İlk
mesai gününün akşamı, Fevzi Beyin emeklilik yemeğine katılmıştı. Aslında ne
vakti ne de keyfi vardı ama saygısızlık olacağını bildiğinden 'hayır'
diyememişti. Evi Anadolu yakasındaydı. Babasının zamanında Kozyatağı’nda aldığı
dairelerden birine yerleşmişti. Babası aksini zaten kabul etmemişti.
Parti
Ortaköy’deki polis evinde yapılacaktı. Arabasının bagajında her zaman yedek bir
kot ve t-shirt olurdu. Bir de bürosunda olurdu yedek kılık. Ama daha büroya o
kadar yerleşmemeyi doğru bulmamıştı. Önce Fevzi Bey ayrılsın sonra yerleşirim,
diye düşündü.
Polis
evine de resmi kıyafetle ya da takım elbiseyle gitmeyi düşünemiyordu bile.
Arabasından kıyafetleri alıp hemen üstünü değiştirdi. Yola çıktığında saat
sekiz olmuştu bile.
Neyse
ki kendisi gibi gelen çok polis vardı. Kimisi eşlerini de getirmişti. Oldukça
kalabalık bir partiydi. Bir saat kadar oturmuş, yemeğini yemiş, Fevzi Beyin
emekliliğini tebrik etmiş ve evine gitmek üzere yola çıkmıştı.
Ertesi
gün, yeni hayatının, yeni düzeninin, yeni ama eski şehrinin ilk tüm gün
mesaisine gidecekti... İstanbul'u özlemişti. İlk boş vaktinde gezmek, tanıdık
yerlerin değişimini yakından görmek için kendine söz verdi.
Bu
şehrin yeni hayatında kendisine neler sunacağını bilmeden vermişti bu sözü...
*****
Gün
bittiğinde iki dükkânı da kapatmış, kasa sayımlarını yapmıştı. Muhasebeciye
verilecek evraklarını hazırlamış, ertesi gün için çantasına koymuştu.
Günün
sonunda, eskiden anne ve ablası ile yaptığı bahçe keyfini artık tek başına
yapıyordu.
Yemeğini
tepsiye koyduktan sonra asmanın altındaki masaya taşıdı. Alt kattaki
televizyonu her zaman yaptığı gibi pencereden dışarı bakacak şekilde çevirdi.
Televizyonun altına döner bir parça almış, böylece gündüz kuaför dükkânında,
yaz geceleri de bahçede kullanılmak üzere ayarlamıştı. Haberleri açtı. Yine
canının sıkılacağını bilerek izlemeye başladı. Yanılmamıştı, güzel
denilebilecek tek bir haber yoktu. Yazın güzel bir dizi de bulamayınca, müzik
kanallarından birine çevirdi televizyonu. Bir yandan yemek yiyor bir yandan da
şarkı mırıldanıyordu...
Yemekten
sonra yine aynı asma çardağının altına bu kez yumuşak minderli yuvarlak
koltuğunu çıkarttı. İşte akşam keyfi asıl şimdi başlıyordu. Çardaktaki lambayı
yaktı. Kitabını yanına aldı. Önce kahvesini yudumlayacak sonra da dondurmasını
yiyecekti. Kahvesini yarılanmadan televizyonda başlayan Kazım Koyuncu şarkısı
ile gözleri dolmuştu. Annesi ne çok severdi rahmetliyi. Hem onunla söylemiş hem
ağlamıştı... Sonra gözyaşları kurumuş, aşk şarkılarına eşlik ederek kahvesini
bitirmişti.
Güzel
ve bereketli bir günü geride bırakmanın rahatlığı ile etrafı toplayıp yatak
odasına çıktı. Yarın daha güzel bir güne uyanmak istiyordu penceresini açtı.
Dışındaki tül sayesinde sinek böcek girmiyordu. Gökyüzüne baktı bir süre.
Yıldızları izledi. Ağaçların yaydığı kokuyu içine çekti. Kitap okuyarak bir
saat daha geçirdi. Artık gözleri kapanıyordu. Bahçede ettiği duasını
tekrarladı.
Yarın
daha güzel bir gün olsun...
******
Cuma sabahı saat yedide koruluk alanda koşu yapan iki erkek,
köpeklerinin ısrarla havlaması ve o yöne koşması sonucunda parçalanmış sarışın
bir kadın cesedi bulmuştu.
İlk incelemede cesedin en az on gündür orada olduğu anlaşılmıştı.
Sürüklenerek ilk olay yerinden uzaklaştırıldığı vücudundaki sürtünmeden oluşan
izlerden anlaşılıyordu. Asıl ölüm yeri bulunduğu yerden yüz metre kadar ilerideydi.
Büyük vahşi hayvanlar şehrin göbeğindeki ormanlarda yaşamazdı. Katil ya da
katillerinin sürükleyerek olay yerinden uzaklaştırdığı sanılıyordu. Ne
bulunduğu ne de öldürüldüğü yerde ipucu yoktu. Etraf çok dikkatli bir şekilde
temizlenmiş ve izler yok edilmişti. Zaten üstünden geçen süre gerçek izleri yok
edecek kadar uzundu. Bu sürede ormanlık alan defalarca yağmur almıştı. Kısa
süreli de olsa yağmurlar da izlerin bozulmasına yardımcı olmuştu. Sadece kan
izinden cinayetin nerede işlendiği anlaşılıyordu.
Cesedin ilk görünümünden nasıl öldüğü anlaşılmıyordu. Ölüm sebebi
otopsiden sonra kesinlik kazanacaktı.
Sarışın, uzun saçlı, uzun boylu kadının aslında ‘travesti’ olması
ise işlerin bundan sonra karışma ihtimalini arttırıyordu.
*****
Hakan, eldivenlerini giyip cesedi yakından incelemeye başladı.
Cinayet silahının ne olabileceğini tahmin etmeye çalışmış ama parçalanmış cesette
gerçek ölüm sebebinin ne olduğunu gösteren, gözle görülür bir bulguya
rastlayamamıştı.
Ormanın serinliğinde bile terlemeye başlamıştı. Cesetten yayılan
koku da dayanılır gibi değildi. Herkes burnunu kapatmaya çalışıyor, tek elle
etrafı incelemeye uğraşıyordu.
Esmerliğini daha da vurgulayan mavi t-shirt sırtına yapışmaya
başlamıştı. Unutmuştu İstanbul’un nemini. Artık arabasında ve bürosunda en az
ikişer takım kıyafet bulunduracaktı. Doktorların çok iyi iş çıkarttığı,
yüzündeki tüm hatların kadınsı görünüme kavuştuğu cesede son kez baktı. Savcı
ulaştığında ceset de ambulansla adli tıbba gönderilecekti. Artık etrafı son kez
incelemekten başka yapacak şey kalmamıştı.
Akın ile yeniden tüm alanı karış karış gezdiler. Ağaçlarda bile iz aradılar.
Geniş
bir çember yapılmış, meraklılar uzak tutulmaya çalışılıyordu. Korulukta o
saatte bu kadar koşan olamayacağına göre, kalabalığın sebebi polis ve ambulans
sirenlerinin yarattığı merak olmalıydı! Haftanın son günü olması ve savcının
halen gelmemiş olması olayı daha da trajik hale sokuyordu.
Bir
saat daha geçmiş, nihayet savcı gelmişti. Tutanakların hazırlanmasından sonra
ceset ambulansa konulup otopsi için gönderilmişti. Hakan nihayet elindeki
eldivenlerden kurtulmuştu.
Katilin çok akıllı olduğunu düşünüyordu Hakan.
Çünkü ilk olayın yaşandığı yerin çevresinde çok geniş bir alanda olası izleri
yok etmişti. Bu da bir sürü ipucunun silinmesi demekti. Yine de kusursuz
cinayet olmayacağına göre, eninde sonunda bir ipucu bulacaktı.
Büroya dönmeden, bir başka olay ihbarı gelmiş, hemen olay yerine
gitmişlerdi. Bu kez bir şey araştırmaları gerekmiyordu. Çünkü maktul de, katil
de aynı yerdeydi. Komşusunu, çöp atma yeri yüzünden öldüren adam, cesedin
başında polisin gelmesini beklemişti.
Hakan, bazen kendisini, her olay bu kadar kolay çözülse, derken
buluyordu. Sonra da içindeki iyi taraf bu iç sese kızıyordu. Keşke hiç suç
olmasa... Hiçbir şeyi çözmek zorunda kalmasalar...
Öğlen yemeği bile yiyemeden saati üç yapmıştı. Akın'a, yemek
teklif etmiş, birlikte
yakındaki bir lokantaya girmişlerdi. Çoğu insanın az önce gördüklerinden sonra
günlerce midesi bulanır, yemek yiyemezdi. İlk meslek yılında polislerin de
çoğunda görülen bu durum bir süre sonra çok normal gelmeye başlıyordu. Akın da
kendisi gibi o yılları geride bırakmıştı.
Dosyasına
göre işini iyi yapan biriydi, Akın. Bir haftadır birlikte çalışıyorlardı ve
onun olaylara çok yönlü bakmasından memnundu. Tek sorun, Deren'e olan
ilgisiydi. Deren de ilgili gibiydi. Gerçi işlerine yansıtmıyordu ikisi de ama
bir süre sonra onları ayırmak zorunda kalmaktan korkuyordu. Aynı büroda aşk ne
yazık ki sadece dizilerde oluyordu. İşlerinin tehlikesi bunu engelliyordu.
“Amirim,
bu kez hiç elle tutulur bir bilgi yok. İşimiz zor gözüküyor! Üstelik çok zaman
geçmiş üstünden. Ne bulacaklar acaba?”
“Haklısın
Akın. Detaylı incelemede de bir şey çıkacak gibi gelmiyor. Otopsi sonucunu
bekleyelim bakalım. Kullanılan cinayet aletinin ne olduğunu anlayınca belki bir
şeyler buluruz. Bunca gün kayıp ilanı veren kimse çıkmamış mı? Hem arabası da
günlerdir orman alanının girişinde duruyormuş. Neden insanlar bu kadar meraksız
oldu?”
“Başlarını
derde sokmaktan korkuyorlar amirim. Kafasını çevirip gidiyor çoğu kişi.”
“Olay
yerine göre zaten görülmesi çok zormuş. Onu ortaya kesin hayvanlar çıkartmıştır.
Yoksa daha kolay kolay bulunmazdı. Açık alan kokuyu da bir yere kadar
dağıtıyor. Benim anlamadığım bu cinayeti açık alanda işleyecek kadar ne geçti
aralarında. Başkaları da burada spor yapıyor!”
Akın,
biraz düşündü sonra,
“Planlı
bir cinayet sanırım, amirim. Bu travesti cinayeti mi? Yoksa alelade bir cinayet
mi? Eğer travesti cinayeti ise devamı gelebilir. Katilin etrafındaki tüm izleri
yok etmesi de ilginç!”
“Neden?”
“Daha
önce de travestileri öldüren biri vardı. Ama ardında özel izler bırakırdı.”
“İz
bırakması kendini güçlü görmesinden. Ayrıca bunun iz bırakıp bırakmadığını
bilmiyoruz. O kadar az şey kalmış ki geriye anlamak zor.”
Katillerin
profilleri çeşit çeşitti. Kimin neyi neden yaptığı ayrı bir uzmanlıktı.
Eğitimlerden aklında kalanları kullanmaları bazen yetersiz olabiliyor, o zaman
uzmanlardan yararlanıyorlardı. “Diğer katili nasıl buldunuz?”
“Sonunda
travestilerden biri onu öldürdü. Adamı yakalamak için çok uğraşmıştık. Bizden
önce, kendi hedefindekinin hedefi oldu. O çocuk da kendini korurken katil
oldu.”
“Nefsi müdafaa ise az ceza almıştır.” Hakan
işin hukuki kısmındaydı ama Akın'ın söylediği başkaydı.
“Ne
olursa olsun insanın kendine verdiği ceza çok ağır oluyor.”
“Doğru,
ömür boyu bir can almış olmanın ezikliğini yaşayacak.”
Hakan,
daha önce iki kişiyi öldürmüştü. Her ikisi de azılı katil olsa da günlerce
rüyalarına girmişti. İkisi de birilerinin evladı, birilerinin eşi idi. O
günleri anımsamaktansa, özele girmeden iş ile ilgili konularda konuşarak yemeği
tamamlamak çok daha iyi idi. Astları ile samimi olmaktan ziyade belli bir
seviyede konuşmayı tercih ederdi. Akın ile de bu seviyeyi tutturmuştu. Daha
masadan kalkmadan yine anons gelmişti. Denizden bir ceset çıkmıştı. İntihar
sanılmış ama kafasının arkasındaki ezik, birisinin öldürmüş olabileceği hissi
yarattığı için cinayet masasının da incelemesi istenmişti.
“İş
bekliyor, hadi gidelim.” Hesabı ödeyip kalktıklarında akıllarında sadece o
günkü cinayetler vardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder