29 Temmuz 2015 Çarşamba

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 23.Bölüm

Öğle yemeği için kimse sıcak şeyler istemeyince bol meyve ile geçiştirmişler, daha sonra da Türk kahvesi içip kapatmışlardı. Sadece Hakan kapatmamıştı. Uzun parmakları ile neredeyse avucunda kaybolan fincanı itina ile tabağa bırakmış sonra sehpanın ortasına doğru itmişti.

“Neden sen de kapatmadın Hakan?” Cenk merakla sormuştu. Nil de merak etmiş ama soracak kadar yakın olmadığı için susmuştu.

“Nil, benim için zaten çok fazla fal bakıyor.” Bunu söylerken yüzünde minnet dolu bir ifade vardı ve Nil'in yüzüne gülümseyerek bakıyordu. Nil hemen yanıt verdi.

“Diğerlerini senin için özel bakmadım ki. Kapat, senin de falına bakayım.”


“Teşekkürler. Sen onlara bak. Ben de senin sırrını çözmeye uğraşayım.” Hakan, bunu samimi bir şekilde söylemişti ama Nil'in yüzü değişmişti.

“Sırrım yok ki. Ya da var mı acaba? Bulursanız bana da söyleyin olur mu?” Hakan'ın hala kendisine olan güvensizliği canını sıkmıştı. Sanki aradaki soğukluğu yıkmaya çalışan o değilmiş gibi yine iğneleyici bir laf sokmuştu.

“Elbette. Seni iş başında izleme imkânını yakalamışım,  kaçırır mıyım?” Hakan da gereksiz bir laf ettiğinin farkında işi şakaya vurmaya çalışmıştı. Aklının bir tarafı hala fal ile olay çözmeye ikna olmamıştı. O yüzdendi bu tersliği. Ama eğer doğru söylüyorsa ki öyle olduğuna inanmayı çok istiyordu, o zaman da kendisi için büyük bir nimetti, Nil!

“Fallarımıza baktıktan sonra havuz kenarına geçelim. Hava çok sıcak! Yüzmek istiyorum artık.”

“O zaman sen ver ilk sana bakayım.” Nil, fincanı eline aldı. Bir süre baktıktan sonra anlatmaya başladı. “Handan, iki hafta kadar sonra tatile gideceksin. Aslında uçakla gitmek istiyorsun ama sonra tekne ile gezmeyi planlıyorsun. İlk planın yurt dışıymış. O olmamış ama sanki ikinci planında da sorun olacak. Cenk gelmiyor mu seninle? Tek görüyorum seni!” Handan, Cenk'e baktı. Sonra üzgün bir sesle sordu “Sen tatile çıkmayacak mısın benimle?”

“Bildiğim kadarıyla seninle birlikte gideceğim ama Nil başka şeyler görüyor. Acaba aksi bir şey olacak da ben katılamayacak mıyım?” Cenk gerçekten meraklanmıştı. Üstelik Handan'ın tüm tatil planlarını Nil'e anlatmış olması mümkün olmadığına göre bu kadın gerçekten ilginç bir yeteneğe sahipti.

“Sen gitmiyorsun. Nedenini göremiyorum şu an ama Handan tek gözüküyor. Hatta iki kadın gözüküyor. Başka biri ile gideceksin sanırım.”

Handan, sinirlenmişti. Onun ne planları vardı tatil için. Cenk ise sanki gelecekmiş gibi konuşuyordu ama gelmemek için şimdiden plan yaptığı belliydi. Ama Handan ona, kendisini üzdüğü için mutlu olma fırsatı vermeyecekti. Umursamaz bir tavırla Nil’e döndü.

“Neyse daha var tatile. Ayrıca, Cenk gelemezse sen gelirsin.”

“Ah tamam bir ben kusurdum tatilinde? Ben değilimdir her halde?” Kendisi olmayacağına dair net bir cümle kuramaması Hakan’ın dikkatinden kaçmadı.

“Kendin olsan tanırdın değil mi?” diye sordu.

“Ben kendime ait bir şey göremem. Başkasının falında bile kendimi göremem. Görsem de ben olduğumu bilmem.” Nil, bunu açıkladığında hepsi çok şaşırmıştı.

“AA sen kendine fal bakamaz mısın?” Handan şaşkınlıkla sordu.

“Hayır, hiç bakamam kendime.”

“Kötüymüş.”

“Aslında, ben fala göre hareket edilmesini de anlamam. Tamam, bakıyorum ama eğlence bu.”

“Bizim açımızdan pek de eğlence değil, aksine iş olmaya başladı.” Hakan onun fala bakış açısı ile yaşananlar arasındaki tezada dikkat çekmek istiyordu.

“Ama onlar fal gibi değil. Onlar başka bir şey. Anlatamam onları nasıl gördüğümü.”

Kimse başka laf etmeyince Nil yine fincana döndü. Handan'ın hayatındaki karmaşaları anlatmaya başladı. Sıkıntılı olduğunu ama bir süre sonra tüm sıkıntılarını geride bırakacağını, kati kararlar ile hayatını değiştireceğini söyledi. Handan bir yandan dinliyor, bir yandan da Cenk'i izliyordu. Cenk dikkatle Nil'e bakıyordu. Söylediklerini can kulağı ile dinliyordu.

Sıra tabağa geldiğinde üçü de yeni neler duyacaklarını merakla bekliyordu. Çünkü Handan'ın hayatında nasıl değişiklikler olacağını hepsi merak ediyordu. Oysa Nil çok açık ifadeler kullanmıyordu.

Nil, tabağa bakarken birden yüzü değişti. Hiç sesini çıkartmadan bir süre tabağı inceledi. Aradan iki dakikaya yakın süre geçtiğinde üçü de merakla ne gördüğünü anlamaya çalışıyordu. Nil başını kaldırdı. Sadece Hakan'a baktı. Kahverengi gözleri siyaha yakın bir koyuluğa bürünmüştü. Hakan bu gözlerde başka bir ifade gördü. Bu kez çekindiğini hissetti o bakışların anlamından. Nil ise düz bir ses ile konuşmaya başladı.

“Yeni bir cinayet var. Bugün işlendi sanırım. Gazetelerde okumadım. Büroda öldürülen bir adam var. Bir de yaralı kadın var. Cinayet silahı iş hanının tuvaletinde! Katil kaçtı demiş. Yaralı kadının üstüne gidin. Vuran o. Bir aşk cinayeti daha!”

Sözleri bitene kadar kimse nefes bile almamıştı. Hakan, sadece şaşkınlıkla bakabiliyordu. Eğer bu olay gerçekten olmuşsa artık şüphe etmesini gerektirecek tek bir neden kalmamıştı. Kendi gözünün önünde yaşanmıştı tüm olaylar. Üstelik daha kendisinin bile haberinin olmadığı bir cinayetten bahsediyordu. Bir süre daha baktı Nil'in gözlerine. O gözler artık ilk gördüğündeki gibiydi. Birkaç saniye daha baktı.  Sonra cep telefonunu çıkarttı ve nöbette olan Deren'i aradı.

“Deren? Nasıl geçiyor nöbet? Var mı olay?”

“Az önce bir ihbar geldi amirim. Şimdi olay yerine gidiyorum. Siz de gelecek misiniz?”

“Olay nerede?”

“Yenibosna da amirim.”

“Ben uzaktayım. Sen Rıza'yı da al git.  Gelmeme gerek olursa haber verirsin. Olay hakkında bilgin var mı? Ne olmuş?”

“Bir büro baskını!” Hakan zaten beklediği cümleyi duyunca yine de afallamıştı. Telefonunun hoparlörünü açtı. Bu kez dört kişi merakla dinliyordu karşıdan gelen cümleleri.

“Nasıl olmuş? Kimmiş baskın yapanlar?”

“Alacaklılar büroyu basmış. Sekreteri yaralamış, patronu öldürmüşler. Sekreter sürünerek çıkmış haber vermiş. Susturuculuymuş silah. Kimse duymamış. Gerçi katili gören olabilir. Çok fazla büronun olduğu bir hanmış.”

“Sekreter konuşabilecek durumda mı?”

“Evet amirim.”

 “Öyleyse onu sıkıştırın. Ben sekreteri hayatta bırakacak alacaklı olduğunu sanmam. Var bu işte bir iş. Bir de... Cinayet silahı hala oralarda olabilir. O katı da bir alt katı da iyice arayın. Benlik iş yoksa yarın resimlerden bakarım olaya. Sakın unutma çok resim istiyorum.”

“Emredersiniz amirim.”

Telefonu kapattığında Nil dâhil hepsi şaşkındı.

“Bu neydi? Gözümüzün önünde cinayet çözdüğünün farkında mısın?” Handan hala inanamıyordu. Ürperdiği hem sesinden hem vücudundan belliydi. Cenk karısının o haline tepkisiz kalamamış hemen yanına gelip omzuna sarılmıştı. Nil, Handan'ı korkuttuğunu görerek üzülmüştü. Hemen neden gördüğünü açıklamak istedi. 

“Ben görmesem de çözülürdü bu cinayet. Aslında benim gördüklerim genelde izlerin polisi yanlış yönlendirdiği cinayetler. Sanırım bunda da sekreter yüzünden yanlış tarafa sapabilirdi polis. O yüzden çıkmış olmalı falda! Ama polis bunu en azından adli tıp incelemesinden sonra ortaya çıkarırdı.”

Nil, nasıl olduğunu bilmese de neden olduğunu biliyordu. Hep, başka ipuçları ile yanıldıklarında yardımcı olmuştu. Çok nadir başka ekiplerin işlerini de görürdü ama onları da hep aynı ekibe bildirirdi.

Hakan, hala konuşmamıştı. Cenk de aynı şaşkınlıkla bakıyordu. Handan onların bu halini ve kendi üstündeki tedirginliği dağıtmak için “Ben yeterince fal dinledim. Şimdi soğuk meyve suyu getiriyor ve havuz başına geçiyorum.” diyerek yerinden kalktı. Fincanını ve tabağını alıp içeri girdi. Cenk bir kapalı fincana bir Nil'e baktı ve “Ben vazgeçtim, teşekkürler” diyerek kendi fincanını içeri götürdü.

Nil, neden baktırmak istemediğini merak etti. Dikkatli gözlerle takip etti Cenk'i. Hala konuşmamış olan Hakan da onu izliyordu. Gözleri ile Cenk'i takip etmesinden hoşlanmamıştı. O gözlerdeki ifade merak mıydı? Yakışıklı bir erkeğe olan ilgi miydi? Ne olursa olsun hoşlanmamıştı! Neden hoşlanmadığını bilmese de böyleydi işte...

Dikkatini çekmek için hafifçe öksürdü. “Gözümle görmesem hala inanmazdım sanırım.”

“Ben her seferinde inanamıyorum. Allah vergisi bir yetenek derken ne demek istediğimi tam anlatamıyorum ama gördün işte. Hile hurda yok. Ve bu kez bu kadar hızlı görmem senin burada olmandan da kaynaklı olabilir. Her an aklın işte ve bunu bizlere de geçiriyorsun bir şekilde.” Nil, kendini anlatamamanın sıkıntısı ile konuşuyordu ama artık anlatmasına da gerek yoktu.

“Fevzi Baş Komiserim ilk anlattığında çok gülmüştüm biliyor musun? Seni, falcılık yapan üfürükçülerden sanmıştım. Hatta seni bitirmeyi, hapse attırmayı istemiştim. Şu an kendime gülmek istiyorum ama onu bile yapamıyorum. Hakkında çok yanılmışım.” Ses tonu pişmanlığını dışa vuruyordu. Nil, artık onun da ikilemlerinin yok olduğunu bilmenin rahatlığı ile arada söylediği lafa takılmıştı. Gülerek sordu,

“Üfürükçü mü? Üfürükçüler erkek olmaz mı?”

“Ben seni erkek sanıyordum. Sesini ilk duyduğumda onun için o kadar şaşırdım.”

“Anımsadım. Bana 'sen o falcı mısın' demiştin.”

“Evet, telefonun ucunda kalakalmıştım. Yani şaşkınlıktan öyle demiştim. Ama senin bu yaptığın fal bakmak değil. Bir nevi medyumluk mu demeliyiz acaba?”

“Onu da diyemeyiz. Çünkü sadece elimde fincan varken ve sadece cinayet davalarında bu kadar net şeyler görüyorum. Keşke piyangoyu falan bilsem!”

“Kendine yarar şeyleri görememen kötü gerçekten. Ama vardır bir bildiği sana bu gücü verenin.”

“Elbette. Böyle şeyler çıkarlar için kullanılmamalı.”

“Ama senin falların benim çıkarıma oluyor.”

“Olsun. Polis için bu kadarcık şey yapmak benim için çok önemli.”

“Senin bu kadarcık şey dediğin gerçek suçluları içeri tıkıyor.”

“Ben basit yollar gösteriyorum. O yollara ulaşmak için yine siz çabalıyorsunuz. Hem her olayı benimle çözmüyorsunuz ki. Geleli iki ay oldu sanırım bu üçüncü olayımız. Toplamda kaç cinayet çözdünüz bu sürede?”

“Onlarca, ne yazık ki!”

“İşte gördün mü? Sen ve ekibin asıl işi yapansınız. Benimki sadece arada destek vermek!”

“Hazır destek vermekten bahsediyoruz şu travesti cinayetlerinin katili için de bir yol göstersene.”

“O cinayetleri hiç görmedim bu güne kadar. İnşallah görürüm de çözersin. Ama sanırım hiç iz yok değil mi?”

“Hiç yok.”

“Siz bir iz bulana kadar benim onu görmem pek mümkün değil sanırım.”

“Sen öyle diyorsan!”



Onlar konuşurken içeride bardakları hazırlayan Handan’ın, Cenk'in kapalı fincan ile içeri girmesinden sonra morali iyice bozulmuştu. Kocası falında görüleceklerden korkmuştu! Onun için de apar topar içeri getirmişti fincanını. Hemen suya sokmuştu üstelik.

“Ne o, falında göreceklerinden mi korktun?”

“Ne ilgisi var? Sadece o kadar sarsıldı ki bir de ben yormayayım dedim. Hem aklım şu tek gideceğin tatile takıldı. Ben senin tek gitmeni istemiyorum. Olur, da ben gidemezsem sen de gitme.”

“Ben o tatile gideceğim. İster gelirsin ister gelmezsin. Ama buralarda kalıp bir seneyi daha sinir ve stres içinde tamamlamayacağım. Hiç olmazsa iki hafta dinlenir biraz uzaklaşırım olaylardan.” Sesinin sertliğinin farkında değildi. Cenk bir süre baktı Handan'a.

“Neden bu kadar sinirlisin?”

“Çünkü Nil’in o falda gördüklerinin yaşanacağını ikimiz de biliyoruz. Henüz Hakan’ın bile bilmediği cinayeti anlatan birinin söylediği diğer şeyler de çıkacak. İşte bu da o tatile benim tek gideceğimin göstergesi. Kim bilir nerede ne işin olacak da benimle gelmeyeceksin? Şimdi de neden sinirlisin diyorsun! Şu an konuşmak istemiyorum. Misafirlerimiz var onlarla ilgilenelim. Sonra konuşuruz.” Handan elindeki tepsi ile terasa doğru yürümek için Cenk'in önünden geçmeliydi. O sırada kolunu tutup durdurdu Cenk.

“Handan, isteyerek o tatile katılmamam mümkün değil. Aksi bir şey olmazsa ben de seninle geleceğim ve Nil'in her dediğinin çıkmadığını sana kanıtlayacağım.”

“Umarım… Sen şu tepsiyi alır mısın? Ben de geliyorum.” Cenk tepsi ile dışarı çıkarken Handan zor tuttuğu yaşların akmasına izin verdi. Kısa bir süre sonra yaşları sildi. Fala çok inanmak istemese de elinde değildi. Fısıltıyla... “Umarım yanılıyorsundur Nil! Umarım yanılıyorsundur...” diyerek çıktı evden.



Dışarı çıkan Cenk, bahçedeki ikilinin hararetli konuşmalarını izleyerek yanlarına yaklaştı. Seslerini duyacak kadar yaklaştığında o hararetli konunun cinayet olduğunu anlayıp bir nevi iş görüşmesi olduğuna karar verdi.

“Başka bir dava mı?” diye sordu Cenk. Bir önceki davada yardımcı olmak ayrı bir haz vermişti ona. Nil kadar olmasa da polise yardımcı olmak için yeniden görev alabileceğini düşünüyordu.

“Evet, bir seri katil ile karşı karşıyayız. Üstelik bu kez Nil bile yardım edemiyor.”

“Travesti cinayetleri mi? Benim yardımcı olabileceğim bir şey olursa haber ver yine!”

“Sağ ol.”

Aslında dışarıdan bakıldığında çok hareketli bir yaşamı vardı Cenk'in. Gerçekte ise çok monotondu o yaşam. Evden işe işten seyahate. Arada bir farklı şehirlere gitmek eğlenceli oluyordu ama hep aynı şeyleri yapmak sıkıcıydı. Yine de evde kalamazdı. Handan ile aynı çatı altında olmak istemiyordu. O yüzden de sık sık seyahate çıkıyordu.

Az önce duyduğu tatil ile ilgili aksaklık da aslında hoşuna gitmişti. Tabii bunu Handan'a itiraf edemezdi. Onunla birlikte olmaktansa ayrı olmayı tercih ediyordu. Handan, bu evlilikten ne beklediğini hiç açıkça ifade etmiyordu. Onun ne düşündüğünü bilmeden de kendisi bir hareket yapamıyordu. Kapana kısılmış gibiydi. İyi ama nereye kadar böyle kaçacaktı?

Hakan’ın sesi ile Cenk düşüncelerinden sıyrıldı. “Bu işler göründüğü kadar tehlikesiz değil. Karşımızdakilerin çoğu soğukkanlı katil! Çok azı mecbur kaldığı için cinayet işlemiş kişiler. Geçenlerde memurlardan biri kolundan yaralandı. Onun hemen ardından biz geliyorduk. Biz de yaralanabilirdik.”

Handan ve Nil’in gözleri büyümüş, Hakan boş bulunup anlattığı için kendine kızmıştı. Onların yüzündeki ifadeyi silmek için hemen devam etti.

“Neyse ki genelde olmaz öyle çok kovalamaca. Benim en çok şahit olduğum kovalamaca dizilerde. Onlar da ne yazık ki çok abartılıyor.” Kadınların korkusu azalsın diye dizilere getirmişti lafı ama pek faydası olmamıştı. Aksine ikisi de onun kendileri için olayı hafifletmeye çalıştığını anlamıştı. 

“Öyle şeyler duyuyoruz ki o eski söz ister istemez aklımıza geliyor. 'Ölende mi, öldürende mi kabahat?' Sanırım ölende de çok fazlaca kabahat olabiliyor.” Cenk, konudan hoşlanmış, devam ediyordu.

“Cinayetlerin çok büyük bölümü namus ya da borç-alacak ilişkisinden işleniyor. Çok az kısmı zevk için adam öldürüyor. Bir kısım katil ise tetikçi. Yani onların işi öldürmek! İnanın en tehlikelisi onlar. Çünkü yaptıklarının ardında bir amaç yok. Bir duygu yok. Sadece tetiğe dokunuyor!” Hakan, en çok bu son gruptan çekinirdi.

“Onların psikolojisi başkadır. Ya korku, ya üstünlük taslamak!” Nil, biraz araştırmıştı ama çok derin bir bilgisi yoktu yine de...

“Mümkün. Bir sürü araştırma var ama tüm o araştırmalara girmeyenler de var. Hadi konuyu değiştirelim. Ben yüzmek istiyorum. Bu tatsız konuları kapatalım ve şu havuzun tadını çıkartalım.” Hakan t-shirtünü çıkarttığında Nil bir an bakışlarını kaçıramadı. Düzgün bir vücut bekliyordu ama böylesini ummamıştı. Hafif kaslı bir görüntüsü vardı. Omuzlarındaki ve midesindeki kas yapısı düzenli spor yapanlarda olurdu.

Nil zorla çekti bakışlarını. Az sonra kendisi de mayo ile kalacaktı. Bir an vazgeçmeyi düşünse de sonra kararlı bir şekilde elbisesini çıkarttı. Utanacağı bir şey yoktu...

Hakan, elbisenin altından güzel bir vücut çıkacağını biliyordu ama o bol elbisenin altında bu kadar göz alıcı kıvrımlar olacağını beklememişti yine de. Bir an başını Cenk'ten tarafa çevirdi. Cenk de Nil'e mi bakıyordu? O sırada Cenk de kafasını başka tarafa çevirmişti. O da Nil'e bakıyordu! Hayır, karısının yanında böyle bir şey yapacağını sanmıyordu. Sadece kendisi kıskançlık yapıyordu.

Evet, kıskançlık yapıyordu...



Nil, Handan ile yan yana şezlongları kullanacaktı. Güneşlenmek için uzanmadan önce biraz serinlemek istedi. Havuzun merdivenlerinden indi. Havuz suyu devridaim yapan bir tertibata sahip olduğu için serindi. Handan da arkasından gelince daha da rahatladı.

Uzun kulaçlarla yüzüyordu. Biraz hareket etme ihtiyacı hissediyordu. Sabahtan beri belli etmese de Hakan'dan etkilenmişti. Hakan'ın da ona bakışlarını yakalamıştı. O bakışları doğru yorumluyorsa, Hakan da kendisinden hoşlanmış olmalıydı.  İşte asıl amacı o bakışlardan biraz uzaklaşmak ve kendisini biraz tartmaktı. Yüzmeyi bahane ediyordu.

Üç tur sonunda kolları yorulmuştu bile. Handan ise havuzun kenarında durmuş Cenk ve Hakan ile konuşuyor onları kızdırıyordu. Sonunda erkekler de havuza girince oldukça büyük olan havuz küçülmüş gibi olmuştu. Önce birer tur atmıştı erkekler. Sonra kenara gelip suyun içinde konuşmaya devam ettiler. Daha sonra üçü çıkıp Hakan'ı yalnız bırakmıştı. Hakan ise polis okulu zamanından beri ara vermediği yüzmeyi o an sadece fazla enerjisini atmak ve düşünmek için kullanıyordu.

Nil'i kapıda gördüğünden beri hissettikleri her an biraz daha derinleşiyordu sanki! Aslında dükkânın önünde onu izlediği günden beri zaman zaman aklına gelmiş ama kafasından uzaklaştırmak için çabalamıştı. O zamanlar Nil onun gözünde, cinayet bilgilerini nereden edindiği belirsiz biriydi. Oysa az önce öğrenmişti nasıl bildiğini. Tamamen içgüdüsel bir yetenek ya da daha doğru bir tabir ile Allah vergisiydi. Üstelik tek Allah vergisi de yeteneği değildi! Çok güzel, çok doğal bir kadındı.

Birkaç tur daha attıktan sonra o da havuzdan çıktı. Sadece saçlarını biraz kurulayıp Cenk'in yanındaki şezlonga uzandı. Uzun zamandır Cenk ile bu kadar rahat konuşma ortamı bulmamıştı. Onların evliliği hakkındaki şüpheleri çok fazla dağılmasa da Cenk'in iyi biri olduğundan emin olmuştu. Evliliklerinin yürümemesi illa Cenk'ten kaynaklanan bir kusur olmasını gerektirmezdi. O bir polisti. Bu durumda tek taraflı düşünemezdi. Handan'ın da kabahatleri olabilirdi. Tabii tüm bu düşünceleri evliliklerinde gözle görülmeyen ama içten içe yaşanan olumsuzluklar olduğu takdirde geçerliydi. Nedense bu düşüncenin aksine kendini ikna edemiyordu.

Yanında getirdiği kitabı çıkarttı. Şemsiyenin iyice altına geçti ve okumaya başladı. Diğer yanda iki genç kadın hala konuşuyorlardı. Saç modellerinden ve Bertuğun saç kesimi konusundaki yeteneğinden ve sevgilisinden bahsediliyordu. Hakan sadece Bertuğ adını duymuş kim olduğunu merak etmişti. Handan da tanıyordu üstelik. Demek ki kuaför salonunda çalışıyordu, Bertuğ!

Kitabı okumayı bir yana bırakıp konuşulanları dinlemeye başladığında kendi kendine gülmeye başladı. Bertuğ eşcinseldi! Aynı gün biri evli, biri eşcinsel iki erkeği kıskanmıştı. Bunların neden olduğunu tahmin ediyordu ama o kadar ileriyi düşünmek istemiyordu.

Öğleden sonrayı bol bol yüzerek ve güneşlenerek geçirdiler. Yakındaki seraya kadar yürümeyi teklif eden Handan ile Nil, erkekleri evde bıraktılar. Akşamüstü mangal yapılacaktı. Onlar mangalı yakana kadar kadınlar geri döndü. Handan salata malzemelerini terasa çıkartıp orada salatayı yapmaya başladı. Nil ise önce böceklenen çiçekleri tarif edildiği gibi ilaçladı. Sonra ellerini yıkayarak, yeni yanan mangalın yanına gidip Hakan ile Cenk'i kenara itti. Elindeki patlıcanları dizmeye başladı.

“Önce patlıcanlar közlenecek. Sarımsak ile arası olmayan var mı?”

“Biz bizeyiz! Sanırım kimse hayır demez.”

“O zaman patlıcan salatasına sarımsak ekliyorum. Bir de beyler soğan ile baş sarımsak közlerseniz süper olur.”

“Hallederiz. Yemek ile aran iyi galiba?” Hakan sadece beğeni ile bakıyor, Cenk soruları sıralıyordu. Cenk'in bu kadar meraklı olmasına bir yandan kızsa da bir yandan da kendi merak ettiklerini sorduğu için memnun oluyordu. 

Nil, patlıcanları çevirirken yanıtladı. “Yapmayı da yemeyi de severim.”

“Desene seni zor doyuracağız! Yemekler yeter umarım.”

“Cenk, peyniriniz var mı? Ekmek? Bu ikisi varsa aç kalmam merak etme!” diyerek göz kırptı.

“Oh ya sen hep gel. Bu kadar ucuza misafir ağırlamak her zaman nasip olmaz.” O evde defalarca kez yapılan bol kanepeli davetleri anımsadığı belliydi. Handan da o davetleri pek sevmez ama eşinin arkadaşları için sık sık düzenlerdi. Alkolün ve pahalı mezelerin tüketildiği yemeklerdense şu anki aile ortamını tercih ederdi.

“Siz de gelin. Havuzum yok ama çok güzel bir arka bahçem var. Üstelik üzümlerim de olmak üzere. Dalından meyve yersiniz!” Arka bahçesinde onları bir arada görmekten memnun olacaktı.

“Ciddi misin? Asma mı var?” Cenk hevesle sormuştu.

“Neden şaşırdın?”

“Ailemin köydeki evinin bahçesinde de vardı. Ama o kadar uzun zamandır gitmedim ki! Şimdi canım çekti işte.” Handan'a baktı önce. Onun da olumlu baş hareketi ile yanıtladı. “Geliriz.”

“Çok memnun olurum.”

Konuşurken bir yandan da patlıcanları közlemişti. Tabağa koyup terasa doğru giderken yolunu biraz kapatan Hakan'a bakıp gülümsedi. Hakan da yavaşça yana çekilip yol verdi. O da gülümsüyordu ama gözlerinde sorular oynaşıyordu!

Yemek sırasında erkekler rakı, kadınlar şarap içmişti. Handan, Hakan'ın gitmek için ayaklanması ile hemen ağırlığın koymuş ve alkol aldığı için gidemeyeceğini söylemişti. Hakan ısrar etmek istese de ertesi gün nöbete oradan da gidebileceğini ama alkollü araba kullanamayacağını, polis bunu yaparsa halkın neler yapabileceğini söyleyip duruyordu.

“Anlaşıldı senin susman için benim kabul etmem gerekecek. İyi kalırım.” dediğinde Nil de sevinmişti. Günün başında kendisinin kalma sebebinin Hakan'ın o gece kalmayacak olması olduğunu unutmuştu bile. Sabah birlikte kahvaltı edecek olmak hoşuna gitmişti.

Hakan, bir süre masadan uzaklaşmış bahçenin ucunda telefon görüşmesi yapmış sonra yeniden masaya gelmişti. Herkes merak etse de kimse sormamıştı kiminle konuştuğunu!

“Sabah için saat kurarım. Kaçta çıkacaksın? Sana kahvaltı hazırlarım.” diyerek yatağını hazırlamak için kalktı Handan.

Hakan yanıt vermeden Nil araya girdi.

“Saat kurman gerekiyorsa hiç zahmet etme. Ben erkenciyimdir. Ben hazırlarım. Siz pazar sabahının uykusunu alın.” Nedense o kahvaltı onun için birden önem kazanmıştı.

“Olur, mu öyle? Sen misafirsin.”

“Misafir sayılmam. Arkadaş olduğumuzu düşünüyordum. O yüzden sorun değil. Sen saat falan kurma sakın. Ben hallederim. Benden de erken kalkmıyorsun değil mi?”

“Saat yedi buçuk gibi kalkarım.” Hakan sadece bu kadar yanıt vermişti. Ama gözlerinin içi gülüyordu. Nil ona kahvaltı hazırlayacaktı. Bu hoşuna gitmişti.

“Tamam, anlaştık ve artık uyuma zamanı.” Nil, gece yarısına kadar oturup muhabbet ettiği üçlüye iyi geceler diledi. Onlar da kısa süre sonra yatacaktı ama akrabaları bir süre baş başa bırakmak istemişti.

Odasına girdiğinde hemen üstünü değiştirdi. O gün çok güzel geçirmişti. Üstelik Hakan ile tanışmış, aralarındaki buzları eritmiş ve artık kabul etmişti... Ondan etkilenmişti!

Evet, Hakan'dan hoşlanmıştı. Hayatında bir kadın var mıydı acaba? O yaptığı konuşma onunla mıydı? Keşke ona da fal baksaydı. Belki görürdü bir şeyler! Ama baktırmamıştı. Sabah belki kahvaltıda anlarım, diyerek yatağa uzandı. Yanındaki odada kalacaktı Hakan. On beş dakika kadar sonra onun da odaya girdiğini duydu. Fazla kalmamıştı kimse. Bir süre sonra Handan ile Cenk de kendi odalarına çekildi...


Hakan, odaya girdiğinde gülümsüyordu. İyi ki kabul etmişti Handan'ın davetini. Yan odada yatıyordu Nil. Tahmin ettiğinden çok daha kolay atlatmışlardı bu dalavere ile tanışma işini. Kindar değildi Nil. Sevmişti bu huyunu. Handan'ın da uzun zamandır hayatında arkadaşı yoktu. Onun da bir kadın ile bu kadar samimi olması iyiydi. Nil onlara iyi gelecekti...

Hakan soyunduktan sonra yatağa uzandı. Farkındaydı, yüzünde hala gülümseme vardı!


Cenk, karısının üstünü değiştirmesini izlemek istemedi. Cama doğru yürüdü. Ama bu da kurtarmamıştı. Cama yansıması düşmüştü Handan'ın. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Yıldızlara ve hilal şeklindeki aya baktı. Şehrin ışıklarından uzak oldukları zaman gökyüzünün ne kadar güzel gözüktüğünün daha çok farkına varıyordu. Şimdi o güzel gökyüzü bile kendisini mutlu edemiyordu. Ne yapacağını bilemediği bir evlilik yürütüyordu. Cama yansıyan görüntüye tekrar baktığında Handan'ın yatağa girdiğini ve kendisine sırtını dönerek pikeye sarındığını gördü. Kendi de üstündekileri çıkartıp şort ile süzüldü yatağa. Handan'a arkasını döndü. Kuru bir sesle “İyi geceler” dedi. Handan sadece “Sana da” demişti.

Cenk, başını yastığa biraz daha gömdü...


Handan ise gözlerinden süzülen yaşların uzun süre yastığını ıslatmasına engel olamadı... 

1 yorum: