“Mantı süper olmuş. Keşke sarımsaklı yoğurt ile yeseydik.”
“Tabii Ayşegül, buram buram koksaydık, tüm müşteriler kaçsaydı. Ne
güzel olurdu değil mi?” Nil dalga geçiyordu. Ayşegül de ondan aşağı kalmıyordu.
“Valla özellikle sevmediklerime şöyle bir hohlar, kapıdan
kaçışlarını izlerdim.”
“Ben ağzıma sürmem sarımsak.” Bertuğ ağzı kokacak diye uzun
yıllardır yemediğini anlatmıştı daha önce.
“Ne
o seninki kızıyor mu?” Ayşegül yine uğraşıyordu Bertuğ ile.
“Aman,
şeytan görsün yüzünü. Anma onun adını.”
Nil
şaşkın baktı Bertuğ’a “E sabah ne güzel konuştun telefonda, ne oldu yine.”
“Ay
Nil, beni mi dinledin? Ayrıca güzel konuşmadım. Sadece uzatmasını engellemek
için öyle davrandım.” Yüzündeki umursamaz ifade çok da samimi değildi.
“Ne
bileyim Bertuğ, sandım ki kavga bitti.”
“Bitmez.
Bu hafta sonu benim istediğimi yapmadığı sürece bu kavga bitmez ama bu aşk
biter.”
Aydan,
“Bertuğ ağabey, aşk isteklerin yapılmayınca biter mi? O zaman o aşk mı?” diye
sorduğunda Bertuğ bir an şaşkınlıkla baktı. Bu bacaksız kendisini faka
bastırıyordu.
“Sen
bilmezsin Aydan. Aşk bazen böyle de yaşanır. Ama o Çağdaş denen adam benim bu
hafta sonu o partiye gitmemi sağlayamazsa ne aşk kalır ne ilişki. Gider
yoluna.”
“Peki,
Bertuğ ağabey, senin gitmek istediğin yere belki Çağdaş ağabey gitmek
istemiyor. Onun söz hakkı yok mu?” Bu kez Emine sormuştu.
“AAA
bana bakın bacaksızlar size ne benim aşk hayatımdan? Hadi gidin içeri bitmedi
mi yemeğiniz? Yerleri süpürün siz. Birazdan geliyorum her yer pırıl pırıl
olacak.”
İki
kız çıkmış ama Ayşegül ile Nil, Bertuğ ile kalmıştı. “Kızları neden kovaladın?
Haklı oldukları için mi?”
“Ay
kızlar, bir de siz üstüme gelmeyin. O partiye neden gitmek istiyorum
sanıyorsunuz? Hem kendi reklamımızı yapacağım hem de, sevgilimin yeni işi için
müşteri toplamaya çalışacağım. Şu fotoğraf stüdyosu ancak bir iki iyi iş
yaptıktan sonra rahat eder.”
“İyi
de Çağdaş öyle düşünmüyor demek ki. Neden adamı rahat bırakmıyorsun?”
“Çünkü
o rahat değil. Aklı fikri işinde. Bu da bizim ilişkimizi etkiliyor. Her akşam
beş karış surat ile oturuyor.”
“Bana
bak, bu seni aldatıyor olmasın?” Ayşegül en olmayacak soruyu en olmayacak şekilde
sormuştu. Bertuğ ise aklını zaten meşgul eden olasılığın dile gelmesi ile
sıkılmış, “Ben de korkuyorum bundan ama o, yok öyle bir şey, diyor.”
“Sen
yine de adamın peşini bırakma oğlum. Tüm erkekler böyledir. Yok derler ama
aldatmaya bayılırlar.” Ayşegül, Nil'in kaş göz işaretlerine aldırmadan Bertuğ
ile konuşmaya devam ediyordu.
“Ayşegül
abla, moralimi bozma. Çağdaş beni aldatmaz. O beni seviyor.”
“Sen
de seviyorsan o zaman böyle tehditler uçurma. Adamı rahat bırak. O partiye
gitmek istemiyorsa da zorlama. İş nasıl olsa bulunur.” Ayşegül sevdiğini
duyduktan sonra az önceki kışkırtan tavrından uzaklaşmıştı. Amacı da buydu
zaten.
“Doğru
ama ben her şey daha iyi olsun istiyorum.”
“Zorla
olmaz. Bazen işler kendi yolunu çizmeyi daha çok sever. O zaman da hayat daha
güzel olur. Ne biliyorsun Çağdaş'ın daha çok iş ile mutlu olacağını? Belki o,
bu kadarını istiyor!”
“O
da öyle diyor ama ben inanmıyorum nedense.”
“Sen
ondan daha hırslı olabilirsin ama onun da isteklerine saygı duy. Ve bu işin
üstüne gitme, belki o da kendini hatalı bulur ve gidelim, der.”
“Vavvv
bunlar kadınca taktikler mi?”
“Evet.
Uygula ve gör.”
Ayşegül
ile Bertuğ'un konuşmalarını Nil de dinliyordu. Tecrübe her şeyden önemliydi,
bunu biliyordu. Ayşegül'ün genelde tecrübeleri dizilerden oluşsa da çoğu zaman
akla yakın şeyler söylerdi. Bir erkeğe kadınca öneriler vermek de Ayşegül'e
uygundu!
Mantılar
yenmiş, ağırlık çökmüş üstüne kahveler içilmişti. Bertuğ da içeri geçmiş iki
genç kadın baş başa kalmıştı. Ayşegül uzun zamandır fal baktırmamıştı.
Fincanını kapattı.
“Nil,
sen neden kendine fal bakmıyorsun? Korkuyor musun? Bu yetenekle kendine kötü
şeyler söylemekten mi çekiniyorsun?”
“Kendime
bakamıyorum. Ya kendime ait her şeyi bildiğimden ya da denildiği gibi, falcı
kendine bakmaz, söyleminin doğruluğundan. Ama kendime ne zaman kapatsam sadece
kargacık burgacık şekiller görüyorum.”
“Bilsem
sana da ben bakarım ama zerre anlamıyorum.”
“Boş
ver, hem ne derler fala inanma, falsız kalma. Benim baktığım ile Allah'ın
yazdığı uyar mı? Benimki eğlencelik. Arada bir o kadar lafın kıyısı köşesi
tutuyor, herkes de beni usta falcı sanıyor.”
“Öyle
deme, var bir bilen tarafın ama o da Allah vergisi olsa gerek. Kaç kişiye moral
verdin yolladın buradan. Çoğu da çıktı. İnsanlar sırf güzel şeyleri duymak için
bile gelir oldu.”
“Ama
kötü şeyleri de söylüyorum. Zaten kendimi tutamıyorum ki bir anda fırlıyor
ağzımdan. Geçen sene mi söylemiştim, kadının birine kocasının kaza geçirip
öleceğini. Sonra da adam iş yerinde kaza geçirip öldü. Kadın o zamandan beri
ayağını atmadı dükkâna. Benim kendimi biraz dizginlemem lazım. Ulu orta her şey
söylenmez.”
“Doğru
diyorsun ama o an senin durman bence mümkün değil. Bazen de fala baktığında
rengin atıyor. O zamanlar kötü şeyler görüyorsun sanırım ama bir şey demiyorsun!”
“Anımsamıyorum.
Ama dediğin gibi olabilir.” Nil, o anlarda neler gördüğünü çok iyi biliyordu.
Ama konuşamayacağı konulardı bunlar.
“Soğumuş
fincanım, hadi bak bakalım neler göreceksin.”
*****
Hakan
ve ekibi, pazaryerindeki canlı bombanın, aslında gerçekten cinayet olduğunu
çözdüklerinde, emniyet müdürlüğünde yer yerinden oynamıştı. Tüm birimler, tüm
ekipler onları tebrik ediyordu. Hakan ise bu başarının ardında yatanın ne
olduğunu açıklayamamanın ezikliğini yaşıyordu.
Elazığ'dan
gelen ailenin araştırması tamamlandığında, ölmeden önce annesine söz veren elli
beş yaşındaki Selami'nin kan davası çıkmıştı.
Ölen
çocuğun kimin yanında kaldığı bilinmediği için annesi ve kız kardeşleri
yardımcı olamamıştı. Memet Çoban'ın ikinci eşinin verdiği bilgiler ile ilk
karısı bulunmuş, sonra onun ikinci kocasının soyadı öğrenilerek oğluna
ulaşılmıştı. Birkaç kez adres
değiştirilmiş hiç birinde muhtardan ikamet nakli alınmamıştı. Komşuların
bildiklerinin tespiti ile adresin bulunması üç dört gün sürmüştü.
Selami,
ikinci iş olarak şehirlerarası otobüs garında çalışıyordu. Memleketinden gelen
otobüsten inen on altı yaşındaki çocuğu biraz konuşturmuş, iş için geldiğini
annesine ve kız kardeşlerine para yollaması gerektiğini öğrenince, ona pazarda
tezgâh açacağını söylemiş. Bir iki ay yanında yer vermiş, ailesine para
yollarken kendisi de para ilavesi yaparak gözünü boyamıştı.
Sonrası
ise çorap söküğü gibi gelmiş, çocuğu, ailesine çok para yollayacağı, onları
ömür boyu rahat ettireceğine dair sözler ile ikna etmişti. Bunda en büyük etken
ise annesinin hayır dualarının onu cennete sokacağı olmuştu. Tek amacı
kendisinden şüphelenilmesini engelleyerek on yıldır İstanbul'da yaşayan
kanlısının oğlunu öldürmekti. Onların İstanbul'a gelmesinden sonra pazarcılığa
başladığını, yirmi yaşındaki oğluna tezgâh açtığını her öğlen yemek götürdüğünü
biliyordu.
Planını
ince ince işlemiş, sonunda başarmıştı. Kanlısını ve oğlunu öldürtmüştü. Hem
annesinin üvey babası yüzünden yıllarca acı çekmesinin, hem kendisinin yediği
dayakların intikamını kanlılarından almıştı.
Olayın
tek olumsuz yanı adamı evinde kıstırdıklarında yaşanmıştı.
Hakan,
Hüseyin ve Akın olay yerindeydi. Hakan ön kapıyı çalmış, içeriden bir kadın
sesi duymuştu. Kendini tanıtırken, dışarıdan Hüseyin’in “Kaçıyor” diye
bağırmasını duymuştu.
Akın
ile Hakan yüksek girişli apartmanın sekiz basamağını ikişer adımda aşmış
bahçeye fırlamıştı. Sağ tarafta kalan dairenin balkonundan atlayan adam iri
cüssesine rağmen koşarak uzaklaşıyordu. Hüseyin arkasından bağırarak koşuyor
çevresinde sivil halk olduğu için ateş edemiyordu. Ama Selami onun gibi
değildi. Elindeki tabancayı doğrultmuş Hüseyin’in üstüne doğru ateş etmeye
başladı. Arkadan gelen Hakan ile Akın da silahlarını çekmişti. İkisi de adamın
bacaklarına ateş ederken Hüseyin kolunu sıyıran kurşun ile yaralanmıştı. Yarası
ağır değildi. Bir gün dinlendikten sonra masa başı iş yapmak şartıyla iş başı
yapmıştı.
Azmettirici
yakalanmış, üç cinayetten ve bir polis yaralamaktan sorumlu olarak
tutuklanmıştı.
Tüm
emniyet müdürlüğü, terör masasındaki davanın cinayet masası tarafından
çözülmesini konuşuyordu.
Hakan
ise kendisine yol gösterenin başarısını üstlenmiş olmanın utancını yaşıyordu.
*****
Diğer cinayet masasındakiler sık sık odaya gelip ellerindeki
dosyalar ile ilgili espriler yapıyordu. En çok da “Elimizde bir dosya var, bir
el atın da çözün!”cümlesi uçuşuyordu.
En son odaya giren Yıldız idi. Her beğendiği erkeğe ilgi gösteren
güzel polis elindeki dosyayı sallıyordu. Salına salına yürüyerek Akın'ın
masasının önüne geldi. Orada dursa da bakışları Hakan'ın üstündeydi.
Deren ise sadece Akın'ın masasına kalçalarını dayamış, konuşurken
bir Hakan'a bir Akın'a bakan kadını izliyordu. Konuştuğunu görse de sözlerini
duymuyordu. Kulaklarının uğuldamasına kızıyordu. Kendisine çeki düzen vermesi
gerekiyordu.
Yıldız, arkasında gülüşmeler ve parfüm kokusunu bırakıp çıkmıştı
bürodan...
*****
“Asma
şu yüzünü. Bak son iki dükkân. Ne kadar güzel şeyler bulduk. Üstelik yenisinin
üçte biri fiyatına!” Hakan'ın zaten sert olan hatları biraz daha sertleşmişti.
“Evimi eskici evine çevirdin.” Yüzündeki sertlik sesine de
yansımıştı ama Handan'ın korkacağı yoktu. O ağabeyinin sert görüntüsünün
ardında kendisine olan sevgisinin büyüklüğünü de çok iyi bilirdi.
“Ben o evi adam edeyim de sonra konuş. Tam senin gibi bekâr bir
erkeğe göre olacak. Kızlar bayılacak. Hepsi o evin hanımı olmak isteyecek.”
“Senin bu planlarının bana hiç de hoş gözükmediğini bilmen
gerekmiyor mu? Ayrıca evime gelen kimse yok. O yüzden kimse görmeyecek.”
“Şimdilik böyle. Yakında İstanbul'un kızları seni fark edecek ve o
an işin bitecek.” Handan, Hakan'ın neşelenmesini sağlamak için konuşuyordu ama
ağabeyinin yüzü daha da asılmıştı.
“Beni kimsenin fark etmesi gerekmiyor. Başımı derde sokamam. Kim
benim gibi gecesi gündüzü belirsiz birini ister?”
“Çıkar
biri nasılsa.”
“Cenk
ne yapıyor? Ne zaman dönecekmiş?”
“Pazartesi
akşamı gelecekmiş. Yarın Bayramoğluna gidelim mi?”
Handan,
başka soru sormasın diye hemen Bayramoğlu teklifi yapmıştı.
“Yolları
çok kalabalık! Hem yarın ben nöbette olacağım.”
“Tamam,
ben bu öğleden sonra gidiyorum. Aslında yol konusunda haklısın. Ben geç
gidiyor, pazartesi sabahı oradan işe gidiyorum. O zaman yol beni çok
zorlamıyor.”
“Benim
iş sahibi kocam yok. Mesai saatlerim çok uzun ve tavizsiz. Ama öbür hafta sonu
sizleri ben ağırlamak isterim. Güzel bir yerde yemek yiyelim hep birlikte.”
“Dans
edeceğimiz bir yer olsun. Çok özledim seninle dans etmeyi.”
“Handan,
hiç dans edecek havamda değilim. Unut onu. Kocanla dans edersin.”
“Onunla
zaten dans ediyorum.” Aklından geçen ise uzun zamandır onunla da dans etmediği
idi. “Ama o kadar ders aldın, unutma diye seninle dans edeceğim.”
“Unutmadım.
Unutmak ne mümkün! Ama artık yeter. Babamla dans edersin o zaman.”
“Bakarız.”
diyerek güldü. Hakan'ın kaçmasına imkân vermeyeceğini belli etmişti.
Alışverişi
bitiren iki kardeş, aldıklarının o gün öğleden sonra teslim edilmesini sağlamıştı.
Handan küçük parçaları arabanın arka koltuğuna ve bagaja doldurmuştu.
Bayramoğluna gitmeden önce yerleştirecekti hepsini Hakan'ın evine.
Akşam
olduğunda Bayramoğluna gidecek hali kalmamış Hakan'ın koltuğunda uyumuştu. Cenk
aramış ama telefonunu sessize aldığı için yanıtlayamamıştı.
*****
Görev
onu bekliyordu. Günlerdir aynı pavyonun karşısında dikiliyordu. İçeride çalışanların
çıkışını bekliyor, evlerine gidene kadar takip ediyordu. Her gece birini
izlemişti. Ne yazık ki seçmek kolay olmuyordu ama birinden birine öncelik
vermeliydi.
Bu
gece sonuncuyu takip edecekti. Acelesi yoktu. Nasılsa yakalanması mümkün
değildi. Saatine baktı. Dördü geçiyordu. Taksiler kapıya yanaşmaya başlamıştı.
Pavyon dağılacaktı. O da arabasına bindi. Polisler de o saatlerde oralarda
devriye geziyordu. Ama olay çıkmadığı süreci müdahale edecekleri bir şey yoktu.
İşte
ilki çıkmıştı. İlk taksiye binip uzaklaştı. Onun evinin yerini sevmemişti.
İkinci ile üçüncü de çıktı. Onlar zaten aynı yerde oturuyordu. İkisinin aynı
anda ölmesi mümkün olmayacağı için onları bırakmıştı. Arabasına bindi. Taksimin
ara sokaklarına bıraktığı arabasının bir taksiyi takip etmesi kimsenin
dikkatini çekmeyecekti. Çünkü onlara epey sonra katılacaktı. İstanbul gibi bir
şehirde ara sokaklarda mobeselerin olmaması çok güzeldi. O bunları düşünürken
dördüncü kadın çıktı pavyondan.
“Bu
akşam sona kalmadı. Onun da acelesi var demek ki. Kısmet işte.” İkisinin
aklından geçenlerin örtüşmeyeceği çok barizdi. Yine de farlarını hemen yakmadan
arabası ile ara sokaklardan yokuş aşağı indi. Taksinin acele etmeyeceğini
önceki akşamlardaki takiplerinden biliyordu. Adamlar o kadar çok para alıyordu
ki ikinci işe acele etmiyorlardı. Sokağın altına indiğinde biraz yavaşladı.
İşte geliyordu. Plakayı kontrol etti ve farlarını yakarak ondan önce yola
çıktı. Nasılsa bir yerde önüne geçmesini sağlayacaktı. Yanılmamıştı. Tarlabaşı bulvarından inen taksi
Aynalı Çeşme caddesine sapmış, o sırada da önüne geçmişti.
Hiç
acele etmeden bir sonraki arabayı beklemiş ve ondan sonra o da aynı caddeye
sapmıştı. Sonra da ilk sağa dönüş işareti vermişti. Ama sonra farları yine
kapatmış ve yoluna devam etmişti. Taksi önünde yol alıyordu. Üç sokak sonra bu
kez taksi sola sinyal verdi. Taksi durduğunda artık adresi biliyordu.
Kendisi
için ne kadar kolay bir takip olmuştu. Ama ne olursa olsun bu akşam görevini
yapmayacaktı. Acelesi yoktu. Nasılsa çoğu akşam eve yalnız geliyordu. Yarın en
geç bir sonraki gün bitecek bu iş, dedi. Hem polisi savcıyı hafta sonu yormanın
gereği yoktu. En iyisi hafta içi yapmaktı. Biraz daha devam etti ve Tepebaşına
çıktı. Oradan da evine gitmek için yine bir sürü dolambaçlı yol kullandı.
Inanılmaz keyifli ve heyecanlı gidiyor 😊
YanıtlaSil:)) Teşekkürler canım, bir sürü olay :D
YanıtlaSil