Nil, o öğleden sonra kendine izin verdi. Biraz alışveriş yapmak,
kafasını dağıtmak istiyordu. İnce kot kumaşından dikilmiş kaprisini giymişti.
Ayağına da yine kot kumaşından yapılmış sandaletlerini geçirdi. Elbette bu
sıcakta şapkasız çıkacak değildi. Yine kot kumaşından beysbol şapkasını başına taktı.
Tek noksanı gözlükleri idi. Onu da burnunun üstüne oturttuktan sonra alt kata
indi.
“Dükkânlar sizlere emanet. Gecikirsem kilitler çıkarsınız. Ben
şöyle bir gezeyim. Bir iki parça giyecek alayım diyorum.”
“Tamam canım. Nillll, şu geçenlerde anlattığım bikiniye bak.
Nasılsa tatile gideceksin. Hiç olmazsa benim yerime de giymiş olursun!”
Ayşegül, çok beğendiği bikiniyi günlerce sayıklamıştı. Satan
mağaza indirime girmiş ama Ayşegül tatile gidemeyeceği için para harcamak
istememişti. Yurt dışından ağabeyleri gelecekti ve evde onlarla vakit
geçirecekti.
“Bakarım. Hadi görüşürüz.” diyerek Eczaneye geçti. Aynı şeyleri
söyleyip çıktı. Yağmur şarkı mırıldanıyor, Mert suratını asmış oturuyordu.
Hiçbir şeyi kafasına takmayacaktı.
O öğleden sonra kendisine aitti.
*****
Nil, Bağdat Caddesine çıktığında aklında özel bir şey yoktu.
Amaçsızca dükkânlara baktı. Bir iki kıyafet denedi. Bir çift ayakkabı ile ona
uygun çanta aldıktan sonra gezinmeye devam etti. Yorulunca kahve içmek için bir
yere oturdu. Önünden geçen kalabalığa bakıyordu. Akşamüstü olması havanın biraz
daha nefes alınabilir olmasını sağlıyordu.
Kahvesi bitince Ayşegül'ün söylediği mağazaya uğradı. Gerçekten
büyük indirim vardı. İki bikini ve bir plaj elbisesi aldı. Hepsine uyacak bir
çift de topuklu plaj terliği ile alışverişini tamamladı. Annesinin topuklu
merakı kendisinde devam ediyordu. Aslında biraz da annesini özlediği ve ona
yakın olmak istediği için giyiyordu.
Elinde alışveriş poşetleri ile evine döndüğünde saat dokuza
geliyordu. Yemeğini de dışarıda yemiş hatta üstüne bir de dondurmacıya
uğramıştı. Bu öğleden sonra tam da istediği gibi bir gün geçirmişti. Artık
tatile gerçekten ihtiyaç duyuyordu. En
uygun zaman Eylül ayı olacaktı. Nereye gideceğine karar vermemişti ama artık
plan yapmalıydı.
Bu bikinileri giymek ve ortalıkta salınmak şart olmuştu!
Düşüncelerine kahkahalarla güldü. Ne zamandan beri erkek tavlamak
için soyunmak gerektiğini düşünür olmuştu?
*****
Hakan, cinayet aletinin bulunmamasına illet oluyordu. Cinayetlerin
çoğunun çözümü cinayet aletine bağlıyken mimarı öldüren bıçak hala
bulunamamıştı. Zaten cinayetin işlendiği yer cesedin bulunduğu yer olmayınca
işler karışıyordu.
Mafya denmişti ama bıçaklama mafya işi değildi. Zaten kim mafyaydı
kim değildi artık kimse bilmiyordu.
Şansına bu kadar az ipucu olan cinayetler üst üste geliyordu. Ölen
mimarın evi, bürosu aranmış, hatta bahçesine yeni ekilmiş tüm çiçekleri sökülüp
toprağa gömülmüş bıçak peşine düşülmüştü ama elde koca bir sıfır vardı.
Ankara'da üç dört ayda işlenen cinayet İstanbul’da neredeyse hafta
da işleniyordu. İşlerinin yoğunluğu yüzünden dinlenmeye fırsat bulamamıştı.
İzin almalıydı ama şu travesti cinayetleri yüzünden pek mümkün gözükmüyordu.
En iyisi mimar cinayetini çözmek sonra yine seri katile yoğunlaşmaktı.
Ama sanki cinayetler bitmişti. Son iki cinayet kısa aralıklarla işlenmişti.
Üstünden geçen iki haftaya rağmen yeni bir cinayet yoktu. Eskileri ile ilgili
de bulunan hiçbir şey yoktu.
Çok terlemişti. Havanın nemine hala alışamamıştı. Üstünde sadece
kısa kollu beyaz bir penye t-shirt vardı ama yine de terliyordu. İşinin en
sevdiği yanı buydu. Sivil giyinebilme özgürlüğü!
Odasında artık bir ufak buzdolabı vardı. Bir de kliması! Ama son
iki saatini güneşin altında geçirmiş Hakan'ı serinletmeye yetmiyordu. Tuvalete
gidip elini yüzünü iyice yıkadı. Ellerini saçlarının arasından geçirip biraz da
saç diplerini ıslattı. Şimdi daha iyiydi. Tekrar odasına döndüğünde masasındaki
telefon çalıyordu. Son anda yetişmişti. Nefes nefese “Alo, Hakan” dedi.
“Baş Komiserim, sonra mı arayayım?”
Hakan sesi tanımıştı. O arıyordu. Ne söyleyecekti acaba?
“Sorun yok, ne söyleyecektiniz?”
Hattın ucunda Nil kendine kızıyordu. Bu adam neden bu kadar
tersti? Neden kendisini her seferinde kötü hissetmesine neden oluyordu? Daha
önce hiç böyle şeyler olmazdı.
“Kimle ya da neyle ilgili anlamadığım bir şeyler gördüm. Belki siz
anlarsınız.” Nil, zaten zor aramıştı. Bir de ters bir sesle yanıt alınca hepten
söyleyeceklerini şaşırmıştı. Bu adam neden kendisinden hoşlanmıyordu? Ona
yardım etme çabasını bu kadar ters karşılaması normal değildi.
“Şimdi de sizin fallarınızın bilmecesini mi çözeceğim?” Hakan, tüm
günün sinirini Nil’den çıkarttığının farkındaydı. Ama gerçekten bilmece çözecek
durumda değildi. Onun tüm ters tavrına rağmen, Nil, telefonun ucunda derin bir
nefes alarak sakin olmasına gayret gösterdiği ses tonu ile yanıt verdi.
“Bakın Baş Komiserim, benim tek amacım size yardımcı olmak ama siz
bu kadar aksi olursanız benim de sizi aramak için nedenim kalmayacak.” İşte söylemişti.
Bu adam kendini ne sanıyordu?
“Nil Hanım, sizi dinliyorum.” Sesi bıkkındı ve Nil'in kaprislerini
çekmeyeceğini belirtiyordu.
İçini çektiğini hiç gizlemeyen Nil, “Sultan yolu diye bir yazı
gördüm. Bir de hançer gibi bir şey. İkisinin de neyle ilgili olduğunu
bilmiyorum. Siz belki anlarsınız.”
Hakan, hançerin aradıkları bıçak olabileceğini düşünmeye
başlamıştı bile. Hem kadının dediklerine inanmak istemiyor hem de kadının
sesini duyar duymaz doğru olabileceğini düşünüyordu.
“Anlamadım ama yine de teşekkürler.” En azından en baştaki kabalığını affettirmek
için teşekkür etmişti. Telefonu kapattığında aklında Sultan yolundan başka bir
şey yoktu.
“Sultan yolu... Sultan yolu... Ne olabilir bu? Eyüp Sultan'ın yolu
mu acaba? Ya da Sultanahmet ile mi ilgili? İyi de bu iki bilgi mimar cinayeti
ile mi ilgili?”
Hakan, odasında volta atmaya başlamıştı. Aklından sıra ile hançer,
sultan yolu ve mimar geçiyordu. Birkaç dakika sonra durdu... Sultan yolu...
Hemen internete girdi ve aradığını buldu. Eski yapı Büyükçekmece'deydi.
Denize yakın yerdeki bu tarihi köprünün cinayet ile ilgisi ne
olabilirdi? Yapanın ve ölenin mimar olmasından başka?
Cinayet silahı olan bıçağın saklanacağı en kolay yer olabilirdi!
Nil ne demişti? Bir de hançer gibi bir şey gördüm!
Hakan, düşündüklerinin araştırılmasını nasıl isteyecekti? Tekrar
internete girdi. Sultan yolu olarak da bilinen Büyükçekmece Köprüsünü ya da
asıl adı olan Sultan Süleyman Köprüsünü incelemeye başladı. Maktulün bulunduğu
yer ile köprü arasında uzun bir mesafe vardı ama bu zaten katilin daha da rahat
hareket etmesine neden olmuş olmalıydı. Su altını araştırmaları için nasıl bir
mazeret bulmalıydı?
Hakan arkadaşlarından rica etse bile sonrasında bu bilgiyi
kullanması çok zordu. En iyisi sanki rastlantı sonucu orada dalınmış gibi
yapmalıydı. Tüplü dalmayı bilirdi ama kirli diplerde araştırma yapabilecek
kadar tecrübeli değildi. İşte burada arkadaşları ve Cenk devreye girerdi. Cenk,
bir konuşmasında daldığından bahsetmişti. Birlikte dalar rastlantı sonucu
bulurlardı varsa bir şey...
Fevzi Baş Komiserinin dediklerini anımsadı ve gülmeye başladı. İlk
verdiği tepkiden sonra bugün sorgusuz güvenmesi ve köprüyü cinayet silahının
saklandığı yer olarak kabullenmesi çok tuhaftı. Bu söyledikleri de çıkarsa bu
kadını gerçekten yakın takibe alacaktı. Bu kadar şeyin falla açıklanması mümkün
değildi.
*****
Aydan, uzun zamandır cep telefonundan mesajlaşıyordu. Nil, önce
ses çıkartmamıştı ama yapması gereken işler kalınca kızmaya başlamıştı.
“Aydancığım, işlerin bitti mi canım?”
“Hemen kalkıyorum Nil abla.” gerçekten de telefonu cebine koyup
yerinden fırlamıştı. Emine'nin onu izleyen gözleri kıskançlıkla doluydu.
Aydanın yeni bir erkek arkadaşı vardı. Bunu artık tüm çalışanlar öğrenmişti.
“Emine, öğleden sonraya sana manikür randevusu var. Özellikle seni
istedi müşteri.”
“A öyle mi? Tamam abla.” Yüzü bir anda gülmeye başlamıştı.
Gençlikte olaydan olaya geçiş ne kadar kolaydı. Bir saniye önce kıskançlıktan
kendini yiyen kız, bir an sonra mutlulukla bakıyordu.
Bertuğ, müşterisi olmadığı için yanındaki koltukta gazete
okuyordu. Nil, uzun zamandır konuşmadıklarını düşünüp sordu,
“Bertuğ, hiç anlatmadın o geceden sonra neler oldu? Tanıştığınız
kişilerden gelen giden yok mu?” Bertuğ ne yapmış etmiş Çağdaş ile o partiye
gitmişti. Sevgilisi ile yeni tanıştıkları kişileri ertesi gün anlatmış ama iş
ile ilgili gelişme olup olmadığından bahsetmemişti.
“Olmaz mı? Ama bu işten çok memnun olduğumu söyleyemeyeceğim.
Keşke gitmeseydik, dediğim zaman çok oluyor. Gece yarılarına kadar çalışıp eve
yorgun gelmeye başladı. Sanatçı kaprislerine tahammül ediyor ama benim
kaprislerim kavga nedeni oluyor.”
Partiye gitmek için ne kadar ısrar ettiğini bilen Ayşegül,
“Bertuğ, eskiler boşa dememiş ölüyü fazla yıkama ya...” derken lafını
tamamlaması için herkes bir ağızdan “Ayşegüllllll” diye bağırınca korku ile
sıçrayıp sustu.
“Ay ne bağırıyorsunuz ya. Ödümü patlattınız. İyi tamam atasözü de
söylemek yasak.”
“Böylesi yasak canım.” Hepsi hala şaşkın suratla bakan Ayşegül'e
gülüyordu. Ayşegül de kendine gülerek elindeki peruğun boyasına döndü. Nil de
yerinden kalkıp kapıya doğru yürürken, “Ben
eczaneye gidiyorum. Bugün biraz orada olacağım. Suratlar asılmış yine o
tarafta.” Dedi.
“Mert, Yağmur'un erkek arkadaşına takılmıştır. Çok yakışıklı ve
zengin birini bulmuş Yağmur.”
“Öyle mi Emine? Teşekkür ederim. Başka bir haber var mı?”
“Özür dilerim. Yani biliyorsun sandım, abla.”
“Bilsem de, Yağmur'un özeli. İsterse o anlatır. İsterse Mert neden
surat astığını kendi anlatır. Değil mi ablam? Hadi siz çalışın. Sonra
görüşürüz.”
Emine dedikodu yaptığı için utanmıştı. Dükkânda kimse olmadığı
için Nil de ortaya konuşmuştu. Yine de kalbini kırmak istemiyordu. Daha çok
küçüktü iki kız da. Emine'nin omzunu sıktı sevecenlikle ve yan dükkâna geçti.
*****
Cenk, doğruca iş yerine gelmişti. Beklediğinden uzun sürmüştü
seyahati. İş yerine girer girmez Handan'ın odasına uğradı. Akşam telefonda
verdiği haberin detaylarını anlatmak için masasının önündeki koltuğa
oturduğunda yüzünde mutlu bir ifade vardı.
Handan, geziden gelen kocasının iş ile ilgili konuşmalarını
dinliyordu. Sadece yanağına konan kuru bir öpücük ile selamlaştıklarına
inanamıyordu. Elçin ile de böyle mi selamlaşmıştı? Elçin, İzmir'den döndüğü
gün, akşama kadar yüzündeki kocaman gülümseme ile ortalıkta dolaşmıştı. Neler
konuştuklarını, o akşam, hatta o gece neler yaptıklarını sormak istese de
elbette yapmamıştı bunu. Cenk ise karşısında sanki iş arkadaşı gibi konuşuyor,
dosyaları önüne koyarak yapılan anlaşmaları anlatıyordu. Bu tavrı Handan'ın
sinirini daha çok bozuyordu. Buna ne kadar dayanacaktı?
Cenk'i dinlerken midesine saplanan ağrı ile yüzü buruştu. Bir iki
seferdir oluyordu bu.
“Neyin var?”
“Yok bir şeyim!”
“Mideni tuttun. Ağrıyor mu?”
“Biraz ama geçer. Sanırım yediğim dokundu.”
“Yarın geçmezse doktora git olur mu?”
“Tamam.” Onunla ilgileniyordu!
Handan içinde oluşan sevinçle midesindeki yanmanın da
hafiflediğini hissetti. Cenk, evrak çantasını kapatıp kalktığında az önceki
iyimserliği bir anda uçtu gitti.
“Akşama birlikte çıkalım. Ağrın varken araba kullanma. Müjdatlar
davet etmişti. Oraya gidelim diyecektim
ama sen bu halinle gelemezsin. Ben tek giderim belki.”
'İşte bu kadar.'
Tüm ilgisi on beş saniye sürmüştü. Handan daha şiddetli bir ağrı
ile koltuğunda oturmaya devam etti.
Cenk, her geçen gün kendisinden biraz daha uzaklaşıyordu.
Neredeyse on gün sürmüş bir gezinin ardından, ilk karşılaşmaları bu kadar soğuk
olmamalıydı. Bunun artık kaçarı kalmamıştı ama hala kendisini ikna etmeye
çalışıyordu. Acaba... Acaba bir tatil yapsalar baş başa? Biraz düzelir miydi
ilişkileri? Aslında evlilik danışmanına gitmek çözüm olabilirdi ama bunu her
düşündüğünde Cenk’in kendisine güleceğini düşünüp vazgeçiyordu.
Çalan masa telefonuna uzandığında sekreteri ağabeyinin geldiğini
söyledi.
“A hemen al içeri.” Ayağa kalktığında Hakan da kapıdan giriyordu.
“Hoş geldin. Hangi rüzgâr attı seni buraya?”
“Senden yardım isteyeceğim. Daha doğrusu Cenk'ten ve senden! Ama
önce seninle konuşmam lazım.” Başka kimseye anlatamayacağı şeyleri kardeşine
anlatabilirdi.
“Elbette yardım ederim elimden ne gelirse.”
Hakan, başparmaklarını pantolonun yan ceplerine takıp bir süre
sustu. Derin bir nefes alıp ağzındaki baklayı çıkarttı.
“Senden kuaföre gitmeni isteyeceğim. Cenk'ten de dalış yapmasını.”
Handan, ağabeyinin o kadar sıkıntılı halini görünce bambaşka
şeyler düşünmüştü. Duydukların şaşkınlıkla yanıt verdi. “AA ne biçim istek
bunlar? Neler oluyor?” Handan gerçekten merak etmişti.
“Anlatacağım ama lütfen gülme. Ben zaten kendime yeterince
gülüyorum.”
Tüm uyarılarına rağmen Handan anlattıkları bittiğinde ağabeyine
kahkahalarla gülüyordu.
“Handan! Yeter ama!” Hakan daha fazla dayanamamıştı. Kardeşi
güldükçe kendini kötü hissediyordu.
“Tamam. Tamam sustum.”
“İyi şimdi söyle bakalım bana yardım edecek misin?”
“Evet. Kuaför paramı sana ödeteceğim ama.”
“Kaç para tutar ki?”
“İşte bunu sormayacaktın. Maaşını ayır
bana.”
“Bana bak, ben ödüyorum diye abartma
sakın. Zaten maaş üç kuruş! Punduna getirip fal baktırmayı unutma olur mu?”
“Bir kadının fal imkânını geri çevirmesi
gibi bir şeyi düşünemiyorum bile. Hiç merak etme, bakalım neler atacak!”
“Atıyor mu? Yoksa gerçekten meziyeti mi
var anlamak lazım.”
“Cenk'i arayayım gelsin mi biz mi
odasına gidelim?”
“Biz gidelim, ayıp olmasın… Bak, ben
ters bir yanıttan hoşlanmam. İstersen önce sen konuş, olur derse ben sonra
konuşurum.” Hakan Cenk ile yeni yeni samimi bir ortam buluyordu. Yine de çok
iyi tanıdığı söylenemezdi.
“Cenk dalma fırsatını kaçırmaz, bu bir.
Polisiye bir olaya yardımcı olmaktan kaçmaz bu da iki. Hadi gidelim.”
Odasından çıktığında ortalıktaki genç kızların Hakan'a bakışlarını
yakalıyordu. Ağabeyi hem yakışıklı hem de çok karizmatikti. Ama kocası daha da
yakışıklıydı. Üç oda sonra durduklarında Handan kibarca kapıyı tıklattı ve
açtı. İçeri girdiklerinde Elçin ile Cenk'i kahkahalar atarak konuşurken
buldular. Kapının açılması hızlı olunca toparlanacak vakit olmamış olmalı ki
ikisi de tedirgin bakışlarla Handan'a bakıyordu. Hakan ise sert bakışlarla
odadaki kadını süzüyordu. Handan'ın tedirginliği ise gözden kaçmayacak kadar
yoğundu. Hakan, bir an vazgeçmeyi düşündü. Ama sonra düşüncesini değiştirdi.
Belki de bu ortak çalışma karı koca arasında bir şeyleri düzeltirdi.
“Hakan, hoş geldin. Nasılsın?” Cenk toparlanmış, masasından kalkıp
hemen kayınbiraderinin yanına gelip elini samimi ve sıkı bir şekilde sıktı.
“Asıl sen hoş geldin. Nasıl geçti seyahat?” Hakan sesinde ima
olmamasına çalışmıştı.
“Çok iyiydi. Müthiş anlaşmalarla döndüm. Gelin şöyle koltuklara
oturalım. Masa resmiyet katıyor. Sen, Elçin Hanım ile tanışmış mıydın? Kendisi
benim sağ kolumdur.”
“Sanırım nikahınızda tanışmıştık. Nasılsınız Elçin Hanım?”
“Teşekkür ederim Hakan Bey, sizi görmek çok güzel. Daha sık
uğrayın lütfen.” diyerek müsaade istedi ve odadan çıktı. Ama parfümünün kokusu
uzun süre kalacak gibiydi.
Arkasından çatık kaşlarla bakan Handan'ın düşünceleri canını
yakıyordu 'Kocamı kaptırdığım yetmedi ağabeyime de mi el atıyorsun? Asla buna
izin vermem. Kocamı kurtaramasam da ağabeyimi kurtarırım.'
Hakan, Handan'ın bakışlarının kararmasından düşündüklerinde
yanılmadığını anlıyordu. Ya Cenk ile Elçin arasında bir ilişki vardı ya da
Handan öyle sanıyordu. Zamanı geldiğinde öğrenirdi bunu nasılsa!
Bir süre konuştuktan sonra Hakan aklındakileri Cenk'e anlattı. İlk
başta kendini gülmemek için tutun Cenk en sonunda patlamıştı.
“Ben de kuaföre gitsem? Bir fal da ben baktırsam?”
“Cenk, seni polis memuru ile alay etmekten içeri atarım.”
“Sustum ve korktum.” Ama hala gülüyordu. Gerçi Hakan da gülüyordu.
Fakat sonra bu kadın sayesinde çözülen dosyaları anlattığında karı kocanın da
yüzündeki gülümseme yerini ciddi bir ifadeye bıraktı. İkisi de bu kez işin
mantıklı tarafını bulmaya çalışıyordu.
“Medyuma, büyücüye, falcıya inanmam ama acaba var mı gerçekten
böyle güçleri olan insanlar?” Cenk bu kez gayet ciddiydi.
“Ben de bunu anlamak istiyorum. İlk başlarda sadece bizim servise
yardım ediyor sandım. Ama bazen başka servislerdeki işleri de çözmemize
yardımcı oluyor. Bir davayı terör masasından aldık mesela!”
“Desene boşa güldük. O zaman biz de yardımcı olup bulalım bu işin
aslını astarını.” Cenk artık işin ciddiyetinin farkındaydı.
“Bakın, bu bugüne kadar sır olarak saklandı. Ben de bu sırrı
saklayacaktım ama son olay ile ilgili söyledikleri benim bile
yapabileceklerimin sınırını aştı. O yüzden sizden yardım istiyorum. Bu kadın ya
gerçekten Allah vergisi bir yetenekle biliyor, ya da başka bir yerlerden
öğreniyor ama o öğrendiği yerler nasıl biliyor?”
“Senin de aklın karışmış!”
Hakan. Cenk’in saptamasına katılıyordu. Bıkkın bir ses ile
yanıtladı eniştesini, “Hem de nasıl Cenk. Ben ilk kez böyle bir destek
alıyorum. İlk duyduğumda aklımda oluşan tek düşünce onun falcılık yapmak için
polis ile işbirliği yaptığıydı. Ve onu içeri attırmak amacındaydım. Fakat şimdi
iki ayrı dükkânı olan biri olduğunu ve iş yerlerinin gerçek olduğunu biliyorum.
Paravan yerler değil onlar.”
“İşyerine mi gittin?” Handan şaşırmıştı.
“Evet, dışarıdan baktım. Geçenlerde seninle yemek yediğimizde
oradan geliyordum. Hani Cenk'in seyahate çıktığı gün!” Bunu da özellikle
söylemişti. O gün Cenk'in Handan'ı arayıp kendisini sorduğunu anımsıyordu.
“Yani kadın ile tanışmadın!”
“Yoo, neden tanışayım ki?”
“Yok, ağabey öylesine sordum.”
“Sen tanış bakalım. Neler çıkacak. Ama bak saç baş yaptırırken
ortalığı izlemeyi unutma.”
“Sadece fön çektirir ve bir oje sürdürürüm. Kendimi riske atamam.”
“Ben o kısma karışmam. Sen istediğimi yap yeter.”
Handan ertesi gün için kuaföre gitme sözü vermiş, Cenk de bir
sonraki gün için iki arkadaşını ayarlamış dalış için program yapmıştı. Hakan,
yardımlarına teşekkür için ikisini de kendi evine yemeğe çağırmış, Cenk,
“Handan'ın midesi kötü biz gelmesek.” deyince Handan atılmıştı. Birlikte yemek
yeme fırsatını kaçırmak istemiyordu.
“Çok daha iyiyim. Müjdatları arasan da iptal etsen nasıl olur?”
Hakan programları olduğunu duyunca başka zaman için çağırmak
istemiş ama Cenk de karısına katılmıştı. O akşam Hakan'ın evinde yemek
yiyeceklerdi. Handan evde bir şey olmayacağını düşünüp dışarıda yemeyi teklif
etmişti ama Hakan'ın evinde malzemesi vardı. Buzluğundakilerden çıkartacak ve
hızlı bir yemek hazırlayacak kardeşini de şaşırtacaktı!
Öyle de yaptı. Birkaç saat sonra üçlü, Handan'ın seçtiği yemek
masasında yemeklerini yiyordu.
Salatayı ve etlerini özenle hazırlamıştı. Tek üzüldüğü biraz
yapışmış olan pilavıydı ama tadı güzeldi. Kırmızı şarapları da masayı
tamamlıyordu. Handan, Hakan'a iltifatlar yağdırıyordu. Uzun zamandır ne yiyor
ne içiyor diye merak ettiği Hakan'ın kendine gayet iyi bakabileceğine ikna
olmuştu.
Masada gündüz konuştukları konu vardı. Nereleri araması
gerektiğini soruyordu Cenk. Hakan'ın özellikle köprü ayaklarının diplerinde
akıntı ile birikintiler olabileceğini oralarda olma ihtimalinin yüksek olduğunu
sandığını söyledi. Ama üç kişinin yetersiz olacağını kendi arkadaşlarının da
onlara katılacağını ama onların falcıdan haberinin olmadığını da anlattı.
Uzun süre masada devam eden konuşmalar daha sonra yine Handan'ın
seçtiği koltuklarda devam etti. Cenk karısının zevkli bir ev döşediğini
söyleyerek övdü. Handan, gündüz yaşadığı hayal kırıklığından sonra bu akşam çok
keyiflenmişti. Uzun uzun muhabbet eden üçlü Cenk’in esnemeye başlaması ile
ayrıldı.
Cenk, yatak odasına girer girmez hemen soyunup duşa girmişti. Cenk
çıkınca kısa bir duş almak için Handan da banyoya girmiş, kısa geceliği ile
çıktığında yeni bir hayal kırıklığı ile karşılaşmıştı. Kocası uyuyordu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder