Nil
alt kata indiğinde, neler olduğunu soranlara, çamaşır makinesine çamaşır atmayı
unuttuğunu söyledi. Uzun yıllardır yaptığı bir şeyi kimseye anlatamazdı.
Halasının tövbesi ile başladığı fal hayatı, onu polis muhbiri yapmıştı. İlk
nasıl görmeye başladığını pek net anımsayamıyordu. Ama uzun yıllardır kahve
fincanında, başka şeyler görüyordu. Kendisini ispatlayana kadar üç dört olayda,
o zamanki başkomiser kendisini çok uğraştırmıştı.
İşte
yine o fallardan birini görmüştü. Neden ve nasıl olduğu konusunda en ufak fikri
yoktu. İsteyerek bakmasının da faydası olmuyordu. Bu gördükleri tamamen
kendileri istediğinde gözüküyordu. Hiçbir mistik gücü yoktu. Sadece fal bakmayı
bilirdi. Onu da halası tek tek öğretmiş, yorumlaması kendisine kalmıştı.
Üstelik bunu yaparken elbette sadece eğlenmekti amaç.
Yıllar
önce, bir gün, fincanda gördüğü bazı şeylerin ertesi gün gazetede yazılı
olmasına hayret etmişti. Üçüncü sayfa haberi olan bir cinayetin faili meçhuldü.
Oysa o katilin kim olduğunu haberi okur okumaz anlamıştı. Çünkü bir gün önce
birisine baktığı falda görmüştü. Üstelik falına baktığı kişiye söylemiş onun
suratına aptal aptal bakması ile ne yaptığını anlamıştı.
Elbette
ilk gördüğünde anlam veremediği bu görüntüler üç dört kez daha tekrarlanınca ne
yapması gerektiğini düşünmeye başlamıştı.
İlk
söylediğinde annesi de inanmamıştı. Ama bazı gördüklerini hemen anlatması ve
çoğunun ertesi gün, en geç iki gün sonra gazetelerde okumaları kadını da
hayrete düşürmüştü. Annesi akıllı bir kadındı. Kızının bu işlerde adının
anılmadan polisin işinin kolaylaşması için ne yapacağını düşünmüş, sonunda
karar vermişti.
Annesinin
kendisini elinden tutup, Cinayet Masasının olduğu binaya girmesi Nil'in
hayatında büyük bir değişim yaratmıştı. O zamanın başkomiseri Mehmet Ali Öksüz
ile nasıl konuşacağını şaşırmıştı annesi. Önce kendisinin ve kızının kimler
olduğunu anlatmıştı. Annesi, kızının fal bakması ile ilgili bir şeyler
anlatmaya çalışırken Nil sıkılmıştı.
“Anne,
ben anlatayım mı?” diye sorduğunda Başkomiser bu küçük kızın ne anlatacağını
merak etmişti.
“Bakın,
annemin anlatmaya çalıştığının aslında mantıklı bir açıklaması yok. Ben kahve
falına bakıyorum ve sizin takip ettiğiniz davalar ile bağlantılı bir şeyler
görüyorum.”
Nil,
o an karşısındaki adamın kendisine deli gözü ile baktığını biliyordu. Zaten
anlattıklarına inanmadığı belliydi. Sadece kafasını sallıyor, onları başından
atmak için fırsat kolluyordu. Ama Nil'in o an dudaklarından dökülen “Geçen ay
bulunan bir ceset var. Denizden çıkmış. O kadar çürümüş ki adli tıp bir şey
bulamamış. Ama zaten aynı kayıkta olan biri teknenin alabora olduğunu söylemiş.
Arkadaşını aradığını ama bulamadığını, sonra da kendi canını kurtarmak için
kıyıya yüzdüğünü anlatmış.”
“Tüm
bu söylediklerin zaten gazetede yazdı.”
“Evet,
ama söylemediği o çürümüş cesedin aslında kurşun yarası ile ölmüş olduğu.”
“Sen
nereden biliyorsun?”
“Kayığı
gördüm. Kayıkta kurşun deliği var.”
“Nerede
gördün?”
“Falda!”
“Nasıl
yani? Küçücük fincanda kayığı ve üstündeki kurşun deliğini mi gördün?”
“Bana
inanmak zorunda değilsiniz. Ama o kayık bulunmadı değil mi?”
“Bulunmadı.”
“Çünkü
battığını söylediği yerde batmadı. Daha açık denize bakın. Sanırım yirmi
kilometre kadar güneyde!”
“O
kadar mesafeyi yüzerek mi karaya çıktı yani o adam? Mümkün değil!”
“O
kadarını bilmem. Benim gördüğüm kayık ve kurşun deliği.”
“Bak
kızım, polis görgü tanıkları ile ve delillerle çalışır. Ama bu senin
söylediklerin inanılır gibi değil.”
“Biliyorum.
Ben sadece başıma gelenlerin nedenini bilmediğim için, belki polisin işine
yarar diye size söyledim. Başkomiserim, siz şu kayığın aranmasını isteyin. Daha
önce gördüklerimi de size anlatayım. Sonra kararınızı verirsiniz.” Nil, aklında
kalanları bir çırpıda anlatmıştı.
Başkomiserin
bakışları inanmadığını belli etse de sesini çıkartmamıştı. Nil ve annesi Nehir
Hanım, başkomiserin odasından çıkmadan telefonlarını bırakmıştı. Üç gün sonra
başkomiser telefon açmış, Nil'in söylediklerinin hepsinin çıktığını, katilin
sandalın arkasına küçük bir sandal daha bağladığını, onunla kıyıya çıktığını, o
kayığı adanın arkasında bir yere bağladığını ve sonra yüzerek kıyıya çıkmış
gibi yaptığını anlatmış, bir daha ne görürse kendisine mutlaka haber vermesini
istemişti.
Mehmet
Ali Öksüz tayin olduğunda yerine atanan Fevzi Ataman, Nil hakkında bilgi
sahibiydi. Bir nevi muhbirdi ama hiç para almıyordu. Bu da polisin işine
geliyordu. Fevzi Başkomiser, o gün bugün Nil'in telefonlarını asla es
geçmemişti. Elbette bu konuşmalar sadece başkomiser ile Nil arasında
gerçekleşiyordu. Diğer memurların bu konuşmalardan, gelen ihbarların
kaynağından asla haberi olmuyordu. Zaten böyle bir şey bilinse, polisiye
haberlerin peşinde koşan basın mensupları çoktan boy boy yazılarla onu deşifre
ederdi. Nil'in hayatı tehlikeye girerdi!
Nil,
sade bir vatandaş olarak, polise yardım edebildiği için kendini iyi hissediyordu.
Korunduğunu, adının asla deşifre edilmeyeceğini biliyordu. Fevzi Başkomiseri
çok sevmişti. Son üç yılda onunla bir sürü olayın çözümünde birlikte
çalışmıştı. Fevzi başkomiser defalarca sormuştu.
“Nasıl
biliyorsun?”
Nasıl
bildiğini kendisi de bilmiyordu. Sadece polise yardımcı oluyordu.
Süper , harika büyük merak uyandıracağı belli olayların ve devamını heyecanla bekliyorum.
YanıtlaSil