Bir
saate yakın, masadaki tüm dosyalar üzerinde çalıştılar. Ekibinin titiz bir
çalışma şekli vardı. Hatta o kadar ki her dosyada evrakların sırası bile
aynıydı. Olay, zanlılar, deliller, her dosyada aynı sıra ile gidiyordu. Bu da
okurken çok büyük kolaylık sağlıyordu. En sonda da ekibin neler yaptığı ve
neler yapacağı, nereden hangi sonucun beklendiği gibi notlar yer alıyordu.
Dosyaya girmiş olan evraklar listeden silinmişti. Tüm bu çalışma süresince
rahatsız olduğu tek şey Fevzi Baş komiserin içtiği sigara olmuştu. Havanın sıcak
olmasından istifade camı açmış ve böylece dumandan duyduğu rahatsızlığı biraz
telafi etmişti. Yeni de kokusu bile berbat geliyordu.
En
sona kalan dosyayı önüne çeken Fevzi Bey, kapısına doğru bir göz attı. Kapalı
olduğundan emin olduktan sonra Hakan'a döndü.
“Şimdi,
sadece sana söyleyeceğim ve senin de sadece görevini devrederken yerine gelene
aktaracağın bir sırrı paylaşacağım.”
Hakan
duyduklarını şaşkınlıkla karşılamıştı. Şaka yaptığını sanmış ama ciddi
ifadesini görünce merak etmişti.
“Sizi
dinliyorum.”
“Bizim
bölümün başarısının ardında yatan sırrı öğreneceksin. Bu duyduklarını garip
karşılayacağından eminim. Tıpkı ilk duyduğumda benim yaptığım gibi. Ama sonra
söylediğim her şeyin çok doğru olduğunu anlayacak ve birazdan aklından geçecek
düşüncelerden utanacaksın. Neyse ki o utancı da tek başına yaşayacağın için
sorun yok.”
Hakan,
artık kesin bir şakanın kurbanı olduğunu düşünüyordu. Baş komiserin sözleri çok
tuhaftı.
“Sil
şimdi o şaşkın ifadeyi ve kulağını aç. Biri var... O sadece seni arayacak.
Sadece sana konuşacak. Asla para almayacak. Asla da deşifre olmayacak.
Kesinlikle adını herhangi bir olayda telaffuz bile etmeyeceksin.”
“Kim
bu önemli muhbir?”
“Evet,
bir nevi muhbir ama bizim her zaman çalıştıklarımıza benzemez. “
“Farkı
ne?”
“Fal
bakar!”
Hakan,
kahkahasını engelleyememişti.
O binaya girdiğinden beri son derece ciddi bir yüzle hareket eden
adam gitmiş yerine bir anda kahkaha atan adam gelmişti. Gözleri o an eladan
yeşile dönmüştü. İlk kez yüzünde insani bir iki çizgi oluşmuştu. Fevzi, yeni
baş komiserin işinin başında sert ama hayatın içinde keyifli biri olduğunu
anlayıp mutlu olmuştu. Zaten zor olan iş, asık suratla çekilecek gibi değildi.
Hakan,
kendisine bakan Fevzi Baş komiserin ciddi yüzünü görünce kahkahasının izlerini
yok etmeye çalıştı.
“Fal
mı bakıyor?” Konuşurken bile sesinde gülmenin izleri vardı. Gözlerinin
etrafındaki küçük çizgiler hala gözüküyordu…
“Bana
bak, emekli olmasam, sırf benim lafıma bu kadar güldün diye, seninle
uğraşırdım. Ama dua et ki, ilk duyduğumda ben de aynı tepkiyi vermiştim.”
“Siz
ciddi misiniz?” Hakan, toparlanmaya çalışarak yüzündeki gülümsemenin izlerini
yok etti. Asayişin peşine düştüğü falcılardan biri cinayet masası için
çalışıyordu. Sahtekâr olduğundan adı gibi emindi. Hatta üfürükçülük de
yaptığından emindi. Kim bilir nasıl edindiği bilgileri polise aktarıyordu. Para
almıyor olması başka şey almadığı anlamına gelmiyordu ki! Demek ki işini
yaparken rahat bırakılmak için muhbirlik yapıyor, falcılığa da devam ediyordu.
Polislerin ona dokunmamasını da cinayet masası ekipleri sağlıyordu... İçinden sunturlu
bir küfür savurdu. Daha dakka bir gol bir, uğraşacak bir şey çıkmıştı...
Hakan,
bu işe de el atma kararını verdi. Kendisinin görev yaptığı bir yerde illegal
yöntemlerle asla çalışılmayacaktı...
O
falcıyı da en kısa sürede tutuklatacaktı...
*******
Ertesi
gün, Nil, çalan telefon ile sıçradı. Elindeki dergiye dalmıştı.
“Uğur?”
“...”
“Cumartesi
mi? Tamam canım. Yazdım. Kızlar da geliyor tabii! Geldiğinde anlatırsın artık
bu şanslı adamı?”
Nil
telefonu kapattığında kendini zor tutuyordu. Sevinç çığlığına az kalmıştı. Tüm
salondakiler ona bakıyordu.
“Uğur
mu arayan?”
“Evet,
Necla abla!” Necla abla bugün de saçını kestirmek için gelmişti. Zaten haftanın
en az üç dört günü dükkândaydı.
“Kimmiş
o şanslı adam?” Sesi o kadar yüksekti ki arka bahçede oturan kadınlar da duymuş
bir an seslerini kesmişti.
“Bilmem
söylemedi.” dedi Nil, Necla abla daha fazla sormasın diye…
“Bak
şuraya yazıyorum, kardeşleri, iki kardeşle evlendi ya, o da ağabeyleri ile
evlenir!”
Nil,
şaşkınlıkla baktı. Boş atıp dolu tutmak mı? Yoksa hayat tecrübesi mi? Galiba
ikincisiydi.
“Ay
ne güzel olur vallahi.” diye lafa girdi Bertuğ. “O adam çooook yakışıklıydı.
Ben olsam asla kaçırmazdım elimden.” Bir önceki gelişini anımsıyordu Bertuğ!
“Bertuğ,
sen kendi yakışıklına bak oğlum, başkasının adamını rahat bırak.”
Ayşegül
seviyordu bu çocukla uğraşmayı. Bertuğ da onula… “Ay tamam abla ya, yakışıklıya
yakışıklı demek de yasak.”
Bertuğ,
ailesinin eşcinsel olmasını kabullenmediği için evini terk etmiş, daha önce
erkek berberinde çalışmasına rağmen, artık kadınların arasında olmaya karar
vermiş ve Nehir Hanımın yanında çalışmaya başlamıştı. Nil, annesi öldüğünde
onun da kendisi kadar üzüldüğünü anımsıyordu. Öz annesi kendisini dışlarken
Nehir Hanımın kabullenmesi hep onu gözünde ayrı bir yere oturtmuştu. Bertuğ,
Yosun ile anlaşamazdı ama Nil ile arası hep iyiydi. Yosun eşcinsellere
tepkiliydi. Bunu da Bertuğ'dan saklamazdı. Zaten anneleri kızlarını dürüst
olmak konusunda iyi yetiştirmişti. Ama bazen kantarın topuzu kaçıyor kabalık
derecesinde dobra oluyorlardı.
Bertuğ,
Nehir Hanım öldükten sonra Nil'in yanında kalmaya karar verince müşteriler de
çok memnun olmuştu. Çok başarılı saç kesimleri ve boya yaptığı için çok
seviliyordu. Elbette bu sevginin altında şen şakrak hallerinin de payı çoktu.
Tüm dünyaya meydan okuyan ve gülen hali ile hep mutluymuş gibi gözüküyordu.
“Kızlar
da geliyor sanırım! Balayından dönmüşler mi?” Necla merakının peşinde koşuyordu
hala...
“Onlar
evleneli bir ay oldu. Kimde o kadar para var, bir ay balayı yapacak? Döndüler
tabii.” Nil, Necla'nın laf alma çabalarını savuşturmaya çalışıyordu.
“Doğru
diyorsun. O kızlar zengin koca bulabilirdi ama maaşlı adamlarla evlendiler.”
“Necla
abla, zenginlik neyle ölçülür?” Soru on altı yaşındaki iki çıraktan biri olan
Aydan'dan gelmişti. Aydan, Emine ile aynı yaşta olsa da daha çok serpilmişti.
Görünen bir güzelliği varsa da, o farkında değildi. Ama Emine onun kendisinden
güzel ve akıllı olduğunun farkındaydı. Aralarında yaşanan kıskançlıklara alışan
Nil, sık sık onları yatıştırırdı.
“Aydan,
sen büyüklerin işine karışma.” diye susturmaya çalışan Necla'nın aslında
verecek yanıtı yoktu. Aydan da haklıydı. Zengin erkek ile evlilik mutluluk
getirir miydi? Çevresinde ne kadar çok kötü örnek vardı aslında...
“Aydancığım,
sen Necla Ablanın dün getirdiği kek tabağını getir de giderken götürsün.
Kırılır falan, takımı bozmayalım.” Ayşegül, çoktan idareyi ele almıştı.
“Tamam,
Ayşegül abla!” Aydan mutfağa giderken Emine, “Ben de zengin koca alacağım. Hiç
olmazsa rahat ederim değil mi ama Necla abla?” diyordu.
Konunun
kapatılmaya çalışıldığının ya farkında değildi ya da müşteriyi kendinden yana
çekiyordu.
Nil
yine Emine-Aydan zıtlığını görüp gülümsedi.
*******
Bir
ay kadar önce iki kardeşini evlendiren Uğur, bu hafta sonu da kendisi
evleniyordu. Nil zaten o gün falda gördüklerinden sonra bu haberi bekliyordu.
Uzun yıllardır aynı semtte oturuyor olmalarının verdiği yakınlıkla üç kız
kardeşi de iyi tanıyordu. İki kız kardeş, geçen ay iki erkek kardeş ile
evlenmişti. Şimdi de Uğur, yani en büyük kardeş, damatların ağabeyleri ile
evleniyordu.
Üç
kardeşe üç gelin...
Nil, Uğur'un ilk evliliğini de biliyordu. Beş yıldan fazla olmuştu
ilk evliliğini yapalı... Annesi ona gelin başı yaparken Nil de salonda
izlemişti onların uğraşısını... Nikâha da gitmişlerdi. İlk kocası da subaydı.
Üç buçuk yıl önce bir çatışmada şehit düşmüştü. Uğur, kocasının kaybından
kendini sorumlu hissetmiş, yıllarca bir kabuk ardında yaşamıştı. Şimdi ise o
kabuk yarayı tamamen kapatmış ve düşmüş, Uğur yeniden yaşamaya başlamıştı. Kız
kardeşlerini evlendirdiği gün, ona
baktığı falı anımsadı... Demek
ki o falı doğru yorumlamıştı...
Nil, iki kardeşin düğününü hatırladı. İkisi de çok güzel gelinler olmuştu. Düğün
zaten hala konuşuluyordu. Hem kızları hem de düğünlerini kıskandığını düşündü.
Ama bu tatlı bir kıskançlıktı. Kendisi de onlar kadar severek, onlar kadar
mutlu bir evlilik istiyordu. İki ay sonra yirmi altı yaşına girecekti. Daha
önce çıktığı erkeklerin yalanlarından, iki yüzlülüklerinden bıkmıştı. Çoğunu
ilk buluşmada, bir kısmını da ikinci buluşmada elemişti. Çok nadir üçüncü kez
buluşmuş, onlarda da kendisi bir şey hissetmeyince bir daha buluşmamıştı. Bu
güne kadar hiç âşık olmamıştı. İşte bu yüzden üç kardeşin, üç kardeş ile
yaşadığı aşkı kıskanıyordu. Gerçi, Umut kendisinden bir yaş, Uğur üç yaş
büyüktü. Demek ki kendi şansı da hala devam ediyordu.
Uğur gelince her şeyi anlattıracaktı ona. Hem de o gece kendisi
ile ilgilenen erkeğin, ertesi gün için randevu vermesini ve o randevuya
gelmemesini de ona sorabilirdi... Gerçi, gerçekten ilgileniyor olsaydı gelir,
gelemeyecek durumda olsa da arar haber verirdi değil mi? Aşk bana göre değil,
diye düşündü. Çünkü o dürüstlükten yanaydı. Her ne olursa olsun doğruyu
söylemek, doğru davranmak istiyordu. Bu da günümüz ilişkilerinde pek görülmeyen
bir özellikti. O yüzden bir süre kimse ile çıkmayacak, gerçek aşkı
bekleyecekti. Onu da inşallah bulurum, diyerek gülümsedi kendi kendine.
Öğlen paydoslarında gelen müşterilerin
işlerini hallettikten sonra, mutfağa yürüdü. Ara kapıdan eczane tarafına geçti.
Evin aslında alt katının mutfağı, arka cepheyi boydan boya kaplıyordu. Annesi,
kızının dükkânı mahallede olsun diye tutturunca, mutfağı ortadan ikiye
böldürmüşler, araya bir kapı yaptırıp geçişi kolaylaştırmışlardı. Kalan kısmı
her iki taraf da yine mutfak olarak kullanıyor, küçülen alan bir şeyleri
ısıtmak için yetip de artıyordu. Bölünmesinin tek nedeni, yaygaracı hatunların
seslerinin eczaneye gitmesini engellemekti. Tüm çabasına rağmen başaramadığı günler oluyordu. Uğur ve kardeşleri geldiğinde de aynı şeylerin yaşanacağından emindi. Herkes bu kardeşleri konuşturacaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder