26 Temmuz 2015 Pazar

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 20. Bölüm

Nil, güne çok keyifli başlamıştı. Sabah uyandığında saat daha altı bile değildi. Ama bahçesinden gelen kuş sesleri daha fazla uyumasına engel olmuştu. Bir süre yattığı yerden onları dinledi. Sonra eline bir kâğıt kalem aldı ve tatil planlamaya başladı. Aslında yorucu olacağını bilse de birkaç yere uğramak istiyordu. İki hafta tatil yapabilir miydi? Kuaför zaten kendisinden bağımsız yürürdü. Nasılsa Ayşegül’ün diploması ile açık duruyordu. Eczane ise onun imzalarına ihtiyaç duyabilirdi. Mert ile konuşacak, gerekirse imza için kendisine kargo ile evrakların ulaştırılmasını sağlayacaktı.

Eylül ayının son iki haftasında tatil yapmayı düşünüyordu. Daha üç hafta vardı ama olsun şimdiden tatil havasına girmekte zarar yoktu. Doğum gününü de tatilde kutlardı. Belki de o doğum günü iki kişilik olurdu? Sonra gülmeye başladı, yaz aşkı mı isteyecekti kendisine? Hayır... 


Daha sonra kalkıp hangi kıyafetlerini yanına alacağını ayarlamaya başladı. Dolabın kapaklarını açtı. Fazla şey almayacaktı. Valiz topla tekrar aç... Uğraşmak istemiyordu. Bolca şort ve üstlerine t-shirt almak yeterliydi. İki de elbise aldı mı tamamdı. Aklındakileri sıraya koymuş ve rahatlamıştı. Artık bunları yapacağı güne kadar planları daha da netleşirdi. Seviyordu bu programlı halini.

Saat sekiz olduğunda kahvaltısı da bitmişti. Televizyonu açıp sabah haberlerini dinlemeye başladı. Mimar cinayeti hala önemini koruyordu. Zenginlerin zengin mimarı neden ve niçin öldürülmüştü. Borçlarının yüksek olduğu duyumları haber kanalında iddia ediliyordu. Nil, haberlerde cinayet silahının bulunduğuna dair bir şey duymayınca başka kanala çevirdi. Ama yeni bir haber yoktu.

Cinayet silahı ve katil bulunamamıştı.

Bahçedeki çardağın altına oturduğunda iki dükkânı da açılmıştı. Ama bugün onlarla vakit geçirmek istemiyordu. Birazdan Hüsniye gelecekti. Telefon ettiğinde sesi heyecanlıydı. On dakika sonra geldiğinde yüzünde sesinden de daha yoğun bir heyecan vardı.

“Neyin var? Ne bu halin?” Nil, arkadaşının tüm yüzüne yayılan gülümsemeden şüphelenmeye başlamıştı.

“Bana önce eczaneden bir şey getirir misin?” Hüsniye, silemediği gülümseme ile yanıtlamıştı.

“Hasta mısın? Ne istiyorsun?”

“Sen ne biçim falcısın? Anlamadın mı?” Artık açıkça sırıtıyordu.

“Hamile misin? Test mi istiyorsun? Dur hemen getiriyorum.” Nil heyecanla ne yapacağını şaşırmış şekilde dolanıyordu. “Gidiyorum. Bekle.” diyor ama geri dönüyordu. En sonunda Hüsniye'yi yanaklarından öpmüş ve koşarak eczaneye geçmişti. Döndüğünde Hüsniye'yi üst kata çağırdı. Beş dakika sonra ikisi de bebeği kutluyordu. Alt kattakiler de üstten gelen seslerden güzel bir haber olduğunu anlamış yüzleri gülüyordu.

İşinin en çok bu tarafını seviyordu. Dükkânında sevinçler de, hüzünler de paylaşılıyordu.

Öğlen olmadan kapıdan içeriye çok güzel bir kadın girdi. Dükkânın yabancısı olduğunu belli eden hareketleri dikkatleri üstünde toplamıştı. Nil, hemen yanına doğru yürüdü ve sıcak sesi ile, “Hoş geldiniz, buyurun.” Dedi.

Nil, bu kadının yolunun nasıl Bağdat Caddesi yerine kendi dükkânına düştüğünü bilmiyordu. Ama her şeyi ile kaliteliyim diyen kadın, Nil ile selamlaşmış ve gösterdiği yere oturmuştu.

“Merhaba, saçımı yıkatmak ve fönletmek bir de ojemi yenilemek istiyorum.”

“Elbette. Emine, hanımefendinin saçını yıkar mısın? Sonra da sen ojesini sürerken Bertuğ fönünü çeksin.”

Handan, ilk gördüğü an güzel ve içten bulduğu genç kadının kibarlığından da hoşlanmıştı. İşi önemliydi ve çabuk samimiyet kurmak istiyordu. Ağabeyi ayda yılda bir şey istemişti. 

“Bana Handan deyin lütfen. Siz?”

“Nil, memnun oldum.”

Nil, yeni müşterisinin pek sıcakkanlı olduğunu görüp mutlu oldu. Emine saçı yıkamak için arka bölüme geçerken kapıdan girenler Nil'e ellerindeki kahve paketini sallıyordu. Handan, kızların “Acelemiz var Nil abla hemen yaptır kahvelerimizi” dediğini duyunca Emine'ye “Güzel fal bakan mı var?” diye sordu. Sanki bilmezmiş gibi…

“Nil ablamız bakar. Çok da güzel bakar.” Emine, yeni müşterinin kalıcı olması için Nil’in bu özelliğinin işe yarayacağını düşünüyordu.

“Ben istesem bana da bakar mı?” Handan sesine mahcup tonu eklerken zorlanmamıştı. Alışkın değildi tanımadığı insanlardan kendisi için bir şeyler istemeye.

“Bakar tabii. Ben söyleyeyim size de yapsınlar. O arada ben saçınızı yıkarım.”

“Çok memnun olurum.” Handan’ın dikkatli gözleri saçının yıkandığı yeri inceliyordu. Arkada küçük bir odaya geçmişti ikili. Odada iki saç yıkama koltuğu vardı. Yan tarafın banyo olduğunu düşündü Handan. İki koltuğun pis su gideri duvarda yok oluyordu. Yerler ve duvarlar tertemizdi. Lüks yerlerde bile bu kadar temiz görüntü her zaman bulunmuyordu. Handan, Emine’nin saçını yıkamadan önce şampuanlardan hangisini istediğini sormasına da şaşırmıştı. Genelde ellerindeki ucuz şampuanlarla saç yıkanmasına alışmıştı. Bu kez de marka şampuan şişelerinin içinde ucuz ürün mü var acaba diye şüphelendiğinde burnuna tanıdık mentol kokusu gelince düşüncelerinden utandı.

Salon, hem temiz hem kaliteli idi. Üstelik herkes çok da ilgiliydi. Saçı yıkandıktan sonra adının Bertuğ olduğunu öğrendiği çalışanın olduğu koltuğa yönlendirildi. Bu arada kahvesi de pişmişti. Bir yanda Nil iki genç kızla laflıyordu. Onlar da kahvelerini yudumluyordu. Kahveler bittiğinde hepsi fincanını kapatmıştı.

Yine meraklı gözler ile izledi tüm salonu. Eski bir evin alt katında müthiş bir iş yeri oluşturulmuştu. Duvarda iki kadının resmi vardı. Biri genç biri orta yaşlı kadınların ana kız oldukları anlaşılıyordu. Nil ile olan benzerlikte göze çarpıyordu. Handan, alıcı gözler ile salonun dibini köşesini inceledi. İlk kez gelen birinin ilgisini normal bulan ekip yaptıkları işten emin çalışmaya devam etti.

Bu arada Bertuğ, çok ciddi bir tavırla saçlarına fön çekiyordu. Handan, bu genç çocuğun elinin hızlı olduğunu ve fırçanın saçlarına hiç dolanmadığını, hatta fönün saç derisine bile fazla temas etmediğini görüyordu. Çok az kuaförde bu kadar özenli bir fön çektirmişti. Üstelik ilk kez bir kuaför başka kuaförlerin kestiği ya da boyadığı saça laf etmiyordu. Her yeni kuaförde bu muhabbetten içi bayılırdı.

“Bertuğ idi değil mi?”

“Evet”

“Çok maharetlisin. Çok güzel oldu ellerine sağlık.”

“Teşekkür ederim. Yine gelirseniz daha farklı modeller de deneriz.”

“Gelirim.”

Bu arada Emine de istediği renk ojeyi sürüyordu. Handan, Nil'in kızlara fal bakmasını izledi. Hiç özel bir şeyler yapmıyordu. Sadece kahve fincanına bakıyordu. Neler söylediğini duymasa da kızların arada bir kaçamak bakışmalarından doğru şeyler söylediğini anlıyordu.

Kızların saçları yapılmaya başladığında ise kendi işi bitmişti. Nil fincanını alıp diğerlerinden uzak bir koltuğa yürüdü. Bu müşteri yeniydi ve başkalarının duymasını istemeyeceğinden emindi.

“Nil Hanım, size emrivaki gibi oldu ama!” Handan gerçekten kendini kötü hissediyordu. Üstelik o falın amacı başkaydı…

“Bana Nil deyin lütfen. Handan Hanım, hiç sorun değil. Ben keyif alıyorum. Ama şimdiden söyleyeyim ne görürsem söylemek gibi kötü bir huyum var. Yani kötü şeyleri de söylerim kızmaca yok.”

“Sen de bana Handan de ve lütfen ne görürsen söyle. Sorun değil,  hayat yalanların ardına saklanmayacak kadar kısa” dedi.

Handan, kadının aslında ağabeyinin şüphelendiği gibi biri olmadığını en başta anlamıştı. Nil, falda görüyordu gerçekten. İşte o an korktuğunu hissetti. O fincana bakıp söyleyeceği şeylere hazır değildi. Nedense kötü şeyler söyleyeceğini biliyor gibiydi. O an vazgeçmek istese de kadınca merak ağır bastı.

Nil, kadının duymaktan korktuğu şeyler olduğunu anlamıştı. Kendisini daha dikkatli konuşmak için uyarıp fincanı açtı ve kısa bir süre baktıktan sonra anlatmaya başladı.

“Handan, hem evde hem işte aynı erkek var. Kocanla birlikte çalışıyorsun sanırım. İki yerde de huzursuzsun. Konuşmuyorsunuz.  Sen bebek istiyorsun ama görmüyorum. Bir yol düşünüyorsun. Ama istediğin kadar uzun yola gidemeyeceksin. Hem de tek sen gitmiyorsun. Bir kadın olacak yanında.”

Handan her cümleden sonra şaşkınlığını gizlemekte zorlanıyordu. Ama son duyduğuna tepki verdi.

“Kadın mı? Kimmiş o?”

“Bilmem.” Nil gülüyordu. Bu tepkilere alışkındı. Evet, iyi fal bakardı ama o kadar da değildi…

Devam etti. “Eskiden çok zor günler geçirmişsin. Kalabalık bir yerde ama yalnızmışsın. Şimdi ise çok zenginsin, etrafın yine çok kalabalık ama yine çok yalnızsın.”

Handan, neredeyse soracaktı sana bu bilgileri kim verdi diye. Kendini zor tutuyordu. Sıra tabağa geldiğinde Nil biraz inceledi.

“Bazen boşanmayı düşünüyorsun ama sonra vazgeçiyorsun.” Nil yine pat diye konuşmaya başlamıştı ama farkında değildi.

“Sonumuz belli mi?” Handan bu soruyu soracak kadar nasıl boş bulunduğunu bilmiyordu. Belki de hayatının en kötü yanıtını alacağı soruyu sormuştu.

“Ayrılık var.” Nil, daha cümlesi bitmeden dilini ısırmıştı. Ya bu basit bir uzak kalmaysa ve kadın yanlış anlarsa?

“Ne?” Handan’ın korktuğu başına gelmişti. Nil ise artık başladığı cümleyi tamamlamak zorunda hissediyordu kendisini.

“Üzgünüm. Şimdi de kısa süreli ayrılık yaşayacaksınız. Ama kısa süre sonra çok daha uzun süreli bir ayrılık yaşayacaksınız.”

Handan, kulaklarının uğuldadığını, başının dönmeye başladığını hissediyordu. Nil, “Aydan, Handan Hanıma bir bardak su getirir misin canım?” dediğinde Handan sesleri çok uzaktan duyuyordu.

“Özür dilerim. İşte bu huyum çok kötü. Her şeyi böyle söylememem lazım ama duramıyorum.” Aydan suyu uzatıp hemen uzaklaşmıştı. Handan suyu içtikten sonra, dizlerine yakın duran Nil’in dizlerine avuçları ile yavaşça vurdu. Böylece hem Nil’in söylediklerine hak verdiğini hem de bunları paylaşacak kadar yakın hissettiğini anlatıyordu.

“Nil, doğruları bilmek ile başkasından duymak arasındaki farkı yaşadım az önce. Kocamla bir şeyler ters gidiyor. Bunu biliyorum ama herkesten gizlemeye çalışıyorum. O yüzden lütfen üzülme. Sen sadece doğruları söyledin.”

“Orası öyle.” Nil yine de üzülmüştü bu tanımadığı genç kadın için. Dizindeki elin üstüne kendi elini koyup hafifçe sıktı. Bu genç kadının kocasını sevdiği belliydi. Ama sorunlu evlilikler çözüm bulunmadıktan sonra bitmeye mahkûmdu. Nil, sevdiğini hissettiği kadın için dua etti. ‘İnşallah evliliklerini kurtarmanın yolunu bulurlar…’

“Nil, bugün çok vaktim yok ama daha sonra yine geleceğim. O zaman uzun uzun konuşuruz. Hatta ben de sana kahve ısmarlamak isterim.”

“Memnun olurum. Dilediğin zaman gel. Burası aile yeridir. Mahallelimizi seversin.”

“Öyle olduğu belli! Çat kapı gidilen komşu gibisin!”

“Aynen öyle. Bugün pazar var. Birazdan burası dolar. Ve emin ol arka bahçede soluklanmak onların en büyük keyfi.”

“O zaman haftaya bugün, uzun süre kalmak için kesin buradayım. Tabii daha önce gelmezsem!” Yüzü gülmeye başlamıştı. Rengi de düzelmişti.

Bir süre sonra borcunu sormuş, duyduğu rakamın küçüklüğü karşısında hayretini gizlemiş, ödemesini yapmış ve çıkmıştı Handan. Nil yeni müşterisini yakın zamanda yine göreceğinden emindi.

Handan arabasına binip çantasından telefonunu çıkarttı. Hakan'ın numarasını tuşladıktan on saniye kadar sonra ağabeyine, kızın sadece fal yeteneği olduğunu, ama o küçük fincanda çok şey gördüğünü anlatıyordu. Ayrıca kızın çok farklı biri olduğunu da araya sıkıştırmıştı. 

Hakan, telefonun ucunda Handan'dan duyduklarına zaten içinde bir yerde inandığını biliyordu.


***** 


Handan, kuaförden şirkete döndüğünde aklı daha da karışıktı. Cenk onun geldiğini öğrenmiş olmalıydı ki odasına gelmişti.

“Saçın güzel olmuş. Nasıl geçti?” Gerçekten saçı çok doğal ama çok güzel olmuştu.

“Teşekkürler. İlginç bir deneyimdi.”

“Falcı nasıl biri?”

“Çok hoş bir kadın! Ayrıca öyle sahtekârlıkla falan işi yok.”

“Fal baktırdın mı?”

“Hayır. Başkaları baktırıyordu. Onlara söylediklerini dinledim.”

“Ne biliyorsun onlara doğru şeyler söylediğini? Hem belki de normal zamanda kahve falı bakıyor ama bazen de başkalarından aldıklarını Hakan'a aktarıyor! Olamaz mı?”

“Olamaz. O kadın öyle biri değil.” O kadın, benim içinde olduğum durumu benden bile iyi bilen biri, diyemedi. Kendisine söylediklerini sormasın diye yalan söylemişti. Fala göre hareket etmeyecekti elbette. Evliliğini kurtarmak için çaba harcayacaktı. Olmazsa da hiç değilse denemediğim şey kalmadı diyerek rahat edecekti.

“O kuaförü sevdim. Sık sık gideceğim oraya. Bir şey olursa fark ederim tabii. Hem de kendi kuaförümün beşte biri fiyatına saçımı yaptırdım.” Handan’ın kadını savunmasına şaşırmıştı Cenk. Son cümleyi duyunca da gülümsedi.

“Ne o bilmediğim ekonomik bir sorunumuz mu var?”

“Yok, ama sokağa para atma zamanı da değil. Üstelik daha iyi işe daha az para ödemek akıllıcadır.” Ve… Belki de yakın bir zamanda işten ayrılacağı için ucuz bir yere gitmek daha mantıklıydı.

“Akıllıca elbette. Ben de yarın şu dalma işini senin kadar başarıyla atlatabilirsem çok güzel olur.”

“Bana da dalmayı öğretecektin. Ne zaman öğreteceksin? Bu sene tatilde ders verir misin?” Handan, hala ortak bir şeyler yapma isteği ile konuşuyordu. Belki böylece kocasını yeniden kendisine bağlayabilirdi.

“Bakarız. Tatil için nereyi düşünüyorsun? Yunan Adalarına mı gitsek?”

“Olabilir. Karar vermedim daha. Sen iki hafta kaçabilecek misin?”

“Zor. Sen beni bir hafta olarak düşün.” Bu bile bir şeydi. Bir haftasını karısı ile geçirmeyi düşündüğünü gösteriyordu. Tabii o zamana kadar karar değişmezse... Cenk ayağa kalkmış kapıya doğur yürürken birden durup geri döndü.

“Handan asıl söylemeyi unuttuğum, iki gün sonra yeniden İzmir'e gidiyor olmam. Bu kez kısa kalacağım ama. Sadece iki gün!”

“İyi de hafta sonuna denk geliyor.”

“Resmi dairede işimiz yok ki. Şirkette buluşup yeni anlaşmadaki bazı detayları değiştireceğiz. Yeni hali daha da iyi olacak! Hafta içi yetkililer gerekli onayları alır nasılsa.”

“Tamam. Bu kez beni de götür demiyorum.” Bir önceki konuşmayı anımsatmıştı.

“Bu işler tamamlansın, seni tatil için götürürüm. Ama şimdi ben çok yoğun olacağım. Sonra söz birlikte gezeriz İzmir'i.”

“Bu sözünü unutma.”

“Unutmam.” sonra çıktı odadan Cenk...

Handan da kocasının verdiği İzmir'i gezdirme sözünün mutluluğu ile çalışmaya başladı.

 *****


Beş erkek, dalgıç kıyafetleri ve tüpleri ile Büyükçekmece Köprüsü yakınında bir motora bindiler. Kısa bir tanışmadan sonra hepsi manzaranın ve güneşin tadını çıkartmaya başladı. Cenk’in arkadaşına ait olan tekne köprüye yaklaştığında ne arayacağını bilen beşli içini şampuanla kayganlaştırdıkları kıyafetlerini giyip tüplerini taktıktan sonra ellerinde fenerler ile suya girdi.

Yedek tüpleri de teknede olduğu için o gün uzun saatler arama yapabileceklerdi. Öğlene doğru, tekneye çıkan beşli denizin altında bulduklarını bellerindeki sepetlere toplamıştı. Bir sürü ıvır zıvır çıkmıştı. Birkaç çakı ya da küçük bıçak bulunmuştu ama aranılan özellikte değillerdi. Onları tekneye bırakıp, kaptanın hazırladığı masanın başına geçtiler. Kaptanın tuttuğu balıklar ile karınlarını doyurdular. Demlenen çayı içip biraz dinlendikten sonra yedek tüplerini kuşanıp yeniden suya girdiler.

Bir saate yakın su altında kalan beşliden biri en sonunda aranılan özelliklere uygun bir bıçak bulmuş, diğerlerine haber vermişti. Hakan, bıçağın özellikle kabzasının el işi olmasından çok memnundu. Eski bir bıçaktı ve antikacılar sayesinde sahibine ulaşmak mümkün olabilirdi.

Hakan, bulunan bıçağın Cenk sayesinde kendisine ulaştırılmasını istemişti. Böylece sanki eniştesi ile yapılmış konuşmalar nedeniyle delil kendisine gelmiş, tamamen şansmış gibi göstereceklerdi. Kimsenin şüphelenmemesini umuyordu…

Aramaya katılan arkadaşları işin öyle olmadığını bilse de hiç biri polisin işine karışmak istemiyordu. Hepsi bu günü unutacaktı.

Cenk ve Hakan, diğerlerine akşam yemeği ısmarlamak için bir balıkçıya gitmeyi teklif ettiler. Cenk bu arada Handan'ı aramış, geç geleceğini ama her şeyin yolunda olduğunu söylemişti. Hakan'ın da selamını söyleyince telefonun ucunda Handan rahat bir soluk almıştı.


 ***** 

Cenk, ertesi gün Hakan'ın nöbette olmasını fırsat bilmiş ve emniyete su altında buldukları bir sürü ıvır zıvır götürmüş, ifade vermişti. İfadesinde zevk için daldığı sırada, kayınbiraderi ile yaptığı konuşmada geçen cinayet silahına benzer bir silah bulduğunu, tedbir amaçlı polise teslim etmek istediğini belirtmişti.

Bıçağın, ahşap sapındaki işçilik, uzman iki kişinin görüşü alınarak gizlice soruşturulmuş, Beyoğlu’nda bir antikacıdan iki ay önce satıldığı tespit edilmişti. Aslında bıçak dekorasyon amaçlı satılmıştı. Alıcısı da öldürülen mimardı. Böylece cinayet silahı olduğu kesinleşmişti. Şimdi o bıçağın hangi ev için kullanıldığını bulmak ve katile ulaşmak kalıyordu.


Hakan’ın, mimarın zaten incelemede olan son çalışmalarından, son iki ay içinde kimler için çalıştığını ve o işlerden hangisi için dekorasyonu da üstlendiğini bulması zor olmayacaktı.

Aynı gün öğleden sonra polis ekipleri ünlü bir iş adamını gözaltına almıştı. Saatler süren sorgusunun başında inkâr etse de bıçak önüne konulunca itiraf etmişti. O bıçağın nasıl bu kadar kısa sürede bulunduğunu ise hiç anlayamamıştı.

İş adamının son zamanlarda işleri ters gitmişti. Polis iki kez baskın yapmış, her ikisinde de milyon dolarlık malları yakalanmıştı. Kendi adının karışmamasını sağlasa da nakit sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Çevresinden de para alamamıştı. Polisin onu takip ettiğini bilen başka iş adamları uzak durmaya başlamıştı. Bu sıkışıklık içinde Süheyl Görüş alacağının peşine düşmüş, tahsilâtı yapamazsa kendisini başkalarına havale edeceğini söylemişti.

Hakan, katil zanlısının söylediklerini dinlerken ‘Su testisi suyolunda kırıldı desene’ diye mırıldandı.

 Mimara olan borcu yüzünden defalarca tartışan ikili, iş adamının başka bir arazim var, onu sana vereyim borcumu sil, demesi ile Silivri'ye gitmiş, orada boş bir araziyi kendi yeri gibi gösterdikten sonra yazlığına götürmüş ve orada bıçaklamış, sonra da cesedi çöplüğe atmıştı.

Tüm bu itiraflardan sonra iş adamı tutuklanmış, polis bir dosyayı daha kapatmıştı.

Aynı gün tüm emniyet binası koridorlarında kısa sürede çözülen olay konuşuluyordu. Artık Hakan’ın adı ulu orta Çevik Kuvvet olarak geçmeye başlamıştı. Bundan kurtulamayacağının farkında olarak odasına doğru yürüdü. Düşünceliydi. Aklındakini yapıp yapmamakta kararsızdı… Akşam saatlerine kadar da kararsızlığı devam etti…

En sonunda kararını verdi. Daha fazla bunların altında ezilmek istemiyordu. Numarayı çevirdi. Kısa süre sonra karşıdan Nil’in “Alo” diyen sesini duydu. Kısa ve öz konuşmuştu.

“Teşekkür ederim, iyi geceler.”

Sesi ilk kez yumuşaktı.

Telefonun ucunda ise Nil şaşkın bakışlarla karşı duvardaki aynada kendisini izliyordu. Her ne kadar sinirli ve terslemeden konuşsa da Hakan Baş Komiserin sesini tanımıştı. Güzel bir ses diye geçti ilk önce aklından. Sonra telefonu yerine koyarken dudaklarından bir cümle döküldü.

“Kafasına saksı mı düştü?”

1 yorum:

  1. Ama çok kısa geldi bu bölüm bana :)))) kızacaksın bu yazdığıma biliyorum 😘

    YanıtlaSil