25 Temmuz 2015 Cumartesi

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 19. Bölüm

Nil, o öğleden sonra kendine izin verdi. Biraz alışveriş yapmak, kafasını dağıtmak istiyordu. İnce kot kumaşından dikilmiş kaprisini giymişti. Ayağına da yine kot kumaşından yapılmış sandaletlerini geçirdi. Elbette bu sıcakta şapkasız çıkacak değildi. Yine kot kumaşından beysbol şapkasını başına taktı. Tek noksanı gözlükleri idi. Onu da burnunun üstüne oturttuktan sonra alt kata indi. 

“Dükkânlar sizlere emanet. Gecikirsem kilitler çıkarsınız. Ben şöyle bir gezeyim. Bir iki parça giyecek alayım diyorum.”

“Tamam canım. Nillll, şu geçenlerde anlattığım bikiniye bak. Nasılsa tatile gideceksin. Hiç olmazsa benim yerime de giymiş olursun!”


Ayşegül, çok beğendiği bikiniyi günlerce sayıklamıştı. Satan mağaza indirime girmiş ama Ayşegül tatile gidemeyeceği için para harcamak istememişti. Yurt dışından ağabeyleri gelecekti ve evde onlarla vakit geçirecekti.

“Bakarım. Hadi görüşürüz.” diyerek Eczaneye geçti. Aynı şeyleri söyleyip çıktı. Yağmur şarkı mırıldanıyor, Mert suratını asmış oturuyordu.

Hiçbir şeyi kafasına takmayacaktı.

O öğleden sonra kendisine aitti.


*****


Nil, Bağdat Caddesine çıktığında aklında özel bir şey yoktu. Amaçsızca dükkânlara baktı. Bir iki kıyafet denedi. Bir çift ayakkabı ile ona uygun çanta aldıktan sonra gezinmeye devam etti. Yorulunca kahve içmek için bir yere oturdu. Önünden geçen kalabalığa bakıyordu. Akşamüstü olması havanın biraz daha nefes alınabilir olmasını sağlıyordu.

Kahvesi bitince Ayşegül'ün söylediği mağazaya uğradı. Gerçekten büyük indirim vardı. İki bikini ve bir plaj elbisesi aldı. Hepsine uyacak bir çift de topuklu plaj terliği ile alışverişini tamamladı. Annesinin topuklu merakı kendisinde devam ediyordu. Aslında biraz da annesini özlediği ve ona yakın olmak istediği için giyiyordu.

Elinde alışveriş poşetleri ile evine döndüğünde saat dokuza geliyordu. Yemeğini de dışarıda yemiş hatta üstüne bir de dondurmacıya uğramıştı. Bu öğleden sonra tam da istediği gibi bir gün geçirmişti. Artık tatile gerçekten ihtiyaç duyuyordu.  En uygun zaman Eylül ayı olacaktı. Nereye gideceğine karar vermemişti ama artık plan yapmalıydı.

Bu bikinileri giymek ve ortalıkta salınmak şart olmuştu!

Düşüncelerine kahkahalarla güldü. Ne zamandan beri erkek tavlamak için soyunmak gerektiğini düşünür olmuştu?


*****


Hakan, cinayet aletinin bulunmamasına illet oluyordu. Cinayetlerin çoğunun çözümü cinayet aletine bağlıyken mimarı öldüren bıçak hala bulunamamıştı. Zaten cinayetin işlendiği yer cesedin bulunduğu yer olmayınca işler karışıyordu.

Mafya denmişti ama bıçaklama mafya işi değildi. Zaten kim mafyaydı kim değildi artık kimse bilmiyordu.

Şansına bu kadar az ipucu olan cinayetler üst üste geliyordu. Ölen mimarın evi, bürosu aranmış, hatta bahçesine yeni ekilmiş tüm çiçekleri sökülüp toprağa gömülmüş bıçak peşine düşülmüştü ama elde koca bir sıfır vardı.

Ankara'da üç dört ayda işlenen cinayet İstanbul’da neredeyse hafta da işleniyordu. İşlerinin yoğunluğu yüzünden dinlenmeye fırsat bulamamıştı. İzin almalıydı ama şu travesti cinayetleri yüzünden pek mümkün gözükmüyordu.

En iyisi mimar cinayetini çözmek sonra yine seri katile yoğunlaşmaktı. Ama sanki cinayetler bitmişti. Son iki cinayet kısa aralıklarla işlenmişti. Üstünden geçen iki haftaya rağmen yeni bir cinayet yoktu. Eskileri ile ilgili de bulunan hiçbir şey yoktu.

Çok terlemişti. Havanın nemine hala alışamamıştı. Üstünde sadece kısa kollu beyaz bir penye t-shirt vardı ama yine de terliyordu. İşinin en sevdiği yanı buydu. Sivil giyinebilme özgürlüğü!

Odasında artık bir ufak buzdolabı vardı. Bir de kliması! Ama son iki saatini güneşin altında geçirmiş Hakan'ı serinletmeye yetmiyordu. Tuvalete gidip elini yüzünü iyice yıkadı. Ellerini saçlarının arasından geçirip biraz da saç diplerini ıslattı. Şimdi daha iyiydi. Tekrar odasına döndüğünde masasındaki telefon çalıyordu. Son anda yetişmişti. Nefes nefese “Alo, Hakan” dedi.

“Baş Komiserim, sonra mı arayayım?”

Hakan sesi tanımıştı. O arıyordu. Ne söyleyecekti acaba?

“Sorun yok, ne söyleyecektiniz?”

Hattın ucunda Nil kendine kızıyordu. Bu adam neden bu kadar tersti? Neden kendisini her seferinde kötü hissetmesine neden oluyordu? Daha önce hiç böyle şeyler olmazdı.

“Kimle ya da neyle ilgili anlamadığım bir şeyler gördüm. Belki siz anlarsınız.” Nil, zaten zor aramıştı. Bir de ters bir sesle yanıt alınca hepten söyleyeceklerini şaşırmıştı. Bu adam neden kendisinden hoşlanmıyordu? Ona yardım etme çabasını bu kadar ters karşılaması normal değildi.

“Şimdi de sizin fallarınızın bilmecesini mi çözeceğim?” Hakan, tüm günün sinirini Nil’den çıkarttığının farkındaydı. Ama gerçekten bilmece çözecek durumda değildi. Onun tüm ters tavrına rağmen, Nil, telefonun ucunda derin bir nefes alarak sakin olmasına gayret gösterdiği ses tonu ile yanıt verdi.

“Bakın Baş Komiserim, benim tek amacım size yardımcı olmak ama siz bu kadar aksi olursanız benim de sizi aramak için nedenim kalmayacak.” İşte söylemişti. Bu adam kendini ne sanıyordu?

“Nil Hanım, sizi dinliyorum.” Sesi bıkkındı ve Nil'in kaprislerini çekmeyeceğini belirtiyordu.

İçini çektiğini hiç gizlemeyen Nil, “Sultan yolu diye bir yazı gördüm. Bir de hançer gibi bir şey. İkisinin de neyle ilgili olduğunu bilmiyorum. Siz belki anlarsınız.”

Hakan, hançerin aradıkları bıçak olabileceğini düşünmeye başlamıştı bile. Hem kadının dediklerine inanmak istemiyor hem de kadının sesini duyar duymaz doğru olabileceğini düşünüyordu.

“Anlamadım ama yine de teşekkürler.”  En azından en baştaki kabalığını affettirmek için teşekkür etmişti. Telefonu kapattığında aklında Sultan yolundan başka bir şey yoktu.

“Sultan yolu... Sultan yolu... Ne olabilir bu? Eyüp Sultan'ın yolu mu acaba? Ya da Sultanahmet ile mi ilgili? İyi de bu iki bilgi mimar cinayeti ile mi ilgili?”

Hakan, odasında volta atmaya başlamıştı. Aklından sıra ile hançer, sultan yolu ve mimar geçiyordu. Birkaç dakika sonra durdu... Sultan yolu... Hemen internete girdi ve aradığını buldu. Eski yapı Büyükçekmece'deydi.

Denize yakın yerdeki bu tarihi köprünün cinayet ile ilgisi ne olabilirdi? Yapanın ve ölenin mimar olmasından başka?

Cinayet silahı olan bıçağın saklanacağı en kolay yer olabilirdi!

Nil ne demişti? Bir de hançer gibi bir şey gördüm!

Hakan, düşündüklerinin araştırılmasını nasıl isteyecekti? Tekrar internete girdi. Sultan yolu olarak da bilinen Büyükçekmece Köprüsünü ya da asıl adı olan Sultan Süleyman Köprüsünü incelemeye başladı. Maktulün bulunduğu yer ile köprü arasında uzun bir mesafe vardı ama bu zaten katilin daha da rahat hareket etmesine neden olmuş olmalıydı. Su altını araştırmaları için nasıl bir mazeret bulmalıydı?

Hakan arkadaşlarından rica etse bile sonrasında bu bilgiyi kullanması çok zordu. En iyisi sanki rastlantı sonucu orada dalınmış gibi yapmalıydı. Tüplü dalmayı bilirdi ama kirli diplerde araştırma yapabilecek kadar tecrübeli değildi. İşte burada arkadaşları ve Cenk devreye girerdi. Cenk, bir konuşmasında daldığından bahsetmişti. Birlikte dalar rastlantı sonucu bulurlardı varsa bir şey...

Fevzi Baş Komiserinin dediklerini anımsadı ve gülmeye başladı. İlk verdiği tepkiden sonra bugün sorgusuz güvenmesi ve köprüyü cinayet silahının saklandığı yer olarak kabullenmesi çok tuhaftı. Bu söyledikleri de çıkarsa bu kadını gerçekten yakın takibe alacaktı. Bu kadar şeyin falla açıklanması mümkün değildi.


***** 


Aydan, uzun zamandır cep telefonundan mesajlaşıyordu. Nil, önce ses çıkartmamıştı ama yapması gereken işler kalınca kızmaya başlamıştı.

“Aydancığım, işlerin bitti mi canım?”

“Hemen kalkıyorum Nil abla.” gerçekten de telefonu cebine koyup yerinden fırlamıştı. Emine'nin onu izleyen gözleri kıskançlıkla doluydu. Aydanın yeni bir erkek arkadaşı vardı. Bunu artık tüm çalışanlar öğrenmişti.

“Emine, öğleden sonraya sana manikür randevusu var. Özellikle seni istedi müşteri.”

“A öyle mi? Tamam abla.” Yüzü bir anda gülmeye başlamıştı. Gençlikte olaydan olaya geçiş ne kadar kolaydı. Bir saniye önce kıskançlıktan kendini yiyen kız, bir an sonra mutlulukla bakıyordu.

Bertuğ, müşterisi olmadığı için yanındaki koltukta gazete okuyordu. Nil, uzun zamandır konuşmadıklarını düşünüp sordu,

“Bertuğ, hiç anlatmadın o geceden sonra neler oldu? Tanıştığınız kişilerden gelen giden yok mu?” Bertuğ ne yapmış etmiş Çağdaş ile o partiye gitmişti. Sevgilisi ile yeni tanıştıkları kişileri ertesi gün anlatmış ama iş ile ilgili gelişme olup olmadığından bahsetmemişti.

“Olmaz mı? Ama bu işten çok memnun olduğumu söyleyemeyeceğim. Keşke gitmeseydik, dediğim zaman çok oluyor. Gece yarılarına kadar çalışıp eve yorgun gelmeye başladı. Sanatçı kaprislerine tahammül ediyor ama benim kaprislerim kavga nedeni oluyor.”

Partiye gitmek için ne kadar ısrar ettiğini bilen Ayşegül, “Bertuğ, eskiler boşa dememiş ölüyü fazla yıkama ya...” derken lafını tamamlaması için herkes bir ağızdan “Ayşegüllllll” diye bağırınca korku ile sıçrayıp sustu.

“Ay ne bağırıyorsunuz ya. Ödümü patlattınız. İyi tamam atasözü de söylemek yasak.”

“Böylesi yasak canım.” Hepsi hala şaşkın suratla bakan Ayşegül'e gülüyordu. Ayşegül de kendine gülerek elindeki peruğun boyasına döndü. Nil de yerinden kalkıp kapıya doğru yürürken, “Ben eczaneye gidiyorum. Bugün biraz orada olacağım. Suratlar asılmış yine o tarafta.” Dedi. 

“Mert, Yağmur'un erkek arkadaşına takılmıştır. Çok yakışıklı ve zengin birini bulmuş Yağmur.”

“Öyle mi Emine? Teşekkür ederim. Başka bir haber var mı?”

“Özür dilerim. Yani biliyorsun sandım, abla.”

“Bilsem de, Yağmur'un özeli. İsterse o anlatır. İsterse Mert neden surat astığını kendi anlatır. Değil mi ablam? Hadi siz çalışın. Sonra görüşürüz.”

Emine dedikodu yaptığı için utanmıştı. Dükkânda kimse olmadığı için Nil de ortaya konuşmuştu. Yine de kalbini kırmak istemiyordu. Daha çok küçüktü iki kız da. Emine'nin omzunu sıktı sevecenlikle ve yan dükkâna geçti.


 *****


Cenk, doğruca iş yerine gelmişti. Beklediğinden uzun sürmüştü seyahati. İş yerine girer girmez Handan'ın odasına uğradı. Akşam telefonda verdiği haberin detaylarını anlatmak için masasının önündeki koltuğa oturduğunda yüzünde mutlu bir ifade vardı.

Handan, geziden gelen kocasının iş ile ilgili konuşmalarını dinliyordu. Sadece yanağına konan kuru bir öpücük ile selamlaştıklarına inanamıyordu. Elçin ile de böyle mi selamlaşmıştı? Elçin, İzmir'den döndüğü gün, akşama kadar yüzündeki kocaman gülümseme ile ortalıkta dolaşmıştı. Neler konuştuklarını, o akşam, hatta o gece neler yaptıklarını sormak istese de elbette yapmamıştı bunu. Cenk ise karşısında sanki iş arkadaşı gibi konuşuyor, dosyaları önüne koyarak yapılan anlaşmaları anlatıyordu. Bu tavrı Handan'ın sinirini daha çok bozuyordu. Buna ne kadar dayanacaktı?

Cenk'i dinlerken midesine saplanan ağrı ile yüzü buruştu. Bir iki seferdir oluyordu bu.

“Neyin var?”

“Yok bir şeyim!”

“Mideni tuttun. Ağrıyor mu?”

“Biraz ama geçer. Sanırım yediğim dokundu.”

“Yarın geçmezse doktora git olur mu?”

“Tamam.” Onunla ilgileniyordu!

Handan içinde oluşan sevinçle midesindeki yanmanın da hafiflediğini hissetti. Cenk, evrak çantasını kapatıp kalktığında az önceki iyimserliği bir anda uçtu gitti.

“Akşama birlikte çıkalım. Ağrın varken araba kullanma. Müjdatlar davet etmişti.  Oraya gidelim diyecektim ama sen bu halinle gelemezsin. Ben tek giderim belki.”

'İşte bu kadar.'

Tüm ilgisi on beş saniye sürmüştü. Handan daha şiddetli bir ağrı ile koltuğunda oturmaya devam etti.

Cenk, her geçen gün kendisinden biraz daha uzaklaşıyordu. Neredeyse on gün sürmüş bir gezinin ardından, ilk karşılaşmaları bu kadar soğuk olmamalıydı. Bunun artık kaçarı kalmamıştı ama hala kendisini ikna etmeye çalışıyordu. Acaba... Acaba bir tatil yapsalar baş başa? Biraz düzelir miydi ilişkileri? Aslında evlilik danışmanına gitmek çözüm olabilirdi ama bunu her düşündüğünde Cenk’in kendisine güleceğini düşünüp vazgeçiyordu. 

Çalan masa telefonuna uzandığında sekreteri ağabeyinin geldiğini söyledi.

“A hemen al içeri.” Ayağa kalktığında Hakan da kapıdan giriyordu.

“Hoş geldin. Hangi rüzgâr attı seni buraya?”

“Senden yardım isteyeceğim. Daha doğrusu Cenk'ten ve senden! Ama önce seninle konuşmam lazım.” Başka kimseye anlatamayacağı şeyleri kardeşine anlatabilirdi.

“Elbette yardım ederim elimden ne gelirse.”

Hakan, başparmaklarını pantolonun yan ceplerine takıp bir süre sustu. Derin bir nefes alıp ağzındaki baklayı çıkarttı.

“Senden kuaföre gitmeni isteyeceğim. Cenk'ten de dalış yapmasını.”

Handan, ağabeyinin o kadar sıkıntılı halini görünce bambaşka şeyler düşünmüştü. Duydukların şaşkınlıkla yanıt verdi. “AA ne biçim istek bunlar? Neler oluyor?” Handan gerçekten merak etmişti.

“Anlatacağım ama lütfen gülme. Ben zaten kendime yeterince gülüyorum.”

Tüm uyarılarına rağmen Handan anlattıkları bittiğinde ağabeyine kahkahalarla gülüyordu.

“Handan! Yeter ama!” Hakan daha fazla dayanamamıştı. Kardeşi güldükçe kendini kötü hissediyordu.

“Tamam. Tamam sustum.”

“İyi şimdi söyle bakalım bana yardım edecek misin?”

“Evet. Kuaför paramı sana ödeteceğim ama.”

“Kaç para tutar ki?”

“İşte bunu sormayacaktın. Maaşını ayır bana.”

“Bana bak, ben ödüyorum diye abartma sakın. Zaten maaş üç kuruş! Punduna getirip fal baktırmayı unutma olur mu?”

“Bir kadının fal imkânını geri çevirmesi gibi bir şeyi düşünemiyorum bile. Hiç merak etme, bakalım neler atacak!”

“Atıyor mu? Yoksa gerçekten meziyeti mi var anlamak lazım.”

“Cenk'i arayayım gelsin mi biz mi odasına gidelim?”

“Biz gidelim, ayıp olmasın… Bak, ben ters bir yanıttan hoşlanmam. İstersen önce sen konuş, olur derse ben sonra konuşurum.” Hakan Cenk ile yeni yeni samimi bir ortam buluyordu. Yine de çok iyi tanıdığı söylenemezdi.

“Cenk dalma fırsatını kaçırmaz, bu bir. Polisiye bir olaya yardımcı olmaktan kaçmaz bu da iki. Hadi gidelim.” 

Odasından çıktığında ortalıktaki genç kızların Hakan'a bakışlarını yakalıyordu. Ağabeyi hem yakışıklı hem de çok karizmatikti. Ama kocası daha da yakışıklıydı. Üç oda sonra durduklarında Handan kibarca kapıyı tıklattı ve açtı. İçeri girdiklerinde Elçin ile Cenk'i kahkahalar atarak konuşurken buldular. Kapının açılması hızlı olunca toparlanacak vakit olmamış olmalı ki ikisi de tedirgin bakışlarla Handan'a bakıyordu. Hakan ise sert bakışlarla odadaki kadını süzüyordu. Handan'ın tedirginliği ise gözden kaçmayacak kadar yoğundu. Hakan, bir an vazgeçmeyi düşündü. Ama sonra düşüncesini değiştirdi. Belki de bu ortak çalışma karı koca arasında bir şeyleri düzeltirdi.

“Hakan, hoş geldin. Nasılsın?” Cenk toparlanmış, masasından kalkıp hemen kayınbiraderinin yanına gelip elini samimi ve sıkı bir şekilde sıktı.

“Asıl sen hoş geldin. Nasıl geçti seyahat?” Hakan sesinde ima olmamasına çalışmıştı.

“Çok iyiydi. Müthiş anlaşmalarla döndüm. Gelin şöyle koltuklara oturalım. Masa resmiyet katıyor. Sen, Elçin Hanım ile tanışmış mıydın? Kendisi benim sağ kolumdur.”

“Sanırım nikahınızda tanışmıştık. Nasılsınız Elçin Hanım?”

“Teşekkür ederim Hakan Bey, sizi görmek çok güzel. Daha sık uğrayın lütfen.” diyerek müsaade istedi ve odadan çıktı. Ama parfümünün kokusu uzun süre kalacak gibiydi.

Arkasından çatık kaşlarla bakan Handan'ın düşünceleri canını yakıyordu 'Kocamı kaptırdığım yetmedi ağabeyime de mi el atıyorsun? Asla buna izin vermem. Kocamı kurtaramasam da ağabeyimi kurtarırım.'

Hakan, Handan'ın bakışlarının kararmasından düşündüklerinde yanılmadığını anlıyordu. Ya Cenk ile Elçin arasında bir ilişki vardı ya da Handan öyle sanıyordu. Zamanı geldiğinde öğrenirdi bunu nasılsa!

Bir süre konuştuktan sonra Hakan aklındakileri Cenk'e anlattı. İlk başta kendini gülmemek için tutun Cenk en sonunda patlamıştı.

“Ben de kuaföre gitsem? Bir fal da ben baktırsam?”

“Cenk, seni polis memuru ile alay etmekten içeri atarım.”

“Sustum ve korktum.” Ama hala gülüyordu. Gerçi Hakan da gülüyordu. Fakat sonra bu kadın sayesinde çözülen dosyaları anlattığında karı kocanın da yüzündeki gülümseme yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. İkisi de bu kez işin mantıklı tarafını bulmaya çalışıyordu.

“Medyuma, büyücüye, falcıya inanmam ama acaba var mı gerçekten böyle güçleri olan insanlar?” Cenk bu kez gayet ciddiydi.

“Ben de bunu anlamak istiyorum. İlk başlarda sadece bizim servise yardım ediyor sandım. Ama bazen başka servislerdeki işleri de çözmemize yardımcı oluyor. Bir davayı terör masasından aldık mesela!”

“Desene boşa güldük. O zaman biz de yardımcı olup bulalım bu işin aslını astarını.” Cenk artık işin ciddiyetinin farkındaydı.

“Bakın, bu bugüne kadar sır olarak saklandı. Ben de bu sırrı saklayacaktım ama son olay ile ilgili söyledikleri benim bile yapabileceklerimin sınırını aştı. O yüzden sizden yardım istiyorum. Bu kadın ya gerçekten Allah vergisi bir yetenekle biliyor, ya da başka bir yerlerden öğreniyor ama o öğrendiği yerler nasıl biliyor?”

“Senin de aklın karışmış!”

Hakan. Cenk’in saptamasına katılıyordu. Bıkkın bir ses ile yanıtladı eniştesini, “Hem de nasıl Cenk. Ben ilk kez böyle bir destek alıyorum. İlk duyduğumda aklımda oluşan tek düşünce onun falcılık yapmak için polis ile işbirliği yaptığıydı. Ve onu içeri attırmak amacındaydım. Fakat şimdi iki ayrı dükkânı olan biri olduğunu ve iş yerlerinin gerçek olduğunu biliyorum. Paravan yerler değil onlar.”

“İşyerine mi gittin?” Handan şaşırmıştı.

“Evet, dışarıdan baktım. Geçenlerde seninle yemek yediğimizde oradan geliyordum. Hani Cenk'in seyahate çıktığı gün!” Bunu da özellikle söylemişti. O gün Cenk'in Handan'ı arayıp kendisini sorduğunu anımsıyordu.

“Yani kadın ile tanışmadın!”

“Yoo, neden tanışayım ki?”

“Yok, ağabey öylesine sordum.”

“Sen tanış bakalım. Neler çıkacak. Ama bak saç baş yaptırırken ortalığı izlemeyi unutma.”

“Sadece fön çektirir ve bir oje sürdürürüm. Kendimi riske atamam.”

“Ben o kısma karışmam. Sen istediğimi yap yeter.”

Handan ertesi gün için kuaföre gitme sözü vermiş, Cenk de bir sonraki gün için iki arkadaşını ayarlamış dalış için program yapmıştı. Hakan, yardımlarına teşekkür için ikisini de kendi evine yemeğe çağırmış, Cenk, “Handan'ın midesi kötü biz gelmesek.” deyince Handan atılmıştı. Birlikte yemek yeme fırsatını kaçırmak istemiyordu.

“Çok daha iyiyim. Müjdatları arasan da iptal etsen nasıl olur?”

Hakan programları olduğunu duyunca başka zaman için çağırmak istemiş ama Cenk de karısına katılmıştı. O akşam Hakan'ın evinde yemek yiyeceklerdi. Handan evde bir şey olmayacağını düşünüp dışarıda yemeyi teklif etmişti ama Hakan'ın evinde malzemesi vardı. Buzluğundakilerden çıkartacak ve hızlı bir yemek hazırlayacak kardeşini de şaşırtacaktı!

Öyle de yaptı. Birkaç saat sonra üçlü, Handan'ın seçtiği yemek masasında yemeklerini yiyordu.

Salatayı ve etlerini özenle hazırlamıştı. Tek üzüldüğü biraz yapışmış olan pilavıydı ama tadı güzeldi. Kırmızı şarapları da masayı tamamlıyordu. Handan, Hakan'a iltifatlar yağdırıyordu. Uzun zamandır ne yiyor ne içiyor diye merak ettiği Hakan'ın kendine gayet iyi bakabileceğine ikna olmuştu.

Masada gündüz konuştukları konu vardı. Nereleri araması gerektiğini soruyordu Cenk. Hakan'ın özellikle köprü ayaklarının diplerinde akıntı ile birikintiler olabileceğini oralarda olma ihtimalinin yüksek olduğunu sandığını söyledi. Ama üç kişinin yetersiz olacağını kendi arkadaşlarının da onlara katılacağını ama onların falcıdan haberinin olmadığını da anlattı.

Uzun süre masada devam eden konuşmalar daha sonra yine Handan'ın seçtiği koltuklarda devam etti. Cenk karısının zevkli bir ev döşediğini söyleyerek övdü. Handan, gündüz yaşadığı hayal kırıklığından sonra bu akşam çok keyiflenmişti. Uzun uzun muhabbet eden üçlü Cenk’in esnemeye başlaması ile ayrıldı.

Cenk, yatak odasına girer girmez hemen soyunup duşa girmişti. Cenk çıkınca kısa bir duş almak için Handan da banyoya girmiş, kısa geceliği ile çıktığında yeni bir hayal kırıklığı ile karşılaşmıştı. Kocası uyuyordu...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder