştı. Olay yeri incelemede yaşanan bir karışıklık da
tuz biber ekmişti. Onlara gelmesi gereken dosya başka bir birime yollanmış,
doğru yere gelmesi günler almıştı.
Kadın
şüpheliler için ifadelerinin alınması bile olay olmuştu. Resimdeki farklılık
için kırk dereden su getiren yetkilileri ikna etmiş, bu kez de fabrika
sahibinin karısının yurt dışından dönmesini beklemeleri gerekmişti. Kadın bir
toplantı için üç günlüğüne gitmiş, bir hafta kalmıştı. Dönmemesi tüm şüpheleri
üstünde toplamış, ama iki gün önce valizler dolusu eşya ile yurda dönmüştü. Ne
ölen adam ne kocasının zanlı olması kadını alışverişten alıkoymamıştı.
“Rıza,
sen şu olay yeri bilgilerini bir daha gözden geçir. Neyi atlıyoruz? Bir de ben
olay yerini incelemeden kimse orada bir çöpün yerini değiştirmesin. Sonra
resimlerle boğuşup duruyoruz.”
Sesindeki kararlılık Rıza'nın dikkatinden kaçmadı. Gerçi resim üzerinden
de iki olayı çözmüştü Hakan Başkomiser ama bu ona yetmiyordu. Bu kadar uzun
sürmemeliydi gerçek suçlunun içeri tıkılması... Rıza amirine hak vererek çıktı
odadan.
Maktul,
aynı şirkette üç yıldır çalışıyordu. Üç yılda işe alınan ve işten atılan kadınları
incelemediklerini fark etti. Çünkü yılbaşından beri yani yedi aydır kimse işten
atılmamıştı. Ama kendisi de çok iyi biliyordu ki intikam, soğuk yenen bir
yemekti. Hemen fabrikaya telefon açtı. Son üç yılda işten çıkartılan kadınların
listesini istedi. Fabrika sahibinin yardımcı olma çabası ile işler daha hızlı
yürüyordu.
Öğleden
sonra yedi kadına ait bilgiler ellerine ulaşmıştı. Bu arada olay yeri
incelemenin kaybolan evrakları nihayet ellerine ulaşmıştı. Cinayet günü alınan
ölçümler ile 55-60 kilo arası bir erkek ya da bir kadın katilin peşinde
olmaları gerektiği kesinleşmişti. İzmaritteki DNA ne fabrikada patronunun, ne
de diğer çalışanların değildi. Yanıltmaca olduğundan zaten emindi. Şimdi
ayakkabı izi üzerinden yakalamaya uğraşacaktı. Elindeki listede yer alan
isimleri bölüştürdü. Yarısına kendisi gidecekti. Diğer yarısını Akın ile
Deren'e bıraktı. Ertesi gün ilk işleri
bu olacaktı.
Sonra
sırada öldürülen travesti vardı. Tek bir ipucu bulunamamıştı. İşte asıl olay
oydu.
Cinayet
sivri uçlu bir alet ile işlenmişti. Ama bu sivri uçlu alet neydi?
******
Düğün
salonunun yakınına arabasını park etti. Üstünde çok şık nil yeşili bir elbise
vardı. Kahverengi gözlerinin üstüne aynı renkten far, güneşte renklenmiş yüzüne
biraz allık sürmüş, dudaklarına şeftali rengi bir ruj ile renk vermişti.
Arabası ile salon
arasındaki yolda birçok baş kendisinden yana dönünce görüntüsünün güzel
olduğundan emin oldu.
İçerisi oldukça kalabalıktı. Kendisini Umut karşılamış, masasını göstermişti. Yemekli düğünde
herkesin yeri önceden belirlenmişti.
Nil, masaya yaklaşınca bir ay önce kendisine ilgi gösteren, ertesi gün
için randevu kopartmak için kırk takla atan, sonra da almaya gelmeyen İsmail'i
görünce sinirlendi.
“Başka
masa yok muydu, Umut? Mahsus mu yaptınız?”
“Neyi mahsus mu yaptık? Anlamadım!” Şaşkın bakıyordu Umut.
“Haklısın, ne bileceksin ki? Tamam, canım, sorun yok.” diyerek masadaki
yerine oturdu. İsmail karşıdan kendisine mahcup gözlerle bakıyordu. Nil sadece
selam verip, başını kapıdan giren kalabalığı doğru çevirdi.
“Nil, benimle konuşmayacak mısın?” İsmail'in sesini yanı başında duyunca
şaşırdı. Ne ara gelmişti yanına?
“Neden konuşmayayım? Nasılsın?” Çok da umurundaydı sanki?
“Sana bir özür borçluyum.” Sesinde gerçek bir mahcubiyet vardı. Ama
Nil’in böyle tavırlara pabuç bırakmayacağını bilmiyordu.
“Özür borcun yok. Unutalım gitsin.”
“Unutamam. Seninle görüşebilmeyi çok istiyordum ama çok acil
göreve çağırıldım. Denizden sana ulaşmam mümkün olmadı. Sonra da utandım
arayamadım.”
“Önemli değil dedim ya. Görevin bitti mi? Yine dönecek misin?”
“Bu kez seninle görüşmeden dönmem.”
“Sanırım beni yanlış anladın. Görüşebilmek için sormadım.
Nezaketen konuşuyorum.” Nil, eline geçen fırsatı değerlendiriyor ve
bekletilmenin intikamını alıyordu.
“Bana kızgınsın anlıyorum ama inan kendimi affettireceğim. Yarın
birlikte yemek yiyelim mi?” İsmail, hatasının farkındaydı. Israr ederse yeni
bir randevu kopartacağına inanıyordu.
“Üzgünüm işim var.” Nil çok kesin konuşmuştu.
“Eğer gerçekten üzgünsen işini ertelersin!”
“Neden? Ne kadar tuhaf bir istek bu! Sen işini erteledin mi?”
İsmail, verecek yanıt bulamamış, eline su bardağını alıp kafasına
dikmişti. Nil ise içi rahat arkasın yaslanmış masadakilerle konuşmaya
başlamıştı. Zaten hiç arkadaş sıkıntısı çekmezdi. Bu akşam bu özelliği daha çok
işine yaramıştı. Diğer tarafında oturan Safa adlı erkek ile muhabbet etmişti.
Bir süre sonra müzik değişti. Gelin ile damat geliyordu.
Erhan ile Uğur, nikâh masasına doğru yürürken aşkları da
mutlulukları da gözlerinden okunuyordu.
Nikâh kıyılırken gözlerinin dolmasını engelleyememişti Nil. Bir
gün kendisi de bu kadar mutlu olacak, bu kadar sevecek miydi?
Dans müziği başladığında aynı masada oturan İsmail ile Safa, aynı
anda Nil'i dansa kaldırmak istemiş, doğal olarak Safa kazanan taraf olmuştu.
Ama Nil bu kez tedbirli olacak asla hiçbir teklifi kabul etmeyecekti...
Safa'nın teklifini de kabul etmedi.
Uğur ile Erhan, Erhan'dan hiç beklenmeyecek kıvraklıkta hareketler
ile pistin ortasındaydı. Erhan yılbaşından önce kaza geçirmiş. Omurlarından
yaralanmıştı. Geçirdiği kazadan sonra tedavisini şimdiki eşi yapmıştı. O da
eşinin ne kadar iyi bir fizyoterapist olduğunu ispatlarcasına pistte dans
ediyordu.
Onur ile eşi Sedat da onlara katılmıştı. Bir ara Umut pistte
Nil'in kulağına eğilmiş, senin yüzünden hoplayamıyorum bebek yoksa bu gecenin
intikamını senin düğününde alacağım, demişti.
Çılgınca eğlenen gençler sabaha doğru geceyi noktaladığında İsmail
de tarih olmuştu...
*****
Hakan,
pazartesi ilk adrese ulaştıklarında iki çocuğu ile bahçede oturan ve onlara
ekmek üstüne salça süren bir kadınla karşılaştı.
“Sultan
Hızlan ile mi görüşüyorum?” Bu arada kimliğini gösteriyordu. Kadın, polis
kimliğini görünce tedirgin oldu. Kucağındaki çocuğu ile ayağa fırladı. “Ne
oldu? Recep'e ne oldu?”
“Recep
eşiniz ise bir şey olmadı. Ben size soru sormak için geldim.” Hakan, sakin sesi
ile kadını yatıştırmıştı.
“Hayır
olsun memur bey?”
“Ali
Aymış'ı tanıyor musunuz?”
“Tanıdık
geldi isim.”
“Sizin
bir süre temizlik işlerini yaptığınız dolum firmasının muhasebecisi!”
“Hatırladım.
Ne olmuş ona?”
“Öldürüldü.
Hem gazetede yazdı, hem televizyon gösterdi. Haberinin olmaması mümkün mü?”
“Memur
bey, ekmeği zor alıyoruz, gazeteye para verecek halimiz yok. Elektrik borcu
yüzünden iki aydır, televizyon izlemiyoruz.”
“Ali
Aymış sizi neden işten çıkarttı?”
“O
beni çıkartmadı aslında, ben doğum yapınca ayrılmak zorunda kaldım. İkinci
bebeği doğurunca kaynanam, ikisine birden bakamam dedi. Ben de işten ayrıldım.
Ali bey o zaman yeni gelmişti. Bana sesimi çıkartmamamı, beni işten atarlarsa
tazminat alacağımı böylece en azından iki üç ay rahat edeceğimi söyledi. Siz
sorunca hemen hatırlayamamamın nedeni de o. O adamı kim öldürür ki? Çok iyiydi
o.”
“O
kadar da iyi değilmiş demek ki”
“Öyle
demeyin, ölmüş adamın ardından kötü konuşmayın. Ben sonrasını bilmem ama
tanıdığım Ali Bey iyiydi...”
Hakan,
sadece emin olmak için konuşturuyordu kadını. Katil olmadığını zaten anlamıştı.
Yine de kocasının da işin içinde olup olmadığını anlamak için bir resmini
istedi. Recep ile evlilik resminden başka resmi yoktu. Kocası kendisinden
oldukça uzun ve kiloluydu.
“Recep
bey hala böyle yapılı mı?”
“Evet,
onların sülale hep şişman! Yemiyor içmiyor ama kilolu geziyor.”
Hakan,
bu Recep denen adamın karısı ve çocuklarından gizli ikinci bir yaşamı
olabileceğini aklından geçirdi. Kimse yemeden içmeden kilolu kalamazdı... Konu
ile ilgisi olmadığı için soruşturmayı bitirip evden ayrıldı.
İkinci
evde de durum aynıydı. Kadın ne Ali beyi görmüş ne de suçlamıştı. Atılma nedeni
aslında kendisi ile birlikte işten atılan bir erkekti. Kendisine sarkıntılık
ettiği için şikâyet etmiş, önce adam atılmıştı. Kendisini ise diğer erkeklerin
rahatsız etmesini istemedikleri için çıkartmışlardı. Kadın kin tutmuyor aksine
minnetini anlatıyordu.
Akın
ile telefonla konuştuğunda onların da üçüncü eve gitmek üzere olduklarını
öğrendi. O evden de bir şey çıkmazsa büroya döneceklerdi. Kendisi de son iki
evi o gün tamamlamak istiyordu ama üçüncü evdeki kadın bir fabrikada gündüz
vardiyasındaydı. İş saatleri cinayeti işlemeye elverişliydi. Fabrikaya
ulaştıklarında ustabaşı ile konuşup kadını çay içtikleri yerde bekleyeceklerini
söylediler. Kısa sürede yanlarına gelen kadın şaşkındı. Olayı sorduklarında,
çok üzüldüğünü, çünkü işten çıkartmak zorunda kaldığı için kendisine bu
fabrikada iş bulduğunu anlatmıştı. Üç kadının da adamı öldürmek için elle
tutulur mazereti yoktu.
*****
Akın,
arabayı ikinci evin önünde durdurduğunda arabanın içindeki ağır sessizlikten
kurtulacağı için sevinçliydi. Deren ile neden baş başa kaldıklarında iki çift
laf edemiyordu?
Onun
soğuk davranması buna neden olabilirdi. Deren de başkalarıyla birlikteyken çok
konuşkandı ama Akın’ın yanında sesi çıkmıyordu. Sadece iş ile ilgili
konuşuyorlardı.
Deren,
arabadan inmiş, toprak yoldan zorlukla yürüyordu. Son yağan yağmurlardan sonra
arabaların tekerlekleri toprağı öbek öbek yığmış, yürümeyi güçleştirmişti.
Bastığı
yığın bir anda ayağının altında dağılınca dengesini kaybetmişti. Düşmekten
koluna giren Akın sayesinde kurtulmuştu.
“Teşekkür
ederim.”
“Önemli
değil. Dikkatli bas. Fazla kurumuş çamur. Hepsi dağılabilir.”
“Dikkat
ederim.” İkisi de hemen ayrılmış, birbirinden yarım adım kadar uzaklaşmıştı. Bu
kadar bir temas bile heyecanlandırmıştı ikisini de.
Bir
şey olmamış gibi dikkatli adımlarla eve yaklaştılar…
*****
Son
eve ulaştıklarında artık hava kararmıştı. Asma kilit ile kapatılmış kapıyı laf
olsun diye çaldılar ve elbette açan olmadı. Bahçede, sulanmadığı için kurumuş
domates ve biber fideleri göze çarpıyordu. Fidelerin biraz ilerisinde
çocukların düşmemesi için üstü kapatılmış bir kuyu vardı. Hakan içinin
sıkıldığını hissetti. Bu ev çok da normal bir durumda değildi.
Komşularının
kapısını çaldıklarında, üstünde pijama ve atlet ile bir erkek kapıyı açtı.
Hakan kendini tanıtıp hemen konuya girdi. Adam, karısını çağırdı. O da
komşusunun iki hafta kadar önce, memlekete gidiyorum diye bir akşam haber
verdiğini söyledi.
“Ne
kadar kalacağını söylemedi mi? Tüm fideleri ölmüş!”
“Ben
kuyu suyu ile sulayıverem dedim ama uğraşma dedi. Suna bu, esereklidir. Zaten
nasıl oldu da ekti onları şaşmıştım.”
“Ne
zaman gelecek, söylemedi mi?” diyerek sorusunu tekrarladı, Hakan.
“Uzun
zaman gelmem, akrabaları özledim dedi, sonra da iki valizle gitti.”
“Daha
önce de böyle gider miydi?”
“Öncesini
bilmem. Biz iki yıldır tanışıyoruz. İlk defa oluyor bu. Ne o kötü bir şey mi
oldu? Eski işine mi döndü yine? Ah ah o kıza dedim yapma şu işi başını yakarsın
dedim.”
“Eski
işi neymiş ki? Başını yakacak kadar belalı iş?”
Kadın,
kocasının yüzüne bakıp susmuştu. Ama polisin yüzüne bakınca da korku ile
konuşmaya başladı.
“Öncesi
biraz dedikodu. Bir evde çalışıyormuş dediler ama bilmem. Sonra, iş değiştirmiş. Normal bir iş yapcam demiş,
Yaşlı bir adamın yanında çalışıyordu. O adamın metresi mi ne oldu dedilerdi.
Ama bir seneden fazla oluyor ayrıldım işten, dediydi. Sonra birileri yine bunun
bir araba ile gelip gittiğini, eski herife döndüğünü deyiverdiler. Ama kendisi
hep inkâr etti.” Yarısı dedikodu yarısı bilinen gerçekler olduğu belli olan bu
bilgilerin netleşmesi için yeniden sorulara döndü, Hakan.
“Siz
o arabayı gördünüz mü hiç?”
“Ben
görmedim ama göreni deyiverem size.”
Hakan,
gördüğü söylenen kadının kapısını çaldı. Kısa süre sonra yaptığı ikinci
konuşmanın ardından ölen Ali Aymış'ın, kayıp olan kadın ile ilişkisi olduğunu
öğrenmişti. Bahsi geçen araba Ali Aymış'ın arabasıydı. Bu durumda ya
kıskançlıkla, muhasebecinin karısı ya da metresinin öldürmüş olması olasıydı.
Kadının biri evindeydi ama ikincisinin nerede olduğu meçhuldü.
Hakan,
neden olduğunu bilmediği halde bahçedeki ölmüş fidelere kafayı takmıştı. Biri
sıra sıra fide dikecek, bahçesinde kuyu olacak ama komşularına, kuyudan bile sulatmayacak!
Kimse de kendi musluğundan suyla onları sulamazdı. Mahallenin halinden hepsinin
parasızlık içinde olduğu belliydi.
Eline
telefonu alıp büroyu aradı. Hemen bir arama izni istedi. Sonra Deren'i aradı.
Üç kadının da şüpheli bir hareketine rastlamadıklarını öğrendi. En çok şüpheli
şu an memlekette olduğunu sandıkları kadındı... Tabii memlekette ise? Otobüs ve
uçak yolcularının isimlerinin araştırılması için karar çıkarttıracaktı.
Ali
beyin eşinin yeniden ifadesinin alınması için davet edilmesi ve kayıp kadının
aranması ile yeniden beklemeye başladılar. Ama sona yaklaştığının farkındaydı,
Hakan. Kısa sürede bu dosya da kapanacaktı.
Masasında
oturmuş, dosyayı baştan sona bir kez daha okurken sondaki not gözüne çarptı.
Sarı not kâğıdının üstündeki yazıya baktı. Katil KADIN! Silah derin yerde.
O
not ile aklına gelen konuşma biraz yumuşattı yüzünü... Falcı ha? Bir
başkomiserin fala inanacağını kırk yıl düşünse akıl edemezdi.
Bu
dava sonuçlanınca şu falcının tepesine binecekti!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder