17 Temmuz 2015 Cuma

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 11. Bölüm

“Bu dosya ile ilgili yeni bir gelişme yok mu? Neden hala olay yerinden raporlar gelmedi?”

Hakan, fabrikanın otoparkında öldürülen muhasebecinin katilinin hala yakalanmamış olmasına sinirleniyordu. Aslında bu sinirinin ardında yavaş işleyen bürokrasiden çok, akşam kardeşi ve eşi ile birlikte olduğu yemeğin de etkisi vardı. Kardeşi mutlu gözükmeye çalışıyordu. Ama onun gözlerinden elbette kaçmayan durgunluğu ve eniştesinin saklamaya çalıştığı soğuk davranışları canını çok sıkmıştı. Bir sorun olduğu ortadaydı ama ne olduğunu anlatmayan kardeşini zorla konuşturamazdı ki!


“Birazdan gelecekmiş, amirim. Aradığımda dün yolladıklarını söylediler. Evrakların kaydı biter bitmez bizde olur.” Bunu duyan hakan sinirle masasından kalktı. Pencereye doğru yürürken sert bir sesle, “Rıza, hemen kap gel o evrakları. Kayıttakilere de söyle daha hızlı çalışsınlar.” dedi.
              
Hakan da Rıza da kayıttakilerin değişmeyeceğini biliyor ama içlerindekini söyleyip rahatlıyordu.

İstanbul'a tayin olduğundan beri iki hafta geçmiş, bir sürü olayı çözmüş ama hala otopark cinayetini sonuçlandıramamıştı. Olay yeri incelemede yaşanan bir karışıklık da tuz biber ekmişti. Onlara gelmesi gereken dosya başka bir birime yollanmış, doğru yere gelmesi günler almıştı.

Kadın şüpheliler için ifadelerinin alınması bile olay olmuştu. Resimdeki farklılık için kırk dereden su getiren yetkilileri ikna etmiş, bu kez de fabrika sahibinin karısının yurt dışından dönmesini beklemeleri gerekmişti. Kadın bir toplantı için üç günlüğüne gitmiş, bir hafta kalmıştı. Dönmemesi tüm şüpheleri üstünde toplamış, ama iki gün önce valizler dolusu eşya ile yurda dönmüştü. Ne ölen adam ne kocasının zanlı olması kadını alışverişten alıkoymamıştı.

“Rıza, sen şu olay yeri bilgilerini bir daha gözden geçir. Neyi atlıyoruz? Bir de ben olay yerini incelemeden kimse orada bir çöpün yerini değiştirmesin. Sonra resimlerle boğuşup duruyoruz.”

Sesindeki kararlılık Rıza'nın dikkatinden kaçmadı. Gerçi resim üzerinden de iki olayı çözmüştü Hakan Başkomiser ama bu ona yetmiyordu. Bu kadar uzun sürmemeliydi gerçek suçlunun içeri tıkılması... Rıza amirine hak vererek çıktı odadan.

Maktul, aynı şirkette üç yıldır çalışıyordu. Üç yılda işe alınan ve işten atılan kadınları incelemediklerini fark etti. Çünkü yılbaşından beri yani yedi aydır kimse işten atılmamıştı. Ama kendisi de çok iyi biliyordu ki intikam, soğuk yenen bir yemekti. Hemen fabrikaya telefon açtı. Son üç yılda işten çıkartılan kadınların listesini istedi. Fabrika sahibinin yardımcı olma çabası ile işler daha hızlı yürüyordu.

Öğleden sonra yedi kadına ait bilgiler ellerine ulaşmıştı. Bu arada olay yeri incelemenin kaybolan evrakları nihayet ellerine ulaşmıştı. Cinayet günü alınan ölçümler ile 55-60 kilo arası bir erkek ya da bir kadın katilin peşinde olmaları gerektiği kesinleşmişti. İzmaritteki DNA ne fabrikada patronunun, ne de diğer çalışanların değildi. Yanıltmaca olduğundan zaten emindi. Şimdi ayakkabı izi üzerinden yakalamaya uğraşacaktı. Elindeki listede yer alan isimleri bölüştürdü. Yarısına kendisi gidecekti. Diğer yarısını Akın ile Deren'e bıraktı.  Ertesi gün ilk işleri bu olacaktı.

Sonra sırada öldürülen travesti vardı. Tek bir ipucu bulunamamıştı. İşte asıl olay oydu.

Cinayet sivri uçlu bir alet ile işlenmişti. Ama bu sivri uçlu alet neydi?


******

           Düğün salonunun yakınına arabasını park etti. Üstünde çok şık nil yeşili bir elbise vardı. Kahverengi gözlerinin üstüne aynı renkten far, güneşte renklenmiş yüzüne biraz allık sürmüş, dudaklarına şeftali rengi bir ruj ile renk vermişti.

     Arabası ile salon arasındaki yolda birçok baş kendisinden yana dönünce görüntüsünün güzel olduğundan emin oldu.

              İçerisi oldukça kalabalıktı. Kendisini Umut karşılamış,  masasını göstermişti. Yemekli düğünde herkesin yeri önceden belirlenmişti.

             Nil, masaya yaklaşınca bir ay önce kendisine ilgi gösteren, ertesi gün için randevu kopartmak için kırk takla atan, sonra da almaya gelmeyen İsmail'i görünce sinirlendi.

           “Başka masa yok muydu, Umut? Mahsus mu yaptınız?”

             “Neyi mahsus mu yaptık? Anlamadım!” Şaşkın bakıyordu Umut.

             “Haklısın, ne bileceksin ki? Tamam, canım, sorun yok.” diyerek masadaki yerine oturdu. İsmail karşıdan kendisine mahcup gözlerle bakıyordu. Nil sadece selam verip, başını kapıdan giren kalabalığı doğru çevirdi.

             “Nil, benimle konuşmayacak mısın?” İsmail'in sesini yanı başında duyunca şaşırdı. Ne ara gelmişti yanına?

             “Neden konuşmayayım? Nasılsın?” Çok da umurundaydı sanki?

             “Sana bir özür borçluyum.” Sesinde gerçek bir mahcubiyet vardı. Ama Nil’in böyle tavırlara pabuç bırakmayacağını bilmiyordu.

             “Özür borcun yok. Unutalım gitsin.”

“Unutamam. Seninle görüşebilmeyi çok istiyordum ama çok acil göreve çağırıldım. Denizden sana ulaşmam mümkün olmadı. Sonra da utandım arayamadım.”

“Önemli değil dedim ya. Görevin bitti mi? Yine dönecek misin?”

“Bu kez seninle görüşmeden dönmem.”

“Sanırım beni yanlış anladın. Görüşebilmek için sormadım. Nezaketen konuşuyorum.” Nil, eline geçen fırsatı değerlendiriyor ve bekletilmenin intikamını alıyordu.

“Bana kızgınsın anlıyorum ama inan kendimi affettireceğim. Yarın birlikte yemek yiyelim mi?” İsmail, hatasının farkındaydı. Israr ederse yeni bir randevu kopartacağına inanıyordu.

“Üzgünüm işim var.” Nil çok kesin konuşmuştu.

“Eğer gerçekten üzgünsen işini ertelersin!”

“Neden? Ne kadar tuhaf bir istek bu! Sen işini erteledin mi?”

İsmail, verecek yanıt bulamamış, eline su bardağını alıp kafasına dikmişti. Nil ise içi rahat arkasın yaslanmış masadakilerle konuşmaya başlamıştı. Zaten hiç arkadaş sıkıntısı çekmezdi. Bu akşam bu özelliği daha çok işine yaramıştı. Diğer tarafında oturan Safa adlı erkek ile muhabbet etmişti.

Bir süre sonra müzik değişti. Gelin ile damat geliyordu.

Erhan ile Uğur, nikâh masasına doğru yürürken aşkları da mutlulukları da gözlerinden okunuyordu.

Nikâh kıyılırken gözlerinin dolmasını engelleyememişti Nil. Bir gün kendisi de bu kadar mutlu olacak, bu kadar sevecek miydi?

Dans müziği başladığında aynı masada oturan İsmail ile Safa, aynı anda Nil'i dansa kaldırmak istemiş, doğal olarak Safa kazanan taraf olmuştu. Ama Nil bu kez tedbirli olacak asla hiçbir teklifi kabul etmeyecekti... Safa'nın teklifini de kabul etmedi.

Uğur ile Erhan, Erhan'dan hiç beklenmeyecek kıvraklıkta hareketler ile pistin ortasındaydı. Erhan yılbaşından önce kaza geçirmiş. Omurlarından yaralanmıştı. Geçirdiği kazadan sonra tedavisini şimdiki eşi yapmıştı. O da eşinin ne kadar iyi bir fizyoterapist olduğunu ispatlarcasına pistte dans ediyordu.

Onur ile eşi Sedat da onlara katılmıştı. Bir ara Umut pistte Nil'in kulağına eğilmiş, senin yüzünden hoplayamıyorum bebek yoksa bu gecenin intikamını senin düğününde alacağım, demişti. 

Çılgınca eğlenen gençler sabaha doğru geceyi noktaladığında İsmail de tarih olmuştu...

***** 

Hakan, pazartesi ilk adrese ulaştıklarında iki çocuğu ile bahçede oturan ve onlara ekmek üstüne salça süren bir kadınla karşılaştı.

“Sultan Hızlan ile mi görüşüyorum?” Bu arada kimliğini gösteriyordu. Kadın, polis kimliğini görünce tedirgin oldu. Kucağındaki çocuğu ile ayağa fırladı. “Ne oldu? Recep'e ne oldu?”

“Recep eşiniz ise bir şey olmadı. Ben size soru sormak için geldim.” Hakan, sakin sesi ile kadını yatıştırmıştı.

“Hayır olsun memur bey?”

“Ali Aymış'ı tanıyor musunuz?”

“Tanıdık geldi isim.”

“Sizin bir süre temizlik işlerini yaptığınız dolum firmasının muhasebecisi!”

“Hatırladım. Ne olmuş ona?”

“Öldürüldü. Hem gazetede yazdı, hem televizyon gösterdi. Haberinin olmaması mümkün mü?”

“Memur bey, ekmeği zor alıyoruz, gazeteye para verecek halimiz yok. Elektrik borcu yüzünden iki aydır, televizyon izlemiyoruz.”

“Ali Aymış sizi neden işten çıkarttı?”

“O beni çıkartmadı aslında, ben doğum yapınca ayrılmak zorunda kaldım. İkinci bebeği doğurunca kaynanam, ikisine birden bakamam dedi. Ben de işten ayrıldım. Ali bey o zaman yeni gelmişti. Bana sesimi çıkartmamamı, beni işten atarlarsa tazminat alacağımı böylece en azından iki üç ay rahat edeceğimi söyledi. Siz sorunca hemen hatırlayamamamın nedeni de o. O adamı kim öldürür ki? Çok iyiydi o.”

“O kadar da iyi değilmiş demek ki”

“Öyle demeyin, ölmüş adamın ardından kötü konuşmayın. Ben sonrasını bilmem ama tanıdığım Ali Bey iyiydi...”

Hakan, sadece emin olmak için konuşturuyordu kadını. Katil olmadığını zaten anlamıştı. Yine de kocasının da işin içinde olup olmadığını anlamak için bir resmini istedi. Recep ile evlilik resminden başka resmi yoktu. Kocası kendisinden oldukça uzun ve kiloluydu.

“Recep bey hala böyle yapılı mı?”

“Evet, onların sülale hep şişman! Yemiyor içmiyor ama kilolu geziyor.”

Hakan, bu Recep denen adamın karısı ve çocuklarından gizli ikinci bir yaşamı olabileceğini aklından geçirdi. Kimse yemeden içmeden kilolu kalamazdı... Konu ile ilgisi olmadığı için soruşturmayı bitirip evden ayrıldı.

İkinci evde de durum aynıydı. Kadın ne Ali beyi görmüş ne de suçlamıştı. Atılma nedeni aslında kendisi ile birlikte işten atılan bir erkekti. Kendisine sarkıntılık ettiği için şikâyet etmiş, önce adam atılmıştı. Kendisini ise diğer erkeklerin rahatsız etmesini istemedikleri için çıkartmışlardı. Kadın kin tutmuyor aksine minnetini anlatıyordu.

Akın ile telefonla konuştuğunda onların da üçüncü eve gitmek üzere olduklarını öğrendi. O evden de bir şey çıkmazsa büroya döneceklerdi. Kendisi de son iki evi o gün tamamlamak istiyordu ama üçüncü evdeki kadın bir fabrikada gündüz vardiyasındaydı. İş saatleri cinayeti işlemeye elverişliydi. Fabrikaya ulaştıklarında ustabaşı ile konuşup kadını çay içtikleri yerde bekleyeceklerini söylediler. Kısa sürede yanlarına gelen kadın şaşkındı. Olayı sorduklarında, çok üzüldüğünü, çünkü işten çıkartmak zorunda kaldığı için kendisine bu fabrikada iş bulduğunu anlatmıştı. Üç kadının da adamı öldürmek için elle tutulur mazereti yoktu.

*****

Akın, arabayı ikinci evin önünde durdurduğunda arabanın içindeki ağır sessizlikten kurtulacağı için sevinçliydi. Deren ile neden baş başa kaldıklarında iki çift laf edemiyordu?

Onun soğuk davranması buna neden olabilirdi. Deren de başkalarıyla birlikteyken çok konuşkandı ama Akın’ın yanında sesi çıkmıyordu. Sadece iş ile ilgili konuşuyorlardı.

Deren, arabadan inmiş, toprak yoldan zorlukla yürüyordu. Son yağan yağmurlardan sonra arabaların tekerlekleri toprağı öbek öbek yığmış, yürümeyi güçleştirmişti.

Bastığı yığın bir anda ayağının altında dağılınca dengesini kaybetmişti. Düşmekten koluna giren Akın sayesinde kurtulmuştu.

“Teşekkür ederim.”

“Önemli değil. Dikkatli bas. Fazla kurumuş çamur. Hepsi dağılabilir.”

“Dikkat ederim.” İkisi de hemen ayrılmış, birbirinden yarım adım kadar uzaklaşmıştı. Bu kadar bir temas bile heyecanlandırmıştı ikisini de.

Bir şey olmamış gibi dikkatli adımlarla eve yaklaştılar… 


*****

Son eve ulaştıklarında artık hava kararmıştı. Asma kilit ile kapatılmış kapıyı laf olsun diye çaldılar ve elbette açan olmadı. Bahçede, sulanmadığı için kurumuş domates ve biber fideleri göze çarpıyordu. Fidelerin biraz ilerisinde çocukların düşmemesi için üstü kapatılmış bir kuyu vardı. Hakan içinin sıkıldığını hissetti. Bu ev çok da normal bir durumda değildi. 

Komşularının kapısını çaldıklarında, üstünde pijama ve atlet ile bir erkek kapıyı açtı. Hakan kendini tanıtıp hemen konuya girdi. Adam, karısını çağırdı. O da komşusunun iki hafta kadar önce, memlekete gidiyorum diye bir akşam haber verdiğini söyledi.

“Ne kadar kalacağını söylemedi mi? Tüm fideleri ölmüş!”

“Ben kuyu suyu ile sulayıverem dedim ama uğraşma dedi. Suna bu, esereklidir. Zaten nasıl oldu da ekti onları şaşmıştım.”

“Ne zaman gelecek, söylemedi mi?” diyerek sorusunu tekrarladı, Hakan.

“Uzun zaman gelmem, akrabaları özledim dedi, sonra da iki valizle gitti.”

“Daha önce de böyle gider miydi?”

“Öncesini bilmem. Biz iki yıldır tanışıyoruz. İlk defa oluyor bu. Ne o kötü bir şey mi oldu? Eski işine mi döndü yine? Ah ah o kıza dedim yapma şu işi başını yakarsın dedim.”

“Eski işi neymiş ki? Başını yakacak kadar belalı iş?”

Kadın, kocasının yüzüne bakıp susmuştu. Ama polisin yüzüne bakınca da korku ile konuşmaya başladı.

“Öncesi biraz dedikodu. Bir evde çalışıyormuş dediler ama bilmem. Sonra,   iş değiştirmiş. Normal bir iş yapcam demiş, Yaşlı bir adamın yanında çalışıyordu. O adamın metresi mi ne oldu dedilerdi. Ama bir seneden fazla oluyor ayrıldım işten, dediydi. Sonra birileri yine bunun bir araba ile gelip gittiğini, eski herife döndüğünü deyiverdiler. Ama kendisi hep inkâr etti.” Yarısı dedikodu yarısı bilinen gerçekler olduğu belli olan bu bilgilerin netleşmesi için yeniden sorulara döndü, Hakan.

“Siz o arabayı gördünüz mü hiç?”

“Ben görmedim ama göreni deyiverem size.”

Hakan, gördüğü söylenen kadının kapısını çaldı. Kısa süre sonra yaptığı ikinci konuşmanın ardından ölen Ali Aymış'ın, kayıp olan kadın ile ilişkisi olduğunu öğrenmişti. Bahsi geçen araba Ali Aymış'ın arabasıydı. Bu durumda ya kıskançlıkla, muhasebecinin karısı ya da metresinin öldürmüş olması olasıydı. Kadının biri evindeydi ama ikincisinin nerede olduğu meçhuldü.

Hakan, neden olduğunu bilmediği halde bahçedeki ölmüş fidelere kafayı takmıştı. Biri sıra sıra fide dikecek, bahçesinde kuyu olacak ama komşularına, kuyudan bile sulatmayacak! Kimse de kendi musluğundan suyla onları sulamazdı. Mahallenin halinden hepsinin parasızlık içinde olduğu belliydi.

Eline telefonu alıp büroyu aradı. Hemen bir arama izni istedi. Sonra Deren'i aradı. Üç kadının da şüpheli bir hareketine rastlamadıklarını öğrendi. En çok şüpheli şu an memlekette olduğunu sandıkları kadındı... Tabii memlekette ise? Otobüs ve uçak yolcularının isimlerinin araştırılması için karar çıkarttıracaktı.

Ali beyin eşinin yeniden ifadesinin alınması için davet edilmesi ve kayıp kadının aranması ile yeniden beklemeye başladılar. Ama sona yaklaştığının farkındaydı, Hakan. Kısa sürede bu dosya da kapanacaktı.

Masasında oturmuş, dosyayı baştan sona bir kez daha okurken sondaki not gözüne çarptı. Sarı not kâğıdının üstündeki yazıya baktı. Katil KADIN! Silah derin yerde.

O not ile aklına gelen konuşma biraz yumuşattı yüzünü... Falcı ha? Bir başkomiserin fala inanacağını kırk yıl düşünse akıl edemezdi.

Bu dava sonuçlanınca şu falcının tepesine binecekti!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder