22 Temmuz 2015 Çarşamba

KAHVE FALIMDA CİNAYET VAR! 16. Bölüm


“Mantı süper olmuş. Keşke sarımsaklı yoğurt ile yeseydik.”

“Tabii Ayşegül, buram buram koksaydık, tüm müşteriler kaçsaydı. Ne güzel olurdu değil mi?” Nil dalga geçiyordu. Ayşegül de ondan aşağı kalmıyordu.

“Valla özellikle sevmediklerime şöyle bir hohlar, kapıdan kaçışlarını izlerdim.”

“Ben ağzıma sürmem sarımsak.” Bertuğ ağzı kokacak diye uzun yıllardır yemediğini anlatmıştı daha önce.

“Ne o seninki kızıyor mu?” Ayşegül yine uğraşıyordu Bertuğ ile.

“Aman, şeytan görsün yüzünü. Anma onun adını.”

Nil şaşkın baktı Bertuğ’a “E sabah ne güzel konuştun telefonda, ne oldu yine.”

“Ay Nil, beni mi dinledin? Ayrıca güzel konuşmadım. Sadece uzatmasını engellemek için öyle davrandım.” Yüzündeki umursamaz ifade çok da samimi değildi.


“Ne bileyim Bertuğ, sandım ki kavga bitti.”

“Bitmez. Bu hafta sonu benim istediğimi yapmadığı sürece bu kavga bitmez ama bu aşk biter.”

Aydan, “Bertuğ ağabey, aşk isteklerin yapılmayınca biter mi? O zaman o aşk mı?” diye sorduğunda Bertuğ bir an şaşkınlıkla baktı. Bu bacaksız kendisini faka bastırıyordu.

“Sen bilmezsin Aydan. Aşk bazen böyle de yaşanır. Ama o Çağdaş denen adam benim bu hafta sonu o partiye gitmemi sağlayamazsa ne aşk kalır ne ilişki. Gider yoluna.”

“Peki, Bertuğ ağabey, senin gitmek istediğin yere belki Çağdaş ağabey gitmek istemiyor. Onun söz hakkı yok mu?” Bu kez Emine sormuştu.

“AAA bana bakın bacaksızlar size ne benim aşk hayatımdan? Hadi gidin içeri bitmedi mi yemeğiniz? Yerleri süpürün siz. Birazdan geliyorum her yer pırıl pırıl olacak.”

İki kız çıkmış ama Ayşegül ile Nil, Bertuğ ile kalmıştı. “Kızları neden kovaladın? Haklı oldukları için mi?”

“Ay kızlar, bir de siz üstüme gelmeyin. O partiye neden gitmek istiyorum sanıyorsunuz? Hem kendi reklamımızı yapacağım hem de, sevgilimin yeni işi için müşteri toplamaya çalışacağım. Şu fotoğraf stüdyosu ancak bir iki iyi iş yaptıktan sonra rahat eder.”

“İyi de Çağdaş öyle düşünmüyor demek ki. Neden adamı rahat bırakmıyorsun?”

“Çünkü o rahat değil. Aklı fikri işinde. Bu da bizim ilişkimizi etkiliyor. Her akşam beş karış surat ile oturuyor.”

“Bana bak, bu seni aldatıyor olmasın?” Ayşegül en olmayacak soruyu en olmayacak şekilde sormuştu. Bertuğ ise aklını zaten meşgul eden olasılığın dile gelmesi ile sıkılmış, “Ben de korkuyorum bundan ama o, yok öyle bir şey, diyor.”

“Sen yine de adamın peşini bırakma oğlum. Tüm erkekler böyledir. Yok derler ama aldatmaya bayılırlar.” Ayşegül, Nil'in kaş göz işaretlerine aldırmadan Bertuğ ile konuşmaya devam ediyordu.

“Ayşegül abla, moralimi bozma. Çağdaş beni aldatmaz. O beni seviyor.”

“Sen de seviyorsan o zaman böyle tehditler uçurma. Adamı rahat bırak. O partiye gitmek istemiyorsa da zorlama. İş nasıl olsa bulunur.” Ayşegül sevdiğini duyduktan sonra az önceki kışkırtan tavrından uzaklaşmıştı. Amacı da buydu zaten.

“Doğru ama ben her şey daha iyi olsun istiyorum.”

“Zorla olmaz. Bazen işler kendi yolunu çizmeyi daha çok sever. O zaman da hayat daha güzel olur. Ne biliyorsun Çağdaş'ın daha çok iş ile mutlu olacağını? Belki o, bu kadarını istiyor!”

“O da öyle diyor ama ben inanmıyorum nedense.”

“Sen ondan daha hırslı olabilirsin ama onun da isteklerine saygı duy. Ve bu işin üstüne gitme, belki o da kendini hatalı bulur ve gidelim, der.”

“Vavvv bunlar kadınca taktikler mi?”

“Evet. Uygula ve gör.”

Ayşegül ile Bertuğ'un konuşmalarını Nil de dinliyordu. Tecrübe her şeyden önemliydi, bunu biliyordu. Ayşegül'ün genelde tecrübeleri dizilerden oluşsa da çoğu zaman akla yakın şeyler söylerdi. Bir erkeğe kadınca öneriler vermek de Ayşegül'e uygundu!

Mantılar yenmiş, ağırlık çökmüş üstüne kahveler içilmişti. Bertuğ da içeri geçmiş iki genç kadın baş başa kalmıştı. Ayşegül uzun zamandır fal baktırmamıştı. Fincanını kapattı.

“Nil, sen neden kendine fal bakmıyorsun? Korkuyor musun? Bu yetenekle kendine kötü şeyler söylemekten mi çekiniyorsun?”

“Kendime bakamıyorum. Ya kendime ait her şeyi bildiğimden ya da denildiği gibi, falcı kendine bakmaz, söyleminin doğruluğundan. Ama kendime ne zaman kapatsam sadece kargacık burgacık şekiller görüyorum.”

“Bilsem sana da ben bakarım ama zerre anlamıyorum.”

“Boş ver, hem ne derler fala inanma, falsız kalma. Benim baktığım ile Allah'ın yazdığı uyar mı? Benimki eğlencelik. Arada bir o kadar lafın kıyısı köşesi tutuyor, herkes de beni usta falcı sanıyor.”

“Öyle deme, var bir bilen tarafın ama o da Allah vergisi olsa gerek. Kaç kişiye moral verdin yolladın buradan. Çoğu da çıktı. İnsanlar sırf güzel şeyleri duymak için bile gelir oldu.”

“Ama kötü şeyleri de söylüyorum. Zaten kendimi tutamıyorum ki bir anda fırlıyor ağzımdan. Geçen sene mi söylemiştim, kadının birine kocasının kaza geçirip öleceğini. Sonra da adam iş yerinde kaza geçirip öldü. Kadın o zamandan beri ayağını atmadı dükkâna. Benim kendimi biraz dizginlemem lazım. Ulu orta her şey söylenmez.”

“Doğru diyorsun ama o an senin durman bence mümkün değil. Bazen de fala baktığında rengin atıyor. O zamanlar kötü şeyler görüyorsun sanırım ama bir şey demiyorsun!”

“Anımsamıyorum. Ama dediğin gibi olabilir.” Nil, o anlarda neler gördüğünü çok iyi biliyordu. Ama konuşamayacağı konulardı bunlar.

“Soğumuş fincanım, hadi bak bakalım neler göreceksin.”


*****


Hakan ve ekibi, pazaryerindeki canlı bombanın, aslında gerçekten cinayet olduğunu çözdüklerinde, emniyet müdürlüğünde yer yerinden oynamıştı. Tüm birimler, tüm ekipler onları tebrik ediyordu. Hakan ise bu başarının ardında yatanın ne olduğunu açıklayamamanın ezikliğini yaşıyordu.

Elazığ'dan gelen ailenin araştırması tamamlandığında, ölmeden önce annesine söz veren elli beş yaşındaki Selami'nin kan davası çıkmıştı.

Ölen çocuğun kimin yanında kaldığı bilinmediği için annesi ve kız kardeşleri yardımcı olamamıştı. Memet Çoban'ın ikinci eşinin verdiği bilgiler ile ilk karısı bulunmuş, sonra onun ikinci kocasının soyadı öğrenilerek oğluna ulaşılmıştı.  Birkaç kez adres değiştirilmiş hiç birinde muhtardan ikamet nakli alınmamıştı. Komşuların bildiklerinin tespiti ile adresin bulunması üç dört gün sürmüştü.

Selami, ikinci iş olarak şehirlerarası otobüs garında çalışıyordu. Memleketinden gelen otobüsten inen on altı yaşındaki çocuğu biraz konuşturmuş, iş için geldiğini annesine ve kız kardeşlerine para yollaması gerektiğini öğrenince, ona pazarda tezgâh açacağını söylemiş. Bir iki ay yanında yer vermiş, ailesine para yollarken kendisi de para ilavesi yaparak gözünü boyamıştı.

Sonrası ise çorap söküğü gibi gelmiş, çocuğu, ailesine çok para yollayacağı, onları ömür boyu rahat ettireceğine dair sözler ile ikna etmişti. Bunda en büyük etken ise annesinin hayır dualarının onu cennete sokacağı olmuştu. Tek amacı kendisinden şüphelenilmesini engelleyerek on yıldır İstanbul'da yaşayan kanlısının oğlunu öldürmekti. Onların İstanbul'a gelmesinden sonra pazarcılığa başladığını, yirmi yaşındaki oğluna tezgâh açtığını her öğlen yemek götürdüğünü biliyordu.

Planını ince ince işlemiş, sonunda başarmıştı. Kanlısını ve oğlunu öldürtmüştü. Hem annesinin üvey babası yüzünden yıllarca acı çekmesinin, hem kendisinin yediği dayakların intikamını kanlılarından almıştı.

Olayın tek olumsuz yanı adamı evinde kıstırdıklarında yaşanmıştı.

Hakan, Hüseyin ve Akın olay yerindeydi. Hakan ön kapıyı çalmış, içeriden bir kadın sesi duymuştu. Kendini tanıtırken, dışarıdan Hüseyin’in “Kaçıyor” diye bağırmasını duymuştu.

Akın ile Hakan yüksek girişli apartmanın sekiz basamağını ikişer adımda aşmış bahçeye fırlamıştı. Sağ tarafta kalan dairenin balkonundan atlayan adam iri cüssesine rağmen koşarak uzaklaşıyordu. Hüseyin arkasından bağırarak koşuyor çevresinde sivil halk olduğu için ateş edemiyordu. Ama Selami onun gibi değildi. Elindeki tabancayı doğrultmuş Hüseyin’in üstüne doğru ateş etmeye başladı. Arkadan gelen Hakan ile Akın da silahlarını çekmişti. İkisi de adamın bacaklarına ateş ederken Hüseyin kolunu sıyıran kurşun ile yaralanmıştı. Yarası ağır değildi. Bir gün dinlendikten sonra masa başı iş yapmak şartıyla iş başı yapmıştı.

Azmettirici yakalanmış, üç cinayetten ve bir polis yaralamaktan sorumlu olarak tutuklanmıştı.

Tüm emniyet müdürlüğü, terör masasındaki davanın cinayet masası tarafından çözülmesini konuşuyordu.

Hakan ise kendisine yol gösterenin başarısını üstlenmiş olmanın utancını yaşıyordu.

*****


Diğer cinayet masasındakiler sık sık odaya gelip ellerindeki dosyalar ile ilgili espriler yapıyordu. En çok da “Elimizde bir dosya var, bir el atın da çözün!”cümlesi uçuşuyordu.

En son odaya giren Yıldız idi. Her beğendiği erkeğe ilgi gösteren güzel polis elindeki dosyayı sallıyordu. Salına salına yürüyerek Akın'ın masasının önüne geldi. Orada dursa da bakışları Hakan'ın üstündeydi.

Deren ise sadece Akın'ın masasına kalçalarını dayamış, konuşurken bir Hakan'a bir Akın'a bakan kadını izliyordu. Konuştuğunu görse de sözlerini duymuyordu. Kulaklarının uğuldamasına kızıyordu. Kendisine çeki düzen vermesi gerekiyordu.

Yıldız, arkasında gülüşmeler ve parfüm kokusunu bırakıp çıkmıştı bürodan... 
 

***** 

“Asma şu yüzünü. Bak son iki dükkân. Ne kadar güzel şeyler bulduk. Üstelik yenisinin üçte biri fiyatına!” Hakan'ın zaten sert olan hatları biraz daha sertleşmişti.

“Evimi eskici evine çevirdin.” Yüzündeki sertlik sesine de yansımıştı ama Handan'ın korkacağı yoktu. O ağabeyinin sert görüntüsünün ardında kendisine olan sevgisinin büyüklüğünü de çok iyi bilirdi.

“Ben o evi adam edeyim de sonra konuş. Tam senin gibi bekâr bir erkeğe göre olacak. Kızlar bayılacak. Hepsi o evin hanımı olmak isteyecek.”

“Senin bu planlarının bana hiç de hoş gözükmediğini bilmen gerekmiyor mu? Ayrıca evime gelen kimse yok. O yüzden kimse görmeyecek.”

“Şimdilik böyle. Yakında İstanbul'un kızları seni fark edecek ve o an işin bitecek.” Handan, Hakan'ın neşelenmesini sağlamak için konuşuyordu ama ağabeyinin yüzü daha da asılmıştı.

“Beni kimsenin fark etmesi gerekmiyor. Başımı derde sokamam. Kim benim gibi gecesi gündüzü belirsiz birini ister?”

“Çıkar biri nasılsa.”

“Cenk ne yapıyor? Ne zaman dönecekmiş?”

“Pazartesi akşamı gelecekmiş. Yarın Bayramoğluna gidelim mi?”

Handan, başka soru sormasın diye hemen Bayramoğlu teklifi yapmıştı.

“Yolları çok kalabalık! Hem yarın ben nöbette olacağım.”

“Tamam, ben bu öğleden sonra gidiyorum. Aslında yol konusunda haklısın. Ben geç gidiyor, pazartesi sabahı oradan işe gidiyorum. O zaman yol beni çok zorlamıyor.”

“Benim iş sahibi kocam yok. Mesai saatlerim çok uzun ve tavizsiz. Ama öbür hafta sonu sizleri ben ağırlamak isterim. Güzel bir yerde yemek yiyelim hep birlikte.”

“Dans edeceğimiz bir yer olsun. Çok özledim seninle dans etmeyi.”

“Handan, hiç dans edecek havamda değilim. Unut onu. Kocanla dans edersin.”

“Onunla zaten dans ediyorum.” Aklından geçen ise uzun zamandır onunla da dans etmediği idi. “Ama o kadar ders aldın, unutma diye seninle dans edeceğim.”

“Unutmadım. Unutmak ne mümkün! Ama artık yeter. Babamla dans edersin o zaman.”

“Bakarız.” diyerek güldü. Hakan'ın kaçmasına imkân vermeyeceğini belli etmişti.

Alışverişi bitiren iki kardeş, aldıklarının o gün öğleden sonra teslim edilmesini sağlamıştı. Handan küçük parçaları arabanın arka koltuğuna ve bagaja doldurmuştu. Bayramoğluna gitmeden önce yerleştirecekti hepsini Hakan'ın evine.

Akşam olduğunda Bayramoğluna gidecek hali kalmamış Hakan'ın koltuğunda uyumuştu. Cenk aramış ama telefonunu sessize aldığı için yanıtlayamamıştı.


***** 


Görev onu bekliyordu. Günlerdir aynı pavyonun karşısında dikiliyordu. İçeride çalışanların çıkışını bekliyor, evlerine gidene kadar takip ediyordu. Her gece birini izlemişti. Ne yazık ki seçmek kolay olmuyordu ama birinden birine öncelik vermeliydi.

Bu gece sonuncuyu takip edecekti. Acelesi yoktu. Nasılsa yakalanması mümkün değildi. Saatine baktı. Dördü geçiyordu. Taksiler kapıya yanaşmaya başlamıştı. Pavyon dağılacaktı. O da arabasına bindi. Polisler de o saatlerde oralarda devriye geziyordu. Ama olay çıkmadığı süreci müdahale edecekleri bir şey yoktu.

İşte ilki çıkmıştı. İlk taksiye binip uzaklaştı. Onun evinin yerini sevmemişti. İkinci ile üçüncü de çıktı. Onlar zaten aynı yerde oturuyordu. İkisinin aynı anda ölmesi mümkün olmayacağı için onları bırakmıştı. Arabasına bindi. Taksimin ara sokaklarına bıraktığı arabasının bir taksiyi takip etmesi kimsenin dikkatini çekmeyecekti. Çünkü onlara epey sonra katılacaktı. İstanbul gibi bir şehirde ara sokaklarda mobeselerin olmaması çok güzeldi. O bunları düşünürken dördüncü kadın çıktı pavyondan.

“Bu akşam sona kalmadı. Onun da acelesi var demek ki. Kısmet işte.” İkisinin aklından geçenlerin örtüşmeyeceği çok barizdi. Yine de farlarını hemen yakmadan arabası ile ara sokaklardan yokuş aşağı indi. Taksinin acele etmeyeceğini önceki akşamlardaki takiplerinden biliyordu. Adamlar o kadar çok para alıyordu ki ikinci işe acele etmiyorlardı. Sokağın altına indiğinde biraz yavaşladı. İşte geliyordu. Plakayı kontrol etti ve farlarını yakarak ondan önce yola çıktı. Nasılsa bir yerde önüne geçmesini sağlayacaktı.  Yanılmamıştı. Tarlabaşı bulvarından inen taksi Aynalı Çeşme caddesine sapmış, o sırada da önüne geçmişti.

Hiç acele etmeden bir sonraki arabayı beklemiş ve ondan sonra o da aynı caddeye sapmıştı. Sonra da ilk sağa dönüş işareti vermişti. Ama sonra farları yine kapatmış ve yoluna devam etmişti. Taksi önünde yol alıyordu. Üç sokak sonra bu kez taksi sola sinyal verdi. Taksi durduğunda artık adresi biliyordu.

Kendisi için ne kadar kolay bir takip olmuştu. Ama ne olursa olsun bu akşam görevini yapmayacaktı. Acelesi yoktu. Nasılsa çoğu akşam eve yalnız geliyordu. Yarın en geç bir sonraki gün bitecek bu iş, dedi. Hem polisi savcıyı hafta sonu yormanın gereği yoktu. En iyisi hafta içi yapmaktı. Biraz daha devam etti ve Tepebaşına çıktı. Oradan da evine gitmek için yine bir sürü dolambaçlı yol kullandı.


2 yorum: