Bertuğ, müşterinin saçlarının büyükçe bir tutamını eline almış,
diğer elinde tuttuğu dergideki modelin saçı ile yan yana getirip, müşterinin
ikna olması için konuşuyordu.
“Ya sana demiyor muyum? Bu sene bu renk moda, kız. Bak valli çok
yakışacak sana.”
“Bertuğ, valli değil vallahi diyeceksin.”
“Devenin, boynu eğri, neresi doğruya döndü bu düzeltme, kız. Bak
kırma beni noooolursunnnn. Şu ton yeşil saçı kaç kişide gördün? İnan sosyeteyi
sarsacaksın!”
“Nil, al şunu başımdan, şimdi ben onu yeşile boyayacağım. Ne diyor
bu deli be?” Nil, neredeyse kahkahalarla gülecekti. Emekli Edebiyat öğretmeni
Bedia Hanım, Bertuğ'un şaka yaptığını anlamamış elinden kurtulmaya uğraşıyor,
bir yandan da güzel Türkçe kullanımına verdiği önemi bir yana bırakmış, 'be'
diyerek nadir argolarından birini telaffuz etmişti.
Bertuğ ise rolüne kaptırmış, gayet ciddi bir yüzle konuşuyordu.
Canı eğlenmek istediğinde, ağzını bozar, cinsel tercihi belli ederdi. Diğer
zamanlarda kimsenin anlamayacağı kadar düzgün davranırdı. Nil de onun bu
dalgalı ruh haline alışmış, onun neşesine katılır olmuştu.
“Bertuğ, sen yine Bedia Hanıma istediği kestane rengini hazırla.
Ya da gel birlikte hazırlayalım. Ben de renk tutturmayı öğreneyim. Yeşili
tutturamam ama bu rengi yakalarım sanırım.”
“Nil, sen de uyma kızım şu çocuğa!”
Nil ile Bertuğ, kol kola gülüşerek arka taraftaki malzeme odasına
gittiler. İkisinin de üstünde portakal rengi gömlek vardı. Nil, altına
kahverengi etek giymişken, Bertuğ, yeşil bir kargo pantolon giymişti.
Bu arada ön tarafta Bedia Hanım, yan masada saçı kesilen Ayşe
Hanıma eğilmiş, “Necla çıtlatmış mı?” diye soruyordu. Saçı kesen Ayşegül kulak
kabartsa da diğer makinelerin sesinden iki kadının eğilerek konuşmasını
duyamadı.
“Ayşe abla, saçın yamuk kesilirse kabahatlisi ben değilim!”
dediğinde Ayşe Hanım, koltuğuna geri oturmuş ama dedikodu yarım kalmıştı.
“Ayşegül,
senden rica etsem bana su versen? Bu kızlar ayarlayamıyor sıcak soğuk
karıştırmayı.”
“E
tamam, ben su getireyim siz de rahat konuşun.” Ayşegül, kafasını attırarak
mutfağa doğru dönmüştü. Sanki ne konuştuklarını anlamamıştı!
Bedia,
Ayşegül uzaklaşınca yine kısık sesle, Ayşe Hanım ile konuşmaya başladı.
“Vallahi,
benim oğlanın gözü Nil'den başkasını görmez oldu. O kadar dedim olmaz diye ama
illa bir konuşun diyor. Ben de Necla'ya söyledim. Ama daha sesi çıkmadı.”
“Necla,
üç gündür yatıyor. Senin haberin yok mu? Üşütmüş yaz günü.” Ayşe, Bedia’nın
bilmemesine şaşmıştı. Necla’dan sonra o gelirdi mahallede…
“A,
yok duymadım. Dur ben çıkışta ona gideyim. Neyse iyileşsin de, o bilir yol
yordam, konuşur kızla.”
Ayşegül,
elinde su bardağı ile geri döndüğünde iki kadın da konuşmayı bitirmişti.
Ayşegül biraz bozulsa da üstünde durmadı. Nil'i tanırdı. Ne
konuştuklarını biliyordu. O çocuğa dönüp bakmayacaktı bile. Nil, cesur
erkekleri severdi. Dizilerdeki karakterlerden bile hoşlanmazdı. Ne bunlar
böyle, kıza iki satır laf edemeyen erkekten hayır mı gelir, hepsi ödlek
bunların, derdi. Ama o bilmiyordu ki kadınlar dizilerdeki erkeklere tapıyordu.
En azından kendisi öyleydi. Kaç tane erkek vardı aklında, esmer, sarışın, uzun,
orta boylu... Çeşit çeşit hayran olduğu erkek vardı. İşte böyle çeşit çeşit
erkek beğenince de hayatında belli biri olmuyordu. Tüm erkeklerde, o
dizilerdeki erkekleri arıyordu. Neden kendi yoluna öylesi çıkmıyordu? Yakında
evde kalacaktı... Gerçi kalmışta sayılabilir miydi? Amannn dedi kendi kendine,
ben evde kaldıysam adaylar da kapıda kaldı…
Ayşegül, Ayşe Hanımın saçımın kesimini bitirdiğinde sıra saçları
fönlemeye gelmişti. “Ayşe abla, sana şöyle havalı bir saç mı yapsak? Hani bu
sene herkesin kâkülleri yandan saçına yapışıyor ya... O modelden.”
“Sakın ha! Ay size ne oluyor bugün? Biriniz yeşil saç boyamak
ister, biriniz berbat fön çekmek ister. Yok, sen bana normal bir fön çek
yeter.”
“Ne olacak hava sıcak, esprilerimiz soğuk. Serinleyin diyoruz.”
“İyi ki Nil, sizin aranızda size benzemiyor. Akıllı uslu duruyor
hala.”
Kendi
hakkında düşünülenlerden habersiz Nil ise içeride boya miktarlarının nasıl
hesaplandığını, nasıl karıştırıldığını öğreniyordu. Annesi hayatta olsa zaten
bilmesi gerekmezdi ama artık iş başa düşüyordu. Kendisi yapmasa da yapanları
denetleyebilmek için işi öğrenmesi gerekiyordu. Bertuğ ona ölçüleri anlatıyor,
bir yandan da son günlerde işlere daha bir merakla yaklaştığını söyleyip
nedenini soruyordu. Nil'in yanıtı omuz silkmek oldu. Çünkü aklını dağıtacak ve
kayıplarını her gecen gün daha çok özlemesini engelleyecek bir şeylere ihtiyaç
vardı.
Eldivenleri
takıp, boya kabı ile Bedia Hanımın yanına geldiğinde, Ayşegül, yüzünü asmış
Ayşe Hanım'ın saçı ile ilgileniyordu. Ne olmuştu ki?
“Ayşegül?
Ne o surat? Seninkilerden biri diziden mi ayrılıyor?”
“Yok
ya, yine aklıma takıldı. Neden ortalıkta o dizidekilerden yok ki hiç? Şöyle,
uzun boylu yakışıklı, eli ekmek tutan, hatta zengin ve karizmatik bir erkek yok
mu boşta?
“Var
canım olmaz mı? Birazdan kapının önünden geçecek hepsi. Seç, beğen, al...”
“Nil,
dalga geçmesene benle. Sanki senin durumun benden farklı!”
Ayşegül,
kendisi ile uğraşmasın diye lafı çevirmek istemiş ama bu kez de Bedia'nın
dikkatle dinlemesine neden olmuştu.
“Benim,
halim de keyfim de yerinde. Hiç kimse kusura bakmasın, ne koca vırvırı, ne
kaynana dırdırı çekemem. Hem annem ne derdi? Beni dert çekmeye doğurmamış.”
Nil,
aslında böyle düşünmez ama milleti güldürmek için konu ne zaman kendisine dönse
aynı yanıtı verirdi. Fakat bu kez sadece Ayşegül ve çıraklar gülmüştü. Bedia
ile Ayşe Hanım ise birbirine bakmış ve gözlerini devirmişlerdi. Bedia Hanım, iç
çekerek düşüncelere daldı. Bu kızın aklındakiler bunlarsa oğlunu vazgeçirmek en
iyisiydi.
Öğleden
sonra gelen müşteriler ile vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştı. Bağdat
Caddesi ile Sahil
Yolu arasında olan dükkânı, sadece salı ve perşembe günleri sakin oluyordu.
Onun haricinde hep bir hareket vardı. Elbette bundan çok memnundu. Çünkü
kuaförde dört, eczanede ise iki çalışanı vardı. Haftalıklarını ödemek için para
kazanması şarttı. İki işte birden çalışmak zor olsa da, yanında çalışanlara yetebildiği
için mutluydu. Zaten çoğu zaman kuafördeydi. Orası daha yoğun oluyordu.
Akşam
randevusu kapıdan girince kahverengi gözleri neşe ile parladı. Geçen sene
evlenen arkadaşı Aylin, şimdi dört aylık hamileydi. Manikürü ağdası derken işi
uzundu. Ama önce şöyle güzel bir masaj yapılmasını istemişti saç diplerine.
İşte o işi çok iyi yapıyordu Nil. Uzun uzun saçlarına parmakları ile masaj
yaptı. Aylin neredeyse uyuyacaktı. Tam durularken eczaneden çağırmışlardı.
Emine’yi çağırdı. Aylin'in saçını durulamasını isteyip eczaneye geçti.
Kısa
sürede müşterinin sistemdeki sorununu inceledi. Yeni yasalar emeklilerin ilaç
alımlarını keşmekeşe uğrattıkça, tanıdıkların dertlerine geçici çözümler bulmak
da eczacılara kalmıştı. Yine öyle bir durumu tatlıya bağladıktan sonra Aylin'in
yanına geçti.
“Karnın
iyice belli olmaya başlamış. Geçen gelişinde beni kıskandıracak kadar zayıf
gözüküyordun.”
“Sen
de, benim zayıflığımı kıskanırsan, millet ne yapsın? Kızım son zamanlarda hiç
mi yemek yemiyorsun? Ne bu hal?”
“Yiyorum
ama bilirsin yaz geldi mi, kilolarım gider.”
“Şanslısın
işte. Kıymetini bil.”
“Ben
biliyorum ama başkaları bilmiyor!”
“O
ne demek?”
“Ne
olacak? Baksana kim var hayatımda? En son beğendiğim erkek haber bile vermeden
ekti beni.”
“Annem
boşuna, Allah çirkin şansı versin, demezmiş. Bu güzellikle seni göremeyenler
utansın.”
“Bizi
duyan da koca peşindeyim sanacak. Ama inan derdim koca falan değil. Sadece
sevmek ve sevilmek istiyorum. Hele ki her gelişinde senin bu mutluluğunu görüp
kudurdukça da daha çok istiyorum.”
“Oh,
kudur tabii ben hızlı davrandım. En iyisini kaptım. Sana ikinci sıradaki kaldı
güzelim.”
Nil,
ellerini beline koyup hafifçe bir ayağını yere vurmaya başladı. Sözde suratına
da sert ifade vermişti.
“İstesem
o adamı sana asla kaptırmazdım ama dua et benim en yakın arkadaşımdı ve ben onu
sevmiyordum. Al senin olsun. Yakışıyorsunuz zaten.” son sözleri söylerken
havayla burnunu da yukarı kaldırdı. Onun bu halini gören Aylin kahkahalarla
gülüyor, gülerken de karnını tutuyordu. Kahkahalarının arasında yanıtladı
Aylin,
“İstesen
de senin olmazdı. Bak bakalım gözüme, sana kaptıracak göz var mı bende?
Nil,
Aylin'in kocasının da yakın arkadaşıydı. İkisine de takılmak, onların
mutluluğunu sevinçle kutlamak ama kıskanıyormuş gibi yapmak hoşuna gidiyordu.
Onun içinin dışının bir olduğunu bilen Aylin ise, Nil'in bu hallerine gülüyor,
ardından da kendisi kadar mutlu olması için dua ediyordu.
Nil,
gerçekten sevmek ve sevilmek istiyordu. Kaşı, gözü, boyu, posu için değil, o
olduğu için sevilmek istiyordu. Allah’tan karşısına sevmeye ve sevilmeye değer
birini çıkartmasını istedi.
O
gecenin sonu da bir önceki gibiydi. Yarın cumartesiydi... Uğur'un gelin başı
yapılacaktı. Bir arkadaşı daha, hem de
ikinci kez gelin oluyordu. Nil mutlu bir uykuya daldı.
*****
Hakan, Cumartesi günü de bürodaydı. Yeni dosyaların
incelemelerini bir an önce bitirecek, işlere vakıf olduktan sonra rahat
edecekti. Kahvaltıyı biraz geç yapmış, ardından büroya gelmişti. Üstünde yine
kot pantolon ile kısa kollu yeşil bir t-shirt vardı. Yeşil renk gözlerini
eladan yeşile çeviriyordu. Dosyalar ile ilgili panoların önüne geldiğinde
elinde yapışkanlı not kâğıtları vardı.
İlk işi Deren’in elindeki bir dosyayı yeni baştan
incelemek olacaktı. Deren ile bir önceki gün konuşmuşlar, bir şeyleri gözden
kaçırdığı için dosyanın kapanmadığını söylemesi üzerine Cumartesi bakacağını
söylemişti Hakan.
Panoya iliştirilmiş tüm resim ve notları söktü.
Sonra dosyayı eline aldı ve yeniden yerleştirmeye başladı. Bu sırada Deren’in
aldığı notlara bakmıyor, sanki olay onunmuş gibi inceliyordu. Bir süre sonra
pano dolmuş olaylar sıraya yeniden sokulmuştu. Sonra da kendi notlarını ve
olayın işleniş sırasını belirlemeye başladı. Deren haklıydı. Bir yerde olay
kopuyordu. İncelediği dosya, evde verilen partiden sonraki sabah evde cesetleri
bulunan bir erkek ve bir kadının davasıydı.
Ölenler arasında ne olduğuna dair hiç bilgi yoktu. Maktullerin
resimlerinde sanki karşılıklı dururken birbirlerine ateş etmiş gibi düşmüş
oldukları gözüküyordu. İki silah vardı. Biri erkeğin diğeri kadının
elindeydi. İkisinin de parmaklarında
barut izi yoktu. Katilin bunu bilmediği belliydi. Aynı kaderi paylaşmış iki
genç insanın neden ve kim tarafından öldürüldüğüne dair ipucu yoktu. Evin
sahibi olan genç, ölen kızın kendi sevgilisi olduğunu ama erkeği tanımadığını
söyleyince olayın aşk cinayeti olduğu düşünülmüş ve cinnet geçiren sevgilinin
ikisini öldürdüğüne karar verilmişti. Zaten cinayet aleti olan silahlardan
birinde parmak izi de vardı.
Genç, o gece partidekilerden biri ile evden
çıktığını, arkadaşının çok sarhoş olduğunu, onu evine bıraktıktan sonra evine
dönmek isterken lastiğinin patladığını gece vakti değiştirmenin çok uzun
sürdüğünü, eve geldiğinde ikisini yerde ölmüş bulduğunu ve silahı refleks
sonucu eline alması ile parmak izlerini bıraktığını söylüyordu. Haklı
olabilirdi. Tetikte parmak izi yoktu. Kabzasında vardı iz. Eve bıraktığını söylediği
arkadaşı çok sarhoştu ama eve kendi başına gelmediğini söylüyordu. Kimin
getirdiğini anımsamıyordu. Lastik değiştirdiği belliydi ama o değişimi ne zaman
yaptığı belli değildi. Delilleri çok da sağlam olmayınca zanlı olarak
tutuklanmıştı.
Genç kadında sperm incelemesi yapıldığında sadece
erkek arkadaşının spermlerine rastlanmıştı. Ölen erkek neden o evdeydi? O gece
evinde parti olduğunu bilen biri neden cinayet işlemiş olabilirdi?
Ölen erkeğin sevgilisi sorguya çekildiğinde şehir
dışında olduğu öğrenilmiş, bu bilgi de teyit edilmişti.
O gün o evde olanların hepsinin yeniden sorgulanması
en doğru karardı. Kimlerin geldiği ve kimlerin hangi sıra ile evden çıktığı
bilinmeliydi.
Bu konuyu araştırmasını isteyen notu Deren’in
masasına bıraktı. Mutlaka biri görmüştü o adamı. Ya da yanılıyordu ama
araştırmadan bilemezlerdi!
Deren'in dosyasında başka yapılacak şey kalmamıştı.
Çözüm görgü tanıklarında idi...
O gün nöbette olan Rıza, Hakan’ı bu kez de Akın’ın
çalıştığı panonun önünde buldu. Hakan panodaki resim ve notlara uzaktan
bakıyordu. Elindeki dosyadan bazı bilgileri kontrol ediyordu. Rıza yaklaşıp
selam verdi,
“Amirim, ölen travestinin ön otopsi sonucu geldi.
Asıl ölüm nedeni kalbine saplanan delici bir madde. Eser artık bulunamamış.
Neyin bu yaraya neden olduğunu belirleyememiş adli tıp. Araştırmaların devam
ettiğini yazmışlar. Bir de maktulün sol yüzük parmağı üzerinde bıçak ile
yapılmış bir kesik varmış. Etrafındaki pıhtılaşma ölümden sonra o kesiğin
yapıldığını gösteriyormuş.”
“Bu son dediğini hiç sevmedim. Bunların devamı
gelecek gibi!”
“İmzası mı diyorsunuz amirim?”
“Aynen öyle diyorum Rıza. Devamı gelecektir. Biz
ondan hızlı olursak yeni cinayetleri önleriz. Raporu bırak masama. Bakarım
birazdan.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder