Nil,
güne çok keyifli başlamıştı. Sabah uyandığında saat daha altı bile değildi. Ama
bahçesinden gelen kuş sesleri daha fazla uyumasına engel olmuştu. Bir süre
yattığı yerden onları dinledi. Sonra eline bir kâğıt kalem aldı ve tatil
planlamaya başladı. Aslında yorucu olacağını bilse de birkaç yere uğramak
istiyordu. İki hafta tatil yapabilir miydi? Kuaför zaten kendisinden bağımsız
yürürdü. Nasılsa Ayşegül’ün diploması ile açık duruyordu. Eczane ise onun
imzalarına ihtiyaç duyabilirdi. Mert ile konuşacak, gerekirse imza için
kendisine kargo ile evrakların ulaştırılmasını sağlayacaktı.
Eylül
ayının son iki haftasında tatil yapmayı düşünüyordu. Daha üç hafta vardı ama
olsun şimdiden tatil havasına girmekte zarar yoktu. Doğum gününü de tatilde
kutlardı. Belki de o doğum günü iki kişilik olurdu? Sonra gülmeye başladı, yaz
aşkı mı isteyecekti kendisine? Hayır...
Daha sonra kalkıp hangi kıyafetlerini yanına alacağını ayarlamaya
başladı. Dolabın kapaklarını açtı. Fazla şey almayacaktı. Valiz topla tekrar
aç... Uğraşmak istemiyordu. Bolca şort ve üstlerine t-shirt almak yeterliydi.
İki de elbise aldı mı tamamdı. Aklındakileri sıraya koymuş ve rahatlamıştı.
Artık bunları yapacağı güne kadar planları daha da netleşirdi. Seviyordu bu
programlı halini.
Saat sekiz olduğunda kahvaltısı da bitmişti. Televizyonu açıp
sabah haberlerini dinlemeye başladı. Mimar cinayeti hala önemini koruyordu.
Zenginlerin zengin mimarı neden ve niçin öldürülmüştü. Borçlarının yüksek
olduğu duyumları haber kanalında iddia ediliyordu. Nil, haberlerde cinayet
silahının bulunduğuna dair bir şey duymayınca başka kanala çevirdi. Ama yeni
bir haber yoktu.
Cinayet silahı ve katil bulunamamıştı.
Bahçedeki çardağın altına oturduğunda iki dükkânı da açılmıştı.
Ama bugün onlarla vakit geçirmek istemiyordu. Birazdan Hüsniye gelecekti.
Telefon ettiğinde sesi heyecanlıydı. On dakika sonra geldiğinde yüzünde
sesinden de daha yoğun bir heyecan vardı.
“Neyin var? Ne bu halin?” Nil, arkadaşının tüm yüzüne yayılan
gülümsemeden şüphelenmeye başlamıştı.
“Bana önce eczaneden bir şey getirir misin?” Hüsniye, silemediği
gülümseme ile yanıtlamıştı.
“Hasta mısın? Ne istiyorsun?”
“Sen ne biçim falcısın? Anlamadın mı?” Artık açıkça sırıtıyordu.
“Hamile misin? Test mi istiyorsun? Dur hemen getiriyorum.” Nil
heyecanla ne yapacağını şaşırmış şekilde dolanıyordu. “Gidiyorum. Bekle.” diyor
ama geri dönüyordu. En sonunda Hüsniye'yi yanaklarından öpmüş ve koşarak
eczaneye geçmişti. Döndüğünde Hüsniye'yi üst kata çağırdı. Beş dakika sonra
ikisi de bebeği kutluyordu. Alt kattakiler de üstten gelen seslerden güzel bir
haber olduğunu anlamış yüzleri gülüyordu.
İşinin en çok bu tarafını seviyordu. Dükkânında sevinçler de,
hüzünler de paylaşılıyordu.
Öğlen olmadan kapıdan içeriye çok güzel bir kadın girdi. Dükkânın
yabancısı olduğunu belli eden hareketleri dikkatleri üstünde toplamıştı. Nil,
hemen yanına doğru yürüdü ve sıcak sesi ile, “Hoş geldiniz, buyurun.” Dedi.
Nil, bu kadının yolunun nasıl Bağdat Caddesi yerine kendi
dükkânına düştüğünü bilmiyordu. Ama her şeyi ile kaliteliyim diyen kadın, Nil
ile selamlaşmış ve gösterdiği yere oturmuştu.
“Merhaba, saçımı yıkatmak ve fönletmek bir de ojemi yenilemek
istiyorum.”
“Elbette. Emine, hanımefendinin saçını yıkar mısın? Sonra da sen
ojesini sürerken Bertuğ fönünü çeksin.”
Handan, ilk gördüğü an güzel ve içten bulduğu genç kadının
kibarlığından da hoşlanmıştı. İşi önemliydi ve çabuk samimiyet kurmak
istiyordu. Ağabeyi ayda yılda bir şey istemişti.
“Bana Handan deyin lütfen. Siz?”
“Nil, memnun oldum.”
Nil, yeni müşterisinin pek sıcakkanlı olduğunu görüp mutlu oldu.
Emine saçı yıkamak için arka bölüme geçerken kapıdan girenler Nil'e ellerindeki
kahve paketini sallıyordu. Handan, kızların “Acelemiz var Nil abla hemen yaptır
kahvelerimizi” dediğini duyunca Emine'ye “Güzel fal bakan mı var?” diye sordu.
Sanki bilmezmiş gibi…
“Nil ablamız bakar. Çok da güzel bakar.” Emine, yeni müşterinin
kalıcı olması için Nil’in bu özelliğinin işe yarayacağını düşünüyordu.
“Ben istesem bana da bakar mı?” Handan sesine mahcup tonu eklerken
zorlanmamıştı. Alışkın değildi tanımadığı insanlardan kendisi için bir şeyler
istemeye.
“Bakar tabii. Ben söyleyeyim size de yapsınlar. O arada ben
saçınızı yıkarım.”
“Çok memnun olurum.” Handan’ın dikkatli gözleri saçının yıkandığı
yeri inceliyordu. Arkada küçük bir odaya geçmişti ikili. Odada iki saç yıkama
koltuğu vardı. Yan tarafın banyo olduğunu düşündü Handan. İki koltuğun pis su
gideri duvarda yok oluyordu. Yerler ve duvarlar tertemizdi. Lüks yerlerde bile
bu kadar temiz görüntü her zaman bulunmuyordu. Handan, Emine’nin saçını
yıkamadan önce şampuanlardan hangisini istediğini sormasına da şaşırmıştı.
Genelde ellerindeki ucuz şampuanlarla saç yıkanmasına alışmıştı. Bu kez de
marka şampuan şişelerinin içinde ucuz ürün mü var acaba diye şüphelendiğinde
burnuna tanıdık mentol kokusu gelince düşüncelerinden utandı.
Salon, hem temiz hem kaliteli idi. Üstelik herkes çok da
ilgiliydi. Saçı yıkandıktan sonra adının Bertuğ olduğunu öğrendiği çalışanın
olduğu koltuğa yönlendirildi. Bu arada kahvesi de pişmişti. Bir yanda Nil iki
genç kızla laflıyordu. Onlar da kahvelerini yudumluyordu. Kahveler bittiğinde
hepsi fincanını kapatmıştı.
Yine meraklı gözler ile izledi tüm salonu. Eski bir evin alt
katında müthiş bir iş yeri oluşturulmuştu. Duvarda iki kadının resmi vardı.
Biri genç biri orta yaşlı kadınların ana kız oldukları anlaşılıyordu. Nil ile
olan benzerlikte göze çarpıyordu. Handan, alıcı gözler ile salonun dibini
köşesini inceledi. İlk kez gelen birinin ilgisini normal bulan ekip yaptıkları işten
emin çalışmaya devam etti.
Bu arada Bertuğ, çok ciddi bir tavırla saçlarına fön çekiyordu.
Handan, bu genç çocuğun elinin hızlı olduğunu ve fırçanın saçlarına hiç
dolanmadığını, hatta fönün saç derisine bile fazla temas etmediğini görüyordu.
Çok az kuaförde bu kadar özenli bir fön çektirmişti. Üstelik ilk kez bir kuaför
başka kuaförlerin kestiği ya da boyadığı saça laf etmiyordu. Her yeni kuaförde
bu muhabbetten içi bayılırdı.
“Bertuğ idi değil mi?”
“Evet”
“Çok maharetlisin. Çok güzel oldu ellerine sağlık.”
“Teşekkür ederim. Yine gelirseniz daha farklı modeller de
deneriz.”
“Gelirim.”
Bu arada Emine de istediği renk ojeyi sürüyordu. Handan, Nil'in
kızlara fal bakmasını izledi. Hiç özel bir şeyler yapmıyordu. Sadece kahve
fincanına bakıyordu. Neler söylediğini duymasa da kızların arada bir kaçamak
bakışmalarından doğru şeyler söylediğini anlıyordu.
Kızların saçları yapılmaya başladığında ise kendi işi bitmişti.
Nil fincanını alıp diğerlerinden uzak bir koltuğa yürüdü. Bu müşteri yeniydi ve
başkalarının duymasını istemeyeceğinden emindi.
“Nil Hanım, size emrivaki gibi oldu ama!” Handan gerçekten kendini
kötü hissediyordu. Üstelik o falın amacı başkaydı…
“Bana Nil deyin lütfen. Handan Hanım, hiç sorun değil. Ben keyif
alıyorum. Ama şimdiden söyleyeyim ne görürsem söylemek gibi kötü bir huyum var.
Yani kötü şeyleri de söylerim kızmaca yok.”
“Sen de bana Handan de ve lütfen ne görürsen söyle. Sorun
değil, hayat yalanların ardına
saklanmayacak kadar kısa” dedi.
Handan, kadının aslında ağabeyinin şüphelendiği gibi biri
olmadığını en başta anlamıştı. Nil, falda görüyordu gerçekten. İşte o an
korktuğunu hissetti. O fincana bakıp söyleyeceği şeylere hazır değildi. Nedense
kötü şeyler söyleyeceğini biliyor gibiydi. O an vazgeçmek istese de kadınca merak
ağır bastı.
Nil, kadının duymaktan korktuğu şeyler olduğunu anlamıştı.
Kendisini daha dikkatli konuşmak için uyarıp fincanı açtı ve kısa bir süre
baktıktan sonra anlatmaya başladı.
“Handan, hem evde hem işte aynı erkek var. Kocanla birlikte
çalışıyorsun sanırım. İki yerde de huzursuzsun. Konuşmuyorsunuz. Sen bebek istiyorsun ama görmüyorum. Bir yol
düşünüyorsun. Ama istediğin kadar uzun yola gidemeyeceksin. Hem de tek sen
gitmiyorsun. Bir kadın olacak yanında.”
Handan her cümleden sonra şaşkınlığını gizlemekte zorlanıyordu.
Ama son duyduğuna tepki verdi.
“Kadın mı? Kimmiş o?”
“Bilmem.” Nil gülüyordu. Bu tepkilere alışkındı. Evet, iyi fal
bakardı ama o kadar da değildi…
Devam etti. “Eskiden çok zor günler geçirmişsin. Kalabalık bir
yerde ama yalnızmışsın. Şimdi ise çok zenginsin, etrafın yine çok kalabalık ama
yine çok yalnızsın.”
Handan, neredeyse soracaktı sana bu bilgileri kim verdi diye.
Kendini zor tutuyordu. Sıra tabağa geldiğinde Nil biraz inceledi.
“Bazen boşanmayı düşünüyorsun ama sonra vazgeçiyorsun.” Nil yine
pat diye konuşmaya başlamıştı ama farkında değildi.
“Sonumuz belli mi?” Handan bu soruyu soracak kadar nasıl boş
bulunduğunu bilmiyordu. Belki de hayatının en kötü yanıtını alacağı soruyu
sormuştu.
“Ayrılık var.” Nil, daha cümlesi bitmeden dilini ısırmıştı. Ya bu
basit bir uzak kalmaysa ve kadın yanlış anlarsa?
“Ne?” Handan’ın korktuğu başına gelmişti. Nil ise artık başladığı
cümleyi tamamlamak zorunda hissediyordu kendisini.
“Üzgünüm. Şimdi de kısa süreli ayrılık yaşayacaksınız. Ama kısa
süre sonra çok daha uzun süreli bir ayrılık yaşayacaksınız.”
Handan, kulaklarının uğuldadığını, başının dönmeye başladığını
hissediyordu. Nil, “Aydan, Handan Hanıma bir bardak su getirir misin canım?”
dediğinde Handan sesleri çok uzaktan duyuyordu.
“Özür dilerim. İşte bu huyum çok kötü. Her şeyi böyle söylememem
lazım ama duramıyorum.” Aydan suyu uzatıp hemen uzaklaşmıştı. Handan suyu
içtikten sonra, dizlerine yakın duran Nil’in dizlerine avuçları ile yavaşça
vurdu. Böylece hem Nil’in söylediklerine hak verdiğini hem de bunları
paylaşacak kadar yakın hissettiğini anlatıyordu.
“Nil, doğruları bilmek ile başkasından duymak arasındaki farkı
yaşadım az önce. Kocamla bir şeyler ters gidiyor. Bunu biliyorum ama herkesten
gizlemeye çalışıyorum. O yüzden lütfen üzülme. Sen sadece doğruları söyledin.”
“Orası öyle.” Nil yine de üzülmüştü bu tanımadığı genç kadın için.
Dizindeki elin üstüne kendi elini koyup hafifçe sıktı. Bu genç kadının kocasını
sevdiği belliydi. Ama sorunlu evlilikler çözüm bulunmadıktan sonra bitmeye
mahkûmdu. Nil, sevdiğini hissettiği kadın için dua etti. ‘İnşallah
evliliklerini kurtarmanın yolunu bulurlar…’
“Nil, bugün çok vaktim yok ama daha sonra yine geleceğim. O zaman
uzun uzun konuşuruz. Hatta ben de sana kahve ısmarlamak isterim.”
“Memnun olurum. Dilediğin zaman gel. Burası aile yeridir.
Mahallelimizi seversin.”
“Öyle olduğu belli! Çat kapı gidilen komşu gibisin!”
“Aynen öyle. Bugün pazar var. Birazdan burası dolar. Ve emin ol
arka bahçede soluklanmak onların en büyük keyfi.”
“O zaman haftaya bugün, uzun süre kalmak için kesin buradayım.
Tabii daha önce gelmezsem!” Yüzü gülmeye başlamıştı. Rengi de düzelmişti.
Bir süre sonra borcunu sormuş, duyduğu rakamın küçüklüğü
karşısında hayretini gizlemiş, ödemesini yapmış ve çıkmıştı Handan. Nil yeni
müşterisini yakın zamanda yine göreceğinden emindi.
Handan arabasına binip çantasından telefonunu çıkarttı. Hakan'ın
numarasını tuşladıktan on saniye kadar sonra ağabeyine, kızın sadece fal
yeteneği olduğunu, ama o küçük fincanda çok şey gördüğünü anlatıyordu. Ayrıca
kızın çok farklı biri olduğunu da araya sıkıştırmıştı.
Hakan, telefonun ucunda Handan'dan duyduklarına zaten içinde bir
yerde inandığını biliyordu.
*****
Handan, kuaförden şirkete döndüğünde aklı daha da karışıktı. Cenk
onun geldiğini öğrenmiş olmalıydı ki odasına gelmişti.
“Saçın güzel olmuş. Nasıl geçti?” Gerçekten saçı çok doğal ama çok
güzel olmuştu.
“Teşekkürler. İlginç bir deneyimdi.”
“Falcı nasıl biri?”
“Çok hoş bir kadın! Ayrıca öyle sahtekârlıkla falan işi yok.”
“Fal baktırdın mı?”
“Hayır. Başkaları baktırıyordu. Onlara söylediklerini dinledim.”
“Ne biliyorsun onlara doğru şeyler söylediğini? Hem belki de
normal zamanda kahve falı bakıyor ama bazen de başkalarından aldıklarını
Hakan'a aktarıyor! Olamaz mı?”
“Olamaz. O kadın öyle biri değil.” O kadın, benim içinde olduğum
durumu benden bile iyi bilen biri, diyemedi. Kendisine söylediklerini sormasın
diye yalan söylemişti. Fala göre hareket etmeyecekti elbette. Evliliğini
kurtarmak için çaba harcayacaktı. Olmazsa da hiç değilse denemediğim şey
kalmadı diyerek rahat edecekti.
“O kuaförü sevdim. Sık sık gideceğim oraya. Bir şey olursa fark
ederim tabii. Hem de kendi kuaförümün beşte biri fiyatına saçımı yaptırdım.”
Handan’ın kadını savunmasına şaşırmıştı Cenk. Son cümleyi duyunca da gülümsedi.
“Ne o bilmediğim ekonomik bir sorunumuz mu var?”
“Yok, ama sokağa para atma zamanı da değil. Üstelik daha iyi işe
daha az para ödemek akıllıcadır.” Ve… Belki de yakın bir zamanda işten
ayrılacağı için ucuz bir yere gitmek daha mantıklıydı.
“Akıllıca elbette. Ben de yarın şu dalma işini senin kadar
başarıyla atlatabilirsem çok güzel olur.”
“Bana da dalmayı öğretecektin. Ne zaman öğreteceksin? Bu sene
tatilde ders verir misin?” Handan, hala ortak bir şeyler yapma isteği ile
konuşuyordu. Belki böylece kocasını yeniden kendisine bağlayabilirdi.
“Bakarız. Tatil için nereyi düşünüyorsun? Yunan Adalarına mı
gitsek?”
“Olabilir. Karar vermedim daha. Sen iki hafta kaçabilecek misin?”
“Zor. Sen beni bir hafta olarak düşün.” Bu bile bir şeydi. Bir
haftasını karısı ile geçirmeyi düşündüğünü gösteriyordu. Tabii o zamana kadar
karar değişmezse... Cenk ayağa kalkmış kapıya doğur yürürken birden durup geri
döndü.
“Handan asıl söylemeyi unuttuğum, iki gün sonra yeniden İzmir'e
gidiyor olmam. Bu kez kısa kalacağım ama. Sadece iki gün!”
“İyi de hafta sonuna denk geliyor.”
“Resmi dairede işimiz yok ki. Şirkette buluşup yeni anlaşmadaki
bazı detayları değiştireceğiz. Yeni hali daha da iyi olacak! Hafta içi
yetkililer gerekli onayları alır nasılsa.”
“Tamam. Bu kez beni de götür demiyorum.” Bir önceki konuşmayı
anımsatmıştı.
“Bu işler tamamlansın, seni tatil için götürürüm. Ama şimdi ben
çok yoğun olacağım. Sonra söz birlikte gezeriz İzmir'i.”
“Bu sözünü unutma.”
“Unutmam.” sonra çıktı odadan Cenk...
Handan da kocasının verdiği İzmir'i gezdirme sözünün mutluluğu ile
çalışmaya başladı.
Beş erkek, dalgıç kıyafetleri ve tüpleri ile Büyükçekmece Köprüsü
yakınında bir motora bindiler. Kısa bir tanışmadan sonra hepsi manzaranın ve
güneşin tadını çıkartmaya başladı. Cenk’in arkadaşına ait olan tekne köprüye
yaklaştığında ne arayacağını bilen beşli içini şampuanla kayganlaştırdıkları
kıyafetlerini giyip tüplerini taktıktan sonra ellerinde fenerler ile suya
girdi.
Yedek tüpleri de teknede olduğu için o gün uzun saatler arama
yapabileceklerdi. Öğlene doğru, tekneye çıkan beşli denizin altında
bulduklarını bellerindeki sepetlere toplamıştı. Bir sürü ıvır zıvır çıkmıştı.
Birkaç çakı ya da küçük bıçak bulunmuştu ama aranılan özellikte değillerdi.
Onları tekneye bırakıp, kaptanın hazırladığı masanın başına geçtiler. Kaptanın
tuttuğu balıklar ile karınlarını doyurdular. Demlenen çayı içip biraz
dinlendikten sonra yedek tüplerini kuşanıp yeniden suya girdiler.
Bir saate yakın su altında kalan beşliden biri en sonunda aranılan
özelliklere uygun bir bıçak bulmuş, diğerlerine haber vermişti. Hakan, bıçağın
özellikle kabzasının el işi olmasından çok memnundu. Eski bir bıçaktı ve
antikacılar sayesinde sahibine ulaşmak mümkün olabilirdi.
Hakan, bulunan bıçağın Cenk sayesinde kendisine ulaştırılmasını
istemişti. Böylece sanki eniştesi ile yapılmış konuşmalar nedeniyle delil
kendisine gelmiş, tamamen şansmış gibi göstereceklerdi. Kimsenin
şüphelenmemesini umuyordu…
Aramaya katılan arkadaşları işin öyle olmadığını bilse de hiç biri
polisin işine karışmak istemiyordu. Hepsi bu günü unutacaktı.
Cenk ve Hakan, diğerlerine akşam yemeği ısmarlamak için bir
balıkçıya gitmeyi teklif ettiler. Cenk bu arada Handan'ı aramış, geç geleceğini
ama her şeyin yolunda olduğunu söylemişti. Hakan'ın da selamını söyleyince
telefonun ucunda Handan rahat bir soluk almıştı.
Cenk, ertesi gün Hakan'ın nöbette olmasını fırsat bilmiş ve
emniyete su altında buldukları bir sürü ıvır zıvır götürmüş, ifade vermişti.
İfadesinde zevk için daldığı sırada, kayınbiraderi ile yaptığı konuşmada geçen
cinayet silahına benzer bir silah bulduğunu, tedbir amaçlı polise teslim etmek
istediğini belirtmişti.
Bıçağın, ahşap sapındaki işçilik, uzman iki kişinin görüşü
alınarak gizlice soruşturulmuş, Beyoğlu’nda bir antikacıdan iki ay önce
satıldığı tespit edilmişti. Aslında bıçak dekorasyon amaçlı satılmıştı. Alıcısı
da öldürülen mimardı. Böylece cinayet silahı olduğu kesinleşmişti. Şimdi o
bıçağın hangi ev için kullanıldığını bulmak ve katile ulaşmak kalıyordu.
Hakan’ın, mimarın zaten incelemede olan son çalışmalarından, son
iki ay içinde kimler için çalıştığını ve o işlerden hangisi için dekorasyonu da
üstlendiğini bulması zor olmayacaktı.
Aynı gün öğleden sonra polis ekipleri ünlü bir iş adamını
gözaltına almıştı. Saatler süren sorgusunun başında inkâr etse de bıçak önüne
konulunca itiraf etmişti. O bıçağın nasıl bu kadar kısa sürede bulunduğunu ise
hiç anlayamamıştı.
İş adamının son zamanlarda işleri ters gitmişti. Polis iki kez
baskın yapmış, her ikisinde de milyon dolarlık malları yakalanmıştı. Kendi
adının karışmamasını sağlasa da nakit sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Çevresinden
de para alamamıştı. Polisin onu takip ettiğini bilen başka iş adamları uzak
durmaya başlamıştı. Bu sıkışıklık içinde Süheyl Görüş alacağının peşine düşmüş,
tahsilâtı yapamazsa kendisini başkalarına havale edeceğini söylemişti.
Hakan, katil zanlısının söylediklerini dinlerken ‘Su testisi
suyolunda kırıldı desene’ diye mırıldandı.
Mimara olan borcu yüzünden
defalarca tartışan ikili, iş adamının başka bir arazim var, onu sana vereyim
borcumu sil, demesi ile Silivri'ye gitmiş, orada boş bir araziyi kendi yeri
gibi gösterdikten sonra yazlığına götürmüş ve orada bıçaklamış, sonra da cesedi
çöplüğe atmıştı.
Tüm bu itiraflardan sonra iş adamı tutuklanmış, polis bir dosyayı
daha kapatmıştı.
Aynı gün tüm emniyet binası koridorlarında kısa sürede çözülen
olay konuşuluyordu. Artık Hakan’ın adı ulu orta Çevik Kuvvet olarak geçmeye
başlamıştı. Bundan kurtulamayacağının farkında olarak odasına doğru yürüdü.
Düşünceliydi. Aklındakini yapıp yapmamakta kararsızdı… Akşam saatlerine kadar
da kararsızlığı devam etti…
En sonunda kararını verdi. Daha fazla bunların altında ezilmek
istemiyordu. Numarayı çevirdi. Kısa süre sonra karşıdan Nil’in “Alo” diyen
sesini duydu. Kısa ve öz konuşmuştu.
“Teşekkür ederim, iyi geceler.”
Sesi ilk kez yumuşaktı.
Telefonun ucunda ise Nil şaşkın bakışlarla karşı duvardaki aynada
kendisini izliyordu. Her ne kadar sinirli ve terslemeden konuşsa da Hakan Baş
Komiserin sesini tanımıştı. Güzel bir ses diye geçti ilk önce aklından. Sonra telefonu yerine koyarken dudaklarından bir cümle döküldü.
“Kafasına saksı mı düştü?”
Ama çok kısa geldi bu bölüm bana :)))) kızacaksın bu yazdığıma biliyorum 😘
YanıtlaSil