Öğle
yemeği için kimse sıcak şeyler istemeyince bol meyve ile geçiştirmişler, daha
sonra da Türk kahvesi içip kapatmışlardı. Sadece Hakan kapatmamıştı. Uzun
parmakları ile neredeyse avucunda kaybolan fincanı itina ile tabağa bırakmış
sonra sehpanın ortasına doğru itmişti.
“Neden
sen de kapatmadın Hakan?” Cenk merakla sormuştu. Nil de merak etmiş ama soracak
kadar yakın olmadığı için susmuştu.
“Nil,
benim için zaten çok fazla fal bakıyor.” Bunu söylerken yüzünde minnet dolu bir
ifade vardı ve Nil'in yüzüne gülümseyerek bakıyordu. Nil hemen yanıt verdi.
“Diğerlerini
senin için özel bakmadım ki. Kapat, senin de falına bakayım.”
“Teşekkürler.
Sen onlara bak. Ben de senin sırrını çözmeye
uğraşayım.” Hakan, bunu samimi bir şekilde söylemişti ama Nil'in yüzü
değişmişti.
“Sırrım yok ki. Ya da var mı acaba? Bulursanız bana da söyleyin
olur mu?” Hakan'ın hala kendisine olan güvensizliği canını sıkmıştı. Sanki
aradaki soğukluğu yıkmaya çalışan o değilmiş gibi yine iğneleyici bir laf
sokmuştu.
“Elbette. Seni iş başında izleme imkânını yakalamışım, kaçırır mıyım?” Hakan da gereksiz bir laf
ettiğinin farkında işi şakaya vurmaya çalışmıştı. Aklının bir tarafı hala fal
ile olay çözmeye ikna olmamıştı. O yüzdendi bu tersliği. Ama eğer doğru
söylüyorsa ki öyle olduğuna inanmayı çok istiyordu, o zaman da kendisi için
büyük bir nimetti, Nil!
“Fallarımıza baktıktan sonra havuz kenarına geçelim. Hava çok
sıcak! Yüzmek istiyorum artık.”
“O zaman sen ver ilk sana bakayım.” Nil, fincanı eline aldı. Bir
süre baktıktan sonra anlatmaya başladı. “Handan, iki hafta kadar sonra tatile
gideceksin. Aslında uçakla gitmek istiyorsun ama sonra tekne ile gezmeyi
planlıyorsun. İlk planın yurt dışıymış. O olmamış ama sanki ikinci planında da
sorun olacak. Cenk gelmiyor mu seninle? Tek görüyorum seni!” Handan, Cenk'e
baktı. Sonra üzgün bir sesle sordu “Sen tatile çıkmayacak mısın benimle?”
“Bildiğim kadarıyla seninle birlikte gideceğim ama Nil başka
şeyler görüyor. Acaba aksi bir şey olacak da ben katılamayacak mıyım?” Cenk
gerçekten meraklanmıştı. Üstelik Handan'ın tüm tatil planlarını Nil'e anlatmış
olması mümkün olmadığına göre bu kadın gerçekten ilginç bir yeteneğe sahipti.
“Sen gitmiyorsun. Nedenini göremiyorum şu an ama Handan tek
gözüküyor. Hatta iki kadın gözüküyor. Başka biri ile gideceksin sanırım.”
Handan, sinirlenmişti. Onun ne planları vardı tatil için. Cenk ise
sanki gelecekmiş gibi konuşuyordu ama gelmemek için şimdiden plan yaptığı
belliydi. Ama Handan ona, kendisini üzdüğü için mutlu olma fırsatı
vermeyecekti. Umursamaz bir tavırla Nil’e döndü.
“Neyse daha var tatile. Ayrıca, Cenk gelemezse sen gelirsin.”
“Ah tamam bir ben kusurdum tatilinde? Ben değilimdir her halde?”
Kendisi olmayacağına dair net bir cümle kuramaması Hakan’ın dikkatinden
kaçmadı.
“Kendin olsan tanırdın değil mi?” diye sordu.
“Ben kendime ait bir şey göremem. Başkasının falında bile kendimi
göremem. Görsem de ben olduğumu bilmem.” Nil, bunu açıkladığında hepsi çok
şaşırmıştı.
“AA sen kendine fal bakamaz mısın?” Handan şaşkınlıkla sordu.
“Hayır, hiç bakamam kendime.”
“Kötüymüş.”
“Aslında, ben fala göre hareket edilmesini de anlamam. Tamam,
bakıyorum ama eğlence bu.”
“Bizim açımızdan pek de eğlence değil, aksine iş olmaya başladı.”
Hakan onun fala bakış açısı ile yaşananlar arasındaki tezada dikkat çekmek
istiyordu.
“Ama onlar fal gibi değil. Onlar başka bir şey. Anlatamam onları
nasıl gördüğümü.”
Kimse başka laf etmeyince Nil yine fincana döndü. Handan'ın
hayatındaki karmaşaları anlatmaya başladı. Sıkıntılı olduğunu ama bir süre
sonra tüm sıkıntılarını geride bırakacağını, kati kararlar ile hayatını
değiştireceğini söyledi. Handan bir yandan dinliyor, bir yandan da Cenk'i
izliyordu. Cenk dikkatle Nil'e bakıyordu. Söylediklerini can kulağı ile
dinliyordu.
Sıra tabağa geldiğinde üçü de yeni neler duyacaklarını merakla
bekliyordu. Çünkü Handan'ın hayatında nasıl değişiklikler olacağını hepsi merak
ediyordu. Oysa Nil çok açık ifadeler kullanmıyordu.
Nil, tabağa bakarken birden yüzü değişti. Hiç sesini çıkartmadan
bir süre tabağı inceledi. Aradan iki dakikaya yakın süre geçtiğinde üçü de
merakla ne gördüğünü anlamaya çalışıyordu. Nil başını kaldırdı. Sadece Hakan'a
baktı. Kahverengi gözleri siyaha yakın bir koyuluğa bürünmüştü. Hakan bu
gözlerde başka bir ifade gördü. Bu kez çekindiğini hissetti o bakışların
anlamından. Nil ise düz bir ses ile konuşmaya başladı.
“Yeni bir cinayet var. Bugün işlendi sanırım. Gazetelerde
okumadım. Büroda öldürülen bir adam var. Bir de yaralı kadın var. Cinayet
silahı iş hanının tuvaletinde! Katil kaçtı demiş. Yaralı kadının üstüne gidin.
Vuran o. Bir aşk cinayeti daha!”
Sözleri bitene kadar kimse nefes bile almamıştı. Hakan, sadece
şaşkınlıkla bakabiliyordu. Eğer bu olay gerçekten olmuşsa artık şüphe etmesini
gerektirecek tek bir neden kalmamıştı. Kendi gözünün önünde yaşanmıştı tüm
olaylar. Üstelik daha kendisinin bile haberinin olmadığı bir cinayetten
bahsediyordu. Bir süre daha baktı Nil'in gözlerine. O gözler artık ilk
gördüğündeki gibiydi. Birkaç saniye daha baktı.
Sonra cep telefonunu çıkarttı ve nöbette olan Deren'i aradı.
“Deren? Nasıl geçiyor nöbet? Var mı olay?”
“Az önce bir ihbar geldi amirim. Şimdi olay yerine gidiyorum. Siz
de gelecek misiniz?”
“Olay nerede?”
“Yenibosna da amirim.”
“Ben uzaktayım. Sen Rıza'yı da al git. Gelmeme gerek olursa haber verirsin. Olay
hakkında bilgin var mı? Ne olmuş?”
“Bir büro baskını!” Hakan zaten beklediği cümleyi duyunca yine de
afallamıştı. Telefonunun hoparlörünü açtı. Bu kez dört kişi merakla dinliyordu
karşıdan gelen cümleleri.
“Nasıl olmuş? Kimmiş baskın yapanlar?”
“Alacaklılar büroyu basmış. Sekreteri yaralamış, patronu
öldürmüşler. Sekreter sürünerek çıkmış haber vermiş. Susturuculuymuş silah.
Kimse duymamış. Gerçi katili gören olabilir. Çok fazla büronun olduğu bir hanmış.”
“Sekreter konuşabilecek durumda mı?”
“Evet amirim.”
“Öyleyse onu sıkıştırın.
Ben sekreteri hayatta bırakacak alacaklı olduğunu sanmam. Var bu işte bir iş.
Bir de... Cinayet silahı hala oralarda olabilir. O katı da bir alt katı da
iyice arayın. Benlik iş yoksa yarın resimlerden bakarım olaya. Sakın unutma çok
resim istiyorum.”
“Emredersiniz amirim.”
Telefonu kapattığında Nil dâhil hepsi şaşkındı.
“Bu neydi? Gözümüzün önünde cinayet çözdüğünün farkında mısın?”
Handan hala inanamıyordu. Ürperdiği hem sesinden hem vücudundan belliydi. Cenk
karısının o haline tepkisiz kalamamış hemen yanına gelip omzuna sarılmıştı.
Nil, Handan'ı korkuttuğunu görerek üzülmüştü. Hemen neden gördüğünü açıklamak
istedi.
“Ben görmesem de çözülürdü bu cinayet. Aslında benim gördüklerim
genelde izlerin polisi yanlış yönlendirdiği cinayetler. Sanırım bunda da
sekreter yüzünden yanlış tarafa sapabilirdi polis. O yüzden çıkmış olmalı
falda! Ama polis bunu en azından adli tıp incelemesinden sonra ortaya
çıkarırdı.”
Nil, nasıl olduğunu bilmese de neden olduğunu biliyordu. Hep,
başka ipuçları ile yanıldıklarında yardımcı olmuştu. Çok nadir başka ekiplerin
işlerini de görürdü ama onları da hep aynı ekibe bildirirdi.
Hakan, hala konuşmamıştı. Cenk de aynı şaşkınlıkla bakıyordu.
Handan onların bu halini ve kendi üstündeki tedirginliği dağıtmak için “Ben
yeterince fal dinledim. Şimdi soğuk meyve suyu getiriyor ve havuz başına
geçiyorum.” diyerek yerinden kalktı. Fincanını ve tabağını alıp içeri girdi.
Cenk bir kapalı fincana bir Nil'e baktı ve “Ben vazgeçtim, teşekkürler” diyerek
kendi fincanını içeri götürdü.
Nil, neden baktırmak istemediğini merak etti. Dikkatli gözlerle
takip etti Cenk'i. Hala konuşmamış olan Hakan da onu izliyordu. Gözleri ile
Cenk'i takip etmesinden hoşlanmamıştı. O gözlerdeki ifade merak mıydı?
Yakışıklı bir erkeğe olan ilgi miydi? Ne olursa olsun hoşlanmamıştı! Neden
hoşlanmadığını bilmese de böyleydi işte...
Dikkatini çekmek için hafifçe öksürdü. “Gözümle görmesem hala
inanmazdım sanırım.”
“Ben her seferinde inanamıyorum. Allah vergisi bir yetenek derken
ne demek istediğimi tam anlatamıyorum ama gördün işte. Hile hurda yok. Ve bu
kez bu kadar hızlı görmem senin burada olmandan da kaynaklı olabilir. Her an
aklın işte ve bunu bizlere de geçiriyorsun bir şekilde.” Nil, kendini
anlatamamanın sıkıntısı ile konuşuyordu ama artık anlatmasına da gerek yoktu.
“Fevzi Baş Komiserim ilk anlattığında çok gülmüştüm biliyor musun?
Seni, falcılık yapan üfürükçülerden sanmıştım. Hatta seni bitirmeyi, hapse
attırmayı istemiştim. Şu an kendime gülmek istiyorum ama onu bile yapamıyorum.
Hakkında çok yanılmışım.” Ses tonu pişmanlığını dışa vuruyordu. Nil, artık onun
da ikilemlerinin yok olduğunu bilmenin rahatlığı ile arada söylediği lafa
takılmıştı. Gülerek sordu,
“Üfürükçü mü? Üfürükçüler erkek olmaz mı?”
“Ben seni erkek sanıyordum. Sesini ilk duyduğumda onun için o
kadar şaşırdım.”
“Anımsadım. Bana 'sen o falcı mısın' demiştin.”
“Evet, telefonun ucunda kalakalmıştım. Yani şaşkınlıktan öyle
demiştim. Ama senin bu yaptığın fal bakmak değil. Bir nevi medyumluk mu
demeliyiz acaba?”
“Onu da diyemeyiz. Çünkü sadece elimde fincan varken ve sadece
cinayet davalarında bu kadar net şeyler görüyorum. Keşke piyangoyu falan
bilsem!”
“Kendine yarar şeyleri görememen kötü gerçekten. Ama vardır bir
bildiği sana bu gücü verenin.”
“Elbette. Böyle şeyler çıkarlar için kullanılmamalı.”
“Ama senin falların benim çıkarıma oluyor.”
“Olsun. Polis için bu kadarcık şey yapmak benim için çok önemli.”
“Senin bu kadarcık şey dediğin gerçek suçluları içeri tıkıyor.”
“Ben basit yollar gösteriyorum. O yollara ulaşmak için yine siz
çabalıyorsunuz. Hem her olayı benimle çözmüyorsunuz ki. Geleli iki ay oldu
sanırım bu üçüncü olayımız. Toplamda kaç cinayet çözdünüz bu sürede?”
“Onlarca, ne yazık ki!”
“İşte gördün mü? Sen ve ekibin asıl işi yapansınız. Benimki sadece
arada destek vermek!”
“Hazır destek vermekten bahsediyoruz şu travesti cinayetlerinin
katili için de bir yol göstersene.”
“O cinayetleri hiç görmedim bu güne kadar. İnşallah görürüm de
çözersin. Ama sanırım hiç iz yok değil mi?”
“Hiç yok.”
“Siz bir iz bulana kadar benim onu görmem pek mümkün değil
sanırım.”
“Sen öyle diyorsan!”
Onlar konuşurken içeride bardakları hazırlayan Handan’ın, Cenk'in
kapalı fincan ile içeri girmesinden sonra morali iyice bozulmuştu. Kocası
falında görüleceklerden korkmuştu! Onun için de apar topar içeri getirmişti
fincanını. Hemen suya sokmuştu üstelik.
“Ne o, falında göreceklerinden mi korktun?”
“Ne ilgisi var? Sadece o kadar sarsıldı ki bir de ben yormayayım
dedim. Hem aklım şu tek gideceğin tatile takıldı. Ben senin tek gitmeni
istemiyorum. Olur, da ben gidemezsem sen de gitme.”
“Ben o tatile gideceğim. İster gelirsin ister gelmezsin. Ama
buralarda kalıp bir seneyi daha sinir ve stres içinde tamamlamayacağım. Hiç
olmazsa iki hafta dinlenir biraz uzaklaşırım olaylardan.” Sesinin sertliğinin
farkında değildi. Cenk bir süre baktı Handan'a.
“Neden bu kadar sinirlisin?”
“Çünkü Nil’in o falda gördüklerinin yaşanacağını ikimiz de
biliyoruz. Henüz Hakan’ın bile bilmediği cinayeti anlatan birinin söylediği
diğer şeyler de çıkacak. İşte bu da o tatile benim tek gideceğimin göstergesi.
Kim bilir nerede ne işin olacak da benimle gelmeyeceksin? Şimdi de neden
sinirlisin diyorsun! Şu an konuşmak istemiyorum. Misafirlerimiz var onlarla
ilgilenelim. Sonra konuşuruz.” Handan elindeki tepsi ile terasa doğru yürümek
için Cenk'in önünden geçmeliydi. O sırada kolunu tutup durdurdu Cenk.
“Handan, isteyerek o tatile katılmamam mümkün değil. Aksi bir şey
olmazsa ben de seninle geleceğim ve Nil'in her dediğinin çıkmadığını sana
kanıtlayacağım.”
“Umarım… Sen şu tepsiyi alır mısın? Ben de geliyorum.” Cenk tepsi
ile dışarı çıkarken Handan zor tuttuğu yaşların akmasına izin verdi. Kısa bir
süre sonra yaşları sildi. Fala çok inanmak istemese de elinde değildi.
Fısıltıyla... “Umarım yanılıyorsundur Nil! Umarım yanılıyorsundur...” diyerek
çıktı evden.
Dışarı çıkan Cenk, bahçedeki ikilinin hararetli konuşmalarını
izleyerek yanlarına yaklaştı. Seslerini duyacak kadar yaklaştığında o hararetli
konunun cinayet olduğunu anlayıp bir nevi iş görüşmesi olduğuna karar verdi.
“Başka bir dava mı?” diye sordu Cenk. Bir önceki davada yardımcı
olmak ayrı bir haz vermişti ona. Nil kadar olmasa da polise yardımcı olmak için
yeniden görev alabileceğini düşünüyordu.
“Evet, bir seri katil ile karşı karşıyayız. Üstelik bu kez Nil
bile yardım edemiyor.”
“Travesti cinayetleri mi? Benim yardımcı olabileceğim bir şey
olursa haber ver yine!”
“Sağ ol.”
Aslında dışarıdan bakıldığında çok hareketli bir yaşamı vardı
Cenk'in. Gerçekte ise çok monotondu o yaşam. Evden işe işten seyahate. Arada
bir farklı şehirlere gitmek eğlenceli oluyordu ama hep aynı şeyleri yapmak
sıkıcıydı. Yine de evde kalamazdı. Handan ile aynı çatı altında olmak
istemiyordu. O yüzden de sık sık seyahate çıkıyordu.
Az önce duyduğu tatil ile ilgili aksaklık da aslında hoşuna
gitmişti. Tabii bunu Handan'a itiraf edemezdi. Onunla birlikte olmaktansa ayrı
olmayı tercih ediyordu. Handan, bu evlilikten ne beklediğini hiç açıkça ifade
etmiyordu. Onun ne düşündüğünü bilmeden de kendisi bir hareket yapamıyordu.
Kapana kısılmış gibiydi. İyi ama nereye kadar böyle kaçacaktı?
Hakan’ın sesi ile Cenk düşüncelerinden sıyrıldı. “Bu işler
göründüğü kadar tehlikesiz değil. Karşımızdakilerin çoğu soğukkanlı katil! Çok
azı mecbur kaldığı için cinayet işlemiş kişiler. Geçenlerde memurlardan biri
kolundan yaralandı. Onun hemen ardından biz geliyorduk. Biz de
yaralanabilirdik.”
Handan ve Nil’in gözleri büyümüş, Hakan boş bulunup anlattığı için
kendine kızmıştı. Onların yüzündeki ifadeyi silmek için hemen devam etti.
“Neyse ki genelde olmaz öyle çok kovalamaca. Benim en çok şahit
olduğum kovalamaca dizilerde. Onlar da ne yazık ki çok abartılıyor.” Kadınların
korkusu azalsın diye dizilere getirmişti lafı ama pek faydası olmamıştı. Aksine
ikisi de onun kendileri için olayı hafifletmeye çalıştığını anlamıştı.
“Öyle şeyler duyuyoruz ki o eski söz ister istemez aklımıza
geliyor. 'Ölende mi, öldürende mi kabahat?' Sanırım ölende de çok fazlaca
kabahat olabiliyor.” Cenk, konudan hoşlanmış, devam ediyordu.
“Cinayetlerin çok büyük bölümü namus ya da borç-alacak
ilişkisinden işleniyor. Çok az kısmı zevk için adam öldürüyor. Bir kısım katil
ise tetikçi. Yani onların işi öldürmek! İnanın en tehlikelisi onlar. Çünkü
yaptıklarının ardında bir amaç yok. Bir duygu yok. Sadece tetiğe dokunuyor!”
Hakan, en çok bu son gruptan çekinirdi.
“Onların psikolojisi başkadır. Ya korku, ya üstünlük taslamak!”
Nil, biraz araştırmıştı ama çok derin bir bilgisi yoktu yine de...
“Mümkün. Bir sürü araştırma var ama tüm o araştırmalara
girmeyenler de var. Hadi konuyu değiştirelim. Ben yüzmek istiyorum. Bu tatsız
konuları kapatalım ve şu havuzun tadını çıkartalım.” Hakan t-shirtünü
çıkarttığında Nil bir an bakışlarını kaçıramadı. Düzgün bir vücut bekliyordu
ama böylesini ummamıştı. Hafif kaslı bir görüntüsü vardı. Omuzlarındaki ve
midesindeki kas yapısı düzenli spor yapanlarda olurdu.
Nil zorla çekti bakışlarını. Az sonra kendisi de mayo ile
kalacaktı. Bir an vazgeçmeyi düşünse de sonra kararlı bir şekilde elbisesini
çıkarttı. Utanacağı bir şey yoktu...
Hakan, elbisenin altından güzel bir vücut çıkacağını biliyordu ama
o bol elbisenin altında bu kadar göz alıcı kıvrımlar olacağını beklememişti
yine de. Bir an başını Cenk'ten tarafa çevirdi. Cenk de Nil'e mi bakıyordu? O
sırada Cenk de kafasını başka tarafa çevirmişti. O da Nil'e bakıyordu! Hayır,
karısının yanında böyle bir şey yapacağını sanmıyordu. Sadece kendisi
kıskançlık yapıyordu.
Evet, kıskançlık yapıyordu...
Nil, Handan ile yan yana şezlongları kullanacaktı. Güneşlenmek
için uzanmadan önce biraz serinlemek istedi. Havuzun merdivenlerinden indi.
Havuz suyu devridaim yapan bir tertibata sahip olduğu için serindi. Handan da
arkasından gelince daha da rahatladı.
Uzun kulaçlarla yüzüyordu. Biraz hareket etme ihtiyacı
hissediyordu. Sabahtan beri belli etmese de Hakan'dan etkilenmişti. Hakan'ın da
ona bakışlarını yakalamıştı. O bakışları doğru yorumluyorsa, Hakan da
kendisinden hoşlanmış olmalıydı. İşte
asıl amacı o bakışlardan biraz uzaklaşmak ve kendisini biraz tartmaktı. Yüzmeyi
bahane ediyordu.
Üç tur sonunda kolları yorulmuştu bile. Handan ise havuzun
kenarında durmuş Cenk ve Hakan ile konuşuyor onları kızdırıyordu. Sonunda
erkekler de havuza girince oldukça büyük olan havuz küçülmüş gibi olmuştu. Önce
birer tur atmıştı erkekler. Sonra kenara gelip suyun içinde konuşmaya devam
ettiler. Daha sonra üçü çıkıp Hakan'ı yalnız bırakmıştı. Hakan ise polis okulu
zamanından beri ara vermediği yüzmeyi o an sadece fazla enerjisini atmak ve
düşünmek için kullanıyordu.
Nil'i kapıda gördüğünden beri hissettikleri her an biraz daha
derinleşiyordu sanki! Aslında dükkânın önünde onu izlediği günden beri zaman
zaman aklına gelmiş ama kafasından uzaklaştırmak için çabalamıştı. O zamanlar
Nil onun gözünde, cinayet bilgilerini nereden edindiği belirsiz biriydi. Oysa
az önce öğrenmişti nasıl bildiğini. Tamamen içgüdüsel bir yetenek ya da daha
doğru bir tabir ile Allah vergisiydi. Üstelik tek Allah vergisi de yeteneği
değildi! Çok güzel, çok doğal bir kadındı.
Birkaç tur daha attıktan sonra o da havuzdan çıktı. Sadece
saçlarını biraz kurulayıp Cenk'in yanındaki şezlonga uzandı. Uzun zamandır Cenk
ile bu kadar rahat konuşma ortamı bulmamıştı. Onların evliliği hakkındaki
şüpheleri çok fazla dağılmasa da Cenk'in iyi biri olduğundan emin olmuştu.
Evliliklerinin yürümemesi illa Cenk'ten kaynaklanan bir kusur olmasını
gerektirmezdi. O bir polisti. Bu durumda tek taraflı düşünemezdi. Handan'ın da
kabahatleri olabilirdi. Tabii tüm bu düşünceleri evliliklerinde gözle
görülmeyen ama içten içe yaşanan olumsuzluklar olduğu takdirde geçerliydi.
Nedense bu düşüncenin aksine kendini ikna edemiyordu.
Yanında getirdiği kitabı çıkarttı. Şemsiyenin iyice altına geçti
ve okumaya başladı. Diğer yanda iki genç kadın hala konuşuyorlardı. Saç
modellerinden ve Bertuğun saç kesimi konusundaki yeteneğinden ve sevgilisinden
bahsediliyordu. Hakan sadece Bertuğ adını duymuş kim olduğunu merak etmişti.
Handan da tanıyordu üstelik. Demek ki kuaför salonunda çalışıyordu, Bertuğ!
Kitabı okumayı bir yana bırakıp konuşulanları dinlemeye
başladığında kendi kendine gülmeye başladı. Bertuğ eşcinseldi! Aynı gün biri
evli, biri eşcinsel iki erkeği kıskanmıştı. Bunların neden olduğunu tahmin
ediyordu ama o kadar ileriyi düşünmek istemiyordu.
Öğleden sonrayı bol bol yüzerek ve güneşlenerek geçirdiler.
Yakındaki seraya kadar yürümeyi teklif eden Handan ile Nil, erkekleri evde
bıraktılar. Akşamüstü mangal yapılacaktı. Onlar mangalı yakana kadar kadınlar
geri döndü. Handan salata malzemelerini terasa çıkartıp orada salatayı yapmaya
başladı. Nil ise önce böceklenen çiçekleri tarif edildiği gibi ilaçladı. Sonra
ellerini yıkayarak, yeni yanan mangalın yanına gidip Hakan ile Cenk'i kenara
itti. Elindeki patlıcanları dizmeye başladı.
“Önce patlıcanlar közlenecek. Sarımsak ile arası olmayan var mı?”
“Biz bizeyiz! Sanırım kimse hayır demez.”
“O zaman patlıcan salatasına sarımsak ekliyorum. Bir de beyler
soğan ile baş sarımsak közlerseniz süper olur.”
“Hallederiz. Yemek ile aran iyi galiba?” Hakan sadece beğeni ile
bakıyor, Cenk soruları sıralıyordu. Cenk'in bu kadar meraklı olmasına bir
yandan kızsa da bir yandan da kendi merak ettiklerini sorduğu için memnun
oluyordu.
Nil, patlıcanları çevirirken yanıtladı. “Yapmayı da yemeyi de
severim.”
“Desene seni zor doyuracağız! Yemekler yeter umarım.”
“Cenk, peyniriniz var mı? Ekmek? Bu ikisi varsa aç kalmam merak
etme!” diyerek göz kırptı.
“Oh ya sen hep gel. Bu kadar ucuza misafir ağırlamak her zaman
nasip olmaz.” O evde defalarca kez yapılan bol kanepeli davetleri anımsadığı
belliydi. Handan da o davetleri pek sevmez ama eşinin arkadaşları için sık sık
düzenlerdi. Alkolün ve pahalı mezelerin tüketildiği yemeklerdense şu anki aile
ortamını tercih ederdi.
“Siz de gelin. Havuzum yok ama çok güzel bir arka bahçem var.
Üstelik üzümlerim de olmak üzere. Dalından meyve yersiniz!” Arka bahçesinde
onları bir arada görmekten memnun olacaktı.
“Ciddi misin? Asma mı var?” Cenk hevesle sormuştu.
“Neden şaşırdın?”
“Ailemin köydeki evinin bahçesinde de vardı. Ama o kadar uzun
zamandır gitmedim ki! Şimdi canım çekti işte.” Handan'a baktı önce. Onun da
olumlu baş hareketi ile yanıtladı. “Geliriz.”
“Çok memnun olurum.”
Konuşurken bir yandan da patlıcanları közlemişti. Tabağa koyup
terasa doğru giderken yolunu biraz kapatan Hakan'a bakıp gülümsedi. Hakan da
yavaşça yana çekilip yol verdi. O da gülümsüyordu ama gözlerinde sorular
oynaşıyordu!
Yemek sırasında erkekler rakı, kadınlar şarap içmişti. Handan,
Hakan'ın gitmek için ayaklanması ile hemen ağırlığın koymuş ve alkol aldığı
için gidemeyeceğini söylemişti. Hakan ısrar etmek istese de ertesi gün nöbete
oradan da gidebileceğini ama alkollü araba kullanamayacağını, polis bunu
yaparsa halkın neler yapabileceğini söyleyip duruyordu.
“Anlaşıldı senin susman için benim kabul etmem gerekecek. İyi
kalırım.” dediğinde Nil de sevinmişti. Günün başında kendisinin kalma sebebinin
Hakan'ın o gece kalmayacak olması olduğunu unutmuştu bile. Sabah birlikte
kahvaltı edecek olmak hoşuna gitmişti.
Hakan, bir süre masadan uzaklaşmış bahçenin ucunda telefon
görüşmesi yapmış sonra yeniden masaya gelmişti. Herkes merak etse de kimse
sormamıştı kiminle konuştuğunu!
“Sabah için saat kurarım. Kaçta çıkacaksın? Sana kahvaltı
hazırlarım.” diyerek yatağını hazırlamak için kalktı Handan.
Hakan yanıt vermeden Nil araya girdi.
“Saat kurman gerekiyorsa hiç zahmet etme. Ben erkenciyimdir. Ben
hazırlarım. Siz pazar sabahının uykusunu alın.” Nedense o kahvaltı onun için
birden önem kazanmıştı.
“Olur, mu öyle? Sen misafirsin.”
“Misafir sayılmam. Arkadaş olduğumuzu düşünüyordum. O yüzden sorun
değil. Sen saat falan kurma sakın. Ben hallederim. Benden de erken kalkmıyorsun
değil mi?”
“Saat yedi buçuk gibi kalkarım.” Hakan sadece bu kadar yanıt
vermişti. Ama gözlerinin içi gülüyordu. Nil ona kahvaltı hazırlayacaktı. Bu
hoşuna gitmişti.
“Tamam, anlaştık ve artık uyuma zamanı.” Nil, gece yarısına kadar
oturup muhabbet ettiği üçlüye iyi geceler diledi. Onlar da kısa süre sonra
yatacaktı ama akrabaları bir süre baş başa bırakmak istemişti.
Odasına girdiğinde hemen üstünü değiştirdi. O gün çok güzel
geçirmişti. Üstelik Hakan ile tanışmış, aralarındaki buzları eritmiş ve artık
kabul etmişti... Ondan etkilenmişti!
Evet, Hakan'dan hoşlanmıştı. Hayatında bir kadın var mıydı acaba?
O yaptığı konuşma onunla mıydı? Keşke ona da fal baksaydı. Belki görürdü bir
şeyler! Ama baktırmamıştı. Sabah belki kahvaltıda anlarım, diyerek yatağa
uzandı. Yanındaki odada kalacaktı Hakan. On beş dakika kadar sonra onun da
odaya girdiğini duydu. Fazla kalmamıştı kimse. Bir süre sonra Handan ile Cenk
de kendi odalarına çekildi...
Hakan, odaya girdiğinde gülümsüyordu. İyi ki kabul etmişti
Handan'ın davetini. Yan odada yatıyordu Nil. Tahmin ettiğinden çok daha kolay
atlatmışlardı bu dalavere ile tanışma işini. Kindar değildi Nil. Sevmişti bu
huyunu. Handan'ın da uzun zamandır hayatında arkadaşı yoktu. Onun da bir kadın
ile bu kadar samimi olması iyiydi. Nil onlara iyi gelecekti...
Hakan soyunduktan sonra yatağa uzandı. Farkındaydı, yüzünde hala
gülümseme vardı!
Cenk, karısının üstünü değiştirmesini izlemek istemedi. Cama doğru
yürüdü. Ama bu da kurtarmamıştı. Cama yansıması düşmüştü Handan'ın. Bakışlarını
gökyüzüne çevirdi. Yıldızlara ve hilal şeklindeki aya baktı. Şehrin
ışıklarından uzak oldukları zaman gökyüzünün ne kadar güzel gözüktüğünün daha
çok farkına varıyordu. Şimdi o güzel gökyüzü bile kendisini mutlu edemiyordu.
Ne yapacağını bilemediği bir evlilik yürütüyordu. Cama yansıyan görüntüye
tekrar baktığında Handan'ın yatağa girdiğini ve kendisine sırtını dönerek
pikeye sarındığını gördü. Kendi de üstündekileri çıkartıp şort ile süzüldü
yatağa. Handan'a arkasını döndü. Kuru bir sesle “İyi geceler” dedi. Handan
sadece “Sana da” demişti.
Cenk, başını yastığa biraz daha gömdü...
Handan ise gözlerinden süzülen yaşların uzun süre yastığını
ıslatmasına engel olamadı...
Asumaaaannn bu cenk gay hatta fazlası var bence :D
YanıtlaSil