12 Temmuz 2015 Pazar

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 5. Bölüm

Nil alt kata indiğinde, neler olduğunu soranlara, çamaşır makinesine çamaşır atmayı unuttuğunu söyledi. Uzun yıllardır yaptığı bir şeyi kimseye anlatamazdı. Halasının tövbesi ile başladığı fal hayatı, onu polis muhbiri yapmıştı. İlk nasıl görmeye başladığını pek net anımsayamıyordu. Ama uzun yıllardır kahve fincanında, başka şeyler görüyordu. Kendisini ispatlayana kadar üç dört olayda, o zamanki başkomiser kendisini çok uğraştırmıştı.

İşte yine o fallardan birini görmüştü. Neden ve nasıl olduğu konusunda en ufak fikri yoktu. İsteyerek bakmasının da faydası olmuyordu. Bu gördükleri tamamen kendileri istediğinde gözüküyordu. Hiçbir mistik gücü yoktu. Sadece fal bakmayı bilirdi. Onu da halası tek tek öğretmiş, yorumlaması kendisine kalmıştı. Üstelik bunu yaparken elbette sadece eğlenmekti amaç.


Yıllar önce, bir gün, fincanda gördüğü bazı şeylerin ertesi gün gazetede yazılı olmasına hayret etmişti. Üçüncü sayfa haberi olan bir cinayetin faili meçhuldü. Oysa o katilin kim olduğunu haberi okur okumaz anlamıştı. Çünkü bir gün önce birisine baktığı falda görmüştü. Üstelik falına baktığı kişiye söylemiş onun suratına aptal aptal bakması ile ne yaptığını anlamıştı.

Elbette ilk gördüğünde anlam veremediği bu görüntüler üç dört kez daha tekrarlanınca ne yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı.

İlk söylediğinde annesi de inanmamıştı. Ama bazı gördüklerini hemen anlatması ve çoğunun ertesi gün, en geç iki gün sonra gazetelerde okumaları kadını da hayrete düşürmüştü. Annesi akıllı bir kadındı. Kızının bu işlerde adının anılmadan polisin işinin kolaylaşması için ne yapacağını düşünmüş, sonunda karar vermişti.

Annesinin kendisini elinden tutup, Cinayet Masasının olduğu binaya girmesi Nil'in hayatında büyük bir değişim yaratmıştı. O zamanın başkomiseri Mehmet Ali Öksüz ile nasıl konuşacağını şaşırmıştı annesi. Önce kendisinin ve kızının kimler olduğunu anlatmıştı. Annesi, kızının fal bakması ile ilgili bir şeyler anlatmaya çalışırken Nil sıkılmıştı.

“Anne, ben anlatayım mı?” diye sorduğunda Başkomiser bu küçük kızın ne anlatacağını merak etmişti.

“Bakın, annemin anlatmaya çalıştığının aslında mantıklı bir açıklaması yok. Ben kahve falına bakıyorum ve sizin takip ettiğiniz davalar ile bağlantılı bir şeyler görüyorum.”

Nil, o an karşısındaki adamın kendisine deli gözü ile baktığını biliyordu. Zaten anlattıklarına inanmadığı belliydi. Sadece kafasını sallıyor, onları başından atmak için fırsat kolluyordu. Ama Nil'in o an dudaklarından dökülen “Geçen ay bulunan bir ceset var. Denizden çıkmış. O kadar çürümüş ki adli tıp bir şey bulamamış. Ama zaten aynı kayıkta olan biri teknenin alabora olduğunu söylemiş. Arkadaşını aradığını ama bulamadığını, sonra da kendi canını kurtarmak için kıyıya yüzdüğünü anlatmış.”

“Tüm bu söylediklerin zaten gazetede yazdı.”

“Evet, ama söylemediği o çürümüş cesedin aslında kurşun yarası ile ölmüş olduğu.”

“Sen nereden biliyorsun?”

“Kayığı gördüm. Kayıkta kurşun deliği var.”

“Nerede gördün?”

“Falda!”

“Nasıl yani? Küçücük fincanda kayığı ve üstündeki kurşun deliğini mi gördün?”

“Bana inanmak zorunda değilsiniz. Ama o kayık bulunmadı değil mi?”

“Bulunmadı.”

“Çünkü battığını söylediği yerde batmadı. Daha açık denize bakın. Sanırım yirmi kilometre kadar güneyde!”

“O kadar mesafeyi yüzerek mi karaya çıktı yani o adam? Mümkün değil!”

“O kadarını bilmem. Benim gördüğüm kayık ve kurşun deliği.”

“Bak kızım, polis görgü tanıkları ile ve delillerle çalışır. Ama bu senin söylediklerin inanılır gibi değil.”

“Biliyorum. Ben sadece başıma gelenlerin nedenini bilmediğim için, belki polisin işine yarar diye size söyledim. Başkomiserim, siz şu kayığın aranmasını isteyin. Daha önce gördüklerimi de size anlatayım. Sonra kararınızı verirsiniz.” Nil, aklında kalanları bir çırpıda anlatmıştı.

Başkomiserin bakışları inanmadığını belli etse de sesini çıkartmamıştı. Nil ve annesi Nehir Hanım, başkomiserin odasından çıkmadan telefonlarını bırakmıştı. Üç gün sonra başkomiser telefon açmış, Nil'in söylediklerinin hepsinin çıktığını, katilin sandalın arkasına küçük bir sandal daha bağladığını, onunla kıyıya çıktığını, o kayığı adanın arkasında bir yere bağladığını ve sonra yüzerek kıyıya çıkmış gibi yaptığını anlatmış, bir daha ne görürse kendisine mutlaka haber vermesini istemişti.

Mehmet Ali Öksüz tayin olduğunda yerine atanan Fevzi Ataman, Nil hakkında bilgi sahibiydi. Bir nevi muhbirdi ama hiç para almıyordu. Bu da polisin işine geliyordu. Fevzi Başkomiser, o gün bugün Nil'in telefonlarını asla es geçmemişti. Elbette bu konuşmalar sadece başkomiser ile Nil arasında gerçekleşiyordu. Diğer memurların bu konuşmalardan, gelen ihbarların kaynağından asla haberi olmuyordu. Zaten böyle bir şey bilinse, polisiye haberlerin peşinde koşan basın mensupları çoktan boy boy yazılarla onu deşifre ederdi. Nil'in hayatı tehlikeye girerdi!

Nil, sade bir vatandaş olarak, polise yardım edebildiği için kendini iyi hissediyordu. Korunduğunu, adının asla deşifre edilmeyeceğini biliyordu. Fevzi Başkomiseri çok sevmişti. Son üç yılda onunla bir sürü olayın çözümünde birlikte çalışmıştı. Fevzi başkomiser defalarca sormuştu.

“Nasıl biliyorsun?” 

Nasıl bildiğini kendisi de bilmiyordu. Sadece polise yardımcı oluyordu.


1 yorum:

  1. Süper , harika büyük merak uyandıracağı belli olayların ve devamını heyecanla bekliyorum.

    YanıtlaSil